21. Bölüm

19: Bir Şehit Bin Ağıt

sema
erlsema

~Ben ölürsem

Saçlarını yolma gayrı

Yolma leyli leyli

Yolma leyli leyli~

Zeynep Baksi Karatağ & Fırat Çelik

~

Niye Çattın Kaşları

🇹🇷

 

TUĞRUL GANİEV

 

Bir insan en fazla kaç kere ölebilirdi?

Bir Türk Askeri; sayısız defa ölür, sayısız defa dirilirdi.

Ölüm bizim için o kadar normal bir şeye dönüşmüştür ki, canımız bedenimizden ayrıldığında ' neden öldük? ' diye sorgulamazdık. Zira biz Türk Askerleri, ölmek için doğuyorduk. Elbet her insan, ölmek için doğardı. Lakin bir Türk Askeri, ona kefen biçilen zamandan daha evvel ölmek için doğardı. Yine Yaradan'ın takdiriydi. Belki de Vatan uğruna yol gezdiğimiz dağlarda, şehitlik hiç nasip olmazdı. Lakin bu gönül, şehitlik için atıp dururdu.

Yaradan'dan iki dileğim vardı. Birinci hiç şüphesiz, 22 yıllık sevdam. İkincisi ise şehitliğim. Allah bana, şehadetsiz bir şehitliği nasip etmesin. Hiçbir Askerimize bu nasip olmasın. Şehadet şerbetimiz dudaklarımızdan dökülürken, Önderimiz olan Atamızın izinden gitmeyi, Vatan'ı koruyabilmeyi yaradan bize nasip etsin.

Yüzümdeki puşiyi biraz çekiştirerek gözlerimin önünü açığa çıkardım. Puşi yukarı doğru çıktığı için bakış alanım daralmıştı. Bundandır ki puşiyi biraz aşağı indirmiştim.

Namlunun ucuyla etrafı gözetlerken, aklımda dolanıp duran bir düşünce, yüreğimde garip bir his vardı. Beni içten içe sömüren bir his... Nedeni meçhul olan bu his, kötü bir şeyin habercisi gibiydi. İçime dolan bu huzursuz hissi bir tarafa atıp gözlerimi daha da diktim, bu sonu belirsiz topraklara.

" Komutanım." Diyen Tarık abinin sesini duyduğumda, bakışlarım hâlâ mercekte, " Söyle, Erli." Dedim ve izlemeye devam ettim dağları. " Aykut denen piç sizden şikâyetçi olacağını söylüyormuş." Alaylı bir gülüş dudaklarımdan kaçtığında, dağın tepesinde görünen bir bedene sıktım ve leşi dağdan aşağı doğru yuvarlanarak yeri buldu. " Canı bir posta daha dayak istiyorsa hiç sorun yok. Ellerim çok kaşınıyor zaten." Dediğimde, Tarık abi güldü. 3 hafta önce, operasyona çıkmadan evvel Aykut denen Asker'i dövmüştüm. Nedeni barizdi. Dile getirmeye lüzum yoktu.

Tabi bunu yaparken Askeriye sınırları içerisinde olmamaya özen göstermiştim. Ama anlaşılan o ki bu piçin canı bir kez daha dayak istiyordu. Sorun yoktu. Zevkle döverdim. Zira Laçin'e dediklerini hâlâ unutabilmiş değildim.

" Kopuk 1." Diyerek seslenen Acar Yüzbaşı'ya, " Destan 1." Diyerek döndüm. Yaklaşık 3 haftadır, bu iki tim beraberdi. İlk operasyonumuzu gerçeklestirmiştik ve umuyorduk ki yakın sürede Vatanımızın topraklarına dönecektik.

Bize biçilen süre 1 aydı. Lakin bu operasyonun gidişi belki de 1 aydan fazla sürebilirdi. Elbet bize bunu zaman gösterecekti. Lakin şuan yaptığım gözleme dayanarak söyleyebilirim ki, olağanüstü bir şey yaşanmadığı müddetçe operasyon uzayacaktı. Laçin'i bekletmek hoşuma gitmese de, Vatan beklemezdi. Her şey bekleyebilirdi, lakin Vatan beklemezdi.

" Vaziyet nedir, Kopuk 1?" Bu adamın kendini benden üstün sanması sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Şu üç hafta da ona hakaret etmemek adına kendimi zor tutmuştum. Zira ikimizde aynı rütbedeyken, kendini benden üstün sanması pek de olabilir bir şey değildi. " Kopuk Tim'inin olduğu yerde, vaziyet her zaman iyidir, Acar Yüzbaşım." Diyerek ona gerekli cevabı verdiğimde, yanımdaki Tarık abinin alaylı gülüşünü duydum. " Güzel, Kopuk. Lakin unutma ki bu dağlara Destan çıkmışsa, Destan yazmadan da inmez." Neyin gururunu yapıyordu bu adam? Anladık, edebiyat yapmaya çalışıyor lakin neyin havası bu?

" Aynen Yüzbaşım. Şimdi izninizle mesleğimi layığıyla yerine getireceğim, siz de lütfen askerlerinizle ilgilenin." Dedikten sonra mikrafonu kapatıp gözüme kestirdiğim leşi yere serdim. " Kopuk 4 ve 5." Dediğimde aynı anda Omar ve Cümali'nin sesi duyuldu. " Emredin, Komutanım." Dediler. " Aşağı inin ve indirmeye başlayın, aslanlarım." Dedim.

Normal şartlarda Kopuk 5, Asena idi. Lakin bize yaptığı hıyanetten sonra, onun burada yeri kalmamıştı. Henüz dosyaları doğru dürüst inceleme fırsatımız olmadan göreve gönderilmiştik. Dahası Asena'nın sorgusunu da yapmamıştık. Şu operasyonu sapasağlam bir şekilde bitirelim de, Asena'nın da ifadesini alırdık.

Zira bizim alacağımız sorgudan sonra MİT'in yanına gönderilecek ve belki de Laçin'in gördüğünden daha ağır işkencelere maruz kalacaktı.

İnsanın canı yanıyordu.

Kardeşim dediğin insanın, bir anda seni sırtından vurması çok koyuyordu. Gerçeği Asena bunu yıllardır yapıyormuş da bizim haberimiz yokmuş... Kız resmen bizi parmağında oynatmıştı. Tâ ki ben içeride bazı şeylerin yanlış gittiğini fark edene kadar. Aslında Hain'in kim olduğu belliydi. Hain'e en yakın olan kişi de belliydi. Lakin yine de yediremedim bunu kendime. Önüme zaten hazır bir hain konulmuşken, kardeşime bunu yakıştırmak istemedim. Bu da benim karaktersizliğim oldu. Sevdiğim kadına hainliği o kadar kolay yakıştırmıştım ki, 22 yıllık sevdam bile bana kin gütmüştü. Laçin'den bahsetmiyorum bile... Hakkı olan intikamı bile doğru dürüst alamadı kurban olduğum. Bir ay boyunca yüzüme bakmaması beni içten içe kahrederken, aslında intikamını uygulamaya yeni başlamış olduğunu fark etmiştim. Lakin ne onun ne de benim hesap edebildiğim bir şey vardı ki, o da onun mesleğiydi.

Yapmak zorunda olduğu şeylerden dolayı ve belki de sevdasına kıyamayışından dolayı beni affetmişti. Belki içten içe bana karşı bir öfkesi vardı, bilmiyorum. Lakin bana gösterdigi tek şey, o bir gece ve sabahında sevgi olmuştu.

Onu özlüyorum.

Operasyonun bir an evvel bitmesi ve onun yanına gidip sarılmak için can atıyordum. Allah'ın izni ile döndüğümde onu isteyecektim. Tüm ailesinden teker teker istemek zorunda kalmam dışında bir problem yoktu. Gerçeği bu benim için bir problem sayılmazdı çünkü sevdiğim benim olacaktı. Kim olduğu fark etmeksizin istediği herkesten isterdim onu. Tabii eminim ki içten içe, Aker Komutandan onu istememi isterdi. Elbet bende onu babasından istemeyi isterdim, lakin kader bize neyi nasip kılmışsa onu yaşıyorduk.

"Ben bir göçmen kızı gördüm tuna boyunda." Diyerek mırıldanıp birer birer indirdim leşleri. Destan Timi de bizimle birlikte teker teker indirmeye başladı leşleri. "Elinde bir besli kuzu hem kucağında." Diyerek bana eşlik etti Tarık abi. O görmesede dudaklarımda tebessümle aynı dizeyi bende dile getirdim. "Doğru söyle göçmen kızı annen var mıdır?" Diyen Tarık abi, hemen ardından bir bir indirdi leşleri. Ben de ona eşlik ederek indirdim bir bir kansızları. "Ne annen var ne babam var kalmışım öksüz." Dedim onun arkasından ve şarjörümü yenileyerek tekrardan yerleştim yerime. Aynı kelimeleri Tarık abi de dile getirirken, bir süre sessiz kaldık. Sonrasında dudaklarımda buruk bir tebessümle, " Sen bir öksüz ben bir garip alayım seni." Dedim.

İkimiz de hem öksüz, hem de yetim çocuklardık. Elbet anamız ve babamız olan insanlar olmuştu. Lakin esasında biz, öksüzdük. Laçin iki kere öksüz kalmıştı. Onun acısı daha büyüktü elbet...

Tarık abi benim ardımdan cümlesini dile getirdiğinde, bir daha devam etmedik şarkıya. Zira yüreğimize bir taş oturtmuştu bu şarkı. " Komutanım." Diyerek bana seslendi Tarık abi, bir leşi yere sererken. Bende tıpkı onun gibi, bir kayanın ardına saklanmış olduğunu gördüğüm bir leşi yere serdim. " Söyle, Erli." Dediğimde, art arda leşleri yere serdi. Ardından, göz ucuyla gördüğüm kadarıyla güldü. " Bir abi olarak, senden bir şey isteyeceğim Tuğrul." Dediğinde, kaşlarımı çatarak ona döndüm. " Söyleyeceğin şey, başım gözüm üstünedir abi." Dediğimde, silahını yasladığı yerden kaldırıp tamamıyla bana döndü. " Olur da şehit düşersem-" dediği sırada, hızla sözünü kestim. " Şehit düşmek için henüz çok erken abi. Sen bana daha lazımsın." Tarık abi, benim hem bir ağabeyim hem de sağ kolumdu. Onsuz hareket etmezdim. Bir plan yapılacaksa, beraber kurardık bu planı. Ve yine beraber uygulardık. O, hep benim sağ yamacımdaydı, hep de öyle kalacaktı Allah'ın izniyle.

" Biliyorum abim." Tarık abi ilk kez gözlerime acılı bir ifade ile baktığında, içindeki kasvetli his yayıldıkça yayıldı. " Fadime'm, kızım Tuğçe ve Laçin..." Gözlerimin içine yalvarırcasına baktı. " Olur da şehit düşersem... Gözüm arkada kalmasın, Tuğrul. Karım ve kızımı sana emanet ediyorum. Biliyorum ki en iyi sen yanlarında olursun. Laçin..." Bir elini omzuma atıp, " O kızın yüreği evvelden yaralı aslanım... Mutluluğa hasret kalmış." Dudaklarındaki tebessümle gözlerime baktı, " Onu mutlu et. Dinlemeden yargılama, kavga etseniz dahi, bekle. Bekle ki kendini açıklasın... O benim kız kardeşim. Olur da şehit düşersem kardeşim, ailem sana emanet." Yutkunarak Tarık abiye bakakaldığımda, " Şehit olursam, beni silah arkadaşlarımın yanına gömün." Dedi ve gözlerini başka tarafa çevirip yutkundu.

" Sözüm olsun abi. Karın ve kızın, benim ailemdendir. Laçin ise... O zaten benim evim." Dudaklarındaki tebessümle yüzüme baktığında, iki kere omzuma vurdu. " Ama bil ki sen şehit olmayacaksın. Henüz çok erken Tarık Erli!" Dediğimde güldü ve silahını elleri arasına alıp ayaklandı. Ben de onun arkasından ayaklanırken, düşündüğüm bir şey vardı. Umuyordum ki, bugün hiçbir askerimi şehit vermezdim.

Tarık abi, eski timinde katıldığı operasyonda, dört tim arkadaşını şehit vermişti. Bundandır ki, eğer şehit düşerse, silah arkadaşlarının yanına gömülmek istiyordu. Bunun sözünü ona vermemiştim ama o söylemese dahi yapacağım bir şeydi...

Küçük ama seri adımlarla, dağların arasından gezdik. " Komutanım." Diyerek seslenen Omar'ın sesini duyduğumda, " Söyle Kopuk 4." Dedim. O ise kısa bir sürenin ardında, " Burası temiz." Dediğinde, o görmese de dudaklarımda bir tebessüm belirdi. Zira Türk Askeri'nin olduğu yerde, bir bölgenin temiz olmaması gibi bir olanak yoktu. " Behlül ve Azmi'ye yardım edin." Dediğimde, " Emredersiniz." Diyen sesini duydum ve bir daha da sesini çıkarmadı. Ben ve Tarık Abi beraber ilerlerken, bir yandan da etrafı gözetliyorduk.

" Şu operasyon bir bitsin de, düğün yüzü görelim." Diyerek benimle konuşan Tarık abiye, puşiden görünmese de tebessüm ettim. Yakın zaman içerisinde düğünüm vardı. Ben ve Laçin'in düğünü... " İnşallah abi." Dediğimde, " Kardeşimi üzersen, şehit dahi olsam sana dadanırım Tuğrul. Bunu bir askerin olarak değil, bir ağabey olarak söylüyorum." Dedi. Ona tek kelime sözüm olmazdı, yoktu da zaten. " O isteme de bende olacağım. Abisinden de iste kardeşini." Diyerek göğsünü kabarttığında, isteyeceğim kişi sayısının artmış olduğunu fark ettim.

Bu kızın neden bu kadar fazla seveni vardı?

Tim arkadaşlarımı bile almıştı benden. Şikayetçi miydim, tabii ki hayır. İstediği kadar dost edinebilirdi, netice olarak geleceği kollar, benim kollarımdı. " Abi." Dediğimde, operasyonda olduğumuzu dinlemedim. Çünkü tam şuan, kardeşi olarak ondan bir şey isteyecektim. " Söyle, Tuğrul." Dediğinde, bir kayanın arkasına geçtim ve namlunun ucuyla etrafı gözetlemeye başladım. " Olur da ben şehit düşer, sen yaşarsan." Göz ucuyla ona baktım, " Laçin'de sana emanet." Dediğimde, göğsünü kabartarak, " Sen demesen dahi, o benim emanetimdir zaten." Dediğinde dudaklarımdaki tebessümle, dağları gözetlemeye devam ettim.

Şehit düşersem, hiç şüphesiz timdekiler onunla birlikte olurdu. Başta Tarık abi olmak üzere, Omar ve Behlül'de onunla birlikte olurdu. Bunu biliyordum. Bu dördünün kendi aralarında bir bağları vardı. Benimle olandan daha farklı bir bağ... Hangi kelime o bağı açıklamama yeter, bilmiyorum. Tek bildiğim, onların birbirine kenetli olduğuydu.

" Komutanım!" Diyerek seslenen Cümali'nin sesiyle, " Söyle, Kopuk 5." Dediğimde, aynı anda silah sesleri yükseldi. " Desteğe ihtiyacımız var." Diyen Cümali'nin sesi kısık kısık geliyordu. " Bekleyin, geliyoruz." Dedikten hemen sonra, Tarık abi'ye döndüm. " Gidiyoruz, Erli." Dedikten hemen sonra, namlumu arka tarafa doğru çevirip, geldiğim yönü tekrardan dönmeye başladım. Dizlerim hafif çökük, silahım ellerimde, namlum karşıya bakacak şekilde dikkatli adımlarla ilerleyerek, her bir adımımı kontrolle attım. Hemen arkamdan da Tarık abi geliyordu. Arada kayaların arkasına saklanıyor, bakamadığımız yerlere daha dikkatli bakıyorduk.

Silah seslerinin daha da artmasıyla, içimden küfürler ettim. Şu operasyonu da hayırlısıyla, yara bere almadan, şehit vermeden bitirseydik çok iyi olacaktı. Ardına geçtiğimiz kayanın arkasından çekilip tekrardan ilerlemeye başladık. Aynı anda da dikkatli olmaya çalışıyorduk.

Silah sesleri bir kat daha arttığında, " Komutanım!" Diyen Tarık abi, beni kolumdan tuttuğu gibi kenara çekti. Az önce olduğum yerden bir kurşun geçtiğinde, bunu nasıl fark edemediğimi sorguluyordum. " Sağ ol, Erli." Dedikten hemen sonra, koşar adım diğer kayanın arkasına geçtim ve namlunun ucunu kayanın kenarından uzattım. Cümali'lerin olduğu bölgeye yaklaştığımız için kurşunlar bize de isabet etmeye başlamıştı.

Namlunun ucuna kestirdiğim bir leşi yere serdiğimde, aynı hızda Tarık abi de benimle birlikte vurdu. " Komutanım!" Diyen Cümali'nin sesini bir kez daha duyduğumda, " Geldik, aslanım." Deyip bir leşi daha yere serdim. " Behlül vuruldu, Komutanım!" Diyerek kulaklığa doğru konuştu bir kez daha, Cümali. Duyduğum cümleyle derin bir soluğu ciğerime çekip, bir el daha ateş ettim. " Ağır bir yara mı?" Dedikten sonra, tekrardan kayanın arkasına geçtim ve biraz bekledim. Cümali'den ses gelmeyince, kulaklığa doğru, " Kopuk 7 ne vaziyette, Kopuk 5?" Diyerek sordum. Tarık abi de benim gibi kayanın arkasına geçtiğinde, bakışları direkt beni buldu. " Kopuk 5?" Diyerek sordum bir kez daha. Lakin yine bir ses gelmedi. " Cümali!" Dediğimde, " Ağır yaralı, Komutanım." Diyen sesini duydum.

" Sikeyim!" Dedikten hemen sonra, " Neresinden vuruldu, ne kadar süre dayanabilir?" Diyerek sorduktan sonra, namlumun ucunu tekrar kayanın kenarından uzattım ve vurmaya başladım. " Sol göğüs kafesinden. Çok dayanamaz, Komutanım " Diyen Cümali, her ne kadar sesini soğuk tutmaya çalışsa da tim arkadaşı yanında can çekişirken bunu yapamıyordu. " Onu güvenli bir yere çek ve yarasına tampon yap. Geliyoruz birazdan." Dedikten sonra tekrardan kayanın arkasına geçtim ve, " Destan 1." Diyerek konuştum. Anında Acar Yüzbaşı'dan ses geldi. " Kopuk 1?" Dediğinde, " Bulunduğumuz bölgeye gelmelisiniz. Acil desteğe ihtiyaç var." Dediğimde, " Burası da pek iyi vaziyette değil, Kopuk 1." Diyen sesini duydum. Bu duruma küfürler edip, " Ağır yaralı var! Mümkün olan en kısa sürede konumumuza gelmenizi arz ediyorum." Dedikten sonra tekrardan kayanın arkasından çıktım ve ateş etmeye başladım.

" En kısa sürede gelmeye çalışacağız, Kopuk 1." Diyen sesten sonra, art arda ateş ettim görünen kansızlara. " Behlül'ü sağ döndürmezsek önce Okan Binbaşı, sonra da Laçin ağzımıza sıçar." Diyerek konuştum Tarık abiye doğru. Bana doğru gülen Tarık abi, " Behlül ile olan dostluklarını biliyorsan, o çocuğu korumak da zorundasın." Dedi. O ikisi bambaşka bir boyuttaydı. Laçin, ben ve Omar ile daha öncesinden tanışık olmasına rağmen, Behlül ile daha yakındı. Belki bunu dile getirmiyordu, lakin kendini en çok ona yakın hissediyordu. Bunu davranışlarından anlayabilirdiniz. Zira bir yerden kaçacak olsa, direkt Behlül'ün koluna girer, oradan tüyerdi.

Şimdi, eğer ki ben bu çocuğu ona sağ salim götürmezsem, eminim ki büyük bir yıkım yaşayacaktır. Çünkü, Behlül ile birlikte acılarını alaya alıyordu. Onları görmezden geliyordu, bir kişi daha hayatından çıkarsa... İşte o zaman, bu kızın dayanacak daha fazla takati kalmazdı. Bundandır ki, yarası her ne kadar ağır olsa dahi, Behlül'ü ona sapasağlam götürecektim.

 

BEHLÜL TAHTACI

 

" Asteğmen Behlül Tahtacı, emirlerinize hazırdır komutanım!"

Buydu, babamın timinde asker olduğum zamanda kurduğum ilk cümle. İlk timim, babamın timiydi. Heyecanlıydım. İlk operasyonuma, babam ile beraber çıkacaktım. Neticede kime nasip olmuştu, babasıyla bir operasyona katılmak? Çok nadirdi.

İlk görev yerimde başarısız oldum. Babam dahil, timdeki iki kişinin daha şehit düşmesine neden oldum. Ben, bir bomba imha uzmanı olarak, ilk görevimde başarısız oldum. Eğer ki o ikinci bombayı fark etseydim, belki de babam ile birlikte operasyonlara katılmaya devam edebilirdim. Keşke o gün babam bana dışarı çıkma emri vermeseydi de, onunla birlikte şehit olsaydım. Bunu birçok kez istedim. Ölümün kıyısına geldiğim çok an oldu ve ben o anlarda, hep ölmeyi diledim. Zira babamı şehit verdiğim gerçeği aklımdan bir türlü çıkmıyordu.

Ellerimde, babamın kanı vardı.

Ben bu sebepten dolayı, annemin yüzüne bile bakamıyordum. Ondan eşini, dostunu, yol arkadaşını almıştım. Nasıl olurdu da yüzüne bakabilirdim? Belki yıllar geçmişti üstünden, lakin anneme karşı olan mahcubiyetim hiç dinmiyordu. Ben annemi en son babamın cenazesinde gördüm... Sonrasındaysa bir gün olsun karşısına çıkmadım, utancımdan. Beni merak edip arıyordu. Konuşuyordum elbet onunla. Lakin hiç karşısına çıkmadım.

Keşke çıksaydım. Zira şuan, annemi görmeyi çok isterdim. Belki de son nefesimi alıyordum, bilmiyorum. Lakin keşke bunca yıldır, annemden kaçmak yerine onun karşısına çıksaydım. O güzel ellerinden öpüp, cennet kokusunu içime çekseydim. Annemi özlememe rağmen, onu görmeye gitmiyordum. Hep kaçıyordum, keşke kaçmasaydım.

Elimi sol göğüs kafesime bastırıp, yanı dibimde bekleyen Cümali'ye baktım. Onun da gözlerindeki korkuyu görmek, dudaklarımda silik bir tebessümün oluşmasına neden oldu. Ben zaten bir ölüydüm. Bu laubali hâlim, belki de hayatı ciddiye almadığımı gösteriyordu. Lakin ben, hayatı fazlasıyla ciddiye alıyordum... Hele ki sevdiğimin gerçeğini öğrendikten sonra, hayata karşı olan o gram umudum da yıkılmıştı.

Asena, benim için zifiri karanlıkta yanan küçük bir mum ışığı gibiydi. Az da olsa bir ışık vardı. Hayata dönebilirdim, eğer ki Asena'nın gerçeklerini öğrenmeseydim... Ben onun gerçeklerini öğrendiğimde, o ufacık ışıkta söndü ve ben zifiri karanlığın ortasında bir başıma kaldım...

İnsanın sevdiğinin olması güzeldi, hem de çok güzeldi... Lakin sevdiği can yakıyorsa, o sevgi azap olup yüreğinize mıhlanıyordu. Kan ağlatırdı o sevgi. Sizi yıpratır, düşüncelere boğardı. Çok kez düşündüm. ' Hiç mi sevilmeye layık değilim?' dedim kendi kendime. Hep kabahati kendimde aradım. Meğerse en büyük kabahat, ondaymış... Ben öyle ki, onun gerçeğini öğrenmeme rağmen, ona tek bir toz bile konduramıyordum. Nasıl kondurayımdı? Ben onu bu kadar çok severken, nasıl tek bir damla kötülüğü ona yakıştırırdım?

Onun gerçeğini biliyordum, lakin sevgimi de biliyordum... Kalbim dururken, mantığım pek işlev görmüyordu. Belki ben yanlış kişiyi sevmiştim, lakin ben sevmiştim. Evet, onun kabahatini bilmeyerek sevmiştim onu. Lakin yine de sevda, insanı yanlışlarına rağmen sevmek değil midir? Bir kansızı nasıl seviyorsun, demeyin bana. Bu yürekti, kimi seveceğini bilemezdi. Zira sevgiyi de kolay kolay kalpten kovamazdınız. Hele ki bu sevda, yıllara sığınan bir sevdaysa...

Ona olan sevgim, benimle birlikte toprağa gidecekti. Eğer ben bugün kurtulamazsam, hâlâ onu seviyorken, sevgimle birlikte toprağa emanet edilecektim. Behlül, Asena'sını çok sevdi. Lakin Asena, Behlül uğruna yanlışından vazgeçemedi.

Beni sevseydi ve bu yanlıştan vazgeçseydi... Öyle yapsa ne olurdu? Adı bile en çok bu Vatana, bu yüreğe yakışırken, yaptığı yanlıştan vazgeçseydi, ne olurdu?

"Bülbülleri har ağlatır aman." Dedim boğuk ve kısık çıkan sesimle, bana dönen Cümali, " Bir şey mi dedin kardeşim?" Dedi. Dudaklarıma bir tebessüm kondurup, " Âşıkları yar ağlatır." Dedim ve acıyla inleyip, " Kardeşim." Dedim kısık çıkan sesimle. Yanıma kadar gelen Cümali, yarama tampon yapıp, " Yorma kendini kardeşim. Bak Komutan da geldi. Çıkaracağız seni buradan." Korkuyordu, lakin belli etmiyordu. Korkacak ne vardı ki? Alt tarafı Vatan uğruna şehit olacaktım. " Hak-" dediğim sırada boğazıma kadar gelen sıvıyla yana doğru döndüm ve kusmaya başladım.

" Sikeyim!" Diyerek bağıran Cümali, kustuğum kana baktı. Yolun sonundaydım galiba... " Cümali." Derken, gözlerim yavaştan kararmaya başlamıştı. " Sakın, sakın uyuma kardeşim!" Diyerek bağıran Cümali, bir yandan yanaklarıma vurarak beni uyutmamaya çalışıyordu. Diğer yandan ise yarama tampon yapmaya devam ediyordu. " Hakkınızı helal edin." Dedim zar zor çıkan sesimle, Cümali ise titrek çıkan sesiyle, " Saçmalama oğlum! Sen yaşayacaksın, yok öyle kolay kolay şehit düşmek!" Diyerek bağırdı. Kısık gözlerim, silik tebessümümle yüzüne baktığımda, korku dolu çehresinden bir damla yaş düştü. " Ben helal ettim." Dedim ve canımın acısıyla birlikte yüzümü buruşturdum.

" Komutanım ve Laçin'e bir ömür mutluluklar." Dedim arada nefeslenerek. " Ben mutlu olamadım... Kardeşim mutlu olsun." Dediğimde, Cümali benim yerime akıttı yaşlarını. " Ağlama oğlum." Dedim gülmeye çalışarak. Lakin bu yaptığım canımı yaktığı için yüzümü buruşturarak, " Allah'ın seversen, ağlama." Dediğimde, aklımda olan tek kişi, annemdi. Naaşım, onun kapısının önüne gidecekti. Önce babam, şimdi ben... Yaşlı yüreği bu iki acıya nasıl dayanacaktı, hiç bilmiyorum.

" Eşhe-" dediğim sırada, acıya dayanamayan bedenim, yavaş yavaş geriye çekildi. Gözlerim kapanırken, duyduğum Cümali'nin sesi, " Behlül!" Diyerek haykırıyordu.

Şehadet şerbetini içmeye ant içtim, lakin şehadetimin henüz başında, canım bedenimden gitti.

Behlül'ün hikâyesi, buraya kadardı. Sevdası da, hasret kaldıkları da onunla birlikte ölmüştü. Ve yakın zamanda, toprağın altında kalacaktı...

 

TUĞRUL GANİEV

 

Koşar adımlarla, Cümali'nin sesine doğru ilerlemeye başladığımızda, bir yandan da bize doğru ateş edilen mermilerle baş etmeye çalışıyorduk.

Ne olursa olsun, o çocuğu yaşatacağım. Ölüme bir adım kadar yakın dahi olsam, o çocuğun ölmesine izin vermeyeceğim!

" Erli!" Diyerek bağırdığımda, karşı tarafta duran Tarık abi, " Emredin Komutanım!" Diyerek bana seslendi. " Behlül'ü alıp çık buradan!" Diyerek emir verdiğimde, " Emredersiniz!" Dedikten hemen sonra saklandığı kayanın arkasından çıkıp koşar adım mağaranın içine doğru ilerledi. Ben ise ona ateş edecek olanları bir bir indirdim, arkasından.

Kopuk, ölüme her ne kadar yaklaşmışsa, bir o kadar da uzaktı ölüme. Şehit vermeyecektim. Bugün ne olursa olsun, şehit vermeyecektim. Bu timdeki herkesi kanlı canlı bir şekilde ülkeme götürecektim. Bekarların mürüvetlerini görecek, evli olanları ise eşlerine ve çocuklarına emanet edecektim. Ben, timimden kimseyi şehit vermeyecektim. Yaradan bana o izni verdiği müddetçe, Kopuk timinden kimse, şehit düşmeyecekti.

" Yolunda şehit düşeyim!" Diyerek bağırdı Omar, " O kanlı şerbetinden içeyim!" Diyerek ona eşlik etti Azmi. Sadece üçümüz kalmıştık. Destan henüz gelmemişti. Adem ise cezalı olduğu için operasyonlara katılamıyordu. " Canım al canın olsun!" Diyerek onlara eşlik edip, bir bir indirdim kansızları.

Okuduğumuz dizeler, Kopuğun yazdı bir şiir, bir destandı. " Sevdamı kör et kızılında!" Diyerek bağırdı Omar ve art arda ateş etti. " Kefenimden beyaz olsun, Ay ve Yıldızın!" Diyerek eşlik ettim ona ve aynı anda leşleri indirdim. " Toprağım bol olsun, feleğin narında!" Diyerek bağırdı Azmi ve o da çömeldiği yerden vurmaya devam etti. " Sana sevdalıyız Boz kurdum," dedi Omar, " Sana şehit oluruz, Boz kurdum!" Diyerek devam ettirdim ve son dizeyi ise Azmi dile getirdi, " Kanımı toprağına yâr ederim Boz Kurdum!" Aynı anda hem kansızları bir bir vurmuş, hem de şiirimizi dile getirmiştik.

Bu dizeler, uzun süreli bir operasyonda ortaya çıkmıştı. Her bir cümle, bir kişiye aitti esasında. Lakin şimdi bu tim, tam değildi. Bundandır ki şiirimiz de yarımdı. Lakin yine de şiirimizi dillendirmiş, bir bir vurmuştuk bizden olmayanlara.

" Destan olmadan, Destan yazamazsınız Kopuk!" Diye bağıran Acar Yüzbaşının sesini duyduğumda, yüzümdeki tebessüm büyüdü.

Tam vaktinde!

Geldikleri gibi bir bir indirmeye başladılar bize saldıranlara. Biz de onlara eşlik edip, bir bir indirdik kansızları. " Komutanım!" Diyerek bağıran Tarık abinin sesiyle, yönümü ona çevirdim. Behlül'ü kucağına almış, gövdesini ona siper edip koruyordu. " İlerleyin, sizi koruyacağım!" Diyerek bağırdım ve Omar ile Azmi'ye döndüm. " Tarık üsteğmeniniz ve Behlül buradan sapasağlam çıkacak, duydunuz mu!" Diyerek bağırdığımda, " Emredersiniz Komutanım!" Diyerek eşlik ettiler bana. Cümali önden ilerleyip onu korurken, biz de onların arkasından yavaş adımlarla ilerliyor ve koruyorduk. " Burası bizde Kopuk! Asteğmeni kurtarın!" Diyerek bağıran Acar Yüzbaşıya, o görmese de tebessüm ettim ve başımı hafif eğerek onayladım. Bu adamı ilk kez seviyor olabilirdim.

Azmi sağ tarafta, Omar sol tarafta ve ben de arkadan ilerleyerek Tarık abi ile Behlül'ü koruyarak ilerlemeye başladık. Saldırı bölgesinden biraz uzaklaşmıştık, lakin tamamıyla uzaklaşmış değildik. Risk hâlâ vardı.

" Cümali ile değiş tokuş yap, Erli!" Diyerek arkadan bağırdığımda, emrimi ikiletmeyip kucağında duran Behlül'ü Cümali'nin kucağına bırakıp öne geçti ve az önce Cümali'nin yaptığını yaparak önü korumaya başladı. Alay Komutanlığı ile iletişime geçmiş ve Behlül için acil helikopter isteğinde bulunmuştum. Aynı anda sağlık ekibi de gelecekti. Biz, yürüyebildiğimiz en güvenli yere kadar yürüyecektik, gerisi ise gelecek helikoptere kalmıştı.

" Dikkatli ol Kopuk!" Diyerek bağırdım, kendilerini kaybetmemeleri adına. Adımlarımız ne çok yavaş ne de çok hızlıydı. Olması gerektiği adımlarla ilerlerken, dikkatli olmaya özen gösteriyorduk. Bugün, şehidimiz olmadan buradan dönecektik inşallah.

" Komutanım!" Diyerek bağıran Omar'a döndüm. " Söyle, Orazova!" Diyerek bağırdığımda, " Saat 7 yönünde bir sığınak bulunuyor!" Diyerek seslendi. Hızla bakışlarım saat 7 yönünü bulduğunda, küçük ama güvenli bir bölgeye benzediğini gördüm. Üç yanı kayalarla çevrelenmiş bir yerdi. Açıkta bir bölgeydi, lakin güvenli bir yere benziyordu. " Saat 7 yönüne, Kopuk!" Diyerek bağırdıktan sonra, adımlarımızı o tarafa doğru ilerlettik.

Adımlarımız az öncekine oranla biraz daha yavaştı, nedeni ise Cümali'nin biraz yorulmuş olmasıydı. Lakin yine de dur durak bilmedik ve kayalıkların olduğu yere geldik. Cümali hızla kucağındaki Behlül'ü dikkatle yere bıraktı. Timdekiler etrafı korumak amaçlı öne doğru çıkıp etrafı gözetlemeye başladı. Ben ise, Behlül'ün yanına çöküp nabzını kontrol ettim. Bilinci kapalıydı, lakin nabzı atıyordu. Öyle kuvvetli atışlar değildi, lakin yine de hâlâ bir umut vardı. " Dayan aslanım, yaşayacaksın." Deyip elimi nabzından çektim. Gözlerim göğsünü bulduğunda, sol göğsünün bir parmak kadar aşağısından vurulmuş olduğunu gördüm. Riskli bir bölgeydi, en kısa sürede onu götürsek iyi olacaktı.

" Kaçik Komitan!"

Duyduğum sesle bakışlarım hızla kayalıkların dışını bulduğunda, timdekiler de aynı hızda etrafı gözetlemeye başlamıştı. " Boşina aramayin, göremezsiğiz!" Diyen sesini duymak sinirlerimi bozmaya başlamıştı. " Cümali, Behlül'ün yanında dur!" Diyerek emir verdikten sonra, Behlül'u orada bırakıp bende kayalıklardan dışarı çıktım. Bakışlarım etrafı gözetlerken, nerede olabileceğini anlamaya çalışıyordum. Bu civarda birden fazla kayalık vardı, bu kayalıkların birinin arkasında olduğundan emindim. Lakin hangisiydi, kestirmek zordu. " Saklanmak işe yarayacak mı sanıyorsun?" Diyerek bağırdım ve dikkatli adımlarla ilerlemeye başladım. Benimle birlikte Tarık abi de geliyordu.

" Öleceksiğiz!" Dedikten hemen sonra kahkaha atmıştı kodumun piçi. " Kim ölür bilinmez, kansız piç!" Diyerek bağırdım ve bakışlarımı diğer tarafa doğru çevirdim. Lakin kolumu dürten Tarık abi ile birlikte, bakışlarımı ona çevirdim. Bana gözleriyle karşıdaki kayalığı işaret ettiğinde, oradaki hareketlenmeyi gördüm. Dudaklarımda tebessüm belirdi, " Biz ölür müyüz bilinmez ama sen öleceksin!" Diyerek bağırdım, kayalığa doğru. Bir gülme sesi daha geldi. Hemen ardından da, " Emin olma, Kaçik Komitan." Diyen sesi.

Arkamı dönüp, Omar ve Azmi'ye işaret verdim. Bu işareti vermemle kayalığa doğru, bizimle birlikte küçük adımlarla ilerlemeye başladılar. Sesini duyduğum kişi kimdi, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bana bu lakabı takanlar, benim peşimde olanlardı. Pek umurumda olan bir detay değildi lakin. İstedikleri kadar beni kovalayabilirlerdi, neticede vaziyet belliydi. Yapamayacakları bir işin peşinden koşturuyorlardı.

Gözlerim etrafta bir kez daha gezdiğinde, bir gariplik olduğunu fark ettim. Bu adam, benim karşıma tek başına çıkacak kadar cesur değildi. İstisnasız, onlar ilk önce köpeklerini salardı. Kendileri pek sahada bulunmazdı. Şimdi ise bu adamın sesini duyuyordum, kesinlikle bu işte bir terslik vardı. Olduğum yerde durup, timdekilerin de durmasını sağladığımda, etrafa bir kez daha baktım. Lakin bu bakış, yerimde duruyor vaziyetteyken, göz ucuyla baktığım bir bakıştı.

Gözlerimi biraz daha yukarılara kaldırıp kayalıkların üzerine doğru baktığımda, belli başlı keskin nişancıların bulunduğunu gördüm. " Sikeyim! Saklan Kopuk!" Diyerek emir verdim ve bulduğum ilk kayanın arkasına geçtim. Aynı hızda diğerleri de kendini bir yerlere attı. Duyduğum gülme sesiyle, öfke içinde soludum. " Sağa öleceksiğiz dedim, Komitan." Bir kez daha güldüğünde, küfrederek şarjörümü yeniledim.

Etrafımız sarılmıştı!

" Pes edeni buradan sağ döndürmem, Kopuk! Siz Türk Askerisiniz! Dört bir yanınız bombayla dolsa, yine pes etmeyeceksiniz!" Diyerek bağırdığımda, aslında şehitliğin bize çok yakın olduğunun farkındaydım. Bugün, buradan kurtulmamız bir mucizeye bakardı. Zira teçhizatlarımız sınırlıydı. Belli bir yere kadar dayanabilirdik. Lakin yine de dayanabildiğimiz yere kadar dayanacaktık, çünkü biz Türk Askeriydik. Öyle hemen pes etmez, kanımızın son damlasına kadar savaşırdık. Şehit düştüğümüzde, en azından çaba gösterdik, diyebilirdik.

" Emredersiniz Komutanım!" Diyen sesleri, her ne kadar güçlü çıksa da, gerçeğin farkındaydılar. Bugün, bir mucize yaşanmazsa, Kopuk'tan geriye bir şey kalmayacaktı.

Bugün, Dağlarda yol gezen Kopuk, şehitliğe ilk kez bu kadar çok yakındı.

" Şehit olursam, yârime selam gönderin bulutlar!" Diyerek, göğe doğru bağıran Omar'ı buldu gözlerim. Maysa ile son vaziyetleri neydi, bilmiyorum. Lakin pek de iyi değil gibiydi... Zira bu saatten sonra, şehitlik bu kadar yakınken, düşünülebilen tek şeyin ayrılık olacağını biliyordum...

Gözlerimi arşa doğru kaldırıp dua ettim içimden, ' Şehit düşersem ya Rab, sen yârime dayanma gücü ver. Onu kimsesiz bırakma...'

" Ya Allah, Bismillah!" Diyerek bağıran Tarık abi, olduğu yerden çıkıp, vurmaya başladı bize doğru gelenleri. " Seyit Ali Onbaşı, o zorluğa rağmen pes etmemiş. Siz kimsiniz de pes ediyorsunuz!" Diyerek bize doğru bağırmasıyla, dudaklarımda bir tebessüm belirdi. " Sırtınızda 276 kiloluk bir mermi yoksa, ' beni namluya sür ' demiyorsa, ne bu pes ediş!" Diyerek ona eşlik ettim. " Bu vaziyette bile gaza getiriyorsunuz ya, helal olsun vallahi Komutanım!" Diyen Azmi de köşesinden çıkıp bir bir vurmaya başladı kansızları.

" Hakkınızı helal edin Kopuk!" Diyerek bağırdığımda, " Helal olsun!" Diyerek cevap verdiler bana. " Benim de hakkım helal olsun!" Dedim ve kayanın ardından çıkıp, son mermilerimi de sıkmaya başladım. Gözlerim kısa bir süre Behlül ve Cümali'yi bulduğunda, güvende olduklarını gördüm. Umuyorum ki, helikopter gelene kadar da güvende kalacaklardı. Güvende olmaları için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Gönlüm, buradaki herkesi sağ döndürmeyi isterdi. Lakin biliyordum ki, hepimizin sağ dönmesi çok düşük bir ihtimaldi. Bugün ya bir Şehit ya da Gazi verecektik.

" Boşa uğraşma Komitan! Öldün sen!" Diyen sesi umursamadan, bize doğru ateş edenleri vurmaya devam ettim. Allah bana o gücü verdikten sonra, elimden geldiği kadar savaşacaktım.

" Komutanım!" Diyerek bağıran Azmi'ye, " Söyle Kulaç!" Diyerek bağırdığımda, " Ya siz ne essahlı, mübarek bir adamsınız ya!" Diyerek bağırdı. Bu dediğine ben dahil Tarık abi ve Omar da gülmüştü. " Oğlum bunu söylemenin sırası mı?" Diye bağırdıktan sonra tekrardan kayadan dışarı uzattım kafamı ve gözüme kestirdiğim ilk kişiyi vurdum. " Olur da şehit düşersem, söylemedim diye içimde kalmasın." Dediğinde yutkundum ve Allah'a bir kez daha yalvardım. ' Rabbim, benim canımı al. Lakin onları analarına babalarına, sevdalarına bağışla.' Onların yaşamasını, kendi canımdan daha çok istiyordum. Evet, benimde bir sevdiğim, anam babam vardı. Lakin ben hayattan alabileceğim her türlü şeyi almıştım zaten. Onlar şehit olmak için henüz çok gençti. Tarık abinin bir ailesi vardı, kızı vardı...

Bunu düşünmeyi bırakıp, " Varsın şehit olalım kardeşler!" Diyerek bağıran Tarık abi, deli damarını konuşturmuş vaziyetteydi. Şuan için düşündüğü tek şey, şehit olmaktı. Sağ dönmek gibi bir düşüncesi yok gibiydi.

" Komutanım!" Diyerek bağıran Cümali'nin sesini duyduğumda, bakışlarımı ona doğru çevirdim. " Komutanım bomba!" Diyerek bağırmasıyla kaşlarımı çattım, gözlerimi hızla diğer tarafa çevirdiğimde, Tarık abinin olduğu yere doğru bir bombanın fırlatıldığını gördüm. " Abi!" Diyerek bağırıp ona doğru atıldım, lakin tam ona doğru atıldığımda bomba patladı ve beni geriye doğru püskürttü. Vücudum kayaya çarpıp yüz üstü bir şekilde yere düştüğümde, parmağımı dahi kaldıracak gücü bulamadım. Acı içinde inleyip hareket etmeye çalıştığımda, bacaklarımı ve kollarımı hissedemeyişimle birlikte, bilincim anında kapandı.

Belki şehit olmuştum, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bugün burada bir veda gerçekleştiğiydi.

Kopuk, bugün birbirine veda etti.

Duyduğum bir patlama sesi daha, duyduğum son ses olurken, gözlerime kara bir perde indi ve ben bir daha gözlerimi açamadım.

 

🇹🇷

 

LAÇİN SAĞDIÇ

 

Hayatım hep kayıplarla doluydu. Sevdiklerim, hep benden bir şekilde kopmuştu. Ve bu ayrılık, hep ölüm olmuştu. Kalıcı bir ayrılıktan bahsediyorum...

Ölüm, neden acıya, hüzne meylederdi?

Ölüm deyince, neden aklımıza hep bir kayıp, bir veda gelirdi?

Oysa ki ölüm demek, bu cihanda kurtuluş demekti. Yaradana bir adım daha yaklaşmak, demekti. Durum ve vaziyet buyken, biz dünyaya sevdalı insanlar, neden ölümden bu kadar korkardık, sevmezdik?

Sevdiklerimin benden gitmesinden yorulmuştum. Kalıcı bir gidiş olması ise, daha da yormuştu beni. Kimi sevsem, bir bir gitti hayatımdan. Lanetli miydim yoksa ben? Beni seven insanlar, ölüyordu. Benim yüzümden miydi ölümleri?

Yüreğim sıkışıyordu. Dayanamıyordum. Zira bu kadar acıya kim, ne kadar dayanırdı?

Son hatırladığım şey, gördüğüm kâbus üzerine uyanıp Tuğrul'a ulaşma çabamdı. Hiçbir şekilde ona ulaşamamış, haber alamamıştım. Oysa ki sesini duysam, sesini duymasam da nefes alışverişini işitsem bana yeterdi. Ondan haber alamamak bana iyi gelmiyordu. Zira ona bir şey olmuştu, hissediyorum.

İki gündür, ne yaptıysam da bir şekilde ona ulaşamadım. Hem de hiçbir şekilde... Mit ile olan bağım koptuğu için, anında alabileceğim hiçbir bilgiyi alamıyordum. Onu merak ediyordum. İçimdeki korku büyürken, beni yiyip bitiriyordu.

" Laçin, hadi kuzum. Lütfen yemek ye." Diyerek ağzıma doğru uzatılan kaşığa kafamı diğer tarafa çevirerek cevap verdim. Bu iki günde doğru dürüst bir şey yememiştim. Buna rağmen istifra etmeye devam ediyordum. " Yapma böyle..." Diyen halamın gözlerinin içine baktım. Solgun cildim, bitkin düşmüş bedenim ile bir ölüden farksız değildim. " Yapma Aker'imun kizi." Gözleri dolu dolu bakan halamın çenesi titredi. Benim de gözlerim anında dolarken, dudaklarım titredi.

İki gündür tepkisiz bir şekilde bu yatakta uzanıyordum. Ne gülüyor, ne konuşuyor, ne de ağlıyordum. Sadece susuyor ve duvarı izliyordum. Sanki konuşsam, dilim ağıt dökecek gibiydi. " Ağlama, ağlama kizum." Diyerek elindeki tabağı kenara bırakıp bana doğru yaklaştı halam. O söyleyene kadar, ağladığımın farkında değildim. Yanıma kadar gelip sıkı sıkı sarıldı halam bana. Kafamı göğsüne yasladı, saçlarımı okşadı. " Heç yakişiyi mi pinarlaruni akutmak sağa?" Dili her ne kadar bu cümleleri dile getirse de, o da benimle birlikte ağlıyordu.

" Etma Laçinum... Karnundaki yavrucağa yazik." Diyerek benimle konuşmaya devam etti halam. Bir tek Aysel halam biliyordu, hamile olduğumu. Ondan başkası ise bilmiyordu. Ben istemiştim, Tuğrul gelmeden, kimsenin hamile olduğumu öğrenmesini istemedim. Halam da beni dinledi ve kimseye söylemedi. Aysel halam da şans eseri öğrenmişti. Bayıldığım zaman eve bir doktor çağırılmıştı. Kalabalık diye, doktor yalnızca bir kişinin kalmasını istemişti ve Aysel halam da odadakileri çıkartıp yanımda durmuştu. Yani bana bunu anlatan oydu. O sırada ben baygındım.

Dediğine göre doktor hamile olduğumu ona söylemişti. Ben bile yeni öğrenmişken, birkaç saat sonrasında yaşadığım bir olay üzerine bir kişi daha öğrenmişti. Halamın bu şekilde öğrenmesini istemezdim...

" İki gündür hiç bir şey yemiysın. Bebene yazık değil midur?" Diyerek geriye çekildi ve gözlerime baktı. Halam söylemese, karnımda bir canlının olduğunu bile hatırlamayacaktım. Öyle bir durumdaydım. Zira hayatım bu kadar karman çorman bir durumdayken, karnımdaki bebek bana sürpriz olmuştu. Bunca ağırlığın üzerine, belki de bana verilen bir nimetti bu çocuk. Lakin aklım o kadar kötü şeylerle meşguldu ki, karnımdaki bebeğimi düşünemiyordum.

Elim istemsizce karnıma gittiğinde, orayı okşadım. İçimden özürler diledim bebeğime. Lakin elimden en fazla bu gelebiliyordu. Tuğrul'un iyi olduğunu öğrenene kadar da midemden içeri tek lokma yemek girmezdi, biliyorum. " Allah'ın seversen bir şey de, Laçinum." Diyerek bana yalvaran halamın gözlerinin içine boş boş bakmakla meşguldüm. Her ne kadar istesem de, dudaklarımdan dışarı tek kelime çıkaramıyordum. Ne yapsam dilim varmıyordu konuşmaya. Lâl kesilmiş gibiydim...

Karnımı biraz daha okşayıp halama sırtımı döndüm ve kafamı yastığa koyup, yatağımda biraz daha aşağı kayıp yorganı üzerime çektim. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Tek yapmak istediğim, Tuğrul gelene kadar uyumaktı.

Halamın ellerini saçlarımda hissettiğimde, gözlerimi kapattım usulca.

"Ha nani nani nani

Gogixtas nana skani

Ma ginkan si inciri

Vida kurbani skani."

 

(Ha nani nani nani

Sevsin seni annen

Ben sallıyorum, sen uyu

Sana kurbanolayım)

Halam, türkü kokan ağzıyla bana ninni okumaya başladığında, gözlerimi daha da sıkarak dinledim sesini.

"Ha nani nani nani

Gagixtas nana skani

Gogixtas gogaçaras

Nana do baba skani."

 

(Ha nani nani nani

Sevsin seni annen

Sevsin, yazılsın sana

Annen ile baban.)

Gözümden bir damla yaş düştüğünde, hıçkırmamak adına kendimi kastım. Halam ise, dizelerini dillendirmeye devam etti.

"Ha nani nani nani

Gagixtas nana skani

On3heli titi titi

Mo imgar çita piti."

 

(Ha nani nani nani

Sevsin seni annen

Beşik sallanıyor

Ağlama küçük çocuk.)

Halamın sesi titrediğinde, benimde dudaklarım titredi. Çünkü bilirdi ki, bu ninniyi ben küçükken annem bana söylerdi. Ne zaman ki kendimi kötü hissetsem, annem yanı dibime gelir, yanıma kıvrılır, saçlarımı okşayarak bu ninniyi bana söylerdi. Ben ağlardım, o ağlardı sonra beraber uyurduk.

" Ha nani nani nani

Gagixtas nana skani

Gogixtas gogaçaras

Nana do baba skani"

 

( Ha nani nani nani

Sevsin seni annen

Sevsin, yazılsın sana

Annen ile baban.)

Halam son dizeleri de dile getirdikten sonra yanıma uzandı ve saçlarımın tepesine bir öpücük kondurdu. Yönümü ona doğru dönüp ona sarıldığımda, o da bana sarıldı ve saçlarımı okşamaya başladı. " Anan gibi olamam, ama ben da senun bir anan sayulurum kizum." Dediğinde, kollarımı daha sıkı sardım halama. " Harunla Hamza neysa, sen da o'sun. Benim kizumsun. Aker'imun emanetisun." Sesi titreye titreye saçlarımı okşadı halam. " Aker'um seni boyle görmek istemazdi." Diyerek bir kez daha saçlarımın tepesinden öptüğünde, çıtımı dahi çıkarmayarak göğsüne sokuldum ve uyumaya çalıştım. " Uyu kizum. Uyu bal kokulum." Diyerek saçlarımı okşamaya devam etti halam. Ben ise, onun tekrardan ninniyi dile getiren sesiyle birlikte uykuya daldım. Lakin bu uykum iki saatten fazla sürmemişti.

İki saat sonrasında, Devrim odama " Laçin!" Diye bağırarak girdiğinde, korku içinde uyanmış ve Devrim'in suratına bakakalmıştım. Yüzündeki heyecanla yanıma kadar gelip elindeki telefonumun ekranını bana gösterdi. Telefonun ekranında gördüğüm isimle kalbim hızla atmaya başladığında, inanamazcasına Devrim'e baktım. O ise telefonu bana doğru uzattığında, yanlış mı görüyorum duşüncesiyle gözlerimi ovup tekrardan baktım ekrana. " Telefon kapanacak, aç şunu!" Diye bağıran Devrim'in sesiyle kendime geldim ve aramayı onaylayarak kulağıma götürdüm.

Hiçbir ses duymadım en başta. Yalnızca kesik kesik çıkan nefes alışveriş seslerini duyuyordum. Bu kaşlarımı çatmama aynı anda da korkuyla dolmama neden olduğunda, kurumuş olan dudaklarımı zorlayarak, " Tuğrul." Dedim. Karşıdan yine ses gelmediğinde, korku içinde bir kez daha, " Sen misin?" Diyerek seslendim. Karşı taraftan ağlamaya benzer bir ses yükseldiğinde, yüreğim korkuyla attı. " Ne olur bir şey söyle." Dediğimde sesim titremişti. Bir elim karnımda, korkuyla Tuğrul'un bir şey demesini bekliyordum. " Tuğrul..." Bir kez daha adını dile getirdim, lakin hiçbir şekilde sesini duyamadım. Duyduğum tek şey, kesik çıkan nefesi ve az önce ki ağlamaya benzer çıkardı sesti. " La-" diyen sesini duyduğum sırada, bir anda hat kesildi. Telefonu kulağımdan çekip ekrana bakakaldığımda, aramanın kapanmış olduğunu gördüm. Onu tekrar aradığımda, operatörün çıkardığı o sinir bozucu ses dışında bir ses duyulmuyordu.

Hızla yattığım yerden kalkarken, gözlerimi bana merakla bakan Devrim'e çevirdim. " Hakkari'ye döneceğim." Dedim. O ise bana şaşırmış vaziyette baktı. " Daha fazla dayanamam. Ondan haber almam gerek." Diyerek dolabıma doğru ilerleyip kıyafetlerimi çıkardım ve küçük bir sırt çantasına doldurmaya başladım. " Saçmalama, bu halde nereye gideceksin?" Diyen Devrim'i duymazdan gelip, " Bilet al bana." Dedim. Tuğrul'un o kesik çıkan nefesini duyduktan sonra, hiçbir güç beni burada tutamazdı.

Ondan bir şekilde haber almalıydım. Gerekirse Alay Komutanlığını basacak ama bir şekilde ondan haber alacaktım. En azından, az da olsa hatrım varsa birileri bana bir şey söyleyecektir. Yani umuyordum ki öyle olurdu...

" Saçmalama, Laçin. Birkaç gün sonra dönecek zaten, biliyorsun." Diyen Devrim'i duymazdan gelip, " Anlaşıldı. Kendi biletimi kendim alırım ben." Dedim ve çantamın fermuarını kapatarak sırtıma attım. Odadan çıkacağım sıra Devrim kolumdan tuttu, " Nereye?" Dediğinde, kolumu elinden kurtarıp, " Hakkari'ye." Dedim ve hızla odamdan çıkıp merdivenleri inmeye başladım. Salonda oturan ev halkı beni gördüğünde önce şaşırdı hemen ardındansa yanıma kadar geldiler. Ben ise bu sırada ayakkabılarımı giymek ile meşguldüm. " Laçin, nereye?" Diyen Amcama, " Devrim size söyler." Diyerek cevap verdim. Ben montumu giyinirken, Devrim olanları anlatmaya başlamıştı. " Tuğrul aradı. Sonrasında ne olduysa Hakkari'ye döneceğim diye tutturdu." Diyerek bizimkilere cevap verdi.

" Tamam işte konuşmuşsun çocukla, ne diye döneceksin Hakkari'ye?" Diyen Amcama, dolu gözlerimle baktım. " Konuşmadım. Sesini duyamadım. Zorla nefes aldığını duydum sadece amca." Titrek çıkan sesim belki de beni fazlasıyla güçsüz gösteriyordu, lakin bu umurumda değildi. Umurumda olan tek şey, Tuğrul'un canının selametiydi. " Tamam, bende geliyorum seninle." Diyen amcam, beni bu şekilde bir başıma bırakmak istemiyordu. " Evet, amcan seninle gelsin. Bu haldeyken tek başına yolculuk yapman doğru olmaz." Diyerek amcama destek çıkan Sırma'ya tebessüm ettim. Babaannem ise yanıma kadar gelip, yaşlılıktan titreyen ellerini ellerimin üzerine koydu. " Bizi da habar et." Dedi. Onun ellerinden öpüp geriye çekildiğinde, Aysel halamın gözlerinin içine baktım uzun bir süre. O ise, " Yolda bir şeylar alup ye kizum." Dedi gözlerini karnıma doğru çevirerek. Ne demek istediğini anladığım için, " Tamam hala." Dedim. Ben ve amcam tam çıkacakken, arkamdan " Ayol bizi bekleyin!" Diye bağıran Gülfer'in sesiyle ikimizde durduk. " Ayrıca dayıcığım, bir çanta almadan nereye gidiyorsun?" Dedi ve elindeki siyah çantayı amcama fırlattı. Amcam anında çantayı kaparken, ikizler de yani dibimizde durdu. Ev halkı buraya geldiğinde, onları görmemiştim. Sebebi de kendilerine çanta hazırlamak için yukarı çıkmalarıymış.

" Hamza, Harun. Siz niye bekliysınız? Hayde, siz da gidin." Diyen Aysel halamla, onlar da direkt dışari çıktı. Büyük ihtimalle arabaları hazırlayacaklardı. " Devrim. Hayde uşuğum. Sen da git." Diyerek konuşan büyük amcam, Devrim'e de yolu gösterdi. O da Harun ve Hamza'nın arkasından çıktığında, ben ve amcamda son kez evdekilere veda edip Konak'tan çıktık.

Beni yalnız yollamıyorlardı...

Ben ve Egit Amcam, Devrim'in hazırlamış olduğu arabaya bindik. Diğerleri ise Harun'un arabasına binmişti. Çok değil, arabalara bindiğimiz anda Konak'tan uzaklaşmaya başlamıştık. " Doğru dürüst anlat bakayım şu olayı, tam olarak ne oldu?" Diyen Amcama, arka koltuktan baktım. O ve Devrim ön koltuklarda oturuyorlardı. " Devrim geldi, telefonumu bana gösterdi. Tuğrul'un aradığını görünce aramayı hemen cevapladım. Önce hiçbir ses gelmedi. Sonra kesik kesik nefes alış verişini duydum amca." Boğazımda bir yumru varmışçasına yutkundum. " Ne kadar seslensem de sesini duyamadım... Tam adımı dile getireceği sırada bir anda hat kesildi. Tekrar aradım ama ulaşamadım." Dolu gözlerimle amcama baktığımda, o da ciğerlerine derin bir nefesi çekti. " Hemen kötüyü çağırma Bal Çeç. İyi düşünmeye çalış." Amcam beni kendince teselli etmeye çalışıyordu, lakin içimdeki korku onu dinlememe izin vermiyordu. Zira Tuğrul'un nefeslerini duymak bile beni büyük bir korkunun avuçları içerisine almıştı.

Eğer ki bu nefes alış verişler düzenli olsaydı, hiçbir korkum olmazdı. Lakin onun aldığı nefesler kesik kesikti ve beni korkutan da buydu. Tuğrul'a kesinlikle bir şey olmuştu. Ben bundan artık emindim.

Arabayla Hakkari'ye doğru yol aldığımız için, bir günün sonunda ancağı Hakkari'ye varmıştık. Trafiğinde el verdiği kadarıyla, en kısa sürede gelmeye çalışmıştık. Lakin şuan saat gece 4'tü. Saat oldukça geçe kaldığı için amcam Alay Komutanlığına gitmeme izin vermemişti. Bunun yerine beni eve götürmüş ve yatağıma uzanmamı sağlamıştı. Gülfem ve Gülfer de benim yanımda uzanıyorlardı. Yoruldukları için çabucak uykuya dalmışlardı, lakin ben bir türlü uyuyamıyordum. Amcamlar da salondaydı ve tahminimce onlar da uyuyordu.

Derin bir soluğu ciğerlerime çekip battaniyeyi üzerimden atıp yataktan çıktım. Gülfem ve Gülfer'e baktığımda, birbirlerine sarılarak uyuyor olduklarını gördüm. Onların bu haline tebessüm edip üzerlerini iyice örttüm ve küçük ama sessiz adımlarla odadan çıktım. Bugün hiçbir şey yemediğim için midem bulanıyordu. Üstelik oldukça takatsiz kalmıştım bir şey yemediğimden. Aslında normal şartlarda bu umursayacağım bir şey olmazdı. Lakin Aysel halamın sürekli karnımdaki canlıya ithafta bulunması üzerine bir şeyler yeme kararı aldım. Kendim için değil, karnımdaki canlı için yiyecektim.

Salona geçtiğimde, amcam ve Devrimin bir koltukta, Harun ve Hamzanın da diğer koltukta uzanmış olduklarını gördüm. Koltukları açmış, çarşaflarını sermiş ve uykuya dalmışlardı. Harun ve Hamza'nın üzerini açık görünce onlara doğru ilerleyip üzerlerini örttüm. Amcam ve Devrim'i de şöyle bir kontrol ettikten sonra mutfağa girdim. Buzdolabında bir şey olmadığına emindim, bu yüzden hiç oraya bakmadan kuru erzakların olduğu dolaba baktım. Şuan için yapabileceğim en pratik şeyin makarna olduğunu görmek karnımdaki canlının hoşuna gitmese de onu yapacaktım.

Dikkatli bir şekilde tencereyi dolaptan çıkarıp içine yeteri miktarda su koydum ve kaynamasını bekledim. Su kaynadıktan sonra çıkardığım makarnayı da kaynar suyun içerisine koyup yeteri miktarda tuzu içerisine atıp kaynamaya bıraktım. Makarna kıvamanı alana kadar ben de sandalyeye geçip oturdum ve beklemeye başladım. Bu sırada bir elimde karnımı okşuyordu. Bu aralar bunu çok sık yapıyordum.

" Umuyorum ki Tuğrul iyidir, fasulyem." Diyerek kısık sesle karnıma doğru konuştum. " Ona bir şey olmasın. Yoksa biz onsuz ne yaparız?" Diyerek kafamı karnıma doğru eğip baktım. " Onu tanıman gerekli, miniğim." Dudaklarımda zoraki bir tebessüm belirdi. " Evet, canımı çok yaktı. Ama yine de o çok iyi biri... Onu seveceğine eminim." Dedim, buruk tebessümüm yüzümü süslerken. " Çünkü annen de onu çok seviyor, miniğim." Diyerek güldüğümde, " Ne ?" Diyen bir sesin varlığıyla yüzümdeki tebessüm anında solarken, kafamı kaldırıp kapı girişine baktım.

Oturduğum sandalyeden kalkıp derince yutkundum, bana bakan mavi gözlere. Karnımdaki elimi kenara doğru düşürürken, " Amca." Dedim zoraki çıkan sesimle. Kaşları hafif çatık bir şekilde bana bakmasıyla, zoraki şekilde yutkundum. " Sen az önce ne dedin Laçin?" Ciddi bir ses tonuyla bunu sorması, ister istemez karnımdaki bebeğe zarar verecekmiş gibi hissettirmişti. Bu nedenle de ellerimi karnıma dolayıp onu korumaya çalışmıştım. " Bir şey demedim amca." Dedim ve ocaktaki makarnanın dibine geçip altını kapattım. " Bana yalan söyleme, söylediğin her bir cümleyi duydum." Demesiyle derince yutkunup tekrardan gözlerimi ona çevirdim. "Amca-" dediğim sırada konuşmama izin vermeyip, " Ben dayı mı oluyorum şimdi?" Bu cümleyi kurmasıyla kafam karman çorman bir şekilde ona baktım.

Amcam ne diyor?

" Neyim ben şimdi, Amca mı dayı mı? Hangisi oluyorum?" Heyecanlı heyecanlı bana bunu sorması beni daha da şoka uğratırken, daha az önceki tavrı aklıma geldi. Kaşları çatık, sinirli bir ses tonuyla bana o cümleleri kuran adam, şimdi ise heyecanlı heyecanlı karnımdaki bebeğin neyi olduğunu soruyordu. " Amca, ne diyorsun?" Dediğimde yanıma kadar gelip karnıma baktı. " Ulan önce baba olacağımı öğreniyorum, sonra dayı veya amca. Allah'ım bu ne güzel müjdedir." Demesiyle şoke olmuş vaziyette ona baktım. " Tövbe bismillah." Deyip ondan uzaklaştığımda, yine yanıma gelip kolunu omzuma attı. " Ama belliydi zaten bir şeyler olduğu. Hızlı kilo artışı, sürekli değişen duygu durumu, her fırsatta istifra etmeler..." Beni şöyle bir süzdükten sonra, " Kaç aylık benim yeğenim?" Diye sordu.

Bu adamın devrelerinde bir sorun mu vardı?

" Amca ne yeğeni!" Diyerek ondan uzaklaştım. Çünkü hafiften utanmaya başlamıştım. Ocaktaki makarnaya doğru ilerleyip çıkardığım kaba birazını koydum ve masaya geçtim. " Hamile olduğunu amcandan mı saklayacaktın?" Diyen sesiyle, " Amca!" Diyerek inledim oturduğum yerde. Onu duymazdan gelip yemeğimi yemeye çalıştım. Lakin adam susmak bilmiyordu ki arkadaş!

" Sade makarna olmaz. Ben bir firına gidip bir şeyler getireyim." Demesiyle, " Amca saçmalama saat sabahın altısı, bu saatte hangi dükkan açıktır Allah aşkına?" Dediğimde, bana şöyle bir bakış atıp, " Bugün yeğenimi yeteri kadar aç bıraktın Bal Çeç. Ben iyi bir amca dayısı olarak onu doyuracağım." Demesine ister istemez güldüm. ' Amca Dayısı ' demesi ise daha komik gelmişti. " Lan ben dede oluyorum!" Diyerek bir anda bağırmasıyla kafam karışmış vaziyette ona baktım. " Ne?" Dediğimde, " Bu bebek abimin torunu! Abimin torunu demek benim torunum demek!" Demesiyle gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Kendini genç yaşta dede yerine koyması komikti, lakin bebeğimin dedesini hiç tanımayacak olması gerçeğini hatırlatması, beni üzen bir noktaydı.

" Ne oluyor lan sabah sabah? Ne bu gürültü, bu tantana?" Diyerek içeri giriş yapan Hamza ile birlikte amcam ve benim bakışlar oraya döndü. Amcam tam ağzını açmışken ona kaşlarımı kaldırarak baktığımda diyeceği şeyden vazgeçti. İlk önce Tuğrul'un öğrenmesini isterken, yanlışlıkla tüm sülaleme duyuracaktım hamile olduğumu. " Dayı sen niye dede oluyorsun?" Diyerek sorduğunda, " Lan yoksa bebek mi doğdu!" Diyerek bağırdı ve uyku hâlinden kendini kurtardı. Onun bu hâline ben gözlerimi devirirken, " He oğlum. Bebek doğdu askere gönderdik geldi, üstüne evlendirdik şimdi de bebeğini bekliyoruz. Tövbe ya Rabbim ya." Diyen Amcama ben gülerken, " Ne dalga geçiyorsun dayı ya?" Diyerek tepki verdi Hamza. Gözleri beni bulduğunda, aç gözleri hızla tabağıma dadandı. " Tabağıma göz koyma, tencere orada git al!" Diyerek söylendim ve tabağımı kendime doğru çektim. " Yemedik tabağını be!" Dedikten hemen sonra tencerenin dibine geçti ve kendine makarna doldurdu. Amcam ise, " Ben fırına kadar gidip geliyorum." Dedi ve mutfaktan çıktı.

Ne yaparsam yapayım kendi dediğini yapacağını bildiğim için ona karışmamıştım. Zaten evde bir şey de yoktu. Uyandıklarında bir şeyler yemeleri gerekiyordu. Ben bu makarnadan sonra da bir şey yiyemezdim zaten. Saat yedi olduğunda da Alay Komutanlığı'na gidecektim, o zamana kadar da bizimkiler uyanır mıydı meçhul. Tahminlerim üzerine amcam beni yalnız bırakmayacak ve benimle gelecekti. Lakin diğerleri uyurdu diye tahmin ediyordum. Hamza da zaten aç ayıydı. Yemek yedikten sonra uyumaya gideceğine emindim.

" Yağsız makarna mı olur, nerede bunun yağı?" Diyerek konuşan Hamza'ya ters ters baktım. " Yeme o zaman, Allah Allah!" Dedim ve ayağa kalktım. Tabağımı tezgaha koyduktan sonra mutfaktan çıktım ve odama doğru ilerledim. Salonda uyuyan Devrim ve Harun'a söyle bir baktıktan sonra odama girdim ve kapıyı da ardımda kapattım. Gülfem ve Gülfer'in hâlâ sarmaş dolaş olduğunu görmek tebessüm etmeme neden oldu. Dolabımın kenarına koyduğum çantamdan bir kazak ve eşofman çıkartıp kollarım arasına aldım ve banyoya girerek üzerimi değiştirdim. Çıkartmış olduğum kıyafetleri de kirli sepetine atarak banyodan çıktım. Tekrar odama girdiğimde, komodinin üzerine bırakmış olduğum telefonumu alıp ekranını actım ve saate baktım. Neredeyse altı buçuk olmuştu. Telefonumun ekranını kapatıp cebime attım ve odamdan çıkıp salona geçtim. Tam tahmin ettiğim gibi Hamza tekrardan uykuya dalmıştı. Ben de onları rahatsız etmemek adına sessiz adımlarla çıkışa doğru ilerledim. Vestiyerden montumu alıp üzerime geçirdim ve beyaz spor ayakkabılarımı giyerek kapı kulpuna uzandım. Lakin tam o sırada kapı açıldı ve amcam göründü.

" Bal Çeç, nereye?" Diye soran amcama, " Alay'a gideceğim amca." Diyerek cevap verdim. O ise içeri geçip, " Tamam bekle, ben de geliyorum." Dedi ve ayakkabılarını çıkartıp içeri geçti. Beş dakikanın ardından tekrardan içeri girdiğinde, ellerindeki poşetleri bırakmış olduğunu gördüm. Ona tebessüm ettikten sonra evden dışarı adımımı attım ve ayakkabılarını giymesini bekledim. Amcam ayakkabılarını giydikten sonra, beraber evden dışarı çıktık ve kapı önünde duran arabaya doğru ilerledik. Benim arabam ise Tuğrul'un evindeydi. Ordu'ya gideceğim vakit anahtarımı ona vermiştim. O da kendi evine götürmüştü arabamı.

Amcamla birlikte arabaya bindiğimizde, o sürücü koltuğuna geçti. Bende onun yanındaki yolcu koltuğuna oturdum ve Alay'a doğru ilerlemeye başladık. Amcamlar daha önce Alay'a geldiğinden yolu biliyordu. Bundandır ki ona tarif etmeme gerek kalmadan arabayı Alay'a doğru sürmüştü. Arabanın içerisinde sessiz bir yolculuk yaparken, çalan telefonumun sesiyle hızla elimi cebime attım. Tuğrul'un aramış olma düşüncesi beni bu hâle getirmişti. Lakin ekrana baktığımda, Maysa'nın arıyor olduğunu gördüm. Kaşlarım çatılırken, Maysa'nın beni neden arıyor olduğunu algılayamıyordum. Uzun zamandır onunla konuşmuyordum. Telefonda dahi bu konuşmayı gerçeklestirmemiştik. Şimdi ise beni araması, oldukça şaşırmama neden oldu.

" Alo?" Diyerek telefonu açtığımda, Maysa'nın boğuk çıkan sesini duydum. " Laçin." Burnunu çekerek konuşması kaşlarımı daha da çatmama neden oldu. " Maysa?" Dediğimde, titrek bir nefesi aldığını duydum. " Bir şey mi oldu Maysa?" Diyerek sorduğumda, " Ordu'daysan eğer, Hakkari'ye gelmen gerek." Dedi. Yüreğim korkuyla hızla atarken, gözlerim direkt amcamı buldu. " Hakkari'deyim zaten." Dediğimde, karşı taraftan Maysa'nın bir kez daha hıçkırdığını duydum. " Büyük Cami'ye gel." Diyen sesiyle birlikte, yüreğime koca bir yumru oturdu. " Neden, ne oldu? Neden camiye geliyorum, bir şey mi oldu? Maysa cevap versene!" Diyerek bağırdığımda, Maysa'nın, " Gel, Laçin." Diyerek hıçkırması duyduğum son ses oldu. Hemen ardından da telefonu kapatmıştı. " Bir şey mi oldu?" Diyerek soran amcama gözlerim dolu dolu baktım. " Cami'ye gitmeliyiz amca." Dedim korku dolu çıkan sesimle. Amcam kısa bir süre gözlerime baktı, hemen ardından da önümüzdeki kavşaktan dönüp Cami'ye doğru sürmeye başladı arabayı.

" Amca." Diyerek Amcama baktığımda, yutkunduğunu gördüm. " Şehidimiz var, Laçin." Acı olan bu gerçeği yüzüme vurmasıyla, boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. " Ağlama." Dese de onun da benim gibi gözleri dolmuştu. İkimizin de bildiği bir gerçek vardı ki, biz Cami'ye sadece şehit uğurlamak için giderdik. Maysa'nın ise beni direkt oraya yönlendirmesi, bu düşüncemizi ispatlamıştı.

Ben üçüncü kez şehit veriyordum.

İlki babamdı.

İkincisi annem.

Üçüncüsü ise... İşte onu bilmiyordum. Bildiğim tek şey, bu şehit her kim olursa olsun benim sevdiğim biriydi. Zira Maysa'nın bile orada olması, bu şehidin Kopuk Tim'inden biri olduğunu gösteriyordu.

Bir dakika.

Maysa?

" Omar!" Diyerek bağırdığımda, yüreğime acının çığlıkları vuruldu. " Amca, Omar!" Diyerek ağlamaya başladığımda, " Kim olduğunu bilmiyoruz, sakin ol." Diyerek beni teselli etmeye çalıştı. Lakin bilmediği bir şey vardı ki şehit düşen kişi her kim olursa olsun benim bu ağıdı yakacağımdı. " Amca hızlı sür." Diyerek ona doğru döndüğümde, aynı anda da ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Keza amcamın da benden eksik kalır bir yanı yoktu.

Merkezdeki Cami'ye gitmemiz biraz uzun sürdüğü için, yolculuk boyunca dakika saymıştım. Şehit verdiğim kişi kimdi, bilmiyorum. Lakin şehidimin ağıtları şimdiden semayı süslemeye başlamıştı.

Yağmur yağıyordu...

Nihayet Cami'nin önüne geldiğimizde, bu kadar çok kalabalık görmek beklediğim bir şey değildi. Yutkunarak amcama döndüğümde, " Metanetini koru." Diyerek bana döndü. Ben ise bunu yapamayacağımı bile bile başımı sallayarak onayladım onu. Hemen ardından da ellerim titreye titreye kemerini çözdüm ve derin bir nefes alarak arabanın kapısını açtım. Arabadan indikten sonra kapısını kapattım ve korkak adımlarla camiye doğru ilerlemeye başladım. Hemen arkamdan da amcam geliyordu. Kalabalığa doğru ilerlediğim sırada, kızıl saçlarını gördüğüm Maysa beni gördü ve ıslak gözleriyle bana baktı. Ben yutkunurken, duyduğum ağıt sesiyle birlikte olduğum yerde çakılı kaldım.

" Ben sana doyamadum,

Ben sana doyamadum!"

Fadik abla?

Dudaklarımdan, " Abi." Diye bir mırıltı çıktığında, küçük adımlarla kalabalığı sıyırmaya başladım. " Doysun kara, doysun kara topraklar!" Fadik ablanın ağıt kokan sesi yüreğime oturduğunda, gözlerimin önü buğulanmaya başladı. Pasif kalan adımlarımı büyük bir korkuyla hızlandırıp kalabalığı geçtiğimde, Fadik ablanın iki dizi üzerine çökmüş, ağlıyor olduğunu gördüm. Yanındaki iki kadın ise, daha da yıkılmaması adına onu kollarından tutmuşlardı. " Tarık!" Diyerek bağıran sesiyle bir bir damladı yaşlar gözlerimden. Gözlerimi korka korka naaşa çevirdiğimde, tabutun önündeki Tarık abinin resmini görmemle, " Abi!" Diyerek haykırdım. Koşarak tabuta doğru ilerlediğim sırada, iki kişi kollarımdan tuttu. " Abim olamaz! Hayır abim olmasın!" Diyerek ağlayıp haykırmaya başladığımda, aynı anda Fadik Abla'nın ağıdı yükseldi semaya.

" Ben sevduğume doyamadum, siz doyun kara topraklar!" Hemen ardından da göğsümü delen ağlayışı doldu kulağıma. " Abla." Diyerek ağlamaya başladığımda, gözlerime baktı Fadik abla. " Abin şehit düşmüş, Laçin." Dudaklarında tebessümü varken, dudakları ağıt yaktı. " Abim olmaz!" Diyerek bende iki dizimin üzerine çöküp ağlamaya başladığımda, etrafımızdaki birçok kişi ağlamaya başlamıştı. Benim gözlerimden yaşlar bir bir akarken, yanıma küçük bir beden geldi. " Lalin hala." Kafamı kaldırıp minik bedene baktığımda, gözlerimden yaşlar daha şiddetli akmaya başladı. " Ben ne diyeceğum Tarık kizuna!" Diyerek haykıran Fadik ablanın sesi, birçok kişinin gözyaşları olmuştu. " Ben bu bebeğe baban bir daha gelmeyecek nasıl derim?" Diyerek ağlaması ile yanımdaki Tuğçe gözleri dolu dolu bana baktı. " Babam gelmicek mi hala?" Diye sormasıyla, bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. " Ama babam ben geymezsem hep buyda olcam demişti." Diyerek kalbini göstermesiyle, hıçkırıklarım daha da arttı. " Baban hep orda miniğim." Deyip onu kendime çektim ve ağlamaya devam ettim.

Minik Tuğçe, kollarım arasından çıkıp babasının naaşına doğru ilerlediğinde, hiç kimse onu tutmadı. Tam babasının fotoğrafının karşısında durup bir süre baktı. Daha sonra elini kaldırıp babasının fotoğrafını okşadı. Önce annesine baktı, " Bak anne, babiş hayla buyda." Deyip gülmesiyle, Fadik Abla saçlarını yolarak, " Oy! Oy Rabbum!" Diyerek hıçkırarak ağlamaya devam etti. " Babiş, anne neden ağlıyoy?" Diye sordu resme doğru, onun bu hâli birçok kişinin gözyaşı olurken, küçük kız babasının fotoğrafına bakarak konuşmaya devam etti. " Biy daha geymicen diye mi? Ama şen hep buydasın. Gitmezsin ki." Diyerek elini bir kez daha kalbine koyduğunda, Fadik ablanın hıçkırışları doldurdu Cami avlusunu. " Babiş anne beni koykutuyoy." Diyerek dolu dolu önce annesinin gözlerine baktı, daha sonra babasının fotoğrafına. " Lalin hala!" Diyerek bana doğru dönüp koştu ve kollarını boynuma doladı. " Hâlâ, annem beni koykutuyoy." Dedi ve kendini göğsüme sakladı. Ellerimi ona sararak, sessiz sessiz ağladım. " O senin Annen miniğim, korkma." Dedim lakin bir bir akıttım damlalarımı. Annesini bu şekilde görmesin diye, kafasını göğsüme yasladım miniğin.

" Allah'ım." Diyerek saçlarını yolarak haykıran Fadik ablanın sesiyle, Tuğçe'yi daha da göğsüme yasladım. " Beni sevdiğimden, kızımı babasından edenin canını kolay kolay alma!" Diyen hakırışı, buradaki askerlerin kulağına dolmuştu. " Komutanımın kanı yerde kalmayacak, yenge." Diyen Omar'ın sesini duymamla, bakışlarımı time doğru çevirdim. Hepsi iyi duruyordu. Hiçbir zarar yok gibi duruyordu vücutlarında. Lakin kalplerinde büyük bir yara vardı, görüyordum.

Gözlerim dikkatle gezindiğinde, kucağımdaki Tuğçe'yi yanımdaki Maysa'ya uzattım ve sarsak adımlarla Omar'a doğru ilerledim. Beni fark ettiğinde, yürümeme izin vermeden yanıma kadar gelip koluma girdi. Islak gözlerimi gözlerine çevirdim. " Tuğrul ve Behlül nerede?" Dediğimde, yutkunarak bakışlarını kaçırdı. Yüreğimdeki korku giderek harlandığında, " Omar, ikisi nerede?" Dedim titrek çıkan sesimle. " Behlül'ün durumu kritik. Ağır bir yara aldı." Demesiyle yüreğimdeki korku daha da arttı. " Nasıl?" Diyerek sorduğumda, bir adım geriye sendeledim. " Tu- Tuğrul." Dediğimde, gözlerime utanarak baktı. " Uyandığımızda Komutanım aramızda değildi." Demesiyle, karnıma giren krampla, " Ah!" Diyerek iki büklüm oldum. " Tuğrul nerede!" Diyerek sordum ağrıma rağmen, Omar ise beni kollarımdan tutup, " İyi değilsin." Dedi. Ben ise, " Abim şehit düştü Omar! Kardeşimin durumu kritik ve sevdiğim adam yok! Nasıl iyi olabilirim!" Diyerek bağırdım ve şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım. Aynı anda da karnıma şiddetli bir sancı girmişti. " Ah!" Diyerek bağırdığımda, ağrıyla iki dizimin üzerine çöktüm. Ellerim direkt karnımı bulduğunda, acı içinde kıvranmaya başladım.

" Laçin!" Diyerek bağıran Omar'a, " Bebeğim!" Diye bağırarak cevap verdim. " Ah, bebeğim!" Diyerek bağırdığımda, karnımdaki sancının haddi hesabı yoktu. " Ne bebeği, ne oluyor sana böyle!" Diye bağırmaya başlamıştı. Lakin ona gerek kalmadan amcam yanıma kadar gelmişti. " Laçin, hamile." Dedi ve beni kucağına aldı. " Amca!" Diyerek ağlamaya başladığımda, " Amcam." Diyerek cevap verdi bana. " Ne olur bebeğime de bir şey olmasın." Diyerek ağladım ve daha da kasılan karnımla, " Babamı kaybettim, annemi kaybettim, abimi kaybettim... Sevdiğim nerede bilinmiyor... Lütfen bebeğimi de kaybetmeyeyim." Diyerek amcama yalvardığımda, " Bebeğine bir şey olmayacak." Diyerek beni teselli etti ve kalabalıktan çıkmaya başladı.

Fadik ablanın ağıtları ise hâlâ semayı süslüyordu. Karnıma giren krampın ağrısıyla bir kez daha bağırdığımda, bu acıya daha fazla dayanamayan bedenim usulca amcamın kolları arasında bayıldı.

Bugün bir şehit verildi kara toprağa, bin ağıt yakıldı koca semada.

Bugün bir şehit verildi, bir kadın kimsesiz kaldı.

Bugün bir şehit verildi, bir kız çocuğu babasız kaldı.

Ve bugün bir şehit verildi, kanı bayrağın kızılına karıştı. Vatan bir kez daha kurtuldu.

 

🇹🇷

 

Merhabalar...

Nasılsınız?

Fark ettiğiniz üzere benim hiç enerjim yok... Nedenini ise açıklamaya sanırım gerek yok...

Tarığım... En sevdiğim karakterlerimden biriydi Tarık. Ve bugün onunla vedalaşmak... Çok zordu... O cümleleri kurarken inanın bana bir bir akıttım göz yaşlarımı... O sahnenin üzerinde çok duramadım çünkü yazamadım... Karakterine veda etmek o kadar içimi yaktı ki yazdığım cümleler eksik kaldı...

Sizce Tuğrul nerede?

Behlül'ün durumu kritikti, iyileşebilecek mi?

Laçin'e birden bire ne oldu? Bebeğinin durumu ne?

Fadik ve Tuğçe bundan sonra ne yapacak?

Şey bu arada... Ben bir WhatsApp kanalı açtım da 🥹 şey yani katılmak isterseniz diye adını şuraya bırakıyorum ;

Mutlu Olalım Dedik Mahvolduk

Linkini bırakmak isterim ama işe yaramaz gibi. Ondan bırakamıyorum. Profilime eklemeye çalıştım lakin olmadı. Ancak bu şekilde QR kod buldum. Şeyy bu gariban yazarın kanalına katılır mısınız 🥹

O zaman, Safir'iniz yeni bölüme kadar kaçar...

Kitabıma şans verip okuyan herkese çok teşekkür ederim, iyi ki varsınızz

~ Safir

Bölüm : 08.03.2025 21:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...