
Tuğrul Ganiev'den...
Hayatta iki şeye inandım hep;
Birincisi Vatana ve insana olan Sevda.
Diğeri ise yüreğimizdeki hidayet.
Ben Yaradan'ın yarattığı bir kula öyle bir kapıldım ki... Yaradan aldı o güzel kulunu, koydu mâbedime "Bu kulum artık senin, onu kendinden bile sakın.' dedi. Ben o kadını yüreğimden bir parça belledim. Ailem belledim evvelsinde. Yüzümdeki tebessüm, mâbedimdeki sızı oldu o kadın.
Avuçlarım göğe bakarken, lisanım o kadını diledi. " Yüce Rabbim, bir kulunda gönlüm var. Biliyorum, sen benden daha iyi biliyorsun o kulunun kim olduğunu... O kadını nasibim eyle Rabbim... Zira ondan başkası nasıl sevilir, bilmiyorum... Senin huzurunda onu karım, mahremim kılmak istiyorum. Bu aciz kulundan, sevdiğini esirgeme Rabbim..." Dudaklarım son kelimelerini dile getirdiğinde, avuçlarım yüzümü kapladı. " Amin." Dedikten hemen sonra, ayağa kalkıp seccademi yerden aldım ve katlayarak koltuğun üzerine bıraktım.
Kendimi ne zaman darda hissetsem ya da kendimi açıklayacak birini bulamazsam, çıkardım yaradanın huzuruna anlatırdım neyin ne olduğunu. Zira ondan gayrı, kim bilebilirdi yüreğimdeki vurgunu ?
Üçlü koltuğuma boylu boyunca uzanıp telefonumu elime aldım. Üç gün önce yaşanan patlamalardan sonra devlet biraz daha sıkı bir politika izlemişti. Jandarmalarımız da dahil olmak üzere birçok askerî makam gün içerisinde sivil bir vaziyette meydanlar ve köylerde geziyordu. Halkımızın daha fazla zarar görmemesi için yapılan bu politika, gayet yerinde olmuştu.
Sosyal medya hesabıma girip hikâyeler kısmına girdiğimde, Laçin'in yeni bir hikâye paylaşmış olduğunu gördüm. Yüreğim onun adını görmesiyle bile hızla atarken, dudaklarımdaki tebessüm ile hikâyesine baktım.
Hikâyede sadece onu beklerken, Omar ve Behlül ile çekilmiş olduğu bu fotoğrafı görmek şaşırmama ve biraz da kaşlarımı çatmama neden oldu.
Üçünün de gözlerinde gözlük vardı. Laçin ortada duruyor, Omar sağ tarafında Behlül ise sol tarafında duruyordu. Hadi Behlül ve Laçin'i anlıyorum. Her fırsatta haylazlık yapma derdindeler ve yapıyorlarda. Peki ya Omar? Onu bu fotoğrafı çekmeye nasıl ikna etmişlerdi, merak ediyorum.
Gözlerim Gece Okyanusu'nun üzerinde durduğunda, dudaklarını büzmüş olduğunu gördüm. Sadece dudaklarına bakmak bile beni onu öptüğüm ânâ götürürken, dudaklarımda bir tebessüm belirdi. Hızla hikâyesini beğenip, hikâye üzerinden mesaj attım.
Biraz konuşmanın kimseye zararı olmazdı neticede.
Tugrul_ganiev :
Siz yine ne işler çeviriyorsunuz ?
Dudaklarımdaki tebessümle son kez hikâyesine bakıp çıktım. Ardından galerime girip, geçenlerde üniformam ile çektiğim bir fotoğrafımı paylaştım.
Günü gelecekti, onunla birlikte olduğum bir fotoğrafı paylaşacaktım, biliyorum.
Elim eşofmanımın cebine gittiğinde, içerisindeki kolyeyi çıkardım. Avuçlarım arasında sakladığım bu minik kolyeye bakarken, aklım beni maziye götürdü. Laçin'in bu küçük kolyeyi avuçları arasında saklayıp uyuduğu anlar gözlerimin önüne serildi. Küçükken o kadar masum, nahif ve narindi ki bakmaya bile kıyamazdınız. Lakin şimdi genç bir kadın iken, ona bakmamak sanki kendime yaptığım en büyük hataymış gibi hissettiriyor.
Netice olarak ne ben o küçük Tuğrul'um, ne de o küçük Laçin.
Hele ki o benim aklımı başımdan alacak kadar böylesine güzelken, ona bakmamak ayıp olurdu. Bakmak istemesem dahi, bana haram kılınan şu gözlerim sürekli onu görüyor, görmek istiyor. Zira gözlerimin daha fazla acı çekmesine katlanamıyordum. Nefsime hakim olamıyor ve sürekli onu görmek için çaba sarf ediyordum.
Telefonumdan bildirim sesi geldiğinde, avuçlarım arasındaki kolyeyi tekrardan cebime koydum. Karnımın üzerinde duran telefonu avuçlarım içerisine alıp, Gece Okyanusu'nun bana attığı mesaja girdim.
Lacin_sagdic
Beni mi takip ediyorsun Yüzbaşı ?
Dudaklarımdaki tebessüm yerini kollarken, parmaklarım ekran klavyesi ile buluştu.
Tugrul_Ganiev
Ne haddime, güzelim. Yine bir taşkınlık yapmayın.
Mesajımı attığım an görüldü olması, yüzümdeki tebessümü daha da büyüttü. Şuan liseli ergenlerde pek bir farkım yoktu.
Lacin_Sagdic
Siz de katılmak isterseniz, buyurun gelin.
Birkaç saniye ekrana baktığımda, aslında oraya gelemeyeceğimi bildiğinin farkındaydım. Bilerek yapıyordu.
Tugrul_ganiev
Konum at, geliyorum.
Lacin_sagdic
Hey, şaka yaptım.
Gelme.
Gelemezsin.
Rahat bırak bizi, komutan bozuntusu.
Bak sakın gelmiyorsun.
Konumumuzu falan bulmaya çalışma sakın.
Bak sakın yapma böyle delilikler.
Duyuyor musun beni ?
Hey, kimeyim ?
Gelmeyeceksin!
Art arda attığı mesajlara istemeden kahkaha attım. Oraya gitmem düşüncesi onu neden bu kadar rahatsız etmişti, anlayabiliyordum. Ne zaman karşılaşsak, domates gibi kızarıyordu yürek parem. Bundandır ki benim olduğum yerlere gelmekten sakınıyordu. Daha doğrusu kaçıyordu.
Tugrul_ganiev
Ee, karar verdin mi güzelim ?
Bilerek bu cümleyi kurmuştum. Zira şuan eli ayağı titrer vaziyette bana küfrettiğine eminim.
Lacin_sagdic
Ne kararı be!
Neyden bahsettiğini bilmiyorum.
Bilmez ayağına yatması, tam da ondan beklediğim hareketti. Lakin yine de ondan bir cevap almadan, durmayacaktım.
Tugrul_ganiev
Neyden bahsettiğimi biliyorsun, güzelim.
Seni karım olarak, yanımda görmek istiyorum.
Mesajlarım anında görüldü olurken, birkaç dakika boyunca cevap gelmedi. Tam yeni bir şey daha yazacakken, bir anda önüme;
Lacin_sagdic kişisi, sizi engelledi.
Yazısı göründü. Ekran başında öylece kalakalırken, bunu cidden yapıp yapmadığını merak ettim.
Hayır, beni engellemiş olduğu gerçeğini kabul etmek istemiyorum.
Uygulamadan çıkıp, direkt mesajlaşma uygulamasına girdim. Onun haberi yoktu lakin, ben onun dosyasını incelerken numarasını da almıştım. Buradan da engelle de göreyim seni, inatçı keçi.
Bilinmeyen Numara
Cevabını hâlâ söylemedin, Gece Okyanusu.
Mesajım çift tik olduğunda, birazdan döneceğinin farkındaydım. Tam da tahmin ettiğim gibi o tikler maviye döndüğünde, aynı anda yazmaya başladı.
Gece Okyanusu
Numaramı nereden buldun !?
Tabi, doğru ya.
Evlenmeyeceğim kardeşim. Var mı bir sorun ?
Onca cümle içerisinde, sadece bir kelime gözüme çarptı. Kaşlarım istemsizce çatılırken, aynı anda yazdım.
Bilinmeyen Numara
Kardeşin olmadığımı dile getirmeye gerek var mı, güzelim ?
Cümlelerimde de netim. Karım olacaksın.
Gece Okyanusu
Evlenmeyeceğim, zorla mı ya !
Dava edeceğim seni!
Kurduğu son cümleyle istemsizce güldüğümde, başımı da iki yana salladım.
Bilinmeyen Numara
Ne davası açacaksın, güzelim?
Gece Okyanusu
Dalga mı geçiyorsun bir de!
Hakaret davası açacağım.
Son kelimeleri yüreğime otururken, neyden bahsettiğinin farkındaydım. Askeriye'ye geldiği ilk günlerde ona hiç iyi bir muamelede bulunmamıştım. Hak etmediği bir cümleyi, sırf kıskandığımdan yüzüne söylemiştim.
Ne kadar da acınası bir durum.
Neşem boğazımda düğümlenirken, sohbet mesajından çıkıp telefonu kapattım. Zira bana söyleyecek söz kalmamıştı. Gece Okyanusu, hiç acımadan pençelerini yüreğime geçirmişti. Tıpkı benim yaptığım gibi...
Koltukta oturur vaziyete gelip yüzümü sertçe sıvazladım. Bu kadına olan sevdam öyle derindi ki, bir gün onu kaybetmekten deli gibi korkuyordum. O hep benimle olmalıydı. Şimdi yaptığı gibi, sol tarafımdaki tahtında oturmalı ve bana melül melül bakmalıydı. Yeri geldiğinde tekmelerini yüreğime indirebilirdi, canımı yakabilirdi. Sesim çıkmazdı evelallah. Lakin benden gitmesindi. Gece Okyanusu, benden hiç gitmesin...
Yüreğim böyle bir acıyı kaldıramazdı zira. Onu bir daha görememek, sesini duyamamak, o mis kokulu saçlarını koklayamamak, varlığını hissedememek ve em mühim olanı, o Gece Okyanusu harelerini bir daha görememek fikri, yüreğimde büyük sancılara neden oluyordu.
Elim istemsizce mâbedime gittiğinde, sol göğsümün acıyla çarpması sanki beni geleceğe hazırlıyordu. Bu kötü düşünceleri beynimden def edip derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Yaşadığım müddetçe, Gece Okyanusu'na bir zarar gelmesine izin vermeyecektim. Ona olan aşkım, Vatan'ıma olan aşkım gibiydi. Benim için Vatan ne demekse, Laçin'de o demekti. O kız, benim yüreğimdeki Vatanımdı. Ruhumun en nadide umut ışığıydı...
Hani böyle ümitsizliğe düşersiniz, yaşamak istemezsiniz. Ne diye bu acımasız dünyada yaşıyorum, dersiniz. Canım bedenimden çıksın, ben yaşamayayım, dersiniz. Öyle bir evhama, yeise tutulursunuz. Yaşamak için bir nedeniniz yoktur çünkü siz yaşarken umutlarınızı, hayallerinizi bir bir ellerinizin arasından almışlardır. Sizi karanlık bir odaya kilitlemiş ve görmenizi engellemişlerdir. Karanlık içerisinde susmanıza, korkmanıza sebep olmuşlardır. Lakin bilmiyorlardır ki, bir gün ışığı gördüğümüzde de yine karanlığı ararız.
Siz hiç ışığın içinde, karanlığı aradınız mı? Ben aradım.
Kalabalıklar zihnime, benliğime zarar vermeye başladı. Renkler gözümü kör etti. Tek istediğim zifiri bir karanlık odaydı. Ne içerisine ufak bir ışık huzmesi girsindi ne de başka biri olsundu yanımda. Hiçbir renge ihtiyacım yoktu, hiçbir insana ihtiyacım yoktu. Bana bu öğretildi. Tek başına ve kimsesiz olmak.
Sonra bir gün hayatıma Gece Okyanusu bir çift göz girdi. Her yer karanlıktı, lakin ben yine de o karanlığın içerisinde o aklımı çelen Gece Okyanusu hareleri görüyordum. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz ?
Mavi umudun rengiydi, siyah ise karamsarlığın. Bu kız ise hem umudu hem de karamsarlığı taşıyordu gözlerinde. Hayatım koca bir umutsuzluk iken o umudu taşıyan gözleri yüreğimi buldu. Çarptı, çarptı ve çarptı. O an, işte ilk o anda ben yüreğimin varlığını hissettim. Başımı eğip baktım mâbedimi delercesine atan yüreğime, şaşırdım. Vücudumu bu hâle getiren şey, mâbedimde var olduğunu bilmediğim yüreğimi atar duruma getiren şey, sadece bir çift Gece Okyanusu hare miydi ?
Sonra bir baktım ki hareket etmeyi bilmeyen dudaklarım tebessüm ediyor, gözlerim renklere alışıyor lakin aradığı sadece bir renk var. Yeni insanlar tanıdım, tanıdıkça zihnimdeki kalabalık çoğaldıkça çoğaldı. Lakin yine de sadece bir kişiyi silip atamadı zihnim. Her lisanı, her çehreyi silip atan şu zihnim, beni divaneye çeviren bu kadını silip atamadı.
O gülüşü, ceylan bakışları - sanmayın ki büyük gözleri var, tam tersi hafif bademdir gözleri, lakin bir bakışı var ki... Ceylan bakışlıdır bakışları... - yüreğimi yerinden eden o güzel saçları... Bir kere dokunsam pamuk ipliği kadar ince olan saçlarına, sanki tüm derdim tasam gidecek gibi.
Ciğerlerime çektiğim derin nefesle birlikte onu düşünmeyi bir kenara bıraktım. Zira onu ne kadar anlatmaya çalışsam da, her kelime yetersiz, kifayetsiz kalacaktır.
Oturduğum koltuktan kalkıp üst kattaki odama doğru ilerledim. Evim çok sessizdi, tek başıma yaşadığım için kimsem yoktu. Ailem Ordu'daki malikane de kalıyordu, ben ise görevim nedeni ile Hakkari'de tuttuğum evde kalıyordum. Ailem önceleri Sivas'ta ki evimizde kalıyordu. Lakin daha sonra annemin isteği üzerine, onun memleketine taşınmıştık, yani Ordu'ya. Onlar Ordu'daki evimizde yaşarken, ben buradaydım. Normal şartlarda lojmanda kalmayı düşünmüştüm, lakin ailem lojmanı kabul etmeyince mecburen burada kendime ev aldım. Arada sırada yanıma gelir birkaç gün kalırlar. O günler ise bayram günü gibidir.
Ailemin geldiği gün evde enfes yemek kokuları olurdu. Tabii ki hiç süphesiz bu kokuların kaynağı annemdi. Ablam evlendiği için gelemiyor, arada bir arıyordu. Babam ise... O genelde kendi halindedir.
Vakti zamanında kimsesizdim. Kopuklar Yetimhanesine bırakıldığımda, henüz 8 aylık bir bebekmişim, Gülnare Anne'nin dediğine göre. Ben bunu hiç bilmedim. Tâ ki biraz büyüyüp bazı şeyleri fark edene kadar. Herkes anneme " Gülnare Anne " derken, ben ona hep " Anne" diyordum. Sorgulamıyordum da nedenini. Çünkü o kadın benim annem gibiydi. Gibisini geç, direkt annemdi. Bana adımı veren o kadındı, soyadımı ise... Orası biraz karışık.
Adımı hep Tuğrul bildim, adımın anlamı gibi yaşamaya çalıştım. O adın hakkını vermeye çalıştım ömrümce. Hep cesaretli davrandım, arkamda dizilen Bozkurtlar'a liderlik ettim ve vakti geldiğinde her birine sevgiyle yaklaştım. Bu ismi en çok mesleğime yakıştırdım ve mesleğime taşıdım ismimi.
Lakin soyadım hep bir adım arkamdaydı. Bir adım arkam diyemeyeceğim kadar adıma yakındı.
Ganiev.
Rus kökenli bu soyadına sahip olduğumu öğrendiğimde, ortaokul birinci sınıftım. Rus kökenli olduğunu bilmiyordum, lakin çok şaşırmıştım. Arkadaşlarımın soyadları Türkçe iken, benim soyadım neden böylesine garip bir soyadıydı?
Ergenlik dönemlerimde bu durum çokça kafamı karıştırdı. Dayanamadım ve beni evlat edinen kadının, yani Gülnare Anne'nin karşısına çıktım. Konuştum. İçimi döktüm, bu durum neyin nesi, dedim. Anlatmadı başlarda. Lakin ben meslek sahibi olduğumda, olgun bir kafada olduğuma kanaat getirip bana ne var ne yoksa anlattı. Bana anlattıkları aklımı öyle bulandırmıştı ki, iyi ki o zaman ondan anlatmasını istediğimde anlatmadı, dedim. Zira o kafayla ne yapardım, bilmiyorum.
Sadece bir soyadı, insanı bu hâle getirebiliyorsa, bu soyadını verenler ne hâle getirirdi, düşünmek bile istemiyorum.
Odama girdiğimde direkt banyoya girip hızlı bir duş aldım. Duşun ardından havluyu belime dolayıp odama girdim ve gardroptan baksırlarımdan bir tanesini alıp giydim. Hemen ardından altıma siyah, bacaklarıma hafif bol gelen kumaş pantolonlardan birini, üzerime ise pantolonumla aynı renk boğazlı bir kazak giydim. Siyah bir kemeri pantolonuma geçirdikten sonra ise hızla saçlarımı kuruladım. Son olarak çoraplarımı da giyip, kabanımı ve botlarımı ayağıma giyerek evimden çıktım.
Arabama bindiğimde, cebimdeki telefonumu çıkarıp Omar'ı aradım ve hoparlöre vererek arabayı çalıştırdım. Birkaç çalıştan sonra telefon açıldığında, Omar'ın sesini duydum. " Alo ?" Yüksek sesle konuştuğu için kaşlarım hafifçe çatıldı. Ayrıca telefonun ardında gelen bu müzik sesi de ne böyle? " Omar?" Dediğimde ses ona gitmemiş olmalı ki bir kez daha bağırdı. " Kimsin lan !" Hafif mayhoş çıkan sesinden sarhoş olduğunu anladım. Aksi takdirde sadece sesi değil, Omar genel olarak telefonda yazan isme bakmadan aramaları cevaplamazdı. Böyle bir mallık yaptığına göre net sarhoş.
Laçin'in o fotoğrafı nasıl çektiği de belli oluyordu.
Anlaşılan o ki Kendisi hariç herkesi sarhoş etmişti. Tövbe etmiş olmalıydı.
Bu düşünceme istemsizce gülerken, Omar'a cevap vermeden telefonu kapattım. Hemen ardından da numarasını Alay'daki bir arkadaşa atıp, konumunu bulmasını istedim. Birkaç dakikanın ardından konum geldiğinde, arabamı Laçin'in bunları götürdüğü bara sürdüm.
🇹🇷
Arabayı otoparka park ettiğimde, Omar ve diğerlerinin olduğu bara gelmiştim. İki günlük tatilde, gele gele buraya geldiklerine inanamıyorum. İnsan dizini kırıp evinde oturur, lakin bizimkiler öyle mi? İlla bir itlik, bir bokluk yapacaklar. Yapmazlarsa acıdan geberirler çünkü. Hele ki Laçin geldiğinden beri Behlül'ün kaçamakları giderek artmıştı. Hayır onunla bir problemim yoktu. Laçin'in gelmiş olması çok hoşuma gidiyordu, lakin Behlül ile olan dostluklarını hat safhaya çıkarmıştı.
Resmen şımarmak için delik arıyorlardı!
Üstelik üç gün önce yaşadığımız operasyonda da saçma sapan konuşmuşlardı. Zaman ve mekan tanımaksızın bunları yapmaları, sinirlerimi bozmuyor değil.
Hayır, Behlül'ü kıskanmıyorum.
O sarı çocuğun neyini kıskanacağım? Laçin'e benden daha fazla yakın olmasını mı, hah!
Kendi kendine triplenmeyi kes. Prenses misin sen, neyin tribi bu ?
Arabamdan inip kapısını kapattıktan sonra hemen karşımda duran Bar'a doğru ilerledim. Güvenlikleri geçip içeri girdiğimde, yüksek sesli bir müzik beni karşıladı. Yüksek sese yüzümü buruştururken, kalabalığın içerisinde Laçin ve diğerlerini aradım. Önce barın kenarlarında kurulu olan Loca'lara baktım. Gruplu kişilerin takıldığı masaların yanından geçerken, bir yandan da oradalar mı diye bakınıyordum.
Loca'lardan birinin önünden geçtiğimde, bir adamın yanındaki sarışın kızın elbisesinden içeri elini sokup göğsünü avuçladığını gördüğümde, bakışlarımı oradan çektim. Lakin kafamı çevirdiğim diğer tarafta, esmer bir kadın yanındaki esmer çocuğun kucağına oturup onu öpmeye başladığını gördüm.
Bunlar nasıl bir yere gelmişti böyle ?
Masaların yanından ilerlemeye devam ederken, kimi zaman birkaç kadın göz kırparak yanına çağırmıştı lakin onları görmezden gelip, asalak olan o üç gevezeyi aramaya devam ettim.
Tam başka bir Loca'nın önünden geçerken, bacağımda hissettiğim bir şeyin varlığıyla kafamı aşağı eğdim. Hemen sağ tarafımda duran bir esmer bir kadın, bir elini bacağıma koymuş, hadsizce yukarı doğru çıkarıyordu. Bu yaptığına kaşlarımı çatarken, o dudaklarını emerek alttan bana baktı. Hızla bacağımı elinden kurtarıp Loca'lardan uzaklaştım.
Bu gerizekalılar hangi akılla buraya geldi!
Laçin'e bir şey olma ihtimali beni korkuturken, hızla bir üst kata çıktım. Üst kattaki Loca'lar, alt kattakilerden daha berbat durumdaydı. Çünkü burada, çekinme olmaksızın insanlar birbirini beceriyordu. Bu görüntüyü görmek sinir kat sayımı giderek arttırırken, daha fazla bakmadan çıktığım gibi indim merdivenleri. Son çare olarak kalabalığın arasına girip onları aramaya başladım.
Nerede bu siktiğim puştları!
Yanlış anlaşılmasın, bu sözüm Omar ve Behlül'eydi.
Kalabalığın arasında, insanlara çarpa çarpa ilerlerken gözlerim de onları arıyordu. Tam bar Tezgahına doğru bakacaktım ki, kalabalıktan yükselen zevk dolu çığlıkla istemsizce herkesin baktığı yöne baktım.
Çalan ' I Love To Get On ' şarkısıyla birlikte, direklerin kurulu olduğu sahneye beş kadın çıktı. Direk dansı yapacaklarının farkında olduğum için onlara bakmadan geçecektim. Lakin gördüğüm bir suretle, olduğum yerde kaskatı kesildim.
Direğin önüne geldiğinde bir ayağının parmak uçları yere gelecek şekilde bırakırken, diğerini hafif yukarı kaldırarak bir tur direğin etrafında dönüp, vücudunu havaya kaldırdı. Hemen ardından bacaklarını ayırarak, kollarını direğe doladı ve dönmeye devam etti.
" Hassiktir!"
Onun bu görüntüsü başka bir ortamda, farklı bir zaman diliminde hoşuma gidebilirdi. Lakin burada, bunca erkeğin içerisinde bu dansı yapması, hiç ama hiç hoşuma gitmiyordu. Üstelik kalabalıktan yükselen bu zevk dolu naralar, çıldırmam için yeterli bir sebep oluşturuyordu.
Bacaklarını düz bir konuma indirdiğinde rahatlamıştım ki, tekrardan bacaklarını ayırıp bir tur atması ve hemen ardından kafası aşağı bakacak şekilde, bir bacağı direği kavrarken diğer bacağını aşağı indirip elleriyle o hareketleri yapması, içimdeki yangını gittikçe harlandırdı.
Üzerinde kısa bir şort olduğundan bahsetmiş miydim? Üstelik üzerine giydiği tişörtü çıkarıp yere atmış, sadece altındaki yarım atletle duruyordu.
Göğüslerinin dışa doğru çıktığının farkında mıydı?
" Bu kadını istiyorum dostum!" Diyen adamı gördüğümde, kaşlarım hızla çatıldı. Laçin'den mi bahsediyor bu lavuk!
Hızla kalabalığın ortasından, zorla da olsa geçerek sahneye çıktım. Birkaç itiraz dolu nara yükselse de onları siklemeden kadınımın olduğu yere doğru yürüdüm. Onun yanına gittiğimde, kafası yine yerdeyken, bacaklarını iki yana doğru açmış vaziyetteydi. Gözlerimle vücudunu daha fazla rahatsız etmeden, bacaklarını kaldırıp ellerimle birleştirdikten sonra, yere doğru eğilen gövdesini kollarım arasına alıp, onu direkten kurtardım.
İtiraz dolu sesler yükselse de, onları umursamadım. " Hey, dostum ne yaptığını sanıyorsun!" Diyen sesleri duyduğumda, " Çeneni kapat ve siktir git!" Diyerek cevabını verdim. Başımı eğip kucağımdaki kadına baktığımda, kendine gelmeye çalıştığını gördüm. " Ah Gece Okyanusu, Ah!" Dedim sitemli bir sesle.
Beni çileden çıkartıp, aynı anda da pamuk gibi yapıyordu. Bunu sadece bakışlarıyla bile yapabiliyordu. Sanırım bir insana tutkuyla, sevdayla, şevkle bağlandığınızda böyle oluyordu. Onun, kalbinize ait olduğunu her yere duyurmak istiyor aynı anda da sakınmak istiyordunuz. Sevda böylesine karışıktı. Yüreğinizi yerinden ediyor, mantığınızı hiçe sayıyordu.
Sahneden aşağı inip gözüme kestirdiğim ikilinin yanına doğru gittim. Bu sırada kendine gelen Laçin, " Tuğrul." Diyerek kıkırdadı. Adımı dile getirmesi tekrardan yüreğimi yerinden ederken, onu biraz daha mâbedime sakladım. " Sensin." Dedikten hemen sonra hıçkırmış ve kıkırdamaya devam etmişti. " Evet, güzelim. Benim." Deyip alnına bir öpücük kondurdum ve bar tezgahına kafasını yaslayarak uyuklayan Omar, onun dibinde ise bir kadeh daha şarap içen Behlül'ün tam karşısında durdum.
Bir kıza sahip çıkamayacak kadar, niye bu kadar çok içmişlerdi ?
" Omar, Behlül!" Diyerek tabur komutu verdiğimde, Omar direkt kafasını dayadığı yerden kaldırdı, Behlül ise ayağa kalkıp hazır ol konumuna girdi. " Emredin, Komutanım!" Dediğinde bu hâline neredeyse gülecektim.
" Teğmen Laçin Sağdıç! Emredin, Komutanım!" Diyen sesi duyduğumda, bir anda olduğum yerde çakılı kaldım. Kulaklarım doğru mu duyuyordu? Laçin ne dediğinin farkında mıydı? Bendeki de soru olsa, kız sarhoş tabii ki ne dediğinin farkında değil.
Yutkunarak kafamı eğdim ve bir asker gibi boş bakan gözlerini tavana diken, kucağımdaki kadına baktım. Bir eli alnında, yüzü mimiksiz ve gözleri boş bakıyordu. Tıpkı bir bordo bere gibi... Tıpkı bir Teğmen, bir asker gibi... Yutkunuşum derinleştiğinde, kafamdaki şüphelere yenisi eklendi.
" Ne dedin, güzelim ?" Diyerek gözlerine baktığımda, gözlerini bana çevirdi ve kocaman gülümsedi. Tam şaka yaptığını düşünerek kendimi avutacaktım ki, " Tuğrul, biliyor musun ben eskiden askerdim." Diyerek kurduğu cümle beni ikinci bir sarsıntıya uğrattı.
O ne dedi öyle?
Sarhoş olduğunu düşünerek söylediklerini ciddiye almak istemiyordum, lakin sarhoşken söylenen çoğu kelimenin doğru olduğunun da farkındaydım. " Ama beni görevimden men ettiler." Dediği anda gözleri doldu. Dudaklarını hafif büzerek ağlamaya başladığında, ben söylediği şeyleri idrak etmeye çalışıyordum.
Görevinden men mi edilmişti ?
" Niye bana inanmadılar ki? Ben onları çok seviyordum. Onlarda beni seviyordu. Yalan mı söylediler yoksa?" Bir anda dolu gözlerini bana çevirip, " Kimse beni sevmiyor mu?" Diye sorduğunda yüreğim burkuldu. Onu biraz daha mâbedime yaslayıp, " Ben seni seviyorum, güzelim." Dediğimde dolu gözlerini kırparak bana baktı ve " Gerçekten mi?" Dedi. Onun bu hâline tebessüm edip, " Gerçekten." Dedim. O ise kucağımda yükselip yanağımdan öptü ve tekrar göğsüme sokuldu.
Laçin'de bir şeyler olduğunu en başından beri biliyordum. Lakin eski bir asker olması düşüncesi... İşte bu hiç aklıma gelmemişti. Çünkü bir asker olamayacak kadar nahif bir vücuda sahipti. Lakin vücudunun bu zayıf görüntüsüne karşın yakın dövüş ve silah kullanımında iyiydi. Bunca şeyi babası öğretmiş olamazdı. Biz bordo bereydik. Her insana öyle kolay inanmazdık, lakin konu sevdiğimiz olunca yalanını bile doğru kabul eder, herkese de doğrusu budur derdik.
Laçin'in yalanının en başından beri farkındaydım. Sadece kendisinin gelip söylemesini bekliyordum. En azından bana dürüst olurdu.
" Behlül, Omar'ı al ve peşimden gel." Dedikten sonra, kucağımda sevdiğim kadınla birlikte bu gürültülü bardan çıktım.
🇹🇷
Gözlerim saatlerdir uyuyan bu kadının üzerindeydi. Fazla masum görünen bu kadının, bugün gerçekte kim olduğunu öğrenmiştim. Yüreğim bir türlü kabul edemiyordu. Nasıl olurdu bu? Böylesine masum, nahif bir vücut nasıl olurdu da hepimizi kandırırdı? Buna nasıl tenezzül edebilirdi?
Yalan mıydı her şey? Gösterdiği ilgi, cümleleri, dokunuşları, yaralarımıza merhem sürüşü... Bunların hepsi, birer yalan mıydı? Bir yalandan ibaret olup, bize kurulan bir tuzak mıydı? Neydi onu buna yapmaya teşvik eden şey? Anlamıyordum. Laçin'in neden bu yoldan gittiğini, bu yolu takip ettiğini anlayamıyordum.
Benim 10 yaşındaki yüreğimi attıran bu kız, kalbimin katili olmaya mı gelmişti?
Daha ne vardı benden, bizden sakladığı? Ben onu sadece göçmen bir kız sanarken, o benim sandığımdan da fazlası çıktı. Eski bir asker, üstelik hain olan eski bir asker!
Kanım el vermiyordu. Ben dağlarımda şerefsiz kanını yere sererken, yüreğimin sahibi olan bu kız da bir kansızlık yapmıştı. Bu kadar mı nefret ediyordu, onu sahiplenen bu topraklardan? O kadar mı nefret ediyordu, o çok sevdiği babasının topraklarında yaşamaktan. İyi ki... İyi ki Aker Binbaşı, kızının ne yaptığını bilmeden şehit oldu. Zira Binbaşı'nın yüreği bu haberi kaldırmazdı.
Yüreğim sızım sızım sızlarken, Vatanım bildiğim bu kadının yaptığı ihanet, canımı çok yakıyordu. Ben onu karım yapmak isterken o, uğruna canımı vermeye razı olduğum topraklara, memlekete, Vatan' ıma hıyanet etmişti. Nasıl olurdu da canım yanmazdı?
Ben bu memleketin suyundan içerken, bu suyu zehir kılanları öldürmeyi ant içtim. Şimdi ise yatağımda uzanmış olan Gece Okyanusu'nu görüp, bilmek ama bir şey yapamamak kanıma dokunuyordu.
Siktir.
O benim tanıdığım Gece Okyanusu değildi. O bir zelzeleydi. Bir zehir, yıkım, savaşa dönüşmüştü. Artık çocuk ruhundaki gibi masum değildi. Aklıma gelen anlarla midem bulandı. Ben vatanıma hıyanet etmiş birinin dudaklarını mı öpmüştüm? Ona âşık mı olmuştum?
Kendimden tiksiniyordum.
🇹🇷
4 YIL ÖNCE
Laçin Sağdıç'tan...
" Vur, orospu çocuğu! Bir kez daha vur!" Diye haykırdığımda, acımaları olmadan, elindeki ıslak sopayı dördüncü kez karnıma indirdiler. Canım acısa da çığlığımı içime gömüp, ağzıma kadar gelen kanımı tükürdüm. Başımı eğdiğim yerden kaldırıp, kan akan dudaklarımla güldüm. " Bu kadar mı lan?" Her güldüğümde, karnımdaki kaslar canımı yakıyordu. Lakin yine de onlara zayıf yanımı göstermeyecektim.
Türk askeri, başını eğmezdi!
" Tipini siktiğimin puştu, beni yıldırabileceğini mi zannediyorsun!Ben Aker Sağdıç'ın kızıyım, başım ölmedikçe önüme eğilmez!" Diyerek, zorla da olsa zincirlendiğim duvarda ayakta durdum. Beni yıldıramayacaklardı. Dizlerimin üzerine çökmeyecektim, canım bedenimden ayrılmadıkça.
" Bağa bakisen orıspi! Senin o dilini keserem ha!" Diyerek elindeki bıçağı gösterdiğinde, bir kez daha güldüm. Çektiğim acılar yüzünden, soğuk terler döküyordum. Kısa saçlarım ıslanmış ve yüzümün etrafına yapışmıştı. Dudaklarımdan kanlar akarken, yüzümün belirli bölgelerinde yaralar vardı. Tıpkı vücudumda ki gibi.
" Dilimi kessen, gözlerimle konuşurum. Gözlerimi oysan, kıçımla konuşurum ama yine de konuşurum. Anlıyor musun pezevenk?" Diyerek ciddileştiğimde, elindeki çakıyı sallaya sallaya yanıma doğru gelmeye başladı. Bir yandan o yamuk ağzıyla sırıtıyor, bir yandan yüzüme bakıyordu. Yanıma kadar geldiğinde, sırıtarak suratıma baktı. Ben ne yaptığını anlamazken, buradaki piçleri onu anlamış olmalı ki gülmeye başladılar.
" Ha bu paçavraya böyle güvenirsen?" Diyerek bıçağı sol göğsüme bastırdığında, gözlerim öfkeyle parladı. " Sen kimsin lan! Sen kimsin ki benim şanlı bayrağıma paçavra dersin! Senin kanını o bayrağa kurban ederim lan kodumun piçi!" Diyerek bağırdığımda, sanki beni duymuyormuş gibi kahkaha atarak gülmeye başladı. Diğer piçlerde güldüğünde, içimdeki nefretle onları öldürmek istedim.
" Senin bayrak dediğin bu bezle ben ayakkabılarımı silerem, asker." Deyip sırıttığında, dişlerimi sıktım ve kafamı arkaya doğru eğip, bir anda suratına kafamı geçirdim. " Sen benim bayrağımın tozu bile olamazsın döl israfı!" Diyerek haykırdığımda, önce karnıma bir darbe daha yedim. Hemen ardından devamı geldi. Lakin o piçin burnunu tutarak benden uzaklaşması, göğsümü daha da kabarttı.
Karnıma yediğim ıslak odunla birlikte, acıyla dişlerimi sıktım. Canım yanıyordu, hemde çok yanıyordu. Burnumdan ve ağzımdan istemsizce, acı dolu nefesler dökülüyordu. Bu kadarına engel olamıyordum lakin vatanıma canım fedaydı. " Çekilin!" Diyerek haykıran piç, beni ıslak sopayla döven piçleri geriye çekti. " Ha bu bayrak he?" Diyerek bir anda, üniformamın sol üst cebine yapıştırdığım, Türk bayrağını aldı ve bıçağını o bayrağın ortasına geçirdi. " Ne yaptığını sanıyorsun orospu evladı!" Diyerek haykırdığımda, ellerimin bağlı olduğu zincirlere daha da asıldım.
Hiçbir şey için değil, bayrağımın selameti için o zincirleri yıkmak istedim o an. Lakin yapamadım ve o adam gözlerimin içine gülerek bakıp, bayrağımı paramparça etti. " Ha böyle paramparça edecez bayrağınızı." Dediğinde, öfkeyle bir kez daha çekiştirdim zincirleri. " Benim en azından bayrağım var piç kurusu! Yaşadığım takdirde de sizi o bayrağ kurban edeceğim!" Dediğimde, ilk cümlemin öfkesiyle yanıma gelip, suratıma sert bir tokat attı. Gülerek o adama döndüm. " Zoruna mı gitti, piç?" Dediğimde saçlarımdan tutup yüzümü yan çevirdi ve duvara çarptı. Acıyla derin nefesler aldığımda, o adamı tam şuan öldürmek istediğim ikinci andı.
" Çok sevdiğin bayrağını kıçıma don yapacam." Dediğinde, gözlerim öfkeyle parladı. " Orospu evladı! Seni o bayrakla boğar, göğe salarım!" Diyerek tehditlerimi savurmaya devam ettiğimde, beni umursamadan bir kez daha suratımı duvara çarptı. Daha fazla dayanamayan vücudum bilincini kaybederken, bedenim yere doğru devrildi lakin zincirler yüzünden yarısında ayakta asılı kaldım. Bedenim çökse, bayrağım dalgalanmaya devam edecekti. Benim canım, varsın yok olsun. Yeter ki Yurda ay yıldızın ışığı girsin.
Ne zaman olduğunu bilmediğim bir vakitte gözlerimi araladığımda, etrafa çöken karanlıktan gece olduğunu anladım. Saç diplerime kadar hissettiğim ağrıyla yüzümü buruşturdum. Nefes almaya çalıştıkça, karnımda oluşan yaralar nedeniyle canım çok yanıyordu. Aldığım nefesler bile zehir hâline gelmişti. Boğazımdan hırıltılı bir ses döküldüğünde, boğazıma kadar gelen kusma isteğiyle kafamı öne doğru eğdim ve tam o sırada kan kustum.
Vücudum artık dayanmıyordu. Yavaş yavaş iflas eder duruma gelmişti. Her bir zerremde yaralar, morluklar, kesikler ve kan vardı. Bu vahşet o kadar tanıdıktı ki... Yıllar evvelsinde de buna benzer bir işkenceye maruz kalmıştım. O zamanlar çocuktum, bu işkencenin nedenini anlamazdım. Lakin büyüdüm, bir kez daha işkenceye maruz kaldım ve o zaman anladım, bu işkencelerin sebebini.
Yediremiyorlardı, sevmiyorlardı, bizim topraklarımızı istiyorlardı. Canımızı bedenimizden söküp, topraklarımıza hâkimiyet kurmak istiyor, bayrağımızı yerinden etmek istiyorlardı. Lakin sadece istemekle kalabiliyorlardı. Fazlasını yapamayacaklarının onlarda farkındaydı. Bundandır ki vatandaşımıza, askerimize, milletimize zarar veriyorlardı. Vatandaşımızı türlü tuzaklara sürüklüyor, beyinlerini suyla yıkıyorlardı. Sonra bizim dilimizi bize kullanarak, bize zarar vermeye çalışıyorlardı.
Absürtlüğü görüyor musunuz?
Benim bayrağımın altında, benim topraklarımda, benim dilimi konuşarak vatanıma zarar vermeye çalışıyorlardı. Ne komik ama. Vatan'ın içinde Turanlar olduğu kadar, hıyanete meyilli olanlarda vardı. Mert olanlar kadar namert olanlarda vardı. Lakin yozlaşmış bir düşünceyi, ne yaparsanız yapın değiştiremezdiniz. Hıyanete meyilli olanların yaptığı da buydu. Yozlaşmış bir düşünceye tapıyorlardı.
Benim Vatan'ımda; Türk'ü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Dadaşı, Romanı ve daha nicesi vardı. Hepimiz, günü geldiğinde kollarımızı birbirimize doladık ve vatanı gövdemizden yarattığımız surlarla muhafaza ettik. Birlik olduk, " Vatan!" Dedik. " Önce al bayrak sonra canımız!" Dedik. Hiçbirimizin ırkı, dili, mezhebi yoktu o an ve hiç olmadı da. Çünkü biz o arbede de dost olduk, kardeş olduk, Bayrak kardeşi, Vatan kardeşi olduk. Irkımız, dilimiz, mezhebimiz farklı olsa, uğruna savaştığımız bayrak ve Vatan aynıydı. Biz, Vatan ve Bayrak kardeşleriydik.
Her birimiz, kanımızı serdik yere. Her birimiz, gövdemizden sur yarattık. Birbirimize doladığımız kollarımızla, Vatanımızı ve bayrağımızı koruduk. Lakin bir gün gelmiş ki sanki zamanında bunları yapan, Vatan ve Bayrak kardeşleri biz değilmişiz gibi, iki üç kişinin söylediği saçma sapan, yalan dolan bilgilerle bunca yıllık Vatanın'a değil o kansızlara inanıyorlardı. Ekmeğini yediği, Bayrağı uğruna savaştığı Vatan'a inanmayıp hıyanet ettikten sonra, kimin elinden ne gelebilirdi?
Ağzımın içinde hissettiğim, metalik tatla yüzümü buruşturup, ağzımda kalan kanı tükürdüm. Biraz daha ayakta kalacak hâlim yoktu. Bedenim zaten yavaş yavaş iflas ediyordu. Islak sopayla dövdükleri için, tabi asker olmamında verdiği nefretle sert darbeler indirdikleri için birkaç kaburgamın kırılmış olabileceğini düşünüyordum. Zira bedenimi düz bir konuma getirmeye çalıştıkça, kaburgalarım ciğerlerime batıyordu.
Derin soluklar almaya çalıştığımda, ciğerlerimdeki ağrı buna izin vermedi ve soluğum boğazımda kaldı. Kollarım yukarı doğru zincirlenmişken, iki dizimin üstünde öne doğru eğik vaziyetteydim. Gözlerim önümdeki toprağı görürken, vücudumdaki ağrılar kâbir azabından daha beter bir acıya meylediyormuş gibi hissediyordum. Eğer canım bedenimden ayrılacaksa, şuan tam zamanıydı.
" Uyanmişsen orıspi." Diyen sesi duyduğumda, o bozuk ağzını kırmamak için zor duruyordum. Gerçi şuan istesem de ona bir şey yapamazdım. Hiç iyi bir vaziyette değildim. Bedenime yiyeceğim birkaç darbe daha, vücudumu tamamen iflas ettirebilirdi. Zarar yoktu. Ölsem de, Vatan'ımı satmadım diyerek, gururlanarak şehit olurdum.
" Yaw sen eminsen bir şey dememeye, bağ ölecen ha." Diyerek aklınca beni ikna etmeye çalışan adama, kafamı hafif yukarı kaldırarak, saçlarımın arasından baktım. Gözlerimi devirdikten sonra, kafamı tekrar önüme eğdim. Zira yüzümdeki yaralar ve boynumdaki ağrı ile kafamı ne zaman hareket ettirmeye çalışsam, efsane bir ağrı bedenimi talan ediyordu. " Benden sana laf çıkmaz, göt herif." Dedim kısık ve biraz da boğuk bir sesle. Zira konuştukça ağrım daha da artıyordu.
Bir anda dibime kadar gelip, saçlarımdan tutarak kafamı geriye yasladığında, istemsizce dudaklarımdan bir inilti koyverdi. " Ah!" Acı dolu iniltimi duyan piç kurusu, yüzündeki mazoşist gülümsemeyle bana baktı. " Konuşacan, asker kızı! Ölmek istemiysen, konuşacan!" Dediğinde acılarıma rağmen boğuk bir kahkaha attım. " Pezevenk seni. Şehit olmak bir gururdur benim için." Diyerek ağzımda biriktirdiğim kanlı tükürüğümü suratına tükürdüm. Saçlarımı bırakıp yüzündeki kanı sildiğinde, öfkeyle suratıma bir tokat daha attı. Başım sağıma doğru kayarken, yaptığım tek şey gülmekti. Beni bunlarla korkutamazdı.
Ölürdüm, ama yine de Vatan'ıma hıyanet etmezdim.
Ölürdüm, ama yine de beni sahiplenen bu topraklara sırtımı dönmezdim.
Ölürdüm, ama babamın bana öğrettiği ilkelerden caymazdım.
Dahası ben Türk Askeri'ydim. Bana namluyu yere eğmek değil, topraklarımı isteyen bu kansızların, soysuzların alnına yaslamak yakışırdı. Onların kanını toprağa sermek yakışırdı bana. Vatanıma hıyanet, bana yakışmayan, ruhuma kefen gibi gelen bir şeydi. Vatan'ım canım iken ben ona hıyanette bulunamazdım.
İçeriden, yüzünde puşisiyle biri aceleyle girdiğinde, bakışlarım onu buldu. Bana tokat atan piç de onu fark etmiş olacak ki arkasını dönüp ona baktı. " Başkan, sorun vardır." Diyen puşili çocuğa kaşlarımı çatarak baktığımda, bana tokat atan piç, " ne soruni ?" Dedi. Puşili çocuksa, " Türk Askeri etrafımızı sarmiş." Dudağımın bir kenarı yukarı doğru kalktığında, Destan'ın beni yalnız bırakmayacağını biliyordum. " Şimdi kurtar götünü, kurtarabiliyorsan puşt herif." Diyerek güldüğümde, arkasını dönüp bana bir kez daha tokat attı. Dişlerimi sıktığımda, bu adamı öldürmek için can çekişiyordum. Tabi öncesinde buradan kurtulmalı ve iyileşmeliydim.
" Kimdir?" Diyerek puşili çocuğa döndüğünde, " Aslan Komitan diyorlar, Başkan." Dedi. Bir dakika, ne? Kaşlarım usulca çatıldığında, anlayamıyordum. Neden Destan timi dururken, beni buradan almak için, Hakan'ın timi gönderilmişti? Düşüncelerim iç içe girerken, yüreğimde aynı hızda çarpıyordu.
Hakan, benim sevgilimdi. Beni buradan almak istemesini anlayabiliyordum, lakin benim kendi timim dururken, neden onun timi gönderilmişti?
" Burayi koruyun da, onu da ben söyleyecem?" Diyerek bağıran şerefsize, puşili çocuk kafasını sallayarak onayladı ve çıktı. Onun ardından piç kurusu tekrar bana döndü ve, " Seni sağ koymayacam, asker kızı!" Dedi ve arkasını dönüp gitti.
Çok da sikimdeydin amına koyayım.
🇹🇷
ŞİMDİKİ ZAMAN
Tuğrul Ganiev'den...
Anlamlandıramıyordum.
Böyle bir kadının neden Vatan'ına sırtını döndüğünü anlayamıyordum. Bize gösterdiği sureti miydi sahte olan, yoksa kendisi miydi yalandan ibaret olan?
Bu kadının doğrusu neydi ?
Ne acı, oysaki insan en çok sevdiğini tanırdı... Oysaki insan sevdiğini kusurlarıyla severdi... Oysaki, insan hep sevdiğine inanır, sevdiğinin yanlışlarını göremez, kör olurdu... Tuğrul bu düşünceleriyle beni kafasında bir kaba koyarken, aslında kefenimi biçtiğinden habersizdi...
Yüzümü sıvazlayarak oturduğum yerden kalktım ve odanın içerisinde turlamaya başladım. Ona bakmak bile, yüreğimi acıtıyordu. Benim sevdiğim, Vatan'ına ihanet etmiş olamazdı, değil mi?
Bu düşünceler beni tüketecekti. Onun bunu yapmış olma ihtimali, daha doğrusu herkesin onun bu hıyaneti yaptığını savunurcasına konuşması üzerine, bana delil sunmaları üzerine ben daha ne yapabilirim? Onu aklımda, daha ne kadar savunabilirdim?
İçime çektiğim derin nefesle birlikte, adımlarımı odanın çıkış kapısına yönelttim. Yatağın önünden geçerken, " Tuğrul." Diyen sesi duyduğumda, istemsizce durmak zorunda kaldım. Bir seslenişi bile nasıl olurdu da beni bu hâle getirirdi? Adımı dile getirmesi bile, onun hakkında öğrendiğim gerçekleri kafamdan silip atmama neden olabilirdi. Onu öyle bir seviyordum ki, artık bu sevgi harammış gibi geliyordu.
" Burası neresi?" Diyen sesini ikinci kez duymamla birlikte, gözlerimdeki buz gibi ifadeyle ona döndüm. Gözlerim direkt gözlerini bulurken, kısa süre gözlerine baktım. Yüzünde oluşan şaşkın ifadeyle gözlerime bakmasıyla, neden böylesine soğuk baktığımı sorguladığını anladım. " Evimdesin." Sesimde, tıpkı gözlerim gibi soğuk ve mesafeliydi. Ona bir daha nasıl, sıcacık gözlerle bakabilirdim?
Yüreğim, can çekişiyor, kan ağlıyordu. Sevdiğim kadınla mıydı benim imtihanım? Önce yüreğime taht kuracak, daha sonra pençelerini mi geçirecekti? Bu muydu benim imtihanım, Ya Rab!
Ah, sevgilim... Bir bilsen seni ne çok sevdim... Dilim varmadı söylemeye. Yüreğim susmak, dilim lâl kesilmek zorunda kaldı... Ben, seni severken, senden gittim. Bir gün gelecek, beni affedeceksin. Çünkü bileceksin ki, ben hiçbir zaman Vatan'ıma, sana ihanet etmedim... Ah, sevgilim... Seni... Dilim varmıyor be yüreğim... Bir insan, nasıl olur da sevdiğine, ' ben öleceğim.' diyebilir? Seni seviyorum, Tuğrul. Söyleyemediğim tüm anlar için özür dilerim senden. Ama seni çok seviyorum, yüreğim, ruhum, her bir zerremle sana âşığım, sevdalıyım...
" Neden öyle bakıyorsun?" Diyerek gözlerime bakması, yüreğimdeki sancıyı daha da büyüttü. Lakin nasıl olurdu da sevgiyle bakabilirdim... Beynim onu kötülürken, yüreğim sıkışıyordu. Ben sana nasıl, tekrardan sevdayla bakayım be Gece Okyanusu...
Sen bilmedin, ama o gün benim canım çok yandı sevgilim...
" Nasıl bakıyormuşum?" Diyerek ona bakmaya devam ettim. Sesimin tonu biraz daha sert çıktığı için irkilmişti. Onu korkutmayı hiç istemezdim lakin yapamıyordum. Düşüncelerim beni yönetirken, istediğim gibi davranamıyordum. " Soğuksun." Kısık sesle bunu söyleyip gözlerime dolu dolu bakması, yüreğimdeki sancıyı büyüttü. O güzel gözlerinden, benim yüzümden bir damla yaş akmasına katlanamazdım. Ben onu her şeyden sakınırcasına severken, benim yüzümden ağlamasına katlanamazdım.
Bu yaşadığım durum beni tüketiyordu. Bir yandan onu çok seviyordum bir yandansa ondan nefret ediyordum. Bu nasıl bir durumdu böyle?
Büyük bir imtihanla sınanıyordum. Bir yanda sevdiğim kadın, bir yanda Vatan'ım.
Sen hiç bilmedin ama hiçbir zaman öyle bir ikilem yaşamak zorunda kalmadın Tuğrul... Sen sadece, tıpkı diğer dostlarım gibi bana inanmadın... Sunulan sahte delillere inandın...
" Sana öyle geliyordur, Laçin." Adını kullanmamla gözleri hafif büyürken, ellerini kollarına sardı. Benden korkmuş olamazdı, değil mi? " Neden adımla hitap ediyorsun?" Dediğinde, ona çok nadir adıyla hitap ettiğimi fark ettim. Ona hep, 'Gece Okyanusu' ya da ' Güzelim' ve çoğunlukla ' Doktor' diyerek hitap ediyordum. Şimdi ona adıyla hitap etmem, şaşırmasına neden olmuştu. " Adınla hitap etmezsem, seninle nasıl iletişime geçeceğim Laçin?" Dediğimde, kaşlarını çatarak uzandığı yatağımdan kalktı. " Kes şunu!" Dedi ve dikildiği yerden, çatık kaşlarıyla bana baktı.
" Neyden bahsettiğini anlamıyorum." Diyerek, sanki bu hâlim normalmiş gibi davrandığımda üzerime doğru yürüdü. Dibime kadar geldiğinde, yüreğim istemsizce bu yakınlığına deli gibi artarken, içimdeki alevler can çekişti. " Bir sorun mu var? Neden bana böyle davranıyorsun?" Sinirden gözleri dolmuştu lakin ağlamıyordu. Islak gözleriyle bana bakması yüreğimi burkarken, yüzümü ondan çekip diğer tarafa baktım.
Ona nasıl, sen Vatanına ihanet ettin, diyebilirdim?
Etmedim. Ben hiçbir zaman Vatan'ıma ihanet etmedim, yüreğim...
" Benden kaçıyorsun." Şok olmuş şekilde gözlerini açarak bir adım geriye gittiğinde, göz ucuyla ona bakıyordum. " Ne oldu?" Dediğinde, neden bu şekilde davrandığımı sorguluyordu. Sorgulamamalıydı.
Ben ona cevap vermedikçe, daha da sinirlendi. " Bana ne olduğunu söyle!" Diyerek bağırdığında, mâbedimdeki sızıyla suratına baktım. " Özgürsün, Laçin." Buz gibi sesimle bunu dile getirmem, benim yüreğime zarar verdiği kadar ona da zarar vermiş olmalıydı ki, sarsılmış bir şekilde bir adım geriye gitti. " Sen neyden bahsediyorsun?" Bu cümleyi kurarken sesi titremişti. Onun sesinin titremesiyle, benim yüreğim titredi. " Basit. Sen beni istemiyordun, bende seni özgür bırakıyorum." İkinci bir sarsılışı yüzünde görmek, beynimle birlikte yüreğimi de keşmekeye soktu.
Bu yaptığı da bir rol müydü, yoksa gerçek duyguları mıydı, anlayamıyorum.
Sana hep en yalın halimle geldim, lakin sen beni yalanla ithamladın, yüreğim...
" Karın yapmadan durmayacaktın, hani?" Diye sorduğunda, daha bu sabah yaradana ettiğim dua kulaklarımda çınladı. Ben onu karım yapmadan durmak istemiyordum, lakin onun hain olma düşüncesi midemi öyle bir bulandırıyordu ki, onunla aynı yolu almama engel oluyordu.
" Beni istemeyen bir kadınla işim olmaz." Sol gözünden bir damla düştüğünde, o acıyı iliklerime kadar hissettim. Onun gözyaşının nedeni olmak, yüreğimde büyük bir arbede yaşatırken, şuan sinirden duvarları yumruklamak istiyordum. Onu ağlattım. Kendimden bile sakındığım kadını ağlattım. " Peki." Derken sesi titremişti. " Her şey için teşekkürler." Dedi ve bana bir daha bakmadan yanımdan geçip gitti. Onun bıraktığı boşluğa bakarken, ardında sertçe kapattığı kapının sesiyle, gözlerimi yumdum.
Dış kapının sesini duyana kadar, olduğum yerden milim hareket etmedim. Tâ ki dış kapının, sertçe kapanan sesini duyana kadar. İki yanımda yumruk yaptığım ellerimi öyle bir sıkıyordum ki, avuç içlerim kanayabilirdi. Lakin bu umurumda olmadı. Öfkeyle sağ yumruğumu kaldırdığım gibi karşımdaki duvara vurdum. " Allahım!" Diyerek haykırdığımda, yüreğimin sancısı tüm bedenimi ele geçirdi. Yumruğumu bir kez daha duvara geçirdiğimde, haykırışlarım dinmiyordu.
" Bu nasıl bir imtihandır!" Diyerek haykırdığımda, amacım yaradana isyan etmek değildi, imtihanım her ne ise öper başıma koyardım. Lakin yüreğim yanıyordu be! " Ya Rab!" Diyerek haykırdığımda, iki dizimin üzerine çöküp, sol gözümden düşen damlayla birlikte, gözlerimi yumdum. Ben o gün yirmi yılın ardında, ikinci gözyaşımı döktüm.
İlk gözyaşım, 12. Yaşımda Laçin benden giderkendi. İkinci gözyaşım, 32 yaşımda Laçin benden giderkendi...
Ben gitmedim, sen beni kovdun, yüreğim...
Yumruğumu karşımdaki duvara bir kez daha geçirirken, başımı önüme eğdim ve sessizce ağladım. Bağırıp, çağırmak, yüreğimdeki kanı kusmak istiyordum. Lakin yapamıyordun... Bir şeyler yanlıştı, bir şeyler çok yanlıştı, bunu hissediyorum lakin yanlış olanın ne olduğunu tam olarak bilmiyorum...
🇹🇷
BİR HAFTA SONRA
" İnsan sevince, sevdiğinin kusurları bile insana fevkalede geliyor. Neticede insan, birinin ruhunu sever, yüzünü değil. Eğer ki sen sevdiğin kişinin kusurlarını örtmeye çalışıyorsan, o kusurları kaldırmaya çalışıyorsan, sen zaten onu sevmiyorsundur. Yüzünü, sana sunduğu vücudunu seviyorsundur. Lakin ruh... Bak Tuğrul, ruh öyle nahif, öyle şeffaf bir şeydir ki... Çok kırılgandır. Hele ki sevdiği kişi o ruhu yaraladıysa, paramparça olur, kan ağlar... Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
Anlıyordum, lanet olsun ki Tarık abinin ne demek istediğini o kadar iyi anlıyordum ki... " Anlıyorum abi." Diyerek yüzümü avuçlarımla sıvazladığımda, içime sıkıntılı bir nefes çektim. " Laçin'i seviyorsun, değil mi Tuğrul?" Dediğinde, olduğum yerde kaskatı kesildim. Evet, onu seviyordum ve bunu hiçbir zaman gizlemedim. Lakin şuan bunun yüzüme vurulması, pek de beklediğim bir şey değildi.
Ellerimi yüzümden çekip, Tarık abinin gözlerinin içine baktım. O ise yaslandığı sandalyeden öne doğru eğilip, iki elini masanın üzerinde birleştirdi. " Sana birkaç belge sundular, bak Laçin'in gerçeği bu, dediler." Diyerek bir kez daha bu gerçeği yüzüme vurması, yüreğimdeki sancıyı biraz daha sızlattı. " Lakin Tuğrul..." Dediğinde dudaklarında bir tebessüm belirdi. " Ben o kızı şu kadarcık tanıyorsam," diyerek işaret ve baş parmağını, aralarında çok az boşluk kalacak şekilde bıraktı. " O kız Vatan'a hıyanet etmez." Bu cümlesinin yüreğime tekrar bir umut tohumu ektiğinin farkında değildi. " Adem kaçırıldığında verdiği tepkileri, dağdaki teröristleri nasıl da zevkle kurşundan geçirdiğini görmedin mi?" Dediğinde, beni bazı gerçeklere uyandırmak ister gibi konuşuyordu.
" O kız, Vatan aşkıyla büyümüş ki vakti geldiğinde Asker olmuş. Başarılarını görmedin mi? Bordo bere olmak, özellikle o genç yaşta ne kadar zor, sende biliyorsun." Diyerek bir kez daha gözümü açacak şeyler söyledi. " Yapma Tuğrul... Bu kız boş beleş bir kız değildi, hepimiz farkındaydık. Evet Asker olmasını beklemiyorduk, lakin eskiden bir Askermiş. Bizden biri." Dedi ve elini masanın üzerinden koluma koydu. " Kardeşim... Belli ki bu kıza bir tuzak kurulmuş. İfadesine bakmadın mı. ' Vatanıma hıyanet etmedim!' diyor her üç cümlesinde. Video kayıtlarını görmedin mi. Kız per perişan durumda sorguya alınmış, yine de bağırıyor, çağırıyor, ' Hain değilim!' diyor. Dedi ve kolunu çekti.
" Kıza kafanda belli bir şekil vermek yerine, git onunla konuş." Dedi ve tekrar arkasına yaslandı. " Onu kurtaran timin komutanıyla konuş mesela." Dediğinde anlamazca bakışlarımı ona çevirdim. Tarık abi ise gülümseyerek, " Bu adam, neden sevdiği kadının üzerine böyle bir yükü atmış? Bir sorsana Tuğrul." Dediğinde, bunların belgede yazmayan şeyler olduğunu biliyordum. Belgede sadece, Laçin'in kaçırıldığı ve hain olduğu hakkında bazı şeyler yazıyordu. Tabi onu kurtaran Tim'in de adı vardı. Lakin, Tarık abi ' sevdiği kadın' derken neyden bahsediyordu?
Masanın üzerindeki telefonunun ekranına baktıktan sonra hızla ayaklanan Tarık abiye, beni şoktan şoka sokmuş vaziyetteki hâlimle baktım. " Ben kalkayım koçum, Tuğçe'm gelecek." Dediğinde anlamazca ona baktım. " Sahi abi, biz size geldiğimizde de senin kızı göremedik, o nerede?" Dediğimde gülümsedi ve, " Nenesinin yanına yolladım. Bayağıdır Trabzon'a gitmedim, annesini de onunla gönderecektim de Hatun istemedi. Bizde kız çok istiyor diye amcasıyla gönderdik. İki ay falan oldu, bugün gelecek balım." Dediğinde, kızına olan özlemini gözlerinden okuyabiliyordum. " Ben seni tutmayayım o zaman abi." Dediğimde, omzuna iki kere vurdu ve, " Sende bilip bilmeden kıza sırtını dönme hemen." Tam gidecekken aklına bir şey gelmiş gibi arkasını döndü ve, " Bir bakarsın, belki o da sana karşı boş değildir?" Diyerek göz kırptıktan sonra arkasını dönüp gitti.
Tarık abi ne dediğinin farkında mıydı?
Önce bana umudu aşıladı, şimdi ise cenneti sunuyordu resmen. Dedikleri doğru olabilirdi. Laçin'e hiç konuşma fırsatı sunmamıştım. Çünkü o gece sadece gerçekleri, ya da bana sunulan gerçekleri dinlemiştim. Ne o sorgu videosunu izlemiştim ne de ifadesini okumuştum. Sadece bir gerçeği kafamda kurguladıkça kurgulamış ve ona bir kefen biçmiştim. Lakin şimdi onunla konuşabilirdim. Ondan gerçekleri duyabilir, ona inanabilirdim. Lakin hangi yüzle karşısına çıkacaktım? Bir haftadır ne o beni gördü, ne de ben onun yüzünü gördüm. Askeriye'ye geldiğinin duyumlarını alıyordum, lakin onunla hiç karşılaşmamıştım. Arada bir Alperen'in revire girdiğini görüyordum. Onun dışında ise birkaç kere amcası ve kuzenleri gelip gidiyordu. Lakin geçen gün onlarda memlekete dönmüştü, Omar öyle söylemişti.
Onun yanından ayrılmayan kişiler ise Omar ve Behlül idi. Omar, o belgeleri okuduğumuzda bile " Yalan." Demiş ve başka bir şey demeden odadan çıkıp gitmişti. Onun ardından ise Behlül videoyu izledikten sonra odadan çıkmıştı. Odadaki diğer kişiler ise her detaya dikkatlice bakmıştı. Laçin'e karşı cephe almamışlardı lakin yine de hain olma ihtimali, hepsini kuşkuya düşürüyordu.
Gerekli ücreti adisyonun içine bıraktıktan sonra, oturduğum yerden kalkıp dışarı doğru adımladım. Dışarı çıktığımda, park ettiğim arabama doğru ilerledim. Hemen ardından arabama bindim ve Alay Komutanlığına doğru sürdüm.
Bir haftadır yüreğim viraneyken, ondan daha fazla uzaklaşmak istemiyordum. Elim polarımın cebindeki kutuya gittiğinde, onu cebimden çıkarıp kapağını açtım ve içindeki yüzüğe baktım. Onun Gece Okyanusu olduğunu öğrendiğimde, direkt özel tasarım bir yüzük siparişi vermiştim. Yüzüğün ortasında orta büyüklükte bir safir taşı, yüzüğün çemberinde ise sarmaşıklar vardı ve sarmaşıkların her bir yaprağında minik safir taşlarından vardı.
Onu temsil eden taş, hiç şüphesiz bu Safir taşıydı.
Bu yüzüğü yaptırmak biraz pahalıya mal olsa da, ona canım fedaydı. Bu yüzden fiyatını düşünmeden direkt yaptırmıştım.
Ona evlenme teklifi ederken, takacağım yüzük bu yüzüktü. O bana özeldi, tıpkı bu yüzük gibi. Yüzümde istemsiz bir tebessüm belirirken, yüzüğü de tekrar cebime attım.
Bir saatin ardında Alay Komutanlığına geldiğimde, arabamı park edip hızla indim ve içeri doğru adımladım. Beni gören askerler, hızla hazır ol konumuna girip selam verdiğinde, başımı hafif öne eğerek selamlarını kabul ettim ve ilerledim. Alaydan içeri girdiğimde, adımlarım direkt Revir'e doğru gitti. Koridorun sessiz olması, kafamı karıştırsa da, yine de yolumdan dönmedim ve Revir'in önüne geldim. Lakin Revir'in önüne geldiğimde, içeriden duyduğum kalabalığın sesi kaşlarımı çatmama neden oldu.
" Ah!" Diyerek haykıran sesi duyduğumda, yüreğimdeki korkuyla birlikte hızla kapıyı araladım. Gözlerim önce timi buldu. Behlül'ün gözünden yaşlar akarken, diğer tedirgin bakışlar yataktaki bedenin üzerindeydi. Başımı korka korka o tarafa çevirdiğimde, yatakta yarı çıplak şekilde yatan bedeni gördüm. " Ah!" Diyerek bir kez daha bağırıp gözyaşlarını akıttığında, parmak uçlarıma kadar dondum.
Karnından akan kanlarla birlikte haykırıyor, yatağın çarşafını sıkıyordu. Onun başındaki, beyaz önlüklü kadın ise dikkatle yarasına bakmaya çalışıyordu, lakin onun canını yakıyordu. " Acıyor!" Diye haykırması yüreğime bir darbe daha indirdiğinde, kaskatı kesildiğim yerde, sevdiğim kadının acı çekişini izledim. Onu izlediğimi hissetmiş gibi bakışları direkt beni bulduğunda, daha çok ağladı ama bu sefer haykırmadan, dişlerini sıktı.
Yutkunarak ona baktığımda, Gece Okyanusu'nun neden bu hâlde olduğunu anlayamıyordum.
Karnında bir yara vardı, kurşun yarası mı yoksa bıçak yarası mı, bilmiyorum. Lakin onun canını yakan bir yaraydı. Onun canı acıdı, benim yüreğim korkuyla attı.
Bir anda acıya dayanamadı ve gözleri kayarken, başı yana doğru düştü. Bu görüntüsü beni korkuturken, " Laçin!" Diyen haykırışım Reviri doldurdu.
🇹🇷
Omar Orazova'dan...
Sessizce yürüdüm, yıllardır bildiğim, ezberlediğim bu yolları. Ellerim cebimde, başım önümde sessizce, öylesine biri gibi, fark edilmeyecek kadar önemsiz biri gibi geçtim bu yollardan. Zira fark edilmiyordum da zaten... Tam 10 gündür Maysa ile aynı havayı soluyordum. Lakin aramızda bir buz dağı var gibiydi. Onunla konuşmaya çalıştığımda, benden yana bakmıyor, sesini dahi çıkarmıyordu.
Bu kadar mı nefret ediyordu benden?
Ben onu bu kadar severken, o da benim onu sevdiğim kadar benden nefret mi ediyordu?
Aşk hayatımda, her şey gibi boktandı. Sevdiğim kız tarafından sevilmiyordum. O benden kaçıyordu, ben ise onun ayak izlerinin peşinden gidiyordum. Ne yapabilirdim ki? Benim tek yönüm oydu...
Bana dese ki şu yol dikensiz, ama dikenleri olan bir yol olsa, gördüğüme değil onun dediğine inanırdım. Ben onu öyle bir seviyordum ki, yanlışlar bile doğru geliyordu bana, onunlayken. Kimisi buna aşk diyordu, kimisi saplantı. Lakin neydi gerçeği, bilmiyorum. Tek bildiğim onu çok sevdiğimdi. Bir bakışının yüreğimi yerinden ettiğiydi.
10 gündür, kaçacak yer arıyordum lakin yine gittiğim yer, onun dibiydi. Tıpkı şuan olduğu gibi.
Adımlarımı karşımdaki binanın önünde durdurdum ve ikinci katına baktım. Burası Maysa'nın eviydi. Bunu da Mihre denen o kızdan öğrenmiştim. İkisi burada beraber kalıyorlarmış diye söylemişti bana. Bundandır ki, onu bulmam kolay olmuştu.
Evinin karşısındaki bankta oturup, bir süre boyunca camını izledim. Daha sonra cebinden çıkardığım sigara paketinin içinden bir dal sigara alarak, Zippo çakmağımla sigaranın ucunu ateşledim. Ciğerlerime sigaradan bir zehri çektiğimde, aynı anda sırtımı banka yaslayarak evini izlemeye devam ettim.
İlla ki o cama çıkacaktı.
Kollarımı arkadan banka yaslarken, bacaklarımı hafif aralık bırakarak düşüncelerime daldım. Kına saçlı kızı bırakmak istemiyorum, onu ömrümün geri kalanında görmek istiyorum. O kına saçlarını gönlüme bağlamışken, düğümleri çözmek hiç içimden gelmiyordu. Zira öyle sıkı kenetlemişti ki o güzel saçlarını, kör düğüm misali açılmazdı.
Sigaramdan bir nefes daha ciğerlerime çektiğimde, kaşlarım hafif çatıktı. Bakışlarım hâlâ camın ardındaki kızın, gelişini yoklarken canım sıkkındı. Bir kerecik olsun yüzünü görmek istiyordum. Yetmez miydi kendini benden bu kadar sakındığı? O nur akan yüzüne öpücükler kondurmak istiyor, gecenin yıldızlarını yüzüne aldığı çillerini bir bir saymak istiyordum. Saçlarına örgü yaparak oynamak, avuçlarını avuçlarım arasına alarak onu hissetmek istiyordum.
Ona 14 yıl boyunca hasret kalmışken, şimdi bir anda karşıma çıkışıyla, nasıl olurdu da hasretimi dindirmezdim? Ben en çok onu bekledim, en çok ona hasret kaldım ve en çok onu sevdim. Şimdi ise beni tanımazdan gelip yüzünü çevirip gitmesi, şu bağrımı yakıyordu be.
Ormanları kıskandıracak o gözlerini benden sakınması, bülbülleri özendirecek sesini bana sunmaması öyle acıtıyordu ki... Varlığını unuttuğum yüreğim, aşka çarptığı gibi acıyla da kasılıyordu... Vücudum metanetli görünüyordu. Suratım ise hiçbir duyguyu belli etmiyordu. Lakin şu göğsümün ortasında atıp duran organım... Heh, işte o var ya... İşte o organ bana, sevdiğiminde etkisiyle tüm duyguları tattırıyordu. Acıyı da tatlıyı tatmıştım, kına saçlı kız sayesinde.
Sureti aklıma her geldiğinde, yüzümde mani olamadığım bir tebessüm beliriyordu. Lakin bana yüz vermeyişi her aklıma geldiğinde... İşte o zaman bir paket sigarayı bu derdime yakıyordum. Sigaranın ucu tutuşuyordu, tıpkı yüreğimin onu her gördüğünde alev alışı gibi. Sigaranın üzerinden dumanlar esiyordu, tıpkı benim ona efil efil ilerlemem gibi. Sigaranın sonu geliyordu, lakin benim olan sevdamın sonu gelmiyordu, gelmezdi de.
Bu kına saçlı kız, nasıl olurdu da sevilmezdi?
Onu sevmemek bile büyük bir ayıp olurdu. Zira çirkin, güzele vurgundu... Bende çirkin asker olarak, bu güzel Türkmen kızına vurgundum.
Sigaramdan bir zehirli nefesi daha ciğerlerime çektiğimde, camda bir kızıllık belirdi. Bu, kına rengi bir kızıllıktı. Yüreğim hızla çarparken, oturduğum yerde dikeldim ve daha dikkatli bakmaya başladım o kına rengi saçlara.
Sırtını cama döndüğü için, beline kadar uzanan kına rengi saçlarını rahatlıkla görebiliyordum. Elleriyle, saçlarını arkadan düzeltmeye çalışıyordu. Düzeltemeyince örmeye çalıştı lakin saçları biraz daha iç içe girdiğinde, bundan vazgeçmiş olmalı ki ellerini beline indirdi. Bu hâline istemsizce tebessüm ederken buldum kendimi. Bir insan her haliyle bu kadar tatlı olabilir miydi?
Sanki onu izlediğimi fark etmiş gibi bir anda önüne dönüp, camdan dışarıya baktı ve beni gördü. Dudaklarımdaki tebessümümle birlikte ona hafif bir baş selamı verdiğimde, kaşlarını çatarak bana baktı. Ben ise banka daha rahat bir şekilde oturup, bu mesafeden gözlerinin yeşiline baktım.
" Beni mi dikizliyorsun!" Diyerek bağırması, beklemediğim bir şey olduğu için kısa bir an şok yaşadım. Hemen ardından ise sokaktan geçen birkaç insana baktım. Onlarda tıpkı benim gibi, şaşkın şaşkın camdaki kıza bakıyorlardı. Maysa oldum olası böyleydi, çekinmesi yoktu. O an ne isterse, onu yapardı. " Estağfurullah, Komiserim. Ne dikizlemesi, sevdiğimin cama çıkmasını bekliyorum." Diyerek sırıttığımda, bu uzaklıkta olmasına rağmen hızla kızaran yüzünü gördüm. Utanması o kadar hoşuma gidiyordu ki... Çok tatlı bir şeye dönüşüyordu.
Bana son kez şöyle bir baktıktan sonra, kafasını camdan içeri sokup kapattı ve perdeleri de camın önüne çekti.
Bu yaptığın oldu mu şimdi, bercestem?
Oflarcasına bir nefesi ciğerlerime çekip, sigarayı ayak ucuma atıp, botumun tabanıyla ezdim. Ellerimi, üç numara olan kısa saçlarımda gezdirip, dirseklerimi bacaklarıma yaslayarak kafamı önüme eğdim. Gözlerim yerdeki kara bakarken, ellerimi saçımda sertçe gezdirerek düşündüm.
Onu rahatsız etmiyordum, değil mi?
Tek amacım, sevdiğim kadının yüzünü görmekti. Lakin ona rahatsızlık vermiş olma düşüncesi, canımı sıktı.
Ya bir sevdiği varsa?
Ya bundansa bana olmayan bakışları?
Sevdiği biri olduğu için mi benden kaçıyordu yoksa? Yüzüme bile bakmayışının sebebi, bu muydu yoksa? Yüreğime bir taş oturduğunda, bu düşüncenin beni paramparça ettiğini fark ettim. Ben yıllarımı geçirirken, bir an olsun onu aklımdan çıkarmadım. Allah şahidimdir ki, dağlarda her yol gezişimde bile baktığım her yerde onu görüyordum. Sayısız kere ölüm ile burun buruna geldim, yine aklımda kına saçlı kız vardı. Ben onu bir an olsun yüreğimden, aklımdan silip atmadım, atamadım.
Lakin şimdi, onun bir başkasını sevme ihtimali, yüreğime hançerler saplıyordu. Gözlerim, ayaklarımın altındaki kar birikintisinin üzerinde duruyordu. Kar'ın rengi belki beyazdı, lakin ben orada kına rengi saçlar, orman yeşili gözler görüyordum. Kar kadar nahif, kırılmaya müsait ve her an ellerimin aradından kayıp gidebilir...
" Kara kara ne düşünüyorsun, Omar?" Diyen sesi duyduğumda, kafamı hızla eğdiğim yerden kaldırdım ve karşımdaki kadına baktım. Yüreğim bir kez daha şiddetle atarken, onun şuanda gözlerimin içine bakıyor oluşu canıma minnetti. Gözlerim gözlerinden ayrılmazken, yüreğim adını haykırıyordu. Kına rengi saçları açıktı ve rüzgârda uçuşuyorlardı. Kırmızı pijama takımının üzerine krem rengi bir kaban giymiş, kabanın üzerine de bir şal atmıştı. Belki çok absürt bir görüntü gibi gelebilirdi size, lakin onda o kadar güzel görünüyordu ki... Çuval giyse, bana göre en muhteşem görüntüye sahip olurdu.
" Seni düşünüyorum." Diyerek dürüst davrandığımda, hızla yanakları pembeleşti. Bu hâli bana tebessüm ettirirken o, yanaklarının kızardığını görmemem için hızla başını çevirdi. " Neden beni düşünüyorsun?" Benimle ilk kez bu kadar çok konuşuyordu. Normalde tek kelime dahi etmezdi. Onu geçtim, yanıma bile gelmezdi.
" Sevdiğimi düşünmem suç mu?" Dediğimde, yüzü tamamen kırmızılaştı. Kına rengi saçlarıyla birlikte o kadar güzel ve tatlı görünüyordu ki bu hâliyle... Onu alıp mâbedime saklayasım geldi tam o an, lakin elimi eline değdiremedim, ne kadar istesem de onu kollarım arasına alıp sıkıca sarılamadım.
" Beni seviyorsan, neden bıraktın Omar?" Diyerek soruşu yüreğimi acıyla kavururken, bir nevi yüreğimi avuçları arasına alıp sıkmış, canımı yakmıştı. Lakin bundan haberi yoktu... " Seni bırakmadım, Maysa. Seni hiç bırakmadım..." Adını ağzıma aldığımda bana göz ucuyla bakmıştı. " Laçin gitti, geleceğim, dedi ama gelmedi... Sonra bir gün sen gittin, geleceğim, dedin ama gelmedin." Gözleri dolduğunda, oturduğum bankta daha fazla dayanamadan ayağa kalktım. Tam karşısında dururken, kafamı hafif eğip o güzel yüzüne, gözlerine baktım. " İkiniz de beni yavaş yavaş yalnız bıraktınız..." Gözleri biraz daha dolduğunda, yutkunuşu ile ağlamamaya çalıştı.
Onun bu hâli beni paramparça ederken, karşımda olup ona elleyememek, akacak yaşlarını silemeyecek olmak çok kanıma dokunuyordu. İnsanın sevdiği acıyla kavrulurken, karşısında durup bir şey yapamamak, insanı bok gibi hissettiriyordu.
" Maysa..." Gözlerim, gözlerinden ayrılmazken, o kafasını yere eğip bakışlarını benden çekti. " Git Omar... Beni yalnızlığa alıştırdınız, şimdi de hiç gelmemiş gibi gidin... Ben sizi görmedim, siz beni görmediniz..." Bu cümleleri kurarken bile sesi titremişti. Onun sesi titredi, benim yüreğim. O her bir kelimesiyle, yüreğime zehirli hançerlerini soktu sanki. Bana ' Git ' diyordu. Onu sevdiğimi bilmesine rağmen, benim ondan gitmemi söylüyordu.
Nasıl, nasıl yapardım böyle bir şeyi yüreğimize?
" Yapma Maysa..." Dediğimde, benim de sesim titriyordu. Hiçbir şey yıkmamıştı beni bu zamana kadar. Lakin bu küçük kadının birkaç cümlesi beni öyle bir yıkmıştı ki, bu yıkılış, tüm kemiklerimin kırılmasından daha ağır bir darbeydi...
" Seni sevmiyorum, Omar." Olduğum yerde çakılı kaldığımda, gözlerimden yaş akmasa dahi, içimde can çekişen bir parçam vardı ve bu parça, Maysa'ya ait olan bir parçamdı. Şimdi ise, karnıma darbelerini indirmiş, üstüne her bir kemiğimi söylediği kelimeleriyle kırmıştı. " Rahatsızlık verdim, kusura bakma." Dediğimde, sesimi olduğunca soğuk tuttum ve ona gerek kalmadan ben arkamı dönüp ilerlemeye başladım.
Aynı anda telefonumun zil sesi çalıyordu, lakin her kim olursa olsun şuan konuşacak durumda değildim. Bir kere çaldı, açmadım. İki kere çaldı, açmadım. Lakin üçüncüsünde öfkeyle elimi cebime atıp kim olduğuna bakmadan aramayı yanıtladım, " Ne var amına koyayım!" Diye haykırdığımda, arkamda varlığını hissettiğim kadının irkildiğini anlayabiliyordum. " Komutanım." Diyen Behlül'ün sesini duydum, " Ne var, Tahtacı!" Daha sessiz ama sitemli bir sesle konuştuğumda, " Laçin vuruldu ve kana ihtiyacı var. Sizin kanınız uyuyormuş, size ihtiyacımız var." Duyduğum cümleyle, olduğum yerde kaskatı kesilirken, kulaklarımın duyduğu cümleleri doğru algıladığına emin olmak istiyordum.
" Ne dedin?" Dediğimde, yanlış duymuş olmayı diledim içimden. " Komutanım acele etmelisiniz, acil kana ihtiyacımız var. Hastane'nin konumunu size atacağım." Diyerek hızlı hızlı konuştu Behlül, " Laçin iyi mi, Tahtacı!" Diyerek bağırdığımda, resmiyeti siktir edip, " Eğer gelmezsen iyi olmayacak amına koyayım!" Hemen ardından telefonu kapattığında, duyduğum cümlelerin ağırlığı yüreğime ikinci darbeyi indirdi.
Bugün, sevdiğim kadın tarafından red edildim. Ve bugün, kız kardeşim ölüm döşeğinde can çekişirken, bana ihtiyacı vardı.
Durduğum yerde daha fazla beklemeden, koşarak oradan ayrılmaya çalıştım lakin arkamdan bağıran kadının sesini duymamla durdum. " Omar!" Arkamı dönüp ona baktığımda, yanıma kadar gelip endişeli gözleriyle bana baktı. " Laçin'e ne oldu?" Diye soruşuyla öfke içinde, " Eğer gitmezsem, ölecek!" Diye bağırdım ve ona bir kez daha bakmadan koşarak arabama doğru ilerledim.
Sevdiğim kadına yetişememiştim, kız kardeşime yetişecektim.
🇹🇷
Yeni bölümde görüşürüz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.66k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |