@emmabrokstone
|
Merhaba. Ben Su, Su Çağlar. 28 yaşındayım. Hastanede çalışıyorum. Fakat bazı nedenlerden dolayı 1 yıl tatildeyim...
Kendimi Japonya-Tokyo bileti ararken buldum. Çok heyecanlıydım. Orası Ellie ve Félix'in ülkesiydi. Sorarsınız şimdi "Ellie ve Félix kim?" Diye. Onlar benim karakterlerim. Aslında çok karakterlerim var. Çünkü aynı zamanda kendi kendime yazarım ve sürekli boş vakitlerimde yeni bölümler yazmak için sabaha kadar otururdum. Japonya'ya gitmek hayalimdi. Aslında duruma bakılırsa maddi durumumuz pek yoktu.
Annem hasta ve kız kardeşim üniversite okuyordu. Ben ise lise 3. Sınıfta kendime gelip ders çalışmaya başladım. "Meslek lisesindeysem, lisesindeyim. Hem okuduğum bölüm çok güzel. Üstelik çok geniş ve ferrah bir meslek. Bu arada böyle konuşuyorum ama aranızda merak edenler vardır. Bu kızın mesleği ne? Falan gibisinden.
Ben Aşçıyım. Aslında lise 3'e kadar doktor olmak istemiştim. Küçüklüğümden beri. Bunun yanı sıra 8. Sınıfta kitap okumayı sevdim. Üstelik küçüklüğümden beri sevdiğim dizileri veya filimleri değiştirip düşünürdüm. Sonra kağıda evet normal bildiğimiz kağıda yazmaya başladım. Sonra ise birilerine anlatmaya... Gün geçtikçe yeni kişiler dinlemek için ya mesaj, ya da dışarıdan beni çeviriyorlardı. Bir süre sonra "Senaryoların çok güzel. Neden bunları hikaye haline getirmiyorsun?" Cevabını aldım. Aklıma o sıra dank etmişti. Senaryolarım gerçekten de güzel. Onları neden hikaye haline getirmiyorum ki? Düşündüm, düşündüm ve bir süre sonra yazmaya başladım. Yazdığım uygulama... e-postam yüzünden hesaba hiç bir şekilde giremedim. Üstelik ergenlik çağında olduğum için o kitap da benim için bitmişti. Bir süre sonra eski senaryolarımdan birisini düzenleyip yayınladım. Şuan üstünde hala devam ediyorum.
Uzun lafın kısası. Japonya... Ellie ve Félix'in ülkesi... sanırım bu yüzden kendime takma isim bulucağım...
Ben bunları düşünürken aklım, çalan telefona gitti. Hiç tereddüt etmeden telefonu elime aldım ve elimi yeşil tuşa doğru götürdüm. "Buyrun?"
Gizem, alaycı bir şekilde; "Hahaha minik yazarımıza bak sen. Büyümüşte kendi kurgularını anlatıyor!" Kulağım acıdığı için telefonu kulağımdan çektim ve yavaşça ayağa kalktım.
"Ehm- bir saniye? Sen beni mi dinliyorsun!? Nerdesin sen!" hızlı bir şekilde etrafıma bakıyordum.
"Nerde miyim... kızım kaç saattir kapıyı çalıyorum. Artık açsan şu kapıyı."
"Nee!" şaşırırken de hızla kapıya doğru koşuyordum. Elimi kapı koluna koydum ve kolu aşağı doğru çevirdim. Çevirmemle Gizem'in elindekilerini vermesi bir oldu.
"Al bee! elimdeki evraklar eridi bitti." Bir elinde de bastonunu tutuyordu. Kendisi hastanede doktordu. Piskolojik sıkıntıları demeyelim de, beyninde sıkıntıları olduğu için beyni sürekli bacağına alarm veriyordu ve yürümesine engel oluyordu. Bazenleri yürüyebilse de, bazenleri yürüyemiyordu. Ha bu arada bende hastanede Aşçıyım. Biliyorum o kadar şey anlatım size- şimdi gelipte; "Aaaa sen Doktorsun o zaman." Demeyin. Benim için doktorluk lise 3'ten sonra öldü...
Gizem yan sokakta oturduğu için elime tatil kağıtlarını verip gitmişti. Ben ise; zaten kağıtları alır almaz donmuştum. Hastane sahibi... beni hastaneden kovmuş ve bu evden de çıkmamı istiyor... Kendisi benim amcam "Eray Çağlar... Babam olacak kişi Annemi aldatıp gidince, bizde tek başımıza kalmıştık. Bu sırada da amcam bize bakmayı teklif etti. Annem her ne kadar istemese de çalışamıyordu. Üstelik kardeşim Aslı'ya yeni doğum yapmıştı. Bende lise 3'tüm. Çok şükür lise sona gelince staja gidiyordum. Bir de ekstra olarak dışarıda çalışıp, paraları biriktirmiştim. Bu sırada amcam çok katıydı. Sürekli seni bizim oğlana alacağım. Üniversite okumayacaksın. Ben zenginim benim oğlanla evleneceksin. Gibi şeyler söylüyordu ve bu hiç iç açıcı değildi. Ben kendi ayaklarımda durup okumayı tercih ediyordum. Sanırım geçenlerde oğlu bana evlenme teklifi edince ve bende reddedince beni kovdu.
Ben bunları kendi kendime anlatırken bir yandan da hazırlanıyordum. Ha bir de o kadar cümlenin içinde annelerin nerde olduğunu soracak olursanız. Annemle kardeşim İstanbul'da yaşıyor. Ben ise Ankara'da yaşıyor... yaşıyordum... Artık bu günden sonra Ankara'da olmayacağım. Hemen bavulumu hazırlayıp biletimi almak için "Ankara Havayolları." yazan tabelaya doğru gaza bastım.
Ah bu arada bu arabayı nasıl aldın? Diye sorabilirsiniz. Araba benim değil. Gizem'in. Kendisi kısa süreliğine bana vermişti. Bir süre sonra yorulmuştum. Arabayı yavaşça durdurup, yanındaki markette yönelmiştim. Bu sırada birisi market sahibiyle kavga ediyordu.
"Abi!? Ne demek yok! Bana o paket lazım!" Siyah saçlı, kahverengi gözlü, üstünde eskilerin ceketi olan bir adam, karşıdaki adamın üstüne yürüyordu.
"Bekle..- ne? Paket mi? Yoksa bu adam mafya mı?" Hiç tereddüt etmeden içeri girmiştim. "Efendim! Ne oluyor burda? Bu adam kim?" Adam anlamsız bir şekilde bana bakıyordu. "Aaa dedeciğim beni tanımadın mı? Ben torununum." Bir yandan da gülümsüyordum.
"Neyse abi kalsın, kalsın! Sizde bir şeyi beceremiyorsunuz ya!" Adam oflanarak gidiyordu. Genç adam gidince karşımdaki adam bana bakıyordu.
"Sağol kızım... teşekkürler.... eee..- sen ne alacaksın?"
"Çay..- ehm çay ve çikolata." Duruşumu bozmadan, konuşuyordum. Bir süre sonra alacaklarımı alıp arabaya dönmüştüm. İçerideki adam birileriyle konuşuyordu. Çok geçmeden hızla arabasına binip gaza bastı. Görünüşe bakılırsa kendisi mafya gibi bir şey. Bindiği araba çok lüks... Allah'ım... ALLAH'IM NE ZAMAN BÖYLE BİRİSİ KARŞIMA ÇIKACAK!? Hem elimde mesleğim de var.. artık evleneyimmm! Bir süre sonra kendi kafama vurdum. Ah, saçmalama Su. Hani sen evlenmeyecektin? Kendi kendime atarlanarak gidiyordum.
Ta ki arabanın içine dökülen suyu görene kadar. " Ağğğ!" dedim, yanındaki telefona bakarken. "Hayır hayır hayır!" bir hışınla telefonu elime almıştım. Telefon nerdeyse suyun içinde yüzüyordu. Derince iç çekerim ve; "İnşallah çalışır..." Olayın şokunu atlatınca, arabaya binmiştim. Hafifçe gaza bastım ve direksiyonu gideceğim yere doğru çevirdim.
2 saat sonra havalimanına varmıştım. Malum telefonum çalışmadığı için saati bilmiyordum. Önüme gelen ilk adama saati sormak için yönelecektir ki... Arkamdan tanıdık bir ses geldi.
"Su! Su! Su!"
Arkamı döndüğümde Berk vardı. Sarı saçları ve mavi gözleri... Ah! Amcamın oğlu! Bir süre sonra aklıma gelen soruyu sormuştum. "Saat! Saat kaç?" Gözlerine çok ciddi bir şekilde bakıyordum.
Gülümsüyordu. "Eh." Nefesini toparlar ve; "Saat... Saatin önemi yok. Hadi eve gidiyoruz."
Kolumu tutmak için yönelmişti ki; "Ne! Akıllanmadın mı sen!? Uzak dur benden! Hiç bir yere gelmiyorum." sinirlenmiştim.
Fakat o kolumu aniden tutmuştu ve bırakmıyordu. "Sen.. hiç bir yere gidemezsin." Gözlerimin içine bakıyordu.
"Ne? Babanın beni hastaneden kovduğu yetmiyor mu? Ben seninle evlenmeyeceğim o kadar!"
Üstüme yürüyordu. "Annen... Anneni düşün. Onun mutlu olmasını istemez misin?" Duvara sıkıştırmıştı. Tam dövmek için yaklaştığımda arkadan birisinin onu çektiğini gördüm.
"Hey sen! Utanmıyor musun!? Kızı taciz etmeye!?" Kocaman eliyle Berk'in ağzına yumruğu indirmişti.
O kişiyi süzmek için kafamı kaldırdığımda elimi tutmuştu. "Gel benimle." Bir yere götürüyordu.
Elini aniden bıraktım ve yüzüne baktım. "Sen kimsin! Beni nereye götürüyorsun! Bırak beni!" Bu... Bu çocuk! markette gördüğüm çocuktu. "Bekle... Sen..."
"Ha?" Suratıma baktığında gülümsüyordu. "Yalancı kız :) bana markette yalan söyledin." Gözlerimin içine bakıyordu.
"Höşt! kim olursan ol! Birine böyle davaranamazsın! o Orda o adamı korumak için öyle söyledim." Kafasında, eskilerin beresi olan adamı, yitmiştim.
Aniden kahkaha atar. "Hahaha! Biliyorum küçük hanım. Senin o adamın torunu olmadığını öğrenince seni araştırdım. İki kardeşsiniz annen ve kardeşin. Kardeşi'nin üniversitesi için İstanbul'da yaşıyo-"
"Of tamam! tamam! bu kadar yeter. Konuşma!" Gitmek için yönelmiştim ki adam kolumdan tuttu.
"Gidemezsin! Planıma engel oldun. Bana yardım edeceksin." Aniden yere sermiştim ve uçağın olduğu, kapıya yöneldim. Gidecektim ki elindeki uçak biletimi gördüm. "Ne!? Ver şunu!" Elinden almak için eğilmiştim. Bileti ağzına aldı ve yedi! Evet doğru okudunuz... YEDİ!
"NEEE!" dedim çok sinirliydim. O adamı orda öldürmek istiyordum. "OBUR MUSUN BE ADAM!" O kadar çaresizdim ki... Bir şey yapamayacağımı anlayıp, bavulumu almıştım. Bu sırada etrefıma baktığımda Berk'i görmedim. Hızlı adımlarla yürümeye çalışıyordum. Fakat korkudan, dizlerimin bağı çözülmüştü.
Bedenim bu olanları kaldırmıyordu ve titriyordu. Çok geçmeden arkamdaki adam kolumu yine tuttu. Tuttuğu anda bağırdım. "Ben hastalıklıyım! Sana da bulaşır! Benden uzak dur!" bir yandan da kolumu çekiyordum.
Gözlerimin içine bakarak; "Biliyorum.." dedi. Masumluğunu, sinsilik yer almıştı. "Seni de bu yüzden sürgün ediyorlar. Amca'nın asıl amacı seni sevmesi değil. Denek olarak görmesi." İç çeker. Çekerken de gözlerini devirir. "Benimle gel. Bende Japonya'ya gidiceğim. Sana yardım edebilirim. Bu hastalıktan kurtulursun."
"Peki... Farkındaysan biletimi... YEDİN! NASIL UÇAĞA BİNECEĞİM!" Adam'ın üstüne yürüyordum.
Yerdeki adam kafasını sıvazlıyordu ve bana bakıyordu. "Dur be kızım... Ah kafam... Sende amma sinirli çıktın!"
"Sinirli mi!? Sinirli mi!? Senin yüzünden az önce hayatım mahvoldu! Kimsin sen ya! Sapık mısın!" Elimi ona doğru uzatmıştım.
"Ben Poyraz, sende Su... Eğer istersen soyismim Çağlar olabil-" "AH! TAMAM TAMAM VURMA!"
"Bir daha duymayayım!" İç çeker.
Su, çok yorulmuşa benziyordu. Yanındaki adamın kim olduğunu ve niyetini bilmediği halde onunla gidiyordu. Çok geçmeden Genç adam ve kendisi uçağa biner. 3 gün sonra Japonya'ya ulaşırlar.
Bavulunu taşırken; "Ayrılıyoruz dimi?"
Arkasını döner. "Aynen. Görüşürüz yalancı kız :)" Biraz ilerler ve aniden durur. "Ben... Ben sana konumu atarım yarın gelirsin."
Arkasına bakmadan; "Ah peki."
Artık ikisi de evlerine gitmişti. Yani Poyraz gitti. Su ise otellere bakıyordu. Aslında ev kiralamıştı ama ev sahibi hastalıklı olabileceğini düşündüğü için geri vazgeçmişti. Bu salgın olayı o kadar büyüktü ki tüm Türkiye'yi hatta bu son 1 ay içerisinde tüm Dünya'yı sarmıştı. Bu virüs, bir doktorun hatası ile ortaya çıkmıştı. Bu virüs... Dünya'da ilkti, yeniydi.. Kimse tedavisini bilmiyordu. Onca masum insan, onca bebek, çocuk, anne, baba, insan hatta hayvan ya ölmüştü, ya da ölüm döşeğindeydi. Kimsenin yaşama şansı yoktu. Fakat Su mucizevi bir şekilde hayata tutunmuştu. Minicik kız kardeşi ve annesinin bundan haberi yoktu. Su, annesine yeni bir iş için Japonya'ya gittiğini söyler. Amcasının onu kovduğunu söylemez.
Çok yorulmuştum. Sonunda bir otel buldum. Bu hastalık bilinmediği için test de yapamıyorlardı. Böylece yırtmıştım. Bavulumu yanıma koyup yatağa uzanmıştım. Telefonumu da pirince koydum. Evet.. Pirinç.. Nerden buldun diye sormayın. Yolda acıkırsam diye, pilav yapmak için pirinç almıştım. Telefonuma kısmet oldu...
Bir sağa, bir sola döndüm. Yorgundum ama uykum yoktu. Olan bitenleri düşünüyordum. Bu çocuk kimdi, amacı neydi, iyi miydi, kötü müydü... Bilmiyordum. Peki ya Berk... Peşimden geliyor mu, amcam ya annemle kardeşime bir şey yaparsa, beş kuruşsuz ortada kaldım.. Burda işsiz bir şekilde ne yapacağım...
İç çektim ve doğruldum. Bavulumdan şiir defterimi almıştım. Gençken, yani çocukken yazdığım şiirlere bakıyordum. Bir anda gözlerim bulanıklaştı. Artık ağlıyordum.
Biz eskiden çok güzel bir aileydik. Ta ki o güne kadar...
Genç kız, yağan yağmurla birlikte babasını bekliyordu. Kendisi 15 yaşında olsa bile, ruhu çocuk gibiydi. O gün babası ilk defa eve geç gelir ve yemek yemez. Annesi ile bir şey konuşacağını söyler. Annesi mutfaktan çıkar ve bir odaya geçer. Bu sırada Hasan direkt olaya dalar.
"Sevgilim var. Biliyorsun zaten anlaşamıyoruz. Senden daha iyisini buldum ve boşanma davası açtım. Bu davayı kabul et bu evi sana bırakırım." Elindeki yüzüğü masaya fırlatmıştı.
Kadın ağlamaya başlamıştı. "Kolay mı?" "Ne kolay mı?" Önündeki kahverengi gözlü, eşarplı kadına bakıyordu.
"Yuva yıkmak... Ulan beni o kadar aldattın. Ben ise kızım için affetim. Ben babasız büyüdüm. O da babasız büyümesin diye her şeyi yaptım-"
"Tamam bu kadar yeter. Duygu sömürüsü yapma!" Boğazını temizler ve devam eder. "Duruşma haftaya bugün. İş çıkarmadan gelirsin boşanırız."
Su, kapıyı dinliyordu. Şok olmuştu. Babası.. Babası ne diyordu. Sevgili mi? Boşanmak mı... Sinirlenmişti. Babasından intikam almak istiyordu. Mahkeme gününe kadar, hiçbir şey yokmuş gibi davranır ve mahkeme günü gelince, babası'nın annesine bütün yaptıkları'nın videosunu hakime gösterir. Bunu gören hakim 1 yıl hapis cezası verir ve bütün mal varlıklarını Zehra Güneş'e verir. Fakat Su'nun velayeti babasındaydı.
Defter kapağını sertçe kapattım. "Bana eskileri hatırlatmaktan başka, hiç bir işe yaramıyorsun..." Yatağıma geçmiştim. O yorgunlukla uyuyakalmışım.
Sabah, kendimi telefonumu ararken buldum. Gözlerimi açmıştım. "Haddi amma. Nerde bu telefon- ah.. Tabi ya...." Ayağa kalktmıştım. Elim ilerideki pirinç kutusuna gitti.
"Ah evett." telefonum açılıyrodu. "Sonundagg!" dedim. Genellikle telefonumla çok fazla vakit geçirirdim. İç çektim ve telefonu açtım. Açıldığında, tanımadığım numaradan mesaj geldiğini gördüm. Bir konum vardı.
Elimi yüzümü yıkadım ve saçlarımı taradım. Hava soğuk olduğu için kalın bir şeyler giyindim. Aşağı indiğimde siyah bir araba vardı. Telefonuma baktığımda o mesajı gördüm. arabaya bin.
Korkarak, bir o kadar da cesur bir şekilde arabaya bindim. Etrafı inceliyordum. İnsanlar... Tarzları... Çok güzeldi. Çok geçmeden araba durdu ve aşağı indim.
Karşımda açık kahve saçlı ve gözleri... Gözleri koyu siyah olan bir kız duruyordu. Kız beni görünce geri çekildi ve başını eğdi. Adeta beni selamlıyordu. Kız beni görünce geri çekildi ve başını eğdi. Adeta beni selamlıyordu. Bindiğim araba benim inmemle, gitmesi bir oldu.
Kızı süzüyordum. Güzel kıza benziyordu. Siyah gözlerini çerçeveli cam kaplıyordu. Gözlüğü... Gözleriyle uyumluydu. "Sanırım modelsin?" Diye ağzımdan kaçırdım. Burda model ne alakaysa. Kız, kafasını kaldırdı ve bana baktı. Bir çok kez ağzını açsa da konuşmadı. Ta ki beni süzene kadar.
Genç kızın yüzü bir anda ciddileşmişti. Artık eskisi gibi utangaç yüzünü sinir almıştı. "Hayır." dedi ve beni süzmeye devam etti. "Model değilim ben. Şimdi defol!"
Dona kalmıştım. Ne demiştim ki? Ah gerçi sorduğum soru da saçmaydı.
Bu sırada abisi gelmişti. "Aaa, sana yakışıyor muu? Ben seni böyle mi yetiştirdim abicim." genç kıza "Merve." diye seslendi. "Karşındaki hanımefendi misafirimiz. Ondan özür diler misin?" Poyraz, elini Merve'nin omzuna koymuştu ve kıza gülümsüyordu.
Merve, gülümsedi ve; "Özür dile lan benden!"
Kıkırdamamak için kendimi zor tutuyordum. "Ahaha- anladım ben. Arkadaşın konuşma sıkıntısı var. Hiç sorun değill ben takmadım bile." elimi uzatmıştım.
"Ay götüm! Sıkıntılı diyene bak! Model misin diyo. Sanki karşısında Elena Gomez var."
"Aaa! Abicim!" hafif kafasına vurur. "Bu kafayı yemiş her halde. Ben ömrü hayatımda böyle kardeş görmedim. "
"AHAHAHA! Elena Gomez neee! Selena Gomez olmasın o?" Merve'ye bakıyordum.
"AY VALLA SENİ HİÇ ÇEKEMEM KIZIM! ABİ AL ŞU KIZI!" Sinirle abisi'ne dönmüştü.
"Ohohoo, sakin ol şampiyon. Bir şey demedik."
"Sen kimsin ki bana bir şey diyebilirsin!"
Poyraz, Merve'nin kolunu tutmuştu. "Heyy hey tamam. Merve odana geç. "
"Ama abi-"
"Hadi abicim hadi hadi. "
Çok geçmeden Merve arkasına bakmadan odasına geçer ve arkasından açık kahverengi saçlı aynı şekilde de kahverengi gözlü bir kız gelir.
Kollarımı göğsüme bağlamıştım. "Eee ne yapıcam? Katil miyim yoksa şu gizli işler mi?" Karşımdaki, Poyraz denen çocuğa bakıyordum.
"Nee- PUHAHAHA! Sen beni mafya mı sandın. Oy kıyamam ben sana." Ellerini beline koymuştu.
Kendi kendime iç geçirdim. Kardeşine bak abisini al. İkisi de kafadan kontak. Diye düşündüm ve aklıma gelen ilk cümleyi söyleyi verdim. "Ne- nasıl yani? Sen mafya değil misin?"
"Sende ne abartın be kızımm. Ben getir-götür işleriyle meşgülüm."
"Bende-"
"Heh evet sende o gün işime engel oldun. Adam yalancı çıktı. Paketi vermemek için kırk takla attı. Sende sağolasın tam engel oldun. Yok;" yüzünü buruşturur. "Yok dedecim falan."
"Yok dedecim ha? Sen öyle bağırınca bende başka bir şey sandı- hem bizm konumuz bu değil. Beni ne için çağırdın."
"İş için hanfendi."
Şaşkınlıkla; "İş?"
"Evet. Malum amcan seni kovduğu için işsizsin. Seni daha da araştırdım. Aşçıymışsın. Burda Aşçı olur musun?"
"Hah- senin iş dediğin bu muydu?"
"Ne bekliyordun? Mafya işi falan mı? Kızım ben namuslu insanım. Mafyayla işim olmaz."
"İyi peki. Kabul ama bir şartla." Yüzümü, önümde oturan adama dönmüştüm.
"Şart?" Bir kaşını havaya kaldırmıştı.
Bu sırada Merve odasında ağlıyordu. Hilal ise yanına oturmuştu. "Neden ağlıyorsun ki?"
Merve, yüzünü saçı iki yandan toplu, gözleri kahve gibi kop koyu olan kıza bakıyordu.
"O, benim annemden sonra tek ailem... Onu kaybetmek istemiyorum." Önündeki yastığı kucağına alır.
"İyi de kaybetmekle ne alakası va-"
"Anlamıyorsun!" Hilal'i yitiyordu. "Yine böyle olmuştu! Bir kız geldi ve abimin aklını aldı! Bizi attırmak istedi! Eeee Hilal hanım! O zamanlar tabi sen yoksun!" Sinirle Hilal'e bakıyordu.
"... B-ben bilmiyordu-"
Islanan gözlüğünü çıkarmıştı. "Daha bilmediğin çok şey var..."
"Sahi... Öz ailen seni bırakmıştı değil mi?" Biraz köşesine oturmuştu ve sinirlenmişti.
"Yapma... C-canımı acıtıyorsun! Git odamdan!" Hilal'i zorla da olsa, odasından kovmuştu.
"Şartım, annemi ameliyat ettirmek ve onları da yakınıma getirmek." Sözü bitmeden Hilal ve Merve'nin bağrışlarını duyuldu. "Ailen! Öz ailen seni bırakmıştı! Değil mi!?"
Poyraz, iç çekti. "Yine mi aynı konu-" Çok geçmeden Hilal odadan çıkar ve mutfağa girer.
Bu sırada Merve kapıyı açar. "En azından benim babam hapiste değil!"
Bu sırada mutfağa geçer.
Merve... Merve küçükken öz ailesi onu hiç tanımadığı bir adamın kapısının, önüne bırakmıştı. Üstelik ailesi de varlıklı biriydi. Sanırım kızı istemedikleri için bıraktılar...
Ayşe, içeri dalan kıza bakıyordu. Su, fark eder ve; "Ay kusura bakma abla ya. Boş sanmıştım."
"Ah.." dedi. Orta yaşlı bayan. "Sorun değil kızım. Sen yeni aşçı olmalısın." Elini uzatmıştı. "Ben Ayşe. Buranın temizlikçisiyim. Aha bu da kızım Hilal." Bu sırada Hilal boş boş Su'ya bakıyordu.
"Aynen ben Hilal. Sende Su olmalısın."
Elimi uzatmıştım. "Su Çağlar."
"Memnun oldum. Hilal Erduvan."
"Memnun oldumm. " Yorgun olsam bile zar zor gülümsüyordum. Çok geçmeden yemeğin başına geçtim. Buzdolabında asılı olan yemek listesini aldım. "Ha- kuru fasulye ve pilav mı... Ehm- En nefret ettiğim yemek..." İç çekerek tencereyi aldım. Çok geçmeden yemeği hazırladım. 1 saat içinde yemekler hazır olmuştu. Bende markete gitmek için izin almıştım.
"Neden markete gideceksin. Eksik bir şey mi var? Söyle Ayşe ablaya o alır."
"Kendi isteğimi alacağım. Hem merak etme. Benim elim de, kolum da var. Bir eksiklik varsa ben alırım. "
"Aaa diyene bak. Sen temizlikçi değilsin-"
"Olabilir. Yardım etmeyi severim. Konu kapanmıştır. Ben gidiyorum. Hazır gitmişken de ihtiyaçları alırım. "
"Bekl-"
"Yarım saate gelirim!" Ve ardından kapı kapanır.
Hava soğuktu. Japonya'nın marketlerine hala alışamamamıştım. Aklıma güzel bir sahne geldi ve düşünmeye başladım.
"Acaba Fèlix şöyle mi yapsa... Yok yok onu Ellie yapsın."
"Ellie ve Fèlix ha? O kurguya hala devam ediyor musun?"
Bir elim noodle'ın olduğu raftaydı. "Ha- sen...- " Arkamı dönmemle, onu görmem bir oldu. "Emre! Ah Allah seni karşıma çıkarttı!"
"Lan noluy-" Bir adım geri gitmişti.
"Bir adam benim uçak biletimi yedi ve zorla onunla aynı uçağa bindim. Şimdi de iş verdi."
"Ne- lan kaçırıldın mı? A-a zaten başımda iş var. Ben seni tanımıyorum." Dedi ve koşar adımlarla uzaklaşmak için hazırlandı.
"Nee! Allah belanı versin Emre sen ne biçim arkadaşsın!" Yaklaştığımda kaçması bir oldu. Alelacele aldıklarımı poşetleyip peşine takıldım. "Geell! GELL KAÇMA!"
Emre ise, topuklayayarak kaçıyordu. "İmdaat! Sapık varr!"
"Ne! Ne sapığı ya! İnşallah sende kaçırılırsın!" Ellerimi açıp amin diyordum. Çok geçmeden yorulduğum için evin yoluna saptım °°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
Gözümü Tuğba'nın sesiyle açmıştım. Aniden doğruldum ve etrefımı incelemeye başladım. Tuğba'nın elinde şırınga vardı ve bana doğru yürüyordu. Korkuyla ayağa kalktım ve kalkmamla başımın dönmesi bir oldu. Bu sırada Poyraz beni tuttu. "İyi misin? Otur şöyle." Kolumdan tutuyordu. Yavaşça sedyeye oturttu ve yanıma oturdu. "Korkma bu iğne senin için değil. Üstelik kendisi Ecz. Tuğba hanım."
"Biliyorum." Dedim. Sesim netti. "Kendisi abim olur."
"Abi? Senin abin mi var? Hem... Bu Tuğba kı-"
Sözünü kesmiştim. "O manada değil. Rp yani kendi kurgumun Rp'sini yaparken abim olmuştu. Sonra da ona öyle alıştım işte." Gözlerim yerdeki taşlardaydı. Sonuçta, sevdiğim herkesin yeri ayrı bende. Bana göre, görüşleri, isimleri, içleri... En önemlisi de kim oldukları farklı.
"Anladım. Sürekli bahsettiğin kız. Hem senin, o Rp'de yengen ve eşin de vard-"
"Eşim yok ve olmayacak da!" Aniden bacaklarımı karnıma doğru çekmiştim. "Ne?" Karşımdaki kişinin, sesiyle irkildim. "Sen o kız mısın? Sürekli Rp yapan, ki Rp'den önce bir sürü, ayrı ayrı senaryosu ve olayları olan kız?"
"Ta kendisi." Dedim. Suratım asıktı ve sinirliydim. "Ne o? Yoksa sende o zorbacılardan biri misin?" Kafamı aniden, gözleri mavi, saçları beline kadar uzanan kıza çevirdim.
"Ben... Beni tanımayacak kadar unutkan mısın? Ellie?"
"Ellie?"
"Evet Ellie? Ben senin yengenim ve ayrıca bu malın da eşiyim. Yani eşiydim Rp'de." Derken de ellerini alaycı bir şekilde sallıyordu.
"Helin?"
"Efendim?"
"Yenge? Ha...?" Aniden moralim yerine gelmişti.
"Buyur?" Dedi ve bana yaklaştı. İç çekti ve bir daha, bir daha, bir daha... "Seni... Seni yakından görmek çok güzel. Ellie hanım."
Poyraz, şaşkın şaşkın bizi izliyordu. "Çüş. İnanmıyorum bu kadar da yakınlık olmaz. Mübarek herkes bir şey çıkıyor." Dedi ve düşünmeye başladı. "Yok yok. Kesin sen bana güvenmediğin için, her arkadaşına söyledin."
Bu sırada Helin, yönünü Poyraz'a dönmüştü. "Ha, sen? Sen şey değil misin ya. Düşündüm de seni tanımıyorum." Dedi ve kıkırdamaya başladı.
"Hatırlıyor musun, hatırlamıyor musun?" Aniden yüzünü bana dönmüştü. Bu sırada dikkatimi, Poyraz'ın kolundaki dövme ve Helin'in kolundaki dövmeye takıldı. Bu dövmeler.... GÜL!? "Ne!" Dedim. Herkes ne olduğunu sorsa da geçiştiriyordum. Aniden ayağa kalktım ve çantamı aldım.
"Nereye?" Bunu soran Poyraz'dı.
"Hiç bir yere. Beni burda bekleme." Dedikten sonra, yüzümü Poyraz'a döndüm ve gözlerimiz buluştu. "Geleceğim ben." Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Bu sırada Yiğit arkasını dönmüştü ve bana seslenmişti. "Hey! Ne yapmaya çalıyorsun? Dışarıda virüs var!" Bu sırada Sare de yüzünü, bana dönmüştü.
"Bizde virüslüyüz! Hatta biz getirdik!" Hepsi, "Ne!?" Demişti ve anlam veremiyorlardı.
"Biz diyorum! Hepimizin kolunda o işaret var!" Bu sırada arkamı döndüm ve Sare ile Yiğit'in de kolunu incelemeye başladım. "Ah... Yine aynı dövme... Gül işareti..." Bu sırada aklıma o gün gelmişti.
Korkarak, bir o kadar da sakince ilerledim ve Merve'nin odasını buldum. İlk günden daha da iyiydi ve gözleri iyiyce koyulaşmıştı. Saçları ise açık sarı-kahverengi bir renkti. "Dna'n... Dna'n değişiyor." Ellerimi inceliyordum. Benim ellerim de eskisine göre soluktu. Aklıma ayna geldi. Ben hiç, doğru dürüst yüzümü, kendimi de dahil incelememiştim.
Koyu kahve, saçlarımı ve kahverengi gözlerimin yerine; açık, grimsi saçım ve yeşile yakın gözlerim vardı. Bu virüs... Hepimizin Dna'sını değiştiriyordu. Aynı ruh fakat değişen beden. Acıyı hissetmemem... Benim bir özelliğimdi. Merve'nin ki ise hassasiyet ve çok ciddiye alma. Emre'nin ki, ciddiye almayıp, çok gülme. Yiğit'in ki ise, fazla ego ve sinirlilik. Sare'nin ki, Ali'nin ki, Sarin'in ki, Cemre, Eda, Coşkun Hoca, Ece, Ayşe Teyze, Annem, kardeşim Aslı... Onlar... Onlarınki neydi? Onların sorunu neydi? Kim bu virüsü ortaya koymuştu? Bu işareti nerden hatırlıyordum? Yoksa biz... Biz asıl kuklalar mıyız? Kuklayı dışarıda ararken, içimizden çıkması...
Sinirli bir şekilde dışarı çıktım ve karşımda Eda'yı gördüm. "Ah, merhaba. Senin hastanede olduğunu duyunca, babam ve ben çok endişelendik."
Kollarını açmış, olan Eda'ya döndüm ve; "Baba... Baban! Baban, Coşkun Hoca nerde?"
Eda, şaşkın bir şekilde bakıyordu. "Kahve almaya gitt-" anlamsız bir şekilde, kafasını kaşıdı ve bana bakmaya devam etti. "Bekle burda! Benim işim var! H-herkese söyle... Kimse hastaneden ayrılmasın."
Eda; "Peki." Dedi ve hastanenin içine girdi. Ben ise, bu sırada Coşkun Hoca'yı. aramaya başladım. Çok geçmeden onu, korkulukları olan, bahçe'nin içinde buldum. "Hocam!" Dedim.
Koşmaktan yorulmuştum. "Yardımınıza ihtiyacım var!" Dedim ve eğildim. Son nefesimi de bu, son cümle için kullanmıştım.
Coşkun Hoca, arkasını döndü ve bana, şaşkın şaşkın bakmaya devam etti. "Su? Ne oldu? İyi misin sen. Hastaneye kaldırılmışsın?"
"Ah-" biraz dinlenip, rahatladıktan sonra cümleme devam ettim. "Konumuz o değil." Dedim. Gözüm hala kolundaydı. Fakat üstündeki uzun kollu olduğu için, belli olmuyordu. "Konumuz Gül virüsü. Biz arılar... Sonuçta her arı çiçeği sever..."
Coşkun Hoca, anlamsız ama bir o kadar da anlamlı bir şekilde suratıma bakıyordu. "Benden istediğin ne?" Gözlüğü düzeltti.
"Araba! Arabanız lazım." Ben böyle söylüyordum ama... Ya o da onlardansa? Aklıma eski telefonum gelmişti fakat o yanımda değildi. Sinirle iç çektim ve hastaneye geçtim. "Kimin eski telefonu yanında veya kullanıyor?" Sinirli bir şekilde herkese bakıyordum.
"Ne kadar eski?" Diye sordu Yiğit.
"20 yıl öncesi?" Diye, ona baktım.
"Buyur." Dedi. Yüzü şaşkın bir haldeydi.
Tam alacağım sırada, geriye çekti ve; "İyide bunu ne yapacaksın?" Ve bir adım geri gidiyordu.
"Grup!" Çok stresliydim. "Hatırlıyor musunuz. Bizim eski grupta, sürekli teorilerimiz veya birilerinin bildiği şeyler ortaya çıktı diye teklif almıştık."
Herkes aniden "Ha!?" Demişti ve kafaları Allah bullak olmuştu. "Teklif!? Ah tabi ya..." Dedi. Sümeyye. "Hatırlamıyorum o teklifi ben. Sanırım... Sarin miy-"
"Ben değilim!" Dedi Sarin. Sinirli ve korkmuş bir şekilde.
Sümeyye, bu sırada Sarin'in üstüne doğru, bir adım atmıştı. "Cümlemi bitirseydim keşke ya!"
"Cümle mi!? Şuan bana iftira atıyorsun!"
Bu sırada Ali de Sarin'i koruyordu. "Eeee git be!"
Tam ağızımı açacakken, topuklu ayakkabı sesi duymaya başladım. Çok geçmeden yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı... Arkamı dönmek istesem de ruhum izin vermedi. Yoksa bu... O kişi miydi?... O an kendimi öldürmek istedim. Hemde çok. Kokusu... Bana o iğrenç günü hatırlatıyordu. Babam'ın beni kaç defa iş için, diye götürdüğü ev... İçimden ne kadar o kişinin olmaması için dua etsem de, istediğim gibi olmadı.
"Selam gençlerr! Kavga etmeyi kesin de derdinizi anlatın." Koyu Sarı saçları ve koyu maviye benzer gözleri vardı... Bu kadın... Annemi ve babamı ayırıp, babamı bizden... Benden çalan kadın... Bu ta kendisiydi. Onu sesinden tanımıştım. İçim ürperdi ve ellerim titriyordu. Çok geçmeden, arkasından iki kız daha geldi. Birinin ismi Sevda birinin ismi de Beren'di. Üstlerindeki kartlarda yazıyordu. Orta yaşlı kadın, tekrar arkasını döndü ve kızlara baktı. "Ah hoşgeldiniz, canlarımm." Ve bize döndü. Özellikle de bana. "Bu kızın Sevda. Sevda Çağlar. Bu da yakın arkadaşı Beren." Cümlesi bittikten sonra, yüzme bakıyordu. Yüzü... O kadar korkunçtu ki...
Korkarak ve bir o kadar da güçlü bir şekilde; "Bir şey yok. Git işine." Dedim. Cümlem o kadar netti ki, herkes sesimi ilk defa bu kadar, net duydu. "Sana ihtiyacımız yok." Kollarımı göğsüme bağlamıştım.
"Ne-" daha cümlesini bitiremeden, kesmiştim.
"Önce babamı. Sonra da kardeşimi elimden aldın!" Sinirle üstüne yürüyordum. Fakat yürüyen ben değil, ona olan öfkem, sinirim, ruhum, tvarmalarım ve hayatımı çaldığı için kendini kötü hisseden beynimdi. Gözüme çarpan ilk eşyayı aldım ve havaya kaldırdım. Gözlerim o kadına sabitlenmişti. Bir tek gözlerim de değil. Bedenim, ruhum, içim, her şeyim... Sinirle üstüne yürüyordum ki Poyraz kolumdan tuttu ve kendine çekti. "Sakin ol..." Gözlerimin içine bakıyordu. Fakat o kadar sinirliydim ki onu bile yere çaldım. "Eee bırak be! Yıllardır böyle olan sen misin!? Annesi kaç defa ameliyat olan, kardeşi ölen!? Ulan bu kadın yüzünden babam kaç defa beni ve annemi dövdü! Kaç defa aç kaldık. Eve haciz geldi. Ölümden döndük! Bunun kıl kocası bize bakmadığı için amcam olacak şerefsiz bize baktı! Karşılıklı bir şekilde! Ulan bu kadının şerefsiz kocası yüzünden amcamın oğlu bana taciz etti be! Tamam öyle ileri değildi ama o dokunması bile beni, benden aldı, öldürdü!" Artık dayanamayıp ağlamaya başlamıştım. "Hayır böyle bir şerefsizlik yaptınız... Neden bizi de alet ettiniz. Benim küçücük kardeşim öldü ya! Öldü! Öldü! Senin o kocan denecek adam yüzünden, kollarımda vefat etti ya!"
Artık yerdeyim. Ne gücüm ne de sinirim kalmıştı. Kadın sanki söylediklerimden keyif alıyorcasına gülümsüyor, ardından da kıkırdıyordu. Ben burda muzdarip'ken o orda kahkahalar atıyordu. Gülerken... Yüzü o kadar iğrençti ki... Ona az da olan yaklaşımım, hisslerim... Yok olmuştu. Yerine sinir ve keder almıştı. Kadın bir süre sonra gülmeyi kesti ve yerdeki ben'e yaklaştı. Eğildi ve suratıma baktı. "Annen..." Duraksadı ve bir süre sonra devam etti. "Annen, kardeşin ve sen..." Gülmemek için kendini zor tuttu ve kahkahalara boğuldu. O lanet olası maviye çalar gözlerinden, damla damla yaş süzülüyordu. O an, o kadar kötü oldum ki. Keşke ölseydim. Annemle babam evlenmeseydi. Ben olmasaydım...
Kadın, biraz daha yaklaştı ve suratıma okkalı bir şekilde tükürdü. "Sen... Sen sadece, bir saçmalıksın! Baban seni asla sevmedi! Annen de öyle! Hele ki kardeşlerin, içinde de ölen kardeşin! Ölen kardeşin seni sevseydi, sence bırakır mıydı!? Ha!" Bu sırada hafiften etrafıma bakıyordum. Fakat hiç kimse yoktu. Bunca insan... Bunca beden, bunca ruh nereye gitmişti? Yoksa onlar hiç var olmamış mıydı? Yada ölmüşlerdir, ha? Ah Su... Sen her zaman korkak ve ezik olarak kalacaksın. Seni değil annen, kardeşin dahi sevmiyor. Çok geçmeden yaşadığım muzdarip olay yüzünden, ne acı ne de keder kalmıştı. Artık dayanamayıp gözlerimi yumdum ve etrafımdaki sesleri dinlemeye başladım.
"Ne oldu?"
"Simgemiz, evraklaımız, her şeyimiz kayıp..."
"Ne! Nasıl!? Onları kaybetmeyi nasıl becerdiniz!? Sizi ahmaklar!"
"Ef-efendim. Biri veya birileri gizlice şirketimize sızmış ve her şeyimizi öğrenmiş!"
"Ne! Kesin bunun grubundan birisidir! Ah..." Dedi ve eğildi. Kulağıma yaklaştı ve; "Ne de olsa zamanın doldu. Dimi Su hanım. Ah yoksa Ellie miydi? Veya Emma? Hangi karakterini tercih edersin?" Ve ardından sol elimi çevirdi, fotoğraf çekme sesini duydum. Sanırım... Sanırım beni ölü gösteriyordu.
Bir süre sonra, ah'layayarak kafamı kaldırdım ve karşımda o kızı gördüm. Gözlerim bulanık gördüğü için ismini okuyamıyordum. Fakat yüzünden belliydi. Gözlerim netleşince, elimi aniden çektim ve bağrıcaktım ki ağzımı kapattı. "Sessiz ol... Korkma benden..." Cümlesi bittikten sonra, koluma girdi ve bana destek çıktı. "Gel." Dedi. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. "Gel gidelim burdan." Etrafına baktı ve tekrar bana döndü. "Ben onlar gibi kötü değilim."
"Ah..." Etrafımı inceliyordum. Bir köşede sedyeler, bir köşede can çekişen insnlar, bir köşede de şırınga... Ah bu şırıngayı hatırlıyorum. Bir gün hastayken, iğne yapmışlardı. Bekle... Gül mü? O gün... O gün bunun teorisini yapmıştık. Gerçi konuştuğumuz her şey gerçek oluyordu. Korkarak iç çektim ve Beren'e baktım. Arkasında iki kişi daha vardı. O kişilerin yakasındaki karta baktım ve imceledim. Birisinin ismi Hülya, birisinin de Bengüydü. Ardından dayanamayıp, yine gözlerimi kapattım. Yanımdaki sesler işitiyordum. Aklıma diğerleri geldi. Onlara ne olmuştu. İyimiydiler? Aradan uzun bir zaman geçti. Sanki yaşlanmıştım. Bedenim sağlamdı, fakat ruhum yaşlanıyordu. Hayat böyle bir şey miydi? Kime güvenecektik. Asıl soru, bunları bilip de bize aktaran kimdi? Bu; "E" denen şahıs kimdi? Gerçekten bize adını bile söylememişti. Biz buna, bu kişiye nasıl güvendik. Belki de, Gül virüsün kurucularından birisiydi. Onlar Gül iken biz Arıydık. Her arı çiçekleri sever... Özellikle de biz... Biz yaşıyor olmamıza rağmen, içimiz... İçimiz ölüydü. Bedenimiz belki burdaydı ama ruhumuz...
Şiddetli bir baş ağrısıyla gözümü açtım. Tavanda bal resimleri vardı, fakat hareket edemiyordum. Korktuğum için, içim titriyordu. Ben bunları düşünürken aniden bir çatırtı geldi ve o silüet yanıma yaklaştı. "Bal... Beni hatırlıyor musun? Bana bal diye seslenirdin." Kafamı döndüremiyordum. Boynum... Sanki uyuşmuştu. Ne ses çıkardım, ne de onu görmek istedim. Bir şeyle ağzımı kapattı ve arkasını döndü. Evet... Onu hissetmiştim. Arkasını dönmüştü ve biriyle konuşuyordu.
"Abi? Burda ne yapıyorsun?" Dedi. Sesi Merve'ye, hatta Merve olan kız.
"Hiçç. Bir hasta gelmiş de onunla konuşuyordum. Geliyorum abicim sen içeri geç. Hem daha Suyu arayacağız. Kim bilir, nereye götürdüler." Dedi ve sahte bir şekilde ağlamaya başladı.
Bunu duyduktan sonra bende ağlamaya başlamıştım. Her şeyimi bilen... Bilen ve bana yardım eden adam... Beni arkamdan bıçaklamıştı. Gözlerim, içindeki yaşı kaldıramadığı için dolup, taşmıştı ve bulanıklaşmıştı. Ardından Ali geldi ve Merve'yi aldı. Onu sesinden tanımıştım.
"Gel Mervecim. Sarin yanlız. Onun yanına gidelim. Hem Ece de gelecek. Bir de şu hoca mıdır, nedir? Onun kızı." Dedi ve ellerini Merve'nin omzuma attı. Onlar beni ararken, Poyraz beni saklıyordu. Ama neden? Ben ona ne yapmıştım? Ardından ayak sesleri uzaklaştı ve Poyraz geldi. Yüzüme baktı ve elindeki şırıngayı sallıyordu. Beni doğrulttu ve uzaklaştı. Şırınganın içini doldurdu ve bana yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı. Gözleri serumumdaydı. Yaklaştı ve aniden elindeki şırıngayı yere attı. "Ah!" Dedi ve aniden bana sarıldı. "Sen... Çok garipsin. Bana annemi hatırlatıyorsun... Ama benim annem, hiç bir zaman beni sevmedi. Seninle kaç yıl sonra o grupta karşılaştık. İlkokulda bana aşık olmuştun... Fakat bana duyduğun şey aşk değil, babanın vermediği sevgiydi. Ben bir şekilde, sana o sevgiyi veriyordum. Benim düşünceme göre de, bu bir felaketti." Dedi ve sarılmayı bıraktı. Kahverengi, sulu gözlerini, gözlerime dikmişti.
"Ben o grupta sana aşık oldum. Senin yaşadığın şeyler... Hepsini gördüm ve duydum. Özellikle sana yaşattığım şeyleri..."
Boş bir şekilde, Poyraz'a bakıyordum. Zar zor; "Neden..." Dedim. "Neden beni sattın, beni arkamdan bıçakladın?" Zar zor söylüyordum ve gözlerimden yaşlar süzülüyordu.
"Özür..." Dedi ve ellerini yanağımdan çekti. Geri ayağa kalktı ve geri geri gitti. Eline bıçağı aldı ve; "Kaç burdan! Gelen kişilere, beni yaralayıp kaçtığını söyleyeceğim!" Dedi ve bıçağı omzuna sapladı. Ardından çığlık atmaya başlamıştı. O korkuyla koşabildiğim kadar, hızlı koştum ve ayak sesleri duydum. Ardından önüme gelen ilk odaya girdim. Yeni doğum yapmış bir abla ve bebeği vardı. Abla korkudan bebeğini hızla kucağına aldı ve bana bakmaya başladı. Aniden köşeye çekildim ve bende ablaya baktım.
"Kusura bakmayın. İğneden korktuğum için kaçmıştım da. Sizi korkutmak istemedim. Özür dilerim." Dedim ve ellerimi birleştirip eğilmiştim. Bu sırada arkamda, önce silüet, omzumda da el hissettim. Bu eller... Omzumu sıkıca tutuyordu. Bu sefer dedim. Kesinlikle öldüm, yok oldum, hayatım bitti. Korkarak arkamı döndüm ve döndüğümde Coşkun Hoca'yı gördüm. Şaşkın şaşkın bana bakıyordu ve beni inceliyordu. Ardından gözleri saçıma kaydı ve; "N-ne yaptın sen? Birini mi yaraladın. Yüzündeki ve saçında'ki kırmızı şey ne?" Dedi ve beni odadan çıkarttı. Mehmet Ali, biraz da olsa yakınımda olduğu için kan bana da sıçramıştı. Cevap vermedim. Sustum, sustum, sustum. Ardından kolumu tuttu ve suratıma baktı. "Kızım sen ne yaptın? Söyle lütfen." Dedi ve gözleri doldu. "Sen gencecik kızsın... Ne yaptın, söyle lütfen." Artık kolumu bırakmıştı ve suratıma bakıyordu. Ne olacaktı şimdi? Beni, sevdiğini öldürmeyle mi suçlayacaklardı... Evet. Japonya'ya gelmeyi çok istemiştim. Fakat böyle değil. Beni seven insanların olmasını istemiştim. Fakat bana aşık olup, zorla evlenmek isteyenleri değil. Evet istemiştim. Bir baba'mın olmasını. Fakat beni öldüresiye döven değil, annemi öldüresiye döven değil. Belki sürekli yemek isteyecekti. Titiz olacaktı. Bunların hepsine şükür ederdim. Keşke iyi bir baba olsaydı... Babadan önce eş...
Aniden iç çektim ve Coşkun Hoca'ya baktım. "Kan... Ah o kan değil..." Dedim. Yine yalan atıyordum. Sırf, hatalarımdan kaçmak için. "Kan değil. Vişne suyu içecektim. Açarken suratıma patladı." Dedim ve gözlerimi kaçırdım. Bu sırada Coşkun Hoca her şeyi anlamıştı.
"Yalan... En nefret ettiğim." Dedi ve sesi ciddileşti. "Bana neden yalan atıyorsun? Anlamıyorum yalan atacak ne yaptın?"
"Bu sizi ilgilendirmez. İster inanın ister inanmayın. Umrumda değil." Dedim ve yürümeye başladım. Bu sırada Coşkun Hoca da beni takip ediyordu. Biliyordum... Arkamda haraketlenmeler vardı. Belki de Coşkun Hoca da onlardandı. Bunu kim bilebilir ki? Tesadüfen karşıma çıkması. Hatta, nerdeyse bütün arkadaşlarımın karşıma çıkması. Bunların hepsi tesadüf müydü?
Tesadüf... Her şey tesadüf müydü?
Ben onları, mavi olarak görürken; onlar ya kırmızı olursa?
|
0% |