
Bazı kararların verilmesi gerekiyordu. Ve her birimiz, o kararları bir bir veriyorduk. Bu karar canımızı acıtsa da yahut sevinçten göklere çıkaracak olsa dahi, biz o kararları alıyor ve veriyorduk. Belki pişman olacaktık verdiğimiz karardan. Keşke vermeseydim o kararı, diyeceğimiz anlar olacaktı belki. Lakin eğer ki verdiğimiz karar doğru bir kararsa, işte o zaman keşke demenin de bir manası kalmıyor. Doğru olanı yapmak, hiçbir zaman bir pişmanlılık olmamalı. Tam aksine gurur duyulmalı verilen karardan.
Yanlış bir karar dahi olsa, o kararı biz verdiğimiz için arkasında durmalı ve kendimizden emin olmalıyız. Zira kararlarımız, bizi biz yapan şeylerdir. Ben de bir karar almıştım ve bugün o kararımı gerçekleştirecektim.
Yaklaşık bir saat boyunca Okan Binbaşı ile konuşmuş, Hain'in kim olduğunu dilekçe ile bildirmiştim. Binbaşı da bana kuşkularından bahsetmiş ve Hain'in ismini duyduğunda şok olmuştu. Yuvasında bir hain beslemek onu sinirlendirmiş, o kişiye karşı öfkeyle dolmasına neden olmuştu.
Hain, Okan Binbaşı'nın sevdiği biriydi.
Zira Okan Binbaşı, Kopuk Timine ayrı bir önem verirdi ve buradaki her askerde bunu bilirdi.
Okan Binbaşı haini öğrenmişti. Peki ya Kopuk Timi bunu öğrendiğinde ne tepki verecek, ne yapacaklardı?
Zira bazı insanlar, isminin anlamını üzerinde taşıyamıyordu.
İçime çektiğim derin bir nefesle birlikte, karşısında durduğum kapıyı iki kere tıklattım. İçeriden kalbimi büyük bir savaşa uğratan sesi duyduğumda, boğazıma kadar gelen heyecanımı bir kenara attım. Zira şuan heyecanımı değil, intikamım için gerekli olan ilk adımı atmalıydım.
Gerekirse peşimde köpek edecektim, lakin onu dedikleri için bin pişman edecektim.
Neyseki peşimde köpek etmekten daha beter bir planım vardı.
Kapıyı açarak içeri ilk adımımı attığımda, kafasını önündeki bilgisayardan çekip bana çevirdi. Yaklaşık olarak bir buçuk aydır onun yüzünü görmedim. Bazı günlerde sırtını gördüm, bazı günlerde tam karşımdaydı, lakin gözlerine bakmadım. Onu kendimden mahrum ettim. Gözlerimden, bedenimden, sesimden, kısaca her şeyimden mahrum ettim onu. Ona, hissettiğim acıyı hissettirmek için ilk adımım buydu. Kendimden mahrum etmek.
Şimdi ise buradaydım. İntikamımın ikinci adımındaydım. Gözlerim, tıpkı o gece onun bana baktığı gibi soğuk ve mesafiliydi. Gözlerim, karşıdaki camın üzerindeyken, ona bakmamaya kararlıydım. Zira beni nasıl bir duruma soktuğunu anlaması gerekiyordu. Kapıyı ardımdan kapatırken, bir an olsun gözlerimi onun kızıl kahvelerine değdirmedim.
Beni burada gördüğüne şaşırmıştı, zira bunu dile getirmese de göz ucuyla gördüğüm hareketleri belli ediyordu. " Laçin." Dedi uzun bir sürenin ardından. Yüreğime bir sancı otururken, dudaklarımda silik bir tebessüm can buldu.
Laçin ya.
Sadece Laçin.
Gece Okyanusu olmayan, Laçin.
" Bir şey mi diyecektin?" Oturduğu sandalyeden kalkıp bana doğru gelmesiyle bir adım arkaya ilerledim, yerini bilmesi ve yaklaşmaması adına. Planım için dâhi olsa, bu kadar kolay seviyormuş gibi davranmayacaktım.
Seviyormuş gibi değil, gerçekten seviyorsun.
" Dilruba Doktor, Tim'e genel muayene yapacak. Sizi de çağırmam istendi." Siz'li konuşmam onu rahatsız etmişti, lakin bir şey diyemiyordu çünkü haklı olduğumu biliyordu. Ayrıca söylediğim şeyde yalan değildi. İsteğim üzerine Dilruba bunu kabul etmişti. Uzun zamandır burada olmadığım için Tim ile ilgilenememiştim. Şuan için de baş hekim Dilruba olduğu için ondan izin almadan bir şey yapamazdım. Ben sıradan bir hemşireydim artık.
Adımlarının bana doğru geldiğini, postallarından çıkan sesle anlayabiliyordum. Lakin bir an olsun ona bakmıyordum. Yanıma kadar geldiğinde, gözlerimin baktığı camın önüne geçti ve aramızda sadece iki adımlık mesafe bıraktı. Gözlerim göğsüne denk geldiğinde, yüzüne bakmadan öylece durdum.
" Gözlerime bakmayacak mısın?" Diyen sorusuyla, neredeyse kahkaha atacaktım. Biraz daha kıvran, Yüzbaşı. " Mesafenizi korumalısınız, Yüzbaşı." Dedim ve bir adım daha arkaya ilerledim. Sırtım kapıya çarpınca durmak zorunda kaldım. Lakin o, bir adım daha attı üzerime ve açtığım mesafeyi kapattı. " Seni severken, daha fazla mesafemi koruyamam. Bir kere olsun gözlerime bak artık." Başımı önüme eğdiğimde, alaycı bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. " Beni yargısız infaz etmeden önce düşünseydin, Yüzbaşı." Sesimin soğukluğu, onu durdurdu. " Özür dilerim." Bunu söyledikten sonra sıkıntılı bir nefesi ciğerlerine çekti. " Öyle bir yerdeyim ki birlikte sırt sırta verdiğim askerlerime bile güvenmiyorum." Bu dediği kafamı karıştırdı. İçeride bir hain olduğunu biliyor muydu?
" Bak, bunu sana söylemem doğru değil ama beni dinlemen için söylemem gerekiyorsa söylerim." Elini yanağıma uzattığında, kafamı diğer tarafa çevirdim. " Meslek sırlarınızı paylaşmamalısınız, Yüzbaşı. Rütbeniz zarar görür." İçine bir kez daha sıkıntılı bir nefes çekti ve adımlarını geriye atarak benden uzaklaştı. " Çok yakında sana anlatacağım." Dedikten sonra kapıya yaklaştı, ben de sırtımı kapıdan çektiğimde kapıyı açarak bana eliyle öncelik verdi. Odadan önce ben çıkarken, hemen ardımdan o çıktı.
Tuğrul, kesinlikle içeride bir hain olduğunu biliyordu. Zira bu rütbeye gelmiş birinin, içeride bir hain olduğunu anlamaması aptallık olurdu. Lakin Hain'in de hakkını yememek lazım. Kendini çok iyi kamufle ediyordu. Özellikle timdekilere kendini öyle bir sevdirmişti ki, kimse ondan şüphelenmiyordu.
Ben de şüphelenmiyordum.
Tâ ki bir gece yarısı bulduğum bilgilere kadar...
Revirde kaldığım günlerde, sadece uyumadım. Aynı anda birçok şey yaptım. Hain'i yakından izledim, onu daha iyi tanımaya çalıştım. Lakin yaşadığım olaylar nedeniyle, onu daha yakından izleme fırsatını bir türlü bulamıyordum. Çok nadir izliyordum onu.
Acaba Tuğrul, haini öğrenince ne yapacaktı ?
Ben önden ilerlerken, Tuğrul yaklaşık olarak iki adım arkamdaydı. Yine her zamanki gibi gölgesi üzerime düşüyordu. Ve gölgesinin üzerime düşmesi, beni yine mutlu ediyordu. Umuyorum ki bu işin sonunda canım daha fazla acımazdı.
Revir'e geldiğimizde kapıyı açıp içeri girmesini bekledim. O içeri girdikten sonra arkasından içeri girdim. Dilruba, gelmiş olan Cümali'yi kontrol ediyordu. Sanırım sonuncusu da Tuğrul'du. " Doktor hanım yaw, benim kalbim de çok ağrıyor, biliyon." Diyen Cümali, Dilruba'ya kur yapıyordu. Dilruba ise onun bu hâlinden bıkmış gibi, " Kalp Doktoruna görünebilirsiniz, Cümali Bey." Dedi ve elindeki tansiyon aletini kenara bıraktı. " Yaw sen doktor değil misin? Sen bak kalbimin çaresine." Onun bu hâline gülmemek adına dudaklarımı birbirine bastırdım. " Ay Cümali bey, siz de abarttınız artık." Diyen Dilruba, bundan bıkmış gibi elindeki eldivenleri sertçe masaya vurdu.
" Keçe sen ne diyorsun? Hemşerimsin sen benim. Sana güvenmeyeceğim de kime güveneceğim." Burnumdan güldüğümde, Dilruba'nın öldürücü bakışları beni buldu. Cümali, genel olarak Dilruba'ya ' Keçe ' yani kürtçede kız anlamına gelen bu kelimeyi kullanıyordu. Bunun anlamını Dilruba'dan öğrenmiştim. Ama Dilruba'nın dediği üzerine, kürtçe de bu kelimeyi kullanmak daha anlamlı oluyormuş. Yani bizim normal kız olarak algıladığımız şey, onlarda daha anlamlıymış. Bunu duyunca şaşırmıştım. Sonuç olarak bir kelime ne kadar farklı ve özel olabilirdi ki?
" Cümali bey, anlıyorum, hemşerinizim. Lakin aramızda biraz mesafe mi olsa?" Dilruba bunu söylerken, gayet resmi bir şekilde konuşmuştu. Lakin sanki bu Cümali'nin hoşuna gitmemiş gibi anında yüzü düşmüştü. " Kusura bakmayın, Doktor Hanım. Ben kalkayım." Dedikten sonra bir kez daha Dilruba'ya bakmadan oturduğu yataktan kalkıp yanımıza kadar geldi. Önce Tuğrul'a askerî selamda bulundu hemen ardından da bana başını hafif eğip selam verdikten sonra gitti. Dilruba kısa bir an onun arkasından baktığında, sanki biraz üzgün gibiydi.
Çocuğu hem kovuyordu hem de kovduğu için üzülüyordu. Bu da bir garipti.
Sen çok normalsin ya.
İç sesim beni yermeyi bırakmalı artık.
" Böyle gelin, Tuğrul Bey." Diyen Dilruba, kapıdan gözlerini çekmiş ve Tuğrul'a dönmüştü. Dilruba'nın dediğini ikiletmeden gitti ve hasta yatağına oturdu. Dilruba eldivenini taktıktan sonra iğne ve şırıngayı alıp Tuğrul'un karşısına geçti. " Kolunuzu sıyırın lütfen." Tuğrul onu ikiletmeden, üzerindeki üniformanın kolunu yukarı sıyırdı. Dilruba ise aynı hızda Tuğrul'un kolundan kan alıp şırıngaya isimlik yapıştırdı ve diğer tüplerin yanına bıraktı. Kan testlerinden sonra her üyeye gerekli takviyeleri verecekti.
" Diğer kolunuzu sıyırır mısınız, tansiyonunuzu ölçeceğim." Tuğrul onu ikiletmeden diğer kolunu sıyırdı. Dilruba da onun koluna tansiyon aletini takıp, ölçmeye başladı. Ben ise durduğum köşemde öylece izledim. En nihayetinde Dilruba'nın işi bittiğinde, Tuğrul oturduğu yerden kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Çıkmadan önce kafasını çevirip bana bakmış, lakin ben ona bakmadığım için sıkıntılı bir nefes alarak çıkmıştı Revirden.
Onun gidişinin ardından Dilruba bana dönmüş ve, " Yüzbaşı ile aranızda bir şey olduğuna yemin edebilirim ama kanıtlayamam." Diye bir cümle kurmuştu. Evet, aramızda bir şeyler vardı. Sevgi vardı, acı vardı, hüzün vardı ve gerçekler vardı. Ama en ağırı, acıydı hiç şüphesiz. " Aramızda hiçbir şey yok." Dedim bazı gerçeklere inat. Dilruba'nın cevabı ise gülmek olmuştu. " Adamın sana bakışlarını görüyorum. Benden önceki durumunuzu bilmiyorum, lakin şuan söyleyebilirim ki adam seni üzmüş ve sen onu peşinde köpek ediyorsun." Köpek, en azından sadıktı. Sahibi ölse dahi gider mezar başında ağlardı köpekler. Lakin Tuğrul, benim yanımda olamayacak kadar uzaktı bana.
İçime çektiğim nefesle birlikte, " Yanlış düşüncelerdesin, Dilruba." Dedim ve arkamı dönüp Revir'den çıktım. Zira özel hayatım, arkadaşım dahi olsa kimseyi ilgilendirmezdi. Ben daha kendime yediremiyordum bazı şeyleri. Bir de bir başkasına mı anlatacaktım?
Koridoru bitirip Alay'dan dışarı çıktığımda, her zamanki banka doğru ilerleyip oturdum. Bir bacağımı diğerinin üzerine atarak kendimi arkaya doğru yasladım. Kafamı yukarı doğru kaldırıp gözlerimi kapattım ve güneşin yüzüme vurmasına izin verdim.
Hakkari'de hava koşulları yavaştan düzelmeye başlamıştı. Arada sırada güneş kendini gösteriyordu. Güneş yüzüme vurdukça daha da mayışıyordum. Bu da uykumu getiren bir etken hâline geliyordu. Lakin uyumak için pek de doğru bir yer olmadığını bildiğim için gözlerimi hafifçe aralayıp kafamı önüme eğdim.
Bakışlarım ayaklarımdayken, titreyen telefonumun sesiyle elimi cebime attım. Ekranda görünen Ecevit Amcanın ismiyle, ciğerlerime sıkıntılı bir nefes çekip aramayı kabul ettim. " Alo?" Aynı anda karşıdan ses yükseldi. " Laçin. Nasılsın kızım?" Bakışlarımı karşıya çevirip, " İyiyim amcam, sen nasılsın?" Diye sordum. Amcam ise çok beklemeden, " Seni merak ettim. Uzun zamandır görüşmüyoruz." Bunu düşünmesi bile dudaklarımda bir tebessüm oluştururken, bana babamın yokluğunu aratmamaya çalışmaları, içini sıcacık etti.
Belki babamın yokluğunu bir nebze olsun dindirebilirlerdi, lakin annem... Annemin yokluğunu hangi güç bana dindirecekti, bilmiyorum. " Aynı amcam. Askeriye'de çalışıyorum. Her şey bildiğiniz gibi bir değişiklik yok." Amcamın karşıdan derin bir nefesi ciğerlerine çektiğini duyduğumda, aynı nefesi bende ciğerlerime çektim. " Hâlâ operasyonlara katılıyor musun?" Her birinin içinde, her ne kadar gizlemek isteselerde bu korku vardı. Ya şehit olursam? Ya Aker Sağdıç'ın ailesinden geriye bir kişi daha kalmazsa? Allah bana ömür verdiği müddetçe, babamdan geriye ben kalacaktım. " Hayır amca. Artık operasyonlara katılmıyorum." Bunu dediğimde kısa süre de olsa karşıda bir sessizlik oluştu. Hemen ardından da Ecevit amcanın sorgulayan sesi, " Neden? Ne oldu da operasyonlara katılmayı bıraktın?" Diyerek sorduğunda bazı şeyleri anlamaya çalıştığını anlayabiliyordum. Ona doğruları söyleyemeyeceğim için bir yalan uydurdum, " Dağlar bana göre değil, amcam. Çok tehlikeli. Sürekli tetikte olmak gerekiyor, o baskı üzerimdeyken kimseye yardımcı olamam. Bu yüzden vazgeçtim." Bu yalanı söylerken zorlanmamıştım. Çünkü dilim yalanlara alışmıştı...
" Nasipte bu varmış demek ki. Hem Revirde de sana ihtiyaç var. Orada olman daha iyi olacaktır." Aklınca beni teselli etmeye çalışan amcama, o görmese de tebessüm ettim. " Evet, amcam. Revirde bana ihtiyaç var." Dilruba geldiğinden beri bana pek ihtiyaç yoktu...
" Şimdi kapatıyorum Atmaca ama bil ki yakın zamanda tekrar arayacağım." Dediğinde, gülen gözlerimle karşıya baktım. " Tamam amcam." Dedikten sonra telefonu kapattım ve cebime koydum. Öz amcamdan farkı olmayan bu insanlar, bana babam gibi bakıyordu. Bundandır ki babamın yattığı yerde mutlu olduğuna, gözünün arkada kalmadığına emindim.
" Islandığum ilk yağmursun çölümde
Başkasının değeri yok gözümde
Mühürledum şu kalbumi senunle
Vereyim son nefesumi elunde"
Kısık sesle ' Hüznün Gemileri ' adlı şarkıyı mırıldanmaya başladım. 2018 yılının Kasım ayında yayınlanan bu şarkı, bugünlerde hiç dilimden eksilmiyordu. Nedeni ise çok barizdi...
'"Demir atar limana hüznün gemileri
Yüreğumde yar sancın var uyumam geceleri"
Doğru dürüst uyku uyuduğum gecelerin sayısı çok azdı. Ne gözlerim uykuya dalabiliyordu, ne de gözyaşı dökebiliyordu. Zihnim öyle çok düşünüyordu ki artık neye dur diyeceğimi şaşırmış vaziyete gelmiştim.
" Bekliyorum gönlünun kapisinda
Gidecek yer yok yureğundan başka
Yokluğunda daha bağlandum sana
Sarılmak istedum yoktun yanumda "
Arkamda duyduğum sesle birlikte yüreğim hızla çarparken, kafam hızla arkamı buldu. Tam arkamda kızıl kahve gözleri, toprak ve barutun kokusuyla birlikte o endam duruyordu. Daha bugün gözlerinden kaçarken, bir anda gözlerine bakarken bulmuştum kendimi... Her ne kadar aksini iddia edecek olsam da bu adam beni kendine çekiyordu. Bunu en iyi sizler bilirsiniz ve şu yüreğim...
Aklım hâlâ söylediği dizelerin etkisindeyken, o devam etti.
"Demir atar limana hüznün gemileri
Yüreğumde yar sancın var uyumam geceleri"
Şarkının her bir kelimesinde gözleri gözlerime daha da kenetleniyordu. Sanki aramızdan kaderin kırmızı ipleri geçiyor ve bizi birbirimize daha da bağlıyordu. Bu düşünce yüreğimi yerinden ederken, aklımın 'Sus!' diyen çığlıkları beni kendime getirdi ve bakışlarımı ondan çektim. Önüme dönerken, onun da benim yanımdaki boşluğa doğru ilerlediğini göz ucuyla görebiliyordum. Toprak ve barutu bir araya getiren kokusu burnuma daha da dolduğunda, yanımdaki boşluğa tamamıyla oturdu. Sırtını banka yaslayıp, bacaklarını hafif aralık bırakacak çekilde oturması kaşlarımı çatmama neden oldu.
Bilerek bu şekilde oturmuştu çünkü tam olarak şuan bacağı bacağıma değiyordu. Ona değen bacağımı hızla kendime çektiğimde, kafasını bana doğru çevirdiğini göz ucuyla gördüm. Şuan kaşlarını çatmış olduğuna yemin edebilir lakin kanıtlayamazdım. Sanki bu düşüncemi duymuş gibi bacaklarını biraz daha aralayıp resmen inadına bacağını bacağıma değdirdi. Zaten bankın bir ucunda oturduğum için daha fazla gidecek yerim yoktu. Beyefendinin de cüssesi sağ olsun bütün bankı kaplıyordu zaten.
Bacağımı çekememenin verdiği öfkeyle ona döndüğümde, yüzünde keyifli bir ifade vardı. O yüzünü dağıtmasını iyi bilirdim de dua etsin kıyamıyordum. " Bacaklarınızı toplar mısınız lütfen, rahat oturamıyorum!" Sessiz sitemime karşılık sadece boş gözlerle suratıma bakması beni daha da sinirlendirdiğinde, hızla ayağa kalktım. Lakin o beni bileğimden tutup tekrar yerime oturttuğunda afallamış ifademle ona bakakaldım. " Ne yapıyorsunuz?" Dediğimde, " Sizli konuşmayı kes ve otur şuraya." Bana emir verircesine konuşması beni dumura uğratırken, ilk kez bu şekilde konuştuğunu fark ettim.
O benimle genel olarak hep yumuşak bir ses tonunda konuşurdu. Tam yerime sinecekken, aklım bir kez daha beni kendime getirdi ve kaşlarımı çatarak bileğimi elinden kurtardım ve ayağa kalktım. " Emriniz altındaki bir Asker değilim Yüzbaşı. Lütfen benimle ne şekilde konuştuğunuza dikkat edin." Dememe sadece göz devirdi ve bir kez daha bileğimden tuttu. Lakin bu sefer banka oturtmak yerine beni kucağına doğru çekip bacaklarının üzerine oturttu. Onun bu yaptığına şok olurken anın getirdiği korkuyla kollarımı boynuna dolamıştım.
Kocaman açılan gözlerimle suratına bakarken, yüzündeki gülümsemeyle, " Sana otur demiştim." Dedi ve bu şaşkın hâlimden istifade edip alnımdan öptü. Kalakaldığın yerde öylece dururken, hâlâ ne olduğunu algılayamıyordum.
O az önce ne yaptı?
Dudaklarımdan, " Sen." Kelimesi çıktı lakin devamı gelmedi. " Konuşmak istiyorum Gece Okyanusu." Gözlerime o kadar acılı bir şekilde baktı ki yüreğim ister istemez onun acısına dayanamadı. " Gözlerini... sesini... seni özledim be kızım." Gözlerimin içine bakarak söylediği bu cümlelerin doğru olduğunu biliyordum, lakin inanmak istemiyordum.
Ayrıca ben şuan onun kucağındaydım değil mi? Elleri belimde, kollarım boynunda, yüzüm yüzüne bu kadar yakınken, Askeriye gibi bir ortamda ne yapıyorduk biz! Hızla kollarımı boynundan çekerken, " Ne yapıyorsun sen!" Diyerek cırladım ve etrafa bakınmaya başladım. Çoğu askerin gözü bizim üzerimizdeydi ve bunu görmek yüzümün kızarmasına neden oldu.
Seni geberteceğim Tuğrul!
Utanarak bakışlarımı ona çevirdiğimde, kızaran yüzüme bakıp tebessüm etti. " Buradaki herkes, benim olduğunu biliyor Atmaca." Bu cümleyi kurarken dudaklarındaki tebessüm bir an olsun silinmemişti. Üstelik gözlerindeki bu parıltıda neyin nesiydi?
Sence tek sorunumuz bu Ayının gözlerindeki parıltı mı Laçin? KIZIM SANA ATMACA DEDİ!
İç sesimin haklı isyanıyla birlikte kendimi toparladım ve çatık kaslar ile ona baktım. " Derhal beni rahat bırakın." Diyerek belimdeki ellerini gösterdiğimde, dediğimi ikiletmeden ellerini çekti. Hızla onun kucağından kalkarken etrafa bakmamaya özen gösteriyordum. " Birincisi ben bir mal değilim, beni bir malmışım gibi sahiplenerek konuşamazsınız. İkincisi..." Derken sesimi biraz kısmış ve tepeden olan bakışlarımı iyice ona yöneltmiştim. " Lakabımı nereden biliyorsunuz?" Dudaklarındaki tebessüm büyürken, dudaklarını hafif araladı ve " Se-" dediği anda " Hanımefendi burası Askeriye!" Diyen bir Askerin sesiyle ikimizin de bakışları girişi buldu.
Kapıyı koruyan Askerler, kapının önünde dizilmiş bir yığın insanı durdurmaya çalışıyordu. " Yav ben sana Askeriye değil dedim? Oğlumu görecem dedim da!" Diyerek isyan eden kadının üzerinde Kürtlerin giydiği yöresel elbiseden vardı. Sadece onun değil, kapı önündeki diğer kızların da üzerinde yöresel elbise vardı. " Bak teyzem seni anlıyorum ama içeri alamam." Diyen Asker sadece görevini yerine getirmeye çalışıyordu. Tam kadın bir şey diyecekti ki yaşlı bir adam öne çıktı ve, " Bak oğlum. Benim oğlum burda Askerdir ha." Diyen adama ister istemez gülesim geldi. Oğlu Askeriyedeyse zaten büyük ihtimalle Asker'di. " Hemi de Asteğmen'dir." Diyerek göğsünü kabarttığında dudaklarımı birbirine bastırarak gülmemeye çalıştım.
Tuğrul'un ayaklandığını gördüğümde, bakışlarım ona döndü. Kapıdaki kadın ve adamın yüzüne dikkatli bir şekilde baktıktan sonra oraya doğru ilerlemeye başladı. Ben de onunla birlikte ilerlerken, bir yandan da muhabbeti dinlemeye başladım. " Sizin oğlunuz kim bey amca?" Diyen Asker artık bunalmış gibiydi.
" Anam, Babam?" Diyerek bağıran tanıdık bir sesi duyduğumda, bakışlarım sol tarafımı buldu. Cümali yüzündeki tebessümle birlikte kapıdaki yaşlı çift ve diğer insanlara baktı. Ardından koşarak onlara doğru ilerlemeye başladı. " Hele gördün. Benim oğlum Cümali'dir." Diyerek gururlanan babası kapı önüne kadar gelen oğluna tebessüm ederek baktı. Annesi ise " Oğlum!" Diyerek bağırdı içindeki özlemle.
Asker eşi ve Asker ailesi olmak zordu. Uzun zamanlar boyu evlatlarından, eşlerinden mahrum kalıyordu aileler. Bundandır ki özlemleri bir yığın dağ oluveriyordu. Tıpkı bu kadının özlem dolu çığlığı gibi, acı dolu çığlıklar da vardı. Biz en çok acı dolu çığlıkları duyardık. Bir annenin feryadı tüm şehri inletir, kemiklerimize kadar sızım sızım sızlatırdı acısı. Yüreğimiz burkulur, gözlerimiz acının emarelerini dökmek için çırpınırdı. Kimimiz dayanamaz döküverirdik yaşlarımızı, kimimiz ise acılarımızı o kadar fazla içimize gömmüştük ki şehidimizin ağıdına gözlerimiz arşa bakarak içten içe ağlardık.
Kimse Asker'in boynu büküldü demesin, diyemesin diye dökmezdik bazen de yaşlarımızı. Netice olarak bilirdik ki Kurt uyurdu düşman uyumazdı. Bir an gelsin de boynumuz bükülsün diye beklerlerdi. Gardımız düşsün, yenik kalalım karşılarında diye beklerdiler. Bizim şehidimiz onların zaferiydi. Lakin bilmiyorlardı ki asıl zafer biz şehit verdikçeydi. Çünkü bilirdik ki bir yerde şehit varsa, o yerde kan dökülmüştür. Vatan için can verilmiş, Vatan için emek verilmiştir.
Her bir ine biraz daha yaklaşmış, soylarını tüketmek için biraz daha emek vermişizdir. Biz şehidimizi boş yere vermezdik. Hiçbir şehidimiz boş yere canından olmazdı. Her biri Vatan yolunda can verirdi.
Şimdi ' oğlum ' diyerek özleminin ağıdını yakan bu kadın, günü geldiğinde şehidinin ağıdını yakabilirdi.
" Anacım!" Diyerek annesine sarılan Cümali'ye bakarken ister istemez içim sızladı. Ben annemin ancağı toprağına sarılabiliyordum... Dudaklarımdaki silik tebessümle onlara baktığımda, annesi Cümali'nin yüzünün her bir zerresini öptü. " Kurban olduğum." Diyerek oğluna bir kez daha sarıldığında, bu görüntüye daha fazla dayanamayan gözlerim puslandı. Bakışlarımı onlardan çekip diğer insanlara baktığımda, görünen yüzü kadar arka arkaya yaklaşık 5 arabanın dizildiğini gördüm. Her biri de yeni model lüks arabalardandı.
Kızlara baktığımda, kimisi tesettürlü kimisi açık kızlardı. Açık dediğime bakmayın, acık olan tek yerleri saçlarıydı. Yoksa giydikleri elbiseler gerdanlarını bile kapatıyordu. Bazılarının yüzündeki makyaj abartı olsa da çoğunluk sade bir makyajı tercih etmişti. Üstelik her birinin belinde o çok meşhur olan altın kemerlerden vardı. Acaba gerçek miydi o kemerler? Yani gerçek altın mıydı?
Saçmalama kızım. Sen bir Kürdün ne zaman sahte eşyalar taktığını gördün?
İç sesimin haklılığı ile birlikte o kemerlerin gerçek altın olduğuna emin oldum. Bakışlarım erkekleri bulduğunda, her biri cümali gibi esmer tenliydi. Çoğunun yüzünde kirli sakalı vardı bazıları ise sakalını biraz bırakmıştı. Arada sadece birkaç kişi tamamıyla yüzündeki sakalı almıştı. Genel olarak Kürt erkekleri sakallı oluyordu zaten. Kars ve burada bol bol görmüştüm. Her birinin üzerindeki jilet gibi olan siyah takım elbiselerle oldukça ilgi çekici görünüyorlardı. Bakışlarım biraz daha sağa doğru kaydığında, oldukça uzun boylu, yapılı bir vücuda sahip olup elaya kaçan gözleriyle bana bakan bir adamı gördüm. Üzerindeki takım elbisenin önünü iliklerken, gözlerini bir an olsun suratımdan ayırmıyordu. Yüz hatları bana Cümali'yi anımsatırken, belki ondan biraz daha yakışıklı olduğunu söyleyebilirdim. Yakışıklıydı, hakkını yiyemem.
Yanımda bir öksürük sesi duyunca, bakışlarım yanı dibimde dikilen İskandinav Ayısını buldu. 172'lik boyuma rağmen ondan kısa olmak sinirlerimi bozuyordu. Kaşlarımı çatarak ona bakmama karşılık o da kaşlarını çatarak bana baktı. Gözlerinde anlam veremediğim bir öfke vardı. Bana ne, çok da umurumdaydı.
Bakışlarımı ondan çekip tekrar kızlara baktığımda, ellerindeki tepsilerden bahsetmediğimi hatırladım. Her birinin elinde, içinin dolu olduğuna emin olduğum tepsiler vardı. Acaba o tepsilerin içinde ne vardı?
Yemek!
Acıktığımı hissettiğimde, yutkunarak tepsileri bakmaya başladım. Acaba gerçekten yemek mi vardı? " Oğlum hele söyle de içeri alsınlar bizi." Diyen babası, kapıdaki askere darılmış gibiydi. Cümali de kapıdan dışarı çıkıp anne ve babasına sarılmıştı zaten. " Sizi askeriyeye alamam baba. Yasak." Diyen Cümali anlaşılan o ki bu durumu daha önce de yaşamıştı. Yüz hatları bana bunu düşündürtmüştü. " Yav temam da ben oğlumu göremeyecek miyim?" Babası elindeki tesbihin taşlarını bir bir çekerken bir yandan da hafif sitemli bir şekilde konuşuyordu. " E tamam gördün da baba! Hayde siz eve gidin bende gelecem." Diyen Cümali'nin doğu şivesiyle konuşması beni ister istemez güldürürken, anında tüm bakışlar bana döndü.
Bir anda bu kadar bakışın altında kalmak beni ister istemez gererken, hızla omuzlarımı dikleştirip yüzumdeki tebessümle onlara baktım. " Hele bu kız kim Cümali?" Diyen annesi beni alıcı gözüyle süzdüğünde, yanımdaki İskandinav Ayısı rahatsızca kıpırdandı. Ben de ayıp olmasın diye kapıdan dışarı çıkıp yaşlı kadın ve adamın elini öptüm ve, " Merhaba efendim, ben Laçin. Askeriye'de hemşireyim." Diyerek tebessüm ettiğimde, kadın beni bir kez daha süzdü. " Maşallah maşallah." Dedikten sonra, " Pek de güzelmiş demi Memet?" Diyerek eşine döndüğünde, adam da şöyle bir baktı. " Allah nasibine bağışlasın kızım." Dedi. Ben de ona tebessüm ettiğimde, yanımda bir gölge belirdi ve aynı anda belimde bir el hissettim. Bakışlarım hızla belimdeki eli bulduğunda, kaşlarımı çatarak ele baktım.
Bu adam ne yapıyor böyle?
" Merhabalar. Ben de Tuğrul, Ergenç'in Komutanıyım." Dedi lakin yaşlı çiftin elini öpmedi. Normalde büyüklere saygı duyan biriydi. Hatta bizim eve geldiğinde her bir amcamın elini teker teker öpmüştü. Şimdi neden bu yaşlı çiftin de elini öpmüyordu, anlamış değilim. " Oo, Cümali ! Ailen mi geldi?" Diyerek seslenip bize doğru gelen timle birlikte herkesin bakışı onları buldu. Lakin yaşlı çift ve bir çift ela göz hâlâ ben ve Tuğrul'a bakıyordu. Tuğrul'un elinin hâlâ belimde olduğunu görünce hızla elini belimden çektim. " Siz yavuklusunuz yoksam yok?" Diyen kadına gözlerimi belerterek baktım. " Hayır tabii ki. Tuğrul Yüzbaşı benim ağabeyim gibidir." Dediğimde, " Abi mi?" Diyen sesi beni güldürebilirdi lakin gülmedim ve ona baktım. " Evet, amcalarım beni size emanet etti. Unuttunuz mu Tuğrul abi?" Dediğimde gözlerindeki öfkeli har daha da yükseldi.
Oh olsundu.
İçimin yağları eridi.
Ohh, öfkeden patla, taş kesil emi!
Adam zaten taş gibi ama neyse...
Sen sus!
" Hee. Güzel güzel." Diyen yaşlı kadın beni beğeniyle süzdükçe Tuğrul'un çenesindeki kaslar seğiriyordu. Ben ise onu umursamadan yaşlı kadına tebessüm ederek baktım. " Hoş geldiniz hanım teyze!" Diyen Behlül beni resmen savururcasına ittirdiğinde şaşkına dönmüş halde ona bakakaldım. O ise sanki beni ittirmemiş gibi kadının elini öptü ve yanıma gelip kolunu omzuna attı. Ben ona şaşkın şaşkın bakarken timdeki diğer kişilerde sırayla yaşlı çiftin ellerini öptü. " Ne yapıyorsun Behlül?" Dişlerimin arasından konuştuğum sırada Behlül kafasını eğip bana baktı ve sırıttı. Lakin duyduğu öksürük sesiyle birlikte kafasını yanımdaki şahsa çevirdi ve derince yutkundu.
" Senin elinin ayarı yok mu Tahtacı?" Kısık ama sert çıkan sesiyle Behlül'ü korkudan tir tir titretiyordu şuan. " Affedersiniz Komutanım." Diyerek gevşekliğini bıraktı. " Benden değil, Laçin'den özür dile." Dediğinde, ondan üçüncü kez adımı duymak garip hissettirmişti. Aynı anda beni savunması da içimde garip bir hisse meyletmişti. " Özür dilerim Laçin." Behlül'ün bana dönüp bu cümleyi kurmasıyla ona tebessüm ettim. Netice olarak kötü bir niyetinin olmadığını biliyordum. O kendi halinde, saf ve temiz biriydi. Kimsenin zarar görmesini istemeyecek kadar iyi biriydi. Bu düşmanı olsa dahi zarar görmesini istemezdi. Öyle iyi bir insandı.
Ki eğer beni kendine yakın hissetmeseydi bu tür bir davranışta bulunmazdı, bunu da biliyordum. Beni seviyor ve bir arkadaşı gibi görüyordu. Bundandır ki benimle sürekli şakalaşıyordu. Tabii bazen şakalarının dozu aşıyordu orası ayrı. Elbet bende arada bir onunla şakalaşıyordum. Çünkü onu seviyordum. Omar benim için ne ise, Behlül de oydu.
" Çok mu sert ittirdim?" Diyerek bana sordu ve endişeli gözlerle baktı. Madem ki endişeleneceksin, o zaman ne diye ittiriyorsun deli oğlan? " Yok yok, sert değildin. Yüzbaşı biraz abartıyor." Dedim ve ona tebessüm ettim. Yanımdaki İskandinav ayısının rahatsızca kıpırdanışını hissedebiliyordum.
" Merhaba." Diyen bir sesi duyduğumda, Behlül ile aynı anda kafamızı yaşlı çiftin yanında beliren adama çevirdik. Bu adam, beni dikizlemeyi bir an olsun bırakmayan adamdı. Yaşlı kadın o adama dönüp, " Cümali'nin ağabeyi Hasan." Dedi ve oğluna tebessüm etti. Cümali'nin ağabeyi olduğunu öğrendiğim adam elini bana doğru uzattığında, tam elimi uzatıyordum ki, bir el önüme geçti ve bana uzatılan eli sıktı. " Bende Tuğrul, Hasan." Dedi.
Bu adam ne yapıyor böyle!?
" Sizinle tanışmak isteseydim, elimi size uzatırdım Yüzbaşı." Dedikten sonra elini Tuğrul'un elinden çekti. Yanı dibimde olan Behlül, " Boku yedi." Dedi hem şaşırmış hem de keyifli bir sesle. Ela gözlerin sahibi ise bakışlarını Tuğrul'dan çekip bana çevirdi ve tekrardan elini bana uzattı. Lakin ben tam uzatacakken bu sefer Behlül'ün eli önümü kesti. " Merhaba Hasan'cım. Bende Behlül, Cümali'nin tim arkadaşıyım." Dedi ve şebek gibi sırıttı. Aynı anda da kulağıma eğilip, " Hasan, buka basan." Demişti. Buna gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı hafifçe yere eğdim. Bir zamanlar küçük bir kızın söyledigi ve akım hâline gelen bir videonun sesiydi. Ve bu Behlül'ün nereden aklına gelmişti, anlayabilmiş değilim.
Hasan bıkkınca elini çekip, " Memnun oldum Kardeş." Dedi ve tekrar elini bana uzattı ama yine bir el benim önümü kesti. " Ben de Tarık, aslan parçası. Cümali'nin Komutanı, Laçin'in de ağabeyiyim." Diyerek Hasan'a göz dağı veren Tarık abiye ister istemez gülesim geldi.
Ya ama ben bunlara kurban olurum. Bir insan bu kadar sempatik olamaz arakadaş!
Tarık abi beni ağabeyim olarak tanıttığı için hızla üzerini düzelten Hasan, öksürdükten sonra, " Memnun oldum, Tarık bey." Dedi. Tarık abi ise ' eyvallah' dercesine başını eğip geri çekildi ve diğer yamacıma geçti. Eli havada kalan Hasan'ın tam elini tutacakken, " Ben de Omar." Diyerek ortama giriş yapan Omar, Hasan'ın elini tuttu. Anlaşılan o ki bunlar bizim tanışmamıza izin vermeyecekti. " Cümali'nin komutanı, Maviş'in de kardeşiyim." Dediğinde, Hasan bunalmış bir şekilde nefesini koyverdi. " Birincisi, seni kardeşimin etrafında görmeyeceğim." Bakışlarım hızla Omar'ı bulduğunda, yandan gevşek gevşek sırıtan Yüzbaşı'yı da ister istemez görmüşüm. " İkincisi, kardeşimin üzerinden gözlerini çekeceksin." Hasan tam ağzını açacakken, " Üçüncüsü, tanışma girişiminde bulunmayacaksın." Dedi ve elini geri çekti. " Neden?" Diyen Hasan kaşlarını çatmış, anlam veremeyerek Omar'a bakıyordu. " Çünkü canım öyle istiyor." Diyen Omar, elinde olsa çocuğu dövecekmiş gibi bakıyordu.
" Komutanım, sakin mi olsanız?" Diyen Cümali, annesinin yandan onu dürtmesiyle bunu korka korka dile getirmişti. " Ben söyledim ama ağabeyin anlamamış gibi. Sen ne demek istediğimi bir kez daha ikaz edersin Ergenç." Omar bunu dedikten sonra Tarık abinin yanına geçti ve beni ortalarına aldılar. " Hele yedik sanki bacınızı. Alt tarafı tanışacaklardı." Diyen annesi, tanışmamamıza üzülmüş gibiydi. " Yok teyze, benim bacımın gönlünde başkası var. Sizin oğlana yazık olmasın." Diyen Tarık abiye gözlerimi kocaman açarak baktım. " Abi, ne diyorsun sen!" O ise bana göz ucuyla bakıp, " Yalan mı?" Dedi. Tam ağzımı açmış bir şey diyecekken, " Yalan söylemek gibi bir girişimde bulunma Maviş, çarpılırsın." Diyerek beni susturdu Omar. İkisine de teessüf edercesine baktıktan sonra, Behlül'e döndüm. " Götür beni burdan hayatım." Dedim. Ne yaptığımı sorgulamayan Behlül koluma girdiğinde, aynı anda saçımızı savururcasına arkamızı döndük. Birkaç kıkırtıyı duyduğumuzda, aynı anda sol omzumuzun üzerinden onlara üstten üstten bakıp ' hıh ' layarak önümüze döndük.
Ben ve Behlül tam kol kola ilerlemeye başlamıştık ki, " O Dilruba değil mi Memet?" Diyen kadının sesiyle birlikte ikimizde durduk ve yönümüzü onlara çevirdik. Olaylardan habersiz bir şekilde çıkışa doğru ilerleyen Dilruba üzerine ceketini giyiyordu. " He hanım. O'dur." Kafam karışmış vaziyette yaşlı çifte bakarken, onların Dilruba'yı nereden tanıyor olabileceklerini düşünüyordum.
" Siz doktoru nereden tanıtorsunuz, Anacım ?" Diye soran Cümali, hepimizin iç sesini okumuş gibi sormuştu bu soruyu. Annesi sanki aradığı mucizeyi bulmuş gibi Dilruba'ya bakmayı bırakıp Cümali'ye döndü. " Hele o senin beşikkertmendir da!" Dediği anda hepimiz şok olmuş vaziyette kalakaldık. " Ne!" Diyerek kulağımın dibinde haykırıp bu büyük tepkiyi veren ise, hiç şüphesiz Behlül'dü. " Az yavaş cırla, kulak zarım patladı." Diyerek omzuna bir tane geçirdiğinde kafasını eğip bana baktı. " Herkesin nasibi buraya geliyor, ulan bir ben mi yanlış nasibe olta attım ?" Dediğinde, gözlerime çöken hüzünle ona baktım. Boğazımdaki yumruyu zorla yutarken, Behlül'ün Asena'ya olan aşkını bilmek beni üzüyordu. Asena, Behlül'ü sevmiyordu ve bu sevgisizliğiyle onu öldürüyordu...
" Yanlış kişiyi seviyorsundur belki de. " Dediğimde bir süre yüzüme baktı. " Nasibi çok da zorlamamak gerek kardeşim. Olmuyorsa, olmuyordur. Bırak gitsin." Dediğimde, gözlerine çöken hayal kırıklığıyla gözlerimin içine baktı. Daha sonra dudaklarına kırık bir tebessüm kondurup, " Belki de haklısındır kardeşim." Dedi ve kolunu kolumdan çekip, " Ben kantinde olacağım." Dedi ve bana arkasını dönüp gitti. Onun bu acılı haline derman olamamak canımı çok yakıyordu.
Behlül, tıpkı Omar, Alp ve Tarık abi gibi bu zor günlerimde yanımda olan isimlerden biriydi. Hüznüme neşe katmış, beni mutlu etmek için çaba göstermişti. Ki başarmıştı da, eskiye nazaran daha iyiydim. O bana bu kadar iyi gelirken, ben onun için bir şey yapamıyordum ve bu da canımı çok sıkıyordu. Keşke Asena'yı sevmemesi için bir şey yapabilseydim. Lakin bu gönüldü ve gönül ferman dinlemezdi...
" Komutanım nereye gitti, hemşire hanım?" Diyerek bana soran Azmi'ye döndüm. Bu timdeki belki de en yalnız kişi Azmi'ydi. Onu böyle her zaman göremezdiniz. Operasyonlara katılır, bazen de ortak yapılan şeylere katılırdı. Lakin onun dışında genel olarak yalnızdı. Cümali bu yalnızlığını görüyor ve ona dostluk ediyordu. Lakin yine de aramızdaki tek yalnız kurt, Azmi'ydi. Bize göstermediği, anlatmadığı şeyler vardı. Bunu hepimiz biliyor ve fark ediyorduk. Lakin yine de onu zorlamıyorduk çünkü onun özel hayatına müdahale etmek istemiyorduk. Buna rağmen o, ne zamanki biri üzülse hemen o kişinin yanına giderdi. Bu kişiler genelde timdeki kişiler olurdu. Bana karşı bir güvensizliği vardı. Yani en azından eski asker olduğumu öğrendiğinden beri.
" Kantine gitti." Dediğimde başını hafif eğerek bana selam verdi ve o da tıpkı Behlül gibi yanımdan geçip gitti.
Bugün benim için zor bir gündü.
Her anlamda zor bir gündü.
Hele ki akşam olacakları düşünemiyordum...
Ben düşüncelerimde boğulurken, " Sen ne diyon Ana?" Diyen Cümali'nin sesiyle başımı o yöne çevirdim. Yüzünde bariz bir heyecan vardı ve bu heyecanın sebebi hiç şüphesiz Dilruba'nın beşikkertmesi çıkmasıydı. Demek Dilruba'nın kaçtığı, lakin tam avucunun içine düştüğü beşikkertmesi Cümali'ydi he. Kaderin işi olsa gerek ki kaçtığı kişinin yanı dibine gelmişti...
Kapı önüne gelen Dilruba kalabalığı yeni fark etmiş gibi şaşkın şaşkın bakınırken, gördüğü yaşlı çift ile birlikte beti benzi attı. Demek ki gerçekten onları tanıyordu. " Zerda teyze, Memet Amca?" Diyerek ikisine baktıktan sonra, " Hasan abi? Sarya? Helin? Evin? Havin?" Diyerek bazı isimleri saydı ve her birine tek tek baktı.
Bu kız beşikkertmesinin ailesini tanıyordu, lakin beşikkertmesini mi tanımıyordu?
" Dilruba?" Diyerek karşılık verenlerle birlikte, Dilruba resmen baygınlık geçirecekmiş gibiydi. " Sizin burada ne işiniz var?" Dediğinde, sanırım onun için gelmiş olduklarını zannediyordu. " Yaa, Dilruba. Oğlumla evlenmemek için memleketten kaçtın ama oğlumun yanına gelmişsen." Dediğinde Dilruba şok olmuş bir sesle, " Ne!" Diyerek bağırdı. " He ya. Cümali benim oğlumdur." Dediğinde Dilruba bir kez daha şokla, " Ne!" Diyerek bağırdı. Onun bu haykırışlarına bazıları gülerken bazıları tepki vermiyordu.
Dilruba'nın bakışları anında Cümali'yi bulduğunda, " Sen?" Dedi lakin duydukları ona ağır gelmiş olmalı ki daha fazla dayanamayan, gözleri kaya kaya yere doğru düştü. Son dakika hemen yanındaki Tuğrul onu kollarından tutarak göğsüne sabitlediğinde, kaşlarımı çatarak bu görüntüye baktım. Tam onu kucağına alıyordu ki bakışlarımı görmüş olmalı ki, " Cümali, beşikkertmeni al." Diyerek emir verdi. Cümali hızla Dilruba'ya doğru ilerlerken, Tuğrul da hızla kendini Dilruba'dan çekti. Lakin yine de kaşlarım çatık bir şekilde ona bakıyordum.
Hayır orada Tarık abi de vardı ve o da hazırda bekliyordu zaten. O ne diye Dilruba'yı tutuyordu? Zaten bugün Revirde'de arada bir suratına bakıyordu. Hayır yani kıskandığımdan falan değil, eğer ki kıza ilgisi varsa bana gelip ' seni seviyorum ' demesindi.
Çatık kaşlarımın altında öfkeyle ona bakarken, yanı dibimde hissettiğim gölgeyle gözlerimi üzerinden çektim. Bana neydi canım. Kimi severse sevsindi. Neticede ben intikamımı aldıktan sonra o da benim umurumda olmayacaktı.
" Laçin hanım." Diyen adamın sesiyle, kafamı hafif yukarı kaldırıp gözlerimin içine bakan ela gözlere baktım. " Hasan Bey?" Dediğimde. Elini uzattı ben de ayıp olmasın diye sıkarak geri çektiğimde, " Ağabeyinizin dediği gibi bir sevdiğiniz var mı?" Dediğinde, Tuğrul'a kısa bir bakış attım. Öfkeli gözleri ben ve Hasan arasında gidip geliyordu. Bu hâline sinsi bir gülümsemeyle, " Abim biraz korumacıdır. Size de o yüzden öyle bir cümle kurdu. Bir sevdiğim yok." Dedim.
Yalan söyleme, çarpılacaksın!
Bir sevdiğim olması neyi değiştirirdi ki? Netice olarak kimseyle ilişkiye girmek gibi bir niyetim yoktu. Hem bir ilişkiye girecek olsam dahi, bu ilişki kimseyi alakadar etmezdi. Sevdiğim adamı bile. Çünkü o zaten benim hiçbir şeyimdi. Sadece sevdiğim biriydi ve ben, beni üzdüğü için sevdiğimden intikam alacaktım.
" Bir sevdiğinizin olmamasına sevindim. Sakıncası yoksa size adınızla hitap edebilir miyim?" Diye sorduğunda kısa süre gözlerine baktım. Daha sonra aklıma gelen şey ile birlikte, " Bir çay içmeye ne dersiniz?" Diyerek sordum. Gözlerinde bariz bir parıltı gördüğüm adama tebessüm ettim. Hızla elini cebine götürürken, telefonunu çıkarıp " Numaranızı alabilir miyim? Sizinle iletişime geçmek adına." Diye sorduğunda telefonumu cebimden çıkarıp numaramı gösterdim. Lakin tam o sırada telefonum elimden alındığında, şaşkınca yanıma döndüm. Bu adam bugün sınırını çok aşıyordu.
" Yok numarası falan. Haydi yürü işine bak." Derken bir yandan da telefonumu cebine attı. Ne yaptığına şaşkın şaşkın bakarken, " Laçin'in kendi kararlarını verebilecek yaşta olduğunu düşünüyorum. Öyle değil mi?" Diyen Ela gözlü bana döndüğünde, " Elbette." Diyerek ona hak verdim. Sinirden kuduran yanımdaki varlık ise beni arkasına alıp, " Evet kendi kararlarını verebilecek yaşta. Hatta karım olacak yaşta." Dediğinde bir şok daha geçirdim. Ne diyor lan bu!
" Sen ne-" dediğimde, " Sus, Laçin!" Diyerek dişlerinin arasından konuştu. " Bu yaptığınız doğru değil, Yüzbaşı. Laçin'e zorla alıkoyuyorsunuz resmen." Diyen Ela gözlü adama sinirden gülerek baktı. Sanırım pek de iyi şeyler olmayacaktı. " Bu kadını tanımıyorsan, susacaksın! İnan bana istese şuan elini tuttuğum için elimi kırabilir." Dediğinde elimi tuttuğunun farkında değildim. Bakışlarım hızla elimi bulduğunda, gerçekten de el ele tutuşuyor olduğumuzu gördüm. Hızla elimi elinden çektiğimde, omzunun üzerinden bana baktı. " Şimdi uza, aslan parçası." Diyerek tekrar Ela gözlerin sahibine döndü. Hasan denen adam son kez suratıma baktığında, ona karşılık bir şey demeden öylece baktım.
Benden pas alamayan Hasan, başını iki yana sallayarak yanımızdan ayrıldı. Onun yanımızdan ayrılması üzerine çatık kaşlarımla birlikte Tuğrul'a baktım. " Ne yaptığını zannediyorsun?" Diyerek sorduğumda, o da en az benim kadar öfkeli olan bakışlarını gözlerime dikti. " İntikam mı istiyorsun? Al intikamını. Ama sakın bu intikamını başkasını sevmeye çalışarak yapma. Beni paramparça et ama bir başkasını sevme." Alay edercesine bir gülüş dudaklarımdan koyverdiğinde, gözlerimi gözlerine diktim. " Seni sevdiğimi mi zannediyorsun? Sana karşı gram sevgim yok. İntikam almamı gerektirecek bir konu da yok. Bu hayat benim ve ben hayatımı istediğim gibi yaşarım." İşaret parmağımı kaldırıp önünde salladım, " Sakın ola bir daha hayatıma burnunu sokma, Yüzbaşı." Gözlerinde beliriveren hayal kırıklığını görmezden gelip Hasan denen adamın arkasından ilerledim.
Amacım onu kıskandırmak değildi. Ki benim intikamım basit bir kıskançlık olamazdı. Bu şekilde son vermezdim yüreğimin arbedesine. O acıyı basit bir kıskançlıkla silip atamazdım. Ben sevsem de, gururumu çiğnetmeyecek kadar kinciydim. Aşkım, gururumdan önde gelemezdi. Aşkım, acımdan öne geçemezdi.
Kapı önündeki Tarık abi ve Omar'ın bakışlarını gördüğümde, ben ve Tuğrul'a bakmış olduklarını anladım. Bunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Bakışlarında belli bir tatmin olmuşlukla beraber hüzün vardı. Onlar da Tuğrul'un canını yakmamı istiyorlardı, lakin ona acıyı tattırırken kendim de zarar görüyordum ve bu yüzden de üzülüyorlardı.
Ben kendime acımıyordum, onlarda acımasınlardı.
Tuğrul'un canını gerçekten yakana kadar, ona sahici bir şekilde hiçbir zaman gülümsemeyecektim.
Hasan denen adamın arkasından giderken neden böyle bir şey yapıyor olduğumu bilmiyordum. Belki de Tuğrul'a hayatıma karışamayacağı gerçeğini göstermek istiyordum. Benim onun hiçbir şeyi olduğumu gösterme çabasıydı belki de, bilmiyorum. Bildiğim tek şey ona bir şeyi gösterme çabamdı. " Hasan bey?" Diyerek seslendiğimde arkasını dönüp bana bakan adama tebessüm ettim. Kaşlarını çatmış vaziyette bana bakıyordu. Tıpkı onun gibi, Cümali'nin ailesinden birkaç kişi de bize bakıyordu. Umursamadım ve yanına kadar ilerleyip tam karşısında durdum. " Eğer beklerseniz montumu alıp geleceğim. Çıkış saatim geldi zaten." Dediğimde, yüzünde bariz bir tebessüm belirdi. Aynı anda birkaç şaşkın yüzünde bakışları altındaydık.
" Hemşire benim abime mi yürüyor lan!" Diyerek kucağında Dilruba ile bize bakan Cümali'ye kısa ama gerekli bir bakış attım. " Sizi bekliyorum o zaman." Diyen Hasan'a tekrardan tebessüm edip, arkamı döndüm ve bana hem öfke hem de kırgınlığın tesiri altındaki bakışlarıyla bakan Tuğrul'un yanına geçtim. Gözlerinin içine buz gibi bakarken, sağ elimin avucunu açtım ve " Telefonum." Dedim. O ise suratıma öylece bir cevap ararcasına bakıyor, bunu neden yaptığımı sorguluyordu. Sorgulamasındı, çünkü bende bilmiyordum.
Elini cebine atıp telefonumu çıkardı ve avuçlarım arasına bırakıp, " Mutlu ol." Dedi ve arkasını dönüp gitti. Daha az önce bana ahkam kesen adam, şimdi bir anda her şeyi boşverip iyi dileklerini diliyor ve arkasını dönüp gidiyor muydu? Affedersiniz ama sikerlerdi böyle işi! Çatık kaşlarım altında arkasından bakma gereği duymadan, ben de Alay'dan içeri girdim ve Revire doğru ilerledim. O kendi odasına doğru ilerlerken, ben de Revirin koridorundan geçtim. Tam koridoru döndüğüm sırada odasının kapısını sertçe kapatışının sesini duydum. Bu bakışlarımı ister istemez oraya yöneltirken, ağzımın içinde bu hareketlerine küfrettim.
İnsan sevdiğinin peşinde koşar, bu da anca ' Mitli il.' desin. Gıcık herif. Dağ Ayısı. Yobaz. Hödük. Fışki yiyen Rospi. İskandinav Ayısı. Mağara adamı. Cibiliyetsiz herif. Meymenetsiz.
Yeter lan!
Yetmez! Bu Dağ ayısına ne dense yetmez! Her boku hak ediyor!
Revirin kapısının önüne geldiğimde kapı kulpunu tutup hızla açtım ve içeri girip montumu aldıktan sonra aynı hızda kapıyı sertçe kapattım. Bana mı kapı çarparsın sen! Bu kapıyı kıçına monte ederim Yüzbaşı bozuntusu!
Sıkıyorsa sesli söyle hahahah.
Revirin koridorundan çıkıp derin bir nefesi ciğerlerime çektim ve dışarı doğru ilk adımımı attım. Aynı anda montumu da üzerime geçirip dağılmış olan kalabalığın oraya doğru ilerledim. Geride sadece Omar, Tarık abi ve Hasan denen adam kalmıştı. Onların yanına ilerlerken bir yandan da ne bok yediğimi düşünüyordum. Ben şimdi bu adamla ne yapacaktım? Bir anlık öfkeyle hareket edersem olacağı buydu zaten! Şimdi kurtul kurtulabiliyorsan bu işin içinden anasını!
Onların yanına vardığımda, Omar ve Tarık abinin bakışları üzerimdeydi. Onlara kısa bir bakış atıp tekrardan Hasan'a döndüm. Yüzündeki tebessüm hâlâ yerini koruyordu. Kimsenin duygularıyla oynamak gibi bir niyetim yoktu. Zaten bu çocukta beni tanımıyor bile. Üstüne ilk kez gördü, deli divane âşık olmadan gerekeni yapabilirdim. " Akşam yemeğine davetlisin, unutma Laçin." Diyen Tarık abiye bir bakış attığımda, bana onaylamaz bakışlar atıyordu. Zaten akşam yemeği diye bir şey yoktu, bu adamla çok oturmamı istemiyordu. " Unutmam, abi." Dediğimde, aslında ona öyle bir niyetim olmadığını da göstermiş oldum. Bunu anladığı için başını hafif eğerek selam verdi. Bende ona tebessüm edip Hasan'a döndüm.
" Gidelim mi?" Dediğimde, " Gidelim." Dedi ve bana eliyle önünde yol verdi. Ben onun önünde arabasına doğru ilerlerken, o da bir adım arkamdan gelip kapımı açtı ve ben koltuğa oturduktan sonra kapımı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. Bakışlarım son kez Alay'dan içeriyi gördüğünde, odasının camından gözlerimin içine bakan Tuğrul'u gördüm. Onu görmemezlikten gelip kemerimi taktım ve çalışan arabayla birlikte Alay Komutanlığı surlarından uzaklaşmaya başladık.
🇹🇷
" Dediğim gibi, size ümit vermek gibi bir niyetim yok. Hak verirsiniz ki kalbimde bir başkası varken sizinle konuşmam, pek doğru olmaz." Karşımdaki adamın gözlerinin içine bakarak bu cümleleri kurmuştum. O ise tek kelime etmeden sadece beni dinlemişti. " Haklısınız. Lakin anlayamıyorum. O zaman neden benimle bir çay içmek istediniz?" Dediğinde, derin bir nefesi ciğerlerime çektim. " Kendim için istemedim bu muhabbeti." Dedim ve masa üstünde kavuşturduğum ellerime baktım bir süre. Daha sonra gözlerimi yukarı kaldırıp Cümali'nin abisine baktım. Ela gözleri merakla bana bakarken, " Kim için o zaman?" Diyerek sordu. Ben ise bir süre daha ela gözlerine bakıp, " Cümali için." Dedim. Kaşları hızla çatılırken, " Kardeşim hakkında bir problem mi var?" Diyerek sordu. Gözlerinde hem bir endişe hem de anlayamamazlık vardı.
" Kötü bir şey yok. Lakin bir süre dinlenmesi iyi olur. Sizin gelmeniz de bu bakımdan iyi oldu. Dinlenmesi gerek." Dediğimde kaşları iyice çatılan Hasan bana anlayamazcasına bakıyordu. " Sadece Cümali'ye özel bir durum değil tabii ki. Uzun zamandır Askerlerimiz aileleri ile oturup doğru dürüst hasret gideremiyor. Hele ki Ailesi sizin gibi uzakta olanlar." Kaşlarını çatmayı bırakmış, merakla beni dinliyordu. " Eğer ki Cümali'ye ailenle vakit geçir dersek kabul etmez, çünkü o her an göreve çıkacakmış gibi tetikte davranıyor. Şu zamana kadar dinlendiği tek bir an bile görmedim. Biraz dinlenmeli ve bir sonraki operasyona kadar zinde olmalı." Dediğimde, " Bir asker her zaman gözü açık uyur, Laçin. Onun yapması gereken de bu." Diyerek kardeşinin yaptığını gururla onayladığında, başımı iki yana sallayarak, " Anlamıyorsun. Düzeni bozulmuş vaziyette. Sadece o değil çoğu askerimiz bu durumda. Lakin ben bu timin içinde olan biriyim ve her birini yakından tanıyorum. Cümali'nin zihinsel olarak biraz dinlenmesi gerek ve ailesi olarak ona yardımcı olmalısınız." Dediğimde önündeki bardaktan bir yudum çay aldı. " İyi hoş diyorsun da. Bu çocuk benim sözümle oradan çıkmaz." Dedi ve arkasına yaslandı. " Orası bende, siz sadece kafasını dağıtmasına yardımcı olun." Dedim ve tebessüm ettim. O da benim gibi tebessüm edip, " iyi madem. " Dedi.
Masanın üzerindeki telefonum titrediğinde elime alıp ekranını açtım. Binbaşı'dan gelen gerekli bildirimi gördüğümde, derin bir soluğu ciğerime çekip ekranı kapattım ve tekrardan ela gözlerin sahibine baktım. " Ben kalkayım, Tarık abilere yemeğe gidecektim." Dedim ve oturduğum yerden ayaklandım. " Bırakayım seni?" Dediğinde hızla başımı iki yana salladım. " Teşekkür ederim ama lüzmu yok." Dedim. Netice olarak bir yalan söylemiştik bari yakalanmayalımdı. " Peki madem. Teşekkür ederim bu arada. Kardeşimi düşündüğün için." Deyip tebessüm ettiğinde ben de tebessüm ettim. " Bir sağlıkçı olarak görevimi yapıyorum." Dedim ve son kez elini sıkıp, " Görüşürüz." Dedim. O da elimi sıkıp aynı tepkiyi verdi ve ardından elini çekti. Ben de hızla montumu elime alıp bir daha arkama bakmadan bu küçük kafeden çıktım.
Saat şuan tam olarak akşam altıydı. Yedi gibi tim toplanacak ve Hain'in adı ilan edilecekti. Ve bununla birlikte benim Ajan olduğum... Ben bugün ilk önce timdekilere bir ajan olduğumu ilan edecek hemen ardından da Hain'in kim olduğunu söyleyecektim.
Bugün; Öktem, Kopuk, Destan ve Mit Ajanları birleşecekti.
Bugün, benim Alay Komutanlığı'ndaki son günümdü.
Evet, Binbaşı'nın bana attığı mesaj MİT'in verdiği tebrikatın emriydi.
Ben, bugün Mit'de ki son görevimi de yerli yerine getirip buradan ayrılacaktım. Çünkü artık yapacağım bir işim kalmıyordu. Alay Komutanlığı'ndan tamamen ayrılacak, kendime yeni bir iş arayışına çıkacaktım.
Aslında hiçbir şey kaderden ibaret değildi.
Omar'ın burada olduğunu öğrendiğimde, Mit'den bu görevi ben istemiştim. Çünkü zaten uzun yıllardır onları arıyorken, bir anda karşıma çıkan bu teklifi red edemezdim. Kardeşimi görecektim ve bu benim için büyük bir lütuftu. Benim tek planım Omar iken, Maysa ve Tuğrul ile bir arada olmak beklediğim bir şey değildi. Evet onlar ile karşılaşmam tamamı ile kaderden ibaretti. Tesadüf demiyorum, çünkü ben hiçbir zaman tesadüflere inanan biri olmamışımdır. Omar'ı ilk gördüğümde zaten tanımıştım. Ama yine de emin olamıyordum. Netice olarak üzerinden yıllar geçmiş ve birer yetişkine dönüşmüştük. Değişmiştik.
Onun boynundaki kırmızı lekeyi görmek, beni onun Omar olduğuna tamamıyla inandırmıştı. Onunla konuşmak için can atıyor lakin yanına yaklaşamayacak kadar çekiniyordum ondan. Şimdi ise konuşuyorduk ve bu benim için büyük bir lütuftu. Kardeşimi bulmuşken onunla konuşamamak kanıma dokunurdu.
Yoldan geçen bir taksiyi gördüğümde onu durdurup arabaya bindim ve " Alay Komutanlığına gidebilir miyiz?" Dedim. Yol süratle akmaya başladığında, içimde bir burukluk, hüzün vardı. Bugün hepsini belki de son görüşümdü. Elbet Hakkari'de kaldığım süre boyunca onlarla buluşmak isterdim. Lakin bunu ne kadar süre yapabilirdim, bilmiyorum. Belli bir amacım vardı ve o amaç, kısa süreliğine Ordu'ya gitmekti. Babaannemin yanında huzura ermek, biraz da istirahat etmek istiyordum. Yorulmuştum ve dinlenmeliydim.
Bu demek değildi ki geri gelmeyeceğim. Elbette geri gelecektim bu topraklara. Çünkü annem ve babamın naaşı bu memleketin topraklarındaydı. Onları burada bir başlarına bırakamazdım. Dahası, ben onlarsız yapamazdım. Her gün şehitliğe gidip topraklarına su dökmek ve onlara içimi dökmek bana iyi geliyordu. Sanki onlar benden hiç gitmemiş gibi hissediyordum. Sanki yaşıyorlarmış gibi nefeslerini ensemde hissediyordum. Yüreğim ise zaten hiç onları öldü kabul etmiyordu.
Mit, bana ilk ajan olmayı teklif ettiğinde, görevimden men edileli 2 ay olmuştu. Neden beni ajan olarak almak istediklerini anlayamamıştım çünkü ben kayıtlarda Vatana ihanet eden biri olarak görünüyordum. Lakin onlar sanki bunu hiç umursamıyormuş gibi, " Zekâna ihtiyacımız var, Atmaca." Demişlerdi. Lakabımın atmaca olmasının iki nedeni vardı. Birincisi hiç şüphesiz keskin gözlerimdi. Operasyonlara her katıldığımızda, önce bir şahin misali gözlerimi en ince ayrıntıya kadar gezdirirdim. İkinci nedeni ise hiç şüphesiz Zekâ'mdı. Kurulan birçok tuzağı önceden fark ediyor ve time bildiriyordum. Sadece bu da değil, birçok operasyonun planını ben yapmıştım. Bunu yapmak belki de en büyük hatamdı. Çünkü bana, " Kurduğun planlara bizi sürükledin ve tek tek yok ettin!" Dediler. Oysa ki her başarımızda kolları altına alır sarılırlardı...
Zaten dağlara hasret kaldığım o dönemde ne olduğunu umursamadan Mit'in istediği gibi bir ajan olmuştum. Benim görevim iki yıldır içerideki hainleri bulmaktı. Kimi zaman ise inlerin içine, onlardan biriymiş gibi giriyordum. Gözlerime lens, cildime ise en koyu fondöteni bocalar, yüzüme de puşiyi takar onlardan biri gibi görünürdüm. Bu şekilde kırmızı listedeki birçok kişiyi bitirmiştik. Bitirmeye devam da ediyorduk.
Benim görevim artık son buluyordu. Görevimin süresi dolmuş ve artık normal hayatıma dönecektim. Sanki benim normalim, dağlar değilmiş gibi... Beraber çalıştığım diğer arkadaşlarım ise Mit için çalışmaya devam edecekti. Onların başka görevleri de vardı. Benim ise görevim buraya kadardı...
İçime çektiğim derin nefesle birlikte yüzümü sertçe sıvazladım. Bugün her şeyin bittiği gündü. Laçin Sağdıç artık sadece babasının kızı olacaktı. Bir şehit kızı. Bundan fazlası olamayacaktım. Daha fazlası olmakta gözüm yoktu. Benim tek isteğim üniformamdı, lakin o da ellerim arasından kayıp gitmişti. Ne emeklerle elde ettiğim o bir yıldız, sadece bir günde elimden kayıp gitmişti. Zordu ama başarmıştım. Umuyorum ki Asker olmayı isteyen her Türk kadını da bunu yapardı.
Ben düşüncelerim arasında boğulurken, " Geldik hanımefendi." Diyen taksi şoförünün sesiyle kendime geldim ve cüzdanımdan gerekli miktarda parayı çıkartıp adama uzattım. O parasını alırken ben de taksiden indim ve bir süre Alay Komutanlığı önünde durdum. Burada çok fazla anım vardı. Acısıyla tatlısıyla hepsi çok güzel anılardı. Aklımdan çıkmasına izin vermeyeceğim ve unutamayacağım türden anılardı. Çünkü zaten en başta bu anıları beraber yaşadığım insanlar unutulamazdı. Olur da bir gün birileri onları unutursa, yaşadığım müddetçe ben unutmazdım.
Ellerim arasındaki telefonun titremesiyle ekranını açıp baktım. Binbaşıdan gelen bir mesajdı yine.
Okan Binbaşı:
Sadece Ajanlar kaldı. Onlarda birazdan iniş yapar. Beraber gelin.
Kısa ama net emrine baktım bir süre. Demek Destan'da gelmişti ha...
Boğazıma kadar gelen acı tatla birlikte yutkundum ve kapı önünde beklemeye başladım. Gökyüzünden bir helikopterin sesi duyulduğundaysa, bakışlarım orayı buldu. Bu, Ajanların geldiği helikopter olmalıydı. Yutkunarak kafamı tekrardan aşağı eğdim ve girişteki askere selam vererek içeri girdim. Alay Komutanlığının tam önünde dururken, Helikopterin iniş yapmasını bekledim. O helikopterin içinde, uzun zamandır yüzünü görmediğim arkadaşlarım vardı. Kimisi babam yaşında olan ağabeylerimdi kimisi kız ve erkek kardeşlerim. Onları da özlemiştim ve özleyecektim de. Çünkü bir daha onları görmem neredeyse imkânsız olacaktı, biliyorum.
Helikopter geniş alana iniş yaptığında, yarattığı soğuk hava tenime çarptı ve yukarıdan bağladığım saçlarım geriye doğru savruldu. Bakışlarımı bir an olsun helikopterden ayırmadan, öylece durdum. Helikopterin ilk pervanesi dönmeyi bıraktı, hemen ardından da kapısı açıldı. İlk adımı atan Aldoza idi. Üzerinde siyah paraşüt model bir pantolon onunda üzerinde siyah bir kazak ve mont vardı. Hiç şüphesiz helikopteri onun uçurduğundan emindim. Zira THK'nın bir pilotuyken orada uslu uslu oturacak hâli yoktu. Ki Aldoza bir yerde uçan bir şey gördü mü, beklemez hemen oraya giderdi. Uçan şeylere zaafı vardı da.
Gözlerindeki gözlüğü çıkarıp aşağı tamamıyla indiğinde, ona tebessüm ederek baktım. O beni henüz görmemişti. Onlara biraz uzak olduğumdan kaynaklıydı bu da. Aldoza'nın arkasından Orçun abi indi. Orçun abi resmi bir şekilde giyinmişti. Üzerinde bir takım elbise, gözlerinde ise Aldoza gibi gözlük vardı. Sağ kolu olmadığı için kolunun bir tarafı boştu ve bu da ister istemez insanın canını acıtıyordu.
Orçun Abi'nin ardından Aziz indi. Onun üzerinde ise siyah kot pantolon ve boğazlı bir kazak üzerine montu vardı. Ve hiç şüphesiz bir de gözlüğü. Onun arkasından Mert abi indiğinde, Orçun abi gibi resmi giyinmiş olduğunu gördüm. Mert abi şehit bilinen bir askerdi. Onun gelişi herkese sürpriz olacaktı. Verecekleri tepkiyi merak ediyorum. Son olarak onun arkasından inen Bahar, boksör olduğunu belli eden vücuduna yakışan bir eşofman altı ve onun da üzerine salaş bir kazak giymiş, kısa saçlarına minik balık sırtı örgülerinden yapmıştı. Onun da gözlerinde gözlük vardı.
Şöyle bir kendimi süzdüğümde, üzerimde siyah kot pantolon ve lacivert rengi bir kazak vardı. Onun da üzerinde siyah montum. Onlardan tek farkım, sanırım gözlük takmıyor oluşumdu. Bakışlarım hâlâ onların üzerindeyken, dudaklarımdaki tebessümle gelmelerini bekliyordum. Yanlarına gelen bir askerle birlikte, Bahar hemen yumruğunu kaldırdı bunu beklemeyen asker ellerini kendine siper edercesine kaldırdığında Bahar, o askerin omuzuna iki kere vurup güldü. Diğerleri de onun gülüşüne eşlik ettiğinde, başımı iki yana sallayarak ona güldüm.
Güç gösterisi yapmayı değil ama insanları gücüyle korkutmayı severdi. Yani bunu genelde şakalaşmak adına yapardı ve bu her seferinde komik olurdu. Şu zamana kadar kaybettiği tek maç görmedim. Milli kadın boksörümüz ünvanını fazlasıyla hak ediyordu.
Nihayet beni gördüklerinde yüzlerinde geniş bir gülümseme belirdi. Aynı gülümseme benim yüzümde de vardı. İçlerinden ilk önce Bahar koşarak yanıma doğru geldi. Onun bu çılgın haline bayılıyordum. " Lan kara kız!" Diye seslenip yanıma kadar geldi ve beni kolları arasına alıp sarıldı. Esmer bir kız değildim, lakin buna rağmen Bahar bana ' Kara Kız ' derdi. Tıpkı onun gibi kolumu sırtına attığımda, kemiklerimi kırarcasına beni sıktı. " Ba-Bahar." Dediğimde sevgisinin sınırı olmadıgını bir kez daha hatırladım.
" Öldürdün kızı, deli." Diyerek gülüp yanımıza gelen Aziz ile birlikte, Bahar kolunu omuzuma atıp ona ters ters baktı. " Yırtmayayım o çetrefilli ağzını dangalak." Dediğinde, Aziz teslim olurcasına ellerini kaldırdı. Bu hâline güldüğümde, o da tıpkı Bahar gibi ama daha narin bir şekilde bana sarıldı. Bu arada Bahar'ın erkek kılıklı olduğunu söylemiş miydim? Söylemesem dahi tam olarak şuan ögrenmiş oldunuz. Sırasıyla her biriyle sarıldıktan sonra, her birine özlem dolu gözlerle baktım. Uzun zamandır onları görmüyordum. Daha doğrusu hiçbirimiz birbirimizi görmüyorduk, çünkü her birimizin görevi farklı yerlerdeydi.
" Kıçım dondu kızım, ne zaman içeri giricez?" Diyen Bahar'a gülerek baktım. " Geçelim." Dedim ve Komutanlıktan içeri ilk adımı attım. İçeride beni karşılayan asker, " Binbaşı konferans salonunda hemşire hanım." Dedi ve yanımdan ayrıldı. Bizimkiler de yüzüme baktığında, " Görevin bitiyor demek küçük fare." Diyen Orçun abiye, " Sonunda benden kurtuluyorsun." Diyerek yanıt verdim. Hain olan eski bir asker konumunda olduğumu ögrendiğinde, beni hiçbir zaman kabul etmemişti. Öyle ki onlara ihanet edeceğimi düşünüyordu. Lakin düşündüğü şeyler gerçekleşmediği için bana güveniyordu. " Bir fare daha eksildiği için mutluyum." Diyerek benimle dalga geçtiğinde, ister istemez güldüm. " Sonra çok özleme ama beni." Diyerek alaya aldığımda, " Gram özlemem." Diyerek yanıt verdi. Ciddi olmadığını bildiğim için bu dediklerini sorun etmedim.
" Kızım yürüyün hadi, işimiz gücümüz var. Ayrıca senin kendini ifşa edişin ve Mert Abi'nin yaşıyor oluşunun şokunu yaşayacakları için o anın heyacanını yaşamak istiyorum. Yürüyün hadi!" Diyerek önde zıplaya zıplaya giden Aldoza, bugünün benim için üzücü bir gün olduğunun farkında değildi. Onun arkasından derin bir kefes alıp, " Sanki yolu biliyorsun, beklesene!" Diyerek cırladım ve peşinden gittim. Benim arkamdan da diğerleri geldi ve Konferans salonuna doğru ilerlemeye başladık.
Korktuğum salona doğru ilerlerken, adımlarım geri geri gidiyordu. Sanki yavaş yavaş gidince olacakları erteleyebilecekmişim gibi...
En nihayetinde kapının önüne geldiğimde, Ajanlara şöyle bir bakıp derin bir soluğu ciğerlerime çektim ve kapıyı açtım. Tüm bakışlar anında beni bulurken, herkesin yüzünde anlamaz bir ifade vardı.
Burada kimler mi vardı?
Öktem Timi'nden geriye kalanlar.
Destan Timi ve Kopuk Timi.
Bu üç tim oturdukları sandalyelerin de, şaşkın bir şekilde benim yüzüme bakarken, arkamdakileri görünce verecekleri tepkiyi merak ediyordum. " Bir şey mi diyecektin Laçin?" Diyen Bilal Amca beni olaylardan o kadar bağımsız sanıyordu ki, beni olaydan uzak tutuyordu. Bilal amcaya buruk bir tebessüm gönderdiğimde, " Hayır Bilal Yarbayım. Laçin de bugün bu toplantı da olacak." Diyerek cevap verdi Okan Binbaşı. Amcalarımın kaşları hızla çatılırken, timdekilerin anlamaz bakışları üzerimdeydi.
Gözlerim istemsizce Destan Tim'inin üzerinde gezindiğinde, dudaklarımda halâ buruk bir tebessüm vardı. Onların gözleri ise beni tarıyor ve uzun zamandır görmedikleri için şaşkınlık yaşıyorlardı. Onlara kırgındım, hem de çok fazla.
Kapıyı biraz daha aralayıp Ajan'ların görünmesini sağladım. Önden ilk önce Orçun abi girdi. " Merhabalar." Diyerek içeri adım attığında, herkesin suratında ' bu da kim?' ifadesi vardı. Onun ardından Aldoza içeri girdi. Onu tanıyanlar olmalı ki, " Aldoza?" Diyen birkaç şaşkın sesi duymuştum. Pilot olduğu için tanınması normaldi. Onun arkasından Aziz girdi ve, " Selamünaleyküm." Dedi. Onun bu girişimine gülmek istesem de içimden gelmedi. Gülmek istememin nedeni bunu şiveli bir şekilde söylemesiydi. " Aleykümselam." Naraları duyulduktan sonra içeri Bahar girdi ve, " Lan bu Milli Kadın Boksörümüz değil mi?' diyen Azmi'nin sesi duyuldu. Anlaşılan onu tanıyan biri vardı.
Tanındığı için göğsü kabaran Bahar, " Ta kendisiyim bebek." Diyerek göz kırptı. Azmi utandığını belli etmek istemese de yanakları kızarmıştı. Bu hali çok sevimliydi. Son olarak içeri Mert abi girdiğinde, " Euzubillahiminneşeytanirracim." Diyen Behlül'ün sesi duyuldu. Onun arkasından Tarık abi'nin" Bismillahirrahmanirrahim." Diyen sesi ve Cümali'nin " Tövbe Bismillah." Diyen sesleri kulaklarımızı doldurdu. İlk bu üçlünün sesi duyulurken, hemen ardından buna benzer sesler de yükselmişti. Mert abi ise rahat bir şekilde, " Nabersiniz gençler?" Dediğinde Behlül'ün beti benzi atmıştı. Elimde olsa bu hâline kahkaha atardım.
" Hepiniz hoş geldiniz." Diyen Okan binbaşı, konunun dağılmaması adına boş sandaleyeleri gösterip, " Oturun lütfen." Dedi. Ajanlar, onlar için hazırlanan sandalyelere otururken, çoğu bakış hâlâ Mert Abi'nin üzerindeydi. Okan Binbaşı bana dönüp, " Gel Laçin." Dediğinde, kapıyı ardımdan kapatıp, Binbaşının yanına geçtim ve her birine baktım. Bakışlarım hızla kızıl kahve gözleri bulduğunda, bana beni çözmeye çalışır gibi bakıyordu. Bugün gerekli olan her şeyi öğrenecekti zaten. " Yeğenimin bu işle ne gibi bir alakası var Okan?" Diyen Ecevit Amca beni korumaya çalışıyordu. Aynı anda diğer Amcalarımda benzeri cümleler kurmuştu.
" Yine ne bok yedin?" Diyen bir sesi duyduğumda, sanki gönlüme büyük bir tekme indirmişlercesine bir hızla çarptı yüreğim. Bunu diyen kişi, Destan timinden Aykut idi. " Topla o ağzını, kırmayayım Asteğmen." Diyen Tuğrul'un sesiyle, çenesini kapatıp gözlerimin içine baktı. Ben ise sadece gülümsedim. " Tahmin ettiğiniz gibi Laçin bir işin içinde değil. Laçin, o işin ta kendisi." Anlamayan bakışlar ben ve Binbaşı üzerinde gidip gelirken, sanki en önemsiz detay buymuş gibi. " Biri Mert Komutanımın nasıl yaşadığını, milli boksörün, pilotumuzun, Orçun komutanımın ve tanımadığım şu hergelenin burada ne işi olduğunu söyleyecek mi?" Diyerek soran Behlül ile birlikte soru işaretleri bir kat daha arttı.
" Onlar Mit Ajanları." Diyerek ilk kez dudaklarımı aralayıp konuştuğumda, tüm bakışlar bana döndü. " Mert Komutanımız hiç şehit düşmedi. En başından beri Mit için çalışıyordu. Aynı şekilde Milli boksörümüz, Pilotumuz ve bomba imha uzmanimız Orçun abi ve Aziz de." Dediğimde şaşkın ifadeler bir kez daha arttı. " Sen bunları nereden biliyorsun?" Diye soran Fahri Amca'ya tebessüm ederek baktım. " Bir haine göre fazla şey biliyorsun." Diyerek sanki canımı daha fazla yakmak istercesine konuşan Aykut'a, " Üssünün emrini çiğneyip konuşuyor musun!?" Diyerek bağıran Tuğrul, sanki vaktinde bana olan inançsızlığının sinirini Aykut'tan çıkarmaya çalışıyordu. " Askerime emir vermeyi bırakmalısınız Yüzbaşı." Diyen Acar Yüzbaşı, dolaylı olarak askerinin hakkını gözetiyordu. " Askerine, yerine ve haddine göre konuşması gerektiğini söyle o zaman." Diyerek konuşan Tuğrul, öfkeli görünüyordu.
" Ne haininden bahsediyorsunuz siz?" Diyen Ceyhun amcayla birlikte, Öktem Tim'inin hiçbir şeyden haberi olmadığını bir kez daha anladım. " Her biriniz susup dinleyin!" Diyerek emir veren Okan Binbaşı ile birlikte, kavga dolu sesler anında kesildi. Bakışlarım hızla amcalarımı bulduğunda önce derince yutkundum. " Ben eski askerim." Amcalarımın yüzünden bariz bir şok dalgası geçerken, büyük ihtimalle bunu nasıl anlamadıklarını sorguluyorlardı. " Ne demek eski askerim?" Diyen Ecevit amcayla birlikte, boğazımdaki yumruyu yuttum. " 2022 yılında teröristler tarafından kaçırılıp işkenceye maruz kaldım. O dönemde üzerime bir iftira atıldı ve bu iftira, teröristlere bilgi sızdırdığım hakkındaydı." Tek seferde kurduğum bu cümle, yüreğime ağrıydı. " Beni hain ilan ettiler." Dediğimde, amcalarım bir şok daha geçirdi.
" Hain olmasan kimse hain olduğunu söylemezdi." Diyen Aykut'a, " Çeneni kes Aykut!" Diyerek bağırdım. Bu çıkışıma, " Kim olarak bu emri veriyorsun?" Dediğinde tam konuşmak için hazırlanan Tuğrul'a elimi kaldırıp, " Bu timlerin birleşmesini sağlayan Ajan olarak sana bu emri veriyorum!" Diyerek onu susturduğunda, şok dolu yüzlere bir yenisi daha eklendi. " Yeğenim hakkında, acaba daha bilmediğim neleri öğreneceğim?" Diyen Fahri Amca'ya özür dilercesine bir bakış attım.
" Ne demek Ajan?" Diyen Asena, şok olmuş ifadesiyle suratıma baktığında, uzun zaman sonra ilk kez gözlerimi ona değdirdim. " Buraya gelmem bir plan üzerine kuruluydu." Diyerek konuşmaya başladım ve gözlerimi ondan çektim. Her birine teker teker bakıp, " Askerlikten men edildikten kısa süre sonra, Mit tarafından şahsıma bir tebrikat gönderildi ve istekleri üzerine Ajan oldum. 4 yıldır Ajan olarak belli başlı yerlerde görev yapıyorum." Omuzlarımı dikleştirip cümlelerimi bir bir dile getirdiğimde, şaşkın yüzler bana bakıyordu.
Gözlerimi Kopuk Tim'inin üyelerinde gezdirdim. " İçinizde bir hain vardı ve bende o haini bulmak için buraya gönderildim." Dediğimde, başra Tarık abi olmak üzere, Tuğrul hariç hepsinin suratında şaşkın dolu bir ifade vardı. " Saçmalama kardeşim. Hangimiz o kansızlığı yapabilir?" Diyerek soran Tarık abiye, burukça baktım. " Bende öyle diyordum. Lakin bazen düşman, en yakınımızdaki oluyor Tarık Üsteğmenim." Bakışlarım Asena'nın gözlerini gördüğünde, " Öyle değil mi Asena?" Dedim. Yutkunarak bana bakan kız, " Evet, öyle." Dedi. Bakışlarımı ondan çekip tekrar herkesin yüzüne baktım.
" Aranızdaki hain o kadar profesyoneldi ki sizi tam bam telinizden vurdu." Diyerek tekrar Kopuk Tim'ine baktım. Gözlerim Tarık abiyi buldu, " Senin," Omar'a baktım. " Senin," Tuğrul'a baktım. " Senin," Cumali ve Azmi'ye bakıp," Sizin kız kardeşiniz oldu." Yüzleri anında kireç gibi solarken, gözlerim Behlül'ü buldu. Başını iki yana sallayarak bana bakması üzerine, yüreğim onun için bir kez daha acıdı, " Senin ise aşkını kullandı." Dediğimde, nerede olduğunu umursamadan gözlerine dolan yaşı düşürdü. Gözlerim Asena'yı bulduğunda, " Her insan böylesine kudretli bir ismi taşıyamaz. Sen bu isme layık değilsin Asena. Bu ismi hiç hak etmiyorsun." Dediğimde, boğazındaki yumruyu yuttu. " Ne saçmalıyorsun?" Diyerek ayaklandığında, gözlerim onu sadece izledi.
" Beni hain olmakla suçlayamazsın." Gözleri Tarık abi'yi buldu. " Abi buna inanmayacaksınız değil mi?" Dediğinde, Tarık abi yüzünde hiçbir duygu belirtmeden öylece suratına baktı. Gözleri Adem'i bulduğunda, " Sen bana inanıyorsun değil mi?" Dedi, lakin Adem, " İlk gün ne söylediğimi hatırlıyor musun?" Dedi ve Asena'nın gözlerinin içine baktı. Asena ise başıni iki yana sallayarak onu red etti. " Sana güvenmediğimi söyledim. Ama gerçekten bravo ki beni kendine inandırdın. O leşleri indirirken zevk aldığını düşündüm. Lakin bu sadece bir tiyatroydu." Asena yutkunarak Tuğrul'a baktığında, " İçimizde bir hain olduğunun farkındaydım." Diyerek gözleri yerde bir şekilde konuştu Tuğrul. " Senden hiç şüphelenmedim çünkü kız kardeşimdin, yapmazdın." Gözlerini kaldırıp Asena'ya baktı. " Ama hain olmaya en çok da sen yakındın." Tuğrul aslında haini bulmuştu ama dile getirmeye gücü el vermiyordu.
Asena tam bir kez daha ağzını açacaktı ki, " Seni orospu!" Diyen Bahar'ın sesi ve hemen ardından da Asena'nın yüzüne yedirdiği yumruğun sesi duyuldu. " Amına kodumun orospusu! Ne hakla bu ismi taşıyorsun lan sen!" Bir yumruk daha Asena'nın suratına geçirdiğinde, Destan timinden birkaç kişi onu Asena'nın üzerinden aldı. " Bırakın lan!" Diye bağırıp kendini çekiştirdi lakin onca erkeğin gücüne karşılık bir şey yapamadı. " Hay amına koyayım! Buradaki herkesten beklerdim ama adı Asena olan senden değil lan!" Diyerek bağırdığında, aslında bir çok kişinin iç sesiydi.
" Askerler!" Diye seslenen Okan binbaşının sesiyle birlikte içeri iki asker girdi, " Götürün bunu!" Diyerek Asena'yi gösterdiginde. Askerler Asena'nın koluna girerek onu buradan çıkardılar. Tabi bu sırada Asena'nın ben masumum diyen haykırışları da duyuluyordu. Ben de en çok o masum olsun isterdim, lakin en çok o haindi.
" Kardeşim dedim lan." Diyen Tarık abi büyük bir hüznün kucağındaydı. " Hepimiz dedik Erli." Diyen Tuğrul, buranın yeri ve zamanı olmadığını belirtircesine konuşmuştu. " Şimdi ne olacak Binbaşım?" Diyerek Binbaşıya döndü Tuğrul. Binbaşı ise bana döndü, " Devam et." Başımı sallayarak Binbaşıyı onayladım. " Asena'nın hain olduğuna karşı delillerin hepsi, fotoğraflar dahil olmak üzere masanın üzerinde. İsteyen inceleyebilir." Diyerek masanın üzerindeki belgeyi gösterdim. " Bir flash bellek de bulunmakta. İçindeki videoyu izlersiniz." Dediğimde, Tarık abi dosyayı eline almıştı bile.
" Şimdi." Deyip üç tim ve Ajanlara baktım. " Bundan sonra hepiniz berabersiniz. Aranan bir zanlımız var ve siz o zanlıyı bulmakla yükümlüsünüz. Öktem Timi operasyonun planını yapıp koordinasyonları belirleyecek. Destan ve Kopuk Timi saldırı pozisyonundaki Tim olacak. Ajanlarımız ise, onların inine onlardan biri gibi girecek. Okan Binbaşı size daha detaylı anlatır." Dediğimde, şaşkınlığından kurtulan Behlül, " Sen? Neden kendini dahil etmiyorsun?" Diyerek sordu. Ben ise ona burukça tebessüm edip, " Benim buradaki görevim bitti. Hem Ajanlık hem de hemşireliğim. Alay Komutanlığında ki görevim bittiği için, buradan gideceğim. Gerisi sizde." Dediğimde, Kopuk Tim'inin yüzünde bariz bir hüzün vardı. " Sadece bir görev için mi geldin?" Diyen Tuğrul'a , " Ben hiçbir zaman hain olmadım. Üzerime atılan iftira ve yapılan fotomontajlara rağmen, ben hiçbir zaman hain olmadım. Mit bana inandı ve Ajan'ı yaptı. Ve bende görevim bitene kadar onların Ajan'ı oldum. Son görev yerim burasıydı ve bitti." Dediğimde gözlerindej kimsesizliğin rüzgarı geçti.
Laçin Sağdıç, hiç gelmemiş gibi gidecekti.
Hayatlarına bir anda girdiğim gibi, bir anda çıkacaktım. Tam bugün ve şuan...
🇹🇷
Yeni bölümde görüşürüz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.66k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |