14. Bölüm

13: Geçmişin Sancıları

sema
erlsema

22 Yıl Önce - Türkmenistan

Yazar'ın Anlatımından

🇹🇷

" Ak derek!" Ellerini birbirlerine kenetleyen çocuklar, Ak derek Gök derek oyunu için ilk cümleyi hep bir ağızdan dile getirdi.

" Gök derek !" Diyen diğer grup ise onlara karşılık verdi.

" Bizden size kim gerek?" Aynı anda her biri cevap verirken, ellerini de sıkıca birbirlerine kenetlemişlerdi.

" Sayrap duran dil gerek. " ( Ötüp duran dil gerek.) Hep bir ağızdan aynı cümleyi dile döken diğer grupta, tıpkı karşılarındaki grup gibi ellerini sıkıca birbirlerine kenetlemişlerdi.

" Diliň haysısı gerek ?" (Dilin hangisi gerek ?) Diyerek sordular ve karşılarındaki gruba baktılar.

" Merdan diyon han gerek." ( Merdan denen delikanlı gerek.) Merdan kendi adını duyduğunda hemen ellerini tutan arkadaşlarından ellerini kurtarıp karşı gruba doğru koştu. Eğer ellerini sıkı sıkıya tutan bu çocukların ellerini çözerse, kendi grubuna onlardan birini alabilirdi. Ama eğer çözemezse de mecburen o takıma geçecekti.

Bu yüzden hemen en zayıf olan halkanın, yani Maysa'nın üzerine doğru koşup, onun elini tutan Jennet ile ikisini ayırmaya çalıştı. Lakin tepesi atan Maysa, " Merdan başga birine git, sen hemişe meniň ýanyma gelýärsiň!" ( Merdan Başkasına git, her zaman bana geliyorsun!) Dedi. Lakin onu duymazlıktan gelen Merdan, Maysa ve Jennet'in sıkı sıkıya kenetli ellerini çözmeye çalıştı. Nihayet azıcık çözdüğünde vakti daralmaya başlamıştı. Onun elini çözmesine izin vermeyen Maysa, tekmesini kaldırıp Merdan'ın bacaklarına vurdu.

" Men git diýdim, Merdan !" ( Git dedim, Merdan.) Dedi ve dilini çıkardı. Bacaklarının ağrısıyla acıyla çığlık atan Merdan öfkeyle Maysa'ya baktı. Tam Maysa'nın üzerine yürüyecekti ki, yaşıtlarına göre dev bir cüssesi olan Omar, Maysa'nın önüne geçti.

Merdan Omar'ı görünce bir şey demeden onlardan uzaklaştı. Bu sırada süresi de dolduğu için kaybetmiş ve karşı gruptan iki kişinin arasına girip ellerini tutmuştu. Omar, Maysa'ya dönüp, " Gowumy ?" ( İyi Misin?) Dedi. Maysa yüzündeki kocaman gülümsemeyle Omar'a bakıp, usulca başını aşağı yukarı salladı.

Omar onun yanında olunca, nasıl da uysal bir kıza dönüşüyordu böyle.

Kına saçlı kıza son kez bakıp, tekrar eski köşesine geçti ve çöktüğü ağacın altında arkadaşlarını izlemeye başladı Omar. Sevmezdi oyun oynamayı. Ona göre izlemek daha eğlenceliydi, ama orada olup oynamak... İşe o tam bir azap gibiydi. Bir kere çok stresliydi, insan çok heyecanlanıyordu ve heyecanlandığı için de çabucak kaybediyordu. Oysa Omar çabucak yenilmeyi değil, sonuna kadar oynayıp kazananlardan olmayı seviyordu. Bundandır ki yenileceğini bildiği oyunları oynamıyordu.

Tıpkı onun gibi yanına biri daha çöktüğünde, başını hafifçe yana doğru çevirdi ve ellerini çenesinin altına yerleştirmiş, masmavi gözleriyle çipil çipil arkadaşlarına bakan Laçin'i gördü. Onun bu hâline tebessüm etmeden edemedi küçük Omar. Laçin ile çok yakın arkadaşlardı. Arkadaş bile değil, kardeş gibi olmuşlardı artık.

Evleri karşı karşıyaydı. Anne ve babaları da birbirini tanıyordu. Bir çok kez birbirlerine misafirliğe gitmişlerdi. Üstelik Laçin'in ablası Ayperi, çok güzel meyveli kek yapardı. Onun kadar güzel meyveli kek yapan kimseyi tanımazdı Omar. Sırf o kekleri yiyebilmek adına, neredeyse her gün Laçin ile birlikte onların evine giderdi. Tabi Maysa'yı da peşinden sürüklemeyi ihmal etmezdi.

Laçin bağdaş kurduğu yerden, Ak Derek Gök Derek oynayan arkadaşlarına bakıp, hafifçe kaş çatmıştı. Bu oyunu hiç sevmiyordu. Çünkü oyunun sonunda illa ki birileri kavga ediyordu. Sebebi ise birbirlerinin elini zorla ayırmaya çalışmalarıydı, üstelik oyunun kuralı bu iken !

Bu yüzden onlarla oynamıyordu. Tabi bir de geçen sefer Maysa ile ellerini ayırmaya çalışan Yazo'yu dövdükleri için, annesinden ceza almıştı. Bir daha Ak Derek Gök Derek oynamayacak, kimseyi dövmeyecekti. Zaten oyunu sevmiyordu, bu yüzden bu cezayı sorun etmemişti. Ama yine de ona ceza verildi diye çok sinirliydi ve bu yüzden Yazo'ya nefretle bakıyordu.

" Näme boldy, Mawis? " ( Ne haber Maviş?) Diyerek Laçin'in omzunu dürttü Omar. Laçin ona göz ucuyla baktı. " Ejem meni öýden kowdy, Düýe." ( Annem beni evden attı, Deve.) Duyduğu kelimelerle kısık sesle kahkaha attı Omar. Bunu gören Laçin, ellerini çenesinin altından çekip bir tane geçirdi Omar'ın kafasına. "Bu gülkünçmi?, Düýe !" (Komik mi, Deve?) Dedi ve ellerini göğsünde kavuşturup küskün küskün karşıya baktı.

Zaten bugünlerde herkes onun üzerine geliyordu. Hep ona gülüyor ya da ceza veriyorlardı! Nefret ediyordu herkesten! En sonunda kaçıp gidecekti!

Ne acı... Günü geldiğinde topraklarını öyle bir özleyecekti ki bunları düşündüğü için pişman olacaktı...

Omar, Laçin'e gülmeye devam ederken, Maysa onları görmüş ve oyunu bozacağını düşünmeden arkadaşlarının elini bırakıp koşarak onların yanına gitti. Arkasından birkaç kişi bağırsa da onları umursamadı ve en sevdiği iki arkadaşının yanına gitti.

" Omar, Laçin näme edýärsiň?" ( Omar, Laçin ne yapıyorsunuz ?) Koşarak geldiği için hafif nefes nefeseydi. Bunu fark eden Omar, onu kolundan tutup yanına oturttu ve, " Oturyň, Maýsa, demiňiz ýok." ( Otur Maysa, nefesin kesiliyor.) Dedi. Laçin onlara göz ucuyla bakıp tekrar önüne döndü. Omar ise yanına oturttuğu kızın kına rengi saçlarına bakmakla meşguldü. Böyle bir saç rengi, nasıl mümkün oluyordu hâlâ anlamıyordu. Çok güzel, çok özel, sadece ona ait bir şeydi. Eşsizdi o saçlar. Bir başkasında bulunmazdı. Nadirdi.

"oýun oýnalyň." ( Oyun oynayalım.)

Diyen Maysa, yerinde duramayan bıcır bıcır bir kızdı. Yüksek enerjisinin kaynağı neydi, henüz bilinmiyordu. Lakin yaşıtlarına göre o kadar hiperaktif, enerji dolu bir çocuktu ki, yaşıtları onun hızına yetişemiyordu. Laçin ve Omar'ın zıttı gibiydi. Omar onlara göre daha sakin, gerektiğinde konuşan bir çocuktu. Laçin ise bir sorun olmadığı müddetçe sessiz sessiz oyununu oynayan tiplerdendi. Lakin bir terslik oldu mu, işte o zaman içinden bir canavar çıkıyordu. Bu canavarın ortaya çıkmasını ise genelde Maysa sağlıyordu.

Maysa, erkek kardeşi Kıvanç'a göre daha masum kalıyordu. Zira erkek kardeşi, Maysa'dan bile daha fırlamaydı. Bundandır ki, o bücür boyuyla bu kocaman ülkede onu tanımayan yoktu. Küçüktü, lakin yaptıklarıyla herkesi cebinden çıkarırdı.

"Oýun oýnamak islämok." ( Oyun oynamak istemiyorum.) Diyerek triplenen Laçin, hâlâ Yazo'ya nefretle bakıyordu. Onun yüzünden annesi ona kızmıştı! Üstelik yetmiyormuş gibi annesi onu evden kovmuştu, neden mi? Sırf Yazo'dan nefret ettiğini söyleyip, annesinin verdiği işi yapmadığı içindi.

Maysa yeşil gözlerini Laçin'e çevirip, " Näme üçin ?" ( Neden ?) Dedi. Laçin ise ona şöyle bir bakıp omzunu silkti ve başını diğer tarafa çevirdi. Hiç ama hiç oynamak istemiyordu. Usul usul cezası ne ise onu çekecekti. Yazo'yu ise bir daha asla kendi oyunlarına dahil etmeyecekti. Onun oynadığı oyunlarda oynayamazdı!

Omar, Laçin'in ne kadar nefret ettiğini bilmesine rağmen örgülü olan saçlarını çekiştirdi. Acıyla bağıran Laçin, kaşlarını çatarak Omar'a döndü, " Sen däli Omar?" ( Deli misin Omar?) Dedi ve tıpkı Omar'ın yaptığı gibi, onun saçlarını çekti. Başını sıvazlayan Omar gülerek, " Hawa, men däli Mawis." ( Evet, ben deliyim Maviş.) Dedi ve güldü. Laçin, Omar'a ters ters bakarken, Maysa birazcık kıskanmıştı bu durumu. Omar sadece ikisinin saçıyla uğraşırdı. Tabi Maysa'nın saçlarına hiç zarar vermezdi, sanki dünya üzerindeki en kıymetli şeymiş gibi davranırdı, o kına rengi saçlara. Laçin'in saçlarını ise hep yolarcasına çekiştiriyordu. Bu yüzden de bir çok kez, Omar ve Laçin kavga etmişti.

Ama Maysa kıskanıyordu. Bir tek onun saçlarına ellerini sürsün, bir tek onun saçlarıyla oynasın istiyordu. Bu kişi Laçin dahi olsa, istemiyordu. Omar, bir tek Maysa'nın saçlarına ellerini sürmeliydi.

🇹🇷

Şimdiki Zaman

Laçin Sağdıç

Babama ' Sevda nedir ?" Diye sorsanız, hiç şüphesiz ağzını dahi açmaz, gözlerindeki parıltı, dudaklarındaki tebessüm ile anneme bakardı. İşte o zaman anlardınız, babamın gözünde Sevda ne demek. Babam, anneme her baktığında, sanki en nadide bir cevhere bakıyormuş gibi bakıyordu. Sanki o bulunması neredeyse imkânsız olan bir mücevher, rastlanması zor bir mucizeydi. Ben babamın anneme olan bakışlarında hep bunu gördüm.

Sırılsıklam bir sevda...

Bir de bayrağına olan Sevdası vardı. Öyle bir bakışı vardı ki gök kubbeyi delen bayrağa, sanırdınız ki Dünya üzerindeki en fevkalede şey, bu bayraktır. Eşsiz, benzersiz ve bir o kadar şanlı. Alırdı bayrağı, koyardı mâbedine, " Şükür Ya Rabbi!" Derdi. Sanki o bayrağı mâbedinde hissetmek, onun için annesine sarılmak gibiydi. Sıcak, huzurlu ve Hisli. Öperdi al bayrağı, koyardı alnına, sonra da tekrar asardı aldığı yere.

Anneme Sevdalıydı. Bayrağa ise deli vurgundu.

Ben ise kızıydım. Bana olan sevgisi, ne anneminki gibi bir sevdaydı, ne de bayrağa olan vurgunu gibiydi. Bana olan sevgisi, sanki ben yabancı olan her bir elden korunması gereken bir şeydim. Böyle derdi bana. " Sen benim himayemde korunmalısın. Eline şerefsiz eli değmemeli, kalbini piçin teki kırmamalı. Sen baba aşkıyla büyümelisin. Seni üzmeyecek tek kişi benim." Derdi. Hayatıma çok müdahale etmezdi. Lakin biri canımı yaktı mı, işte o zaman onlara dünyayı dar ederdi. Saçımın teline zarar gelmesine izin vermezdi. Tek bir damla göz yaşı dökmeme izin vermezdi. Öylesine değer veriyordu bana...

Hani bazı kızlar vardır. Aileleriyle konuşmaya çekinirler. Hele ki babalarına... Bu onlar için öylesine bir utanç, bir korkudur ki onlar aileleriyle iletişim kuramazlar. Neden mi? Çünkü aile, daha en başından o çocuğa güveni aşılamamıştır. Bir aile ne kadar baskıcı, ne kadar kuralcı, ne kadar çocuğuna karşı sert ise o çocukta o kadar uzaklaşıyordu ailesinden. Erinlik döneminde ise hep bir baş kaldırı, kurallara uymama belirtileri gösterirlerdi. Nerede yasak varsa, gider onları çekerlerdi. Aslında aile her ne kadar çocuğun iyiliğini düşünse de, daha küçücük yaşlarda bunu yapmaları, çocuklarda büyük travmalar yaratabiliyordu. Bir sorun oldu mu asla aileye söylemez, kendi kendine halletmeye çalışır. Bir konuda fikir alması gerekiyordur lakin ' ya kızarlarsa ' düşüncesiyle hiçbir şey söyleyemez duruma gelirler. Bu çok yanlıştır, lakin yapabileceğimiz bir şey de yoktur...

Ben o kızlardan olmadım. Bir derdim oldu mu, ilk babamla konuşurdum. Anneme de anlatırdım velhasıl. Lakin babam benim için daha güvenilir bir liman olmuştur her zaman. Bir kere beni o lanet çukurdan kurtaran bile babamken, ona nasıl daha fazla güven duymazdım...

Benim kahramanım, ilk aşkım babamdı. Her ne kadar onun kanından olmasam da, o gerçekten benim babamdı...

Öz babam...

Onu hatırlamıyorum. Ne annemi ne de babamı. İkisini de o kadar küçük yaşta kaybetmiştim ki... Onlara dair hatırladığım son şey, vahşice katledikleri andı... Ve biri daha vardı. Meyveli kekleriyle gönüllerimizde taht kuran, ablam Ayperi. Benden tamı tamına on yaş büyüktü. Onu da pek hatırlamıyordum, yalnızca adı ve o meyveli keklerin tadı aklımdaydı. Ona ne oldu, bunu hiç bilmedim. Nerede ve ne yapıyor, bunu da hiç bilmedim. Zira o da katledilmiş olabilirdi...

Türkmenistan'da bıraktığım hayatımın aklıma gelmesiyle, memleketime olan sevdam yüreğimi kazıdı. Yıllar olmuştu oradan ayrılalı, bir daha dönememiştim.

Kim bilir, belki bir gün tekrar dönerdim Ana Vatanıma.

İçime çektiğim derin nefesle birlikte pikeyi üzerimden çekip kalktım. Yaklaşık üç saat boyunca uyumuştum. Şu son yarım saattir de pikenin altında düşüncelere dalmıştım. Üstelik bugün eve gitmeliydim... Amcam, eşi ve kuzenlerim evdeydi ve iki gündür onların yanında değildim. Benden cevap bekliyorlardı. Konuşmamız gerekiyordu. Lakin o evde konuşacağımız gerçeği, yüreğimi sızlattı.

Pasif bir aptal gibi davranmayı kes ve ayağa kalk, Atmaca!

İç sesimin beni azarlaması üzerine, ona hak verdim ve ayağa kalktım. Şu hayatta bana sadece üç kişi ' Atmaca ' derdi. Biri hiç şüphesiz Fahri Amca idi. Bana verdiği lakabın, aslında timimde kullandığım lakabım olduğunu bilmiyordu. Destan timindeyken, lakabımı Atmaca seçmiştim. Bundandır ki, Tim'in Komutanı Yüzbaşı Acar ve diğerleri bana Atmaca derdi. Bu lakabı diyen bir diğer kişi ise babamdı. O lakabın anlamını bilerek bunu söylüyordu. Çünkü benimle gurur duyuyordu.

Yattığım yataktan kalktım ve dolaba ilerleyip içinden kendime bir kazak ve pantolon çıkardım. Onları hızla üzerime geçirdikten sonra botlarımı ve montumu da üzerime giyip, saçlarımı da omzumdan geriye attım. Revirin kapısını kilitlediğim için kimse içeri girmemişti, bu yüzden rahattım. Hızla kapıyı açıp anahtarı da cebime attım ve etrafıma dikkatli bakışlar ata ata Alay'dan çıktım. Neyse ki kimse beni görmemişti!

" Mawis ?" Diyen sesi duyduğumda, şom ağzıma küfrettim. Bana bu şekilde seslenen hiç şüphesiz, Omar'dı. Türkmence konuşmuştu benimle. Üstelik bunu çocukken bana söylediğibbir lakapla yapmıştı. Arkamı dönüp ona baktım ve, " Düýe?" Dedim. Ona ' deve ' diyordum. Çünkü o, her zaman yaşıtlarımıza göre kocaman kalıyordu. Bayağı uzun ve iri biriydi.

Yanıma gelip kolunu omzuma attığında, onu şöyle bir süzdüm. Üzerinde Asker üniforması yoktu, tam aksine siyah bir kot pantolon onun da üzerine lacivertin en koyu tonundan bir kazak giymişti. Kazağının üstüne ise siyah bir mont giymiş ve botlarıyla kombinini tamamlamıştı. Kolunu omzuma attığı için bir an için şaşırsam da bu anın beni geçmişe götürmesi üzerine yüzümde bir tebessüm belirdi.

Omar ve ben, birer kardeş gibi büyümüştük. Yaşadığımız o cani anlarda birbirimizden kopmuştuk, öyleydi ki birbirimizi tanıyamaz hâle gelmiştik. Sanki yıllardır kardeş gibi büyüyenler biz değilnişiz gibi aramıza mesafe girmişti. Birbirimizle konuşmaya çekinir hâle gelmiştik. Şimdi ise tam tersi, Omar'ın bana tekrardan eskiden olduğu gibi davranması, içimi sıcacık etmişti.

Üstelik o kadar kopmuştuk ki birbirimizden... Buraya geldiğimden beri onunla doğru dürüst konuşamamıştım. Zamanımın çoğu tim ile birlikte geçiyordu. Lakin tim tanışık olduğumuzu bilmediği için pek konuşamıyorduk da. Aslında konuşsak, bunu kimse yargılamazdı. Çünkü hepsiyle samimi olmaya başlamıştım. Özellikle Behlül ile fazla samimi olmuştuk !

" Nereye gidiyorsun ?" Dediğinde, içime bir nefes çekip, " Eve gidiyorum. Amcamlarla konuşmalıyım." Dedim. Bana baktığını hissetmeme rağmen ona dönmeyip, ilerlemeye devam ettim. O da kolunu omzumdan çekmedi. " Tamam, ben de geliyorum." Dedi. Yüzümü ona çevirip, " Ne ?" Dediğimde sağ omzunu silkip, " Ne var, kardeşimin ailesi ile tanışacağım." Dedi. Bunu demesi içimi burksa da, yüzümde kalbimdeki burukluğu yansıtan bir gülümseme belirdi. " Benim ilk ailem sensin... Sen ve Maysa." Dedim ve ilerlemeye devam ettim.

Maysa neredeydi biliyordum. Günü gelip cesaretimi topladığımda onunla konuşacaktım. Evet, bunu yapacak ve kız kardeşimle tekrardan bir araya gelecektim.

Benim ailem, her ne kadar resmiyette Sağdıç ailesi olarak görünse de asıl ailem Omar ve Maysa idi. Daha da derine inersek... Orada bir ailem vardı ki hafızam suretlerini hatırlamasa da varlıklarını hissediyordu. Onlara dair anılarım vardı, biliyorum. Lakin öyle bir travma yaşamıştım ki anne ve babamı kaybettiğim zamanda, iyi anılarımın her birini silmişti hafızam. O vahşetin üzerine hangi iyi anı yerini koruyabilirdi ki?

İçime çektiğim derin nefesle birlikte, ben arabamın sürücü koltuğuna otururken, Omar da yolcu koltuğuna oturdu ve yolculuğumuz başladı. Yaklaşık bir buçuk saat sonrasında evin önünde durmuştum. Yol boyunca ne ben ne de Omar konuşmuştuk. Çünkü biliyorduk ki bugün pek iyi şeyler olmayacaktı, boşuna kendimizi teselli etmeye ya da olacaklardan kaçmaya gerek yoktu.

Arabadan indiğimde, hemen arkamdan Omar'da indi. Birbirimize son kez bakıp aynı anda apartmandan içeri girdik. Omar evime ilk kez geldiği için önden ben ilerliyordum. O ise bir adım kadar arkamdaydı. İkinci kata çıktığımızda kapının önünde durdum ve yine anahtarı yanıma almadığım aklıma geldi. Bu düşünce beni anneme sürüklerken, dudaklarımda acıya emare bir tebessüm oluştu. Omzumu sıvazlayan Omar'ın elini hissettiğimde, yüzümdeki tebessüm ile ona baktım. Daha sonra içime çektiğim nefes eşliğinde kapıyı tıklattım.

Çok değil birkaç dakika sonra açılan kapının girişinde, yengem Sırma göründü. Bana tebessüm etti ve kapıyı biraz daha araladı. Omar'a içeriyi işaret ettiğimde beni bozmayıp içeri ilk o girdi ve ayakkabılarını çıkarmaya başladı. Onun ardından bende içeri girdim ve ayakkabılarımı çıkardım. Etraftaki yemek kokularını duyumsamam, bana annemi hatırlattığı için boğazımda bir düğüm oluştu. Yine de metanetimi korudum ve bana bakan Sırma eşliğinde içeri doğru ilerledim. Hemen arkamdan da Omar geliyordu.

Üçüncü adımımızın sonunda görünen salona baktığımda; Harun, Hamza ve Devrim'in üçlü koltukların birinde, Gülfem ve Gülfer'in ise diğer üçlü koltukta oturduğunu gördüm. Son olarak amcama baktığımda, tekli koltukların birinde oturduğunu gördüm. Sırma, ikizlerin oturduğu koltuğa gidip oturduğunda, Omar'a amcamın yanındaki diğer tekli koltuğu gösterdim. Lakin o benim dediğimi yapmadı ve yanımda durup kolunu belime sardı. Sanki ne kadar vahim bir durumda olduğumu fark etmiş gibi...

Hepsinin gözleri bizim üzerimizdeyken, kimseden tek ses çıkmıyordu. Aşırı sakinlerdi ve bu hiç normal değildi. Bunlar bir aradayken asla sessiz kalamazlardı. Böyle bir şeye imkan dahi yoktu.

Çenesini sıvazlayan amcam, biraz sinirli görünüyordu. Lakin sinirlense dahi onun dediğini yapmayacağımı biliyordu. Zira ben kimseyi dinlemezdim. Babam hariç hiç kimse pek umurumda olmazdı. Babamın düşüncelerine önem verir, bana verdiği nasihatleri kulağıma küpe ederdim. Eğer babam bana ' Kızım bu yanlış.' diyorsa yaptığım işten cayardım. Lakin bir başkası dediğinde, bu pek de umurumda olmazdı. Zaten bugün buraya, bazı gerçekleri açıklamak için gelmiştim. Kaçmanın manası yoktu. Ki zaten babam yasıyor olsa, eminim ki yaptığım iş için benimle gurur duyardı. Yanımda olup daha çok destek çıkardı, bana köstek olmazdı.

" Otur, Laçin." Diyen amcam kenardaki sandalyeyi gösterdiğinde, sandalyeye kısa bir bakış atıp tekrar amcama döndüm, " Böyle iyi amca." Dedim, sanki evime yabancıymış gibi. " Tamam, bir yemek yiyelim o zaman." Deyip eşine baktığında, odadaki buz gibi kasvet devam ediyordu. Tam yerinden kalkacak olan Sırma'ya bakıp, " Zahmet etme Sırma." Dedim ve tekrar amcama döndüm. " Yemek yemeye değil, bazı şeyleri konuşmaya geldim. Zaten çok kalmayacağım, gitmem gerek." Dedim ve hiçbir duygu barındırmayan gözlerimle onlara baktım.

Amcam içine çektiği derin nefesle, " Tamam, anlat." Dedi. Gergince içine bir nefes aldığımda, elini belime biraz daha bastıran Omar, bana güç veriyordu. Varlığı bile yeterliydi benim için. " Askeriye'de çalıştığımı biliyorsunuz." Dediğimde sıkıntılı nefesler havada uçuştu. " Bunu gönüllü olarak yaptım ve yine gönüllü olarak operasyonlara katıldım." Dedim. Kenardaki Hamza elini sıktığında, onu görmezden geldim. " Peki biz bunu ne zaman öğrenecektik, sen operasyona çıktığın gün mü?" Diyerek hafif sesini yükselten amcama baktım. " Bana sesini yükseltme Amca!" Dedim. Her kim olursa olsun, bana sesini yükseltmeye hakkı yoktu.

" Naaşın kapımızın önüne geldiğinde mi, senin ne iş yaptığını öğrenecektik Laçin?" Diyerek bir kez daha bağırdığında, aslında abisinden sonra birini daha kaybetmek istemediğini anlayabiliyordum. Lakin yine de ne iş yaptığıma, hangi kararları verdiğime karışamazdı. Buna hakkı yoktu.

" Naaşım kapınızın önüne geldiğinde gururla göğsünüzü kabartın! Şimdiki gibi beni azarlamayın ya da pişman olacağınız laflar etmeyin!" Diyerek ben de sesimi yükselttiğimde, amcam oturduğu koltuktan kalktı. " Abimin emanetini de kaybedemem aptal kız!" Diyerek bana bağırdığında, Devrim ayaklanarak Amcamı yerine oturttu. " Sakinleş amca." Dedi ve onu koltuğuna oturttu.

" Şunu anla amca, bir gün o naaş kapına gelecek! Sen istesen de istemesen de!" Dediğimde, yanımdaki Omar'da kaşlarını çatarak bana bakmaya başlamıştı. " O da ne demek şimdi ?" Diyen Harun tedirgince bana baktı. " Ona zarar gelmesine izin vermem, merak etmeyin." Diyen Omar onları sakinleştirmeye çalışıyordu, lakin o bile neyden bahsettiğimi bilmiyordu.

" Ben yanlış bir şey yapmıyorum. Doğru olan ne ise onu yapıyorum." Dedim amcamın gözlerinin içine bakarak. " Yemin ederim Cavaloz, yanlış olan hiçbir şey yapmıyorum." Dedim dudaklarımdaki buruk tebessümle. Bana bağırsa dahi, daha fazla kıyamayan amcam koltuğundan kalktığı gibi yanıma geldi ve beni kendine çekip sarıldı. Gözyaşlarım o kadar hazırda duruyordu ki kendimi bıraksam hüngür hüngür ağlayacaktım. Lakin yine de metanetimi korudum ve ağlamamak için büyük çaba sarf ettim.

" Sana zarar gelsin istemiyorum, Bal çeç." Dedi ve saçlarımı okşadı. Ben de ellerimi beline koyup ona sarıldım ve, " Bana zarar gelmez, gelse dahi onur duyacağım bir zarar olur Cavaloz." Dedim. Amcam ise saçlarımı bir kez daha okşadıktan sonra beni geri çekti ve avuçlarını yanaklarıma yaslayıp alnımdan öptü, " Kendine çok iyi bak, Bal Çeç." Gözlerime baktı ve, " Sen de gitme bizden, yüreklerimiz bir kez daha kaldırmaz Laçin'im." Dedi ve gözünden düşen bir damlayla birlikte geriye çekilip arkasını döndü.

Amacım onları üzmek değildi. Hiçbir zamanda onları üzmek gibi bir niyetim olmadı. Tek amacım, görevimi layığıyla yerine getirmekti. Bu aileme zarar veren bir görev olacak olsa dahi, bunu yapıyordum ve yapmak zorundaydım...

Gözlerimi Omar'a çevirdiğimde, kaşlarının hâlâ çatık olduğunu gördüm. Büyük ihtimalle neyden bahsettiğimi anlamaya çalışıyordu. Üzgünüm Omar, vakti gelene kadar sen bile bilmemelisin gerçeğimi...

Gözlerimi ondan çekip tekrar aile üyelerime baktım. Gülfem ve Gülfer yüzlerindeki tebessümle bana bakarken, Hamza, Harun ve Devrim bana bakmamakta ısrarcıydı. Sırma ise amcamın yanına gitmiş ve mendil uzatmıştı.

" Bana küs olmanızı gerektirecek bir şey yapmadım, çocuklar. Kendi kararlarımı verebilecek yaştayım." Dediğimde üçü de aynı anda bana ters ters baktı. " Hâlâ çocuksun Laçin, sus !" Diyen Harun trip atarcasına kafasını diğer tarafa çevirdi. Bunu gören Omar ona garip garip bakarken, kollarını göğsünde birleştirmiş olan Devrim, " Bu piçlere katılmıyorum ama hiç bozasım gelmedi, çok eğlenceli." Dedi ve o da Harun gibi kafasını diğer tarafa çevirdi. Onun bu hâli yüzümde bir tebessüm oluştururken, " Bir demeden ikinci bomba geliyor. Üçüncü bombayı da söyle bari de kalpten gidelim." Diyen Hamza da sanki hissetmiş gibi bunu söylemişti. Lakin onların bilmediği iki sırrım daha vardı. Bilmeseler de olurdu...

Biri hiç şüphesiz eski Asker olmamdı. Diğeri ise... Bunu zaten kimse bilmiyordu.

" Ula kadınlar bu kadar trip atmıyor be! Erkek prensesi misiniz siz ?" Dediğimde, " Madem prenses olmak istiyorsun, o zaman prenses gibi davran." Diyerek ' hıh' ladılar ve tekrar, sanki saçları varmış gibi kafalarını savurdular. Yanımdaki Omar, onların bu hâline küfrederken ben garip garip bakıyordum. Gülfem ve Gülfer ise kahkaha atıyordu. Sırma ise hiç şüphesiz, silahını arar gibi duruyordu. " Allah sizin belanızı vermesin." Diyen amcam onlardan tiksiniyormuş gibi bir bakış attı.

" Prenses gibi davranıyoruz işte, daha ne istiyorsunuz ?" Diyen Harun'la birlikte, Sırma elini amcamın beline attı ve silahını çıkardığı gibi namluyu çekip onlara yöneltti. Silahı gören üçlü, birbirine sarılarak, " Yenge hanım, ne ediyorsun ?" Diyerek bağırmaya başladılar. Amcam ise, en uzak köşeye doğru sıvışmaya başlamıştı. Bu kadından korkuyordu, değil mi ?

" Ula yeter be! Kari olacağsanız gedin kesin gılliklerinizi !" Dediğinde, yanımdaki Omar gür bir kahkaha attı. Bizim üçlü ise, " Ayıp ettin yenge, neresi gıllikmiş bizimkilerin ?" Diyerek saf saf sorun Harun'un kafasına aynı anda Hamza ve Devrim vurdu. " Salak salak konuşma gaybana !" Dediler. Harun gerçekten ne dediğini bilmiyordu...

" Ula bağa bakun, benda sabur mabur kalmadi! Karadeniz bu kadar dayanmaz da!" Deyip onların üzerlerine yürüdüğünde, bizim üçlü korkuyla koltukta geriye yaslandı. " Haçen bitcek sizin bu kari sevdanuz! Ya evlenun ya da kari olun!" Diye bağırıp namluyu üçünün de üzerinde gezdirdi. " Etma yenge, bak sevduğum var. Sen şimdi beni vurursan, ben nasil evlenacağum sevduğumle ?" Diyen Devrim'e şaşkın şaşkın baktım. Sevgilisi vardı ve benim haberim yoktu!

" Kim ula o kız ?" Diyerek sorduğumda, " Sus sen de kıskanma oradan!" Deyip kaş çattığında, ben de kaş çattım. " Seni niye kıskanacağum fışki yiyen! Bir de bağa diyisığız bir şeyler saklama diye !" Dedim. Devrim ise, " Ula sus da canumun derdundeyim," dedikten hemen sonra Sırma'ya döndü. " Yengecuğum ha senda birak o silahı da! Bilıyrım çok seviysın silahuni. Ama mazallah ya patlarsa ?" Diyerek paçalarından akıtacakmış gibi kıvranmaya başladığında, " Sen merak etma. Boşa sikmaz bu namlu." Deyip kana susamış gibi göz kırptı Sırma. Onun bu hâli beni bile ürkütürken, gözlerim amcamı aradı.

Odanın en uzak köşesinde sessizce olanları izliyordu, bu hâline gülecekken bundan vazgeçip, " Karını sakinleştirsene amca !" Dediğimde ağzının içinde bir şeyler gevelemeye başladı. Daha sonra bana zoraki bir gülümseme gönderip, " Karım ne yapsa hakkıdır." Dedi. Bunu duyan Sırma namluyu, sanki amcamın nerede olduğunu biliyormuş gibi oraya doğrultmuştu. " Canim çok sikilayi Egit. Ezcuk kolbasti oynasağa." Diyerek namluyu gösterdi, lakin gözleriyle de sanki masum bir şey yapıyormuş gibi çipil çipil bakıyordu. Amcam Derince yutkunup yanımıza geldi ve, " Şarkisiz olur mu karicuğum ?" Dedi titrek sesiyle. " Dur ben sağa açayim şarki." Dedi ve telefonunu çıkarıp şarkıyı açtı. Daha sonra amcama bakıp, gözleriyle ortayı işaret ettiğinde, amcam yutkunarak ortaya geldi ve başlayan ritimle oynamaya başladı.

Ben ve Omar sessizce onların bu hâline gülerken, Harun, Hamza ve Devrim kahkaha atıyordu. Gülfem ve Gülfer ise gülmemek için zor tutuyorlardı kendilerini. Amcam hepimize ters ters bakarken, yengemde bir elinde silahla oynamaya başladı. Bu halleri bizi daha çok güldürürken, " Ha gülayrum katula katula, bir sözünu geçiremedun karina !" Diyerek kahkaha atmaya devam etti bizim üçlü. Bu dediklerini duyan Sırma ise, namluyu onlara doğrultup, " Hayde siz de geliysığız." Dediğinde, hızla yüzleri soldu ve aynı anda koltuktan kalkıp salonun ortasına geçerek kolbastı oynamaya başladılar.

Bunların hakkından gelebilecek tek kişi, hiç şüphesiz yeni gelinimiz olmuştu.

Birkaç Saat Sonra - Alay Komutanlığı

Tuğrul Ganiev

Yanlış mı yapıyordum? Sevdiğim kadını hep yanımda, gözlerimin önünde görmek istemem, çok mu yanlıştı? Ya da onu öpmem... Çok mu yanlıştı onun dudaklarının tadına varmak? Dediğimin arkasındaydım. Onu karım yapana kadar peşinden ayrılmayacaktım. O beni her kovduğunda, ben iki adım daha yaklaşacaktım ona. Lakin ya yanlış yapıyorsam? Beni istemeyen bir kadını öpmem ve onu karım yapmak istemem, doğru değildi, değil mi ?

Sana karşılık verdi. Eğer seni istemeseydi, o an seni itebilir, tokat atabilirdi. Lakin o da seni öptü. Üstelik dediği şeyleri unuttun mu ? Kız seni sevdiğini söyledi dostum !

Sarhoş kafayla herkes bir şeyler saçmalardı. Sarhoşken söylediği cümlelere kefen biçemem. Üstelik o an ne dediğinin farkında değildi ve hâla da o geceyi hatırlamıyor. Ve evet, bana karşılık verdi. Lakin bunu hissettiği arzunun açlığını dindirmek için de yapmış olabilirdi. Ah, tamam biliyorum, Laçin öyle bir kız değil. İstese o an yedi ceddimin içinden geçerdi. Beni doğduğuma pişman bile edebilirdi, lakin bana karşılık verdi. Bununla avunmak istemiyorum. O kendi ayaklarıyla bana gelmediği sürece, onun duygularına inanamazdım. Kendi isteğiyle dudaklarıma dokunmadığı sürece, onu bir daha öpemezdim.

Yanlış yapmıştım. Bunu yapmamalıydım. O daha beni hatırlamazken, ben onu öpmemeliydim. Daha beni sevip sevmediğini bile bilmiyorken, onu öpüp kafasını karıştırmamalıydım.

Lanet olasıca nefsimden nefret ediyordum. İnsan hep şu nefsinden sınanırdı! Bir kere koruyamadı mı, bir daha da koruyamayacak vaziyete geliyordu.

Gözlerimin önüne öpüştüğümüz an geldiğinde, dudaklarımda bir tebessüm, içimde alev alev yanan bir har belirdi. Onu seviyordum. Hem de kelimelerle telaffuz edilemeyecek kadar çok seviyordum. Ve yemin ederim, Laçin'i karım yapmadan durmayacaktım.

Allah biliyor ya, başımı her göğe kaldırışımda, her secdeye yasladığımda, yüreğimdeki iki duamdan biri o. Nasibim olmasını istiyordum yaradandan. Benim olamayacaksa, yüreğimdeki sevdayı nereye gömecektim? Daha nereye kadar dağlara vuracaktım sevdamı? O benim yüreğim, yürek paremdi. Bunu artık biliyor ve asla unutmayacak. Çünkü unutturmayacağım. O unutmak istese dahi, onun gözünün önünde durup sevdamı anlatacağım ona. Lisanım konuşmayabilir lakin gözlerim oluk oluk anlatacak sevdamın her bir zerresini.

Yaradan'ın huzurunda ki ilk duam Laçin'di. İkinci duam ise Vatanım. Laçin'i çocukluktan seviyorsam, Vatanımı doğduğum günden ezeldir seviyordum. Vatanım uğruna can alır, can verirdim. Bir kansızın kanını yere dökerken, can aldım diye üzülmez, hıyanet edenin canını Allah'a takdir ettim diye gurur duyardım. Ya Hak bana, vatanıma hıyanet edenin canını almamda izin vermişse, ben gram üzülmezdim kansızların kanını yere sermekte.

Yüreğim ' Vatan! ' diyerek atardı. Ruhum ise ' Laçin! ' diyerek ızdırap çekerdi. Hiç şüphesiz o bana gelen hem bir ödül hem de cezaydı. Önce cezasını daha sonra sefasını çekecektim. Cezasına da kabuldüm, sefasına da. Yeter ki beni sevsindi, sevmese bile hatırlasındı. Onun beni görüpte hatırlayamaması, yüreğimi, çocuk ruhumu nasıl incitiyordu, haberi bile yoktu...

" Adem ne yapmış öyle be Komutanım ?" Diyerek gülen Tarık abi, benimle birlikte Adem'in içerideki haşereleri dövdüğü kayıtları izliyordu. Normal şartlarda buna izin vermemem gerekiyordu. Adem'in o odaya girip, o piçlere elini kaldırması, yönetmelik gereğince intikama giriyordu. Bizim mesleğimizde ise intikama yer yoktu. Biz görevimizi Vatan için yapardık. İntikam almak için değil. Zira intikam almak için yaparsak, bu hususi bir meseleye dönüşürdü. Vatan görevinde de hususi bir meseleye yer yoktu. Ne yapacaksan, Vatan'ını korumak için yapacaktın, hususi meselelerini çözmek için değil.

Lakin bu piçler, Adem tarafından dövülmeyi hak etmişti. Ah, tabi Adem şuan cezalı olduğu için Alay'dan içeri girmesi de yasaktı. Lakin bunu yapmıştım ve eminim ki en geç yarın, beni de bir ceza bekliyor olacaktı. Bu durum rütbeme bile zarar verebilirdi. Çünkü yaptığım kurallara itaatsizlikti. Ki zira Ecza dolabını da yakında fark edeceklerine emindim... Askeriye malına zarar vermekte suçtu.

Laçin geldiğinden beri, rütbem git gide daha da zarar görüyordu. Suç ona ait değildi, ben nefsime hakim olamıyordum. Ecza dolabının içinde ne var ne yoksa, son kullanma tarihine kadar her şeyin aynısından alıp yerleştirmiştim. Bunu Laçin Alay'dan çıktığında yapmıştım. Eğer ki o Alaydayken yapsaydım, beni revirden içeri almayacağına adım kadar emindim. Lakin rütbemin zarar görmesine de izin veremezdim. Rütbemin zarar görmesi demek, pek de iyi bir şey değildi biz Askerler için.

" Ellerine sağlık aslan parçasının." Diyerek görüntüleri izlemeye devam ettim. Sırf bu videoyu tekrar tekrar izlemek için bile, verilen her türlü cezaya razıydım. Yoktu öyle çoluğumuzu çocuğumuzu kaçırıp sefa sürmek. Böyle de sikerdik belanızı piç herifler.

" Adem çıktı mı?" Dedim görüntüleri izlemeye devam ederken. Onu en son odaya bıraktığımda görmüştüm. Ondan sonra da malumumuz Laçin ve Behlül'ün cezalarıyla ilgilenmiştim. " Birkaç saat oluyor komutanım." Diyen Tarık abinin, rütbe farkından dolayı bana ' Komutanım ' demesi, brni rahatsız ediyordu. Benden büyüktü ve ben, benden büyüklere sırf rütbem için bile olsa büyüklük taslamak istemezdim. Alay içerisinde saygı çerçevesindeydik, lakin Alay dışında, Tarık abiyi zorla ikna ederek bana ' Komutanım ' dememesi gerektiğini söylemiştim. Bir rütbenin, aramızda saygısızlık yaratmasını istemezdim. Tabi rütbemden dolayı bana saygı duyuyor ve saygısını dile getiriyordu. Lakin o da benim bir büyüğümdü ve ben de büyüğüme saygısızlıkta bulunamazdım.

" Eşi ne durumdaymış, bir bilginiz var mı?" Dediğimde, " Hastanede hem bebeğe hem de annesine gerekli tahliller yapıldı. Şuanlık durumları iyi diye biliyoruz. Sizin de izniniz olursa, akşam tim ile birlikte gitmeyi düşünüyoruz Komutanım." Dedi stabil ses tonunda. " Tamam, akşam tüm tim hazır olsun." Dedim ve biten kayıt videosuyla birlikte arkamı döndüm. Lakin aklıma gelen şeyle, " Doktor'a söyleyin, o da gelecek." Dedim. " O da artık timden zaten Komutanım, timden olmasa bile söylerdim, iki canı kurtardı. Durumlarını bilmeye hakkı var." Tarık abi bunu dile getirdiğinde, dudaklarımda bir tebessüm belirdi.

Bu kadın, mucize gibi bir şeydi. Eğer o gün yanımızda olmasaydı, biz belki de ne o bebeği ne de annesini kurtarabilecektik. Elimizde iki şehit ile dönebilirdik. Lakin onu bize gönderen yaradana binlerce kez şükür olsun ki iyi ki vardı, iyi ki bizimleydi.

" Biz ondan razı olduk, Allah da ondan razı olsun." Deyip dudaklarımdaki tebessümümle kayıt odasından çıktım. Ben o kadına ölümüne razıydım. İnşallah bir gün gelecekti ve o da benden razı olacaktı. O anın gelmesi için elimden ne geliyorsa yapacaktım. O benden gitmek istemediği sürece, ben ondan gitmeyecektim.

Odama doğru ilerlediğim sırada, Alay'dan içeri giren Binbaşı'yı gördüm. Hızla yerimde konum alırken, elimi de alnıma götürdüm. Bana doğru ilerleyen Binbaşı, " Rahat, Ganiev." Dedi. Elimi alnımdan çeksem de, saygımdan ödün vermedim. Yanıma geldiğinde, öncesinde dikkatle beni süzdü. Bunu neden yaptığını anlamazken, kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tutuyordum. " Rapor hâlâ gelmedi, Ganiev." Diyerek tek kaşını kaldırdığında, operasyon raporunun odada olduğunu hatırladım. Laçin odayı toparlarken, ben raporu hazırlıyordum.

" Ben de raporu size getirmek için odama gidiyordum, Komutanım." Dediğimde, " Odamda bekliyorum, Yüzbaşı." Dedi ve arkasını dönüp gitti. Kaşlarım çatılırken, arkasından düşünceli gözlerle bakıyordum.

Binbaşı benden şüpheleniyor muydu?

 

Laçin Sağdıç

 

Amcamlarla oturup muhabbet ettikten sonra, Omar ile birlikte Hakkari'nin meşhur yemeği Keledoş'u yemeye gittik. Bu yemeği daha önce Askerken görev için Van'a gittiğimde de yemiştim. Vanlılar bu yemeğin kendilerine ait olduklarını söylerdi, aynı şekilde Hakkarililer de bunu söylerdi. Lakin yemek kime aitti, muamma. Bildiğim bir şey varsa, Şuan yediğim Keledoş, Van'ınkine oranla zayıf kalıyordu. Orada yediğim Keledoş daha güzeldi. Ama bu da fena değildi.

Omar," Buranın bir yemeklerini bir de dağlardaki kansızlarını vurmayı seviyorum." Diyerek Keledoş'tan bir kaşık daha aldığında, yemeği beğenmiş gibi görünüyordu. " Yemekleri gerçekten güzel." Dedim lakin ikincisine atıfta bulunmadım. Zira ben de seviyordum kansızların kanını yere sermeyi, lakin bunu ona söyleyemezdim.

Omar yemeğinin son kaşığını da yiyip geriye yaslandığında, benim yemeğimin yarısı hâlâ duruyordu. Uzun süre aç kaldığım için midem şuan daha fazlasını alamıyordu. Suyumdan bir yudum içip ben de tıpkı Omar gibi geriye yaslandım. " Baş başa kalamadık hiç." Diyerek söze giriş yapan Omar'a, " Evet, en azından şuan baş başayız." Dedim. " Anlat bakalım, Tuğrul ile aranızda ne var ?" Diyerek dan diye konuya girmesiyle, masadaki suya uzanıp tek seferde hepsini içtim. " Yok aramızda bir şey." Dedim lakin aklım yine o görüntülere gitti. " Emin misin ?" Diyen Omar, sürahiden doldurduğum suya bakıyordu.

" Eminim." Dedim ve doldurduğum sudan bir yudum daha içtim. Omar dikatle hareketlerime bakarken, hatırladığım anlar yüzünden yüzüm kızarmaya başlamıştı. Bunu fark ettiği an suratında bir sırıtış belirdi, " Bir şey yaşamışsınız." Dediği anda içtiğim su boğazımda kaldı. Omar kahkaha atarken, ben öksürük krizine girmiştim. Elimdeki bardağı masaya bırakırken, öksürüklerim arasından, " Yok öyle bir şey!" Dedim ve nefes almaya çalıştım.

Burası bir sıcak olmuştu sanki.

" Bal gibi de yaşamışsınız Maviş, şu haline bak!" Diyerek bir kahkaha daha attığında, ona öldürücü bakışlar atıyordum. " Ne yaptı ?" Diyerek sorduğunda, " Hödük Komutanın beni zorla öptü!" Zorla olan kısmı yalandı. Kendi isteğimle karşılık vermiştim. Duyduğu kelimelerle öylece kalırken, " İznini almadan mı öptü?" Dedi sorarcasına. Evet iznimi almadan öpmüştü, lakin isteseydim onu ittirebilirdim. Yine de, " Evet." Dedim. Çünkü gerçekten iznimi almamıştı.

" Şaşırdım." Dediğinde anlamazca ona baktım. " Neye şaşırdın?" Dedim. O ise bir eli çenesinde gözlerini bana kaldırdı, " Tuğrul'u hatırlıyor musun?" Dedi. Söylediği cümleyle öylece kalakalırken, aynı cümleyi Tuğrul'un kurduğunu da hatırlıyorum. Onu hatırlamam gerektiğini söylüyordu. Yirmi iki senedir beni tanıyormuş. Üstelik Omar'da tanıyordu. Yani o, kesinlikle Kopuklar Yetimhanesi'ndendi.

" Hatırlamıyorum." Dedim başımı iki yana sallayarak. Omar ise elini çenesinden çekip, " Benim yanımda olan o fırlama çocuğu hatırlamıyor olamazsın. Bir saniye yakamdan düşmüyordu." Dediğinde, aslında gerçekten tanışık olduğumuzu fark ettim. Peki ben, ne olmuştu da Tuğrul'u unutmuştum?

" Hatırlamıyorum... Sen, Maysa ve Gülnare ejem dışında pek kimseyi hatırlamıyorum... Yüzbaşı... O da bizimle aynı yetimhanedeydi değil mi? Bu yüzden sürekli 'beni hatırla' diyordu." Dediğimde, dudaklarındaki minik gülümsemeyle başını salladı. Bir anda aklıma gelen şeyle gözlerim kocaman açıldı. " Bir dakika!" Diyerek hızla yerimde doğruldum. " Gülnare ejem, Tuğrul'u evlat mı edindi?" Dediğimde, gülümsemesi büyüdü. " O yetimhaneye gittiğinden beri, Gülnare ejem'in oğluydu." Dediğinde bir şok daha yaşadım. Tuğrul, o yetimhanede ne kadar süre kalmıştı?

" Onu hatırlamıyorum... Biraz anlatır mısın, nasıl biriydi ?" Dediğimde, dudaklarındaki keyifli gülümsemeyle, " Biraz da sen koş onun peşinde." Dedi ve gevşek gevşek gülümsedi. Niye onun peşinden koşacakmışım canım, o koşsun peşimde, hah!

" Ay iyi ki bir şey istedik be!" Diyerek sandalyemde geriye yaslandım. Omar ise yüzündeki sırıtık ifadeyle, " Seviyorsun değil mi?" Dedi. Ben ise bunu nereden anladığını anlamaya çalışıyordum. Henüz kendime bile yeni itiraf etmişken, bir de Omar'a itiraf edemezdim. Kesin gider o hödük dostuna söylerdi. " Yok, sevmiyorum." Dedim. O ise gözlerini devirerek, dediğim şeyin yalan olduğunu belirtti. " Buna ne diyorlar biliyor musun?" Diyerek sağ elinin avucunu bana gösterdiğinde, " Avuç?" Dedim lakin o, " Yok canım, külah. Külahıma anlat yani." Dedi ve tekrar yerine oturdu. Ben ise onun bu saçma esprisine göz devirmeden edemedim.

" Komik misin sen?" Dediğimde, " Çok." Dedi ve güldü. Ben de istemsizce ona güldüm. " Eğer onu seviyorsan, kaçma Maviş." Dedi dudaklarındaki tebessüm buruklaşırken, " Bir gün gelir, sevdiğini söylemediğin için pişman olursun." Gözlerini gözlerime çevirdi, " Ben pişman oldum, sen de pişman olma kardeşim." Dediğinde sanki boğazımda bir düğüm varmış gibi yutkundum. " Eğer ki o piçi tanımasaydım, yanına yaklaşmasına izin vermezdim. Ama Allah biliyor ya, daha çocukken bile bakışları farklıydı sana." Dedi ve gülümsedi. Ben ise bir şey demeden, sadece onu dinledim.

" Yanlışlıkla göz göze gelirdin onunla, gelirdi yakama yapışırdı. Elin eline değerdi, çocuk haliyle darmaduman olurdu." Son cümlesinde başını iki yana sallayarak güldü. " Siz kadınlar... Çocuk halinizle bile çok tehlikelisiniz." Dedi ve başını iki yana sallamaya devam etti. " Küçücük yüreklerimizi nasıl da attırdınız... Büyüdünüz ama değişmediniz. Hâlâ da deliyiz size... Efsunladınız bizi." Dediği kısımda, aslında Maysa'dan bahsetmeye başladığını anladım.

Maysa ve onu konuşturmalıydım.

" Bizde nasıl bir etki yarattığınızın farkında değilsiniz. Size göre sadece hoşlanmış oluyoruz." Gözlerini gözlerime çevirdi, " Biz sevdalanıyoruz... Gözlerinize, saçlarınıza, gülüşünüze... Sizi siz yapan her şeye sevdalıyız." Dedi ve bakışlarını masaya çevirdi. " Bir kadeh ister misin?" Dediğimde, aslında şu kasvetli havayı dağıtmak istiyordum. " Anca alaya al! Kime ne anlatıyorsam!" Diyerek isyan etmeye başladığına güldüm. " Efkarlı efkarlı konuşuyorsun, güzel gider diye düşündüm." Diyerek bir kez daha güldüğümde bana ters ters baktı. " Dalganı da geçtiğine göre kalk gidiyoruz." Dedi ve ayaklandı. Ben de ayağa kalkıp, " Ne güzel oturuyorduk." Dedim. Bana şöyle bir bakıp, " Arabaya geç, hesabı ödeyip geleceğim." Dedi. Onu ikiletmeden bu küçük restorandan çıktım.

Hiç öyle ödeme kavgalarına girişemeyecektim. Zaten Omar yabancı değildi, ödesindi ne olacak?

Arabamın önüne geldiğimde, kapısını açarak sürücü koltuğuna oturdum ve kapıyı kapattım. Hemen ardından anahtarı yuvasına koyup çalıştırdım ve arabanın ısınmasını bekledim. Bu aralar hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Hele ki bu bölgeler, diğer bölgelere göre daha soğuktu. Yakında kar yağardı, bekliyorduk.

Ben arabanın içinde beklerken, beni çok fazla bekletmeden Omar, restorandan çıktığı gibi arabaya doğru ilerledi. Ardından hızla arabaya binip kapısını kapattı ve kemerini taktı. Ben de aynı hızda zaten çalıştırmış olduğum arabayı hareket ettirdim ve ana yola doğru ilerledim. " Nereye gidiyoruz?" Diyerek ona sorduğumda, " Alay'a gitmeliyiz. İçerideyken Tarık abi aradı. Bir işimiz varmış." Dediğinde onu ikiletmeden yönümü Alay'a çevirdim ve ilerlemeye devam ettim.

" Neymiş bu iş, söyledi mi?" Dediğimde, " Bilgim yok. Oraya gidince öğreneceğiz." Dedi. Bir daha da muhabbetimiz açılmadığında, Alay'a gidene kadar tek kelime etmedim. Bize neden ihtiyaçları olduklarını düşünürken, yeni bir operasyon olma ihtimali beni heyecanlandırdı. Lakin bu kadar kısa sürede yeni bir operasyon gerçekleşmeyeceğini biliyordum. Bundandır ki bir tık merak etmiştim, bizimle ne işleri olabileceklerini.

Alay'a geldiğimde arabayı park edip Omar ile birlikte indik. Alay'dan içeri girerken, her şeyin normal olduğunu anlamam kısa sürdü. Nihayetinde Askerler her zamanki idmanlarını yapıyordu, başlarında komutanlarıyla. Pek bir gürültü yoktu etrafta, her şey olduğu gibi duruyordu.

Adımlarımız Alay Komutanlığı binasının önüne geldiğinde, aynı anda içeri girdik. Tam birkaç adım atmıştık ki koşturarak bize doğru gelen Azmi ile birlikte, adım attığımız yerde durduk. Ayaklarını kıçına vura vura gelen Azmi, yanımıza geldiğinde ilk önce selama geçip, Omar'a saygısını gösterdi. Üstü olduğu için, yapmak zorundaydı. " Merhaba Komutanım. Tim sizi bekliyor." Dediğinde, Omar ile birbirimize baktık. " Tamam, üniformamı giyip geliyorum." Dediğinde Azmi, " Gerek yok Komutanım. Böyle gelseniz daha iyi olur." Dediğinde ikimizinde kaşları çatıldı. Bakışları bana dönen Azmi, " Siz de gelin Hemşire hanımcığım." Dediğinde, başımı salladım.

Azmi tekrar arkasını döndüğünde, Omar ile son kez birbirimize bakıp Azmi'nin arkasından ilerlemeye başladık. Normal koşullarda, üniforma giymeden üslerinin karşısına çıkmamalıydı. Üstelik bir üssü onu çağırmışken, üniformasını giyip gitmek zorundaydı. Azmi ise tam tersini söylediğinde kısa süreli bir şaşırmıştık.

Toplantı odalarından birine gideceğimizi zannederken, timin toplandığı ve anladığım kadarıyla da toplu planlarını yaptıkları başka bir odaya gelmiştik. Beni bu odaya getirmelerine biraz şaşırsam da bir yandan mutlu olmuştum. Zira bu odada yaptıkları ve yapacakları operasyonlara ait planlamalar vardı. Normalde bu odadan içeri adım dahi atamazdım. Lakin bende bu timden biri olduğumdan beri, yavaş yavaş beni içlerine kabul ediyorlardı. Tabi bir yandan alışmasalar iyi olurdu. Neticede bir gün gelecekti ki ben gidecektim.

İçeri girdiğimizde timin odadaki koltuk ve sandelyelere dağılmış bir şekilde oturduğunu gördüm. Kenardaki sandalyede oturan Behlül, sırıtarak ayaklandı ve " Abe kankeytom, nabersin ?" Dediğinde ona kaşlarımı çatarak bakıyordum. Onun yüzünden yaşadıklarım hâlâ aklımdaydı!

Yanıma kadar gelip sağ kolunu omzuma yasladı ve saçlarımla oynamaya başladı. Elimi kaldırıp saçımla oynadığı eline vurduğumda hemen elini saçımdan çekti. " Çek elini üzerimden, gaybana." Dediğimde, inadına kolunu tamamıyla omzuma attı. " Gıcık mısın evladım?" Dediğimde, " Beni evlat mı edineceksin? Etme kankeytom, anacığıma ne derim sonra ?" Dediğinde ona garip garip bakıyordum.

" Yılışma kıza da!" Diyerek hafif sesini yükselten Tarık abiyi duymamış gibi yaparak dikkatle bana baktı. " Ula kime diyorum!" Diye bağırdığında hemen toparladı, " Affedersiniz, komutanım." Diyerek kolunu omzumdan çekti. Ben ona bıyık altından gülerken, " Uzaklaş kızdan!" Dediğinde, hiç ikiletmeden yanımdan ayrıldı ve eski yerine oturdu. Son kez bana baktığında, nerede olduğumuzu umursamadan ona dil çıkardım. O ise bana ters ters bakıp yerine oturdu.

Bakışlarım istemsizce tekli koltukta oturan Yüzbaşı'ya döndüğünde, sanki ona bakacağımı biliyormuş gibi sırıttı ve göz kırptı. Bu davranışı anında yüreğimi hızlandırırken, hafif kızaran yüzümü başka yöne çevirdim. Nerede olduğunu umursamadan yaptığı şu hareketler yok mu! İnsanı deli ediyor, deli!

" Abi acil bir durum mu var?" Diyen Omar neden acilinden buraya geldiğimizin cevabını almak istiyordu. Keza bende aynı şekilde merak ediyordum. Bir operasyon olmadığı müddetçe onlarla bir işim olmazdı. Omar'ı anlarım, tim içerisinde bir işleri olur ve gelir. Lakin benim şuan bir operasyon dışında burada olmam çok saçmaydı.

" İçinizden birinin yarası mı var?" Diyerek time sorduğumda, " Gönül yarası dahil mi, Kankeytom?" Diyen Behlül'ü duymazdan geldim. " Şükür ki yok." Diyen Tarık abiye, " O zaman beni neden çağırdınız, abi?" Dediğimde tebessüm ederek bana baktı. " Bir yere gideceğiz." Dedi. Kaşlarım anlamazca çatılırken, " Adem ve ailesini ziyarete gideceğiz. Bence doğurttuğun çocuğu görmek istersin, doktor." Diyen Yüzbaşı'nın sesiyle istemsizce ona baktım. " Gelmesem de olur." Dedim.

Bu dediğime sadece Yüzbaşı değil, timdeki herkesin kafaları karışmış bir vaziyette kaşları çatılmıştı. Evet, Adem ile aramızdaki buzlar biraz erimişti. Lakin yine de orada olmak istediğimden emin değildim. Doğurttuğum bebeği tabii ki görmek isterdim lakin bensiz gitseler daha iyi olurdu. İçimden bir ses, oraya gitmemem gerektiğini söylüyordu.

Yalan söyleme. Ben öyle bir şey demedim.

İçimdeki ses, bugün pek de güzel şeylerin yaşanmayacağını söylüyordu. Neden bilmiyorum ama böyle bir his vardı içimde. İyi şeyler olmayacaktı.

" Olmaz, sen de geleceksin." Diyen Tarık abiye, " Burada bana ihtiyaç var. Siz gidin abi, iyi dileklerimi de iletirsiniz." Dediğimde kaşları çatıldı. Sanki bu ânı bekliyormuş gibi, " Sen onu dert etme hemşerim hemşireceğim, yeni doktor gelecekmiş bugün." Dedi Cümali. Bu bilgiyle bir an kalakaldım. Yeni doktor gelecekti ve benim bundan haberim yok muydu ?

" Benim neden bundan haberim yok ?" Dediğimde, Cümali omzunu silkmekle yetindi. " Sonuç olarak, geliyorsun Doktor." Diyen sese şöyle bir baktım. Tam itiraz edecektim ki, " İtiraz istemiyorum. Sen bu timdensin, biz nereye sen oraya." Dediğinde sanki alttan alttan başka bir şey ima ediyormuş gibi gelmişti.

"Sen benim karım olcan, ben nereye sen oraya, sen nereye ben oraya yavrum." Meali bu aşkım.

Bakışlarımı ondan çekip, " Peki." Dedim ve her birine baktım. Hepsinin altında birer kot pantolon ve kazak vardı. Çoğunlukla koyu renkler tercih etmişlerdi. Saçları kısa olduğu için pek bir şey yapmamışlardı, özendikleri tek şey üzerlerindeki kıyafetler olmuştu ve bu şekilde her biri fazla karizmatik duruyordu. Bir bakanın bir kez daha bakma isteğini arttırırlardı. Abartmak gibi olmasın ama ağzından sular akıta akıta bakardı kızlar bu vahşetül dehşetlere.

Asena'ya baktığımda, siyah dar bir kot, onun üzerine de koyu yeşil bir kazak ve siyah deri ceket giymiş olduğunu gördüm. Erkek traşı saçlarını yana doğru yatırmış, bir bacağını diğerinin üzerine atmış gevşek şekilde oturuyordu. Fazla rahat bir kızdı. Onun bu yönünü çok seviyordum.

Üzerime şöyle bir baktığımda, altımda tıpkı Asena gibi siyah dar bir kot vardı. Üzerimde ise grinin en koyu tonunda bir kazak ve onun üzerinde de montum vardı. Tıpkı buradaki herkes gibi ayağımda botlarım vardı. Saçlarımı öremediğim için açık bırakmıştım. Bu beni rahatsız etse de yine de yukarıdan bağlamadım. Yukarıdan bağlayınca sıkı olduğu için saçlarım dökülmeye başlıyordu.

Önüme gelen saçlarımı şöyle bir arkama attığımda, bu durumdan rahatsız olduğumu fark eden Omar, bir şey demeden arkama geçti ve saçlarımı arkamda toparlayıp tepeden örgü yapmaya başladı. Ben öylece donakalırken, timdekiler de şaşkın şaşkın Omar'a bakıyordu. Şaşırmayan tek kişi Tuğrul'du. Yüzündeki hafif gülümsemeyle bu halimize bakması, bizi gerçekten tanıdığını gösteriyordu.

Seni hatırlayacağım Tuğrul.

" Sen örgü örebiliyor musun ?" Diyen Tarık abi biraz şaşkın duruyordu. " Konutanım sizce konu örgü örebilmesi mi?" Diyen Azmi, bunu neden demişti hiçbir fikrim yok. " Omar komutanım, ilk kez bir kadınla etkileşimde. Önemli olan bu." Diyen Cümali, fazla şaşkın duruyordu. " Boş boş konuşmayın asalaklar." Diyen Omar, onlara cevap verdikten sonra pür dikkat saçımı örmeye devam etti. " Komutanım, bizi mazur görün ama sizi her gün bir karşı cinsle görmüyoruz." Diyen Behlül, dikkatle bize bakıyordu.

Omar ona cevap verme gereksinimi duymadan saçımı örmeye devam etti. Herkes dikkatle bize bakarken,Omar bitirdiği örgümün ucunu ona verdiğim tokayla bağladı ve sırtımdan aşağı bıraktı. Daha sonra arkamdan çekilip yanıma geldi. " Laçin ile sandığınız gibi bir ilişkim yok." Dedi ve kolunu omzuma attı. " O benim kardeşim gibidir." Dedi ve başımın tepesini öptü. Bu hareketiyle içimde sıcacık bir his belirirken, dudaklarımdaki tebessümümle ona baktım. Timdekiler bize şaşkın şaşkın bakarken, biz maziye gittik.

" Siz ne ara bu kadar yakınlaştınız?" Diyen Tarık abinin sesiyle, ikimizde birbirimize baktık. Sanki doğru an buymuş gibi. Gözlerimizle anlaştık ve onlara döndük. Omar, " Bakıyorumda Türkmen olduğumu unutmuş gibisiniz." Dediğinde, bazı kişilerin gözleri faltaşı gibi açılırken, " Ben de Türkmenim." Dediğimde şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Behlül hemen karşımıza geçip işaret parmağıyla ikimizi gösterip, " Siz ?" Dediğinde, bu hâli çok komik duruyordu.

Tarık abi onu koluyla önümüzden def edip, " Siz tanışıyor musunuz?" Dediğinde hemen diğer yanında beliren Cümali, " Biz niye yeni öğreniyoruz?" Dedi ve ona Azmi eşlik etti, " Ne zamandan beri tanışıyorsunuz?" Dedi ve Behlül, " Çok kırıldım Laçin kankeytom. Tek dostun benim sanıyordum." Dediğinde Tarık abi bir tane ensesine yapıştırdı. " Fışki yiyene bak hele, ula sen kimsun abisu duruken!" Dedi ve ona ters ters baktı. Behlül ensesini ovalarken, " Hadsiz işte abi, ne beklersin." Diyerek Behlül'e ters ters baktı Asena. " Haddimi bildirin o zaman Komutanım." Dedikten sonra alaylı bir şekilde gülüp, " Zaten onu en âlâ şekilde yapıyorsunuz." Dedi Behlül.

İçten içe Asena'ya karşı çok kırgındı. Bunu açıkça dile getirmese de davranışları ve kurduğu cümleler ona kırgın olduğunu gösteriyordu. " Bildirmeye de devam edeceğim, Tahtacı. Buna hiç şüphen olmasın." Diyerek Behlül'e dik dik bakmaya başladı Asena. Yüreğinin kırgın olduğunu anladığım Behlül, sanki Asena'nın bu bakışlarına katlanamıyormuş gibi gözlerini ondan çekti.

" Behlül'ün kaderi tüm evrenlerde aynı galiba." Diyerek mırıldandı. Kısık sesle söylese de kurduğu cümle duyulmuştu. Bahsettiği tam olarak neydi anlamasam da içten içe ona üzülmüştüm. Bakışlarım istemsizce Tuğrul'a doğru döndüğünde, zaten bana bakıyor olduğunu gördüm. Bakışları düşünceli gibiydi. Acaba bende Asena gibi miydim? Çok mu kırıyordum Tuğrul'un kalbini?

Boğazımdaki yumruyla birlikte yutkunduktan sonra bakışlarımı tekrar önüme çevirdim.

Onu üzmek istemezdim, hemde hiçbir şekilde.

🇹🇷

Yazarın Anlatımından

Maysa, yukarıdan bağladığı saçlarını iyice sıkılaştırıp, kenarda duran silahını da beline koydu ve arkadaşı Mihre'ye döndü. Mihre, esmer tenli, kahve gözlü, sipsiyah saçları olan bir kızdı. Çok güzel bir kızdı, Maysa'ya göre Mihre çikolata gibiydi. Ona doyum olmazdı.

Çok sevdiği bir arkadaşıydı. Yaklaşık iki yıldır beraberlerdi. Birbirlerinin her şeyini biliyorlardı. Kardeş olmuşlardı birbirlerine.

" Hazır mısın ?" Diyerek sorduğunda, siyah şapkasıyla, kına rengi saçlarının tepesini sakladı. Mihre arkadaşına dönüp gülümsedi ve, " Hazırım, Baş Komiserim." Dedi ve tıpkı Maysa gibi silahını beline yerleştirdi.

" Güzel." Diyen Maysa, yüzündeki tebessümü dağıtıp, kafasını kaldırıp masasının arka duvarında duran Ulu Önder'in resmine baktı. Omuzlarını dikleştirip, gururlu bir nefesi ciğerine çekti ve hemen ardından bayrağa baktı.

Maysa polisti. Aklında Polis olmak yoktu. 18 yaşına kadar, polislik ile ilgili hiçbir hayali yoktu. Sonra bir gün yapayalnız kaldığında, sığındığı tek şey, Vatan'ı oldu. Hiç şüphesiz bir umuttu onunki. Belki bir gün ondan giden dostlarını bulabilmek ihtimaliyle de seçmişti bu mesleği. Lakin en büyük sebebi, onu sahiplenen bu Vatan'a borcunu ödemekti.

Bakışlarını bayraktan çekip odadan çıktı. Onun arkasından gelen Mihre, Maysa nereye giderse arkasından ilerledi. Maysa dışarı çıktığı an hazırda duran ekibe baktı. " Bir emir gelmeden hareket etmeyeceksiniz! Duydunuz mu ?" Dediğinde, hazır ol konumunda bekleyen polisler, " Emredersiniz!" Diyerek, Maysa'yı onayladılar. Maysa duyduğu sesle birlikte göğsünü kabarttı. Bugünlere gelmek kolay olmamıştı.

Çok büyük imtihanlardan geçmişti Maysa. Ezilmişti, yıpranmıştı, küçük görülmüştü. Ama sonuç olarak buradaydı ve burada olduğu için, pes etmediği için kendiyle gurur duyuyordu.

" Araçlara dağılın !" Dedikten sonra o da Mihre ile birlikte kendi aracına doğru ilerledi. Mihre, henüz 24 yaşında olan genç bir polisti. Ankara'dan, Hakkari'ye sırf Maysa istediği için gelmişti. Üslerden gelen bir tebrikat üzerine en iyi polisler toplanmış ve Hakkari'ye gönderilmişti. Mihre bu grubun içerisinde yoktu lakin Maysa'nın üslere ilettiği bir rica üzerine, Mihre'de bugün bir operasyona katılıyordu.

Evet, Hakkari'de durumlar hiç iyiye gitmiyordu. Askerler sınırları korurken, merkezde ve köylerde gerçekleşen saldırılar pek fazla önlenemiyordu. Yine ellerinden geleni yapıyorlardı, lakin çok fazla can kaybediyordu Hakkari halkı. Bundandır ki, Hakkari'de ki Asayiş Şube'nin isteği üzerine, Ankara'dan Hakkari'ye polis gönderilmişti. Bu polislerin görevi, merkez ve köy halkını korumaktı.

Maysa bindiği aracı ona gelen konuma doğru sürerken, içinde garip bir his vardı. İlk kez bir operasyona katılmıyordu lakin yine de içinde çok garip bir his vardı. Onu strese sokan bir histi.

Mihre sessiz sakin yandaki koltukta otururken, bu sessizlik onu rahatsız etti. Kendini bildi bileli konuşmayı çok severdi. Sessiz ortamlar ona göre değildi, sessizlik onu gererdi.

" Buğra ile durumlar nasıl ?" Diyerek muhabbet açmaya çalıştı. " Operasyona çıkmadan önce konuştuk, komiserim." Dedikten sonra sustu Mihre. Buğra ve Mihre yaklaşık olarak sekiz aydır sevgiliydiler. Birbirlerini çok seviyorlardı, kaderde varsa da evlenmeyi düşünüyorlardı. Şimdi ise yine birbirlerinden ayrılmamış, beraber operasyona gidiyorlardı. Farklı araçlarda olsalar dahi, kalpleri beraber atıyordu.

Belki çok erkendi, lakin Buğra bugünün akşamında Mihre'ye evlenme teklifi etmeyi planlıyordu. Ömrü boyu beklediği kadın oymuş gibi hissediyordu. Ona biraz daha geç kalmak istemiyordu, parmaklarına sevgilerinin bağını sıkıca bağlamak ve bir daha da koparmamak istiyordu.

Ama kaderde ne vardı bilemezdi.

Maysa içindeki huzursuzlukla birlikte ilk kez Mihre'ye başka bir soru sormadan sustu. Bugün iyi şeyler olmayacağını hissediyordu. Kötü şeyler yaşanacaktı, biliyordu.

Operasyonun yapıldığı yere az kala, " Merkez konuşuyor." Diyerek birkaç saniye bekledi. Karşı taraftan gelen onaylama sesiyle, " Hepiniz doğru yerlere konum alıp, ikinci bir emri bekleyin!" Dedi, " Emredersiniz, Komiserim." Diyen sesi duyduktan sonra telsizi kapatıp, hızla aracı kenara çekti ve Mihre'ye döndü. " Yara alırsan seni affetmem, duydun mu ?" Dedikten sonra emniyet kemerini çözdü.

" Söz veremem." Diyen Mihre güldükten sonra, tıpkı Maysa gibi kemerini çözdü ve araçtan indi. Maysa arkasını döndügü gibi, onlarca polisi gördü. Hepsine, " Zanlının Etrafını sarın !" Dediği an, tüm polisler meydanın ortasında duran zanlıdan biraz uzakta, güvenilir yerlere saklanarak etrafını sardılar.

Zanlının kim olduğunu onlar biliyordu, lakin halk bilmiyordu. Bundandır ki masum olan halk, o zanlının etrafında sanki hiçbir şey olmayacakmış gibi geçip gidiyordu. O adam ise, ellerini sürekli önündeki cekete atıp, açılmasını engelliyordu.

Kendini patlatacaktı.

Bugün bu polisler, bu zanlı kendiyle birlikte halka da zarar vermesin diye ona engel olacaklardı. Bu halktan bir kişinin daha eksilmesine izin vermeyeceklerdi. Bunu yapacaklardı. Tek bir masumun daha canından olmasını engelleyeceklerdi.

Maysa durduğu konumdan zanlıya bakarken, Mihre'de hemen onun yanındaki konumunu almış, dikkatle zanlıya bakıyordu. Bakışlarını kısa süreliğine sevdiği adama çevirdiğinde, üzerindeki sivil kıyafetleriyle, oturduğu bankta dikkat çekmeyecek şekilde zanlıyı izliyordu. Mihre ona tebessüm edip, tekrardan bakışlarını zanlıya çevirdi.

Maysa, içindeki sıkıntıyı kovmak istercesine derin bir nefes alıp, yakasını şöyle bir çekiştirdi. Bir dert vardı içinde, onu sık boğaz eden, boğazını elleriyle sıkan. Bir şey olacaktı ve Maysa bunun farkındaydı.

Ağaca yaslanıp, dikkat çekmeyecek şekilde dibine oturdu ve gözlerini zanlıdan ayırmadan düşünmeye başladı. Aynı anda ise dua ediyordu, " Ne olursun, bugün birine zarar gelmesin Rabbim " Diyerek yaradana içinden dua etti. Ellerini yakasından çekip zanlıya daha dikkatli bakmaya başladı. Ellerini iki yanına indirip telaşla etrafa bakındı zanlı. Maysa bunu fark ettiği an, patlamanın gerçekleşeceğini anladı.

Zanlı gözlerini etrafta gezdirdiğinde, Maysa da dikkatli bir şekilde atrafına baktı ve o anda, etraflarının silahlı adamlarla çevrili olduğunu fark etti. " Allah kahretmesin!" Diyerek sessizce sitem etti ve hızla ayaklandı. Mihre anlamayarak Maysa'ya bakarken, Maysa hızla telsize konuştu. " Etrafta silahlı adamlar var. Hiçbirinin tek kurşun bile sıkmasına izin vermeyeceksiniz!" Dediğinde, Mihre de hızla etrafı taradı ve silahlı adamları gördü.

Telaşla Maysa'ya bakıp, " Onlarla baş edebilecek gücümüz var mı Komiserim?" Dediğinde Maysa zaten içinden bu duruma küfrediyor vaziyetteydi. " Yetmek zorunda!" Diyerek hızla ağacın dibinden ayrılıp, hiçbir kuşku uyandıracak harekette bulunmayıp, tetikte bekleyen diğer zanlıların arka tarafındaki bir duvara yaslandı ve her birini dikkatle izledi.

" Hazırda bekleyin, saldırı yaklaşıyor." Diyerek sessizce mırıldandı ve onun arkasından gelip yanında duran Mihre'ye döndü. " Dikkatli ol." Dedi. Bakışları tekrardan silahlı saldırganları bulduğunda, hepsinin silahlarını çıkardığını gördü. Aynı anda bakışları bombalı zanlıyı gördüğünde, üzerindeki ceketi yere fırlattığını gördü. Tam silahını belinden çıkarmıştı ki halkın korkak çığlıkları ile birlikte etraftaki koşuşturmacası, tüm planı bozdu. Halk kurtulmak istercesine etrafta koştururken, silahlı teröristler teker teker sivil halkı vurmaya başladı. Maysa ne olduğunu anlayamadan gerçeklesen bu olay üzerine, o kanlı emri verdi, " Vurun!" Aynı anda tüm polisler teröristleri teker teker vurmaya başladığında, Maysa'nın gözü bombayı patlatacak adamı aradı.

İstediği olmamıştı. Yerde yatan bedenlere bakarken, içi cız etti. Bugün tek bir masumun bile canından olmasını istemezken, fark edemediği o kısacık anda birçok sivil canından olmuştu.

Bakışları ortaya doğru koşturan esmer bir kızı gördüğünde, bunun Mihre olduğunu fark etti. Korkuyla çarpan yüreği ile birlikte, " Mihre!" Diyerek haykırdı. Ne ara onun arkasından çıkmıştı, fark etmemişti bile! Durduğu yerde daha fazla duramazken, kurşunlardan kaçmaya çalışarak dikkatle Mihre'ye doğru koştu. Tam o sırada bakışları bombalı adamı buldu. Biraz daha dikkatli baktığında, onun arkasından dikkatle gelen adamı gördü. Hiç şüphesiz bu gelen kişi bir polis değildi. Elindeki silahı ve attığı sessiz adımlarla, bir polis olamayacak kadar profesyonel biriydi.

Maysa kaşları çatık bir şekilde o adama bakarken, bir anda kurşun sesleri daha da arttı. " Ben size diyorum aga, biz istemesek dahi bu piçler bizi çekiyor. Bayılıyorum amına koyayım şu duruma!" Diyerek kahkahata atarak, karşısındaki adamı ateşleyen sarışın çocuğa baktı, Maysa.

" Deli deli gezme etrafta, sonra ben dikiyorum o yaraları!" Diye haykıran kıza döndü bakışları. Durduğu ağacın arkasından silahının namlusunu teröristlere doğrultmuş ve tereddütsüzce sıkıyordu.

" Kankeytom burda parti var, ne diyorsun Allah aşkına ?" Diyen sarışına garip garip bakarken, " Ortada durmayı kesecek misin!" Diye haykıran, hafif çekik gözlü çocuğun sesiyle kendine geldi ve daha fazla ortada durmayıp, Mihre'nin peşinden gitti. Bu insanlar kimdi bilmiyordu ama yaptıkları şeyin farkında olan insanlara benziyorlardı.

" Mihre!" Diyerek haykırdığında, bakışları az ileride rehin alınmış kızın sevdiğini buldu. " Maysa!" Diye haykıran Mihre, korkudan titriyor vaziyetteydi. Sevdiği rehin alınmıştı. Nasıl olsun da titremiyor olsaydı?

Maysa'nın yüreği korkuyla çarptı. " Bırak lan onu!" Diyerek haykırdı ve silahını Buğra'yı rehin alan adama doğrulttu. Lakin bu yaptığı adamı daha da tetiklediği için, silahı biraz daha Buğra'nın kafasına yasladı.

" Hepiniz ölceksiğiz!" Diye bağıran teröristin gırtlağını sıkmak istedi o an Maysa. Lakin tek yapabildiği silahını daha da sıkmak oldu. " Bu mermileri götünde patlatacağım orospu çocuğu!" Diyerek bağırdığında, " Bu puştun kafasını patlatirken çok zevk alacağam." Diyerek gülen teröristin sesiyle, Maysa'nın yüreği daha da sıkıştı. " Yapmazsan namertsin lan!" Diye bağıran Buğra, nefretle haykırdı. Ela gözleri sevdiği kızın yüzüne dokunduğunda, gülümsedi. " Güzelim... Önce Allah'a sonra Maysa'ya emanetsin." Dedi ve dudaklarındaki tebessümle önce Mihre'ye daha sonra Maysa'ya baktı.

" Hayır Buğra!" Diye haykıran Mihre, gözyaşlarını tutamıyordu. " O kıza kendin bakacaksın!" Diye haykıran Maysa, her ne kadar belli etmese de Buğra'yı kaybetmek istemiyordu. " Dramanız bitti mi? Çok sıkıldım yav." Diyerek esneyen teröriste Maysa nefretle baktı. " Patlatacaksan patlat orospu çocuğu!" Diye haykıran Buğra, daha fazla bu puştun elinde kalmak istemiyordu. Lakin duyduğu cümlelerle, Maysa'nın kafasında birkaç nokta birleşti.

Tek bir bomba yoktu!

" Kaç Maysa!" Diyerek haykıran Mihre'nin sesiyle, Maysa bir kez daha gerçekle yüzleşti. " Amına koyduğum piçi!" Diyerek haykırdığında, elinden hiçbir şey gelmiyordu. Karşısındaki terörist sırıttığında, Maysa ne yapacağını bilemeyecek vaziyette bakışlarını Mihre'ye çevirdi. Mihre, korkuyla Buğra'ya baktı. " Buğra!" Dediğinde, sevdiği kıza son kez bakıp gülümsedi ve "Seni seviyorum, yaban gülü..." dedi. Mihre, " Hayır!" Diye haykırdığında, Buğra dudaklarındaki tebessümle, "Vatan sağ olsun." Dedi, Maysa bir dakika bile düşünmeden tetiği ateşledi. Lakin bunu biraz geç yapmıştı çünkü o tetiği ateşlediğinde, aynı anda o terörist de elindeki kumandanın düğmesine basmıştı.

Maysa patlamanın etkisiyle arkaya doğru fırlarken, gördüğü son şey Mihre'nin de tıpkı onun gibi geriye doğru savrulan bedeni ve Buğra'nın şehadet getiren dudaklarıydı.

İçindeki o kötü hissin sebebi belli olmuştu. Bugün, sevdiği birini kaybetmişti Maysa. Hem de elinden gelebilecek hiçbir şeyi yapamadan kaybetmişti. Ufacık bir şey yapamamıştı, sevdiği insanları kurtarabilmek için.

Bugün sevdiği biriyle birlikte, nice masumu kaybetti.

Maysa ilk kez bir sözünü yerine getiremedi ve bu canını çok yaktı. Yere çakılan bedeni değil, kendine verdiği sözü tutamayışı canını çok yaktı.

🇹🇷

Omar Orazova'dan

İki Gün Sonra

 

Buldum.

Yıllar geçti üstünden, lakin ben kına saçlı kızı buldum.

Karşısına çıkmaktan korktuğum o kızı buldum. Daha doğrusu o beni buldu. Eğer Adem'i ziyarete gitme kararı almasaydık, belki de onu hiç göremeyecek, bulamayacaktım. Nasıl olmuştu bu olanlar, aklım hiç almıyor. Tek bildiğim, kına saçlı kızın tekrardan benim karşıma çıkması.

O güzel saçlarını, gördüğüm ilk anda tanıdım. Nasıl tanımazdım? O saç rengi, yalnızca ona özeldi. Ondan başkasında olamazdı bu renk saç.

Dudaklarımdaki tebessümümle sedirde yatan kıza baktım. İçim acıyordu. Onu daha iyi bir şekilde görmeyi isterdim. Ne bileyim, belki bir sahil kenarında, belki de bir lokantada ya da bir sokaktan geçerken. Daha iyi ihtimallerdi onu bulma şeklim. Lakin ben onu bir operasyonun içinde buldum.

Bir polisti.

Güzel bir polisti.

Yüzüne baktım bir süre. Patlamadan dolayı bayağı etkilenmişti. Yüzünün bariz yerlerinde büyük yaralar vardı. Sadece yüzü değil, vücudunda da büyük yaralar vardı. Bir bacağı dizden aşağıya doğru zedelenmişti, çok sert bir düşüş yaşadığı için sırtındaki birkaç kaburga kırılmıştı. Bu da onun uzun bir süre yataktan çıkamayacağı anlamına geliyordu. Yalnızca bunlar yoktu tabi, bunlardan daha fazlası vardı vücudunda.

Onca acının, onca yaranın yanında, kına rengi saçları hâlâ aynı şekilde duruyordu. Upuzun, kopkoyu rengiyle harika duruyordu. Açık olan saçları, sanki yıllardır örülmemiş gibiydi. Sanki... Sanki örülmesi için doğru kişiyi bekliyor gibiydi saçları. Hiç tereddüt etmedim, dudaklarımdaki minik tebessümümle parmaklarımı saçlarına dokundurdum.

Onları çok özlemiştim...

Bu kına rengi saçlara dokunmayı öyle bir özlemiştim ki... Onlara olan dokunma ihtiyacımı bir kez daha hissettim. İstemsizce içime derin bir nefes çekip, saçlarını ellerim arasına aldım. Yatar vaziyette olduğu için, balıksırtı yapamıyordum. Bundandır ki saçlarını üçe ayırıp, omuzuna doğru örgüyü örmeye başladım.

Saçları o kadar uzundu ki, bir an hiç sonu gelmeyecek sandım. Lakin hiç bir itirazım yoktu bu uzunluğuna karşı. Aksine, saçlarının uzun olması hoşuma gidiyordu. Onlara ne kadar uzun süre dokunursam, kendimi o kadar iyi hissediyordum. Tıpta yeri olmayan bir merhemdi saçları. İnsanın ruhuna iyi geliyordu...

Beline kadar uzanan örgüsünün ucunu, bileğimdeki onun tokasıyla bağladım. Bileğimdeki bu koyu yeşil toka, yıllar evvelden beridir benim bileğimdeydi. Onun saçını ördüğüm bir gün, bu tokayı ondan almıştım ve bir daha da ona geri vermemiştim. İyi ki de vermemişim. Bu toka, bu kına saçlı kıza ait bir umuttu benim için. Ve şimdi o umudum karşımdaydı.

Kına saçlı kız burada ve benimleydi... Şaka gibi...

Örgüsünün ucunu bağlayıp, hafif eğilerek alnından öptüm kına saçlı kızı. Memleketim kokan bu kızı öyle bir özlemiştim ki... Sanki şuan burada olsa da ben bir halüsinasyon görüyordum ve o gerçek değildi. Öyle bir inanamıyordum gerçekliğine.

Başımı geriye çekip oturduğum sandelyeden kalktım ve son kez baktım, ay gülüşlü kadına. İçime çektiğim derin nefesle birlikte arkamı döndüm ve bana verilen sürenin sonuna gelerek odadan çıktım. Arkamdan kapıyı kapatırken, hemen dibimde belirip bana meraklı gözlerle bakan Maviş'e baktım.

Maviş ve Kına saçlı kız...

Bu iki kadın, benim hayatımın ekseniydi. Biri kız kardeşim, diğeri ise... O öyle bir şeydi ki ona hangi ünvanı verirsem vereyim, varlığı için az kalacaktı. Yüreğim için en ağır, en güzel, en fevkalade hediyeydi o kız. Benim yüreğimin kendisiydi. Yüreğimin sahibi değil, ta kendisiydi.

Maviş'im, Laçin ise benim kız kardeşimdi. Küçüklüğümden beridir tanırım onu. Hep istediğim o kız kardeş oldu bana. Hiç kardeşim yoktu, ta ki Laçin doğana kadar. O doğdu ve benim bir kız kardeşim oldu.

" Ne durumda ?" Diyerek merakla soruşuyla, yüreğim Maysa'yı o halde görmenin burukluğuyla ağlarken, dudaklarım gülümsedi. " İyi." Dedim ve odanın hemen yan tarafında duran oturaklara oturdum. Laçin de hızla yanıma gelip oturdu ve, " İki gün oldu ama hâlâ uyuyor, Düýe." Dediğinde istemsizce gülümsedim. Bana hâlâ ' Düýe' demesi hoşuma gidiyordu. Küçükken de bu lakabı kullanırdı. 'Deve' der dururdu. E tabii haklıydı da biraz. Yaşıtlarıma göre fazla uzun ve iri biriydim. Ki hâlâ öyleyim.

" Diğer kız ne durumda ?" Diyerek dediği şeyi yok saydım. " Bugün uyanması bekleniyor." Diyerek geriye yaslandı. Ben de tıpkı onun gibi geriye yaslanıp, başımı duvara yasladım ve karşıya bakmaya başladım.

İki gündür Maysa ve o kızın uyanmasını bekliyorduk. Herkes iyi durumdaydı, lakin o ikisi bir türlü uyanmamıştı. Sebebi ise patlayan bombaya olan yakınlıklarından dolayı aldıkları hasardı hiç şüphesiz. Çok fazla ölüm vardı. Dört bomba patlamıştı. Aynı bölgenin farklı kısımlarında, dört ayrı bomba patlamıştı. Engelleyebildiğimizin sayısı maalesef bir taneden ibaretti. Onu enegelleyen ise Tuğrul'du. Diğer üç bombadan haberimiz yoktu. Tâ ki art arda hepsi patlayana kadar.

Silahlı teröristleri indirmiştik, lakin masumların ölmesini engelleyememiştik. Son zamanlarda yaşanan saldırıların sayısı giderek artıyordu. Merkeze kadar sıçramaya başlamıştı bu saldırılar.

İçime çektiğim sıkıntılı nefesle, ellerimi sertçe yüzümde sıvazladım. Soyları kurumuyordu ki piçlerin! Birini yok etsen, başka bir masumun beynini yıkıyorlardı! Kansızların soyu tükenmiyordu, Vatana hıyanet edenlerin sayısı giderek artıyordu. Artık içimizdeki kimseye güvenememeye başlamıştık. Askerimize bile şüpheyle bakıyorduk artık.

" Maysa bizi tanır mı dersin, Düýe?" Diyen Laçin'in sesiyle, daldığım yerden çıktım ve bakışlarımı ona çevirdim. " Beni tanımadı." Dediğimde, aynı zamanda içimde bir burukluk vardı. Gözlerimin içine bakmış lakin beni tanımamıştı. Beni nasıl tanımazdı? Saçlarını seven bu garibi nasıl tanımazdı? Oysa ben onu daha ilk gördüğüm an tanımıştım...

" Beni de tanımadı." Diyerek gülen Laçin'e baktım. " Normaldir. 20 yıl olmuş ne de olsa." Bunu dile getirse de, gözlerindeki burukluk, Maysa'nın onu tanımasını istiyordu. Sol kolumu kaldırıp onun omzuna attım ve kendime çektim. Başını hemen omzuma yasladığında, usulca kolunu okşadım.

Laçin yalnız büyümemişti ama içten içe yalnızdı. Bunu hissedebiliyor, görebiliyordum. Onu evlat edinen adamın ailesini seviyor ve kendi ailesi gibi görüyordu. Lakin kendini onlardan biriymiş gibi hissetmiyordu. Çünkü topkı benim gibi memleket sevdasıyla tutuşuyordu. Evet, bu topraklar da bizim Vatanımızdı. Lakin biz, ana yurdumuzu özlüyorduk. Orada bize ait bir yer vardı. Orası bizim öz Vatanımız, annemiz ve babamızdı. Elbet bu Vatan'a bir can borçluyduk. Bizi koruyup kollayan bir ülkeydi Türkiye. Lakin Türkmenistan... Orası bizim evimizdi. Asıl yuvamız, orasıydı.

Bir kuş, nasıl olurdu da yuvasından bu kadar uzun süre ayrı kalırdı? Şehadetimi getirmeden yapmak istediğim bir şey varsa, o da memleketimi son bir kez görmekti. Yaradan nasip ederse, bir gün gidip memleketimi görecektim.

" Adımızı duyunca hatırlar mı dersin?" Diyerek sorduğu soruya, içten içe ' İnşallah' derken, " Hatırlar." Dedi dilim. Lakin eğer bizi unutmak için çabalıyorsa, hatırlasa dahi hatırlamadığını söyleyecektir. Hadi Laçin'i anlardım. 20 yıl geçmiş üstünden, belki doğru dürüst hatırlamıyor olurdu. Lakin ya ben? Beni hatırlamalıydı. 14 yıl olmuştu...

Bir anda o 14 yılın yüzüme tokat gibi çarpmasıyla, bu sürenin ne kadar uzun bir süre olduğunu fark ettim. Ne ara bu kadar zaman geçmişti? Kına saçlı kızdan tam 14 yıldır uzakta mıydım? Yüreğime oturan sancıyla birlikte yutkundum.

Bizi unutmuş olamazdı.

Unutmuş olsa dahi, hatırlasındı. Bizi hatırlasın Ya Rabbim, başka bir şey istemiyorum.

" Efkarlı efkarlı ne düşünüyorsunuz?" Diyerek bizim yanımıza doğru gelen Tarık abiyi gördüğümde, hızla kendimi düzelttim. Aynı anda Laçin'de başını omzumdan kaldırıp, daha saygı dolu bir duruşa geçip oturdu. " Hiç abi." Dedikten sonra oturduğum yerden kalktım ve kapının başında dikildim. " Otursana oğlum, Alay'da değiliz." Dese de yerime oturmadım. " Sen otur abi, ben böyle iyiyim." Dediğimde omuz silkip benim kalktığım yere oturdu.

" Bu kızı tanıyor musunuz?" Dediğinde, kısa bir an Laçin ile göz göze geldik. " Kızı araştırdım." Diyerek ikimize baktı Tarık abi. " Tuğrul dahil, hepiniz aynı yetimhanedeymişsiniz." Dediğinde, Laçin kısa bir an Tarık abiye bakakaldı. Tuğrul'u biliyordu zaten. Lakin şimdi düşüncelerinin teyitlendiğini tasdiklemiş oldu. Artık Tuğrul'u tanıdığına emindi ve onu hatırlamaya çalışacaktı.

Ne komik, biz sevdiğimiz kadınları bir an olsun unutmazken, onlar bizi hatırlamakta güçlük çekiyordu.

Hatırlayacaktı. Laçin inatçı bir kızdı, Tuğrul'u hatırlayacaktı, biliyorum. Onu merak ediyordu ve bu merak ona istediğini verecekti. Seviyordu, seviliyordu. Mutlu olacaktı, kader bir oyun oynamadığı müddetçe.

" Evet abi, aynı yetimhanedeydik." Dediğimde, " Bu kız da Türkmen." Dedi. Ben ona gülümserken, " Evet, üçümüz de çocukluktan tanışıyoruz." Diyerek tıpkı benim gibi tebessüm etti Laçin. Tarık abi ikimize de şöyle bir bakıp, kafasında bir değerlendirmede bulundu. Daha sonra kafası karışmış olmalı ki başını iki yana salladı.

" Yaradan'ın işine bak. Yirmi yıl sonra tekrar bir araya geliyorsunuz." Dedi ve dudaklarındaki tebessümle bize baktı. Tarık abi haklıydı. Her birimizin 20 yıl sonra tekrardan karşılaşması bir tesadüf değil, kaderden ibaretti. Bizim bir araya gelmemizi sağlayan olaylar acı da olsa, sırf bizim bir araya gelişimizin gerçekleşmesi için yaşanması gereken anlardı. Ve her biri, canımızı yaksa da gerçekleşti.

" Neyse," Tarık abi Laçin'e döndü. " Benimle geleceksin, kardeşim. Binbaşı seninle görüşmek istiyormuş." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

Binbaşı'nın Laçin ile ne gibi bir görüşmesi olabilirdi? Neticede, Laçin sıradan bir hemşireydi?

Hayır, Laçin sıradan bir hemşire değildi. Her ne kadar gizlemeye çalışsa da Laçin bir şeyler saklıyordu. Bunu görebiliyorum. Sıradan bir hemşirenin yapamayacağı bir çok şeyi yapıyor ve biliyor. Bu normal değil. Laçin de kesinlikle bir işler var. Hepimizden sakladığı bir sırrı var, hissediyorum. Kimse anlamasa dahi, ben anlardım. O benim kardeşimdi, yalan söylerken bile her ne kadar profesyonel davransa da ben anlardım.

Umuyorum ki o sır, bize zarar verecek türden bir sır değildir.

🇹🇷

Laçin Sağdıç

Hani bazen bir resme bakıp dalarsınız ya. Heh, işte öyle bir andı Maysa'yı gördüğüm ilk an. Uzun yılların ardında onu görmek... Beni şöyle bir geçmişe götürmüş, yüreğimi burkmuştu. Ben onu burada, bu şekilde görmeyi hiç beklemiyordum. Aramızda şehirler vardı lakin bir anda o şehirler yok olmuş, kendimizi aynı şehrin kıyısında bulmuşuk.

Çok garipti.

Kader, cidden ya tesadüfleri seviyordu ya da ne istiyorsa onu gerçekleştirmenin bir yolunu buluyordu.

Onu bulmanın, görmenin heyecanını her ne kadar içimde yaşasam da şuan ki durumu pek iyi değildi. Bir odada müşahede altındaydı. Ve o iyi olana kadar da o odada kalmaya devam edecekti. Yaklaşık bir saat önce yanımıza gelen Tarık abi ile birlikte Alay'dan içeri ilk adımımı attım.

Binbaşı'nın beni çağırdığını öğrendiğimde, planda bir değişiklik olduğunu anlamıştım. Binbaşı ve ben, planı değiştirecektik. Çünkü bize verilen emir bu yöndeydi. Buna emindim. Nedeni ise son zamanlarda artan patlamalardı. Şehrin her bir yanında, farklı bölgelerde patlamalar meydana geliyordu ve maalesef ki askeri gücümüz hepsini savuşturmaya yetecek kadar güçlü değildi.

Timlerimiz dağlara çıkarken, erler de şehir içindeki güvenliği sağlamaya çalışıyordu. Lakin gücümüz yine de o kansızları durdurmaya yetmiyordu.

Tarık abi bana son kez bakıp, " Yeni doktor gelmiş. Binbaşı'yla konuştuktan sonra revire uğrarsın, kardeşim." Dedi. Onu başımla onayladığımda, o idman yapan askerlerin yanına doğru ilerledi. Ben ise Alay Komutanlığından içeri girip, Binbaşı'nın odasına doğru ilerledim.

Binbaşı'nın odasının önüne geldiğimde, yumruk yaptığım elimi kapıya üç kere vurdum. Kısa süre sonra içeriden gelen, " Gel!" Komutuyla birlikte kapıyı açarak içeri girdim. Hemen ardımdan kapıyı kapatıp Binbaşı'ya doğru ilerlediğimde, " Gel, Laçin." Dedi bana bakarak. Yüzünü şöyle bir sıvazladığında, fazlasıyla gergin olduğunu gördüm. " Bir sorun mu var, Binbaşı?" Dediğimde kısa bir süre gözlerime baktı. Daha sonra önünde duran evrağı bana uzattı. Ayakta dururken, uzattığı evrağı ellerim arasına alıp okumaya başladım.

" Ankara'dan gelen bir tebrikat." Dediğinde, gelen tebrikatın içeriğini okuyordum. " 3 farklı tim!" Diyerek isyan ettiğinde, benim de kafam karışmış vaziyetteydi. " Mit'te ki ajanlar dahil, 3 timi bir araya getirmeliyiz." Dediğinde, kaşlarımı çatarak Binbaşı'ya baktım. " Bu bizi aşan bir sorumluluk." Dedim, lakin gergince gülümseyen Binbaşı, " Kim olduğunu unuttun sanırım." Dedi. Kim olduğumu unutmuş değildim, her an aklımdaydı.

Önümdeki evrakta yazılı olan Tim'lerin adına baktım sırasıyla.

Öktem Timi

2004 kuruluşlu, Hakkari'de kurulan bir tim. Bu Tim, amcalarımın olduğu timdi!

Kopuk Timi

2025 kuruluşlu, Hakkari'de kurulu olan bir tim. Bu Tim'de hiç şüphesiz, şuan içerisinde olduğum timdi.

Destan Timi

2020 kuruluşlu, Kars'ta bir tim.

Destan Tim'inin adını görmemle, yüreğim sıkıştı kaldı. Onlarda mı bu grubun içerisindeydi? Eski timimle, tekrardan beraber mi olacaktım? Üstelik onlara bu denli kırgınken? Gözlerimin ardı sızladığında, içimdeki yangına ' sus!' diyerek derin bir nefesi ciğerlerime çektim ve Tim'lerin içerisindeki kişilere baktım.

ÖKTEM Timi

Yarbay Bilal AKTAŞ

Binbaşı Ecevit ÖZTÜRK

Binbaşı Ceyhun DİKMEN

Binbaşı Fahri ŞİMŞEK

Bu dörtlü, akıl hocamız olup planları gerçekleştiren kişiler olacaktı. Burada yazan buydu. Diğer Tim'e baktığımda, Kopuk Timi'nin üyeleriyle karşılaştım. Kopuk Timi, saldırıyı gerçekleştiren Tim olacaktı. Onun hemen altındaki Tim'e baktığımda, yüreğimi burkan isimler gözlerimin önüne serildi.

DESTAN Timi

Yüzbaşı Acar TÜTEN

Üsteğmen Âgah VURAL

Teğmen Bahtiyar UYANIK

Teğmen Bedir UZ

Asteğmen Aykut TANDERE

Bu isimleri görmek yüreğimi parçalarken, onları kanlı canlı görmenin, bende nasıl bir etkisi olacağını tahmin bile edemiyordum. Onları görecektim. Hem de çok sık bir şekilde.

Eskiden bir üyesi olduğum Destan Timi, tıpkı Kopuk Timi gibi saldırıyı gerçekleştiren Tim olacaktı.

Gözlerim son gruba baktığında, bu grup Mit tarafından kurulan bir timdi. Özel olarak yetiştirilen ajanların var olduğu bu tim, şuan ülkenin farklı yerlerinde görevlerini yerine getiriyordu. Gözlerim o isimleri okurken, dudaklarımda bir tebessüm belirdi.

MİT Ajanları

Aldoza NURYEVA

Türk Hava Kuvvetleri'nin en güçlü pilotlarından biri. Aynı zamanda, Mit için kurulan Tim'de bir ajan.

Mert ALAŞAN

Şehit bilinen, Üsteğmen. Bu tim kurulduğunda, ailesinden vaz geçip Vatan'ı korumak adına kendini ölü gösterdi. Sırf Vatan kurtulabilsin diye.

Aziz KOCAOĞLU

Bilgisayar Mühendisi olan Aziz, aynı zamanda çok iyi bir Hacker. Mit ise böyle bir başarıyı kaçırmak gibi bir hataya düşmemiş ve onu Tim'in içine dahil etmişti.

Orçun BENLİ

Gazi'lerimizden biri olan, Orçun Benli, bomba imha uzmanıydı. Şimdilerde tek kolu yok. Lakin sırf Vatan'ı için bu time katıldı ve bir kez daha Şehadet şerbeti içmek istedi.

Bahar RAFET

Kadın Milli Boksör'ümüz olan Bahar, bu timdeki sivil ajandı. Dikkat çekmeyecek şekilde profesyonelce yetiştirilmiş ve emeklerinin hakkını vererek şu zamana kadar, üç teröristi Adalet'e teslim etmişti

Ve son olarak;

Laçin SAĞDIÇ.

Evet, doğru duydunuz. Buradaki son isim benim. Askeriye'ye girmemden, timin içine girmeme kadar her şey, Mit tarafından bana verilen görevlerdi. Yapmak zorundaydım ve yapıyordum da. Her birini kendi isteğimle yaptım, çünkü burada, bu Alay Komutanlığı içerisinde bir hain vardı ve üzülerek söylüyorum ki bu hain, Kopuk Tim'inin içinden biriydi.

Benim görevim ise o haini bulup, Mit'e teslim etmekti.

Binbaşı bu gerçeği bilmiyordu. Lakin sonradan eski asker olduğumu öğrendiğinde, beni iyice araştırmış ve gerekli kuruluşlarla irtibata geçmişti. Mit ise Binbaşı'nın bizimle olmasının iyi bir fikir olacağını düşünerek, Binbaşı'ya gerekli olan her şeyi anlatmıştı.

Binbaşı ve ben, buradaki ajanlardık.

🇹🇷

 

Merhabalarr

Öncelikle uzun zamandır buraya bölüm atmadığım için özür dilerim. Normalde Wattpad üzerinden bölüm yazıp atmaya alışık olduğum için burası tamamen aklımdan çıkmış. Watty'de bir düzen kurduk. O da şu yönde, bölümler her cumartesi günleri gelecek. Burada da o düzeni kuracağım. Çünkü bir çoğunuz gibi bende öğrenciyim.

Geçen sefer bölüm atmaya o kadar odaklanmıştım ki, vize haftam olmasına rağmen doğru dürüst çalışmamıştım. Bu nedenle iki dersimden kaldım. Bu hafta final haftam olduğu için bölüm atmayacağım. Önümüzdeki hafta son final haftam. Ve inanın, derslerimden geçmeden kitaba odaklanmayacağım.

Evet, kitabı yazmayı seviyorum. Lakin okulumdan daha mühim değil. Ben kendimden eminim, gayet iyi bir şekilde çalıştım ve geçeceğim. Siz de benim için dualarınızı esirgemezseniz çok sevinirim... Eğer Büt'e kalmazsam 20 günlük tatilimde bol bol bölüm atmaya çalışacağım. Ama Büt'e kalırsam, kitaba kısa bir ara vereceğim.

Şimdi biraz kitap hakkında konuşalım.

Can Yanıkları, Final Bölüm'üne çok az kaldı... Kitabın yarısına geldik bile... Eminim ki bir çoğunuzun aklında kitap hakkında az da olsa bir son ihtimali vardır. Ben bu kitabı yazdığımda, aklıma ilk gelen sahnesi, final sahnesiydi. Ben o final sahnesine göre bu kitabı kurguladım ve yazdım. Bazen o sonu çok değiştirdim çünkü destekçilerim olan kuzenim ve kız kardeşim o sonu beğenmedi.

Lakin netice olarak yazan kişi benim ve ben kitabı o sona göre yazmaya başladım...

Normal şartlarda kitabı uzatmayı düşünüyordum. Lakin uzattıkça kitabın içeriği bozulacaktı ve ben kitabın içeriğinin bozulmasını istemiyorum. Bu bir Asker kurgusu ve o şekilde kalacak. Bazen acı çekeceğiz, bazen kahkahalar atacağız ve bazen de göğsümüzü gururla kabartacağız. Bunun yanında aşkı da tadacağız. Lakin gerçekten uzaklaşmayarak bunu yapacağız...

Çok konuştum galiba cjsksksk

Her neyse canlarım, siz beni anladınız...

Ve son olarak kutsal cümlem;

Kitabıma şans verip okuyan herkese çok teşekkür ederim, iyi ki varsınızz 💙✨

Yeni bölümde görüşürüzz...

~ Safir

Bölüm : 04.01.2025 22:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...