Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Bölüm 7

@elizinhikayeleri

Doğan bey ile tüm gün arşivleri topladıktan sonra güzel bir yorgunluk kahvesi içmiştik. Hemen sonrasında beni evine yemeğe davet etmişti. Daha önce de bir kaç kez geldiğim eve gelir gelmez beni kapıda karşılayan Sude ile saatlerce oturduk konuştuk o sırada yemek yapmaya başlamıştı. Doğan bey'in elinden yemek yemek büyük bir ayrıcalıktı. Gerçekten çok mükemmel bir el lezzeti vardı.

Yemek yedikten hemen sonrasında telefonuma gelen mesaj ile şaşkınlık içinde ellerimi dokunmatik ekranda gezdirerek gelen mesaja cevap verdim. Suskun bey'di mesaj atan, kendisini acilen aramamı istemişti, isteğinin nedenini meraktan Doğan bey'den izin isteyerek salondan çıkarak tek olabilmek için bahçeye çıktım. Rehberimden Suskun Erdemoğlu kişisini bulduktan sonra aramaya başladım.

Telefon uzun uzun çalmıştı, tam kapatacağım sırada karşı taraftan sesi duyuldu. Kötü geliyordu sesi ne olmuş olabilirdi ki?
Sadece ismimi söylemişti, o da kafasına silah dayanılmış diye zorla söyler gibiydi.

"Suskun bey iyi misiniz?"

—Ekim, Ekim... Değilim. Gelebilir misin? Lüfen.

"Suskun bey musait değilim ben bir şey mi oldu? Yapabileceğim ne var?"

—Yapabileceğin tek şey gelmek. Bak arayacak başka kimsem yok. Lütfen...

Gitmeli miydim bilmiyorum. Başka kimsem yok demişti, ya gerçekten öyle ise? İhtiyacı olmasa çağırmazdı değil mi? Hem sesi çok kötü geliyordu. Telefonun diğer ucundan öksürdüğünü duyabiliyordum. Belki de gitmem daha iyiydi. Telefonu geliyorum dedikten hemen sonra kapattım. Hemen ardından Suskun bey bana konum atmıştı. Bir kaç dakika önce çıktığım salona girerek acil bir işim çıktığını Doğan beye söylediğimde bana inanmışa benzemiyordu.

"Nereye böyle kaçar gibi?" diye sorduğunda bir şey diyemedim. Şanslıydım ki, Sude'nin söze girmesi ile Doğan bey beni bırakmıştı. Aralarında çok tatlı bir konuşmaya şahit olmuştum.
"Sevgilim, bırak gitsin kız belli ki işi var," demişti. Eşi ise, "Ama daha yeni geldi ne anladık biz bu işten?" Diyerek küçük bir sitem etmişti, Sude ise karşısında ki, daha üstünü değişmemiş olan adamın kravatını düzeltti ve bir kez daha bırak gitsin sevgilim yine gelir dedi gülümseyerek. Hemen sonrasında önce Sude ile sonra mükemmel bir iyilikte olan patronum ile kucaklaştık.

Evden çıkacağım sıra arkamdan duyduğum sesler ile duraksadım. Meleklerim gelmişti! Tam zamanını bulmuşlardı, gitmem lazımdı fakat onlara beş dakika ayırabilirdim.

"Ekiym abya!"
"Ekiii aplaa gemiş."

Arkamı döndüğüm de bana doğru koşan Eymen ve Eylem vardı. Nasıl da büyümüşlerdi! Koşa koşa bana sarıldıklarında eğilip ben de onlara sarıldım. Doğan bey'in "Eslem nerede?" Sorusu ile duraksadım. Eslem son kızıydı. Tam da isminden bahsettiren kız merdivenlerin tepesinden babasına bağırıyordu. Kızını aşağı indirmeye giden Doğan bey'in yokluğundan faydalanarak Sude'ye hoşça kal dedikten sonra arabama doğru ilerleyip Suskun bey'in attığı konuma doğru yola koyuldum.

Beklemediğim tek şey Doğan bey'in başı sonu olmayan mesajlarıydı. Telefon titreyip duruyordu, yokluğunu fırsat bilip kaçmamdan bana kızmış olmalıydı. Kızdırmıştım patronumu harika. Suskun bey'i dinleyerek Doğan bey'i bırakmam büyük hataydı. Kim bilir ne kadar kızacaktı bana.

"400 metre sonra hedefiniz çıkmaz sokaktadır."

Gelmiştim. Bu ev ona mı aitti diye düşünürken arabamın navigasyonu bir kez daha konuşmaya başlamıştı. 'Hedefiniz sol tarafta." Arabayı durdurarak yavaşça indim ve önümde ki eve doğru yavaş yavaş ilerledim. Bu ev gerçekten Suskun bey'in miydi? Ev demeye şahit lazımdı. Tam bir şah eserdi. İki katlı baştan sonra camlar ile kaplı bir villanın karşısındaydım resmen. Sadece bahçesi benim tüm dairemin on katı kadardı. Bir holding yöneterek bu kadar mükemmel bir evde oturabilmek mümkün müydü?

Boylu boyuna anayola giden minik bir ormanlıkta saklı bir cennet gibiydi. Tek şeritli, bir arabanın rahatlıkla geçebileceği büyüklükte olan yolun hem sağı hem solu ağaçlar ile kaplıydı. Ev, beyazın en açık tonuna ben misin dedirtiyordu. Tanrım, burası gerçekten saklı bir cennetti.
İstemsiz bir şekilde yutkunarak yürümeye başladım.

Kahverengi büyük bir kapının önüne vardım hızlıca, şaka bu yana, adamın üstünde altın rengiyle Erdemoğlu Suskun yazan posta kutusu vardı. Benim mektuplarımı postacı beşinci kata çıkmamak için getirmeye bile luzüm duymuyordu. Sipariş verdiğim kolileri biriktirip cep telefonumdan beni arayarak gidip almamı istiyordu. Getirmeye üşeniyorum diye de mesaj atıyordu her seferinde.
Elimi yavaş yavaş posta kutusunun üzerinde bulunan zile doğru ilerlettiğim sırada önümde ki büyük araba girişi kapısı yavaş yavaş açılmaya başladı. Suskun bey içerden açmış olmalıydı. Henüz tamamiyle açılmamış olan kapı aralığından girerek önümde ki kahverengi kapıya doğru ilerledim. Bir kez daha, ben kapıya vurmadan açılan kapıya karşı bir kez daha aralıktan geçerek eve girdim.
Evin içi dışından güzeldi.

Kahverengi ağırlıklı, beyaz koltuklu camları palmiyelere ve kocaman bir havuz manzarasına bakan bir salonu vardı. Salona doğru bir kaç adım attığım da iyice gözetleyebilmiştim. Yerde tüm dünyanın en mükemmel halıları olan, pofuduk, peluş bir beyaz halı vardı. O kadar yumuşak duruyordu ki, gidip üstünde uzanıp halıya sarılmak istiyordum. Hemen üzerinde tamamı cam olan bir sehpa vardı. Benim sehpam ile aynıydı! Yani, benimkilerin gerçekleriydi. Neden zevklerimiz aynı dediğini anlamıştım, çoğu dekorasyon eşyamız aynıydı. Mumluklar, vazolar, hatta minik heykeller. Yaşasın, beylikdüzü sosyete pazarı...

Ben evi incelerken arkamdan gelen gürültü ile kafamı çevirdiğimde Suskun bey ile göz göze geldik. Saatler önce Doğan bey'e kükreyen adama ne olmuştu böyle? Gözleri kanlanmıştı, kıpkırmızı duruyordu. Zor açık duruyor gibiydi. Göz kapakları uykuya yenik düşerde kendisi zorukla açık tutuyordu sanki. Yüz hatları çökmüştü, en az beş yaş yaşlanmış gibiydi. Bugüne kadar ya takım elbiseyle ya yarı çıplak gördüğüm adamı beyaz bir tişört ve gri bir eşofman ile görmeyi garipsemiştim. O seksi, göz alıcı Suskun bey yoktu. Yerine başkası gelmiş gibiydi.

"Suskun bey?" Diye sorduğumda bana doğru bir adım atmaya çalıştı fakat becerememiş gibiydi. "İyi misiniz?" Soruma karşı hafif ve karşıdan bakınca çok zorlanmış gibi duran bir şekilde kafasını kaldırıp hayır demişti.
Biraz bekledi, ve dudaklarını ıslatıp devam etti başladığı cümleye. "Ekim," dedi ve bir süre duraksadı. Kekeleyerek arayacak kimsesinin olmadığını, holdingi terk ettikten hemen sonra kötü olmaya başladığına kendi kendime iyi oldu demiş olabilirdim.

"Ne demek iyi oldu Ekim?" Diye iç suvallere giren iç sesimin boğazına yapışarak susmasını sağladım. Şu an onu öldürmeyi bile göze almıştım. Susmak bilmeyen iç sesim yüzümden Suskun bey'e yanlış bir şey diyebilirdim fakat Doğan bey'e olan davranışından dolayı çok kızgındım.

Düşüncelerim Suskun bey'in öksürmesi ile sona erdi. Çok kötü öksürüyordu. Bir an duraksadı ve bir kaç saniye önce tekrar başladı, tüm organları ağzından geri çıkacak gibiydi.

Yeni fark etmiştim ki, sadece gözleri kıpkırkızı değildi. Yanaklarıda öyleydi. Karşımda ki adama doğru iki adık atarak elimi alnına yerleştirdiğimde karşı karşıya kaldığım sıcaklığı beklemediğim için birden elimi çektim.

Suskun bey sessiz bir şekilde var mı siye sordu ve gözlerini kapattı. Dengesini kaybetmek üzereydi, kolundan nazikçe tuttum ve koltuğa kadar eşlik ettim. Oturduğunda kafasını ellerinin arasına aldı, gözleri kapalıydı. Bu ona iyi mi geliyordu bilmiyorum ama şu an ona yardım etmek istiyordum.

"Ekim," demesi ile gözlerimi ona doğru kaldırdım. Ateş ölçeğinin yerini söylemişti hızlıca söylediği yere ilerledim. Banyoda eczane dolabındaydı. Ölçeği alıp Suskun bey'in yanına gelir gelmez koltuğunun altına yerleştirmesi için ona verdim, bir kaç saniye sonra öten ölçek 39.8°C gösteriyordu ekranında.

Belli etmemeye çalışmam işe yaramış mıydı bilmiyorum fakat, Suskun bey havale geçiriyordu!

 

Loading...
0%