13. Bölüm

12: Kaçınılmaz Sevda

sema
erlsema

Adem Çevik'ten...

İmtihanlar vardı hiç şüphesiz hayatımızda. Bu imtihanları geçebilirsek, yaradan tarafından en güzeliyle mükafatlandırılıyorduk. En güzeli, en iyisi oluyordu o hediye bizim için. Sonuçta yaradan dışında, kim daha iyi bilebilirdi ki bizim ne istediğimizi ?

Benim ilk hediyem, hiç şüphesiz Oya'ydı. Onu ilk gördüğümde, acılar içinde kıvranıyordu. Tek amacım, onu bu acıdan tamamen kurtarmaktı. O ağladıkça, benim yüreğim azap çekiyordu. O haykırdıkça, benim yüreğim paramparça oluyordu. Öylesine narin, öylesine zarif bir kadın ki... Tek bir art niyeti dahi yoktu. Dünya üzerinde ki, saf bir melek gibiydi. Temiz, iyi yürekli ve tezcanlı. Bir gülümsemesi vardı, sanırdınız ki cennet ayaklarınızın altına serildi. Bir konuşurdu ki, sanırdınız en iyi sanatçıdan bir parça dinliyorsunuz. Ah bir de bir sarıldı mı... İşte o zaman dünyalar sizin olurdu.

Aşka inancım yoktu Oya'dan önce. Gelip geçici bir hevesti benim için. Severdin, sıkılınca bırakırdın. Buydu benim için aşk. Lakin bu düşünceme zıt gelen biri aniden kapımı çaldı. Destursuz bir şekilde yüreğimin kapılarını aralayıp, oraya kendine taht kurduğunda, ben zaten dizlerim üzerinde emrini bekler durumdaydım.

Onu sevdim, seviyorum. Kimsesizliğime kimse olan oydu. Annem beni yüreğinden, evinden def ettikten sonra kadınlar benim için bir hiçti. Sonuçta o bir anneydi, en çok o severdi, öyle değil mi ? Bir anne bile evladını sevmiyorsa, başka biri nasıl sevsindi ?

Bundandı kadınlara karşı düşmanlığım, bundandı onları küçük düşürme çabam. Annem beni evlatlıktan ret ettiğinde, yalnızca on yedi yaşındaydım. Babam yeni ölmüştü. Bir haftası ancağı olmuştu. O ise o bir haftanın hemen ardında, elinde bir kız çocuğu ve yanında bir adamla karşıma dikilmişti.

Babamın daha kırkı çıkmamıştı.

Beni istemedi, babamın oğlu olduğum için nefret etti benden. Çünkü babam, onun istediği adam değildi. O, babam ölsün diye içten içe dua ediyordu. Beni sevmiyor, dövüyordu. ' Bir gün sever, o benim annem' diyerek kendimi avutuyordum, lakin günü geldiğinde benden de kurtulmak için evden attı.

Sevgilisi ve çocuğuyla birlikte mutlu mesut yaşadılar, lakin benim hayatımı cehenneme çevirdiler. Ne gidecek yerim vardı, ne de kalacak. Öyle kimsesiz, öyle sahipsizdim ki, çocuk aklımla gittim bir Cami'nin avlusuna. Öğleden sonra iki sularıydı. Namaz kılacaktım, kaçırmamalıydım. Eh, tabi gidecek yerimde yok. Belki orada kalırım diyerek gittim.

Bir asker, hiç unutmam üzerinde üniformasıyla Cami'nin içinde namaz kılıyordu. Sesi melekler tarafından kutsanmış gibiydi, öyleydi ki sürekli o sesi dinlemek istedim. Tabi günün sonunda Hafız olduğunu da öğrenmiştim.

Gittim yanına, usulca namazımı kıldım. O bitirdi namazını, oturdu tesbihini çekmeye başladı. Ben de bitirdim namazımı, bakışlarımı çevirdim önümdeki kıbleye.

' Nedir seni derde sokan ?' dedi. Bana mı dedi, emin olamadım. Ondan sürekli etrafıma bakıp durdum. Belki başka birine söylemiştir diye. ' Far görmüş kedi gibi ne bakıyorsun etrafa, sana diyorum.' Demişti. Önce neden bana derdimi sorduğunu anlayamamış, daha sonra sessiz kalmıştım oturduğum yerde.

' Sabaha kadar bekleyemem delikanlı. Anlat ne derdin varsa, dinlerim evelallah.' demişti. O kadar kimsesiz, o kadar sahipsizdim ki gözlerimden yaşlar akarken bir bir anlatmıştım yaşadıklarımı. O ise omuzlarımı sıvazlayıp, ' Cefasını veren Allah, sefasını da verir. İlk koşu buraya geldiysen, pes etmemişsin demektir. Yaradanın verdiği imtihandan, yaradana sığınıyorsun. Bundan güzel ne olabilir ?' Demişti. Doğru, Yaradanın verdiği imtihandan yine ona sığınmıştım. Başka gidebilecek kimsem yoktu ki, bir yaradan vardı bana her daim kucak açan.

'Kimsesiz de değilsin evelallah. Boş beleş gezmek değilse amacın, vatana hayırlı bir evlat olmak için çabala.' Demişti. Onun dediğini yaptım ve tıpkı o asker abi gibi, Vatanın izinden gittim. Onun dediği bir meslek sahibi olmamdı, okumamdı. Lakin ben tıpkı onun gibi bir Asker olduğumda, sadece üç kişiden oluşan ailem bir gün yüzlerce kişiyle doldu. O üç kişilik ailem dağıldı, lakin o yüzlerce dostum, kardeşim benden hiç ayrılmadı.

Askerlik ben de başka bir sevdaydı. Oya'ya olan sevdam neyse, Vatana olan aşkım bin katıydı. Kimim kimsem yokken, Vatanımın topraklarında huzur buldum. Her bir leşi indirirken, ' Şükür.' diyerek dua ettim.

Hayatıma giren tek kadın Oya idi. Lakin hiç çıkmayanda yine oydu. Çıkmasını da istemiyorum. Annemin bana veremediği sevgiyi, o kadında bulmak... Ona tüm kalbimle âşık olmam... Ah, öyle güzel bir duygu ki, bunu hiçbir kelimeyle telaffuz edemem. Öylesine derin, öylesine hisli bir şey ki... Onun saçının tek teline gram zarar gelse, dünyaları yakarım.

Yaptılar da, benim sevdiğime elini kaldırdılar. Benim dokunmaya kıyamadığım, gözümden sakındığım kadına öyle işkenceler ettiler ki orada bağırmak ve ağlamak dışında bir şey yapamıyor oluşum kanıma dokundu. Lakin şimdi, her ne kadar geç olsa da o piçlerden karım ve çocuğumun intikamını alacağım.

Kendim için değil, onlar için.

Önce karımı kaçırdılar. Ardından bana onun videosunu gösterip, ' Gelmezsen ölecek' dediler. Ne yapabilirdim ki. Tek isteğim karım ve çocuğumun yaşamasıydı. Onların bir gün daha fazla yaşaması için canımı vermeye razıyım.

Pişmanlıklarım da vardı. Asena'nın timde olduğunu öğrendiğimde, ister istemez onu küçük düşürme derdine düşmüştüm. Yapmaya çalışmıştım da. Lakin Asena bana öyle bir cevap vermişti ki beni susturmuştu. Onu bir kardeş olarak saymış, korumuş ve kollamıştım. Günün birinde Laçin gelmişti Askeriye'ye. Hemşireydi. İşini yapar, gider dedim. Beni alakadar etmez dedim. İyi kızdı, hakkını yiyemem. Biz görevden döndüğümüz an yanımıza koşmuş, yaramız var mı diye kontrol etmişti. O an istemesem de ona bir sempati de bulunmuştum. Lakin kadınlara karşı olan öfkem öyle yerindeydi ki, onu kırmadan edemedim.

Karım dışında her biri, birer mahlukattı benim için.

Laçin'i kırdım, onun cevabı beni görevimden uzun süre uzaklaştırmak oldu. Bunu öğrendim, ona asla söylememem gereken şeyler söyledim, beni yumruklayarak öldürmeye çalıştı. Hak etmiştim, bunu inkâr edemem. Sadece Laçin değil, Alperen'e de söylemiştim o kelimeleri. Bunu nasıl yapmıştım, bilmiyorum. Hiç bu kadar ileri gitmemiştim... Belki de kendi acımı onlara vurmak istedim, çünkü zaten bir yetim olduklarını biliyordum.

Lakin Laçin beni o kadar şaşırttı ki, bana olan intikamını, nefretini bir kenara attı ve yanımda durdu. Önce benim alamadığım intikamı aldı, daha sonra çocuğumu doğurttu. Onun yüreğinin derinlerde, saf bir merhamet olduğunu anlamıştım. O da, tıpkı Asena gibi bundan sonra benim bir kardeşimdi. Kendimi ona affettirmek için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Hem de ne gerekiyorsa.

" Orospu evladı seni !" Yumruğumu karşımdaki piçe bir kez daha geçirdiğimde, yediği darbeyle bayıldı kodumun piçi. Bakışlarım diğerine döndüğünde, yüzümdeki sırıtışla geriye kalana baktım. " Sıra sen de piç." Deyip tıpkı diğerleri gibi onu bayıltırcasına dövmeye başladım. Kimse, neden bunu yaptığımı sorgulamadı.

Sağ olsun Yüzbaşı da beni kırmamış, kameraları kapattırmıştı. Bu sayede rahatça bu piçleri dövebiliyordum. Amacım intikam değildi, karıma ve çocuğuma yaşatılanları onlara yaşatmaktı.

Oya ve Arya Laçin için her şeyi yaparım. Buna canımı vermekte dahil.

Laçin Sağdıç'tan...

Hayatım boyunca iki şeye inandım. Biri hiç şüphesiz ölümdü. Zira hepimizin bir gün tadacağı bir şeydi ölüm. İstesek de kaçamazdık bu gerçekten. Bir diğeri ise Sevda. Beni henüz bulmasa da, bir yerlerde yaşadığını biliyordum. Bana göre Aşk diye bir şey yoktu, Sevda vardı. Aşk, her bir insanın hoşlantısı ve taze duygularıydı benim için. Lakin Sevda... İşte o meret... Kitaplarda okunulduğundan, dizi ve filmlerde izlenildiğinden daha fazlasıydı bana göre.

Henüz tatmamıştım Sevda denen mereti, lakin hissediyordum. Sevda öyle bir şey ki sarhoş olmasan da sarhoş gibi gezersin etrafta. Hep gülersin, sürekli içinde vuku bulan heyecanı dışarı atmak istersin. Bir kerecik onun ellerine dokunmak istersin. Herkesten sakınmak, onu korumak istersin. Sevda bu benim için. Aşktan daha cazip, daha fevkalede. Zira günümüzde aşk birçok kişiyi temsil ederken, Sevda hâlâ bir kişiyi temsil ediyor...

Gözlerim karşımdaki adamda duruyordu. Ona karşı bir ilgim var mıydı, bilmiyorum. Lakin ona karşı arzum vardı, biliyorum. Gözleriyle her bir zerremi izliyordu. Özellikle gözlerime bakıyordu. Sanki bir şey bulmak ister gibiydi. Lakin istediği şeyi gözlerimde bulamazdı, her ne istiyorsa.

Elimdeki kazağı katlayıp dolaba koydum ve kapağını kapatıp ona döndüm. " Bir şeye mi ihtiyacınız var ?" Diyerek ona sordum. Yaklaşık bir saat önce Alay'a geri dönmüştük. Çoğumuz banyolara dağılırken, Adem ve Yüzbaşı ortadan kaybolmuştu. Şimdi ise bir anda, kapımı dahi çalmadan içeri girmişti.

Bana neden öyle baktığını anlayabiliyordum, Operasyonda yaşadıklarımız pek de normal şeyler değildi. Fazla samimi olmuştuk.

" Kolun ne durumda ?" Dediğinde güldüm ve, " Merak etme yürüyebiliyorum." Dedim atıfta bulunarak. Gözlerinde birkaç parıltı gördüğümde, yüzündeki gülümsemeyle bana doğru gelmeye başladı. Sanırım onunla, sizli konuşmadığım için mutlu olmuştu.

Tam karşıma geldiğinde, yukarıdan bana baktı. Bir doksanı geçik boyuyla bana üstten üstten bakması biraz sinirlerimi bozsa da sakin kaldım. " Pansuman yaptın mı ?" Dediğinde, bir an için öylece kaldım. Koluma ne dikiş atmıştım ne de pansuman. Buraya geldiğim gibi ağrı kesici içtiğim için, banyoya girdiğimde pek acısını hissetmemiştim.

" Birazdan yapacağım." Dedim ve ondan uzaklaşarak, ecza dolabına ilerledim ve malzemeleri hazırlamaya başladım. Elime aldığım malzemelerle, Yüzbaşı'yı görmezden gelerek yatağa oturdum ve üzerimdeki kazağı çıkardım. Altımda kısa kollu body olduğu için kazağımı çıkartmayı sorun etmemiştim. Göz ucuyla Yüzbaşı'ya baktığımda, kafasını başka yöne çevirmiş olduğunu gördüm. Sanki sütyenimi dikizleyen o değilmiş gibi başını çevirmesi bana tebessüm ettirirken, " Merak etme, soyunmadım." Diyerek güldüm.

Göz ucuyla bana bakıp giyinik olduğuma emin olduğunda, derin bir nefes alarak adımlarını bana yöneltti. Ben de kısa kollunun kolunu omuzlarıma doğru katlayıp, yarayı iyice açığa çıkardım. Ne yaptığımı dikkatle izleyen Yüzbaşı, yatağın diğer ucuna, hemen yanıma oturdu. Dikkatli gözlerle koluma bakıp, " Kendin yapabilecek misin ?" Diye sordu. Yaraya baktığımda biraz geride kaldığı için, büyük ihtimalle dikiş atamayacaktım. Bu yüzden utana sıkıla, " Hastaneye gitsem iyi olacak." Dedim ve nefesimi verdim. Deli gibi uykum vardı lakin bu yaranın mikrop kapmasına izin veremezdim.

" Ben yaparım." Diyen Yüzbaşı'ya baktığımda, kararlı gözlerle bana bakıyordu. " Tecrübeniz var mı ?" Diyerek ona gözlerimi kısarak baktığımda, " Operasyonlarda her zaman yanımızda bir doktor bulunmuyor, kendi yaralarımıza dikiş tutmayı öğrenmek durumunda kaldık." Dedi ve koluma baktı. Daha sonra benim bir şey dememe izin vermeden, omuzlarımdan tutup beni hafifçe sola doğru çevirdi ve yarama baktı.

Askerler'in öyle her zaman yaralarına bakacak zamanları olmuyordu. Kimi zaman öyle kan kaybediyorlardı ki geç müdahale yüzünden onları kurtarmak güçleşiyordu. Destan Tim'indekiler benim hemşire olduğumu bildiği için operasyon sırasında yara aldıklarında direkt yanıma gelip dikiş attırırlardı. Ben de onlara dikiş tutardım. Çünkü olması gereken buydu. Lakin Kopuk timinde ne bir hemşire, ne de bu işten anlayan biri vardı. Bundandır ki kendi kendilerine öğrenmişlerdi, yaralarına dikiş tutmayı. Lakin artık ben vardım, onların her bir yarasına dikiş tutacak, canlarını korumak için her şeyi yapacaktım.

" Ağrıyor mu ?" Diye sorduktan sonra bana baktı. Usulca başımı iki yana salladığımda, bakışlarını tekrar koluma çevirdi. Daha sonra benim getirdiğim malzemelerden tentürdiyotu pamuğa döktü ve koluma sürmeye başladı. Tentürdiyot yaraya değdiği gibi acıyla inledim. Hızla pamuğu yaradan çekip, " Özür dilerim." Dedi ve endişeli gözlerle bana baktı. Bu hâline tebessüm etmeden duramadım. " Sorun değil, devam et lütfen." Dedim ve ona baktım. Bir süre daha gözlerime baktıktan sonra gözlerini tekrar yaraya çevirdi ve pamuğu yaraya sürdü.

Dişlerimi sıkarak haykırışlarımı susturdum ve o işini bitirene kadar gıkımı çıkarmadım. Yarayı temizledikten sonra pamuğu kenara bıraktı ve dikiş için gerekli eşyaları eline aldı. Şöyle bir yüzüme baktığında, alnım terden sırılsıklam olmuştu. Kenardaki mendillerden birini eline aldı ve bana sorma gereği duymadan, alnımdaki terleri sildi. Bu hareketiyle yüreğim hızla çarpmaya başladığında, o çarpıntının sesini duyacak diye çok korktum. Zira o kadar yakınımdaydı ki yüreğimin sesini duysa şaşırmam.

Elindeki bezi kenara koydu ve iğneyi koluma götürüp yavaşça dikmeye başladı. Dişlerimi öyle bir sıkıyordum ki her an kırılabilirlerdi. Zira acıdan dört köşe kıvranıyordum. Bir an önce şu iş bitsindi de rahata erseydim. " Birazdan bitecek." Deyip, boşta kalan elini elimin üzerine koydu ve okşadı. Bu yaptığına hiçbir şey diyemedim. Sessiz çığlıklarımın arasından dikişi bitirmesini bekledim. Nihayet işi bittiğinde iğneyi de yerine bırakıp bana döndü. Tekrardan alnımdaki terleri sildi ve gözlerime bakmaya devam etti.

Ben de ona bakakaldığım sırada usulca üzerime doğru eğildi. Bu yaptığını anlamazken, kendimi hafifçe geri ittim. Lakin elimin üzerindeki eliyle, elimi avuçları arasına aldı ve beni kendine çekti. Şaşkın şaşkın ona bakarken, " Ne yapı-" konuşmama izin vermeden, diğer elini dudaklarıma kapattı.

" Sadece beni dinle." Dedi ve elini dudaklarımdan çekti. Şaşkın şaşkın ona bakarken, o ise derin bir nefesi içine çekip yutkundu ve, " Sevda nedir bilir misin ?" Diyerek sorduğunda, anlamazca ona baktım. O ise devam etti, " Hiç tükenmeyen sevgi." Dedi ve gözlerime baktı. Dudaklarında birer tebessüm oluştuğunda, bir an olsun gözlerimden ayırmadı harelerini. " Ben 8 yaşımdan evvel bu gözlere vurgunum." Dedi. Kaşlarım çatılırken, ne dediğini anlayamıyordum.

" Senin Gece Okyanusu harelerin, tam yirmi iki senedir yüreğimde taht kurmuş." Elini dudaklarımdan çekti. Bu dedikleriyle kalbimin atışları giderek artarken, Yüzbaşı'nın dediği hiçbir şey aklıma ulaşmıyordu. Kulaklarım duyuyordu, lakin algılayamıyordum. " Sana ezelden sevdalayım." Dedikten sonra üzerime doğru eğildi. Artık gözlerime o kadar yakından bakıyordu ki, o kızıl kahve harelere bakmak yüreğimdeki vurgunu daha da arttırdı. Önce burnunun ucu burnuma değdiği. Daha sonra dudaklarını dudağıma sürttü. Bu yaptığı şeyle içimde harlanan ateş giderek arttı ve boynumdan yüzüme doğru yayılmaya başladı.

" Sen-" dememe izin vermeden bir kez daha dudaklarını dudaklarıma sürttü ve gözlerini kapatıp, " Bana izin ver." Dedi. Ne dediğinin ya da ne yaptığının farkında değildi. Bu yüzden hızla onun yanından ayrıldım ve en uzaktaki ecza dolabının yanına doğru ilerledim. " Buradan çıkın." Dedim sakin bir şekilde. Önce yatakta bıraktığım boşluğa baktı. Daha sonra gözlerini bana çevirdi ve bir süre baktı. Heyecandan dolayı hızla inip kalkan göğsüm, titreyen ellerim ve yüzümdeki kızarıklarla pek iyi görünmüyordum. Daha da bakmadı ve ayağa kalkıp odadan çıktı.

Onun arkasından gözlerim hafif açılmış bir şekilde, bir elim göğsümde öylece kalakalmıştım. Ne dediğinin ya da nasıl bir davranışta bulunduğunun farkında değildi. Resmen beni öpecekti !

Nefeslerimi düzene sokmak adına, yavaşça nefes alıp vermeye başladığımda, bir anda revirin kapısı o kadar hızlı açıldı ki kendimi ecza dolabına yapışmış vaziyette buldum. İçeri destursuzca giren Yüzbaşı, kaşları hafif çatık bir şekilde üzerime doğru yürüdiğünde, kocaman açılmış gözlerimle ona baktım.

Beşinci adımında yanımda olan adam, bir saniye bile beklemeden beni belimden tutup kendine yasladı. Şaşkınca ona bakakaldığım sırada üzerime doğru eğildi. Başımı diğer tarafa çevirdiğimde, " Bu kadar mı sevilmeye layık değilim ?" Diyerek sordu. Bu dediği anlamsız bir şekilde yüreğimi paramparça ederken, bakışlarımı gözlerine çevirdim. Bana o kadar hüzünlü, o kadar kederli ve bir o kadar da sevgiyle bakıyordu ki, yüreğimde can bulan duyguyu inkâr ettim.

" Sevsene beni." Aniden söylediği şeyle şaşkınca ona bakarken, yüreğim daha hızlı atmaya başladı. Nefes alışverişlerim yüzünden göğsüm hızla inip kalkarken, her seferinde onun göğsüne sürtüyordu. Bu konum bana pek iyi gelmezken, " Ne dediğinin farkında değilsin." Dediğimde, bana muhtaçlıkla bakıp, " Benim sana olan sevdam gibi sen de sevsene beni." Dedi. İçimdeki harlanan ateşe daha fazla katlanamayan vücudum, hafifçe ürperdi.

Bana, beni sevdiğini söylüyordu.

Bakışlarımı gözlerinden çekip kısa bir anlığına dudaklarına kaydırdığımda, bu ânımı fırsat bilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Kocaman açılmış gözlerimle yüzüne bakakaldığım sırada yavaşça dudağımı öpmeye başladı.

Bu adam. Ne. Yapıyor. Böyle.

Bel boşluğuma yerleştirdiği elini destekleyip beni biraz daha kendine çektiğinde, sendelemek üzereyken ellerimi omuzlarına koydum. O ise dilini dudaklarıma değdirdiğinde, istemsizce inledim. İçimdeki hara daha fazla dayanamayıp dudaklarımı araladığımda, dilini ağzıma doğru itti. Beni o kadar sert öpmeye başlamıştı ki onun yanında çok tecrübesiz kalıyordum. Dudaklarımla ağzımın içine ittiği dilini alıp emmeye başladığımda, inleyerek beni kendine bastırdı. Hızla dilini dudaklarımın arsından kurtarıp dudaklarımı öpmeye devam etti.

Beni o kadar vahşice öpüyordu ki, onu arzulamadan edemiyordum. Zira bacak aram zonklamaya başlamıştı.

Titreyen vücudumu daha fazla taşıyamayacak duruma geldiğimde, kollarımı boynuna doladım ve kafamı hafif sağa doğru çevirerek onu öpmeye devam ettim. Dilimi onun dudaklarında gezdirdiğimde, inleyerek kendini bana bastırdı. " Tuğrul." Diyerek inlediğimde, bir anda beni kalçamdan tutarak havaya kaldırdı ve ecza dolabına yasladı. Bacaklarımı beline dolarken, öpüşüne aynı hızda karşılık verdim. Elleri kalçalarımı okşarken, dilini dilime değdirdi. İnleyerek dişlerimle dilini ısırdığımda beni ecza dolabına bir kez daha çarptı. Ecza dolabının içinden gelen kırılma seslerini duysak da, ikimizde bunu umursamayıp öpüşmeye devam ettik.

Ellerimi ensesine götürüp, kısa olan saçlarında parmaklarımı sertçe gezdirdim. Onu kendime doğru çekip bastırdığımda, inleyerek dudaklarıma dişlerini geçirdi. Sırtımı bir kez daha ecza dolabına sertçe yasladığında, inleyerek dudağını kanatırcasına ısırdım. Tam da tahmin ettiğim gibi dilime kanın metalik tadı ulaştığında, bu bile bizi durdurmadı. Nefes almak ne demek, onu bile bilmezken dudaklarımızın birbiriyle dans etmesine izin verdik. Tuğrul'un bir eli kalçamı sertçe sıktığında, inleyerek kendimi ona bastırdım. İçimdeki alevler harlanırken, o da pek iyi durumda değildi. Zira bacaklarımın arasında hissettiğim varlığı, çıplak olsaydık neler yapardı, tahmin bile edemiyorum...

Nefes almak adına benden ayrıldığında, gözlerini açıp gözlerime baktı. İkimizinde göğüs kafesi anın heyecanıyla çarparken, gözlerimizde arzu vardı, şehvet vardı. Bir kez daha dudaklarını dudaklarıma bastırdı lakin bu sefer öpüşü fazla uzun sürmedi. Son kez dudaklarıma bir öpücük kondurup geri çekildiğinde, gözlerindeki mutluluk ve heyecanı gördüm. Beni yavaşça yere bıraktığında, hızla çarpan göğsümü sakinleştirmek adına çabalıyordum.

Ben ne yaptım böyle ?

Bakışlarımı onun dudaklarına çevirdiğimde, gerçekten kanamış olduklarını gördüm. Gözlerine baktığımda, bariz bir eğlencenin kırıntıları vardı gözlerinde. Şaşkın şaşkın ona bakarken, " Beni öptün." Dedim mayışmış bir ses tonuyla. O ise dudaklarındaki tebessümle, " Seni öptüm." Dedi. Ve üzerime eğilip bu sefer yanağımdan öptü. Olduğum yerde şaşkınca kalakalırken, " Çok yanlış." Dedim hipnoz olmuş bir şekilde. Hızla onu kendimden uzaklaştırmak adına ittiğimde, kendim de bir adım kenara kaydım. Benim kenara kaymamla ecza dolabının kapağı açıldı ve içindeki her şey yeri boyladı.

Onları biz kırmıştık, değil mi ?

İlaçların nasıl kırıldığı aklıma geldiğinde, sanki mümkünmüş gibi yüzüm biraz daha kızardı. Bakışlarımı başka tarafa çevirip, " Bu çok yanlıştı, Yüzbaşı." Dedim. Gerçekten, bu yaptığımız çok yanlıştı. Bana doğru adım attığını hissettiğimde, kafamı kaldırıp ona baktım. " Gelme." Dedim. Yüreğim aksini iddia ederken. " Yaptığımız şey yaşanmamalıydı." Dedim yutkunarak. Kaşlarını çatıp bana baktı. " Yaşanması gerekmeyen hiçbir şey, yaşanmaz." Dedi ve bana doğru bir adım atıp elimi tuttu. Bu yaptığına şaşkınca bakarken, " Seni öpnem gerekiyordu, öptüm." Dedi ve gözlerimin en içine baktı, " Bana karşılık vermen gerekiyordu, karşılık verdin." Dedi. Yutkunarak ona bakakaldığımda, " Yaşanmaması gereken hiçbir şey yaşanmadı." Dedi ve bana bakmaya devam etti.

" Seni seviyorum ve seveceğim." Dedi. Yutkunuşum giderek derinleşirken, yüreğim çarpıntıyla atmaya devam etti. Kulağıma doğru eğilip, " Seni karım yapana kadar da durmayacağım." Dedi ve kulak mememin hemen altını öpüp geri çekildi. Hiçbir şey yapamadan orada öylece kalakaldığımda, kenarda duran cam parçalarına bakıp güldü ve, " Dudaklarımıza sağlık." Dedi. Şaşkın şaşkın ona bakarken, bu adamın deli olabileceğini düşünüyordum.

Bakışları tekrar gözlerimde durduğunda, " İyi geceler, Gece Okyanusu." Dedi ve yanımdan geçip gitti. Kapının açılıp kapanma sesini duymama rağmen hipnoz olmuş vaziyette onun bıraktığı boşluğa bakıyordum.

Aniden yaşanan her şey bir tokat gibi zihnime çarptığında, " Ebesinin Nikahı !" Diye bağırarak odanın içinde tur atmaya başladım. " Karım yapacağım dedi lan !" Diyerek haykırdığımda, yüreğim vurguna dönmüştü. " Hassiktir, beni öptü !" Diyerek tekrar haykırdığımda kendime bir tane tokat attım. " Aptal Laçin. Gerizekalı Laçin. Nasıl karşılık verirsin salak !" Diye haykırarak kendi kendimi dövmeye başladım.

Hiç iyi değilim, hem de hiç.

Bakışlarım tekrardan yerde duran cam parçalarıyla beraber diğer hap kutuları ve benzerlerini bulduğunda, içimde tekrar yer edinen alevlerle yutkundum. Hızla kenarda duran süpürge ile hepsini süpürüp çöpe attım. Onları daha fazla görmemeliydim. Lakin lanet olsun ki onların yokluğu bile içimdeki harı dindirmemişti!

Hava almam gerekiyordu, yoksa asla iyi olamayacaktım. Hızla kapıya gidip açtığım gibi adımlarımı dışarı doğru attım. Dışarı çıktığım ilk anda buz gibi hava suratıma çarptığında, bir kez daha gerçekler suratıma çarptı. Tam her zamanki bankıma doğru ilerleyecektim ki duyduğum seslerle olduğum yerde kalakaldım.

" Hiç mi sevmiyorsun ?" Bunu söyleyen Behlül'dü. Sesindeki hayal kırıklığını, onu görmesem de duyabiliyordum. " Hiç sevmiyorum." Diyen Asena'nın sesi ise buz gibiydi. Ona karşı ne bir acıma ne de merhamet göstermişti. Direkt suratına, acımasız bir cevap vermişti. Zira ne çok yanmıştır Behlül'ün canı... Sevdiği kadın ona, ' seni sevmiyorum' diyordu. Nasıl yanmasındı canı...

Duvarın köşesinden çıkan bedenle, bakışlarım oraya döndü. Asena sol gözünden damlayan bir yaşla, beni görmeden çekip gitti. Onun arkasından baktığımda, anlayamıyordum. Madem Behlül'ü sevmiyordu, o zaman neden o minik damla düşmüştü gözünden?

Asena; ya duygularından kaçıyordu ya da kimseye gönül bağlamak istemiyordu. Ya da kim bilir, belki de bir travma vardır altında kimsenin bilmediği. İçime çektiğim nefesle birlikte, Asena'nın çıktığı köşeye doğru ilerledim ve oraya gittim. Gözlerim duvara yaslanarak oturmuş Behlül'ü gördüğünde, içimde ona karşı bir hüzün belirdi. Zira ben de Asena gibiydim. Tek farkla Asena buz gibiydi. Ben ise sürekli bahane üretiyordum, Tuğrul'un benden uzaklaşması için.

Her ne kadar itiraf etmek istemesem de, içimdeki duyguların tek sebebi, yalnızca arzu değildi. Hiç şüphesiz Tuğrul'u seviyordum. O beni öptüğünde, ona karşılık vermek istemiyordum. Lakin yüreğimdeki ağrı öyle bir artmış, bedenimi öyle bir kavurmuştu ki kendimi ona karşılık verirken bulmuştum. İstemeseydim, onu kendimden uzaklaştırabilirdim. Lakin ben onu istiyordum. Her ne kadar inkâr etsem de, onun sevgisini istiyordum. Lakin yapamazdım. Olmazdı işte.

Kendi derdimi bir kenara bırakıp, tıpkı Behlül gibi çöktüm yere, yasladım sırtımı buz gibi duvara, kaldırdım kafamı baktım göğe. Yüzümdeki tebessümle baktım. Yanına oturduğum için Behlül'ün bakışları bana dönmüştü, bunu hareketlenen vücudundan anlayabiliyordum.

" Duydun mu ?" Yüzümdeki tebessümle gökyüzüne bakıp, " Bazen sadece kaçmak gerekir." Dedim ve derin bir nefesi içime çektim. " Seversin Behlül." Bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seversin." Yüzümdeki tebessümle ona baktım. " Lakin bazen o sevdadan kaçmak gerekir. Seni üzeceğini, zarar vereceğini biliyorsan, hissediyorsan... O sevgiden kaçmalısın." Dedim ve bakışlarımı tekrar gökyüzüne çevirdim.

Biliyorum, bir gün çok büyük bir hayal kırıklığına uğrayacağım. Bunun yaşanmaması için de Tuğrul'dan kaçacağım, kaçabildiğim kadar...

" Yazık lan bize." Diyen Behlül, kafasını duvara yaslayarak güldü. " İmkânsızı sevmek bu olsa gerek." Dedi dudaklarındaki tebessüm silinirken. " Yalnız olmadığımı bilmek güzel, Laçin." Bakışlarını bana çevirdiğinde, ben de kafamı ona çevirip gözlerine baktım. " Lakin insan, bir kere sevsin istiyor." Diyerek yutkunduğunda ben de yutkundum.

' Sevsene beni.' Diyen Tuğrul'un cümlesi kulaklarımda çınladığında, Behlül'ün yaşadığını ona yaşattığımı anladım...

" Depresyona mı gireceksin, Asker güzeli ?" Alay edercesine gülüp, bu tuhaf ortamı dağıtmaya çalıştım. En azından duygularımızdan kaçınmayı öğrenmeliydik. " Asker güzeli mi ?" Diyerek gülen Behlül, ona dediğim şeyi anlamamış gibiydi. Ben de güldüm ve " Aramızda kalsın, timdeki en yakışıklı sensin." Diyerek göz kırptığımda, gür bir kahkaha attı. Aslında bana göre en karizmatik olan kişi başkasıydı ama olsun...

Bir anda ayaklanan Behlül bana elini uzattığında, hiç düşünmeden uzattığı elini tuttum ve ayaklandım. İster istemez Behlül'e karşı içimde bir kardeş sıcaklığı oluşmuştu. Onu her ne kadar kendimden uzaklaştırmak istesem de, benim erkek kardeşim gibiydi. Bundandır ki, ona karşı ister istemez daha yakın oluyordum. Aklıma Omar geldiğinde, istemsizce yüzüm düştü. Onunla o kadar birbirimizden kopmuştuk ki istesek de eskisi gibi olamıyorduk. Zira onunla doğru dürüst muhabbet bile edemiyordum...

Onunla konuşmayı kafamın bir yerlerine not ettikten sonra Behlül'ün elini bıraktım. " Beni takip et." Diyerek önden ilerlemeye başladığında, ne yapacağını merak ederek peşinden gittim. Yukarı çıkan merdivenlerin önüne geldiğimizde beni durdurdu ve, " Sen beni burada bekle, geleceğim." Dedi ve üst kattaki yatakhane ve Banyonun olduğu bölüme gitti. Dediği gibi sessizce durduğum yerde onu bekliyordum. Gece olduğu için pek kimse yoktu Alay'da. Sadece nöbetteki askerler vardı.

Çok değil yaklaşık altı, yedi dakika sonra Behlül kapüşonun içine sakladığı bir şeyle yanıma doğru geldiğinde ona baktım. Bu sırada etrafa da dikkatle bakıyordu. Yanıma geldiği gibi, " Hızlı ol, revire gidiyoruz." Dediğinde, sanki arkamızda adamlar varmış gibi hızlı yürüyüşüne eşlik ederek revire doğru ilerledik. Revire geldiğimiz anda içeri girdi ve kapıyı kapatıp, kapüşonunun içine sakladığı şişeyi çıkarıp havada salladı, " Ta ta !" Diyerek güldüğünde, gözlerimi kocaman açarak ona baktım.

" Yok artık !" Dediğimde tedirgince etrafa bakınıyordum. Evet, bunu revirde olmama rağmen yapıyordum. Çünkü Behlül'ün getirdiği şişe, şarap şişesiydi !

Üstelik bunu Askeriye sınırlarından içeri almıştı, yakalanırsak ikimizde biterdik !

" Yok et onu." Diyerek şişeyi parmağımla gösterdiğimde, bir bana bir şişeye baktı. " Neden ?" Bir de sormuyor muydu, tam çıldırmalık !

" Behlül onu acilen yok et, yoksa ikimizin de belasını sevdireceksin." Dediğimde elini ' boşver ' dercesine salladı. Bu rahatlığına şaşkın şaşkın bakarken, " İlk değil bu. Daha önce de içtim, yakalanmadım. Yine yakalanmam merak etme." Dedi ve yatağa doğru ilerleyip oturdu. Ona şaşkın şaşkın baktığımda, " Rahat ol be cano !" Dediğinde yüzümü buruşturarak ona baktım. Cano dedi bana, şaka gibi.

" Bardak falan yok mu beya." Diyerek etrafa bakındığında, onun Trakyalı olduğunu bir kez daha hatırladım. " Yok bardak falan gaybana!" Dedim ve kollarımı göğsümde bağladım. " Abe mare, sen hiç eğlenmek nedir bilmiin." Dedi ve ayağa kalkıp masanın üzerindeki karton bardaklardan iki tane alıp yatağın üzerine koydu. " Gel iç bakam bir bardak. Kafa olcak bin beş yüz." Ağzına gere gere konuşması istemsizce beni güldürürken, adımlarım da onun yanını buldu.

Bir bardaktan en fazla ne olabilirdi ki ?

Yatağa oturduğumda, doldurduğu içkilerden birini bana uzattı. Bardağı elime alıp yudumladığımda, şarabın tadıyla yüzümü buruşturdum. Karton bardakta şarap içtiğimize inanamıyorum! Tadı da bok gibiydi, kimse denememeliydi.

Ben daha birinci bardağımdan ilk yudumu içerken, Behlül ikinci bardağını doldurup içmeye başladı. Karton bardakta içmeye alışmıştı sanırım.

" Yavaş ol, çarpacak." Diyerek bir yudum daha aldım içkimden. Beni umursamayan Behlül, içkiyi shot yaptı. Başımı iki yana sallayarak ona baktım. Umarım sarhoş olmazdı.

1 Saat Sonra

" Çek bebeksi tenimi çek,

Ordan çek, burdan çek

Dostum düşmanım görsün çek."

Behlül ortada roman havası oynarken, kıkırdayarak onun yanına gittim ve saçma sapan hareketler yaparak ben de oynamaya başladım.

" Kralı çek, kraliçeyi çek

Görünce hepsi de dertlenecek !" Diyerek olmayan göbeğini indirip kaldırdığında kıkırdayarak etrafımda dönmeye başladım. Etrafta çok güzel kelebekler vardı. Kırmızı ve maviydi renkleri. Kollarımı iki yana açarak onların etrafında döndüm. Dönmeye devam ederken, bana çarpan Behlül yüzünden göt üstü yere düştüm. Hızla gözlerim dolarken, " Beni düşüğdün apptall." Dedim bazı harfleri yutup uzatırken.

Etrafında deli gibi gülüp göbek atan Behlül, bana bakıp güldü ve " Gız napıp durun yerde beya." Diyerek kahkaha attığında, yerde ne yaptığımı bilmiyordum. Sanki biri beni itmişti, acaba kendim mi düşmüştüm ? Umursamadan sırtımı yere yasladım ve havadaki kelebeklere bakıp gülmeye başladım.

" Çokk gözelsiğiz." Diyerek kıkırdadığımda ayağıma bir şeyin basmasıyla çığlık atarak ayaklandım. Ayağıma basan Behlül'ün kısa saçından tutup, " Cağnım acıdıı apptaal." Diyerek ağlamaya başladım. Bu halime şaşıran Behlül, " Dur ağlama." Dedi, daha sonra aklına bir şey gelmiş olmalı ki, sağ elini havaya kaldırıp işaret parmağını yukarı kaldırdı. " Bekle gelcem." Dedi ve paytak adımlarla odadan çıktı. Onun ardından bakmayarak etrafımda dönmeye devam ettim.

Kelebekler çok güzeldi.

Acaba nereden gelmişti bu kelebekler ? Renkleri çok güzeldi, kanatları çok güzeldi. Keşke ben de onlar gibi güzel olsaydım. Çirkin miydim ben ? Çok mu çirkindim, bundan mı bana sırtını dönmüştü dostlarım ?

Bu düşüncemle gözlerim dolarken, hızla yere çöküp ağlamaya başladım. Hiç mi sevmemişlerdi beni ? Ben onların kardeşi değil miydim? Neden inanmamışlardı bana? Çok mu çirkindim, bu yüzden mi hepsi beni bırakıp gitti.

" Neden Hakan, neden !" Diyerek ağlamaya devam ettiğimde, ne dediğimin farkında değildim.

Bir anda kapının açılmasıyla bakışlarım oraya döndü. Behlül, kolunun altına aldığı bir el boyutundaki hopörlerle içeri girdi. Yüzündeki sırıtma devam ederken, " Ağlamak yok!" Dedi ve telefonunu eline aldı. Lakin net göremediği için telefon yeri boyladı. Yere eğilip telefonu bulmaya çalıştı. Bulduğundaysa, gözlerini ova ova bir yerlere girdi ve bana baktı. Yüzünde kocaman gülümsemeyle, " Gel." Dedi.

Hiç sorgulamadan ayağa kalktım ve zorlukla ayakta duran Behlül'ün yanına gittim. Kolumu tutup koluna geçirdiğinde, ona ayak uydurarak revirden çıktım. " Düşüyoom." Diyerek yere doğru eğilmeye başladığımda, Behlül kolumdan tutup beni kaldırdı. " Düşmek yok mare, oynayacaz." Dedi ve beni üst kata çıkan merdivenlere doğru yöneltmeye başladı. " Kebelek olduuum." Diyerek tek kolumu kaldırıp çırpmaya başladığımda, " Kebelek değil, kelebek akıllım." Diyerek Behlül de diğer kolunu çırptığında gülerek, kollarımızı oynatarak yukarı çıkmaya başladık.

Arada bir ayağım takılıp düşsem de, nihayet merdivenleri çıkmıştık. Merdivenlerin ucunda durduğumuzda, Behlül telefonundaki oynat tuşuna bastı ve müzik çalmaya başladı.

Yüzümdeki tebessümle Behlül' e döndüğümde, sesi fulleyerek bana baktı ve hoparlörü omuzlarına yerleştirdi. Yüksek ses yüzünden bazı kapılar açıldı ve " Ne oluyor lan !" Gibi sesler çıktı, lakin bundan emin değildim.

Şarkı başladığında Behlül ile birbirimize baktık ve aynı anda kafalarımızı sallayarak, kollarımızı birbirine doladık ve,

" Takmış koluna elin adamını,

Beni orta yerinden çatlatıyor!" Dedik ve koridor boyu yürümeye başladık.

" Ağzında sakızı şişirip şişirip,

Arsız arsız patlatıyor." Dediğimizde, tanıdık gelen bir ses, " Bunu kaçıramam." Dedi. Lakin Behlül ile onları umursamayıp ilerlemeye devam ettik.

" Belki de bu yüzden vuruldum,

Sahibin olamadım ya !" Dediğimizde koridorun sonuna gelmiştik. Bu yüzden hızla arkamızı dönüp başa doğru yürümeye devam ettik. Daha doğrusu kıvırtarak yürüyorduk. Gözlerim kenarda duran Yüzbaşı'yı gördüğünde, sözlerimi ona bakarak devam ettirdim.

" Sığar mı erkekliğe seni şımarık,

Değişti mi bu dünya ?" Dedik aynı anda, tam bu sırada ayağım takılmışken, Behlül yine beni kolumdan tutup kaldırdı ve yürümeye devam ettik.

" Çekmiş kaşına gözüne sürme

Dudaklar kıpkırmızı kırıtıyor." Dediğimiz kısımda ister istemez aynı anda kıkırdamıştık.

" Bir de karşıma geçmiş, utanması yok

İnadıma inadıma sırıtıyor." Birkaç kahkaha sesi duymama rağmen onları umursamayıp, başa geldiğimiz koridoru tekrar sona doğru ilerlemeye başladık. Bu sırada birkaç kapı daha açılmıştı.

" Biz böyle mi gördük babamızdan ?

Ele güne rezil olduk.

Yeni âdet gelmiş eski köye vah

Dostlar mahvolduk." Dedikten hemen sonra Behlül karşıma geçmişti. O sol işaret parmağını bana doğru uzatırken, ben de sağ işaret parmağımı ona doğru uzatıp,

" Seni gidi fındıkkıran,

Yılanı deliğinden çıkaran." Dedim ve kolumu ritimsel olarak aşağı doğru indirdim. Aynı şeyi Behlül de yaptığında, " Kaderin püsküllü belam." Deyip ellerimizi vücudumuzun kenarlarında gezdirdik ve bakışlarımızı aynı anda bize bakan Yüzbaşı ve Asena'ya çevirdik. " Yakalarsam, muck muck." Diyerek bir elimizi dudaklarımıza götürüp öptük ve onlara yolladık.

Benim adımlarım Tuğrul'a doğru ilerlerken, Behlül'ün adımları Asena'ya doğru ilerledi.

" Ocağına düştüm yavrum," dediğimde tam Tuğrul'un karşısında durdum. Lakin son adımımda ayağım tökezlediği için, düşmek üzereydim ki Tuğrul beni belimden tuttu. Kollarımı onun boynuna dolarken, kıkırdayarak, " Kucağına düştüm, yavrum." Dedim ve daha fazla takatim kalmadığı için başımı Tuğrul'un göğsüne yasladım. Beni kucağına aldığını hissettiğimde, tam uyukluyordum ki duyduğum bağırış sesiyle gözlerimi araladım.

" Seviyorum seni be !" Diye bağıran Behlül'le gözlerimi kocaman açarak Tuğrul'a baktım. " Onu seviyor." Dediğimde, dudaklarını birbirine bastırarak tipime baktı. Ben de tekrar onlara baktığımda, " Behlül yürü git!" Diye bağıran Asena'nın sesiyle, sanki ürkmüş gibi ellerimi kulaklarıma kapadım. Behlül Asena'ya doğru yaklaştı lakin, yüzüne garip bir ifade kondurduğunda, Asena " Behlül sakın !" Diye bağırdı lakin Behlül Asena'nın yakasına yapıştığı gibi kusmaya başladı.

" Allah belanı versin Behlül !" Diye bağıran Asena'ya herkes kahkaha atarak cevap verdi. Bir tek ben hariç. Yüzüm hızla solarken Yüzbaşı'ya döndüm. Sanki ne olduğunu anlamış gibi, " Sakın, güzelim." Dedi sessizce. Duyduğum kelimeyle dudaklarımda kocaman bir gülümseme belirirken, ağzıma kadar gelen yediklerim geri kaçtı.

" Yaa, güzelin miyim gerçektenn ?" Diyerek kafamı biraz daha göğsüne yasladığımda gülerek, " Uyandığında pişman olacağın şeyler söyleme." Dedi. Ben ise gözlerimi kırpıştırarak, " Niye ki ?" Dediğimde, gülümsemesi soldu. " Çünkü beni sevmiyorsun." Dedi. Ben ise işaret parmağımı sol göğsüme yaslayarak, " Ben mi ?" Dedim. Kafasını usulca salladığında, " Ama ben seni çok ama çok seviyoruum." Deyip gözlerimi kırpıştırdığımda, bir an öylece suratıma baktı. Yüzümde bir şey mi vardı, neden suratıma bakıyordu ? Çok mu çirkindim ?

" Sen hep sarhoş mu gezsen ?" Diyerek bana sorduğunda, kafamın altındaki göğsünün sertçe çarptığını hissettim. Elimi hızla göğsüne koyduğumda, " Niye bu kadar hızlı ?" Dedim. O ise etrafa bakıp bir küfür savurdu. Neden küfretti ki o şimdi ? Tam kafamı çevirip bakacaktım ki, kafamı tutup daha çok göğsüne yasladı.

" Sus Laçin, sus güzelim." Dedi ve beni kucağında taşıyarak ilerlemeye başladı. " Burada hiçbir şey görmediniz ! O görüntüleri de yok et Cümali !" Diyerek emir vermeyi de ihmal etmemişti.

İyi de, ne görmüştüler ki ?

" Susim mi ?" Dedim ağlamaklı bir ses tonuyla. Başını eğip bana baktı ve gülümsedi. " Konuş güzelim, konuş Bercestem. Sen bir bana böyle konuş yürekparem." Bana söylediği kelimelere gülümserken, kucağında yükselip kafamı yüzüne yaklaştırdım ve dudaklarına küçük bir buse bıraktım. Yanaklarından da öptükten sonra kıkırdayatak tekrar göğsüne koydum kafamı. Durduğu yerde donakalan Tuğrul, başını eğip bana baktı.

" Bir gün, beni böyle kendi isteğinle öpmen için elimden ne gerekiyorsa yapacağım Gece Okyanusu."

Ertesi Gün

Elimdeki bezi kovaya götürüp ıslattım ve suyunu sıktıktan sonra, yeni basamağın merdivenini temizlemeye başladım.

Evet, cezalıydık.

Nedenini tam olarak bilmesem de, hatırladığım en son şey odada Behlül ile içtiğimizdi. Eğer ceza almamızın sebebi buysa, Allah Behlül'ü bildiği gibi yapsın emi !

Nefretle yanımdaki hayduta baktım. Başıma ne geldiyse, hepsi bunun yüzünden! Son basamağı da temizleyip önümüzdeki geniş koridorun mermerlerine baktık.

Ben ağlamaklı bir ses çıkarırken, Behlül küfür etti. " Siksen bitmez lan bu !" Dedi ve bezini sertçe yere vurdu. " Senin yüzünden gaybana! Sana yok et onu demiştim!" Diyerek bağırdım ve bezin suyunu sıkıp yeri silmeye devam ettim. O da tıpkı benim gibi oflayarak bezin suyunu sıktı ve yeri silmeye başladı. Bu sırada içeri giren tim, gülerek bize baktı.

Tarık abi, " Bitti mi, şımarıklar ?" Dediğinde timdekiler kahkaha atarken, biz çatık kaşlarla onlara baktık. Pislikler, mazoşistler. Ancağı gülsünler. Bakışlarım yanımdaki Behlül'e döndüğünde bezi öylesine yerde gezdirdiğini gördüm. Zaten sinirli olduğum için kafasına bir tane geçirip, " Yanlış yapıyorsun aptal!" Diye bağırdım ve önümdeki bezi elime aldım. Deterjanı da üzerine döktükten sonra, " Bak böyle yapacaksın." Dedim ve bezi sertçe yere atıp, hızla ileri geri mermerleri silmeye başladım. Ne yaptığımı gören Behlül beni taklit ederken, " Abi bu sahne çok tanıdık." Diye Azmi'yi duymazdan geldim.

" Sahi la, Çinli bir kadın böyle yapıyordu dimi ?" Diyen Cümali'ye, " He ya, nii yaah , diye bağırıp yeri temizliyorlardı. Akım olmuştu bir ara." Diyerek cevap verdi Azmi.

Ulan resmen bilmem kaç yıl önceki akımı tartışıyorlardı şuan !

" Defolun be!" Diye bağırdığımda, " Abi az kaysana orayı temizleyeceğim." Diyerek eliyle Tarık abinin ayağını ittirmeye çalıştı Behlül. Onun bu haline timdekiler gülerken, ben küfrettim. Rezil durumdaydık şuan. Hem de en beterinden.

" Buraya gel Behlül !" Diye bağırıp elimdeki bezi kafasına fırlattım. Sarı saçlarının üzerinde duran beze garip garip bakan Behlül'ün hâline gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Tabi timdekileri söylemeye gerek yoktu. Kıçları yırtılacak gibi anırıyorlardı.

Bunlar benim ağzımı iyice bozdu !

Sarı saçları üzerindeki bezle, emekleyerek yanıma geldi Behlül. Kafasının üzerindeki yeşil bezi elime alıp ona ters ters baktım. " Öğrendin mi ?" Dediğimde, " Hee." Diye garip bir ses çıkardı. " İyi o zaman, temizle !" Diye bağırdım. Hızla elindeki bezi yere koyup mermerleri silmeye başladığında, timdekilere ters ters baktım. " Size de yazıklar olsun emi !" Dedim ve bezimi yere sertçe atıp, iki elimi de üzerine koyup silmeye başladım.

" Hayır yani benim ne suçum, günahım var !" Diyerek isyan ettiğimde, yanımdaki Behlül elini sırtıma koyup iki kere yavaşça vurdu. " Yalnız değilsin, kardeşim." Dedi ve yeri silmeye devam etti. Ben de burnumu çektikten sonra yere âdeta şaheser gibi bıraktıkları çamurları silmeye başladım.

En azından tuvalet yıkamıyorduk.

" Hadi size kolay gelsin. Biz de bir çay içelim uşaklar." Diyen Tarık abiye hayal kırıklığıyla baktım. Ne kadar da zevk alıyorlardı bu hâlimizden. Hepsi bize gülerek baktıktan sonra, kantine doğru ilerlemeye başladılar. Onların arkasından bakarken, " Allah belanı vermesin Behlül." Dedim ve yeri silmeye devam ettim. " Amin, Amin." Diyen Behlül'ün sesini duysam da onu umursamadan işime devam ettim. Bu iş bittiği gibi, duş alacaktım. Ellerimin perti çıkmıştı. Neden mi ? Çünkü eldiven kullanmamıza izin vermemişlerdi !

Ya hadi bunlar bize ceza veriyordu, Binbaşı niye gıkını çıkarmıyordu, ben anlamıyorum. Oflayarak biraz daha ileriye doğru ilerleyip yeri silmeye devam ettim. Bezi yıkamak adına, ayağa kalkmak zor geldiği için emekleyerek kovaya doğru ilerlemeye başladım. Bezi kovaya attığım gibi, ellerimi üstümdeki tişörte sürdüm ve elimin tersiyle alnımdaki terleri sildim. Birkaç tel saç önüme geldiğinde, topuz yaptığım saçlarımı açıp daha sıkı bir topuz yaptım.

Üzerimde garip bir his oluştuğunda, bakışlarımı istemsizce sola doğru çevirdim. Odasının kapı pervazına omzunu yaslamış, ellerini göğsünde kavuşturmuş, bir ayağını diğerinin önüne atarak bana bakan Yüzbaşı'yı gördüm. Ona nefretle baktığım sırada, o beni şöyle bir süzüp yanaklarının içini ısırdı. Kendime şöyle bir baktığımda, üzerimde fosforlu pembe bir tişört, altımda paçalarını dizlerime kadar katladığım siyah bir eşofman ve ayaklarımda ise beyaz hasta terliklerinden vardı.

Şopar gibiydim. İğrençtim. Aşırı çirkindim. Bok gibiydim. Rezil durumdaydım.

Yine de kendimden ödün vermeyip, tişörtümün açılan yakasını yukarı doğru çektim ve kovanın içindeki bezi sıkıp elime aldım. Bu sırada yere boylu boyunca yapışmış olan Behlül'ün durumu, pek de iyi değildi.

" Kaytarma lan !" Diye bağırdığımda, hızla yüz üstü uzandığı yerden kalktı ve yerleri silmeye devam etti. Onun bu hâline dudaklarımı birbirine bastırarak baktım. Zira çok komik durumdaydı, tıpkı benim gibi.

" Doktor." Diye seslenen sesi duymazdan gelip, yeri silmeye devam ettim. Gram umurumda değildi. Beni bu sefil duruma soktuğuna inanamıyorum! Hani seviyordu beni! İnsan sevdiğine bu eziyeti yapar mı be!

" Doktor !" Bu sefer sesini yükseltmiş, emir verir vaziyette söylemişti bunu. Zira ona karşı zaten büyükbir utanç içindeydim. Dün beni öpmüştü!

Sen de öptün. Hatta beraber ecza dolabını yıktınız.

Benimle konuşmamalıydı. Onunla konuştukça yüzüm kızaracaktı, biliyorum. Ama aynı zamanda sinirliydim ona. Güzelim ellerim ne hâle gelmişti böyle !

Ters ters ona bakıp, " Buyurun !" Dedim iğnelercesine. Odasının kapısını açıp içeri ilerledi ve, " Buraya gel." Dedi ve bir daha bana bakmadı. Pislik. Hödük. İskandinav Ayısı. Kopili. Angut!

Kafamı çevirip Behlül'e baktığımda, bana ' Geçmiş olsun.' bakışlarını atıyordu. O odaya gitmek istemiyorum. Yerimde kalmakta ısrarcı olduğumu anlayan İskandinav Ayısı, " Doktor !" Diyerek seslendiğinde ona küfrederek elimdeki bezi yere fırlattım ve resmen ayaklarımı yere vura vura odasına girdim. İçeri girdiğimi gördüğünde, " Kapıyı kapat." Dedi. Ardımdaki kapıyı sertçe çarpıp, " Ne var !" Diye bağırdığımda, bana tek kaşını kaldırarak baktı.

Kaşlarım çatık, gözlerim ise öfkeyle bakıyordu bu hödüğe karşı. " Odamı temizle." Dediğinde onu öldürmek istiyordum. " Hizmetçi değilim ben !" Diyerek sesimi yükselttiğimde, " Karşında kimin olduğunu unutma, doktor." Dedi ve rahatça koltuğuna oturdu. " Unutmayın ki, ben sizin emriniz altındaki biri değilim! Bana ceza vermeye hakkınız yok!" Diye bağırdığımda, tek kaşını kaldırmış dikkatle bana bakıyordu.

" Askeriye sınırlarında alkol tüketmek, üstelik bunu burada çalışan biri olarak yapıyorsan, sadece bir dilekçemle görevinden olabilirsin." Dediğinde aslında beni tehdit ediyordu pislik. " Sizin kaybınız olur." Dedim ellerimi göğüslerimin altında bağlayarak. Bir ayağımı da hafifçe öne doğru koyup ağırlığımıbda diğerine verdim. Zaten berbat durumdaydım, bir de bu adamı çekemezdim.

" Hmm. Ne olacak ki benim kayıbım ?" Diyerek sorduğunda, aniden gelen cesaretle sırıttım ve, " Eğer görevimden olursam, eh malum burada pek yakınım da yok. Ordu'ya taşınırım." Dedim ve sinsi sinsi gülümsedim. Bu dediğime küfredip, " Hiçbir yere gitmiyorsun !" Dedi. Gözlerimi masumca kırpıp, " Ama dilekçe yazarım, dedin." Dedim ve ona baktım. O ise koltuğundan kalkıp, " Yok dilekçe falan, gitmeyeceksin !" Dedi ve üzerime yürümeye başladı.

Bu da hep üzerime yürüyor canım.

Bana yaklaşmasına iki adım kala, " Hadi o zaman bay bay !" Dedim ve kapı koluna uzandım. Lakin benden daha hızlı olduğu için kolumu tuttu ve, " Nereye ?" Dedi. Ona bakıp, " Konuştuk, anlaştık. Şimdi cezama döneceğim." Dedim ve kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. Lakin asla kolumu bırakmadı. " Sen, bu odayı temizleyeceksin." Dediğinde ağlamaklı bir yüz ifadesi takınıp, " Tamam, bırak da malzemeleri alayım bari !" Dedim pes edercesine. Yeter ki şu adamla fazla temas içinde olmayayımdı.

Kolumu bıraktığında hızla kapıyı açıp oradan çıktım. Pislik herif, resmen zorla yanında tutacak! Koridorda uyuklayan Behlül'ü gördiğümde, " Tabur Kalk !" Diyerek kaba bir ses tonunda bağırdım. Bunu duyan Behlül hızla uyuyakaldığı yerden kalkıp hazır ol konumuna geçti ve elini alnına götürdü. Etrafta kimseyi göremeyince, usulca bana döndü bakışları. Ben ise kahkaha atmaya başladım. " Uyumak yok!" Dedim. Behlül ise, " Ödüm bir yerime kaçtı aptal !" Diye bağırdı ve ters ters bana baktı. Onun bu hâline gülüp bez ve kovayı aldım, " Yüzbaşı'nın odasını temizleyeceğim. Yeni ceza." Dedim ve oraya doğru ilerledim. " Gazan mübarek olsun, canım." Diyen sesini duyduğumda, hâlime ağlamak istiyordum.

Hepsi Behlül yüzündendi !

Elimdeki su kovasıyla Yüzbaşı'nın kapısını hiç tıklatma gereği duymadan açtım ve içeri girdim. Oturduğu masada bana şöyle bir baktıktan sonra tekrar önündeki evraklara bakınmaya devam etti. Ona ters ters bakıp kovayı yere bıraktım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Bezi su kovasına koyduktan sonra suyunu sıktım ve yeri silmeye başladım.

Yaklaşık bir saat boyunca, durmaksızın odasını temizledim. Önce yerleri temizledim. Lakin beyefendi beğenmediği için ikinciye temizletti. Şuan ise üçüncü kez temizliyordum. Son bölgeye de bezi sürdükten sonra, " Ay !" Diyerek bezi kovaya atttım ve kendimi de sırt üstü yere attım. Bakışlarım tavanda oyalanırken, nefes nefeseydim. Zira ellerimi hissetmiyordum bile.

" Bitti mi ?" Diyen sesini duymazdan gelip, kısa süreli keyfimi çekmeye devam ettim. Ellerimi havaya kaldırıp baktığımda, hem ıslandığımdan dolayı buruşmuş hem de uçları kızarmış ve tahriş olmuştu. " Senden nefret ediyorum." Diyerek üzgün üzgün ellerime baktım. Bir sağlıkçı için elleri, kalbi gibiydi. Elleri olmazsa, bir hiçti.

Askerken o kadar da önem vermezdim ellerime. Silah tutmaktan dolayı nasırlaşmışlardı bile. Lakin hemşire olmam gerektiğinde, daha dikkatli olmaya başlamıştım bu konuda. Bundandır ki ellerime olan özenim bayağı büyüktü.

" Dün öyle söylemiyordun, unuttun mu ?" Diyerek eğlenen sesi kulaklarımı doldurduğunda, anlamazca ona baktım. Neyden bahsediyordu ?

Gözlerindeki eğlencenin parıltıları, dudağına tebessüm olarak yansımıştı. " Neyden bahsediyorsun ?" Diyerek ona baktım. Zira dün geceyi hatırlamak için hiç fırsatım olmamıştı. Temizlik yapıyordum da! Üstelik kahvaltı bile etmemiştim. Yaklaşık iki saat önce de öğle yemeğini kaçırdığım için açlıktan ölüyordum.

" Hatırlamıyorsun." Dediğinde, hem biraz üzülmüş ama çoğunlukla da eğlenmiş gibiydi. Benim hatırladığım son şey, Behlül ile karşılıklı karton bardakta şarap içtiğimizdi. Devamı da mı vardı ?

Uzandığım yerden kalktım ve, " Neyden bahsettiğinizi anlamıyorum." Dedim ve kovayı elime alarak, " İşim bitti. Gidebilir miyim ?" Dediğimde, yerlere şöyle bir baktı ve, " Gidebilirsin." Dedi. Kırk yıldır bu ânı bekleyen vücuduma hızla bir enerji doldu ve ona bir daha bakmadan, kapıyı açtığım gibi odasından çıktım.

Mazoşit köpek! Resmen bana eziyet çektirmeye bayılıyor!

Elimdeki malzemeleri hızla temizlik odasına bırakıp revire girdim ve giyeceğim kıyafetleri alarak kadınların banyosuna girdim. Kendimi aşırı derecede pis hissettiğim için zamanımın bir saatinden fazlasını banyoda geçirdim. Saçlarımı üç kere şampuanlamak ve vücudumu dört kere liflemek yeterli gelmiş ve nihayet banyodan çıkmıştım. Altıma siyah sıkma pantolon, üzerine ise bej rengi bir kazak giyip, saçlarımı da üçe ayırıp ördüm. Son olarak çorap ve botlarımı da ayağıma geçirdim ve çıkardığım kıyafetleri kucağıma alarak revire doğru ilerledim. Hızla çöp poşetlerinden birine onları koydum. Bir daha giymeyeceğime emindim.

Dolabımdan çıkardığım kremi elime sürdükten sonra, sanki üzerimde hâlâ leş bir koku varmış gibi hissettiğim için bolca parfüm sıktım ve guruldayan karnıma yardımcı olmak adına, yemekhaneye doğru yol aldım.

Yemek yemediğim için başım hafiften dönmeye başlamıştı. Eğer acilinden yemek yemezsem, bayılacağıma emindim. Adımlarım yemekhaneyi bulduğunda, neyseki sıra yoktu. Hızla tepsime yemeklerden koyduktan sonra, boş bir masa bulmaya çalıştım. Neyse ki bizimkileri en köşedeki masalarında gördüğümde, onlara doğru ilerledim.

Masaya yaklaştıkça attıkları gür kahkahaları duyabiliyordum. Neye gülüyorlardı böyle? Bakışlarım Behlül'ü bulduğunda, o da merak etmiş olmalı ki Azmi'nin telefonunda gösterdiği şeye bakan time katıldı ve kafasını uzattı. Lakin kafasını uzattığı gibi, " Hassiktir !" Diye bağırdı. Onun yanındaki Omar ensesine bir tane çakıp, " Sofradasın gerizekalı." Dedi. Behlül'ün neye bu kadar tepki verdiğini anlamadığım için kaşlarım hafif çatılırken, yaklaştığım masaya yemeğimi bıraktım ve, " Neye gülüyorsunuz ?" Dedim. Beni gören Tarık abi, " Oo, fındıkkıranımız da gelmiş " dediğinde Behlül hariç herkes kahkaha attı.

" Of burası çok iyi !" Diyerek gür bir kahkaha atan Cümali'ye masadakiler de eşlik ettiğinde, ben de yerimden ayrıldım ve onların olduğu tarafa geçtim. " Ne izliyorsunuz siz?" Diyerek kalabalığın arasından telefona bakmaya çalıştım. " Bakmasan da olur." Diyen Behlül'ün suratı biraz kızarmıştı. Yemekhanede ki birkaç bakış, ben ve Behlül'e dönerek gülmeye başladığında, o telefonda bir boklar olduğunu anladım. Hızla önümdeki Cümali ve Omar'ı ittirip, Azmi'nin telefonuna doğru kafamı uzattım. " Hayır yani, en fazla ne olabilir-" cümlemi bitiremeden videoda gördüğüm yüzle donakaldım.

Kolları Tuğrul'un boynunda, vücudu ise onun kolları arasında olan kişi bendim! Üstelik kafamı göğsüne yaslamış, kıkırdayarak bir şeyler söylüyordum. " Hassiktir lan !" Diye bağırıp Azmi'nin elinden telefonu aldım ve yakından izlemeye başladım. Ben Tuğrul'un kucağındayken, Behlül ise bir anda Asena'ya yaklaştı lakin Asena'nın bağırışları eşliğinde Behlül, Asena'nın yakasından tutup göğsüne kustu. Bu görüntü midemi bulandırırken, bakışlarım ben ve Tuğrul'un görüntüsüne kaydı. Beni sahiplenirceine kucaklamış, dikkatle yüzüme bakıyordu. Ben ise gözlerimi kedi gibi kocaman açmış ona gülümsüyordum.

" Yok et bunu !" Diye bağırıp telefonu Azmi'ye uzattım. Devamını izlemeyecektim.

Ben ne yapmışım böyle !

" İçinden panter çıktı, hemşire." Diyerek kahkaha atan Azmi'nin ensesine bir tane geçirdim. Timdekiler kahkaha atarken, " O videoyu yok et Azmi!" Diye bağırdım ve öfkeli bakışlarımı masanın diğer tarafında doğru tüyen Behlül'e çevirdim.

" Yaktım çıranı Behlül !" Diye bağırıp ona doğru koştum. Lakin hızla sandalyesinde kalkıp koşmaya başladı. " Ben ne yaptım !" Diyerek bağırıyor ama aynı zamanda masalarından etrafında dolanarak kaçıyordu.

" Daha ne yapacaksın gerizekâlı !"

" Sen de dünden razıymışsın adamın kucağına çıkmaya !" Diye bağırdığında, " Behlül !" Diye bağırıp hızla ona doğru koştum. Etraftakiler bize gülerken, Behlül'e yakın olan bir askeri gördüğüm gibi, " Tut onu !" Diye bağırdım. Lakin asker ellerini havaya kaldırarak, " Komutanıma elimi süremem." Dedi. Öfkeden cinnet geçirirken, " Ula tut yoksa seni revirden içeri almam !" Diye bağırdım. Bu korkuyla hızla Behlül'ü tuttuğunda, Behlül küfretti. " Lan! Bırak oğlum !" Diye haykırdığında, " Özür dilerim konutanım." Diyerek onu tutmaya devam etti asker.

Onun yanına vardığım gibi, hafif uzun olan sarı saçlarını elime aldım ve, " Kaçamazsın kot kafali!" Deyip kafasını etrafımda çevirdim. " Laçin! Kurbanın olayım bırak !" Diyerek haykırdığında, onu umursamadan saçlarını sertçe çektim. " Başıma ne gelirse senin yüzünden geliyor be!" Diye bağırıp kulağından da tuttuğumda, acıyla haykırdı.

Yemekhanede ki herkes yemeğini yemeyi bırakmış, dikkatle bizi izliyor ve kahkaha atıyordu. Bir ellerinde mısırları eksikti!

" Ha buralardan süreceğum ula seni!" Diye bağırdım ve onu yere düşürüp üzerine oturdum ve tokadımı attım. " Ula iyi ki derdine kardeş olayım dedim !" Diye bağırdıktan sonra ağlamaklı bir ses çıkarıp, bir tokat daha attım suratına. " Beni rezil ettin Behlül!" Diyerek saçından tuttum tekrar, " Allah senin belanı vermesin!" Diyerek bir kez daha suratına tokat attıktan sonra üzerinden kalktım ve bize gülen time doğru yürüdüm. " Hiçbirinizi Revirde görmeyeceğim !" Diye bağırdıktan sonra, arkama bile bakmadan yemekhaneden çıktım.

" Biz ne yaptık yahu !" Diyen seslerini duysam da onlara cevap vermedim. Ne mi yapmışlardı, gülmüşlerdi!

Guruldayan karnımı umursamadan hızlı adımlarla, kimseye bakmadan revire doğru ilerledim. Rezil olmuştum! Hem de bütün Askeriyeye! Nasıl bakacaktım şimdi onların suratına! Bir kişi bir anda yüzlerce kişiye dönüştü! Ben daha Yüzbaşı ile münakaşa etmeye çekiniyordum, şimdi de bütün Askeriye!

Bu sefil hâlime acıdım. Revire girdiğim gibi kapısını da kilitleyip kendimi hızla yüz üstü yatağa bıraktım.

Rezilsin Laçin !

Yastığın bir parçasını ağzıma alıp sıktım ve çığlık attım. Bilerek yastığı ağzıma almıştım çünkü ses çıkmasını istemiyordum. Yeteri kadar rezil olmuşum zaten, biraz daha rezil olamazdım.

O fışki yiyende o yüzden bana öyle imalarda bulunup duruyordu. Bir anda aklıma gelen şeyle, hızla yatakta oturur poziyona geçtim. Lan yoksa ben ona, onu sevdiğimi mi söylemiştim de bana " Dün öyle söylemiyordun." Dedi. Allah benim belamı versin. Başını duvarlardan duvarlara vur emi Laçin. Saçını tut kendi kendine eziyet et emi Laçin. Allah seni kahretsin Laçin! Sen ne yaptın Laçin!

Ellerimi yüzüme kapatıp kendime lanetler yağdırmaya devam ettim. Bunu yapmış olamazdım. Ne olur bunu yapmamış olayım. Ne olur, kendimi rezil etmiş olmayayım. Hayır sevdiğini dile getirmek rezillik değil, lakin sarhoş kafayla bunu dile getirmek, çok büyük rezillik.

Kendimden tiksinmeden edemedim. Adamın resmen kucağındaymışım!

Ben daha kendimle yüzleşemeden çalan kapımla, öfke saçan gözlerimi kapıya diktim. " Laçin ?" Diyen sesi duyduğumda, bunun Behlül'e ait olduğunu anlamıştım. " Siktir git Behlül!" Diye bağırdıktan sonra tekrar suskunluğuma büründüm. Bu sefer, " Abicim ?" Diyen sesi duydum. Hiç şüphesiz Tarık abiye aitti bu ses. " Küsüm sana!" Diye bağırdım ve çocuk gibi kollarımı göğsümde kavuşturup, sanki onlar görebilecekmiş gibi bakışlarımı diğer tarafa çevirdim.

" Hemşerim, hemşireceğim." Diyen Cümali'nin sesini duyduğumda, " Ya gidin, istemiyorum sizi!" Diyerek tepindim oturduğum yerde. " Konuşmak ister misin Laçin ?" Diyen Asena'nın sesini duydum. " Hepinize küsüm! Hiçbirinizi istemiyorum, beni rahat bırakın !" Diye bağırdıktan sonra yatağa girip pikeyi de üstüme çektim.

Beni rahat bırakmalılardı.

" Yine kafanı çarşafın altına mı soktun ?" Diyen Omar'ın sesini duyduğumda, hızla üzerimde ki çarşafı attım. Beni tanımasından nefret ediyorum. " Ne diyorsun be! Çocuk muyum ben?" Diye bağırdım. Bedenim büyük olsa da, ruhum hâlâ çocuk gibiydi.

Hepsinden birkaç mırıltı duyuldu, lakin ne dediklerini anlayamıyordum. Büyük ihtimalle, Omar'ın bunu nereden bildiğini sorguluyorlardı. Sorgulasınlar. Zaten daha kimseye söylememiştik tanışık olduğumuzu.

" Kapıyı aç, Doktor." Diyen sesi duyduğumda, yüreğim aniden ritmini değiştirdi. Göğsümün sol kanadına ters ters bakıp, " Ne diye bu kadar etkileniyorsun aptal!" Diyerek sessizce sitem ettim. Daha sonra o sesi de umursamayıp, tekrardan pikeyi üzerime örttüm ve, " Uyuyacağım, gidin!" Dedim ve ondan sonra dedikleri hiçbir şeyi duymamak için büyük çaba sarf ettim.

Neyse ki kimse beni daha fazla kırmamış ve gitmişlerdi. Bir anda aklıma gelen şeyle gözlerimi hızla açtım.

Alperen de o anları görmüş müydü? Allah beni kahretmesin!

Resmen tanıdığım, tanımadığım herkese rezil olmuştum ya!

Oflayarak pikeyi kafama kadar çektim ve sırf yaşanan her şeyi unutmak adına gözlerimi yumdum ve uyumaya çalıştım. Sanki uyanınca yaşanılanları geri alabilecekmişim gibi!

🇹🇷

Yeni Bölümde görüsürüzz...

Bölüm : 04.01.2025 21:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...