11. Bölüm

10: Beklenmeyen Misafir

sema
erlsema

Düğünden Bir Gün Sonra

Bazen hayatı dibine kadar yaşamak istersin. Bir anlık gelen boşlukla ya da hisle, ‘ yeter artık, hayatımı yaşayacağım !’dersin. Öyle ki, her şeyi boş verip sadece kendine odaklanırsın. Lakin çok değil, birkaç saat sonrasında aklın başına gelir. Anlık duygularını içine hapsetmen gerektiğini anlarsın ve sonraki yaşamında da, o anlık hisleri bir kenara atarsın.

Lakin bazen insan, dürtülerine uymalıdır. Zira hayatın tadını çıkarmamızı sağlayan şeyler, o anlık hislerin getirdiği, yaptırdığı şeylerdi. Arada bir yapılan çılgınlıklar, hayata renk katardı. Hep aynı rutinde, aynı saatlerde yapılan şeyler, insanı sıkardı. Bir kere hayatın tadı çıkmazdı öyle. Arada bir renk katacak şeyler yapacaktın ki, hayatın renklenecekti.

Bu, bir şarkı açıp deli dolu dans etmek de olurdu, başkalarına şebeklik yapmak da olurdu. Yeter ki, hayata renk katacak o şeyi bulalımdı.

Amcamın düğününde, bir gecelik de olsa kendi sınırlarımı aşmış ve eğlenmiştim. Tabi gecenin sonunda silahla tehdit edilmiştik, orası ayrı.

Oturduğum koltukta, ağrıyan bacaklarımı öne doğru uzattım. Dün, gece boyunca bir saniye olsun oturmamıştım. Üstelik son oynadığım Kolbastı, ayaklarımın pestilini çıkarmıştı.

“ Bacaklarımı hissetmiyorum!” diyerek inleyen Hamza’ya baktım. Bir ayağını kaldırıp yere bıraktı. Takatim olsa bu hâline gülerdim, lakin hepimiz birbirimizden beter durumdaydık. Üstelik Devrim, Harun ve Hamza’nın yüzlerinde bariz morluklar vardı. Onlara üzülmeden edemedim.

Eğer dünkü kavgaya bulaşmasalardı, yüzlerinde bu tarz morluklar oluşmayacaktı. “ Sizin işiniz yok mu, hep kıçımızın dibindesiniz.” Gülfem, başına bağladığı baş örtüyle birlikte, şakaklarını ovdu. Şuan tam babaannem gibi görünüyordu. Babaannem de, başı ne zaman ağrısa başına tülbent bağlardı.

“ Bu kız bazen çok mal oluyor.” Diyen Devrim, bir elini şakaklarına bastırdı. “ Şirket bizim, daha kaç kez hatırlatacağız ?” diyerek Devrim’in sözünü tamamladı Hamza. Gülfem bunu unutmuş olmalı ki, hatırlamış gibi bir ses çıkararak arkasına yaslandı.

“ Oy nenem, oy !” diyen Harun’la, tüm bakışlar ona döndü. “ Kıçım bile ağrıyor !” diyerek sitem ettiğinde, Devrim ve Hamza ona çatık kaşlarla baktı. “ Kavgayı çıkarmasaydın, hiçbirimiz bu hâlde olmayacaktık!” diyerek kardeşini azarladı Hamza. Harun ise, suçu bana atarak, “ Bunun yüzünden !” dedi ve omzumdan ittirdi.

İttirdiği yerde bir sızlama oluşunca, orayı ovarak ters ters baktım Harun’a. “ Sanki sana gel çocuğu döv dedim! Kendi kendine celallendin !” dediğimde, çatık kaşlarını daha da çattı. “ Kıç üstü yere düşürdü seni, bir de sakin mi kalsaydım !” diyerek yine celallendiğinde, ondan biraz uzaklaştım. “ Neyse ki ağzıyla itiraf etti.” Deyip koltukta biraz daha geriye yaslandım.

Zira şuan her tarafım fıtık olmuş gibi, ağrıyordu. Her birimizden farklı bir inleme sesleri dökülürken, bu acının ne zaman dineceğini merak ediyorduk. Hem kavga, hem de teptiğimiz horon ve kolbastı sayesinde, vücudumuzun hiçbir noktasını hissetmiyorduk.

“ O yeni gelin neydi öyle be !” Diyen Hamza’ya çevirdim bakışlarımı. Gelin, şuan için tek gündemimizdi. “ Allah dayıma sabır versin.” Diyerek ilk cümlesini kurdu Gülfer. “ Amcam da kaşınmış, öyle bir kızla evlenilir mi !” Diyen Devrim’e gülmeden edemedim. Gerçekten de kaçılması gereken kızlardandı, yeni gelinimiz.

“ Kadına içimden kuğu diyordum, ama kadın bildiğiniz yılan çıktı ! Bir tısladı, tüm sülale altına etti.” Dememle salondaki kahkahalar büyüdü. Komik gelse de gerçek buydu. Kadının içinden, kuğu dışında her şey çıktı.

“ Aman aman kapımıza dayanır şimdi, ondan bahsetmeyin.” Diyen Gülfem’e hak verircesine başımı salladım. Ben deliysem, o zırdeliydi. Hadi düğünü mahvoldu diye sinirlenmesini anlarım, lakin kocasına silah uzatıp ona hakaret etmek ? İşte bunlar, beni aşan şeylerdi.

“ Ya bir şey diyeceğim.” Diyerek her birimize bakan Gülfer’e, hepimiz aynı an da, “ Sen bir şey deme !” diyerek tepki verdik. Gülfer ne zaman konuşsa, başımıza bir halt geliyordu. Bu halimizle, bir de onun şom ağzıyla uğraşamazdık. Hepimizin suratına teessüf edercesine bir bakış atıp, “ Alıcağınız olsun !” deyip bize trip atarak yönünü başka tarafa çevirdi.

Şu haldeyken Gülfer’i çekebilecek durumda değildim. “ Yalnız bir şey diyeceğim, Gülfem’in gelinin kuzenine attığı tokadı gördünüz mü ?” diye Harun, yeni bir muhabbet başlatmıştı. “ Gözleri hiç iyi bakmıyordu, her an içinizden birini silip süpürecekmiş gibi bakıyordu, hak etti !” diyerek kendini savunan Gülfem’e hepimiz gülerek cevap verdik. Gülfem sevdiği insanları paylaşamayan biriydi, bundandır ki o kıza huy kapmıştı.

“ Onu geçin, Devrim’in bizimkilere sulanan lavuğa nasıl göçürdüğünü gördünüz mü ?” diyerek gür bir kahkaha attı Hamza. Anlamaz bakışlarım Devrim’i bulduğunda, “ Siz farkında değildiniz, o lavuğun size nasıl baktığını görseniz, bana bırakmaz kafasına kurşuna dizerdiniz.” Dedi. Lakin cidden bana bakan biri olduğunun farkında değildim. Sadece Yüzbaşı’nın bakışlarını hissetmiştim, başkalarının bakışlarını fark etmemiştim bile.

“ Şu asker çocuğu gördünüz mü ?” Diyerek kahkaha attı Devrim. “ Laçin’in elini tutan çocuğu, bir mezara sokmadığı kaldı.” Dediğinde, kocaman gözlerle ona baktım. Bahsettiği kişi, hiç şüphesiz Yüzbaşıydı. Lakin böyle bir şey yaptığından habersizdim. Benim en son gördüğüm, kavgayı ayırmaya çalışırken, kavgaya dahil oluşuydu. Zaten sonrasında, mucizevi bir şekilde ben de kavgaya dahil olmuştum. Ondandır ki ona bakamamıştım.

“ İyi de, kimse benim elimi tutmadı ?” dediğimde, Devrim bıyık altından gülerek, “ Horonda eline girdiğin çocuk var ya, o işte.” Dediğinde, beynimden vurulmuşa döndüm. Bu adam ne yapıyor böyle ?

“ Seni düşüren Kerem puştunun pestilini çıkaran da o.” Diyen Harun’a gözlerimi kocaman açarak baktım. Bunlar ne anlatıyor böyle ?

“ Sahi, siz ne ayaksınız ?” diyerek tek gözünü kırpıp sırıtarak bana baktı Hamza. Tövbe ya Rabbim tövbe! Bunun içine Yadigar Sultan mı kaçtı, ne oldu? “ Evde bakışıp durdunuz.” Diyen Gülfem’e, “ Horonu da el ele oynadınız.” Diyerek destek çıktı Devrim. “ Zeybeği de karşılıklı oynadınız.” Deyip, gözlerini kısarak bana baktı Gülfer. “ Kulağına eğilip eğilip bir şeyler de söyledi.” Diyerek son noktayı koyan Harun’a ters ters baktım.

“ Biraz daha abartın isterseniz ?” dediğimde, gözlerini biraz daha kısarak bana baktılar. “ Siz tanışıyor musunuz ? Hiç birbirinize yabancı gibi davranmıyordunuz.” Diyen Gülfem, daha dikkatli bir şekilde bana bakmaya başladı.

Bunların benimle derdi neydi !

“ Evet, tanışıyoruz.” Dediğimde, Harun dışında hepsi şaşırmış gibi duruyordu. “ Nereden tanışıyorsunuz ?” diyen kişi Gülfer’di. “ İş yerinden arkadaşım.” Dediğimde, şüpheci bakışlar hâla üzerimdeydi. " O çocuk Asker, biliyorsun değil mi ?" Diyen Harun'a, “ Askeriye’de gönüllü hemşirelik yapıyorum.” Diyerek cevap verdim. Verdiğim cevaba, bu sefer daha çok şaşırmış ve hep bir ağızdan, “ Ne !” diye bağırmışlardı. Yemin ederim şunlara bir şey anlatmak kadar zor bir şey yoktu !

“ Ne, ne ?” dediğimde, tüm acıları unutmuş vaziyette, oturdukları yerde dik bir konuma geçip, “ Ne dediğinin farkında mısın ?” Diyerek, herkesin sormak istediği şeyi dillendirdi Devrim. Beni yargılamamaları gerektiğini biliyorlardı. Sorgulamamalılardı da. Zira ben kararlarımı verebilecek bir yaştaydım, azarlanacak yaşta değil.

“ Evet, ne dediğimin gayet farkındayım.” Deyip her biriyle göz teması kurdum. Bana, neden böyle bir şey yaptığımı sorgularcasına bakıyorlardı. Zira cevap vermek gibi bir zorunluluğum yoktu, lakin onlar benim ailemdi ve iyiliğimi düşünüyorlardı.

“ Ne zamandan beri çalışıyorsun ?” diyen Gülfem’e bakıp, “ Bir buçuk ay oldu. Yakında iki ay olacak.” Dediğimde, kaşları usulca havalandı. Evet, annem ve babamın arkadaşları dışında, kimse bilmiyordu. Söyleme gereği duymamıştım. Eğer öğrenmeleri gereken bir şey olursa, zaten günü geldiğinde öğrenirlerdi.

“ Neden ?” tek bir kelime, tek cümleden oluşan bu soruyu soran kişi Hamza’ydı. Gözlerimi ona çevirip, “ Onların yardıma ihtiyacı var.” Dediğimde, kaşlarını çatarak, “ Onlar Türk Askeri! Acılarını tedavi etmeyi bilirler !” dediğinde, ne kadar acımasızca konuştuğunun farkında değildi. Bundandır ki, çatılan kaşlarımla birlikte, gözlerimde gizleyemediğim öfkeyle Hamza’ya baktım.

“ Biz bugün kafamızı yastığa rahatça koyabiliyorsak, onların sayesinde! Biz mışıl mışıl uyurken, onlar canını veriyor! Bunca şehit verilmişken, Vatan o şehitler sayesinde korunurken, ben nasıl olur da onlara yardım etmem !” diyerek bağırdığımda, o da bağırdı. “ Oraya zaten doktor atanıyor, sen ne halt etmeye gidiyorsun! Askeriye’nin ne kadar tehlikeli bir yer olduğunun farkında mısın !” diyerek haykırdı ve ayağa kalktı. Tıpkı onun gibi ayaklanarak, “ Sana ne ya, sana ne !? Babam benim için neyse, o Askerlerde öyle, babamı koruyamadım ama onları koruyacağım !” Diyerek onun üzerine yürüdüm.

“ Dayımı karıştırma !” dediğinde, gülerek kafamı diğer tarafa çevirdim. Diğer kuzenlerim, harlanacak olan ateşi fark edip, “ Sakin olun.” Diyerek bizi sakinleştirmeye çalıştılar. Lakin çoktan beynime nükseden öfkeyle, “ Ne sakini ya! Senin dayınsa, benim babam! Kararlarıma saygı duymaktan başka da yapabileceğin bir şey yok! Yerini bil Hamza !” diyerek onu göğsünden ittirdiğimde, bu sefer o gülmeye başladı.

Deli gözleri, okyanus harelerimde durdu ve, “ Asıl sen yerini bil! Senin yerin Hastane, Askeriye değil !” diyerek bana bağırdığında, onu kolundan tutan Devrim, “ Sakin ol lan !” diye bağırdı. Lakin gözlerimi bir an olsun Hamza’dan ayırmadım. Ve, canımı ne kadar acıtacağını düşünmeden, “ Haklısın. Benim yerim aslında burası da değil.” Yutkundum ve bakışlarımı zorla gözlerinde tuttum. “ Benim evim, o Askeriye’den başka bir yer değil. Hatırlattığın için teşekkürler.” Diyerek ona arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım.

Arkamdan, “ Laçin, yanlış anladın !” diye bağırsa da, onu umursamadım ve odama geçtim. Hızla dolabın yanındaki valizimi çıkarıp fermuarını açtım ve dolaptaki tüm kıyafetleri içine koydum. Tüm eşyalarımı koyduğuma emin olduğumda, valizin fermuarını kapatıp ayaklandım ve valizimle birlikte odadan çıktım.

Hızlı bir şekilde merdivenleri inerken, alt katta toplanmış olan kuzenlerim ve aile üyelerini gördüm. Önce Amcam ve eşine döndüm, “ Bir ömür boyu mutluluklar dilerim, umarım hiç ayrılmazsınız.” Dedikten sonra bakışlarım babaannemi buldu, “ Kendine iyi bak Yadigar Sultan.” Dediğimde, Hamza küfrederek arkasını döndü. Diğer bakışlar valizime döndüğünde, “ Bir yere mi gidiysın ?” diyen babaannemin gözlerindeki burukluğu gördüm. Yüzüme zoraki bir tebessüm kondurup, “ Evet, işten aradılar. Acil gitmeliyim.” Diye bir yalan uydurduktan sonra, her birine son kez bakıp, “ Allah’a emanet olun. Belki bir gün yine gelirim.” Dediğim gibi, konuşmalarına izin vermeden oradan ayrıldım.

Eğer burada daha fazla kalırsam, hiç şüphesiz büyük bir kavga çıkacaktı. Lakin ben, bir kavga çıkmaması adına buradan gidiyordum. Bir daha da gelmek isteyebileceğimi zannetmiyorum.

🇹🇷

Üç Gün Sonra

Üç gündür düşündüğüm tek şey, doğru yapıp yapmadığımdı. Ani bir öfkeyle direkt Hakkari’ye dönmüştüm. Lakin bu yaptığım doğru muydu ? Sevdikleri biri olarak, zarar görmemi istemiyorlardı. Lakin kafamın dikine giden biri olduğumun da farkındalardı.

Ben kötü bir şey yapmıyordum ki !

Yaptığım şey, kutsal bir işti. Vatanı kurtaranların, canını kurtarıyordum. Bunu yaptığım için takdir beklemiyorum, lakin kimsenin karşıma çıkmasını da istemiyorum. En son bu konu yüzünden annemle kavga etmiştim ve ertesi gününde, onu kendi kucağımda, avuçlarım arasında kaybettim.

Hamza ile olan çatışmam beni bu yüzden huzursuz ediyordu. O da tıpkı annem gibi iyiliğimi düşünüyordu. Bana zarar gelsin istemiyordu. Lakin bunu yapmamalıydı. Ben zaten kararımı vermişken, karşıma geçmemeliydi. Annemden sonra olanlar yüzünden, Hamza ile de aynı şeyi yaşayabilecek olma ihtimali yüreğime ağrılar sapladı.

Bundandır ki, Hakkari’ye geldiğim günden beri, Tarık abinin evindeki odamdan, yemek saatleri dışında çıkmamıştım. Beynimi istila eden her bir düşünce, her bir ses fevri davrandığımı söylüyordu. Lakin ben eğer fevri davransaydım, orada daha büyük bir kıyamet kopardı. Benim oradan sessiz sedasız ayrılışım, en azından aramızdaki bağa zarar vermemişti.

Bir haftanın sonuna gelmiştik, lakin Binbaşı hâlâ bizi aramamıştı. Evde kös kös oturmaktan, artık cidden turşumu kuracak duruma gelecektim. Oflayarak yanı dibimdeki telefonumu elime aldım ve sosyal medyada gezinmeye başladım. O da sıkıcı gelince, telefonu tekrardan yatağımın üzerine atıp, başlatmış olduğum greve bir son verdim ve yatağımdan çıktım.

Saçlarımı şöyle bir toplayıp, kafamda topuz yaparak odamdan çıktım ve aşağı inmeye başladım. Bu sırada mutfaktan taşıp, tüm eve doluşan yemek kokularıyla, karnımın guruldaması bir oldu.

Adımlarımı biraz daha hızlandırıp, resmen koşarcasına merdivenlerden indim ve mutfağa girdim. Fadik abla, eline aldığı bir bezle fırının içindeki tepsiyi çıkarıyordu. Tezgâhın üzerinde gördüğüm, lahana sarması ağzımı sulandırırken, bir koşu oraya gidip bir tanesini ağzıma attım. Bu sırada, Fadik abla da beni yeni fark etmiş gibi, “ Sakın onları bitirme !” dedi. Neden böyle dedi, anlamadım. Zaten sadece bir tane yemekti amacım.

Fadik yeme demese, hepsini yiyecektin.

Sen sus, seninle muhatap olmak istemiyorum iç ses. Sarmadan geriye kalan son parçayı da yiyip, hazırladığı şeylere baktım. Tezgâhın üzerinde, soslanmış etler vardı. Yanı başında, ayran yapılmak için hazırda bekleyen yoğurt ve hazırlanmış olan salata vardı. Mutfak masasının üzerinde ise, az önce fırından çıkardığı tatlı vardı. Hızla ocağın üzerindeki şerbeti alıp, fırından çıkardığı tatlı kurabiyelerinin üzerine döktü.

Neden bu kadar şey yaptığını anlamaya çalışıyordum. Üstelik sosladığı etler çok fazlaydı. Üç kişiden fazlası yerdi o etleri. “ Misafir mi gelecek abla ?” dediğimde, tatlının üzerine döktüğü şerbeti tekrar eski yerine koydu. “ Evet, abin timi yemeğe çağırdı.” Dedi. Gözlerim kocaman açılırken, “ Benim neden bundan haberim yok ?” deyiverdim. Bana yan yan bakan Fadik abla, “ Odandan çıktığın mı var ?” dedi. Tabi o da bir yerde haklıydı, odamdan dışarı çıkmıyordum. Âdeta fosilleşmiştim o oda da. Lakin yine de yemeğe indiğim bir zaman diliminde bana söyleyebilirlerdi.

“ Yardım edebileceğim bir şey var mı abla ?” dediğimde, üzerine giydiği önlüğün iplerini çözdü ve üzerinden çıkardı. “ Yok kuzum, bitti zaten.” Dedikten sonra tezgâhın üzerindeki etleri gösterdi. “ Onlar mangal yapacak zaten. Ben yanına atıştırmalık şeyler hazırladım. Bir ayran yapacağım o kadar.” Deyip tezgaha yaklaştı, lakin çıkardığı önlüğü aklına gelince, kafasına avucunun içiyle vurup tekrardan önlüğünü giydi ve ayranı yapmaya başladı.

“ Ne zaman gelecekler peki ?” dediğimde, yoğurdu çırpmaya devam ederek, “ Birazdan gelirler.” Dedi. Gözlerim tekrar kocaman açılırken, hızla üzerimdekilere baktım. Üzerimde panda desenli bir pijama altı ve onun takımı olan mavi kazağı vardı. Ayaklarımda ise, Fadik ablanın veridiği pofuduk terliklerden vardı.

“ Tam olarak kimler gelecek abla ?” dediğimde, bana ters ters baktı. “ Kim olacak, Tuğrul, Cümali, Behlül, Asena, Azmi ve Omar. Adem’e ulaşmaya çalıştık ama telefonlarımıza dönmedi.” Deyip göz ucuyla bana baktıktan sonra yoğurda su ekledi.

Yüzbaşı da mı buradaydı!

Ağlamamak için kendimi zor tutarken, aklıma gelen şeyle bir anda duraksadım. Adem benimle konuşmuyordu, timdekiler ne alakaydı ? Eğer sorun bensem, odama çekilir onun gitmesini beklerdim. Zira onunla yüz yüze gelmek dahi istemiyordum. Lakin adam telefonunu açmamış ki, yemek düzenleneceğini bilsin.

Adem’i boşverip hızla mutfaktan çıktım, “ Üstümü değiştireceğim, birazdan inerim !” diye bağırarak yapacağım işi, Fadik ablaya bildirmeyi de unutmamıştım. Ne de olsa bu paspal halimle onların karşısına çıkamazdım. Doğru düzgün şeyler giymeliydim.

Üstelik havalar buz gibiydi, bunlar nasıl mangal yakacaktı, merak ediyorum.

Odama çıktığım gibi, valizimin fermuarını açıp içinden ne giyebileceğime baktım. Elbise giysem fazla kaçar mıydı ? Saçmalama Laçin, kış mevsiminde elbise mi giyeceksin! Bulduğum gri bir kazak ve ayak bileğime kadar uzanan, yırtmacı baldırıma kadar gelen siyah eteği hızla üzerime geçirdim. Elbise giymekten daha makuldu.

Topuz yaptığım saçlarımı açıp, elimle şöyle bir şekil verdim. Odamdaki aynanın karşısına geçtim ve renksiz yüzüme baktım. Hızla pembe bir allığı hafifçe yanaklarıma sürüp, yine pembe tonlarında açık renk bir ruju dudağıma sürüp renklendirdim. En azından daha iyi görünüyordum.

Yırtmacımdan görünen bacağıma bakınca, bir an için tereddüte düştüm. Hem niye böyle süslenmiştim ki? Tam eteğimi çıkarıp pantolon giyecekken, aşağıdan seslenen Fadik ablanın sesini duydum, “ Laçin !” pantolon giymekten vazgeçip, hızla siyah tül çoraplarımı ayağıma geçirip, çıkardığım pofuduk terlikleri giydim. Aynı hızda aşağı indiğimde, herkesin gelmiş olduğunu gördüm. Yüzlerindeki tebessüm ile birlikte muhabbet ederek içeri geçiyorlardı.

Beni ilk fark eden Behlül olmuştu. “ Laçin !” deyip bana baktığında, ben de yüzüme bir tebessüm kondurup ona baktım. “ Behlül ?” Merdivenlerden son adımımı da attığımda, yanına gidip ona şöyle bir sarılıp selam verdim. O da aynı şekilde bana karşılık verdiğinde, sırayla Asena, Azmi, Cümali ve Omar’a da selam verip, sarıldım. Sıra Yüzbaşı’ya geldiğinde, ona sarılmadım ve durduğum yerde, “ Hoş geldiniz.” Dedim ve Fadik ablaya döndüm. “ Bir şey mi lazım abla ?” beni şöyle bir süzüp sırıttı. “ Yok ablacım. Sen çocukları içeri geçir.” Deyip göz kırptı.

Ne yapıyor yahu bu !

Her biri sivil kıyafetleri içerisindeydi. Çoğunluk pantolon kazak tercih etse de, Asena eşofman ve kazak giymişti. Çok mu abartılı kalıyordum yanlarında ?

Tarık abi de eşinin peşinden mutfağa gittiğinde, timdekilere döndüm. “ Salona geçelim.” Diyerek onlara önümü işaret ettiğimde, Yüzbaşı hariç hepsi önden ilerlemeye başladı. Tam ona dönecekken, gözleriyle önünü işaret ettiğinde, göz devirerek önüme döndüm ve ilerlemeye başladım. Ona göz devirsem de, arkamı döndüğüm an, yüzümde bir gülümseme belirmişti. Bu şekilde yürümemize alışmıştım artık.

Salona geçtiğimizde, her biri kendini koltuklara atarken, Cümali’nin çapkın bakışları beni buldu. “ Bu ne güzellik hemşire hanım ?” deyişine göz devirip, “ Her zamanki halim.” Dedim. Lakin hepsi bir anda bana garip garip baktığında, ne dediğimi fark ettim. Ben hiç onların karşısında elbise giymemiştim ki! Yüzbaşı hariç tabi.

Yüzümdeki sersem gülümsemeyle, “ Yani normalde böyleyim, işe gelirken daha resmi olmaya özen gösteriyorum.” Dediğimde, bu sefer bakışları normalleşmişti. Göz ucuyla Yüzbaşıya baktığımda, dudaklarını birbirine bastırmış, yanağının içini ısırdığını gördüm. Bir de gülmemeye çalışıyor, görende ona hazırlandım sanacak, hah !

Laçin-

Sus ! Bakışlarımı mutfağa doğru çevirdiğimde, kimseyi göremedim. Sanırım işleri uzun gibiydi. “ Ee hemşire hanımcığım, burada mı kalıyorsunuz ?” diyen Azmi’ye baktım. Bir an için cevap verip vermemekte kararsız kalsam da, “ Evet, Tarık abi davet etti.” Dedim.

“ Memleketine gitmişsin, nasıldı düğün ?” diyen Asena’ya gülümseyerek baktım. “ Güzeldi.” Dediğimde, sanki bu yetersizmiş gibi, “ Çok iyi kolbastı oynar.” Diyen Yüzbaşı’nın sesiyle, gözlerim kocaman açılarak ona baktım.

Ay bir de ben buna göz kırpmıştım değil mi ?

Nerede benim aklım, nerede !

Çoğu bakış ikimiz arasında gidip gelirken, mutfaktan çıkan Tarık abi, “ Sen nereden biliyorsun ?” dedi ve koltuğa yaylanarak oturdu. “ Erkek tarafıymış.” Diyerek kısa kestiğinde, kocaman açılan gözler bana döndü. “ Yok ebesinin hörekesi !” diyerek şaşkın bir nara atan Behlül’dü. “ Siz şimdi akraba mı oldunuz komutanım ?” diyen Cümali’ye ikimizde aynı anda, “ Hayır !” diyerek sitem ettik.

Ben ve onun akraba olması mı, öğh yani !

“ E basbayağı akraba oluyorsunuz siz.” Diyerek ikimize şöyle bir baktı Omar. Bari sen yapma, bakışlarımı ona attığımda, omzunu silkmekle yetindi. “ Akraba olduğunuzu inkâr etmeniz bile, akraba olduğunuzu gösterir.” Diyerek yan tarafındaki Cümali’ye dönerek beşlik çaktı Azmi ve ardından, ikisi aynı anda kahkaha attı.

Komik şeyler sizi.

“ Kan bağım olmayan kimse, akrabam değildir.” Diyerek, içimdeki kurdu eritti Yüzbaşı. Kan bağım olsa dahi, onunla akraba olduğumu inkâr ederdim. Öyle yani.

“ Vallahi Laçinciğim, sen resmen bizimle tanışmak için doğmuşsun. İlk önce Time girdin, şimdi de Yüzbaşı ile akraba oldun.” Diyen Azmi, artık cidden sınırını aşıyordu. Ben bilerek mi onunla, aynı ortamlarda, aynı işlerde bulunuyordum be !

Belki operasyonlar evet ama, gelin tarafı olacağını nereden bilecektim be !

“ Yalnız ben değil, amcam onun akrabası.” Aklıma yeni bir şey gelmiş gibi, bakışlarımı Yüzbaşıya yönelttim. “ Siz gelinin nesi oluyorsunuz ?” ilk baş sorduğum soruyu anlamasa da, çok sorgulamadı ve “ Kuzenim.” Dedi. Yüzümdeki sinsi sırıtış büyüdü. “ O benim amcamın, karısının kuzeni. Yani bir nevi ben de onun yeğeni sayılırım.” Diyerek sinsi sinsi gülümsedim. Sonuçta ben amcamın yeğeniydim, Yüzbaşı ise Sırma’nın kuzeniydi. Dolaylı yoldan, amcam yaşındaydı. Amcam yaşındaki insanlara başka gözle bakamazdım. Babam çok sıkı tembihlemişti.

Ben bu kızın aklına hayranım vallahi. Şu gencecik çocuğa elli yaş muamelesi yaptı ya, ölsem gam yemem. Ama Ecevit Amca desen, erir gider. Öyle bir kafa.

Ay bak, Ecevit Amca deme bana. Travmam aklıma geliyor, iç sesciğim. Bir de utanmadan çocuk yapmış, beni aşkımdan vurmuş. Resmen pabucum dama atıldı. Çok üzülüyorum, o anlar aklıma gelince.

Ecevitciğime ben de hayranım. O darbesini asla unutmayacağız.

Kahkaha atan Cümali’ye bir anda salondaki herkes eşlik ettiğinde, neden güldüklerini bir süre anlamadım. Daha sonra, kurduğum cümle aklıma gelince, ben de gülmemek için kendimi zor tuttum. Göz ucuyla Yüzbaşıya baktığımda, çatık kaşlarla bana bakıyordu.

Şuan tam olarak, o sinirli amcalara benziyordu. Tabi bir de onu Amcam yaşına koyunca, bana olan ilgisi yüzünden, pedofili diyebilir miydik bu adama ? Bence derdik.

“ Komutanım genç yalnız.” Diyerek bir kahkaha daha atan Behlül’e, “ Amcam yaşında. Yaşlı sayılır.” Diyerek ona ciddi ciddi baktığımda, hepsinden bir kahkaha daha yükseldi. “ Amcan benden büyük.” Dedi, sanki çok önemli bir şeymiş gibi. Alt tarafı aralarında-

Sahi, Yüzbaşı kaç yaşındaydı ?

Bunu bilmediğim aklıma geldiğinde, bir an için öylece kaldım. Alperen sayesinde, o benim yaşımı biliyordu. Lakin ben onun yaşını bilmiyorum. “ Gelin de seninle yaşıt. Sen de çok genç sayılmazsın Doktor.” Diyerek bıyık altından güldüğünde, kaşlarımı çatarak ona baktım. Salondakiler bir kahkaha daha attığında, “ Yirmilerimin keyfini çıkarıyorum. Ne de olsa bir daha bu yaşımı doyasıya yaşayamayacağım, değil mi ?” dediğimde, beni pek tınlamadan, başını önüne eğerek dudaklarını birbirine bastırdı.

“ Sahi, kaç yaşındasın Laçin ?” diyen Behlül’e, melül melül bakıp, “ 28 yaşımdayım.” Dedim. Tarık abi bir kahkaha daha attı. “ Sen harbi turşunu kurmak istiyorsun.” Dedi ve bir kahkaha daha attı. Kaşlarım hızla çatılırken, “ Kadının biri ellisinde evlendi! İlla çıtır gibiyken mi evlenmek gerek, belki ben yüz yaşımda evleneceğim.” Diyerek kollarımı göğsümde bağladım.

Bu sırada Behlül, kurduğum cümleyle aklına gelen şarkıyı dillendirdi, “ Ablan bin yaşına da gelse,” diyerek ayağa kalktı ve yanındaki Azmi’ye baktı. Olayı çakan Azmi, “ Taş, taş, taş, taş.” Dedi ve o da ayaklandı. Cümali’de bunlara ayak uydurup ayaklandı ve, “ Çıtır gibiyim taptaze.” Diyerek endamını gösterdiğinde, Asena ile birlikte Tarık abi, avuçlarını alınlarına vurdu.

“ Çabala ama boş.”

“ Pırlanta gibi parlıyorum.” Bu kısmı söyleyen Behlül, sarı saçlarına elini geçirip, Asena’ya göz kırptı. Asena ise, hiç oralı olmadan, elindeki telefona baktı.

Bizim üçlü ise şarkıyı söyleyerek oynamaya başladı. Yahu ben daha yeni bir tımarhaneden kurtulmuştum, bir de ikincisine mi gelmiştim !

“ Taş gibiyim, taş gibiyim

Çıtır gibiyim, kaymak gibiyim.” Diyerek göbek atmaya çalışan Cümali’ye elimde olmadan kahkaha attım. “ Tüm ortaklarımın dilindeyim, Ben her zaman yerimdeyim.” Diyerek ona eşlik eden Azmi de göbek atmaya kalkınca kahkahalarımın ardı arkası kesilmedi. Benim gülüşlerime, daha fazla dayanamamış olmalı ki, Tarık abi de eşlik etmişti.

Bu sırada bana doğru gelen Behlül, ellerimden tutup beni ortaya sürüklemeye çalıştı. Biraz eğlencenin kötü olmayacağını düşünerek, “ Asaletim fakir ruhunla kıyaslanamaz,

Seninle yan yana mı, asla kapsayamaz.” Diyerek Behlül’le karşı karşıya geçip, kendimce oynamaya başladım. Bu sırada karşımdaki Behlül, “ Vay vay vay.” Dedikten hemen sonra, “ Ki ben sizin gibi değilim çapulcu

Hiçbiriniz bu güzel fiziğimi yok sayamaz.” Diyerek , Cümali gibi fiziğini gösterdi ve kahkaha attı. Ben de ona eşlik ederek, diğer kısmı söyledim. “ Sizin o abartı makyajınız suratınızdan taşmış

Beni görenler diyor, “Öf, abla harbiden taşmış’” diyerek yandan yandan Yüzbaşı’ya baktım. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmış, yanağını ısırıyordu. Ne kadar çekici göründüğünün, gram farkında değil bence.

Behlül kalan yeri söyleyip oynamaya devam ettiğinde, Asena artık buna dayanamamış olmalı ki, gözlerini bana dikip, “ Bari sen şunlara uyma.” Dedi. Zaten yeteri kadar rezil olduğum için, onu dinledim ve yanındaki boş kısma oturdum. Lakin eteğim yırtmaçlı olduğu için, bacağım baldırıma kadar açıldı.

Bunu ilk fark eden kişi hiç şüphesiz Yüzbaşı olmuştu. Kızıl kahve rengindeki hareleri, bir an için çıplak bacağımda takılı kaldı. Lakin daha sonra hızla salondaki erkekleri tarayıp kaşlarını çattı. Sanırım, erkeklerin bacağıma bakma fikri onu kudurtmuştu. Kudur şekerim, kudur. Gram umurumda değilsin.

Tam keyfimden dört köşe olmuşken, bir anda bacaklarımın üzerinde hissettiğim şeyle, kafamı aşağı eğdim. Bacaklarımın üzerinde, siyah renk bir hırka vardı. Hırkanın tanıdık oluşu, kafamı direkt Tarık abi'ye çevirmeme neden oldu. Ona döndüğüm gibi, imalı imalı, “ Üşüyeceksin, kardeşim.” Dedi son kelimeyi bastırarak. Dudaklarımı birbirine bastırıp, “ Üşümezdim ama olsun.” Diyerek önüme döndüm.

Yüzbaşıyı kudurturken, yanlışlıkla Tarık abiyi de delirtecektim. Bakışlarım Yüzbaşıya döndüğünde, yüzünde tatmin olmuş gibi bir gülümseme olduğunu gördüm. Tabi tatmin olurdu, ne de olsa bacağımın üstü örtülmüştü !

Bu adamı anlamakta güçlük çekiyordum. Ne olmuştu da, bana karşı olan tutumu bir anda değişmişti ? Bana sürtük diyordu, lakin olayın sabahında sanki bana o cümleleri kuran o değilmiş gibi davranıyordu. Ne olmuştu da, bu adam bana karşı olan yaklaşımını değiştirmişti ? Üstelik, bana yakınlaşmasını sağlayacak kadar ne, onu fikrinden değiştirmişti ?

Çok garip davranıyordu. Spor salonuna gelip beni izliyor, arada benimle dövüşüyordu, sırf bana gıcıklık olsun diye çayı beğenmediğini söylüyordu, Bir olay yaşanıyordu, Askerini savunması gerekirken, beni savunuyordu. Bambaşka bir ile gidiyordum, ardımdan o da geliyordu. Düğüne gidiyordum, gelin tarafı çıkıyordu. Halaya giriyorum, kuzenim ile olan değil, yabancı bir adamla girmiş olduğum elimle arama giriyordu. Yine kuzenimle dans ediyordum, sanki kuzenimi parçalara ayırmak istiyormuş gibi bakıyordu. Zeybek oynuyorduk, karşıma onca kişi içinden o geçiyordu ve bir an olsun bakışlarını benden kaçırmıyordu.

Ki hâlâ aklımda olan o yere vurma sahnesi, hiç ama hiç aklımdan silinmeyecek gibiydi. Elini ayak ucuma vurup öpmüş ve daha sonra havaya kaldırmıştı. O an çok etkilenmiştim, ki hâlâ da aklıma gelince etkilenmeden edemiyordum.

Çok garip bir adamdı. Umuyordum ki, benden de uzak dururdu. Lakin daha az evvel bacağıma olan bakışları, belli etmemeye çalışsa da, pek hayra alamet değildi.

“ Haydi bahçeye, mangal yakalım.” Diyerek ayaklanan Tarık abi ile, tüm erkekler aynı anda ayaklandı. Ben ve Asena ise, oturduğumuz yerde kalmaya devam ettik. Kısa süre sonra, Fadik abla elleri arasındaki soslu tavukların olduğu leğenle bahçeye çıktı. Daha sonra onları orada bırakıp, bizim yanımıza geldi. Ben ve Asena suskun suskun oturup, karşıya baktığımız için, kısa bir an ikimizi süzdü. Daha sonra, “ Tövbe tövbe.” Diyerek bir dua okumaya başladı.

Neden bunu yaptığını anlamamıştım. Alt tarafı, dik dik karşı duvara bakıyorduk.

“ Gözünüz yol mu çekiyor, yoksa gerçekten duvarı mı dövmek istiyorsunuz ?” diyerek bize baktığında, bakışlarımı duvardan çekip, onun yeşil gözlerine çevirdim. Benim gibi Asena da ona döndü ve, “ Henüz evini yıkmak gibi bir düşüncem yok abla.” Dedi ve alttan alttan sırıttı. “ Ha yani evimi yıkmak istiyorsun ?” diyerek gözlerini belerten Fadik ablaya, elimde olmadan güldüm. Şuan, gerçekten çok komik görünüyor.

“ Yok estağfurullah abla, neden evini yıkmak isteyeyim ?”

“ O zaman neden, ‘ Henüz.’ Diyorsun ?” diyerek tek kaşını kaldıran Fadik ablaya, ikimiz aynı anda kahkaha attık. Bazen çok tatlı ve saf bir kadın olabiliyordu. Ki çoğunlukla öyleydi de zaten. Saf olduğunu söylesen, anında inkâr ederdi ama öyleydi.

“ Lafın gelişi öyle dedim, Fadiğim.” Dediğinde, Fadik abla tebessüm etti ve koltuğunda arkasına yaslandı. “ Omar'la kalıyormuşsun, neden buraya gelmedin ? Burada odadan bol ne var ki kuzum ?” dediğinde, Asena yüzünde mahcup bir gülümsemeyle, “ Sizi yeteri kadar rahatsız ettim zaten.” Sonra bana dönüp, beni gösterdi ve, “ Hem bak, yerime Laçin geldi.” Dedi. Fadik abla, memnun olmadığını gösteren bir mırıltı çıkarıp, “ O farklı, sen farklı. İkinize de odam var. Bundan sonra yok öyle başkasında kalmak, bana geleceksin o kadar !” dedi ve son noktayı koydu.

Asena istemediğini söylemek istese de, Fadik abla üzülmesin diye bir şey demedi. Ki ben de aynı şekilde bir şey söylemedim. Çünkü yakın zamanda, evime dönmeyi planlıyordum.

Kimseye yük olmak gibi bir niyetim yoktu. Eğer birilerine yük olmak isteseydim, Fahri amcaya ya da diğer amcalarıma giderdim. Ya da, babaannemin yanına Ordu’ya giderdim. Ama onlarla kalmazdım. Çünkü kimseye yük olmak gibi bir derdim yoktu. Benim tek hedefim, birkaç günlüğüne daha, kendimi o evden soyutlamaktı.

Zira artık kendimi toparlamam gerekiyordu. Zayıf ve çelimsiz biri olmaktansa, babamın gurur duyacağı kızı olarak, acılarıma göğüs germemin vakti gelmişti. Ağlayacaktım, haykıracaktım, belki saatlerce anılarımda kaybolacaktım. Lakin kendimi bulacaktım. Kendimi kaybettiğim o evden, ruhumu sırtımda taşıyarak çıkacaktım.

Anılarımı meze yapıp saracak, çantama atacaktım. Günü gelecek kalbime saklayacak, günü gelecek beynime sindirecektim. Lakin hiçbirini kaybetmeyecektim. Ben zayıf bir kız olmak için değil, ben babamın ve Vatanın kızı olmak için doğmuştum. Zayıf kalarak, ne babama ne de Vatanıma saygısızlıkta bulunamazdım.

Benim lügatimde, zayıflık yoktu.

Asena ve Fadik abla muhabbet ederken, ben daldığım yerden, telefonumun sesiyle kendime geldim. Arayan kişiye baktığımda, Gülfem olduğunu gördüm. Şu birkaç gündür beni arıyorlardı lakin cevap vermiyordum. Telefonu kapatıp kenara koyduğumda, bir kez daha çaldı. Bu sefer telefonu sessize alıp cebime attım ve bana bakan ikiliye döndüm.

“ Önemli olmasın ?” diyen Fadik abla, telefonumu açmamı öneriyordu. Lakin şuan hiçbiriyle konuşmak istemiyordum. “ Önemli değil, merak etme abla." Tatmin olmayan bakışlarıyla, “ Dün de odandan, telefon sesleri geliyordu. Hiçbirini açmıyorsun, üstelik yeni değil. Geldiğin günden beri telefonların çalıyor.” Şüpheyle bana bakan Fadik ablanın düşüncelerini, Asena dile getirdi. “ Bir sorun mu yaşadın orada ?” dediğinde, birkaç saniye gözlerine baktım. Daha sonra, yüzümdeki tebessümle, “ Sorun yok, merak etmeyin.” Dedim ve önüme döndüm.

Bir sorun olsa dahi, bunu kolay kolay dile getirmezdim. Yaram çok büyükse ve artık taşıyamıyorsam, kafamı koyardım güvendiğim bir omuza, içli içli ağlardım. Bu kişi genelde Alperen olurdu. Ondandır ki, Adem ile olan kavgamızın ardından, onun karşısında ağlamaktan gocunmamıştım. Lakin bir başkası olsa ağlamaz, sonuna kadar da direnirdim ağlamamak için.

Böyleydim, kimsenin beni kolay lokmadan tanımasını istemiyordum. Kimi zaman deli dolu, kimi zaman agresifli olurdum. Bir hareketim birini tutmaz, bazen öfkeden delirdiğim şeye iki gün sonra yumuşuyordum. Lakin intikamımı almadan da durmazdım. O kadar da kinci bir insandım. Birinin bana yamuğu varsa, o yamuğun bedelini ona ödetmeden asla durmazdım.

Yıllar boyu kinimden konuşmadığım insanlar vardı. Bir zamanlar çok sevdiğim, lakin günü geldiğinde beni sırtımdan vuran o insanlar, benim en büyük kinimdi. İki yıl süren bu kinim, hâlâ yerini kolluyordu. O gün, onları Allah’a havale edip çıkıp gelmiştim Kars’tan. Bunun nedeni ise, yıllara dayanan dostluktu. İntikam almamıştım onlardan, çünkü onlara karşı asla intikam beslemezdim. Lakin kin, işte onlara karşı olan kırgınlığım o kadar bir büyümüştü ki, bu, kine dönüşmüştü.

Bir gün çıkagelseler yanı başıma, hasretle dolar, duygulanırdım. Lakin bu kısa sürerdi, çünkü içimdeki o affedememe hissi, onları kolay kolay affetmemi sağlamazdı.

Üzerimde hissettiğim bakışlarla, gözlerim bahçe kapısının ardındaki yüzü gördü. Bir eli kulağındaki telefonda, diğer eli cebindeydi. Lakin kızıl kahve hareleri, benim gözlerimden ayrılmıyordu. Dudakları hareket etti ve telefonun diğer tarafındaki kişiye bir şeyler söyleyip, bana arkasını döndü. Bana kıçını dönmesi kaşlarımı çatmama neden olsa da, geniş sırtını görmek yutkunmama neden oldu.

O sırta ne şaheserler bırakılır La-

Bakışlarım geniş omuzlarında takılı kaldığında, bir kez daha omuzlara karşı olan zaafım ortaya çıkmıştı. Köprücük kemikleri, Adem elması ve omuzlar. Bu üçlü beni kendimden eden parçalardı. Garip bir zaafım vardı bu üçüne karşı, ilgimi ve derinlerde yatan arzularımı ortaya çıkarıyordu. Üstelik tam şuan da, Yüzbaşıya bakarken bu duygularımın ortaya çıkması, hiç ama hiç iyi değildi. Resmen felakete koşar adım gidiyordum.

Yine de bakışlarımı üzerinden çekmedim ve bakışlarımı sırtından biraz daha aşağıya kaydırdım. Bir an için kalçasıyla göz göze gelince, tövbe ederek kaslı bacaklarına baktım. Zira onun kalçası bile mükemmeldi. Ben ne diyorum ya !

Tövbelerimi yağdırarak önüme döndüğüm an, bana bıyık altından gülerek bakan Asena ve Fadik ablayla göz göze geldim. Neye baktığımı görmüşlerdi! Allah’ım, tam olarak şuan ben yok olabilir miyim, en acilinden lazım da !

“ Niye öyle bakıyorsunuz ?” diyerek bilmezden geldim. Lakin Asena’nın aksine, Fadik abla gözlerini kısarak bana baktı. Asena ise, eşofman giymiş olduğu bacaklarını hafif aralayarak geriye yaslandı. “ Adamın kıçını dikizliyordun Laçin.” Diyen Fadik ablaya ben gözlerimi kocaman açmış bakarken, Asena gür bir kahkaha attı. Kahkahası o kadar kuvvetliydi ki, bir an için bahçedeki erkekler dönüp bize, daha doğrusu Asena’ya baktı. Hepsinin suratındaki şaşırma ifadesini anlayabiliyordum. Çünkü Asena kolay kolay gülebilen biri değildi.

“ Fadik ablanın açık sözlülüğüne bayılıyorum ya. “ diyerek gülmeye devam etti. Ben ise, yakalanmış olmanın verdiği stresle bakışlarımı etrafta gezdirmeye başladım. “ Abla sen yanlış görmüşsün, ben ona bakmı-“ sözümü bitirmeme izin vermeden, “ Boşuna çabalama. Neyi izlediğini gördük.” Diyerek gülmeye devam etti. Bu kadın ne diyor böyle ! Üstelik kıçına iki saniye falan bakmıştım !

“ Eh, Tuğrul’umda yakışıklı çocuk. Talibi de çok maşallah. İlk bakan değilsin yani, normal.” Diyerek sinsi sinsi güldüğünde, kaşlarımı çatmadan edemedim. Neresi yakışıklıydı be! Hödüğün tekiydi ! İskandinav Ayısıydı bir kere! Yakışıklıymış, kıçımın yakışıklısı !

Çocuğun hakkını yeme şimdi. Şu endama bir bak. Şu boya, şu posa. O kızıl kahve gözler, o öpülesi dolgun dudaklar, ısırılası bronz yanaklar. Dahası şu sırta, şu boyuna, hele ki ilk gün gördüğümüz köprücük kemiklerine bak! İnsan böyle bir endama düşmez de, neye düşer ha ?

“ Abla, bakmadım diyorum.” Dediğimde, başını sallayarak beni geçiştirmeye çalıştı. Bu sırada ona yardakçılık yapan Asena, “ Bizim timde bir kadın Asker daha vardı.” Diyerek bana döndü. “ Komutanıma ahlaksız tekliflerde bulunduğu için görevden men edildi.” Diyerek gür bir kahkaha attı. Sanki bunu hatırlamak, onun için komik anılardan biriydi. “ Hayır belliydi, eriyordu komutanıma. Lakin insan bir sınırını çizer, öyle değil mi? Aslında iyi kızdı. Görevde de başarılıydı. Lakin Komutanıma ettiği teklif, “ diyerek gür bir kahkaha daha attı. “ Daha yeni üç ay falan olmuştu tim kurulalı. Düşün yani, alıştırma süresinde timden kovuldu.” Diyerek gülmeye devam ettiğinde, şaşkın şaşkın suratına baktım.

Bir insan, nasıl olurdu da başka bir insana ahlaksız bir teklifte bulunuyordu, aklım almıyor. Hayır yani, bunu nasıl karşısındaki insana söyleyebiliyordu, hiç ama hiç anlamıyorum. İnsan utanırdı, yani en azından ben utanırdım.

Durupdururken, nasıl birinin karşısına geçip, şey yapalım derdim. Çok utanç verici bir durum bence. Asla yapamazdım.

Asla deme şekerim. Ben görüyorum, gelecekte üç çocuğumuz var. İkisi kız, biri erkek. Üstelik bu çocuklar, Çakır doğanımdan, yani Tuğrulcuğumdan.

İçime çektiğim sabır ile birlikte, iç sesime küfür ederek, yerimde rahatsızca kıpırdandım. Ben ve o hödük mü ? Düşüncesi bile midemi bulandırdı. Asla ama asla olmayacak bir şeydi, olamazdı da.

Dedikten iki ay sonra sen.

Diyerek kahkaha atan iç sesimi duymazdan gelerek, derin bir soluğu içime çektim. Bu sırada başlayan yeni muhabbete, neyse ki beni dahil etmemişlerdi. Ben de onları dinliyormuş gibi yapıp, bahçede eğlenen gruba baktım. Hava buz gibi olmasına rağmen, bir şekilde o mangalı yakmayı başarmışlardı. Şimdi ise, tam deyimiyle kıçları dona dona mangal yapıyorlardı.

Yalnız kıç demezse-

Onlardan gözümü ayırıp Asena’ya baktığımda, erkeksi saçlarını eliyle şöyle bir karıştırmak dışında bir şey yapmamıştı. Acaba saçlarını neden o kadar kısa kesmişti ? Merak ettiğim bir soruydu, lakin onun özeli olan hiçbir şeyi sormak gibi bir derdim yoktu.

Bir anda çalan zil sesiyle, üçümüz birbirimize baktık. Benim bildiğim kadarıyla, şuan da sadece bu grup burada olacaktı. Bunun dışında gelecek biri var mıydı, bilmiyorum.

“ Adem mi geldi acaba ?” diyen Fadik abla ayaklanırken, ben istemsizce yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdandım. Onunla aynı ortamda olmak istemediğim için, tam ayaklanacakken, “ Sakın böyle bir şey yapma. “ diyerek beni uyarmaya başladı Fadik abla. “ Olgun davranmalısın. Onu sevmesen de, saygıyla yaklaşmalısın.” Dediğinde, istemsizce kaşlarım çatıldı. “ Onun bana karşı olan saygısı neredeydi o zaman ?” dediğimde, Asena bileğimden tuttu. “ Sakin ol.” Kaşlarım çatık bir şekilde elimi onun bileğinden kurtarıp, kollarımı göğsümde birleştirdim.

“ Adem olamaz abla, hiçbirimiz ona ulaşamadık.” Asena bunu söylerken, üzerinde bariz bir tedirginlik, bir rahatsızlık vardı. Adem’i sevmiyordum. Lakin bildiğim kadarıyla, timdekiler birbirinin telefonlarını, her ne koşulda olursa olsun açarlardı. Adem’e bir şey olmuş olabilir miydi ? Onu sevmiyor olmam, ona kötü bir şey olmasını isteyeceğim anlamına gelmiyordu. Evet ben bir intikam almıştım, lakin benim intikamım ona zarar verecek bir şey değildi. Hamile eşi ve ailesiyle vakit geçirebilmesi için bir fırsattı bence.

“ Allah Allah. Kim o zaman ?” diyerek ayaklandı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı Fadik abla. Onun gidişinin ardından Asena’ya döndüm. “ Evine gittiniz mi ?” dediğimde, ilk baş anlamasa da. Daha sonra Adem’den bahsettiğimi anlayıp, “ Evde kimse yoktu.” Dedi. Kaşlarım biraz daha çatıldığında, “ Peki ya ailesi, eşi ?” dediğimde. Bu sefer sıkıntılı bir nefes çekip, “ Anne ve babası onun nerede olduğunu bilmiyor. Eşine de ulaşamıyoruz.” Dediğinde, kaşlarım biraz daha çatıldı.

Bu adam nerede olabilirdi ?

Ben düşüncelerimde kaybolurken, Fadik abla salona geldi, “ Laçin.” Demesiyle yönümü ona döndüğümde, arkasında şebek gibi sırıtan altılıyı ve yanlarında ayrık otu gibi duran kızı gördüm. “ Seni ve Tuğrul’u tanıdıklarını söylediler.” Diyerek bir bana bir de amcam, eşi ve kuzenlerimle baktı. Oturduğum yerde kaşlarım çatılırken, “ Sizin burada ne işiniz var !” diyerek ayaklandım ve karşılarına geçtim.

Sanki bunu hiç söylememişim gibi, ilk sarılan Gülfem oldu. “ Ay ne kadar da özlemişim, canım kuzenim.” Dedikten sonra benden ayrıldı ve sırasını Gülfer’e devretti. O da bana sarıldığında, kaç gündür beni neden üst üste aradıklarını anlamıştım. Bu delilerin beni rahat bırakmayacağını tahmin etmeliydim !

Harun bana sarılırken, bir yandan da yanağımı sıkıp, “ Yok öyle bizden kaçarcasına gitmek.” Dedi. Ona kaşlarımı çatarken, amcam geldi ve direkt bana sarılıp, “ İnsan iki dakika bekler de konuşuruz, Bal Çeç.” Deyip saçlarımı bozdu. Ben de aynı anda onun saçını bozup, “ Saçıma elleşip durmasana Cavaloz !” dedim ve ondan kurtuldum. Gelinle de şöyle bir selamlaşıp, Devrim’e döndüm ve ona sıkıca sarıldım. “ Seni küskün bırakamazdık.” Deyip, diğer yanağımı da, o sıktı. Son olarak Hamza ile karşı karşıya kaldığımda. Ona olan küskünlüğüm ağır bastı ve kollarımı göğsümde bağlayıp, “ Hoş geldin.” Dedim.

Kısa süre suratıma baktıktan sonra, ensesini kaşıdı. Ona yan yan bakan canım akrabalarım sayesinde, dayanamayıp beni kendine çektiği gibi sarıldı. “ Özür dilerim, Türkmen kızı. Sana saygı duymalıydım, üstüne gelmemeliydim.” Dediğinde, beni anlaması mutlu olmamı sağladı. Lakin yine de, üzerimde ona karşı olan bir burukluk vardı. Bundandır ki, affetmeme rağmen affetmemiş gibi davranacaktım.

Kendimi ondan geri çekip, “ Söz ağızdan bir kere çıkar, Hamza efendi.” Dedim. Gözlerim amcamı bulduğunda, hafif çatık kaşlarımla, “ Siz benim burada kaldığımı nereden öğrendiniz ?” dediğimde. Arkamda bir yeri gözleriyle işaret etti. “ Sen açmayınca, biz de Yüzbaşıyı aradık.” Diyerek sırıttı ve yanımdan geçti. Arkamı döndüğümde, bahçedekilerin yavaş yavaş içeri girdiğini gördüm.

Amcam direkt Yüzbaşı ile selamlaşırken, ne ara bu kadar samimi olduklarını merak ettim. Aynı hızda Harun, Hamza ve Devrim’de amcama eşlik etti ve erkeklerle selamlaştı. Tüm erkekler de bizim yanımıza doğru geldiğinde, Tarık abiye mahcup bir şekilde baktım. “ Kusura bakma abi, haberim yoktu geleceklerinden.” Dedim. Fadik ablaya da özür dilercesine bakışlarımı attığımda, “ Benim haberim vardı. Komutanım söyledi, merak etme sen.” Dedi Tarık abi ve akrabalarıma döndü. “ Oturmaz mısınız ? Laçin de bizi tanıştırsın.” Dedi ve yerine oturdu. Herkes kendine oturacak yer bulduğunda, ben de kenardaki koltuğun bir köşesine oturdum.

Önce kuzenlerimle baktım ve Gülfem’den başlayarak, “ İkizler Gülfem ve Gülfer.” Dedim ve timdekilere döndüm. Cumali, ağzı sulu sulu kuzenlerimle baktığında, çatık kaşlarla ona baktım. O salyalarını yedirtmesini bilirdim ona. “ Harun ve Hamza.” Diyerek iki erkek kardeşi gösterdim ve Devrim ile amcama döndüm. “ Egit amcam ve son kuzenim Devrim.” Diyerek onları tanıttım. Geriye kalan son kişiye dönüp, “ Amcamın eşi Sırma.” Dedim çok samimi değildik, ki olmak gibi bir derdim yoktu.

“ Bizim komutanın kuzeni, siz misiniz yoksa ?” diyen Azmi ile birlikte, Yüzbaşıya tebessüm ederek baktı. “ Evet, halamın oğlu.” Dedi Sırma. Yüzbaşı da ona gülümseyip bakışlarını çekti. Bu sefer timdekileri tanıtmaya başlayarak, “ Tarık abi ve bu da eşi Fadik abla.” Dediğimde önce Tarık abiye daha sonra Fadik ablaya baktılar. “ Trabzonlular bu arada.” Dediğimde, yüzlerindeki tebessüm büyüdü, “ Memleketlimiz sayılırsınız artık.” Diyen amcam geriye yaslanıp, elini eşinin omzuna attı. “ Öyle, öyle.” Diyen Tarık abi de, sanki memleketlisini bulmuş gibi sevinçliydi.

Onların bu hâline tebessüm edip, diğerlerine döndüm. “ Behlül ve Cümali.” Dediğimde, Gülfer bir kahkaha atmıştı. “ Bihter’in nerede Behlül ?” diyerek bir kahkaha daha attığında, hepimiz ona yüzümüzü buruşturarak baktık. “ Bazen cidden, ikizim olduğun için senden tiksiniyorum.” Diyen Gülfem, kendini ondan uzaklaştırmaya çalıştı. Hiçbirimizin gülmediğini fark eden Gülfer, “ Ay siz de hiç espriden anlamıyorsunuz canım.” Dedi ve suratsız bir şekilde arkasına yaslandı.

Hayır insan, iki dakika daha ısınmak için beklemez miydi. Daha dakika bir, gol bir. Yeni tanıyorsun insanları, ne bu rahatlık ?

“ Azmi ve Omar.” Diyerek ikisini tanıttığımda, kuzenlerimde birkaç bakış bana döndü. Onlara geçmişimdeki çocuklardan elbette ki bahsetmiştim. Bundandır ki, Omar ismi onlara geçmişimdeki çocuğu hatırlatmıştı. Ben onlara gülümseyerek bakıp, iki gözümü birden kırptığımda, gözleri kocaman açıldı. “ Yok artık !” diyen ilk kişi Gülfer’di. “ Buldun mu ?” diyen kişi ise Gülfemdi.

“ Şaka yapmıyorsun, değil mi ?” diyen Devrim’e, başımı iki yana sallayarak cevap verdim. “ Oha amına koyayım.” Dedikten sonra bir kez daha Omar’a baktı. Durumu anlamayanlar, bize garip garip bakarken, “ Neyi buldunuz, biz anlamdıkta ?” diyerek onlara tercüman oldu Cümali. Lakin bunu şimdi konuşmak istemediğin için, “ Daha sonra anlatırım.” Dedim ve hem konuşmamaları, hem de Omar’a daha fazla bakmamaları adına onlara kaş göz yaptım. Bunu çaktıkları gibi kendilerini toparladılar.

Ben de önüme döndüm ve geriye kalan iki kişiye baktım. “ Bu Asena. O da Kadın Askerlerimizden biri.” Dediğimde, Devrim ve Harun’un gözlerindeki şimşekleri gördüm. Allah bana sabır versin.

Bakışlarım son kişinin üzerinde durduğunda, onu nasıl tanıtacağımı bilemedim. Adıyla mı seslenmeliydim, yoksa her zamanki gibi rütbesiyle mi ? Ben aval aval ona bakarken, “ Beni tanıtmayacak mısın, doktor ?” deyişiyle kendime geldim ve tıpkı onun gibi, mesleğine ithafen, “ Zaten tanışıyorsunuz ama, bu da Yüzbaşı.” Diyerek onu gösterdim. Lakin ismini söylemediğimi fark eden Gülfem, “ Bir adı yok mu bu adamın ?” dediğinde, içimden ona küfürlerimi yağdırdım.

Varsa var, sana ne be !

Bakışlarım Yüzbaşıya döndüğünde, bıyık altından gülerek vereceğim cevabı bekliyordu. Pislik, İskandinav ayısı, Hödük, ukala ! Senin adını dilime almak dahi istemiyorum, pis meret !

Yüzümü buruşturarak ona baktım ve, “ Yüzbaşı Tuğrul.” Dedim. Direkt adıyla hitap edemezdim, illa ki önüne bir ek getirmeliydim ki adını söyleyebileyim. Bakışları ben de olan Yüzbaşı ise, tatmin olmuş surat ifadesiyle bana bakarken, onu parçalamak istiyordum. Bu zamana kadar hiç adıyla hitap etmemiştim. Hep rütbesiyle ona sesleniyorum, o da bana yine benim bu şekilde zorda kaldığım bir anda adımla seslenmişti, onun dışında adımı ağzına hiç almamış, hep rütbemle seslenmişti.

Lakin ben doktor bile değildim ve bu adam bana sürekli doktor diyordu! Neden sürekli doktor diyordu, anlamış değilim.

İlk günden beri ona belli bir mesafeyle yaklaşıyordum, bunu neden yaptığım hakkında bir fikrim yok. Lakin dört bir yanımı saran dürtülerim, ilk günden beri ona bu şekilde hitap etmemi söylemişti. Ben de öyle yapmıştım.

Pişman mıyım ? Tabii ki de hayır.

“ Hanımlar muhabbet etsin, biz mangal başına.” Diyen Tarık abi ayaklandı ve arkasından kuzenlerim ile birlikte, Asena dışında tüm timi alıp bahçeye çıktı. Onların gidişinin ardından, çapkın kuzenim, “ Şu esmer olan kimdi ?” diyerek bana döndü Gülfer. Hiç çekinmesi yoktu. Üstelik burada yalnız da değildik, Fadik abla, Sırma ve timin içinden biri vardı.

“ Hangisi ?” diyen Fadik abla, sanki bu muhabbeti sevmiş gibi, Gülfer’e döndü. “ Şu gözünü bize diken.” Diyerek cevap veren Gülfer’e, “ Cümali o.” Diyerek cevap verdi Fadik abla. “ Amcan duymasın, Gülfer.” Diyerek alttan alttan sırıtan Sırma ise, sanki amcamın duymasını ister gibiydi.

Amcam duyarsa, hiç şüphesiz Gülfer’in başı derde girerdi. Çünkü onu birçok kez, konuşmak istediği erkekleri dövmekten, son anda kurtarmıştık. Anlaşılan o ki, Sırma da bunu biliyordu. “ Kurbanın olayım yenge, yuva kuracağım, köstek mi olmak istiyorsun ?” diyerek cevap veren Gülfer’e, “ Senin yuva kurmaların bitmiyor ki.” Diyerek cevap verdi Sırma. Geride kalan biz üçümüz ise, muhabbetin saçmalığına yüzümüzü buruşturarak bakıyorduk.

“ Abla biz hep böyle oturacak mıyız ?” diyen Asena, hem bu saçma muhabbeti bölmüş, hem de sıkıldığını belli ederek yerinde kıpırdandı. “ Birazdan softayı kurarız kuzum.” Dedikten sonra tekrar Gülfer’e döndü. “ Bak Cümali iyi çocuktur, ama çok çapkındır.” Diyen Fadik ablayı desteklercesine, “ En son Laz bir kız topuğuna sıkmış.” Dedim. Gözleri hafif büyüyen Gülfer, “ Ben de Lazım.” Dedi, lakin aklına her ne geldiyse, gocunmadan dile döktü. “ Ben ona Lazlarısevdiririm, merak etmeyin.” Diyerek böbürlenmeye başladı.

Bu kızın, bu huyundan nefret ediyorum.

Lazlara olan korkusuna rağmen, Gülfem ve Gülfer’e resmen ağzından salya akıtarak bakan Cümali, anlaşılan o ki dersini almamış. Zira diğer kızı bilmem ama, Gülfer bunu öldürürdü. Cidden yapardı.

Bu düşünce tüylerimi ürpertirken, “ Sizin meslekleriniz nedir kızlar ?” diyen Fadik ablayla, Gülfem “ Edebiyat Öğretmeniyim.” Diyerek tebessüm etti. Gülfer ise, “ Ben de Tiyatro oyuncusuyum.” Diyerek cevap verdi. Sırma’ya dönen bakışlarla, ben de ona döndüm. Zira bende bir mesleği olup olmadığını bilmiyordum.

“ Anaokulu Öğretmeniyim, ben de.” Dedi. Gözleri parıldayan Fadik abla, “ Güzel meslekleriniz var. İkiniz yeni diğmalar yetiştiriyor, diğeriniz toplumu sahneliyorsunuz.” Gülümsemesi biraz daha büyüdüğünde, Gülfem merakla, “ Sizin mesleğiniz nedir ?” diye sordu. Bunu sormadığım aklıma geldiği için, ben de merakla Fadik ablaya baktım.

Yüzündeki tebessüm buruklaşırken, “ Hayalim Doktor olmaktı.” Dedi, daha sonra gözlerini bize çevirip, “ Babam okutmayınca da, kaldı öyle. Okuyamadım.” Dedi ve o buruklukla bize bakmaya başladı. Çok acımasızcaydı, okumak isteyen birini okutmamak. Onun hayallerinin önüne bir bariyer olmak, çok acımasızcaydı. Kızına destek olması gerekirken, ona köstek olan bir babası olduğu için şanssızmış.

Hiçbir ebeveynin çocuğu üzerinde, böyle bir baskısı olmamalıydı. Çocuğunun her daim yanında olmalı, kararlarına saygı duymalıydı. Bu iyi de olsa, kötü de olsa.

Sessizce baktık her birimiz Fadik ablaya. Onun yüzündeki burukluğu, kalbimize işleyerek baktık. Ne kadar da üzgündü. Keşke okumasına izin verselerdi. “ Artık okumak çok kolay. Eğer lise mezunuysan, Üniversite sınavına girebilirsin.” Diyerek bildiklerini sıralamaya başladı Gülfem. “ Eğer isteğin varsa, çok rahat bir şekilde okuyabileceğine eminim. Hem kolay kolay Doktor olmak isteyen de bulunmuyor.” Diyerek Fadik ablayı, daha da teşvik etmeye başladı.

“ Biliyorum da, bu yaştan sonra biraz zor.” Diyerek, umudunu yitirmiş bir vaziyette konuşmaya başladı. “ Abart istersen abla, daha yeni 34 yaşındasın !” diyerek gözlerimi belerte belerte ona baktım. “ 60 yaşındaki insanlar bile sınava giriyor, senin neyin varmış !” diyerek bize katıldığını belli eden Asena, kollarını göğsünde birleştirmiş, çatık kaşlarla Fadik ablaya bakıyordu.

“ Sen daha yola adım atmadan umudunu yitirirsen, oho. Çok işimiz var demektir.” Diyerek muhabbete dahil olan Sırma da, Fadik ablayı umutsuzluğundan vazgeçirmeye çalıştı. Bizim konuşmalarımız üzerine gaza gelen Fadik abla, “ Olur mu ki ?” dediğinde. Yüzümdeki gülümsemeyle, “ Neden olmasın ?” dedim. Bana katılırcasına diğerleri de onaylar mırıltılar çıkardığında, Fadik abla sınava girmeye hazırdı.

Bir süre daha, sınav hakkında ve neler yapması gerektiği hakkında konuştuk. Onun ardından, Gülfer’in başlatmış olduğu bol kahkahalı bir muhabbete tutulduk.

Kuzenlerimin burada işi neydi, bilmiyorum. Eğer isteselerdi, böyle bir şey yapmak yerine bana mesaj da atabilirlerdi. Evet aramışlardı, lakin aramalarına geri dönmem gerektiği hakkında attıkları mesajlar dışında, başka mesajları yoktu. Eğer ki geleceklerini bilseydim, onları kendi evime götürürdüm.

Ki zaten, büyük ihtimalle yemekten sonra öyle yapacaktım. Lakin bunların yeni gelmiş olma ihtimali çok düşük, çünkü yanlarında bavul tarzı bir şey yoktu. Belki de günlük olarak, gelmişlerdir diye düşünmek istedim. İnşallah bir günlüğüne gelmiş olurdular. Zira daha yeni onlardan kurtulmuşken, başıma bela edemezdim.

“ Oya ile en son ne zaman konuştun, abla ?” diye soran Asena, uzun zaman sonra ilk kez muhabbete katılıyordu. Sabahtan beridir, tek tük cevaplar dışında, pek bizimle muhatap olmuyordu. O, oturduğu köşesinde, kolları göğsünde bağlı, hafif çatık kaşlarıyla bir şeyler düşünüyor vaziyetteydi. Ne düşündüğünü merak etmedim, çünkü zaten bunu dile getirmişti. Adem ve ailesini düşünüyordu.

“ En son iki hafta önce konuştum. Şu birkaç gündür arıyorum, lakin bana geri dönmüyor, dediğim gibi.” Dedi ve o da rahatsızca koltuğunda arkaya yaslandı. “ Çok garip. “ diyerek çenesini sıvazlayan Asena, olaylara şüpheyle yaklaşıyordu. Oya’yı tanımadığım için, pek bir şey diyemiyordum. Lakin eşini hazzedebildiğimi zannetmiyorum. O adamla da nasıl evlenmişti, cidden merak ediyorum.

“ O konuşkan kızın bir anda suskun kalması normal değil.” Diyerek biraz daha düşündü. Bir şeylerden mi şüpheleniyordu acaba ? “ Adem Komutana da ulaşamıyoruz... Bunlar karı koca, ne yapıyorlar da bize cevap vermiyorlar ?” dediğinde, ben de biraz tedirgin olmaya başladım. Adem’i sevmezdim, lakin eşine ve karnındaki çocuğun başına gelebilecek kötü olaylar, pek de içimi rahatlatan türden düşünceler değildi.

“ En iyisi akşam tekrar uğrayayım.” Diyerek önüne dönen Asena’ya, “ Tarık bu sabah gitti. Ama yok. Belki il dışına çıkmışlardır, biraz kafa dinlemek istiyorlardır ?” Diyerek iyi düşüncelerini dile getiren Fadik abla bile, artık kendini avutuyordu. “ Adem bu topraklardan dışarı adımını atmaz. Bunu hepimiz biliyoruz abla.” Dedikten sonra, düşünceli bakışlarını duvara çevirdi Asena.

Sadece Tarık abi değil, timdeki çoğu kişi onun evine gidip kapısını çalmış, lakin hiçbirine dönmemiş. Umuyordum ki, Fadik ablanın dediği gibi il dışında kafa dinlemeye gitmişlerdir. Aksi bir durum, pek de içimi rahatlatmazdı.

“ Sofrayı kurun Hanımlar !” diyerek içeri giren Omar ile, Gülfem hızla elini eteğini düzeltti. Ne yaptığına baktığımı fark ettiğinde ise, kafasını ‘ Ne var ?’ dercesine salladı. Onun bu haline başımı iki yana sallayarak cevap verdim. İki kız kardeş, hiç ama hiç uslanmıyordu. Hadi Gülfer’i anlıyordum, o eril olan her cinse karşı çekim kuvvetiyle çalışıyordu. Lakin Gülfem, onun bir erkekle olan ilişkisini bile görmemiştim bu zamana kadar.

Şimdi Omar’ı görünce elini eteğini düzeltişi bile, bir garip gelmişti bana. Lakin çabası boşaydı. Omar’ın gözü, saçları kına rengi olan kızdan başkasını görmezdi. Çok yakında, Gülfem’de bunu öğrenecekti. Zira Omar’ın ona yüz vermeyeceğini biliyordum.

“ Haydi bakalım kızlar !” diyerek ellerini birbirine vurup ayaklandı Fadik abla. Daha sonra Sırma, Gülfem ve Gülfer’e dönüp, “ Siz oturun, biz hazırlarız. İki üç bir şey zaten.” Dedi, lakin kıçında kurt varmış gibi, yerinde oturmayan kuzenlerim, “ Biz boş durmayı hiç sevmeyiz.” Deyip ayaklandılar ve Fadik ablanın bir şey demesine izin vermeden, mutfak olduğunu bilip bilmeden salonun çıkışına doğru ilerlediler. Bu sırada ise, fısır fısır çıkan sesleri duyuldu, “ Ya kızım istemesene !” diyen Gülfem’e, “ Üstüme üstüme yürüme o zaman !” Diyerek cevap verdi Gülfer ve böyle kavga ede ede mutfağın yolunu buldular. Onların arkasından amcamın eşi, “ Her halükarda oturacağız zaten. Bari bir şeyler yapalım.” Deyip o da kızların arkasından ilerledi.

Onların gidişinin ardından, yüzümdeki mahcup gülümsemeyle, “ Kusura bakma abla, geleceklerini bilmiyordum. Bilseydim, hiç seni rahatsız etmezdim.” Dediğimde, bana kaşlarını çatıp hafif kızgın bir modda baktı. “ Fazla insan, fazla muhabbet demek. Bunun bana ne zararı olacak?” Aklına yeni gelmiş gibi, “ Üstelik telefonlarını açsaydın, gelmiş olduklarını öğrenirdin.” Diyerek azarlamayı da ihmal etmedi. Beni ve Asena’yı bırakıp mutfağa doğru ilerlediğinde, bir an için Asena ile birbirimize bakakaldık. Daha sonra hızla onların arkasından mutfağa girdik.

Zaten hazır olan mezeleri salondaki masaya yerleştirmeye başladık. Aslında dışarı kuracaktık, lakin hava buz gibi olduğu için bundan vazgeçip salona kurmuştuk. Ki zaten, etlerin o soğukta pişmesi bile mucizeydi. Bunu nasıl yaptıklarını merak ediyordum.

Herkes masadaki yerine oturduğunda, oturmaya yeri kalmayanlar, mutfaktaki masayı salona taşıdı. Bu görüntü bana çok tanıdık geldiğinde, yüzümdeki gülümsemeye mani olamadım.

Her şey hazırdı lakin içecekleri getirmeyi unutmuştuk, bu yüzden yerime oturmadan önce, “ İçecekleri alıp geleyim.” Dedim Fadik ablaya doğru ve hızla mutfağa girdim. Hazırda duran içecek ve bardakları aldığım gibi mutfaktan çıktım. Bu sırada yan tarafımda beliren siyahlıkla, bakışlarımı o tarafa çevirdim. Lakin o bedenin az daha bana çarpacak olmasıyla, tüm bardaklar devrilecekti. Neyse ki bunu fark etmiş gibi, hızla bardakları koyduğum tepsiyi tuttu.

“ Kör müsünüz acaba ?” Nasıl bir şeyse, bana az daha çarpacak olan kişi Yüzbaşıydı. Ona olan cümlemle birlikte, kaşlarını hafifçe çattı. “ Ne dedin ?” dediğinde. Bir an için yanlış bir şey mi söylediğimi düşündüm. Lakin hiç de yanlış olmadığını fark ettiğimde, “ Kör müsünüz, dedim. Az daha bana çarpacaktınız da !” diyerek cümlemi tekrar ettim. Kaşları biraz daha çatıldığında, “ Çarpmadım ama değil mi ?” diyerek tepsideki ellerini çekti ve bana bir daha bakmadan, arkasını döndüğü gibi salona geçti.

Bu adamın nesi var ?

Arkasından şaşkın şaşkın bakarken, acaba yanlış bir şey mi dedim diye iki kez düşündüm. Lakin kurduğum cümlede absürt kaçacak bir şey yoktu. Zira öfkeli de görünüyordu. Acaba öfkesi bana karşı mıydı ? Çünkü, ilk zamanlar hariç, bana böyle öfkeyle baktığını hiç görmemiştim. İçimde garip bir burukluk oluştuğunda, az evvel gülücük saçan yüzüm bir anda soldu.

Adımlarım içeriyi bulduğunda, muhabbet eşliğinde yemeklerine başlamış olduklarını gördüm. Ben de masanın dibine geçip, bardak ve içecekleri masanın üzerine bıraktım ve içecekleri doldurduktan sonra, herkese sırayla içeceğini verdim. Biraz uzağımda kalanlara ise, bir başkasına vererek o kişiye uzatmasını söyledim ve o şekilde işim bitti. Kendi içeceğimi de önüme koyup, Omar ve Amcamın eşinin arasında kalan boş sandalyeye oturdum.

Yemek başladığında ise, herkes sırayla tabağına etlerini ve mezelerden koyup, yemeye başladı. Bu sırada, Tarık abi ve timdekiler de anılarından bahsetmeye başladı. “ Önemli bir operasyondayız tamam mı, her şey tam ayaralandığı gibi, hiçbir kusur yok. Eminiz yani, operasyon başarıyla tamamlanacak.” Diyerek gülmemeye çalışarak, etinden bir dilimi ağzına attı. Meraklı yüzler Tarık abiye bakarken, olayı bilenler sövmek istercesine Azmi’ye bakıyordu.

“ Azmi bir anda demesin mi, Komutanım sıkıştım.” Gür bir kahkaha atıp, “ Operasyonun ortasındayız, adamları teker teker indiriyoruz. Ama sanki bu büyük bir dert değilmiş gibi,” Sofraya bakıp özür diledi ve, “ Azmi beyefendinin çişini tutmasını sağlamakla uğraştık.” Bir kahkaha daha attığında, masadakilerde Azmi’ye bakarak gülüyordu. “ Komutanım, ama cidden çok sıkışmıştım.” Demesiyle, bir kez daha kahkaha attık. “ Oğlum senin sıkışmadığın tek bir operasyon yok ki !” diyerek gür bir kahkaha daha attı Tarık abi. “ Adrenalinin bende ki yan etkisi de bu Komutanım. Fazla heyecan yapınca,” Tarık abinin gazabından kurtulmak adına, sofradan özür dileyip, “ Çişim geliyor.” Dedi. Onun bu masum masum anlatışına masadakiler birer kahkaha daha attı.

“ Bir keresinde tutamadı, az aha paçalardan akıtacaktı.” Diyerek gür bir kahkaha attı ve Azmi’nin ensesine vurdu Cümali. “ Lan oğlum Azmi.” Diyerek ona eşlik etti Behlül. “ Onu geçin, Bizim bombacının ilk görevini hatırlıyor musunuz ?” diyerek timdekilere baktı Omar. Hepsinin suratında o âna gitmiş gibi bir gülümseme, ardından kahkaha sesleri duyuldu. Ben olayı bildiğim için, Behlül’e sırıtarak baktım. Lakin olayı bilmeyenler, “ Ne oldu, ilk görevinde ?” diyerek merakla sordular. Tabi bu soruyu soran da, canım kuzenim Gülfer’di.

“ Bizimki ‘ Ay yapamayacağım, vay yapamayacağım, hepimiz öleceğiz, Parçalarımız bile bulunmayacak, Vatan sağ olsun Mehmetçikler !’ diyerek oturduğu yerde zırlamaya başladı.” Diyerek eliyle Behlül’ü gösterdi, Tarık abi. “ Komutanım, sanki biraz abarttınız.” Diyen Behlül'e, onun yanındaki Yüzbaşı, “ Bence abartmadı.” Dedi ve gülerek, Behlül’ün ensesine bir tane yapıştırdı. Şaka niyetine adam dövüyor, hödük.

Sanki az önce bana ters yapan o değilmiş gibi, tim arkadaşlarına gülüyordu. Hayır yani, benimle mi bir derdi vardı bu adamın ? Bir soğuk yapıyordu, bir sıcak. Ilığı bir türlü tutturamadı İskandinav Ayısı.

“ Sonra ne oldu ?” diyerek bir tane sarma attı ağzına amcam. “ Bizim Asena bunu operasyon falan dinlemeden, eşek sudan gelinceye kadar dövdü.” Yediği sarma boğazında kalmış gibi, öksürerek gülmeye başladı amcam. Masadakiler gür bir kahkaha daha attığında, ben de onlara eşlik ettim. Lakin bu görevi yapamayacağını düşünmesinin altındaki neden aklıma gelince, bakışlarım Behlül’ü buldu. Bakışları önündeki tabakta, burukça gülümsüyordu.

Ona bakmak bile yüreğimi burkarken, Tarık abi, “ O günden sonra da, imha edemediği bir bomba dahi görmedim.” Dedi gururlanarak. Tüm bakışlar Behlül’e döndüğünde, kimisi neden burukça tabağına baktığını sorguluyordu, kimisi ise ona üzülüyordu. Üzülmemek elde değildi ki...

Bakışlarını tabağından kaldırıp Tarık abiye baktı ve, “ Asena Komutanıma teşekkür etmeliyiz. O olmasa, belki de gerçekten parçalarımız bile bulunmayacaktı.” Dedi ve Asena’ya baktı. Asena ise, “ Estağfurullah. Sadece yapman gereken işi sana hatırlattım diyelim.” Dedi ve tabağına bakmaya devam etti. Behlül ise ona bakıp, burukça tebessüm etti ve önüne döndü.

Aralarında bir şey mi olmuştu ?

Birbirlerine kırgın gibi duruyorlardı. Asena ilişkilerini bir adım öne götürmüyordu, lakin bir şeyden dolayı canı sıkkınmış gibiydi. Hayır, bu Adem ile alakalı değildi. Bu, Behlül ile alakalıydı. Behlül’ün gözlerinde ise, bir hüzün, bir hazin ve bir yıpranmışlık vardı.

Asena’nın ona dönmeyişi , onu yormuştu değil mi ?

“ Bizim Laçin’i görmeniz lazım. Küçükken bir Asker sevdası vardı, o sevdayı bitirebilene aşk olsun.” Diyerek gülmeye başlayan Egit amcayla, içtiğim su boğazımda kaldı. Öksürüklerimin arasında, çatık kaşlarla amcama baktım. “ Bu da nereden çıktı amcacığım ?” dediğimde, bir sorun olduğunu anladı. Çünkü ona kolay kolay ‘ amcacığım’ demezdim.

“ Anlatsın işte, karışma.” Diyen Tarık abi’nin sesiyle bakışlarım timdekileri buldu. Yüzbaşı bana garip garip bakarken, diğerlerinin gözünde bariz bir muzırlık vardı. “ Asker sevdası dediğim, öyle askerlere âşık olan kızların ki gibi bir sevda değildi. Asker olmak istiyordu.” Bazı kaşlar usulca kalkarken, ilk atağı yapan Behlül oldu. “ Asker olsa başarılı olurdu, belli.” Dedi. Lakin daha ailem operasyonlara çıkacağımı bilmediği için, çok yanlış bir şey söylemişti. Bu da bizimkileri şüpheye düşürdü. “ O ne demek ?” diyerek şüpheyle önce Behlül’e, ardından bana baktı amcam.

Derin bir nefes alarak, çatal ve bıçağımı, tabağımın iki yanına bıraktım ve aile üyelerimin gözlerinin içine baktım. “ Operasyonlara katılacağım. Bu yüzden, timdekiler bana eğitim veriyor.” Masada bir sessizlik oluştuğunda, bunun nedenini anlamayan Behlül, “ Bizim eğitmemize gerek bile yok. Silah kullanmayı da, dövüşmeyi de gayet iyi biliyor.” İçimden Behlül’e söverken, gözlerimi usulca kapattım.

“ Bu ne demek Laçin ? Askeriye’de hemşirelik yapmayacak mıydın ?” diyen Amcamın sesi buz gibiydi. Bundandır ki, açtığım gözlerimi ona diktim. “ Eve gidince konuşalım amca.” Dedim ve önüme dönüp, içeceğimden bir yudum içtim. Bu sırada telefonu çalan Yüzbaşı, masadan kalktı ve bizden uzaklaştı.

“ Konuşacağız, Laçin.” Dedi ve önüne döndü. İçime çektiğim derin nefesle kuzenlerimle baktım. Devrim, Hamza ve Harun’un kaşları çatıkken, Amcamın eşi ve ikizler bana üzülmüş gibi bakıyordu. Ellerimi masanın altına yerleştirip yumruk yaptım. Kimsenin bana bu şekilde bakmasına, artık katlanamıyordum.

Dişlerimi sıktığım gibi, sandalyemi geri çektim ve, “ Size afiyet olsun. Eşyalarımı toparlayacağım.” Dediğimde, Tarık abi tam itiraz edecekti ki, “ Artık kendi evime geçmeliyim abi. Beni ağırladığın için teşekkürler.” Dedim ve ayaklandım.

“ Laçin-“ diyen Behlül’e dönüp tebessüm ettim. “ Sonra konuşuruz.” Dedim ve sandalyemi tam tekrar yerine koyduğumda, Yüzbaşı da salona girmişti. Arkamı dönüp gidecekken, “ Bekle doktor.” Dedi. Çatık kaşlarımla ona döndüğümde, masanın başında durup, timdekilere baktı.

“ Alay’a dönme vaktimiz geldi, Kopuk.” Dedi ve bana döndü. “ Sen de geliyorsun.” Çatık kaşlarım biraz daha çatıldığında, anlamaz bakışlarım onun üzerindeydi. Bu sırada, ne olduğunu anlayan tim, hızla masadan kalktı. “ Size afiyet olsun. Biz bu gece gelmeyeceğiz gibi duruyor.” Dedi Tarık abi ve masadan kalktığı gibi çıkışa ilerledi. Ne olduğunu anladığımda, çatık kaşlarım düzeldi. Hızla amcama dönüp, “ Komodinimin üzerinde evin anahtarı var. Eve geçin.” Dedim ve üzerimde ne olduğunu sorgulamadan, ben de hızla çıkışa gittim.

Operasyon vardı.

🇹🇷

Yeni bölümde görüşürüzz...

Bölüm : 04.01.2025 20:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...