@erlsema
|
Geçmiş...
" Görüşürüz, Laçin!" " Görüşürüz, Alperen !" Alperen, babamın timinden Fahri Amca'nın benim gibi evlat edindiği oğluydu. Benden iki yaş büyüktü. Ben altıncı sınıfa giderken o sekizinci sınıfa gidiyordu. Bu yıl bittiğinde artık liseli olacaktı. Bu yüzden çok sık sınavlara çalışıyordu. Ama yine de Fahri Amca'nın talimatı yüzünden, çoğu zaman bana göz kulak oluyordu. Okula sabah beraber giderdik, çıkışta da yine aynı şekilde beraber lojmana giderdik. Hatta bazen ben dışarıda oyun oynarken o , ben içeri girene kadar başımda dikilirdi. Bana abilik yapıyordu. Lojmana girdiğimiz de , bugün canım oyun oynamak istemediği için direkt eve gidecektim. Bu yüzden adımlarımı eve doğrulturken , Alperen'e veda etmiştim. O da bana el sallayıp kendi evine gitti. Koşarak eve girdim ve çantamı salona bırakırken mutfağa geçtim. Bugün annemin nöbeti vardı. Bu yüzden evde tek başımaydım. Dediği gibi akşam ya Fahri Amcalara ya da Bilal Amcalara gidecektim. Evde tek kalmamı istemiyordu. Tehlikeli olabileceğini düşünüyordu. Askeri bir lojmandayken güvendeydim , ama tabi annem bunu dinlemiyordu. Mutfağa gidip kendimi ufak bir ekmek arası hazırlayıp yedikten sonra odama gidip formamı çıkardım ve eşofmanlarımı giydim. Aynı hızda formamı katlayıp dolaba koyduktan sonra , salondaki çantamdan matematik ödevimi çıkarıp yapmaya başladım. Ödevim neredeyse bitmek üzereyken , dış kapının sesini duydum. Annem hastane de olduğuna göre gelen kişi babamdı ! Kalemi masanın üzerine bırakarak hızla sandalyeden indim ve kalbimdeki heyecanla , " Baba?" diyerek seslendim. Kapının önünde asker üniformasıyla babamı gördüğümde koşarak yanına gidip ona sarıldım. " Babam!" " Güzel kızım." Babam beni kucağına alıp sıkıca sarıldı. Bir yandan da saçlarımı öpüp kokluyordu. Ben de tıpkı onun gibi ona sıkıca sarılıp yanağından öptüm. " Seni çok özledim." Gözlerim dolu dolu babama baktığımda , çoktan salona geçmiştik. Üçlü koltuklardan birine oturup beni kucağına sabitledi. " Ben de seni çok özledim biriciğim." Deyip yanaklarımı öptü, akan bir iki damla göz yaşımı sildi. " Annen nerede ?" Biraz daha göğsüne sokulup , " Nöbeti var bugün." Derin bir nefes alıp beni kucağından indirdi ve polarının cebinden en sevdiğim çikolatayı çıkardı. " Unuttuğumu sandın değil mi?" Çikolata umurunda değildi ki, babam gelmişti. Çikolata olmasa da olurdu. Kırmızı paketli çikolatayı elime aldım ve tekrar babamın yanaklarından öptüm. " Unutmayacağını biliyordum ki şapşik." Son söylediğim kelimeye babam içtenlikle kahkaha attı. Kahverengi saçlarımı da eliyle karıştırdı. " Ya baba saçım bozuluyor yapma!" Bir yandan kahkaha atıp diğer yandan saçlarımı yavaşça düzeltmeye başladı. " Ders olsun sana bir daha böyle kocaman bir adama şapşik demezsin. Az bir karizmamız var onu da çiziyor hanımefendi." Bu dediğine kıkırdayıp , " Ama şapşiksin." Deyip kahkaha attım ve yanından kaçtım. " Gel kız buraya. Kimmiş şapşik göstereceğim ben sana!" Bir müddet boyu babamla o şekilde evin içinde koşturduk. Bir yandan kahkahalarımız bir yandan birbirimize ettiğimiz laflarla çok eğlenceli vakit geçirmiştik. Beni yakaladığında ise iki yanağımı da sıkmış , kızardığına emin olduğunda bırakmıştı. " Banyodan döndüğümde o ödevlerin bitmiş olduğuna emin olacağım , Laçin hanım." " Tamam." Demiştim sondaki heceyi uzatarak. Babam banyoya girerken ben de hızlıca ödevimi yapmış, çantamı kenara koymuştum. Babamın duştan çıktığına emin olduğumda , yatak odasına doğru ilerlemiş ve sessizce kapıyı açmıştım. Daha odaya giremeden babamın dudaklarından acı dolu bir inleme dökülmüştü , içimde büyüyen korkuyla içeri girmiş ve yatağın üzerinde koluna dikiş atmaya çalışan babamı görmüştüm. Yine yaralıydı. Koşarak yanına gittim. " Baba." Bakışlarını bana çevirdi. " Babam." Dolu gözlerimi kırptım. " Çok acıyor mu ?" Gözlerime bakmıştı bir süre. O an bir şey söylemek istiyordu , biliyorum. Ama ne o gün ne de hiçbir zaman ne demek istediğini bilmedim. Bana söylemedi. Onun yerine derin bir nefes aldı , " Acımıyor babam." Dolu gözlerime bakıp güldü , " Bir yara için ağlanır mı kızım , sil o yaşlarını." O gün ve ondan sonraki günler gözlerimin dolmasının sebebi bu değildi. Kolunu sıyıran o kurşun , koluna değil de kalbine , kafasına gelebilirdi. İşte bu düşünceydi benim gözlerimin dolmasına sebep olan. Babam şuan burada olmayabilirdi. Ve ben bu sebebi de babama hiç söylemedim. Ne zaman onun yaralarına dikiş atsam , gözlerim dolu dolu , yüreğimde bu gerçeğin sızısıyla atardım o dikişleri. " Hemşire olacağım baba, canın çok acımasın. Senin yaralarını hep ben iyileştireceğim." Yine gözlerime bakmıştı bir süre , sonra dudaklarında tebessümüyle alnımı öpmüştü. " Ben Vatan'ı kurtaracağım , sen de can kurtar güzel kızım." Babam o gün bana , bir gün şehit düşeceğini söylemişti ama ben hiçbir zaman bunu kabul etmedim. Çünkü o benim babamdı. Şehit de düşse kalbimde yaşamaya devam edecekti.
Şimdiki Zaman...
Bu mesleği seçmemin sebebi babamdı. Ben babamın yaralarına dikiş tutmak istiyordum. Tuttum da. Dikiş atmayı öğrendiğim ilk andan itibaren ben babamın yaralarına dikiş tuttum , onları iyileştirdim. Lakin kendimde oluşan yaralara bir şey yamadım. Ve bir gün babam benden tamamen gitmişti ve bir daha geri gelmemişti. O yaralar hep açık kaldı babamdan sonra. Derin bir nefes çektim ciğerlerimin tâ içine. O nefes kavurdu , yaktı yüreğimi , ciğerimi. O soluk , nefes değil azap oldu sanki bana. Ellerimin parmak uçlarını birbirine değdirdim ve bir süre o şekilde bekledim. Yan tarafımda ise , bacaklarını genişçe açmış ellerini göğsünde kavuşturmuş şekilde oturan Omar vardı. Konuşmalıydık. Konuşmamız gereken koskoca bir yirmi yıl vardı ama nereden , nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Pozisyonumu değiştirip , oturduğum yerde dik bir konuma geçtim. Yüreğimi yakan o nefesi bir kez daha içime çektim ve karşıya baktım. "Sizin yanınızdan ayrıldığım gün, birbirimizden tamamen kopacağımızı bilmiyordum." Kafamı hafifçe sağ tarafıma çevirip gözlerinin içine baktım. " Bilseydim sizi yalnız bırakmazdım. Direnirdim." Cebinden çıkardığı sigara kutusunu uzattığında, gülümsedim ve içinden bir dal alıp çıkardım. Elindeki Zippo çakmağı bana uzattığında, sigaranın ucunu aleve verdim ve derin bir nefes çektim içime sigaradan. Zehirdi. Zehirden başka bir şey değildi , tadı saman gibiydi , içilmeye değmezdi ama işte yine buradaydım ve içiyordum. Ağzımın içinde döndürdüğüm dumanı yavaşça , ince bir şerit misali bıraktım. " Sizi bırakmazdım. Ama o gün yine olsa hiç uslanmaz, yine Aker komutanı seçerdim." Bakışlarımı tekrar Omar'a çevirdiğimde , kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Sigaradan bir nefes daha aldım. " Siz benim memleketim, kardeşlerim, kanımsınız." Gözlerinin en içine baktım, " ama Aker Sağdıç, benim kaybettiğim babamdı." Derin bir nefes alarak , elindeki sigaradan bir nefes içine çekti. " Siz benim memleketimseniz, o benim Vatanımdı. Her şeyden öte o meniň atam.( Benim babam.) Babamın yerini hiç aratmadı. Benim için bir babadan da öteye geçti, Vatanım oldu. Damarlarımda taşıdığım kan oldu. Al yıldızın altındaki gölgem oldu. Benim arkasına yaslandığım dağım oldu." Gözlerimin en içine baktı. Şimdi çattığı kaşları düzelmiş, beni anlamaya çalışırcasına bakıyordu. Anlaşılmam bu kadar zor mu ? " Şehit haberi geldi kapımızın önüne." Boğazımda bir yumru varmışçasına yutkundum. Külü yarıya gelen sigaranın izmarit kısmına işaret parmağımla vurup külünü düşürdüm ve tekrar , sigaradan derin bir nefes çektim içime. O dumanı dudaklarımdan dışarı üfledim. Bir süre karşımda idman yapan askerlere baktım. Elimdeki sigaranın bittiğini gördüğümde , yere atıp ayakkabımın ucuyla ezdim. Daha sonra tekrar gözlerimi Omar'a çevirdim. " Ne zaman gelse, elinde en sevdiğim çikolatayla birlikte gelen babamın , o gün bana naaşını getirdiler. Üzerinde al yıldızlı bayrakla getirdiler." Gözlerimin dolmasına engel olamazken , " Babamın tabutu düz kapaklıydı , Omar." Gözlerinde beliren hüzünle bir dakika beklemedi , çekti beni göğsüne sıkıca sarıldı, babam gibi. Saçlarımı okşadı usul usul, babam gibi... Ağlamadım. Gözlerim dolsa da ağlamadım. " Sizi hiç unutmadım. Aklımdaydınız. Ben eğer o gün oradan temellice gideceğimi bilseydim, ne yapar eder, sizi de yanıma almanın bir yolunu bulurdum." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "8 yaşındaydım Omar. Elimden ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu. Ama inan yapabilsem yapardım. Sizden kopmamak için , elimden ne geliyorsa yapardım." İçten bir şekilde gülümsedi bana. Kendimi çekip göğsünde ayrıldım. Bakışlarım tekrar gözlerini buldu. Bu sefer o, gözlerini kaçırıp karşıya baktı. " Gittiğin günden sonra eski neşemiz yoktu. Bizden biri, yanımızdan ayrılmıştı. Nasıl mutlu olabilirdik ki ?" Yüzünde hüzünlü bir tebessümle gözlerime baktı. Tebessümünün ardındaki acıyı iliklerime kadar hissettim. " Aylarca gözlerimiz bir kapı eşiğine baktı. Belki gelirsin diye. Bir gün oldu bir hafta. Bir hafta oldu bir ay. Bir sabah gözümü açtım, bir baktım koskoca sekiz yıl geçmiş. Yaşım oldu on sekiz. Oradan ayrılmak zorunda kaldım. Ama Maysa hâlâ oradaydı. Onu nasıl yalnız bırakacaktım?" Sigarasından derin bir nefes çekip kaşlarını çattı ve aynı hızda ciğerlerine aldığı nefesi geri verdi. "Harp Okulu'nu kazandım. Akademiye gittim, ben Akademiyi bitirene kadar o , on sekiz yaşında olacaktı. Onu da yanıma alacaktım. Sen zaten bizden gitmiştin, biz birbirimizden ayrılmamalıydık. Birbirimizden kopmamalıydık." Kısa bir an bana baktı ve tekrar önüne döndü. İçimde acı bir burukluk oluşmuştu. Onları bekletmeyi hiç istemezdim. Zamanı geri alabilsem, onları yanıma alabilmek için her şeyi yapardım. Ama yapamıyordum. Zaman ileriye sarmış ve bizi tekrardan bir araya getirmişti. Kader bu üç kardeşi birbirinden ayıramamıştı. Biri hâlâ şuan yanımızda olmasa da, yakında olacaktı. Biliyorum. " Akedimiyi bitirdim. Yetimhaneye giderken bir takıcı gördüm. Çiçeklere hep ilgisi vardı biliyorsun. Nilüfer desenli bir toka gördüm. Direkt aklıma o geldi. Çok sever diye düşündüm, hediye olsun diye aldım. Sonra gittim yetimhanenin önüne. Girdim içeri, konuştum Gülnare Ejem'le. 'Yok.' Dedi. 'Bir ay önce üniversite kazandı , gitti.' Dedi. Aradım. Sinop'un her bir köşesini aradım ama bulamadım. Sonra öğrendim ki başka bir ile gitmiş. Bir daha da ondan haber alamadım. Sahip olduğum son kişiyi de kaybetmiştim. İlk önce sen, sonra Maysa. İkinizde birden kopuverdiniz. Gittiniz benden." Öyle bir soluk aldı ki, o solukta nefessiz kaldım sandım. " Dünya'nın işleyişine bak ki, yirmi yıl sonra sen buradasın. Elinle koymuş gibi bir anda çıktın karşıma." Döndü ve gülümsedi. İçten bir gülümsemeydi bu. Geçmişinden birinin tekrar karşısına çıkmasının verdiği heyecandı. Ben de gülümsedim ona ama aklımda bir detay takılmıştı; Maysa neredeydi ? Tek başına, o küçücük yaşında nasıl hiç bilmediği bir ülkede, hiç bilmediği bir şehre nasıl gidebilmişti? İçime bir korku düştü. Umuyordum ki Maysa iyi olsun. Umuyordum ki sapasağlamdır. Şayet bugünden itibaren, onu da arayacaktım. Ne yapıp edip onu bulacaktım. " Maysa hakkında hiç haber aldın mı?" Başını yavaşça sağa sola salladı. "Bir hafta sonrasında ilk görev yerim belirlendiği için oradan ayrılmak zorunda kaldım. Bir daha da onu arayamadım. Başkasına söyleyemezdim. Çünkü güvenmiyordum. Adı ve soyadı dışında elimde hiçbir şey yoktu. Arayacaksam da kendim aramalıydım ama arayamadım." Sıkıntıyla yüzünü sıvazladı. " Çok istedim ama yapamadım. Kötü bir haberle karşılaşmaktan korktum belki de bilmiyorum. Bildiğim tek şey kına saçlı kızın da benden gittiğiydi. Ve benim onu aramaya korktuğum." Bir elimi omzuna götürüp yavaşça okşadım. " Sen elinden geleni yaptın. Sekiz yıl boyunca ona göz kulak oldun. Eminim ki - inşallah- iyidir. O kız cin gibiydi hatırlamıyor musun? Değil biri ona zarar vermek , yanına bile yaklaşamaz. Buna adım kadar eminim." Deyip güldüğümde , o da gülüşüme eşlik etti. " Bak o konuda haklısın. Biri ona uzaktan baksa ' Hayırdır kardeş ?' deyip atar gider yapıyordu. Sinirlenmişse de kına rengi saçlarını rüzgâra karşı savurup, kıvıra kıvıra ayrılıyordu yanımızdan. Tabi öncesinde ağzımıza da sıçıyordu." Deyip güldüğünde , gülüşüne eşlik ettim. Maysa gerçekten deli bir kızdı. Küçüklük anılarım da bile o cesur, dik başlı, herkese laf yetiştiren diliyle neler yaptıklarını hatırlıyordum. Yetişkin bir birey olduğunda da eminim ki bu özelliklerinden bir şey kaybetmemişti. Gözlerim Omar'a kaydığında, yüzündeki buruk tebessümle karşısına bakıyordu. Maysa'dan bahsetmek onu bu hâle getirmişti. Beynimde birkaç parça birleşirken, aydınlanmışlıkla gözlerim kocaman açıldı. İşaret parmağımı Omar'a doğrulttum. " Bir dakika !" Hemen ayağa fırladım ve yüzümdeki kocaman gülümsemeyle Omar'a baktım. Omar ise şaşkınca bana bakıyordu. " Sen Maysa'dan hoşlanıyorsun!" Sevinçle bir kahkaha attığımda o da benim gibi ayağa kalktı ama hızla gelip elini dudaklarıma bastırdı. Bunu yaparken de etrafa bakıyordu. Avucunun içinde boğuk çıkan kahkaham daha da gür bir hâle geldi. Doğru bilmiştim ! Ellerini tutup indirdiğimde, bana uyarı dolu bakışlar atıyordu. " Vay vay vay. Ne zamandan beri seviyorsun onu ?" Soruma kaşlarını çattı. " Hayatımda olmayan birini ne diye sevecekmişim. Geçmişimde kalan ' Kardeşim' gibi biri. Ona art niyetle bakmam." ' Kardeşim.' Dediği yeri bir tık daha baskın söylemişti. Sanırım kendini kandırmaya çalışıyordu. Sinsice gülümsedim. " Hıhı. ' Kardeşin' gibi." Bana ters ters baktı. " Saçmalama kızım. Kardeş gibi büyüdük biz. Hem dediğim gibi on iki yıldır onu görmedim bile!" Kendini kandırma çabalarına güldüm ve tekrar yerime oturdum. Ne demiş Şair; " Dokunmak, duymak, görmek, midir sevmek ? Sadece güzeli mi sever insan! Göz görmese gönül katlanır mı dersiniz? Görmese de sevebilir insan..." Doğru mudur bilmem, lakin görmediği birine bir an da tutulmaz mı insan? Hiç görmediğin, sesini duymadığın, kokusunu bilmediğin, gözlerini, tenini, bakışlarını, dokunuşlarını bilmediği birine tutulmaz mı insan? Sadece cümlelere, kayıp bir ruha âşık olamaz mı insan? Bence olurdu. Ben karşımdaki adamın bakışlarından , ettiği iki cümleden, onu anlatırken gözlerinde oluşan parıltıdan, dudağındaki tebessümünden o kadına olan aşkını görmüştüm. Bir insan görmese de severdi. İsterse yıllar geçsin, isterse ölüm girsin araya. Bir insan sevdi mi, kimse onun karşısına geçemezdi. Aşk değil, Sevdaydı bu bana göre. Aşk çok hafif kalıyordu sanki o duyguların yanında. Sevda daha yürekten, daha candan geliyordu bana. Bir insan âşık olmaz, sevdalanırdı bana göre. Omar da yanıma oturdu. İkimiz de sustuk bir süre. Ses çıkmadı ikimizden de. Sonra sesini duydum. " Sence hangi bölümü okumuştur?" Omar'ın sorduğu soruyla ona döndüm. " Bilmem. O deli her işi yapabilir." Güldü. " Bence Hukuk okumuştur." Dudaklarımı büzdüm." Olabilir. Her şeyde kendini haklı buluyordu ama başkalarının hakkını da gözetmeyi unutmazdı. Hukuk okumuşsa şaşırmam." Deyip güldüm. Omar'ın yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Sonra ayağa kalktı. " Ben gideyim. Yüzbaşı'nın bakışları pek hayra alamet değil." Dikkatle baktığı yere baktığımda, Yüzbaşı'nın dikkatle Omar'a baktığını gördüm. Ona baktığımı fark etmiş gibi iki saniye kadar bakışlarını üzerimde tutup, sanki hiç bakmamış gibi gözlerini yan tarafında duran time çevirdi. Omar'a döndüm. " Allah güç versin." Başıyla beni onaylayıp gülümsedi ve yanımdan geçip gitti. Omar yerine geçip, Yüzbaşı'nın gelmesini bekledi. Ben de şuanlık bir işim olmadığı için gözlerimi time çevirdim. Asena ve Tarık Abi bana başıyla selam verdiğinde, gülümseyerek başımı hafifçe eğdim. Hepsi ip gibi dizilmişti. Yüzbaşı ise gür sesiyle, hepsinin gözlerinin içine bakarak konuştu. " Rahat !" Hepsi aynı an da Rahat konumuna geçip , silahlarını da yanlarında sabitlediler. Omar'a baktığımda, silahını ne ara aldığını merak ettim. " Hazır ol !" Yüzbaşı'nın yeni komutuyla, hepsi hazır ola geçti. " Atış talimi için hiza al !" Aynı anda hepsi yanlarında duran silahları bir adım önlerine getirdiler ve donuk bakışlarla karşıya baktılar. " Hepiniz yerlerinize dağılın !" Yüzbaşı sağ elinin bileğini , sol eliyle arkasında kavuşturup rahat pozisyonunda onlara emir veriyordu. Sesi bariton gibi demek isterdim lakin ses tonu bariton olamayacak kadar karizmatikti. Gür, kalın ve Donuk bir ses tonuna sahipti. Hiçbir duygu barındırmıyordu o ses tonu. Bütün tim atış talimi için yerlerini alırken, verilecek komutu bekliyorlardı. Yüzbaşı kenara geçip, arkasında duran hareketli maketlerin önünden geçti. Maketlerin bazıları çok hızlı ilerliyor, bazıları normal hızdaydı. Yüzbaşı sol kolunu havaya kaldırdı ve aynı hızda aşağı indirdi , " Atış , serbest !" Aynı anda birden fazla mermi sesi duydum. Atış talimi yapılan yer korunduğu için başka birinin vurulma ihtimali yoktu. Tabi bilerek oradan geçilmediği sürece. Ölmek istemedikleri sürece de kimsenin oradan geçmek istemeyeceğine eminim. Bakışlarım maketleri bulduğunda dakikalar içerisinde yirmiden fazla maket delik deşik olmuş, yere düşmüşlerdi. Yüzümde gururlu bir tebessümle askerlere baktım. Donuk bakışları karşılarındaydı. Yere düşen maketlerin yerini yenileri aldı ve onlar beklemeden aynı şekilde vurmaya devam etti. " Yeni konum al!" Yüzbaşı'nın sesi duyulduğunda, timdekiler ellerinde silahlarıyla hafif eğilip, namlunun ucuyla etrafını gözetleyerek ilerlemeye başladı. Hepsi hızlı bir şekilde yeni yerlerine geçerken, aynı anda maketleri vurmaya devam ediyorlardı. Kısa bir an Yüzbaşı'ya baktığımda, dikkatli bir şekilde askerlerini izlediğini gördüm. Daha fazlasını görebilmek adına ayağa kalkıp o tarafa doğru ilerledim. Bu sırada gözlerim bir an olsun, gölge gibi gezinen askerlerden ayrılmamıştı. Hareketleri o kadar hızlı ve profesyoneldi ki ne ara maketleri vurup tekrar yerlerine geçtiklerini anlayamamıştım. Adımlarım Yüzbaşı'nın sol tarafında durduğunda, " Rahatsız etmiyorum değil mi ?" dedim bakışlarım hâlâ askerlerdeyken. Bir cevap vermek yerine suskun kaldığında, derin bir nefes alıp verdim. Bu adam cidden çok asabımı bozuyordu. İnsan iki çift laf eder , yemeyeceğiz ya seni ! Gözlerimi kısarak Azmi ve Cümali'ye baktığımda, bu ikisinin ne ara bu kadar enerji depoladıklarını merak ettim. Toplasan yarım saat anca baygın kalmışlardı. Dahası yüzleri ferfecir perişan olmuştu. İkisinin de gözlerinde bariz morluklar varken, onlar bir gözlerini kısmış, dikkatle maketleri indiriyorlardı. " Hiza al, Kopuk!" Yanımdaki insan sınıfına giren canlının -şüpheliyim- aniden , kulağımın dibinde bağırmasıyla irkildiğimden ziyan yerimde hafifçe zıpladım. Behlül bunu görmüş ve dudaklarını birbirine bastırarak gülmemek için kendini zorluyordu. Diğerlerine dikkatle baktığımda, Asena ve Tarık Abi dışında hepsinin aynı vaziyette olduğunu gördüm. İstemsizce kaşlarımı çattım. Ne vardı yani, yanımdaki bu varlığın sesinden ürkmüşsem ? Gözlerimi yanımdaki adama çevirdim, neyse ki gülmüyordu. Donuk bakışlarıyla time bakıyordu. Timdeki herkesin yerini aldığını görünce, 1.90'ı geçen boyuyla bana üstten baktı. Boyum 1.72 idi ama onun yanında kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyordum. " İzin verirseniz timimle konuşacağım, doktor hanım." Kaşlarımı çattım. Sanki konuşma demiştik , hah ! " Birincisi, doktor değil hemşireyim daha ne kadar söyleyeceğim bunu bilmiyorum. İkincisi konuşacaksanız buyurun konuşun. Rahatsızlık vermeyeyim size." Saçımı savurup yanından geçip gittim. Tekrar eski yerime geçtiğimde, oturduğum bankta çatık kaşlarla onlara baktım. Adama bak, sanki konuşma dedik ! Hayır yani özelse diyeceklerin söyle özel diye Bana alttan alttan laf sokma ! Hem ben demedim mi rahatsız ediyor muyum diye, deseydin rahatsızım diye, Allah Allah ! Yüzbaşı'ya nefretle baktığım sırada pantolonumun cebinde titreyen telefonumu elime aldım. Arayan kişinin adını görünce gülümsedim. Fahri Amca arıyordu. Telefonu açıp, donuk bir sesle, " Emredin Binbaşı!" Telefonun diğer ucundan gelen kahakaha sesiyle ben de tebessüm ettim. Babamın arkadaşlarından hangisi arasa onlara rütbeleriyle, sanki onların askeriymiş gibi cevap verirdim. Bu da onları eğlendirirdi. " Laçin ?" " Efendim Fahri Amca." Bir elimde telefon kulağımda , ayağa kalkıp oradan uzaklaştım ve daha sessiz bir yere doğru ilerledim. " Akşam yemeğe bize gelin annenle, Bugün eskiyi yâd edelim dedik. Ecevit , Ceyhun ve Bilal amcanda eşlerini , çocuklarını toplayıp gelecek." Gülümsedim. Yaklaşık iki aydır bir türlü bir araya gelemiyorduk. Hepsini özlemiştim. " Tamam Fahri Amca. Anneme söylerim , akşam sizdeyiz." " Bekliyorum kızım. Haydi Allah'a emanet ol." Gülümsedim. " Sen de Amca." Telefonu kapatıp elime aldım ve kamelyalardan birine geçip oturdum. Öktem Timi , babamın kurduğu timdi. Yedi kişiden oluşan bir timdi. Lakin babam gibi iki şehit daha vardı timde. Şehit Teğmen Emin Doğan. 03.06.2007 tarihinde, Vatan'ı kurtarmak adına gittiği operasyonda teröristler tarafından kaçırıldı. Bulunduğunda ise, ne yazık ki canlı değildi. Şehit düşmüştü, Vatanını satmadığı, onu el üstünde tuttuğu için Şehit düşürülmüştü. Henüz nişanlı olan asker, daha evlenemeden hayata gözlerini yumdu. Bir daha da açamadı. Şehit Üsteğmen Baha Aksakal. 02.03.2014 tarihinde, kaçırılan bir sivile bağlanan bombayı imha etmeye çalışırken , bir saniye farkla canından olmuştu. Üsteğmen Baha'nın tabutu da tıpkı babamınki gibi düz kapaklıydı. Ardında iki evlat ve eşini bırakmıştı. Şimdilerde hepsi birer yetişkin bireyler olsa da, gözlerindeki intikam duygularını bir türlü silemiyorlardı. Ondandır ki büyük oğlu Kerim, Kara Harp Okulu mezunu, Asteğmenlerden biriydi. Kızı Sunay , çocukları bilinçlendirmek, Vatana hayırlı evlatlar olmaları için yetiştiren, şanlı öğretmenlerden biri olma yolundaydı. Ardında iki tane, Vatan'a hayırlı evlatlar bırakmıştı Baha Aksakal. Her birinin, her şehidimin adı , yaptıkları, neden şehit oldukları aklıma kazılıydı. Babam unutmamam için her birini bana anlattı, ezberletti, beynime kazıdı. " Şehit, vatanını kurtarma yolunda canından olunca ölmez. Şehit unutuldu mu ölür kızım. Sen her bir şehidini aklında tut. Herkes unutsa, sen unutma. Çünkü sen bir Şehit kızı olacaksın." Babamın her bir kelimesi kulaklarımda çınladı. Yüreğim burkuldu. Babam haklıydı, ben bir Şehit kızı olmuştum. Hiçbir şehidimi unutmuyordum, unutturmamaya çalışıyordum. Derin bir nefes alıp elimdeki telefonu açtım. Fotoğraflarıma girip, Öktem Timi ile çektiğimiz ilk fotoğrafa baktım. 2006'nın son günlerinde çekilmiş bir fotoğraftı. Öktem Timi en arkada dizilmiş, kollarını birbirlerine dolamıştı. Onların önlerinde, eşleri ya da nişanlıları vardı. Onların da önünde ise Ben, Fahri Amca'nın evlat edindiği Alperen , Baha Amca'nın ilk çocuğu Kerim , Bilal Amcanın en büyük çocuğu Ayaz vardı. En büyüğümüz Alperen'di. Ben 8 yaşındayken o 10 yaşındaydı. Şuan otuz yaşında olan Alperen bildiğim kadarıyla Üsteğmen'di. Bilal Amcanın oğlu Ayaz o zamanlar iki yaşlarındaydı şimdi ise yirmi dört yaşında genç askerlerden biriydi. Baha amcanın oğlu Kerim ise üç yaşlarındaydı o zamanlar. Şuan ise 25 yaşında, Asteğmen olan bir askerdi. Elimle fotoğrafın üzerini okşadım bir süre. Hepsinin yüzüne baktım teker teker. Baha Amca kumral'dı. Mavi gözlü kumral rengi saçları vardı. Sert çehresi, kemikli yüz hatlarıyla yakışıklı bir adamdı. Onun yanında duran Bilal Amcaya baktım. Esmer tenli, kara kaşlı kara gözlüydü. Kareye kaçan bir yüz yapısı vardı. O da tıpkı Baha Amca' gibi , karizmasının farkında olan erkeklerdendi. Bilal Amcanın yanında Ceyhun amca vardı. Onların aksine sarışındı. Teni buğdaya dönmüş olsa da saçları hâlâ sarıydı. Gözleri kahverengiydi. Yuvarlak yüz hattına sahipti ve dişlerini sıkarak poz vermişti. Onun yanındaki Ecevit amcaya baktım. Buğday tenli yeşil gözlü, köşeli yüzüne yakışan kirli sakal bırakmıştı. O da tıpkı diğerleri gibi karizmasından ödün vermiyordu. Ortada babam vardı. Bronz teni, mavi gözleri , kahverengi saçları vardı. Yüz hatları ise kemikliydi. Yüzü ise çoğu askerde olduğu gibi traşlıydı. Saçları ise fotoğraftaki herkes gibi üç numaraydı. Babamın yanında Emin Amca vardı. O da babam gibi bronz tenliydi ama gözleri kahverengiydi. Yüz hatları ise üçgen yüz hatlarına sahipti. Son olarak Fahri Amca vardı. Kumral kahve gözlü , uzun bir yüz hattına sahipti. Diğerlerine nazaran o gülüyordu. Diğer altılı ciddi poz keserken, Fahri Amca gülerek poz vermişti. Öktem timinin üyeleri, kollarını birbirlerinin omzuna atmış poz vermişti. Hüzünlü bir iç çekip telefonu kapattım ve cebime koydum. Bugün onlardan üçü yanımızda olmayacaktı, biz geçmişi yâd ederken, geçmişimizden bir parça yanımızda olmayacaktı. Ayağa kalkıp Alay'dan içeri doğru ilerledim. Bu sırada talimini bitirmiş olan Cümali ve Behlül yanı dibimde bitti. " Hemşire hanım, hemşire hanım." Bunu söyleyen Cümali'ydi. Gözlerimi onlara çevirdiğimde, hemen yanımda durdular. " Adımı biliyorsunuz Teğmenim." " Evet, biliyorum ama böyle demek daha hoş geldi kulağıma. Hemşerim der gibi oluyor. Sahi nereliydin Laçinciğim ?" Sorduğu soruyla bir an duraksadım. Tanışmaya çalışma çabası beni güldürdü. Sanırım Asena'nın demek istediği buydu. " Ordu'luyum." Gülen yüzü hemen soldu. " Laz mısın ?" Kaşlarımı çattım. " Değilim." Derin bir nefes alıp, " Laz kızı olmamana çok sevindim." Dedi. " Sebep ?" dedim tek kaşımı kaldırırcasına. Bir yandan eğlendiğimi inkâr edemezdim. Hemen ellerini nereye koyacağını bilmeyerek Behlül'e döndü. Behlül ise ona boş bakışlar atıyordu. " En son Laz bir kız tarafından vuruldu da." Behlül'ün söylediği şeyle ben şok olurken, Cümali onun kafasına vurmakla meşguldü. " Lan oğlum, bir karizmamız vardı onu da çizmesen olmuyor değil mi !" Behlül kafasını eğerek tokatlardan kurtulmaya çalışıyordu. Onu kurtarmak adına iki kere öksürdüğümde, Behlül'e vurmayı bırakıp üstünü düzeltti ve bana döndü. " Vuruldu denmez. Topuğuma sıktı sadece." Dudaklarımı birbirine bastırdım gülmemek için, daha sonra sordum. " Neden peki ?" " Şimdi şöyle, benim bu komutanım iki kızla birden-" Behlül ağzına gelen şamarla suspus olurken ben cevabımı almıştım. İki kızı birden yürütmeye çalışmıştı anlaşılan. " Bu gevşek ne dediğini bilmiyor. Bakma sen ona." Deyip bana döndü. " Küçük bir tartışmaydı, önemsiz yani." Başımı sallayarak onu onayladığımda, yüzümdeki her bir kas gülmemek için kendini zorluyordu. Bir süre yüzüme baktı, daha sonra " Daha önce güzel olduğunu söyleyen var mıydı ?" Şaşkınlıktan ağzım hafifçe açılırken, " Pardon?" dedim sorarcasına. Kurtarıcım gibi bir anda ortaya çıkan Omar, bir elini Cümali'nin omzuna koydu ve sıktı. Normal bir sıkma değildi bu. Pestilini çıkartmak istercesine bir sıkmaydı. " Az öte yürü Cümali'cim." Cümali kaşlarını çatarak Omar'a baktı. " Çok istiyorsan sen git puşt!" Omar sabır dilenircesine bir nefes aldı. " Lan oğlum yürüyüp gitsene, kızın bakışları bile siktir git diyor sana !" Kesinlikle öyle bir bakış atmıyordum. Sadece açık sözlü olmasına şaşırmıştım. Cümali bana dönüp yüzümü mercek haline aldı. " Rahatsız mı oldun?" " Omar, Teğmeni bırak. Gel seninle konuşalım." Bu sefer ağzı beş karış açılan Cümali olmuştu. " Siz tanışıyor musunuz ?" Omar sırıtıp, " Diyelim ki öyle , ne yapacaksın?" Cümali kınarcasına Omar'a baktı. " Bu kazığını unutmayacağım kardeşim." Bakışları beni buldu, " Sizi de tehesüf ederim, Laçin hanımcığım." Deyip trip ata ata gitti. Saçı uzun olsaydı savuracağına çok emindim. Behlül ve Omar arkasından, tam deyimiyle öküzün trene baktığı gibi baktılar. " Cümali Komutanımın içine dişil enerji mi kaçtı komutanım ?" deyip Omar'a baktı Behlül." Enerji falan bilmem ama bunun içine bir dişinin kaçtığı belli." Diyen Omar'ın sırtına bir tane geçirdim. " Terbiyesiz terbiyesiz konuşmayın. Ne kadar ayıp!" Omar ve Behlül yüzünü bana çevirdi. " Pardonun Laçin Hanım Hemşireciğim. Behlül Asena'sına kaçar." Deyip resmen topuklarını kıçına vura vura yanımızdan uzaklaştı. Bu az önce Cümali'ye mi , içine dişil enerji kaçtı demişti? Omarla birbirimize garip garip baktık bir süre. İkimizde az önce yaşananları sorguluyorduk. " Bunlar hep böyle mi?" Bir elini çenesine götürüp , düşünürcesine sıvazladı. " Bir düşündüm de, evet." Bu dediğine güldüm. " Çok düşündün yalnız. Bu kadar düşünmek beynine zarar. Çok düşünme." İki saniye falan sonra cevap vermişti. " Bir yere not ederim." Deyip göz kırptı. Gülerken bir an gözlerim omzunun arkasında görünen Yüzbaşı'yı buldu. Bu adamla neden bu kadar göz göze geliyordum? " Senin şu komutanın neden her an ikimizden birini öldürecekmiş gibi bakıyor?" Kafasını arkaya çevirip baktığım yere baktı. Sonra umursamazca bakışları bana döndü. " O hep öyle. Takma." Omuz silkip ilerlemeye başladım. Omar'da benimle birlikte Alaydan içeri girdi. Ben revire doğru ilerlerken, o da benim peşimden geldi. " Ee ne konuşacaksın benimle." Hatırladığım şeyle hemen ona döndüm. " Maysa'nın soyadı neydi ?" Kaşlarını çattı. Sanırım neden öğrenmek istediğimi sorguluyordu. " Onu bulmak istiyorum." Bakışları bir süre gözlerimde oyalandı. Umutla gözlerine bakıyordum. Eğer soyadını söylerse Maysa'yı rahatlıkla bulabilirdim. Beklentiyle yüzüne baktığım sırada, daha fazla dayanamadı söyledi. "Amanov... Maysa Amanov." Gülümseyip boynuna sarıldım. " Teşekkür ederim Omar !" O da bana sarıldı. Birbirimizden ayrıldığımızda revire doğru yol aldık. Neden oraya gittiğimizi bilmesem de , hiç bozmadan oraya ilerlemeye devam ettik.
🇹🇷
Omar’la birlikte geçmişi yâd etmiş ve şimdiki hayatımız hakkında konuşmuştuk. Öğrendiğim kadarıyla askeri lojmanların birinde kalıyormuş. Ama oraya da çok nadiren gidermiş. Alay’da her ihtiyacını rahatlıkla giderebildiği için çoğunlukla burada olduğunu söyledi. Saat akşam yedi civarı Askeriye’den ayrılmış eve gidiyordum. Fahri Amcalara gideceğimiz için önceden anneme haber vermiştim. O da hem bugünün boş günü olması, hem de elimiz boş gitmeyelim diye tatlı yapacağını söylemişti. Onu bozmamış ve nasıl istiyorsa öyle olmasını söylemiştim. Kırmızı ışıkta durduğumda, torpidonun üzerindeki telefonuma uzanıp rehberden Aslı’yı aradım. Aslı üniversite’den tanıştığım bir arkadaşımdı. Beraber mezun olup aynı hastanede çalışmıştık. Uzun zamandır beraberdik. İyi bir arkadaşlığımız vardı. “ Alo?” Açılan telefondan gelen sesle gülümsedim.” Nasılsın ?” Onu durup dururken aramadığımı bildiği için, direkt sordu, “ Ne için aramıştın Laçinciğim?” İstemsizce güldüm. “ Senden bir şey isteyeceğim yapabilir misin ?” Düşünüyormuş gibi homurtular çıkardı. “ Söyle bakalım, ne istiyorsun ?” Derin bir nefes aldım. “ Senden birini bulmanı istiyorum.” Aslı hemşire olsa dahi, bir aralar hacker ’liğe merak salmıştı. İlk zamanlar başımız beladan kurtulmuyordu. Aslı yüzünden attığımız her adımı daha dikkatli atıyorduk. Çünkü aslı artık yakın çevremizdeki herkesi, yavaştan dolandırmaya başlamıştı. Daha sonra zamanla kendini geliştirdi ve istediği şeylere kolayca ulaşmaya başladı. Aslı’ya tam da bu yüzden ihtiyacım vardı. Maysa’yı bulabilecek tek kişi oydu. Ben araştırsam hakkında doğru dürüst bilgi edinemezdim. Ama Aslı yarım saate siciline kadar her şeyini önüme sererdi. “ Kim ?” Sorgulamamış, direkt kim olduğunu sormuştu. Bu kızı sevmemin bir diğer nedeni de buydu. Sorgulamıyor, direkt yapıyordu. “ Maysa Amanova. Bulabilir misin ?” Alay edercesine bir gülüş sundu kulaklarıma.” Ayıpsın kızım, bu zamana kadar arayıp da bulamadığım ne oldu benim ?” Bu dediğine güldüm. Tam bir şey diyecekti ki arkadan gelen , “ Aslı hemşire!” sesiyle , “ Kapatıyorum.” Deyip bir dakika beklemeden suratıma kapattı telefonu. Gülerek telefonu tekrar torpidonun üzerine bırakıp, kırmızıdan yeşile dönen ışıkla birlikte yoluma devam ettim. Yarım saat kadar sonra eve varmıştım. Telefonumu ve arabamın anahtarını elime alıp apartmandan içeri girdim. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp kapının önüne geldiğimde, demir tokmağa üç kere vurdum. Yaklaşık beş dakika sonra annem kapıda göründü. Üzerine siyah, uzun kollu triko , ayak bileklerine kadar gelen bir elbise giymişti. Saçlarını ise sıkıca yukarıdan bağlamıştı. Bu kadının gençlere taş çıkardığını söylemiş miydim ? Islık öttürerek içeri girdiğimde annem güldü. Ayakkabılarımı dolaba yerleştirip, “ Ateş ediyorsunuz Neşe Sultan !” Dedim. Annem ise omzuma şöyle bir vurup içeri doğru ilerlemeye başladı. “ İçeriye senin için elbise bıraktım, onu giyersin.” Dediğinde, “ Bu havada elbise giymem. “ diyerek camı gösterdim, annem ise gözlerini devirdi. “ Arabayla gideceğiz, maksimum beş dakika dışarıda kalacaksın.” “ Olsun, donarım ben.” “ Bana bak, bu yaşında anne dayağı attırma bana!” diyerek ayaklarına giydiği terlikleri gösterdi. İki elimi teslim olurcasına havaya kaldırdım. “ Tamam , dememdim bir şey ya!” Tam ayağındaki terliğe uzandığında, koşarak odama girdim. Bu kadın benim hem katilim hem yaşama sebebim. İkisi bir arada garip olsa da, bu kadın onu da başarıyor arkadaş! Odama girdiğimde, yatağımın üzerindeki siyah, uzun kollu triko elbiseyi gördüm. İkimizin elbisesi de aynıydı. Sadece benimki onunkinin aksine diz kapaklarıma kadar uzanıyordu. Anne kız pişti olup gidecektik anlaşılan. Bu düşünceme gülüp, üzerimdeki kazak ve pantolonu çıkardım. Yatağın üzerindeki elbiseyi de aynı hızda giydiğimde, makyaj masamın önüne geçtim. Koyu kahve , uçlarına doğru dalgalı olan saçlarımı, anneminkinin aksine açık bıraktım. Sabah yaptığım makyajı silip yenisini yapmaya başladım. Akşam yemeği olduğu için çok abartı bir şey yapmamaya karar verip, moraran göz altlarıma kapatıcı sürdüm. Doğuştun gür ve uzun olan kirpiklerimi ise kıvırıp rimelle sabitledim. Yanaklarıma pembe bir allık sürüp , dudaklarıma da çürük vişne rengi bir ruj sürüp makyajımı tamamladım. Son olarak masamın üzerindeki, portakal çiçeği kokulu parfümümden sıkıp odamdan çıktım. Salona ilerlediğimde, annem elinde bir tepsiyle mutfaktan çıkıyordu. Beni görünce şöyle bir süzdü. “ Yakışacağını biliyordum.” Dedi gözlerindeki beğeniyle, “ Kimin kızıyım, tabi güzel olacak.” Deyip hem kendimi hem annemi övdüm. O ise başını iki yana sallayarak çıkış kapısına doğru ilerledi. Ben de onunla birlite ilerlediğimde, “ Tepsiyi tut da ayakkabılarımı giyeyim.” Annemin uzattığı tepsiyi kucağıma aldım. Annem üzerine siyah bir kaban ve beş santimlik, siyah topuklu botlarından giydi. Ayakkabılarını giydikten sonra tepsiyi elimden aldı, ben de aynı hızla dolabın içinden siyah kabanımı ve çizmelerimi çıkarıp giydim. İkimizde topuklu giydiğimiz için küçük adımlarla evden çıktık. Arabaya bindiğimizde, annem elindeki tepsiyi arka koltuğa koyup yanıma geldi ve yolculuğumuz başladı. Arabada şarkı çalarken, arada bir şarkıya eşlik ediyordum. Annem ise sadece yolu izliyordu. Garip bir şekilde suskundu. Normalde muhakkak bir muhabbet başlatır ikimizi de eğlendirirdi. Şimdi ise sessizce yolu izliyordu. Çehresinde yalnızlığın hüznü vardı. Şarkıyı kapatıp derin bir nefes aldım. “ İstersen gitmeyiz.” Yolu yarılamış, tahminen on dakikaya Fahri Amcalara varacaktık. Ama sırf annem için, o yolu umursamaz geri dönerdim. Annemin mutluluğu benim için daha önemliydi. Yüzünü bana çevirdi ve gülümsedi. “ Gidelim annecim.” Bir şey diyemedim ve içime çektiğim sıkıntılı nefesle yola devam ettim. Fahri amcaların evinin önüne geldiğimizde arabayı park ettim. Bizimle birlikte bir araba daha durmuştu. Arabanın içinden çıkanlar Bilal Amca ve ailesiydi. Annem arabadan inip arka koltuktaki tatlıyı eline aldı. Bende kemerimi çözüp arabadan indim ve Bilal Amca’lara doğru ilerledim. Annemin bir adım arkamda olduğunu biliyordum. Hızla gidip Bilal Amca’ya sarıldım. O da bana sarıldı. “ Keyifler nasıl Yarbay’ım.” Geri çekilip gülümsedim ona. “ İyi diyelim. Sen nasılsın kızım ?” Gülümsememi hiç bozmadım, “ İyi.” Deyip eşi Sunay Abla’ya sarıldım. Üzerine bordo renk bir kazak ve siyah pantolon giymişti. “ Bu ne güzellik hanımefendi ?” Güldü ve bana sarıldı. Geri çekildiğimde beni şöyle bir süzdü. “ Bir kaç yaş daha küçük olsan ne olurdu Laçin, seni direkt gelinim yapardım.” Dediğinde kahkaha attım. Bu sırada yanındaki oğlu Ayaz öksürmüştü. “ Anne Laçin benim ablam gibi ne diyorsun Allah aşkına?” Sunay abla gözlerini devirdi. “ Küçük olsaydı diyorum zaten oğlum. Hem sen sus, karışma büyüklerin işine.” Dediğinde Bilal Amca da gülmüştü. Son olarak Ayaz , Alin ve Afşin’le selamlaştığımda annem de , Bilal Amca ve Sunay Abla ile derin bir muhabbete dalmıştı. “ Annemin kusuruna bakma ya, her zamanki hâli biliyorsun.” Ayaz’a dönüp gülümsedim. “ Sunay Abla’yı tanımıyormuşum gibi konuşma. Ne kusuruna bakacağım, o da kendince eğleniyor işte.” “Laçin abla sen onu boşver şimdi. Benim sana danışman gereken bir konu var.” Afşin koluma yapışmış, merakla bana bakıyordu. “ Danış tabi güzelim de, içeri geçince konuşalım. Kapı önünde konuşmayalım şimdi.” Sanki dediğimi duymuş gibi, apartmanın üçüncü katının camından Ferda Abla çıkmış, elini sallayarak sesleniyordu. “ Yemekler soğudu, gelsenize içeri !” Hepimiz ona gülerken, apartmana doğru yol aldık. Ferda Abla’yı bildim bileli hep deli dolu bir kadındı. Hep güler, yaydığı enerjiyle etrafındakileri de eğlendirirdi. Apartmana girdiğimizde, asansör küçük olduğu için annem , Bilal Amca ve Sunay Abla’yı asansöre bindirip biz dördümüz ise merdivenlerden çıkmaya başladık. Üçüncü kata varmamız beş dakikayı bulurken, kapı önünde bizi bekleyen Ferda Abla’yı gördüm. Gülerek bize bakıyordu. “ Hadi hadi çabuk! Üşümüşsünüzdür şimdi.” Ferda Abla’nın da tıpkı annem gibi hiç çocuğu olmamıştı. İçinde bir çocuğun özlemiyle yanıp tutuşurken, bir gün Fahri Amca almış karşısına, “ Üzülme iki gözümün çiçeği, nasipte yokmuş demek ki. Hem çocuğumuz olmuyorsa ne olmuş, biz de evlat ediniriz.” Demiş ve Alperen’i evlat edinmiş. Tabi Alperen , Ferda Abla’ya da sürpriz olmuştu. Çünkü Ferde Abla bir bebek evlat edineceklerini düşünmüş, Fahri Amca ise ona on yaşında bir çocuk getirmişti. İlk zamanlar şaşırsa da sonrasında Alperen’i hiç doğmamış çocuğunun yerine koyup onu sevmiş, annelik yapmıştı. Tıpkı annem gibi. Ondandır ki Ferda Abla bize çok düşkündü. Sadece Alperen’i değil, hepimizi hiç doğmamış çocuğunun yerine koyar, derdimiz olsa dinler, yardıma ihtiyacımız olsa bir koşu gelir elimizden tutardı. Önce Ayaz içeri girdi ve montunu Ferda Abla’ya verdi. O içeri geçerken ardından kız kardeşi Alin montunu Ferda Abla’ya vermeden kendisi vestiyere astı ve içeri girdi. Onun arkasından da Afşin içeri girip montunu astı. Sıra bana geldiğinde, çizmelerimi ayağımdan çıkarıp dolaba koydum ve kabanımı da çıkarıp vestiyere astım. Ferda Abla’da elindeki montu alıp boş kalan askılardan birine asıp, elini koluma koydu ve salona doğru ilerlemeye başladık. “ Duyduğuma göre Askeriye’de çalışmaya başlamışsın.” “ Evet, öyle oldu Abla da sen bunu nereden duydun ?” Göğsüne gere gere , “ Sen bilmez misin, benim her yerde gözüm kulağım var.” Bu haline gülüp, “ Annem söyledi değil mi ?” Hızla kaşlarını çattı. “ Ondan hiç bahsetme. Eskiden aramızdan su sızmazdı, şimdi ise senin Askeriye’de çalıştığını bana söylemedi bile !” Sanırım anneme sinirliydi. “ E annem söylemediyse, sana kim söyledi Askeriye’de çalıştığımı ?” Tekrar o kurnaz gülümsemesini yüzüne kondurdu. “ Alperen’den.” Dedi son heceyi uzatarak. Bu sırada da çoktan salona gelmiştik. Herkes bir araya gelmenin heyecanıyla, sırayla birbirine sarılırken, ben hâlâ Ferda Abla ile konuşuyordum. “ Alperen burada mı ?” Parıldayan gözleriyle hızla başını salladı. “ Geçen ay buraya tayin istedi, şükür ki tayin izni geldi de buraya geldi kuzum.” “ Ne zamandır geldi ? Ben onu hiç görmedim. “ İki gündür Alaydaydım. Hatta ilk günümün gecesinde orada kalmıştım. Nasıl olur da Alperen’i görmezdim ? “ Oğluna darıldım, gücendim Ferda Abla. Bir de söz vermişti gelirsem hepinizin haberi olacak diye.” Gözlerimi hızla salonda gezdirdiğimde onu göremedim. “ Bugün yok mu ?” “ Vallahi ben bilmem neden söylemediğini. Birazdan gelince konuşursunuz artık.” Bu sefer bakışları imalıydı. Bari sen yapma be Ferda Abla ! Alperen, Ayaz’ın aksine benden büyük olduğu için, Ferda Abla bir iki kere aramızı yapmaya çalışmıştı. Biz ise her seferinde, nazik bir şekilde red ediyorduk. Abi kardeş gibiydik, hiç o şekilde birbirimizi düşünmemiştik. Ben Ferda Ablayla konuşmaya dalmışken, Fahri Amca seslendi, “ Atmaca, gel bakayım buraya!” Gülerek Fahri Amca’ya döndüm. Bana genel olarak ismimin anlamlarından biriyle seslenirdi. Çok nadir, kendi ismimle seslenirdi. “ Emredersiniz komutanım.” Diyerek açtığı göğsüne sarıldım. O da saçlarımı okşayıp bana sarıldı. “ Ayıp oluyor ama Laçin, biz burada eşek başı mıyız ?” Kahkaha atarak Fahri Amca’nın göğsünden ayrılıp Ceyhun amcaya sarıldım. “ Eşek başı olamayacak kadar karizmatiksiniz beyefendi.” Diyerek ona kur yapıp, göğsünde ayrıldım. Aynı anda onun da kahkahası duyuldu. “ Hanımefendi, kalbimi deli ediyorsunuz !” dediğinde hepimiz kahkaha attık. “ Teveccühünüz beyefendi.” Diyerek ona cevap verdim, kahkahalarımın arasından. Son olarak Ecevit amcaya döndüğümde, sanki küsmüş gibi benden tarafa bakmıyordu. Adımlarımı yanına götürüp , başımı yüzüne doğru çevirdim ama diğer tarafa çevirdi. Kıkırdayıp, “ Hanimiş benim çocukluk aşkım.” Dediğimde , ufak kıkırdama sesleri duyuldu. Hiç şüphesiz babamdan sonra âşık olduğum adam Ecevit amcaydı. Hatta bir keresinde karşısına, en sevdiğim çikolatayla çıkmış ona evlenme teklifi etmiştim. O an hiç aklımdan çıkmaz. Babam , ben ve annem el ele Ecevit amcalara gidiyorduk. Yol üstü gördüğümüz bir bakkaldan babama en sevdiğim çikolatayı aldırmıştım. Babamda ne yapacağımı bilmeden, hiç sorgulamadan o çikolatayı almıştı. Ecevit Amcalara gittiğimizde, direkt onun yanına koşmuş, elimdeki çikolatayı ona uzatmıştım. Salondaki herkesse merakla ne yapacağıma bakıyordu. “ Amca bak, en sevdiğim çikolatayı sana aldım. Artık benimle evlen!” Diye isyan etmiştim. O ise karşılık olarak, “ Hande'yi boşamadan seninle evlenemem.” Demişti, ben de sinirle Hande Abla’ya dönmüş, “ Boşan artık amcamdan, biz evleneceğiz!” diye bağırmıştım, o ise hayallerimi yıkan o cümleyi kurmuştu, “ Çok geç Laçin, hamileyim.” Salondaki herkes, o gün kahkaha atarak bana bakmıştı ben ise yıkılmış hayallerimle koltukta uyuya kalmıştım ... Ecevit Amca, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken, yeşil gözleriyle yandan bir bakış atmıştı. Sanırım onun da aklına o anı gelmişti. “ Yalnız hâlâ sarılmıyorsun, hayallerimi yıkmaya devam ediyorsun amcacığım “ dediğimde, kahkahasına engel olamamıştı. Salondakilerde ona eşlik ettiğinde, beni kendine çekip sarıldı. Saçlarımın en tepesinden öpüp, beni sol omzunun altına çekti. “Biraz daha büyü belki hayallerini gerçekleştirebilirim.” Dediğinde bu sefer gülen bendim. “ Bu kız büyüdü, ama kocama olan aşkı hâlâ devam ediyor. “ diyerek yalandan isyan eden Hande Ablaya baktım. “ Sen sus, hayallerimi çaldığın yetmiyormuş gibi bir de üstüne çocuk yaptın kocanı kapmayayım diye.” Dediğimde, bir kahkaha daha duyuldu salonda. “ Sen onu boşver güzelim, çocuğuyla ikisini yollar beraber yaşarız biz.” Diyen Ecevit amcaya güldüm ve onun kolunun altından çıkıp Hande Ablaya sarıldım. “ Senin kocan olabilir ama benim evlenmek istediğim adam.” Diyerek güldüğümde, o da güldü ve sırtıma hafifçe vurdu. “ Neyse ki nikâhı bende. “ Ona güldükten sonra yanında duran Serap ablaya sarıldım. Serap Abla, Baha amcanın eşiydi. Ondan ayrıldıktan sonra yanında duran Ceyhun amcanın eşi Arzu Ablaya sarıldım. Amcalarım ve eşlerinin çocuklarıyla da selamlaştıktan sonra, boşta kalan ikili koltuğun bir tarafına oturdum. O kadar kalabalıktık ki, salon tıklım tıklım olmuştu. Herkes geçmişten bir muhabbeti açtığı sırada kadınlar mutfağa ilerleyip, tabaklara yemek doldurmaya başlamıştı. Ben de tam yanlarına gidip yardım edecekken, çalan kapıyla, “ Ben bakarım!” Diyerek kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda neredeyse ağzımı açık bırakacak bir görüntüyle karşılaştım. Alperen üzerinde Asker üniformasıyla birlikte kapı önünde dikiliyordu. Hayır şaşırdığım bu değildi. Şaşırdığım, onun yanındaki dev cüssenin sahibiydi. Üzerine siyah bir kazak altına ise kazağıyla aynı renk bir pantolon giymiş, bronz tenindeki kahve gözleriyle, benim ona baktığım gibi şaşkınca bana bakıyordu. Karşımda Yüzbaşı Tuğrul Ganiev vardı. “ Laçin.” Diyerek bana sarılan Alperen’e bile karşılık verememiştim o an. Şaşkındım çünkü. Şaşkınlığımı yitirdiğimde ise gözlerimi ondan çekip bana sarılan Alperen’e karşılık verdim ve gülümsedim. “ Buraya geliyorsun, üstüne aynı Askeriye de çalışıyoruz ve sen bana görünmüyorsun, öyle mi?” Benden ayrıldığında, ensesini kaşıyarak güldü. “ Bunun hesabını vereceksin beyefendi.” Bana güldükten sonra, arkasındaki vahşetül dehşeti gösterdi. Burada olmasına zaten şaşkındım, bir de onu asker üniforması dışında bir şeyle görmenin şaşkınlığını atlatmak için ekstra çaba harcayarak ona döndüm. “ Arkadaşım Tuğrul.” “ Biz zaten tanışıyoruz.” Diyerek nezaket olsun diye elimi uzattım. “ Yani yarasında dikiş attım o yüzden kendisini tanıyorum, lakin yüz yüze tanışmadık.” O da tıpkı benim gibi elini uzattı ve koca parmaklarıyla elimi sardı. “ Yüzbaşı Tuğrul Ganiev.” Ben de hafifçe elini sıkıp, “ Laçin Sağdıç.” Dedikten sonra elimi çektim ve içeriye geçtim. “ Salona geçin isterseniz, sofra birazdan hazırlanacak.” “ Güzelim sen Tuğrul’a içeriyi göster. Ben bir üzerimi değişip geleyim.” Diyen Alperen’e başımı salladım ve Yüzbaşı’ya döndüm. Dişlerini sıkarak yanımızdan ayrılan Alperen’e bakıyordu. Ne yapıyor yahu bu? Dost mu ,düşman mı belli değil. Alperen’in odası koridorun sonundaki odaydı, bu yüzden kimseye görünmeden rahatlıkla odasına gitmişti. Yüzbaşı ise nihayet odasına girmiş olan Alperenden bakışlarını çekip bana çevirdi. “ Salona geçelim.” Diyerek önden yürümeye başladım. Her adımımın ardında, onun dev cüssesinin üzerime düşen gölgesiyle birlikte salona geçtim. Anında tüm bakışlar yanımdaki adama çevrildiğinde, onların sorgulayan bakışlarına, “ Alperen’in arkadaşıymış.” Diyerek cevap verdim ve yüzümü Yüzbaşı’na dönüp, “ Şuradaki boş yere oturabilirsiniz.” Dedim. Lakin benim dediğimi yapmak yerine, yanımdan ayrılıp amcalarımın ellerinden öptü. İçim sıcacık oldu. Amcalarımın elinden öptükten sonra, koltukta sessizce oturan altılıya başıyla selam vermişti. Tabi kadınlar burada değildi, mutfakta olmasalardı eminim ki onların da elini öperdi. Gözlerini bir süre kocaman ailemde gezdirdi. Kalabalık bir aileydik canım. “ Ben böyle dan diye geldim ama, umarım rahatsız etmiyorumdur.” Diyerek amcalarıma baktı. Onlar ise gülümsedi. Evin sahibi olan Fahri Amca , “ Yok oğlum , ne rahatsızlığı? Soframıza bir tabak daha açınca rızkımızdan eksilmeyecek ya ?” dediğinde, Yüzbaşı ona gülümsedi. “ Laçin !” Annemin sesini duyduğumda , “ Ben kaçar amcalarım.” Dedim ve mutfağa gitmeden önce, “ Alin, Afşin, Ayaz, Kerim, Sude ve Elvan sizde geliyorsunuz !” diye seslenmiştim. Odada sadece Yüzbaşı ve amcalarım kalmıştı. Birazdan Aperen’de onlara eşlik ederdi. Mutfağa girdiğimde, Annem ve diğerleri dört çeşit hazırlanmış yemekleri tabaklara boşaltıyordu. Ben de salatanın doğrandığı leğenin başına gidip, salataları tabaklara boşaltmaya başladım. Bu sırada mutfağa gelen kardeşlerime, evet onlar benim kardeşlerimdi. “ Yemekleri ve içecekleri tepsilere koyup salona götürün.” Diye emir verdim. Beni ikiletmeden her biri elindeki tepsilerle salona gidip yemekleri dizmeye başladı. Ben de leğendeki tüm salatayı tabaklara boşalttıktan sonra, Ferda Abla’ya döndüm. “ Abla çaydanlıklar nerede?" “ Ocağın üstündeki dolaba bak, orada olması lazım kuzum.” Dediği yere baktığımda çaydanlıkları gördüm. Hızla içlerine su doldurup, kısık ateşte ocağın üzerine koydum. Biz yemek yiyene kadar ancağı kaynardı. Bu sırada yemekleri boşaltmış olan annemler odaya doğru geçiyordu, “ Laçin, hadi gel!” salataları koyduğum tepsiyle birlikte mutfaktan çıktım. “ Geliyorum!” Salona geçtiğimde, mutfaktaki ve salondaki masayı birleştirerek büyütmüş ve etrafına dizilip oturmuş aile fertlerini gördüm. Tabi bir de Yüzbaşını. Tepsiyi bir elime alıp sırayla herkesin önüne salata koymaya başladım. Bu sırada da Alperen odasından yeni çıkmış, ıslak saçlarını havluyla kurulayıp salona girmişti. “ Hoş geldiniz gönlümün sultanları!” diyerek annem , Sunay Abla, Serap Abla, Hande Abla, Arzu Abla ve annesinin yanaklarından öpmüştü. Daha sonra kızlara dönmüş, her birinin yanağını sıkmıştı. Ayaz ve Kerim’in sandalyelerin önüne geldiğinde ikisinin de omzuna, resmen çıkaracakmış gibi sıkmıştı ama bizim ikiliden çıt çıkmamıştı. Onların yanından ayrılıp, Ceyhun, Ecevit, Bilal ve babası Fahri Amcanın ellerinden öpmüştü. Elimde son tabak salatayla Yüzbaşı’nın önüne geldiğimde, Alperen gülerek yanıma yaklaştı. “ Alperen, sakın!” bir anda koşarak üzerime doğru gelince, tabak elimden düştü ve yeri boyladı. Kırılan tabağın sesini duysam da, o an tek hedefim Alperen’den uzak durmaktı. Lakin peşimden koşması beklediğim şey değildi. “ Oğlum rahat bıraksana kızı !” Ferda Ablanın sesini duyuyordum lakin bu Alperen’i durdurmamıştı. "Alperen git başımdan ya !” Tam olarak şuan, saçlarımı bozmak için yanı başıma geliyordu. Saçlarıma dokunulmasından nefret ederdim ve o bunu bildiği için saçımı bozmak istiyordu. Babam dışında kimsenin elini saçıma değdirmemiştim. “ Olmaz, o saçları bozmadan sana rahat vermeyeceğim !" “ Ya yürü git! Kaç yaşına geldin hâlâ değişmiyorsun !” Masadakiler bize gülerek bakıyordu, biri hariç. Yüzbaşı kaşlarını çatmış, sanırım anlamaya çalışırcasına bize bakıyordu. “ Sanki sen çok değiştin, hâlâ koltuk arkalarında saklanıyorsun !” “ Bana bak beni delirtme, zaten sana sinirliyim !” Deyip üzerimdeki elbiseyi biraz daha aşağı kaydırdım, koşunca yukarı doğru çıkmıştı. “ Sen büyüdükçe çok sıkıcı bir şey oldun Laçin.” Deyip masaya doğru ilerledi. Neyse ki kurtulmuştum! Masaya gidip yerine oturduğunda, ben de koltuğun arkasından çıkıp, yere düşürdüğüm tabağı temizlemeye başladım. “ Ay Ferda abla kusura bakma. Şu deli oğlun yüzünden kırdım ama söz yeni bir set alırım sana.” “ Ay kızım bir tabağın lafını mı edeceğim, otur da yemeğini ye.” “ Şunu temizleyeyim gelirim.” Elimdeki küçük porselen tabağın parçaları ve salatayı elime alıp salondan çıktım. Elimdeki parçaları çöpe atıp, elimi yıkadım ve salona geçtim. Masaya ilerlediğimde, kendi önümdeki salatayı elime alıp, Yüzbaşının önüne koydum. “ Kusura bakmayın, sizinkini düşürdüm. Ben zaten pek salata sevmem, siz yiyin.” Dediğimde, hiç suratıma dahi bakmadan, “ Sorun değil.” Dedi ve yemeğini yemeye başladı. Ben de Alperen’in yanındaki boş sandalyeye oturup elime kaşığımı aldım, tam çorbamdan bir kaşık alacaktım ki , başımın üzerinde hissettiğim baskıyla kaşığım elimde öylece kaldım. Bakışlarımı yavaşça yanıma çevirdiğimde, Alperen’in gülerek bana baktığını gördüm. Saçlarımı karıştırmıştı. Bir an bile düşünmeden, elimdeki kaşıkla kafasına vurdum ve sırıttım. Tam o anda kahkaha atan Ecevit amcanın sesini duydum. “ İşte benim kızım.” Aynı şekilde diğerleri de güldüğünde, göğsümü kabartarak , “ Teveccühünüz hayatım.” Dediğimde tekrar bir kahkaha döküldü masadan, göz ucuyla Yüzbaşı’na baktığımda , yüzünde küçük bir gülümsemeyle tabağına baktığını gördüm. İçim tekrar sıcacık olurken, ben de gülümseyerek tabağıma döndüm. Tabi bu sırada Alperen’in bozduğu saçlarımı da düzeltmiştim. Yemek boyu herkes bir yandan yemeğini yiyiyor, diğer yandan sohbet ediyordu. Arada sırada ben de onlara eşlik etsem de, çoğunlukla sessizdim. “ Bak hiç unutmam, Lojmanda bir çocuk vardı neydi adı, Hakan mı ne. Neyse bizimki oturmuş kendi kendine çamurdan pasta yapıyor, bu çocuk geldi o çamurdan pastayı bizimkinin suratına attı. “ Keyifle bir kahkaha attığında, anının devamı aklıma geldiğinde ben de güldüm. “ Bizimki ne yaptı biliyor musunuz ?” Annem , Fahri Amca ve Ferda abla da bildikleri için güldüler. Diğerleri ise merakla bir bana bir Alperen’e baktı. “ Suratındaki bütün çamuru çocuğa yedirdi !” Tüm masa - Yüzbaşı dahil- kahkaha attığında, “ Hak etmişti.” Diyerek omzumu silktim. “ Ben orada masum masum oynuyorum, ne diye karışıyor bana ? Bir de dalga geçiyordu puşt !” ağzımdan kaçan küfüre çoğu kişi gülerken, annem iğneleyici bakışlar gönderiyordu. Bakışlarına omuz silkip, sandalyemde geriye yaslandım. “ Bu kıza bayılıyorum ya.” Diyen Ecevit amcaya , “ Ben de sana hayatımın aşkı.” Diyerek cevap verdim. Hande abla ise ‘ sen iflah olmazsın’ bakışlarını atıyordu. “ İlk zamanlar nasıl da suskun, sessiz sakin bir kızdı. Bir aya içinden canavar çıktı resmen.” Diyerek gülen Fahri amcaya masadakiler de eşlik etti. “ Yahu siz bana güleceğinize, biraz da çocuklarınıza gülün aa !” dediğimde biraz daha güldüler. “ Mesela Fahri Amcacığım sen bu oğlunun ne yaptığını hatırlıyor musun ?” diyerek Alperen’i gösterdim. Başını iki yana salladığında sinsice gülümseyip Alperen’e döndüm. “ 12 yaşında, bizim okuldan bir kıza tutulmuştu. Kız bunu red edince ne yaptı dersiniz ?” Merakla bana bakan yüzlere güldüm ve Alperen’e döndüm. Resmen anlatma diye haykırıyordu gözleri. “ Gitti kızı sıkıştırdı yanağında öptü, kız da durur mu tebeşiri bunun burnuna soktu.” Gür bir kahkaha attığımda masadakiler de karnını tutarak geriye yaslanmış ve gülmeye devam ediyordu. “ Mesela Sude. Bir kız buna sırf, sarı çiyan dedi diye gitti kızın üstüne sarı goaj boya kutusunun hepsini döktü.” Serap Abla kızına döndü, “ Ben de sarı boyası ne çabuk bitti diye düşünüyordum. Meğer bundanmış.” Dediğinde masadaki gülme sesleri asla dinmiyordu. “ Laçin abla ya, ben bile unutmuştum bunu !” diyerek gülen Sude’ye bakıp güldüm ve sıradaki hedeflerime gözlerimi kısarak baktım. Hepsinin en rezil anlarını anlatırken büyük bir keyif duyarak anlattım ve herkes de bana ayak uydurarak kahkaha attı. Huzurlu geçen en güzel anlarımızda biriydi bu akşam. Biraz daha muhabbet ettikten sonra, çocukları olarak yavaşça sofrayı toparlamaya başladık. Annemler ve amcamlar da salona geçip muhabbet etmeye devam ediyordu. Tabi Yüzbaşı ve Alperen’de onlara eşlik ediyordu. Mutfağa geçip çayı demledim ve tam o sırada içeri giren Sude ve Alin’i durdurdum. “ Hadi bakalım, siz bulaşıkları yıkıyorsunuz.” Onun ardından gelen Ayaz’ı da durdurdum. “ Sen de çay bardaklarını hazırlıyorsun Ayazcığım.” Görev dağılımı yaptığımı duyan Afşin ve Elvan tam kapı önünden gideceklerdi ki onları da durdurdum. “ Siz de çerezleri hazırlayın bakayım. Kaçamazsınız, gelin buraya !” Oflaya puflaya içeri girip dediklerimi yapmaya başladılar. Gözlerim Alin ve Sude’ye döndü. Kocaman açtıkları gözleriyle bulaşıklara bakıyorlardı. Şöyle bir bulaşıklara baktığımda, tezgahın üstünde bildiğiniz bir dağ yığını vardı. “ Bakarak bitmez o bulaşıklar, eliniz çalışsın gözleriniz değil.” Dedikten sonra, ardımdan çıkardıkları homurtuları duymazdan gelerek salona geçtim. Fahri Amcayla Ceyhun amca tekli koltuklara otururken, Bilal Amcayla Ecevit Amca ikili koltuklardan birine oturmuşlardı. Üçlü koltukta; annem, Serap Abla ve Hande Abla vardı. Diğer üçlü koltuğa ise; Ferda abla, Sunay abla ve Arzu Abla oturmuştu. Kendilerine iki tane sandalye çekmiş olan Yüzbaşı ve Alperen ise Ferda ablaların oturduğu koltuğun yanına oturmuşlardı. Beni gören Ferda Abla hemen seslendi, “ Laçin , gel böyle otur.” Gösterdiği yerde benim sığabileceğim kadar bir boşluk vardı. Lakin tam olarak o koltuğun köşesinde, yüzbaşının sandalyesi vardı, gidip gitmemek arasında kararsız kaldığımı fark eden Ferda Abla, “ Gelsene kızım “ dediğinde el mecbur oraya doğru ilerledim. Bir an, o kadar kısa bir andı ki doğru görüp görmediğime emin olamasam da Yüzbaşının bana baktığını gördüm. Adımlarım koltuğun dibinde durdu ve o köşeye kendimi bıraktım. Hemen yanı dibimde yüzbaşı vardı ve kokusu burnuma geliyordu. Barut ve odunun harmanlanmış bir hâli gibiydi kokusu. Sert ve cazip. Yanı başımda, gölgesi üzerime düşüyordu ve bu çok garip bir şekilde, içimde bir yerlerin kıpırdanmasına sebep oldu. Bu ruh hâlinden kurtulmak için içime derin bir nefes aldım ama bu çok yanlış oldu. Çünkü kokusu ciğerlerimi daha da talan etti. Başımı hafifçe sallayıp, bu sefer o saçma düşüncelerden kurtulduğuma emin oldum. Bakışlarım muhabbet eden aileme döndü. “ Sen hangi rütbedeydin oğlum ?” “ Yüzbaşı, efendim.” Ceyhun amcanın sorduğu soruya saygı çerçevesinde cevap vermişti. “ Kolay olmamıştır.” Diyen Ecevit amcaya, Yüzbaşı hafifçe tebessüm etti. “ Şehadet şerbetini içememek, daha zor.” Dediğinde tüylerim ürperdi. Şehit olmak istiyordu. Vatan için canını veren her şehit gibi , canının vatan yolunda bitmesini istiyordu. Bu gerçeği biliyordum, lakin bunu tekrardan onun dudaklarından duymak, içime tarifi zor bir hüzün doldurdu. “ Şehit olmak için çok erken, o kansızların soyunu tüketene kadar bize şehitlik nasip olmasın.” Diyen Alperen’e baktım. Ortamdaki gerilimi fark eden Bilal Amca, “ Var mı sevdiğin?” dediğinde, bakışlarım Yüzbaşını bulmasa da, kulaklarım can kulağıyla onun diyeceklerini merak ediyordu. “ Vardı. Yıllar evvel elimden kayıp gitti.” Sevdiğini mi kaybetmişti ? “ Başın sağ olsun.” Diyen Fahri Amca’nın sesi hüzünlü geliyordu. “ Yok hayır, yanlış anlaşıldım. Yaşıyor. Yıllar evvel onu evlat edinen bir aileyle gitti. Bir daha da göremedim.” Dedi bu sefer. “ Çocukluk aşkı yani seninki ?” diyen Ecevit amcaya döndü, “ Öyle de denebilir.” Acaba kimdi o kız ? İstemsizce merak etmiştim. Acaba nasıl bir kızdı, gözleri ne renkti, teni hangi tondaydı, saçları ne renkti, karakteri nasıldı ? Bir anda öyle bir merak ettim ki o kızı. Bu düşüncemin bile saçma olduğunu anladığımda kaşlarımı çatarak kendime gelmeye çalıştım. Bir sevdiği vardıysa da vardı, bana ne canım ? “ Laçin.” “ Efendim Ferda Abla.” Bakışlarımı ona çevirdiğimde, “ Amcanlara ne zaman söyleyeceksin ?” bir an anlamasam da, sonradan dediğini anladım. O yüzden merakla bana bakan amcalarıma döndüm. “ Ben askeriyede gönüllü hemşire olarak çalışmaya başladım.” Birbirimizden gizli saklımız olmazdı, bu yüzden hiç tereddüt etmeden onlara söylemiştim. “ Yeğenimden de bunu beklerdim.” Diyerek göğsünü kabartan Bilal Amca’ya gülümsedim. “ İyi iyi, Alperenle aynı yerdesiniz. Gözümüz arkada kalmaz.” Diyen Fahri amcaya gözlerimi belerttim. “ Amca, abart bir de istersen. Kaç yaşında kadınım Allah aşkına !” diyerek isyan ettiğimde annem de Fahri Amcaya katıldı. “ Büyüklere karışma, daha evin anahtarını yanına almaya unutuyorsun, yakında kendini de bir yerlerde unutursun sen, amcan haklı, Alperen sana göz kulak olur.” Dediğinde göz devirdim. “ Alperen Vatanı mı koruyacak beni mi, abartmayın lütfen sekiz yaşında değilim. Kendimi korumam gereken bir şey olursa korurum, bunu biliyorsunuz.” “ Laçin haklı, her zaman ona bakamam. Görevde olduğum zamanlarda tek başına olacak.” Ona düşündüğüm şeyi söylemek istemedim. “ Bakın o da istemiyor işte !” dediğimde hepsi beni öldürecek gibi bakıyordu. “ Yahu siz şu içerideki bücürleri korusanıza, onların daha çok korunmaya ihtiyacı var!” “ Askeriye her ne kadar güvenli olsa da, size yamuk yapanlar illaki olacaktır Laçin Hanım.” Yüzbaşının o kalın ve karizmatik sesini duydum, üstelik direkt benimle konuşuyordu ve ilk kez bu kadar uzun bir cümle kurmuştu. “ Artık tamamen korunma altındasın.” Diyen Ecevit amcaya ‘ bari sen yapma’ bakışlarımı atıyordum. O ise sadece omuz silkmekle yetindi. “ Madem ki üçünüz bir aradasınız. E Yüzbaşını da tanıdık, iyi birine benziyor. O da korur seni, değil mi Yüzbaşı ?” Tek kaşını kaldırarak bu soruyu sormuştu Bilal Amca. Kendisi bir Yarbay olduğu için onu kendince tehdit ediyordu. Ulan ben korunmaya muhtacım da haberim mi yok ! Niye kimse beni umuruna almıyor, hem de konu benim hakkımdayken ! “ Amca adamı ne diye karıştırıyorsun ! İşi var gücü var benimle mi uğraşacak ?” yönümü Yüzbaşına döndüm, “ Uğraşamazsınız değil mi?” Gözlerini bana çevirip bir süre baktı, daha sonra amcalarıma döndü. “ Alay’da olduğum sürede gözüm üstünde olacak, buna emin olabilirsiniz.” Derin yutkunuşumun sesi sessiz odada yankılandı. Oturduğum yerden ayağa fırladım, “ Size yazıklar olsun emi ! Kaç yaşına geldim hâlâ başıma bekçi dikiyorsunuz, birdi iki oldu !” bu cümleleri kurduktan sonra, onlardan en uzak köşeye geçip bir sandalye çektim ve oturdum. Kollarımı göğsümde birleştirip küskünce onlara baktım. Aslında üç olmuştu. “ Bu mu büyümüş halin ? Sekiz yaşında neysen şuanda da o’sun.” Diyerek bana gülen Fahri Amca’ya, Yüzbaşının da bana baktığını bilmeme rağmen, umursamadım ve dil çıkardım. O bana gülerken, bende bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Kısa süre sonra Elinde bardaklarla Ayaz salona girmişti, ona eşlik eden Afşin çerez tepsisini tutuyordu. Elvan ve Kerim ise çaydanlıkları getirmişlerdi. Diğer ikili hâlâ mutfaktaydı anlaşılan. O bulaşıkları bitirmeleri daha çok sürerdi. Afşin elinde, iki bardak çay ve çerezlerin bulunduğu bir tepsiyle yanıma geldi. Ona yardımcı olmak için kenarda duran üçlü sehpa takımından bir tanesini önüme çektim. Afşin bardakları ve çerezleri masanın üzerine bırakıp, çektiği sandalyeyle yanıma oturdu. “ Sonunda seni yalnız yakaladım abla!" diyerek isyan etti, bu haline güldüm ve sıcacık çayımdan bir yudum aldım. “ Doğru, sen bana bir şey danışacaktın. Neydi ?” O da çayından bir yudum aldı ve sandalyesine yaslandı. “ Abla biliyorsun bu yıl YKS sınavım var. İki yıldır da harıl harıl çalışıyorum.” Başımla onu onayladığımda devam etti. “ Askerlik okumak istiyorum, bunu babama da söyledim. Bana dedi ki ' önce Vatan diyebileceksen, seç bu mesleği kızım. Sonuna kadar arkanda dururum.’" Bakışlarım gözlerini bulduğunda, dikkatle onu izlemeye başladım. Derin bir nefes aldı ve devam etti. “ Çok düşündüm. Tıpkı babam ve abim gibi, o şerefsizlerin soyunu tüketene kadar kanlarını dökmek istiyorum. Vatanım için bunu yapmak istiyorum. Çünkü benim için her şeyden önce Vatanım geliyor. O Bayrağa baktıkça içimde bir gurur, göğsümde bir sevda beliriyor.” Onu can kulağıyla dinlerken bir yandan da tebessüm ettim. “ Sen kararını vermişsin zaten, bana danışmak istediğin kısım nedir ?” Daldığı yerden başını kaldırdı ve bana baktı. “ Kadın asker olmak çok zor. Bir kere bedenen bile çok zayıf kalıyorum. Bunun için bu aralar bol bol yemek yiyiyorum, kilo almaya çalışıyorum.” Derin bir nefes aldı. “ Bana yapamazsın diyorlar. Kadın asker mi olurmuş diyorlar. Kadın asker olmaz mı abla ?” Kaşlarım çatıldı. “ Bunu söyleyenler kendilerinden utansın. Yapacağın mesleğin bir cinsiyeti yok. Vatanı korumak isteyen her bir Türk evladı aslandır! Dişisiyle de , erkeğiyle de!” Bana gözlerindeki parıltıyla gülümsedi. “ Yapabilirim değil mi ?” Bu sefer ben ona gururla gülümsedim. “ Senin içinde Vatan sevdası olmaya devam ettiği sürece, bir askerden daha fazlası olacaksın güzelim.” Bir süre daha neler yapması gerektiği hakkında bol bol konuştuk. Ona Askeriyedeki kadın askerlerden bahsettiğimde ise, kulaklarını dikkatle bana dikmiş, şevkle dinlemişti. Kimi zaman ise sevinçle bir şeyler anlatıyordu , kimi zaman gözlerine hüzün çöküyordu. Ama ben biliyordum. O çok iyi bir kadın asker olacaktı. Ne demiş Şehit Gülşah Güler; “ Mesleğimizde cinsiyet ayrımı yoktur, Yaptığımız iş kutsal bir görevdir. Bu iş cinsiyet meselesi değil, memleket meselesidir. Aslanın dişisi de aslandır."
🇹🇷 Merhabalarr. Kurgumuzun ikinci bölümü yayınlandı 🥳 Umarım bölümü beğenmişsinizdirr. Kurguma şans verip okuyan herkese çok teşekkür ederim, iyi ki varsınızz 🫶🏼💙
~Sema
|
0% |