Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3: Vatan Bekçileri

@erlsema

 

 

 

 

*** BU KURGU , ŞEHADET ŞERBETİNİ İÇMEYE ANT İÇMİŞ MEHMETÇİK , ŞEHİT , GAZİ VE ANDINI HÂLÂ YERİNE GETİREN TÜM ASKERLERİMİZ ANISINA YAZILMIŞTIR. KOCA YÜREKLİ ANNE BABALARIN , KOCA YÜREKLİ EVLATLARI , BU VATAN SİZİ UNUTMAYACAK !***

🇹🇷

Kurguda bulunan kişi, kurum , kuruluş ve olaylar, gerçeği YANSITMAMAKTADIR. Tamamen hayal gücüne bırakılmış şekilde yazılmıştır.

 

🇹🇷

 

Onların her biri Vatan Bekçileriydi.

Dişisiyle , Eriyle onların her biri, Vatan Bekçileriydi.

Ayaklarını bastıkları toprak, kanlarıyla bulandı. Bedenleri ise, o kanlı toprağa gömüldü, toprak oldular. Yüreklerinde yarım kalan sevdalarıyla, gocunmadan kanlı toprağa yatan şehitlerdi onlar.

Karşımdaki kızın gözlerine bakarken de, şehit olma arzusuyla tutuştuğunu gördüm. Namlunun ucunu bir grup kansızın kafasına dayamak, onları yok etmek istediğini görebiliyorum.

Bir saati aşkın süre Afşin ile konuştum. İçindeki tüm kuşkular dindiğinde, şevkle daha çok araştırma yapacağını söyledi. Benimde o sırada salondakilere olan öfkem biraz daha dinmiş, sandalyemi Ecevit amcanın yanına çekmiştim.

“ Bitti mi küslüğün ?” diyen Alperen’e gözlerimi diktim. Ona olan ters bakışlarıma güldüğünde, tirip atarcasına yönümü Ecevit amcaya çevirdim. “ Senin de alacağın olsun, şu muşmula suratlının eline atacağına, sen bana göz kulak olsaydın !” Ecevit amca bana güldüğünde Alperen’in sesini duydum,

“ Ben değilimdir muşmula, sana diyor Tuğrul.” Gözlerimi belerterek ona döndüm, “ Sana diyorum sana, dağ bozgunu !” gülerek, “ Çok seviyor beni, ondan bu lakaplar.” Dediğinde Ecevit amcanın arkasındaki yastığı elime alıp kafasına attım, lakin son anda Yüzbaşıyı önüne çekti ve yastık hızla Yüzbaşının suratını buldu. Ellerimi dudaklarıma bastırıp şokla Yüzbaşına baktım.

Kahkaha atan Alperen, yastığı Yüzbaşının kucağından alıp arkasına yerleştirdi. Yüzbaşı ise bön bön suratıma bakıyordu. “ Ay çok pardon, ben Alperen’e attım , o sizi önüne çekince şey oldu.” Dedim mahcubiyetle. “ Sorun değil.” Dedi lakin ben sorun olduğuna çok emindim.

Gözlerini benden çekip, bardağındaki çaydan son bir yudum aldı.

“ Ay Tuğrulcuğum, yakışıklı çocuksun da yok mu hiç beğendiğin biri.” Diyen Hande Ablaya , Ecevit amca ters ters baktı.

“ Allah nasibine bağışlasın. Nazar falan değdireceksin şimdi çocuğa.” Diyerek, Hande ablaya cevap verdi, Ferda Abla.

“ Teşekkür ederim, Hande hanım. Dediğim gibi, çocukluk hatıralarımdaki kızdan gayrısı yok. Eh, malum mesleğim de ortada.” İmalı imalı bana bakan Arzu Ablaya gözlerimi belerttim. Bu kadın ne yapıyordu böyle!

Bunu yaptığını fark eden Bilal Amca, iki kere yalandan öksürdü. Arzu abla mesajı almış gibi bakışlarını önüne eğdi. “ Bizim Laçin de öyle. Diyorum kızım otuzuna merdiven dayadın, torun görmek istiyorum. İlle de yok diyor.” Bunu diyen anneme, Ceyhun amca , “Kız turşumu kurcam diyor, siz ne diyorsunuz ?” diyerek cevap verdi ve yargılarcasına onlara baktı.

“ Amca yalnız, turşu falan ayıp oluyor.” Dediğimde, “ Bu gidişle yapabileceğin tek şey kendi turşunu kurmak.” Dedi annem. Ona kınarcasına baktığımda,“ Vallahi bu kız turşuda kalmaz, boşuna darlamayın.” Diyerek cevap veren Serap ablaya döndüm ve ellerimi dudaklarıma götürerek ona öpücük attım.

Ben anneme ' yazıklar olsun' bakışlarımı atmaya devam ederken,

“ Laçin bir kahve yap da içelim. Bayağıdır elinden kahve içmedik.” Diyen Ceyhun amcaya döndüm, “ Yaparım amcam.” Dedim ve sırf şu turşu muhabbetinden kurtulmak için ayağa kalktım. Önce arta kalan tabak ve bardakları alıp mutfağa doğru yol aldım. Mutfağa girmemle, duvar kenarında oturmuş, birbirlerini sarılarak uyuyan ikiliyi gördüm.

Elleri uzun süre suda kaldığı için buruşmuş ve kızarmıştı. Elimdeki tepsiyi tezgahın üzerine bıraktım ve bu hallerine gülümseyerek yanlarına gittim. Hafifçe omuzlarını dürttüm. “ Alin , Sıla.” Onları dürtmemle gözlerini aralayıp bana baktılar, “ Salona geçin, burada üşürsünüz.” Deyip onların kalkmasına yardım ettim. O kadar yorgundular ki seslerini dahi çıkarmadan, ayaklarını sürüye sürüye mutfaktan çıktılar.

Dolaptan kahve makinasını çıkarıp, tezgahın üzerindeki kahve kutusundan içine beş dolu kaşık attım. Üzerine yeteri miktarda su ve şeker de koyup, fişini prize taktım. Kahve kaynayana kadar, ben de dolaptan fincan ve tabakları çıkardım. Büyük bir tepsiye fincanları yerleştirip, yanlarına da ikişer tane kuş lokumu koydum.

Başka bir tepsiye de su doldurduğum bardakları yerleştirip, yönümü kaynamaya başlayan kahveye döndüm. Kaynayan kahve makinasının fişini çekip, her bir fincana kahveleri boşaltıp , kahve makinasını yıkadım. Daha sonra tepsiyi elime alıp salona doğru ilerledim.

Önce amcamlara ardından annemlere kahve verip, annemlerin yanında duran Yüzbaşıya kahvesini uzatıp hiç Alperene dönmeden, geriye kalan altılıya verdim kahveleri. Mutfağa bir kez daha girip suları da alıp aynı şekilde her birine dağıttım. Nihayet işim bittiğinde kendi yerime oturup kahvemi elime aldım. “ Ellerine sağlık kızım “ diyerek kahvesini yudumlayan Ceyhun amcaya “ Afiyet olsun.” Dedim. Benzer homurtular diğerlerinden de çıkmıştı.

Tam kahvemi yudumlayacakken, sonunda sesi duyulan Alperen’e döndüm.

“ Herkesin kahvesi var, benim niye yok ?” Kahvemi höpürdeterek içtim. “ Mutfak orada, kalk yap.” Dedim. O ise, “ Bir kahve daha yapsan, egondan düşer değil mi ?”

Bir yudumu daha höpürdeterek içtim. “ Evet. Hem sen sus, bana karşı iki suçun var. Kalkıp, bir de sana kahve mi yapacağım?”

“ Pişman değilim.” Diyerek sırıttığında ona göz devirdim ve kahvemi içmeye devam ettim. Bu sırada da herkes garip bir şekilde sus pus olmuştu. Duyulan tek ses, höpürdetilerek içilen kahvelerin sesiydi.

Kahvemi bitirdiğimde, Ferda abla sanki bu ânı bekliyormuş gibi bir koşu yanıma geldi ve bitirdiğim kahveyi elimden aldı. Daha sonra tabağını kapak niyetine üzerine koyup ters çevirdi. Daha sonra fincanı üzerimde üç kere gezdirip, “ Neyse halin, çıksın falin.” Diyerek masanın üzerine bırakıp yanımda duran sandalyeye oturdu.

Bu sırada herkes - Yüzbaşı hariç - bu görüntüyü hiç yargılamamış merakla Ferda ablaya bakıyordu. Kendisi fal bakmakta bir numara tercih edilenlerin arasındaydı. Arada bir komşuları ona fal baktırmaya gelirdi, çünkü çoğunlukla falı tutuyordu.

“ Ay abla ben de isterim, bana da fal bak !” diye heyecanla seslenen Sude’ye , “ Bakarım kuzum, Laçin’in fala bakalım da.” Dediğinde sanki hep bu anı bekliyormuş gibi Alin de sormuştu bu soruyu. Ferda abla ise karşılık olarak , “ Ay tamam hepinize bakarım. Bizim suyumuz çıktı, sizinkilere bakarım.” Diyerek gençlere hitaben konuştu. Bunu duyan Alperen, “ Ay anne dur, hemen kahve yapıp geliyorum.” Diyerek bir koşu mutfağa girdi.

Alperen’in bu hâline istemsizce güldüm. Bu sırada Ferda Abla kahvesini bitirmiş Yüzbaşına döndü, “ Çabuk ters çevir sana da bakacağım.” Yüzbaşı gülümseyerek red etti. “ Teşekkür ederim ama inanmıyorum o tarz şeylere.”

“ Ay canım biz de inandığımızdan bakmıyoruz ki, eğleniyoruz. Hem bak, sırf benim falım için tâ üç kilometre ötedeki insanlar geliyor, fal baktırmaya. Dediklerine göre tutuyormuş.”

“ Ay gerçekten de öyle Yüzbaşım, bana sınıf öğretmenliği okuyacaksın dedi, gerçekten de tuttu.” Diyerek öne atıldı Sude. “ Ben daha hamile değilken üç aya erkek çocuğuna hamile kalacaksın dedi, vallahi de tuttu. Üç ay sonra Ercan’a hamile olduğumu öğrendim.” Diyerek Hande abla da, Sude’ye katıldı.

“ Peki madem, sizi kırmayayım.” Diyerek kahvesini tabağında ters çevirip, başının üzerinde üç kere gezdirdi. Bu görüntü kıkırdamama sebep oldu. Kıkırdadığımı duyan Yüzbaşı bakışlarını gözlerime çevirdiğinde, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp önüme döndüm.

“ Ay kız soğumuş, hemen bakalım şuna.” Diyerek bardağımı eline aldı Ferda Abla. Bu sırada Alperen’ elindeki bardakla içeri geçmiş ve yerine oturarak kahvesini yudumluyordu , “ Ellerime sağlık, şeker gibi olmuş.” Dediğinde hepimiz ona güldük.

“ Ay susun odaklanamıyorum.” Diyen Ferda Ablanın sesiyle salondaki herkes sustu ve can kulağıyla onu dinlemeye başladı.

“ Ay kız senin için kararmış bu ne !” dediğinde kıkırdadım. “ Yalan abla, içim tertemiz.” Bana gözünü devirip, “ Yani bir dert var içinde, nasıl desem bir hüzün. Sanki bir şeyin yasını tutuyorsun.” Ciğerlerime sıkıntılı bir nefes çektim. O an annemle göz göze geldim. Babamın yasını içinde yaşatmaya devam ediyordum.

“ Ay burada biri var. Böyle uzunca boylu, endamlı. Maşallah maşallah tam da sana yakışır.” Amcalarım kaşını çatarken, evlenmemi dört gözle bekleyen kadın tayfa dikkatle Ferda ablayı dinledi. “ Hmm. Bak burada dalları kocaman olan bir ağaç var. Aileyi temsil ediyor. Yani biz.” Diyerek göğsünü kabartıp tebessüm etti. “ Ay kızlar müjdemi isterim.” Diyerek hızla Annemlere döndü. Annemler gibi herkes merakla Ferda ablaya bakıyordu.

Bu kadar sevinecek ne görmüştü ?

“ Laçin evleniyor !”

“ Ne !” diyerek bağırdığımda annemler kahkaha atıyordu, “ Ay sonunda torun görücem şükür.” diyen anneme, “ Ay sonunda kocama olan aşkı bitecek demek.” Diyerek gözündeki yalandan yaşı sildi, Hande abla.

“ Kim bu çocuk, biz tanıyor muyuz ?” diyen Serap ablaya, Arzu abla “ Ay kim kız söylesene !” diyerek eşlik etti.

“ Nikâh şahidi olmazsam o saçlarını sıfıra vururum.” Diyen Alperen’e gözlerimi diktim. “ Ne evliliği be, kimse benim hayatımda yok, Ferda abla sen bu sefer uçtun.” dediğimde amcalarım gülmüştü. Ferda Abla ise kınarcasına bir bakış atmıştı.

“ Yalan zaten inanma sen ona atmaca.” Diyen Fahri amcaya Ferda abla teessüf edercesine bakıyordu. “ Kaç yıllık karını yalanla itham etmekten utanmadın mı?”

“ Hatun bunlar hep sallamasyon. Sen de inkâr etme.” Ferda abla fala bir kez daha baktı ve masaya işaret parmağını sürerek, “ Şuraya yazıyorum bir yıla, uzun boylu, endamlı, yakışıklı mı yakışıklı biriyle evlenecek. Bir yıl sonra size hatırlatırım.” Diyerek hepsini mercek altına aldı.

“ Yok abla, diğerleri neyse de bu çok oldu. Evlenmek için daha çok gencim.” Dediğimde Alperen kahkaha atarak Yüzbaşına döndü. “ Gencim diyor bir de. 28 yaşında !” diyerek bir kahkaha daha attığında gözlerim Yüzbaşını buldu. O ise sanki hiç bakışlarını üzerimden ayırmamış gibi, bir dakika olsun gözlerini gözlerimden ayırmadı.

Yanaklarım istemsizce ısınırken Ferda ablanın elindeki fincanı alarak ayağa kalktım. “ Kız dur daha devamı vardı.”

“ Ay abla yeter, çok bile baktın.” Deyip mutfağa gittim ve fincanı yıkayarak yerine koydum. Tekrar salona geçtiğimde Ferda Ablanın, Yüzbaşının önündeki fincana uzanmış dikkatlice baktığını gördüm. “ Ay çocuğum sen bize sevdiğim yok dedin ama belli ki birini bekliyorsun.” Yüzbaşı oturduğu yerde dik bir konuma gelip kendini düzeltti. Ferda Abla ise bakışlarını Yüzbaşıya çevirdi. “ Sevmediğin biri olduğuna emin misin ?” Başını usulca, olumsuz bir şekilde salladı.

“ Öyle diyorsun ama bak, hayatına bomba gibi biri girecek, belki de girmiştir. Tam bir şey diyemiyorum.” Gözlerini kısarak fala baktı ve gözleri parıldadı.

"Falın devamı bana kalsın.” Deyip sinsice güldüğünde, Yüzbaşı kaşlarını çattı. “ Anlatıyordunuz ?”

“ Boşver inanmıyorsun zaten.” Diyerek eliyle geçiştirir gibi yaptı. Bu sırada fincanını ona uzatan Alperen’in elinden fincanı aldı. “ Abla ya ben ondan önce söylemiştim!” diyerek isyan eden Sude’ye, “ Tamam tamam bundan sonra sana geliyorum.” Diyerek cevap verdi Ferda abla. Daha sonra Alperen’in bardağına dikkatle bakıp yüzünü buruşturdu. “ Ne var anne ? Ben de evleniyor muyum ?” diyerek soran Alperen’e hepimiz güldük.

“ Derhal hayatında her kim varsa ondan kurtul!” Alperen donakaldığında hepimiz kahkaha attık. “ Oğlum böyle kız mı olur ? Soyup soğana çevirmiş bu kız seni!” Alperen şaşkın şaşkın annesine bakarken, biz bakışlarından bu falın gerçekliğini anlamıştık.

“ Yok oğlum, sen Laçin ile dalga geçiyorsun ama asıl senin turşunu kuracağız! Al şu bardağı gözüm görmesin!” resmen fırlatırcasına fincanı Alperen’in eline tutuşturmuştu. Biz ise bu hallerine kahkaha atmakla meşguldük.

Alperen hızla hem kendi fincanını hem de Yüzbaşının fincanını eline alıp mutfağa gitti. Bu sırada Ferda Abla ise geriye kalan altılının fallarına bakmaya başladı. Arada salonda kahkahalar duyuluyor, bazense birkaç küfür dudaklardan kaçıyordu. Bazense çok kısa anlar olsa da Yüzbaşıyla göz göze geliyordum. Bu anlarda içimde bir yerlerde garip bir his beliriyordu.

İçimi sıcacık eden bir histi.

Ferda Ablanın fal bakma muhabbetinin sona ermesiyle herkes yavaş yavaş ayaklanmaya başlamıştı. İlk kalkan Yüzbaşıydı. “ Harika bir geceydi, uzun zaman sonra bir aile ortamında olmak beni mutlu etti. Bugün için hepinize çok teşekkür ederim. Sayenizde çok eğlendim.” Dediğinde, “ Ne demek oğlum, her zaman bekleriz.” Diyerek cevap verdi Fahri Amca.

O ayaklanırken, annem ve biz de ayaklanmıştık. “ Her şey için çok teşekkür ederiz, geçmişi yâd etmek güzel fikirdi Fahri. Sonra görüşürüz Ferda.” Diyerek her birine veda etmişti annem, bende amcalarım ve diğer herkes -Yüzbaşı hariç - vedalaştım.

Bizden sonra yavaş yavaş herkes de evlerine doğru dağılmaya başladı.

Kapı önüne gelip, çizmelerim ve Kabanımı üzerime giyip annemi bekledim. O da hızla kabanı ile botlarını giyip yanıma geldi ve yavaşça merdivenlerden inmeye başladık. Bizim arkamızdan da Ecevit amcalar iniyordu. Dışarı çıktığımızda Ecevit amcaya döndüm ve “ Haberleşelim hayatımın aşkı.” Diyerek şakalaştım ve o da, “ Her zamanki yerde buluşalım şekerim.” Dediğinde ben gülerken, Hande ablada gülerek kocasının koluna yapışmış, “ Vermiyorum kocamı sana, git evleneceğin adamı hayal et!” demişti. Ben de ona kahkaha atıp el salladım ve arabama doğru ilerledim.

Arabama bindiğimde, binanın önünde iki beden gördüm. Biri Yüzbaşıya, diğeri Alperen'e aitti. Yüzbaşı gözlerimin içine bakarak başını hafifçe eğerek selam verdiğinde, yüzümdeki gülümsemeyle ona aynı şekilde başımı eğerek selam verdim ve arabayı çalıştırarak oradan ayrıldım.

Annemin dönüşte de sessiz olacağını düşünüyordum ama bu tamamen bir yanılsamadan ibaretti. “ Yakışıklı çocukmuş Yüzbaşı.” Gözlerim yoldayken, umursamazca , “ Bilmem, öyle miymiş ?” dediğimde annem “ Bilmiyormuş gibi yapma, gayet yakışıklı.” Diyerek bana cevap verdi.

“ Tapumuza mı alacağız anne, bize ne ? Allah nasibine bağışlasın.” Annem öyle bir içli “ Amin.” Dedi ki, bir an dönüp ona baktım. “ Ne olurdu benimde öyle damadım olsa.” Diyerek kederli kederli konuştu. Ben ise ona cevap vermedim. Yoldan bakışlarımı bir an bile ayırmadan eve doğru ilerlemeye devam ettim.

Asker kızı olmak kadar asker eşi olmak da zordu. Ben zaten asker kızı olarak nasibimi almıştım. Asker eşi olmak istediğimden emin değilim. Her ne kadar onurlu bir rütbe olacaksa da, ben bir kez daha o acıyı kaldıramam.

Ya da sadece öyle zannediyordum.

 

🇹🇷

 

​​​​​Yazardan ...

Bir Hafta Sonra

“Ne yalnızlık, ne hüzün, ne o eski şarkılar”

Yüzbaşı Ganiev, dilinde dolanan türküyle bir leş daha indirdi. Namlunun ucunu başka bir kansıza çevirdi, ona göre, o toprağa dökülmesi gereken tek kan, Türk evladının kanıydı. Kendi vatanında, böyle soysuzların kanını geç nefeslerinin dahi bulunmasını istemiyordu.

“Hiç biri dokunmuyor senin yokluğun kadar.”

Bu dizeleri dile getirirken, aklı geçmişindeki kıza gitti. O Gece Okyanusu gözlere sahip kıza... Ne güzel gözleri vardı öyle, acaba yine karşılaşabilecek miydi o güzel Türkmen kızıyla ?

“Gece yağmur ve soğuk şehrin caddelerinde”

Her bir dizeye, bir başka orospu evladı eşlik ediyordu. Her ne kadar anneler onun gözünde kutsal olsa da, emindi ki bu kansızları doğuran kadınlar bile, doğurduklarının kansız olduğundan bihaberdi.

“Gözlerimde hayalin, hasretin yüreğimde”

Bir ‘ ah’ çekti içine bu dizede. O küçük kızın hayali bir an gözünden ayrılmıyordu. Bir anda, arkadaşı Alperen’in evine gittiğinde, gördüğü kız ve onun ona olan şaşkın bakışları gözleri önüne geldi. İstemsizce gülümsediğinde, bir terörist daha vurdu o kadının şerefine.

Bunu yaptığını fark edip, içinden kendine küfretti ama nafileydi, aklından silemiyordu.

“Gurbette yorgun düştüm de ceylan”

Bir leş daha yere serildi.

“Hasret tüketti bittim be ceylan.”

Türküyü kesip, birden çoğalan teröristleri teker teker mercek altına aldı ve timi ile birlikte, kol kola her birinin leşini yere serdiler. O kutsal topraktan, bu kansızların kanını silecekti. Toprak bile kabul etmezdi bu şerefsizlerin kanını.

“ Kopuk 4, Kopuk 5” diyerek kulaklığına seslendi. Aynı anda Omar ve Asena’nın sesi duyuldu.

“ Emredin komutanım !”

“ Arkası ne durumda !” diyen Yüzbaşının kulağına, mikrofonunu açık unutan Omar’ın sesi duyuldu, “ Geber piç kurusu!” Yüzbaşı hafifçe tebessüm ettiğinde, Asena’nın sesi duyuldu. “ Temiz komutanım.”

“ Kopuk 7, Kopuk 8, ne durumdasınız ?” bu sefer Azmi ve Behlül’e sormuştu sorusunu Yüzbaşı. “ Ayıpsınız komutanım, partimiz büyük bir şevkle devam ediyor.” Diyerek bir leş daha indirdi Behlül. “ Beş dakikaya temiz komutanım.” Diyerek, Behlül’ün yaptığı gevşekliği toparladı Azmi.

Son olarak, “ Kopuk 3, Kopuk 6 siz ne durumdasınız ?” diyerek Cümali ve Adem’e sormuştu. Adem’in, Cümali’ye olan siniri hâlâ yerli yerinde olduğu için şuan ondan çıkaramadığı siniri, bu şerefsizlerden çıkarıyordu. O öfkeyle art arda beş leşi yere serip, “ Burası da beş dakikaya temiz komutanım.” Dedi ve işine devam etti.

“ Beş dakikaya aşağı iniyoruz Kopuk!” dedi ve yanındaki Tarık Üsteğmene kısa bir bakış atıp, o da işine devam etti.

Yüzü geçik leş yeri boyladığında, bordo berelerinin hakkını vererek, gölge gibi gezdiler dağların arasından ve dikkatle, etrafı gözetleye gözetleye mağaraya girdiler. Bu sırada, Türk Askeri’ni gören kansızların liderlerinden biri olan Ferzan Rikabi dizleri titreye titreye, ellerini havaya kaldırdı.

Yüzündeki korkuyu gizleyemiyordu. Karşısında Türk askeri varken, asıl korkmasa onun sonu olurdu! Türk evladının vatanında, Türk evladına yamuk yaparken düşünmedikleri canları, şimdi bu sekiz Türk Askerinin karşısında titriyordu.

Korkmalılardı da, Türk evladının soyu hiç tükenmeyecek, bu kansızların dizlerini, o anlı, şanlı kanlarıyla, bayraklarıyla böyle titreteceklerdi !

Yüzbaşı silahını hafifçe kaldırdığında, korkuyla iki dizinin üstüne düştü kansız sopu.

“ Kaçık Komitan, sensin ?” Yüzbaşına lakap takmışlardı, geçtiği her yeri, bir deliye yakışır şekilde yakıp kül ediyor, tam da isteği gibi o kansızların kanını vatanının toprağında bırakmıyor, onları geldikleri yere gönderiyordu. Bundandır ki kendi aralarında ‘ Kaçık ‘ lakabını takmışlardı Yüzbaşına.

Yüzbaşı gülerek ona doğru ilerlediğinde, timdeki herkes dikkatle etrafını izlemeye devam ediyordu.

“ Hee benim Ferzan. Ne oldu ağzını siktiğim puştu, hani bulamazdım seni, hani bir aya düşerdim eline amına kodumun piçi ?” Ferzan korkuyla yutkundu, “ Anlaşabilirik Komitan.” Dediğinde yüzbaşı tehditkâr bir şekilde güldü. Yüzünü kapatan maskesi yüzünden yüzü görünmese de, maskenin ardından çıkan sesinde tam anlamıyla bir tehdit vardı.

“ Ne zamandır sizin gibi puştlarla anlaşma yapıyorum Ferzan ?”

“ Komitan yapma. Bak anlaşabilirik ! İhtiyacın olur bağa !” Yüzbaşı silahının arkasıyla ensesine vurup onu bayılttı,

“ Amına kodumun piçi, sana sanki şans verdim. Zaten anlatacaksın !” Bayılan bedene ayağıyla bir tekme atmadan duramadı. Daha sonra timine döndü, “ Alın şunu.” Adem ve Cümali yerde yatan bedene tiksinircesine baktıktan sonra onu yerden aldılar.

Yüzbaşı kemerine sabitlediği telsizini çıkardı, “ Kopuk 1’den merkeze , Kopuk 1’den merkeze.” Elini çektiğinde, anında Binbaşının sesi duyuldu. “ Merkezden Kopuk 1’e, durum ne Yüzbaşı ?”

“ Kopuk 1’den merkeze. Operasyon başarılı, dönüyoruz.”

“ Merkezden Kopuk 1’e. Helikopter yola çıktı, yarım saate konumunuza gelecek Yüzbaşı.” Telsizi kapatıp tekrar kemerine yerleştirip timine döndü, “ Çıkıyoruz Kopuk.”

Dikkatli bir şekilde o mağaradan çıkıp güvenli bir bölgede helikopterin gelmesini bekledir. Tam da Binbaşı’nın dediği gibi yarım saat sonra Helikopter gelmişti. Hızla, namlunun ucuyla etrafı kontrol ederek dikkatli bir şekilde helikoptere bindiler, bu sırada helikopterden inen diğer time , “ Burayı temizleyin !” diyerek emir vermişti Yüzbaşı.

Onların ardından inen tim, her bir leşi toplamış ve bir dağ yığını misali, o puştları görev aldıkları ülkenin sınırlarına atmışlardı. Yerdeki kana bulanmış toprağı ise onların üzerine atmış, son olarak her zamanki gibi üst üste yığdıkları bedenlerin, en tepesindekinin bedenine Türk Bayrağını dikmişlerdi.

Bu, Yüzbaşı’nın imajıydı. Türk’ün uluduğu yerde, çakala yer olmazdı.

Askeriyeye vardıklarında, ilk işleri Binbaşının ayarladığı toplantıya katılmak olmuştu. Binbaşı, bir hafta süren operasyonun detaylarını dinlemiş daha sonra her birini tebrik ederek bırakmıştı. Odadan ilk çıkan Yüzbaşı olmuştu. Onun ardından diğerleri de çıkmıştı. Bu sırada onlara doğru koşan beyaz önlükler içerisindeki hemşireyi fark etti. Diğerleri de hemşireyi görmüş ve gelmesini bekliyorlardı.

Laçin yanlarına vardığında, hızlı koştuğu için nefes nefese, ellerini dizine yaslayarak düzenli nefes almaya çalışıyordu. Kendine geldiğinde, yüzünde gururlu bir tebessümle her birinin gözlerinin içine baktı, “ Biliyorum, bu cümleyi çoğu kez duymuşsunuzdur ama ben de söylemek istiyorum. “ Kopuk Tim’i merakla ona bakarken, o aslında söyleyeceği cümlenin, Binbaşı dışında kimsenin onlara söylemediğine emindi. Çünkü Vatan uğruna savaşanlar, kimsenin aklına gelmezdi.

“ Öncelikle sapsağlam geldiğiniz için size çok teşekkür ederim ve hepinizin eline emeğine sağlık. O soysuzlardan biraz daha eksilttiğiniz elleriniz dert görmesin.” Deyip gururlu tebessümünü daha da büyüttü.

Kopuk Timinin yüzünde bariz bir şaşkınlık, içlerinde ise bu beyaz önlüklü kıza karşı bir sıcaklık uyandı. Şaşkınlardı, çünkü kimse onlara sağlam döndüler diye teşekkür etmezdi. Şaşkındılar, çünkü tam da dediği gibi, Binbaşı dışında kimse onları tebrik etmezdi. Tebrik almak için yapmazlardı bu mesleği, hiçbir zaman öyle bir düşünceleri olmamıştı.

Onlar için Vatan’ın sağ olması, basit bir tebrikten daha mühim bir konuydu.

Karşılarındaki kıza baktılar, ve içlerindeki sıcaklığa eş olarak tebessümlerini sundular. “ Gözün arkada kalmasın, her gün daha da eksilecek.” Diyerek ona cevap vermişti Adem. Omar ise göz kırpmıştı. Laçin ise gülümsemesini daha da büyütmüş, “ Vatanımı koruyan Bekçiler varken, gözüm hiçbir zaman arkada kalmaz.” Bu kızın onlara taktığı lakabı da sevmişlerdi.

Vatan Bekçileri.

Hoşlarına gitmişti, Bu lakap en çok onlara yakışırdı. En güzel onlar taşırdı bu lakabı.

“ Sizi muayene edeceğim, aklanıp paklananın ve revire gelin. Hepinizi bekliyorum !” diyerek azarlamayı da ihmal etmemişti Laçin. Onun bu haline gülen tim, aralarına bir kız kardeş daha aldıklarını anlamışlardı. Biri adı gibi Asena olan o dişi kurt. Diğeri Asena olan hemşire kız. Bu iki kız, onların kız kardeşi olmuştu.

Cümali ve Yüzbaşı aynı düşüncede olmasa da, timin çoğu bu düşüncedeydi. Arkasını dönüp giden hemşirenin ardından baktılar bir süre, daha sonra hepsi yatakhaneye doğru yol aldı. Yüzbaşı ise, yüzündeki ufak gülümsemeyle hemşirenin ardından bakmaya devam ediyordu.

Tatlı kızdı.

 

Şimdiki Zaman

 

​​​​​​Tam bir hafta boyunca Askeriye o kadar sessizdi ki çok sıkılmıştım. Arada sırada, tek tük askerler gelip yüzlerindeki ya da aldıkları birkaç yara için revire geliyor daha sonra yine gidiyorlardı. Tabi bir de telefon numaramı almaya çalışan birkaç asker olmuştu ama hepsini, nazik bir dille ret etmiştim.

Bir saat evvel Kopuk Timinin geldiğinin haberini almıştım. Birkaç askere sorup nerede olduklarını öğrenmiş ve koşarak yanlarına gitmiştim. Onlarla konuşmuş ve revire gelmelerini söylemiştim. Tabi onlara revire gelmemek gibi bir şans da bırakmamıştım.

Ondandır ki tam bir saatin ardından ilk hastam kapıda belirdi. Beni şaşırtmayan yüz Cümaliye aitti.

“ Hemşire Hanımcığım, ben geldim.” Konuşma şekline gülüp, “ Görüyorum Cümali.” Dedim. Elimle önümdeki yatağı gösterdiğimde ikiletmeden geldi ve yatağın üzerine oturdu. Duş almış, üzerine yeşil tişörtü ve asker üniformasının pantolonunu giymişti.

“ Her hangi bir yerinde ağrı var mı, eğer varsa ilk önce oradan başlayalım tedaviye, daha sonra küçük yaralarla uğraşırız.” Eliyle sol göğsüne dokunup, “ Tam şuramda bir ağrı var , hemşire hanım.” Dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Hmm, ne ağrısıymış bu ?” bakışlarını mahzunlaştırıp bana baktı. “ Kalp ağrısı.” Dedi. İstemsizce güldüğümde, “ Ben ciddiydim, hemşire hanım.” Daha da güldüğümde, o da güldü. Komik çocuktu, inkâr edemezdim.

“ Kolumda bir sıyrık var onun dışında pek yaram yok.” Dedi ciddileşerek. Tişörtünün kolunu biraz daha sıyırıp, kolundaki sıyrığı gösterdi. Dikkatle yarasıyla ilgilenmeye başladım.

Cümali ile işim bittiğinde odadan çıkmıştı ve onun ardından Asena gelmişti. “ Gel Asena.” Deyip yatağı işaret ettim. O da tıpkı Cümali gibi yatağa oturdu ve bir süre yüzüme baktı. Ben de ona baktım. “ Yaran var mı ?” Başını olumsuzca iki yana salladı. “ Peki bir rahatsızlığın var mı? Ağrın falan var mı ?”

Asena, birkaç ağrısından bahsetmişti ve ben de onun için, ona uygun olan ilaçları verip göndermiştim. Böyle diye diye, Yüzbaşı hariç bütün tim gelmiş ve onları muayene etmiştim. “ Geçmiş olsun abi.” Diyerek Tarık Abi’yi de uğurladığımda, yatağın üzerine bıraktığım pansuman malzemelerinin paketlerini çöpe attım. Masanın üzerindeki malzemeleri düzenlediğimde odanın kapısı açıldı. Bakışlarım kapının önündeki adama çevrildiğinde, göğsümde beliren garip bir özlemle bir süre yüzünün her bir zerresine baktım.

Güzel bir çehresi vardı lakin kaşları hep çatık, mizacı hep sertti. Ona rağmen karizmasından hiçbir ödün vermiyordu. Gözlerim biraz daha gözleriyle hasret giderdiğinde, kaşlarımı çattım.

Saçmaydı. Onu neden özleyecektim ki ? Gıcığın tekiydi. Tarık Abiler her nasılsa o da öyleydi benim için, özlemişsem de ondan özlemişimdir. Diyerek kendimi avutmaya başladım.

Yüzüme dikkatle bakmaya devam eden adam dikkatimi daha fazla bozmasın diye iki kere öksürdüm. “ Böyle geçin Yüzbaşım.” Diyerek yatağı gösterdim. Sakin adımlarla yatağın önüne geldi ve sakince oturdu. “ Her hangi bir yaranız var mı ?” Bakışlarını gözlerime çevirdi , “ Karnımdaki yara tahriş oldu.” Dediğinde kaşlarım çatıldı ve hızla onun olduğu tarafa doğru gidip, üzerine giydiği tişörtü, karnını açacak kadar sıyırıp yaraya baktım.

Bir elim kaslı vücudunda, vücudum onun dibinde, kafamı hafifçe kaldırdım ve çatık kaşlarımı bozmadan, “ Siz delirdiniz mi! Bu yaranın ciddi olduğunu size söylememe rağmen neden beni dinlemiyorsunuz ki! “ Yarasına hafifçe ellediğimde, kasılan vücudunu düşünmemeye çalıştım.

“ Alt tarafı bir yara, yaparsın yine pansuman geçer.”

Kaşlarımı çatarak yüzümü tekrar yüzüne çevirdim. “ Pansuman yapmak başka, sizin yarayı daha beter haline getirmeniz başka.” Tek kaşını kaldırdığında, şuan ona çok yakın olduğumu fark edip geri çekildim. “ Yatağa uzanın. Tişörtünüzü de çıkarın, pansuman yapacağım.” Dediğimi ikiletmeden üzerindeki yeşil tişörtü çıkarıp yatağa uzandı. Bu görüntü aklıma, çok kısa bir an müstehcen anlar yollasa da, kendime gelerek diğer tarafa geçtim ve masanın üzerindeki tentürdiyot ve pamuğu elime alarak yarasını temizlemeye başladım.

Tentürdiyotun getirdiği acı yüzünden vücudu çoğu zaman kasılsa da ben bitirene kadar, tek kelime etmemişti. Yarayı temizledikten sonra, gerekli kremi işaret parmağımın ucuna döküp yarasına götürdüm ve dikkatlice yarasında yaydırdım kremi. Bu sırada gözüm yan tarafında yumruk yapmış eline ve daha da kasılan vücuduna kaydı.

Şu pansumanı bir an önce bitirsem iyi olacaktı.

Kremi yaydırdığıma emin olduğumda, gazlı bezi alıp yarasına yerleştirdim ve bandıyla yapıştırıp gözlerimi Yüzbaşına çevirdim. O ise zaten bana bakıyor vaziyette, gözlerinde bir karartı ile bakıyordu. O karartının sebebi neydi bilmiyorum ama içimden bir ses, pek de hayırlı bir şey olmadığını söylüyordu.

“ Bitti. Yarın tekrar gelin yaraya pansuman yapmalıyım.” Dediğimde başıyla onaylayıp, kenara koyduğu tişörtünü üzerine geçirdi ve eteklerini pantolonundan içeri koyup ayağa kalktı. Gözlerini gözlerime çevirip, “ Teşekkürler doktor.” Dedi. Kaşlarım tekrardan çatıldı. O kapı önüne gelmişken, “ Doktor değil-“ cümlemi tamamlayamadan,

“ Biliyorum.” Deyip odadan çıktı.

Bu da neydi şimdi ?

Arkasından şaşkın şaşkın bakarken, ne demek istediğini algılamaya çalışıyordum. Madem ki biliyorsun, nediye doktor deyip duruyorsun kardeşim!

Kardeşim deme lazım olur.

Birden bire ortaya çıkan iç sesime,

" Sen de sus, kafamı karıştırma.” Diyerek dışımdan cevap verdim. Bu Askeriyeye geldiğimden beri bana bir şeyler oluyordu. Normal ben, böyle değildi. Ben burada bir garip oldum. Artık havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem.

Yüzbaşı etkisi hayatım.

Saçmalamaya başlayan iç sesime göz devirip geride kalan çöpleri çöp kutusuna attım ve Revirden çıktım. Her biriyle uğraşmak yaklaşık olarak iki buçuk saatimi almıştı. Bazen ise muhabbet sarıyor ve konuşmaya devam ediyorduk. O yüzden o kadar uzun sürmüştü işimi yapmam.

Alaydan dışarı çıktığımda her zaman oturduğum banka oturup, üzerimdeki önlüğün cebinden sigaram ve çakmağımı çıkardım. Sigara paketinin içinden bir dal çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirdim. Tam çakmağı yakacaktım ki, bir anda bir el tarafından uzatılan, başka bir çakmağın ateşiyle sigaramın ucu tutuştu. Sigaradan derin bir nefes alıp kafamı biraz kaldırdığımda, Yüzbaşının çatık kaşlarla, işaret ve orta parmağım arasında duran sigaraya baktığını gördüm.

Sigaramı yakan o muydu ?

İçime dolan tarifsiz duyguyla sigara paketini ona uzattım. İçinden bir dal çıkarıp kendini yanımdaki boş yere attı. Ben bankın bir kenarında oturuyordum, o ise boş duran tarafında. Bacaklarını genişçe açmak yerine, ideal açıklıkta bırakmış, bir kolunu bankın arkasına yaslamış, diğer eliyle sigarasını tutuyordu.

Bir an, gözlerime o kadar karizmatik ve çekici geldi ki...

Bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm ve bir duman daha çektim içime. Ne o konuştu ne ben. Öylece, sessiz sedasız oturup sigaralarımızı içtik. Sigaram bitip sadece izmariti kaldığında ayağımın dibine atıp, botumun ucuyla izmariti ezdim. Daha sonra ayağa kalktım,

“ Teşekkürler.” Deyip Yüzbaşıya baktım.

Bu sigaramı yaktığı için bir teşekkürdü. O da bunu anlamış ve başını hafifçe eğerek teşekkürümü kabul etmişti. Garip bir adamdı. Benimle doğru dürüst konuşmuyordu, ama yanıma gelip sigaramı yakabiliyor, yanıma oturabiliyordu.

Ona sırtımı dönüp içeri geçtim. Revire doğru ilerlediğim sırada Binbaşı ve yanında duran Alperen’i gördüm. Alperen’in dediği bir şeyi Binbaşı başıyla onayladığında, bakışları beni gördü. Eliyle beni çağırdığında, küçük adımlarımı onlara doğru ilerlettim.

Binbaşı beni ne diye çağırmıştı anlamasam da, ikiletmeden yanına vardım. Ben yanına geldiğimde, Alperen’e döndü, “ Sen gidebilirsin Üsteğmen.” Dedi. Alperen elini alnına götürüp selam verdi ve yanımızdan çekildi. Binbaşı ise eliyle ‘ önden buyur’ dercesine önümüzdeki koridoru gösterdi ve beraber ilerlemeye başladık.

“ Alışabildin mi askeriyeye ?”

“ Küçükken de babamla çok sık askeriyeye gelirdim. Aşinayım buralara, alışmakta zorlanmadım. “ Gülümsedi, “ Güzel. Kopuklara alışabildin mi peki ?” göz ucuyla bana baktığında, bu sefer gülümseyen bendim. “ Evet, gayet iyi insanlar hepsi. Revirden bir saniye olsun ayrılmamaları dışında bir sorun yok.” Diyerek güldüğümde, binbaşı da bana eşlik etti.

“ Güzel güzel.” Dedi bir şey düşünüyormuşçasına. “ Peki kızım, sen git ben seni işinden alıkoymayayım.”

“ Estağfurullah binbaşım. Pek işim yok şuan zaten.” Dediğimde bana gülümsedi ve yanımdan ayrıldı. Neden bu kadar kısa ve bana göre garip olan bir konuşma yapmıştık anlamasam da, ben de koridorun ortasında durmayı bırakıp revire gittim. Revirde bıraktığım çantamın içinden telefonumu çıkardım.

Telefonumu açtığımda ilk önce saate baktım. Daha sonra telefonu tekrar kapatıp pantolonumun arka cebine yerleştirdim ve Revirden çıktım. Dudaklarımda, aklıma kazınan bir şarkının mırıltısıyla, çıktım Askeriyenin koridorlarından.

Tekrar bahçeye çıktığımda, gözüme kestirdiğim Omar’a doğru ilerledim. Arkası dönük olduğu için beni görmüyordu, ama ben onu görüyordum. Adımlarım onun sağ yanında durduğunda, kafasını hafifçe çevirerek bana baktı. Ona gülümsedim ve geldiklerinden beri söylemek istediğim şeyi ona söyledim. “ Müjdeli bir haberim var.” Kaşlarını çattı ve silahını temizlemeyi bırakarak bana döndü. “ Neymiş o haber ?” Meraklı olduğunu görebiliyordum. Bu yüzden onu fazla bekletmeden, ağzımdaki baklayı çıkardım.

“ Maysa’yı buldum.” Heyecanla tepkisine baktığımda, şaşkınlıktan hafif açılmış gözleriyle yüzüme baktı. Gülümsememi büyüttüm.

“ Sana diyorum ki, Maysa’yı buldum !” elindeki bez yere düştü ilk önce, sonra derin bir nefes çekti ciğerlerine.

Aslı tam da ondan beklediğim şekilde, Maysa’nın yaptığı meslekten, oturduğu eve kadar her şeyini bir hafta önce, Fahri amcalardan döndüğümde bana mail olarak atmıştı. Telefon numarasını da atmıştı lakin, onunla konuşmaya çekindiğim için, henüz konuşamadım. Bir haftadır Maysa’nın nerede ve neler yaptığını biliyordum. Lakin onunla konuşamayacak kadar korkaktım. Belki de beni unutmuştu ? Yirmi yıl olmuştu, unutması muhtemeldi.

“ Nerede ?” tek kelime, tek soru. Nerede ?

“ Bursa’da yaşıyor. Polis Akdemisinde okumuş.” Gözleri biraz daha şaşkınca açıldı. Ben de ilk o yazıları okuduğumda şaşırmıştım. Bizim Maysa’dan bahsediyoruz sonuçta, ondan polislik beklemezdik. Lakin o bizi yine yanıltmıştı.

Dudaklarında bir tebessüm belirdi, “ Nasılmış, nerede kalıyor, iyi mi ?” Gözlerime merakla ve sesindeki saklayamadığı heyecanla sormuştu bunları. Bir yandan da ayağa kalkmış ve sanki adresini bilse hemen gidip alacakmış gibi bir hâl vardı üzerinde. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “ Ev tutmuş kendine, çok iyi durumda.” Yüzündeki tebessüm biraz daha genişlediğinde, beni çekip kendine sarıldı. “ Buldun.” Dedi inanmak istercesine.

“ Buldum.” Ellerimi sırtında birleştirdim. “ Kına saçlı kızı buldum.” Biraz daha bana sarılıp geri çekildi ve bu ânın varlığına kendini inandırmak istercesine kendine tokat attı. Gözlerim kocaman açıldı,” Ne yapıyorsun ?” O ise sanki sarhoş olmuş gibi,

" Gerçek.” Dedi ilk önce sessizce, sonra gözlerime bakarak bağırdı.

" Gerçek lan!” bir anda gür bir kahkaha atıp beni belimden tutarak etrafında çevirdi. Şokla gözlerim açılırken, o ânın sevinciyle ben de kahkaha attım.

Bu çocuk tam bir deliydi.

Beni indirdiğinde gözlerime baktı, “ Yaşıyor ve iyi.” Derin bir nefes alıp kendini banka attı. Ben de yanına oturup, telefonumu cebimden çıkardım ve Maysa’nın sosyal medya hesabına girdim. Paylaştığı postu açıp telefonu Omar’a uzattım. Ona uzattığım telefonu eline alarak, fotoğrafa dikkatle bakmaya başladı.

Maysa, üzerine bordo renk, vücudunun her bir hattını belli eden mini bir elbise giymiş, Omar’ın deyişiyle, beline kadar gelen kına rengi saçlarını dalgalandırmış ve açık bırakmıştı. Dudaklarında elbisesiyle aynı renk bir ruj, yeşil gözlerini ortaya çıkaran siyah smokin bir makyaj yapmış ve çillerini kapatmadan, üzerlerine hafif pembe tonunda bir allık sürmüştü. Verdiği pozda ise gülüyordu. Papatyaların çok olduğu bir yere geçmiş, gülerek poz vermişti.

Fotoğrafta hem çekici, hem tatlı çıkmıştı. Omar’a baktığımda, gözlerindeki parıltıyı ve dudaklarındaki tebessümü gördüm. “ Laçin.” Dedi ama bir an olsun gözlerini telefondan ayırmadı.

“ Siktir kere siktir.” Dedi ve elini fotoğrafta gezdirdi. Daha sonra gözlerini gözlerime çevirdi. “ Çok güzel. Hayır bu kelime az onun güzelliği karşısında. Halukulade bir şey bu Laçin.” Deyip derin bir nefes çekti içine.

Fotoğrafa son kez bakıp telefonumu bana uzattı. Elime aldığım telefonu cebime koydum ve ona döndüm.

“ Büyümüş.” Dedi. Sanki bunu hiç beklemiyormuş gibi. Gözlerini gözlerime çevirdi. “ Konuştun mu onunla?” Yüzümdeki tebessüm soldu. Başımı usulca iki yana salladığımda bana kaşlarını çatarak baktı.

“ Neden ?” Gözlerimi kaçırdım.

“ Çekindim.” Kaşlarını daha da çattığına emindim. “ O senin arkadaşın, kardeşin. Konuşmak için neyden çekiniyorsun ?” Derin bir nefes alıp gözlerimi tekrar Omar’a çevirdim. “ Bilmiyorum Omar... Ya unuttuysa ?” mahzunla bakan gözlerime baktı ve tebessüm etti.

" O cadı hiç kimseyi unutmaz, hele ki seni hiç unutmaz.” Dediğinde yüzümde buruk bir tebessüm belirdi.

“ Beni geç, sen konuşmak istiyor musun ?” gözlerini önüne çevirdi.

“ Bilmiyorum.” Dediğinde bu sefer kaşlarını çatan bendim. “ Ne demek, bilmiyorum ?” Omuzları çöktü bir anda. “ Sen gittiğinde küçüktün aklın ermezdi. Ama ben gittiğimde, büyümüştüm. 18 yaşındaydım. Beni affeder mi bilmiyorum.” Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece baktım ona.

Belki de Maysa, Omar’ın onu bırakıp gittiğini düşünmüştü. Çünkü Omar bir daha geri gelmemişti. Omar geldiğinde ise, Maysa orada değildi.

“ Konuşunca aşılamayacak sorun yok, Omar. Maysa affeder, o iyi bir kız. Çok küs kalamaz ki zaten.” Yüzünü hafifçe bana çevirdi. “ Küs kalmaz ama keçi inadı sağ olsun, affetmiş olmasına rağmen peşinden sürükler.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “ Peşinden koşmaz mısın ?” dedim imalı imalı, o ise kaşlarını çattı. “ Ne diye küçük bir kızın peşinden koşacakmışım?” Dediğinde, dudaklarım kıpırdandı ama gülemedim.

“ Ama az önce o küçük kızın fotoğrafına beğeniyle bakıyordun, hatta övdün.” Gözlerimi kocaman açarak bir elimi ağzıma götürdüm, “ Yoksa pedofili misin !” dedim ve sonrasında olacakları bildiğim için kahkaha atarak banktan kalktım ve koşmaya başladım.

“ Gel lan buraya !” diyerek Omar da peşimden koşmaya başlamıştı.

“ Kimmiş pedofili göstereceğim sana, gel buraya !” diye bağırıp daha da hızlandığında, “ Gelme üstüme katil !” diye bağırarak daha hızlı koşmaya başladım. Bu sırada birkaç bedene çarpmaktan son anda kurtulmuştum.

“ Nereye kadar kaçacaksın, gel buraya !” hızımı daha da arttırıp koştuğunda, bir anda duvara çarptım.

Pardon, duvar gibi bir gövdeye çarptım. Aynı hızda düşmeyeyim diye bu gövdenin sahibi beni, iki eliyle belimden sarmıştı. İki elim ve alnım bu tanımadığım bedenin göğsünde, sıkıca hapsedilmiştim.

“ Komutanım.” Diyen Omar’ın sesini duydum. Hızla kendimi çektiğimde, karşımda Yüzbaşı vardı. Biraz daha geri çekilip kızaran yüzümü önüme eğdim ve üstümü düzeltiyormuş gibi yaptım. “ Ne bu koşuşturmaca, Orazova ?” Sert sesiyle konuştu Yüzbaşı.

“ Affedersiniz komutanım, hemşire hanımın benden özür dilemesi gereken bir konu var da.” Bakışlarımı Omar’a çevirdim.

“ Öyle bir şey demeyeceğim. Yanlış bir şey söylemedim.” Dişlerini sıkarak bir adım atmıştı ki hızla Yüzbaşının arkasına geçtim.

Ben ne yapıyordum Allah aşkına ?

“ Geri bas, Orazova !” Sert sesi kulaklarıma doldu.

​​​​​Ay bu bizi mi koruyor, kurban oluruuuzz.

Saçmalamaya başlayan iç sesimi kafamdan def ettim ve sinsice gülümseyerek Omar’a baktım.

“ Affedersiniz, komutanım.” Diyerek dişlerini sıkarak yere bakmaya devam etti. Yüzbaşının omzunun üzerinden bana baktığını gördüğümde, hemen tuttuğum kolunu bırakarak bir adım geri gittim, “ Affedersiniz, Yüzbaşım ben öyle koşunca sizi göremedim.” Dediğimde hâlâ yüzüme bakıyordu. Yahu bir insanın iki kelime etmesi bu kadar mı zordu ?

Ulan hayvanlara bile konuşmayı öğretirdim ama bu adamın ağzından doğru dürüst iki kelime duyamazdım.

“ Tim’i İçtimaya al. Birazdan geleceğim ” Diyerek Omar’a dönmüştü, Omar ise bir eli alnında, “ Emredersiniz, Komutanım !” diyerek bağırdı ve yanımızdan ayrıldı. Yüzbaşı ise etrafa toplanan birkaç askere, “ Dağılın !” diyerek bağırdı ve beni kolumdan tutarak içeri doğru çekiştirmeye başladı. Şok olmuş bir şekilde peşinden ilerlemek zorunda kaldım.

“ Yüzbaşı, ne yapıyorsunuz ?” Kolumu sıktığı için canım yanıyordu. “ Ah, canım acıyor, kolumu bırakır mısınız ?” Tek kelime etmeden beni revire doğru ilerletmeye devam etti. “ Yüzbaşı, size canım acıyor diyorum !” diyerek dişlerimin arasından konuşuyordum. Bir yandan da resmen koşarcasına peşinden gitmeye çalışıyordum.

Revirin önüne geldiğimizde, kapısını açıp beni de kendiyle birlikte içeri koydu ve kapıyı kapattı. “ Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ya ! Ne hakla beni sürüklercesine peşinizden getirirsiniz !” diye bağırdığımda üzerime yürüdü.

Ne yapıyor lan bu !

Onun adımları üzerime gelirken ben de geri geri gidiyordum. En sonunda yatağa çarptığımda, kalçam yatağın ayak ucunun üzerine düştü. Ben oturur vaziyetteyken, tepemde dikildi ve üstten üstten bana baktı.

“ Ne yapıyorsunuz ?” diye sorduğumda, “ Sizi bir daha askerlerimin yanında görmeyeceğim.” Dedi. Kaşlarım hiddetle çatılırken, hızla ayağa kalktım. Ayağa kalkmamla iki adımlık mesafede olmamıza rağmen sanki dip dibeydik.

“ Pardon, sizi neden dinleyecekmişim ?” Aramızda iki adım kalan mesafeye bir adım daha attı v bu mesafe daha da azaldı.

“ Onların aklını bulandırıyorsun!” dedi dişlerinin arasından. Ben ise kaşlarımı daha da çattım. “ Sen ne-“

“ Omar’a olan ilgini görebiliyorum. Aynı anda Cümali ile olan konuşmana da şahit oldum. Pis işlerini benim timimde, benim askerlerime uygulama hemşire ! İşini yap ve bas git !” diye bağırdığında, öfkeyle gözüm karardı.

Dişlerimi öyle bir sıkıyordum ki, her an kırılabilirdi. Bana ne olacağını düşünmeden onu göğsünden ittirdim. “ Sakın bana saçma sapan imalarda bulunma, sakın !” diye bağırarak yanından çekip gittim.

Hayır ona kendimi açıklamayacaktım, böyle bir şeye lüzum yoktu. O beni, hak etmediğim bir kefeye koyuyorsa, koysun. Onun düşünceleri benim için önemsizdi. Ona kendimi açıklamak zorunda değildim, ama bana öyle bir imada da bulunamazdı. Ne hakla? Hem de hiçbir şey bilmeden, bana nasıl orospu muamelesi yapardı, nasıl !?

Kalbimiz kırıldı da ki Laçin...

İç sesimi duymazdan gelerek kapıyı sertçe çarparak oradan ayrıldım ve adımlarımı duraklatmadan, binbaşının odasına doğru ilerledim. İçimdeki çığlık dev gibi büyürken, kaç gündür aklımda olan düşünceyle birlikte binbaşının kapısını çaldım.

Madem ki beni etrafında görmek istemiyorsun Yüzbaşı. O zaman ben de hep burnunun dibinde olacağım !

İçeriden gelen , “ Gel.” komutuyla, derin bir soluk alarak içeri girdim. Beni gören binbaşı, kaşlarını hafifçe çatsa da gülümsemesini eksik etmedi. “ Laçin, bir sorun mu var ?” Başımı usulca iki yana salladım. “ Size özel bir talebim olacak, binbaşım.” Çattığı kaşları düzeldi ve usulca yukarı doğru kalktı. Aynı anda gösterdiği koltuğa geçip oturdum ve Binbaşının gözlerinin içine baktım.

Sen beni timinden uzaklaştımak istiyorsun, öyle mi Yüzbaşı ?

Bak bakalım sana nasıl bela oluyorum, hayatını karartacağım oğlum senin !

“ Seni dinliyorum Laçin.” Diyen Binbaşının gözlerine çevirdim gözlerimi. “ Kopuk timi ile birlikte operasyonlara katılmak istiyorum.” Anında kaşları çatıldı. “ Ne saçmalıyorsun ?” diyen Binbaşı beni biraz gerse de, kendimi bozmadım. “ Beni dinleyin Binbaşım. Geçen hafta görevden gelen Yüzbaşının hâlini gördünüz. Yaşadığı kan kaybı ve derin yarası onun için, oldukça tehlikeli bir boyuta gelebilirdi. Neyse ki tam vaktinde getirildi. İki gün dayanması bile o tür bir yara için, çok riskli bir durum. “ Çatılan kaşları bir tık daha çatıldı ama dikkatli bir şekilde beni dinlemeye devam etti. “ Demem o ki, o tür yaralara anında müdahale etmek gerekir. Yoksa büyük risk taşır. Ben de tam olarak bu yüzden size Kopuk timi ile birlikte operasyonlara katılmak istediğimi söyledim. Onların zarar görmesini istemeyiz. İyilikleri için buradayım, değil mi ?”

Binbaşı bir süre düşünerek gözlerime baktı. “ Askeriyede pek yarası olan bulunmuyor. Arada ağrı kesiciler için yanıma geliyorlar. Kopuk dışında kimsede şuana kadar ciddi yaralar görmedim. Onların yanında olmam, burada olmamdan daha çok iş görecektir.” Binbaşı çattığı kaşlarını düzeltmişti. “ İyi hoş diyorsunda, dağların ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın ?” dediğinde, yüzümde buruk bir tebessümle gülümsedim. “ Gayet farkındayım. Vatanımı kurtarmak için çabalayan yiğitleri kurtarırken, şehit olmaktan gurur duyarım.” Diyerek Binbaşına baktım. Bana gülümsedi.

“ Peki, beni ikna ettin Laçin. Önümüzdeki operasyon ve ondan sonrakilere sen de kopukla birlikte gideceksin.” Dediğinde gülümsemem daha da büyüdü.

Yaktım çıranı Yüzbaşı !

Tam kalkıp gidecektim ki aklıma gelenle durdum. “ Binbaşım, sizden bir isteğim daha olacak.” Eliyle işaret ettiğinde devam ettim.

“ Yüzbaşı eminim ki beni istemeyecektir. Hatta türlü bahaneler bulacağına eminim. Savunmam olmadığını ve canımın tehlikede olacağını söyleyecektir.” Dediğimde, “ Bunları biliyorum, sen benden ne istiyorsun ?” dedi. Binbaşıya gülümsedim ve “ Beni Kopuğun eğitmesini istiyorum. Savunma ve silah kullanma dersleri alırsam eminim ki onları zorlamam.” Dediğimde yüzünde bir gülümseme belirdi.

“ Güzel düşünmüşsün. Kendi eğitecekleri kişiye hayır diyemezler. Ama iki hafta sonra yeni operasyona çıkılacak, o zamana kadar hazır olabilir misin ? Silah kullanmak kolay değildir.” Dediğinde ona gülümsedim, “ Babam bir askerdi biliyorsunuz. Bana izin günlerinde savunma dersleri verirdi. Arada silahla atış talimi de yapardık. Az çok bilgim var, iki aya tamamen hazır olurum. Ama bu iki haftada da elimden geleni yaparım “ Yüzünde gururlu bir tebessüm vuku buldu. “ Aker Komutanın kızından da bunu beklerdim. Baban gibi yiğit bir kızsın.” Gururla kabaran göğsüme eş olarak gururlu bir tebessüm kondurdum dudaklarıma.

“ O zaman hadi kalk bakalım. Şu Kopuğa yeni arkadaşlarını takdim edelim.” Diyerek masasından kalktığında, ben de oturduğum koltuktan kalktım ve onunla birlikte odadan çıktım.

Ben de Laçin Sağdıçsam, emdiğin sütü senin burnundan fitil fitil getiririm Yüzbaşı. Bana hak etmediğim bir ithamda bulunmayacaktın. Hem de aslını bilmeden, asla !

Binbaşı ile birlikte, uzakta görünen time doğru yol almaya başladık. Tabi bu sırada, istediğimi almanın verdiği o hazla, sinsi gülümsememi dudaklarıma yerleştirmiştim. Timin yanına vardığımızda, bizi gören tim, Yüzbaşı dahil hepsi hazır ol konumunda, ellerini alınlarına yerleştirdiler. Yüzbaşının bakışları kısa süre bana değdiğinde, ona nefretle baktım.

“ Nasılsınız, Kopuk !” gür sesiyle bağıran Binbaşı’ya, “ Emredin, komutanım.” Diyerek cevap verdiler. Binbaşı tebessüm etti ve , “ Rahat!” diye bağırdı. Daha sonra gözlerini bana çevirdi. Yüzbaşı da bu sırada yanımıza gelmişti. “ Bir emriniz mi vardı, komutanım ?” Binbaşı gözlerini benden çekti ve Yüzbaşı’ya döndü. “ Evet.” Dedi ve bakışlarını tüm timde dikkatlice gezdirdi.

“ Bundan sonra, operasyonlar dahil olmak üzere Laçin hemşire sizden biri.” Timdekilere baktığımda, Cümali’nin suratındaki sırıtışı, Omar’ın kaş çatışını ve diğerlerinin anlamaz bakışlarını gördüm. Yüzbaşına döndüğümde, hem anlamamış hem de öfkeli görünüyordu. Ona rağmen normal bir ses tonuyla, “ Anlamadım komutanım ?” dediğinde. Binbaşı bakışlarını Yüzbaşı’ya çevirdi.

“ Operasyon esnasında yaralanabiliyorsunuz. Ve o yaralarla günlerce kalmak zorunda kalıyorsunuz. Bu sağlığınız bakımından tehlikeli. O anlarda size yardımcı olacak birine ihtiyacınız olacak.” Tekrar her birine baktı ve son olarak Yüzbaşı’na döndü. “ Laçin hemşire o anlarda size yardımcı olacak, itiraz kabul etmiyorum.” Sinsi gülümsememi Yüzbaşına sunduğumda, gözlerini bir an bile bana çevirmeden Binbaşı ile konuştu.

“ Komutanım iyi düşünmüşsünüz, teşekkür ederiz lakin Hemşire hanımın başı derde girse kendini koruyamayabilir.” Dediğinde gülümsemem daha da büyüdü.

Bunu diyeceğini tahmin etmiştim.

“ İşe tam olarak siz, o yüzden oradasınız. Sekiz kişi bir kadını koruyun bir zahmet. Ha tabi olur da gözden kaybolursa diye , yakın dövüş ve silah eğitimi vereceksiniz.” Yüzbaşı yüzündeki afallamayı gizleyemeyen Binbaşına bakıyordu. “ Laçin Hemşirenin savunma derslerine ne kadar erken başlarsanız, o kadar iyi.” Diyerek bana döndü. Kendimi toparlayıp, binbaşına baktım. “ Senin de yeni görevin hayırlı olsun kızım.” Dedi ve yanımızdan ayrıldı.

Sinsi gülümsememi tekrar yüzüme kondurdum ve bakışlarımı yüzbaşına çevirdim. “ Doğru kaleye gol atmadın Yüzbaşı. Şimdi ise böyle cefasını çekersin.” Deyip Timdekilere doğru ilerledim. Arkamda kızgın bir boğa bırakmıştım ama kimin umurunda, bana o lafları etmeden önce düşünecekti. Ki tek sebebim bu değildi, ben bayağıdır bunu düşünüyordum. Yüzbaşı, sadece bu olaya zemin hazırlamış ve benim acele karar vermeme vesile olmuştu.

Cümali hemen yanıma geldi, “ Sizin fikriniz miydi hemşire hanım ?” dediğinde ondan istemsizce biraz uzaklaştım.

Dediği şeyler kanıma dokunmuştu.

“ Ha benim, ha Binbaşının fikri. Ne fark edecek ?” Buz gibi sesimle bunu sormam, Cümali’yi afallatmış ve bir adım geri gitmesine sebep olmuştu. “ Affedersiniz hemşire hanım.” Diyerek yerine geçti. Böyle olmak istemiyordum ama o gıcıköküz yüzünden, istemsizce böyle davranıyordum.

“ Sonunda şunun hakkından gelen bir kadın daha !” diyerek güldü Adem komutan. Sanırım ilki Laz olan kızdı. Bu sırada Asena geldi yanıma. “ Seninle çok eğleneceğiz gibi duruyor, hemşire.” Dediğinde ona gülümsedim. Behlül ise kaşlarını çatarak yanımıza geldi.

“ Ben seni eğlendiremiyor muyum, dişi kurdum ?” Asena dişlerini sıktı ve yavaşça Behlül’e döndü.

“ Komutanım diyeceksin, Tahtacı.”

“ Komutanım boşuna uğraşıyorsunuz, onun kafada birkaç tahta eksik. Kolay kolay anlamaz.” Diyen Azmi’ye ters ters baktı Behlül. “Bana bak Azmi, bütün Askeriyeyi sana Kulaç kulaç ölçtürürüm, görürsün belanı.” Sanırım Soyadı ile dalga geçiyordu. “ Aynı rütbedeyiz Tahtacı.” Diyerek hatırlatmada bulundu Azmi.

“ İki ay sonra tekrar konuşalım.” Diyerek yönünü Asena’ya dönen Behlül’e , Azmi “ Tabi şekerim.” Diyerek cevap verdi. Asena ise sabırlar çekerek ikisine bakıyordu. “ Çok mu sinirlendin ?” Behlül bunu o kadar masum söylemişti ki, bir an kediye döndü sandım.

“ Lan oğlum bas git ! Bir gün belanı benden bulacaksın yemin ederim!” Asena öyle bir bağırdı ki, Behlül koşarak Tarık Abi’nin arkasına saklandı. “ Korkak piç!” diye sessizce mırıldandığında, onu duymadığımı sandı ama dibimde olduğu için duymamak gibi bir ihtimalim yoktu.

“ Binbaşı diyeceğini dedi. Kopuğa hoş geldin Laçin.” Tarık Abi’ye gülümsedim. “ Hoş buldum.” Yüzbaşı ters ters baksa da onu hiç umursamadım. Tam erkeklerin muhabbetinde kullanılan o cümle gibi: Sikimde bile değildi.

“ Seni şimdiden uyaralım, gideceğin yer dağlar, çarşı değil. Her an tehlikedesin, her an ölümle burun burunasın. Çarşıya çıkar gibi gezemezsin o dağlarda.” Diyen Adem komutana gözlerimi diktim ve alay edercesine güldüm. “ Beni çıt kırıldım sanmana üzüldüm, Adem komutanım. Lakin ben bir Asker kızıyım, bilmem bunu hatırlatmama gerek var mı ?” Beni şöyle bir süzüp, bu sefer o alay edercesine güldü. “ Asker kızı olabilirsin, lakin silah tutamayacak kadar nahifsin.”

Nahif senin baban, götveren !

Sakin ol iç ses, Vatanımızın askerine küfür etmek yok. “ O zaman atış talimlerinde tekrardan buluşalım, Adem komutanım.” Dedim alay edercesine. Bu adamı, beni hafife aldığı için pişman edeceğim.

 

Ne çok kilolu , ne çok zayıftım. Boyuma göre ideal dolgunlukta bir vücudum vardı. Parmaklarım ince ve uzundu, lakin çoğu kez aralarında bir silah bulunmuştu. Bu naif vücut onları aldandırabilirdi, lakin henüz hünerlerimi görmeden yorum yapamazlardı.

 

“ Az çok savunma ve silah eğitimim var. Size zorluk çıkaracağımı düşünmüyorum.” Dedim Tarık Abi’ye doğru. Yüzbaşı ve Adem Üsteğmen, sinirlerimi çok fena halde bozmuştu. “ İlk dersine yarın başlayalım. Birazdan Alaydan ayrılacağız.” Diyerek bana cevap verdi Tarık Abi. Ona gülümsedim.

“ Savunma derslerini ben verebilirim.” Diyen Asena’ya döndüm. “ Çok memnun olurum.” Diyerek tebessüm ettim. “ Silah eğitimini ben vereceğim.” Diyen Adem Komutana, Yüzbaşı karşı çıktı. “ Sen değil, Erli yardımcı olacak.” Dedi. Neden öyle bir şey dedi anlamasam da bana hava hoştu.

 

“ Emredersiniz, komutanım.” Diyen Tarık Abi de, aksi olan bir şey söylememiş onu onaylamıştı.

“ Şimdi dağılabilirsiniz.” Diyerek arkasını döndü ve Askeriyeye doğru ilerledi hödük.

 

Bu sırada, Azmi yanıma geldi ve,

“ Şimdi sen Kopuk 9 mu oluyorsun ?” dedi. Ne dediğini anlamadığım sırada, Tarık Abi bir tane ensesine yapıştırdı.

“ Saçmalama dangalak, o bize yardımcı olacak olan hemşire, asker değil !” Azmi ensesini ovuşturarak Tarık abiye döndü.

" Abi ama şimdi bizim hemşire hanıma, lakap bulmamız gerek. Adıyla seslenemeyiz.” Dediğinde, Tarık Abi düşünürcesine çenesini sıvazladı.

“ Yahu niye bu kadar düşünüyorsunuz, Hemşire diyelim geçsin işte.” Diyerek öne atıldı Behlül. “ Tahtaları eksik olsa da arada doğru laf çıkıyor ağzından.” Diyerek güldü Asena. “ Benim tahtalar bir sana eksik be gülüm.” Diyerek içli içli konuşan Behlül’e, elinin tersiyle tokat attı. “ Siktirip gitsene oğlum, daha kaç red yiyeceksin !” Behlül yanağına sanki mucizevi bir şey olmuş gibi dokunduğunda, dudaklarım gülmek için kıpırdandı ama gülemedim.

“ Sen evet diyene kadar, Asena’m.” Dediğinde Asena eline silahını aldı ve onu askeriyede kovalamaya başladı. Sanırım Behlül, Asena’ya gönlünü kaptırmıştı. Asena güzel kızdı. Siyah kuzguni saçları vardı, saçlarının kulak hizasından itibaren ensesine doğru sıfıra vurulmuştu, sadece tepe kısmında çok hafif uzatmıştı. Sütlü çikolata diye tanımlayabileceğim, esmer bir teni, ve ela gözleri vardı. Erkek gibi görünen, çekici bir kadındı Asena.

Behlül ise onun zıttıydı. Güneşten dolayı kumrala kaçan sarı saçları, buğday bir teni ve mavi gözleri vardı. Asena’dan yaklaşık olarak yirmi santim uzundu.

Bir süre onların arkasından tebessüm ederek baktım. Sanırım bu ikili arasında, bol kıvılcımlı, ateşli barutlu anlar görecektim. Gözlerimi onlardan çektiğimde Tarık Abi ve Adem komutan selam vererek yanımdan ayrıldılar. “ İyi akşamlar hemşire hanım.” Ben de aynı şekilde onlara cevap verdim. Azmi’de kaçarcasına Alay’a girdiğinde. Cümali ve Omar ile birlikte kalmıştım.

Şaka mı bu ?

Omar’ın sesi hâlâ duyulmuyordu. Binbaşı, onlarla olacağımı duyurduktan sonra bana kaş çatmak dışında, başka hiçbir şey yapmamıştı. Sanırım yalnız kalmamızı bekliyordu.

“ Eh, ben de gideyim bari.” Diyen Cümali’ye, az önceki soğuk tavrımın aksine tebessüm ettim.

" İyi akşamlar.” Başını eğerek yanımdan geçti. Omar ile yalnız kaldığımda, tıpkı Yüzbaşı gibi kolumu tutarak beni göz görmeyen bir yere getirdi. Kolumu bıraktığında, kaşlarımı çatarak ona döndüm.

“ Kızım sen ne yapıyorsun ?” gayet sakin bir şekilde sormuştu lakin gözleri ateş ediyordu. “ Ne yapmışım ?” bilmemezlikten gelmek her zaman daha makul olmuştur. “ Kopukla dağa çıkmak ne demek! Kendini tehlikenin göbeğine mi atmak istiyorsun!” diyerek sessizce bağırdı bana. Gözlerimi ona dikip, “Bak, Binbaşı diyeceğini dedi. Bir de sen başlama.” Kaşlarını çattı ve sabır dilenircesine nefes aldı.

“ Neden bunu yaptığını açıklayacaksın !” dediğinde, ondan uzaklaştım ve gözlerine baktım.

“ Binbaşı anlattı işte ! Yaralarınıza tam vaktinde müdahale edeceğim! Yeter Omar ya, rahat bırak beni. Senin yapabileceğin tek şey, kararlarıma saygı duymak, beni kararlarımdan caydırmak değil !” sesimi hafif yükselterek konuşmuştum. Doğrusu buydu. Kararlarıma saygı duymalıydı.

Yanından geçip gittiğimde, ardımdan çatık kaşlarla bakmaya devam ediyordu. Ben eski Laçin değildim, o her yara aldığında, her bağrı acıyla kavrulduğunda susan, arkadaşlarıyla oynayamayan kız değildim. Büyümüş ve değişmiştim.

Hem de çok fazla değişmiştim.

Adımlarımı revire doğru ilerlettim ve içeri girdim. Yatağın üzerine bıraktığım montum ve çantamı elime alarak Revirden çıktım. Askeriyeden çıkarken, Omar’ın bir bankta oturduğunu gördüm. Onunla küs kalmak istemediğim için, yanına gidip, “ İyi geceler, Omar.” Dedim ve arabama doğru ilerledim. Bir şey demesini beklemedim, çünkü biliyordum. Omar öylece durmaz, sorgulardı. Sırf muhtemel oluşacak sorgulamadan kaçmak için yanından ayrıldım. Ki zaten sorgulamasına izin vermezdim. Arabama bindiğimde bir dakika daha beklemeden evime doğru yol aldım.

Bundan sonraki günlerim daha zor, daha yorucu olacaktı. Ama sorun bu değildi, sorun, artık operasyonlara da katılacağımı anneme nasıl söyleyeceğimdi. Kızacaktı. Hem de çok kızacaktı ama yapacaktım. Annem hayır dese bile ben kararımdan caymayacaktım.

Evin önüne geldiğimde bir süre arabanın içinde öylece bekledim. Bugün yaşadıklarımı düşündüm. İlk önce timdekiler geldi diye mutlu olmuş ama aynı zamanda içimde bir korkuyla koşturarak yanlarına gitmiştim. Korkmuştum çünkü ciddi bir yara alan var mıydı bilmiyordum, ve onlara zarar gelmesinden korkuyordum. Onları sapasağlam gördüğümde derin bir 'oh ' çekmiştim içine. Daha sonra Omar’a müjdeli haberi vermiştim ama bu Yüzbaşı yüzünden kursağımda kalmıştı.

Bana, hiç olmayacak bir ithamla yaklaşmıştı. İki askeri elimde oynattığımı, onlarla gönül eğlendirdiğimi ima etmişti. Bu o kadar ağır bir ithamdı ki, kendi varlığımı sorguladım. Biri geçmişten gelen bir parçamdı. Ona nasıl mesafe koyabilirdim ? Kardeşim gibiydi, nasıl olurdu da, konuşmayalım, görüşmeyelim derdim ?

Diğeri ise, bence sırf şebeklik olsun diye bana yakınlaşmaya çalışan bir askerdi. Lakin ona bile belli bir mesafede yaklaşmıştım. Hatta umut verecek hiçbir şey yapmamıştım. Buna emindim.

Buna rağmen, kötü bir ithama maruz kalmıştım.

Direksiyona yasladığım kafamı kaldırdım ve anahtar deliğinden arabanın anahtarını çıkarıp arabadan indim. Arabayı da otomatik olarak kitledikten sonra, yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladım. Yavaş çıkmamın bir sebebi vardı. Annemle ne kadar geç yüzleşirsem, o kadar iyi olurdu.

Ama ne yazık ki, ikinci katta olan evimizin önüne gelmiştim bile. Derin bir nefes alıp tokmağa üç kere vurdum. Kısa süre sonra kapı yavaşça açıldı ve üzerinde pijamalarıyla gözlerini ovarak kapı eşiğinde duran annem göründü. Uykulu haline rağmen bana tebessüm etti. Ben de ona tebessüm ettiğimde içeri geçtim ve ayakkabılarımı ayağımdan çıkardım. Üzerimdeki montumu ve çantamı da çıkarıp vestiyere astıktan sonra annemle birlikte salona doğru ilerledik.

Bugün söylemese miydim acaba ?

“ Aç mısın kızım ?” diyen anneme baktım. Sanki açım dersem hemen kalkıp yemekleri ısıtacakmış gibi duruyordu. Ki yapardı da zaten. Usulca başımı iki yana salladığımda, üzerimde gezinen sıkıntıyı fark etti ve sordu. “ Bir sorun mu var, kızım ?” Derin bir nefes aldım. “ Seninle bir şey konuşmalıyım, anne.” Yerinde rahatsızca kıpırdandı ve gözlerime baktı. “ Konuşalım kızım, ne hakkında konuşacağımız konu ?” Gözlerimi gözlerinden bir saniye ayırmadan, “ Askeriye hakkında.” İyice huzursuzlaştı ve oturduğu yerde dik bir konuma geldi. Üzerinde gezinen uykusu da kaçmıştı bu cümlemden sonra.

“ Ne olmuş Askeriyeye ?” Derin bir nefes aldım ve korkunun ecele faydası olmadığını kendime hatırlatarak konuşmaya başladım.

“ Anne ben operasyonlara katılacağım.”

Annem bir süre suratıma boş boş baktı. Daha sonra sanki şaka yapmışım gibi kahkaha attı. “ Ay kızım, alemsin. Ben de diyorum ciddi bir şey diyecek. Ama güzel şakaydı seni tebrik ederim.”

Kaçıyordu.

Annemin gözlerine ciddiyetle baktığımda, yüzündeki tebessüm yavaşça silindi. Hiç istemezdim yüzüne yakışan gülümsemenin bir saniye olsun silinmesini, lakin elimden bir şey gelmiyordu, üstelik yüzündeki tebessümün silinmesinin sebebi olduğumu bilmek ise çok ağırdı...

 

“ Operasyonlara hemşire olarak katılacağım. Yaralanan askerlere acil müdahale için orada olacağım.” Annemin bakışlarına korku bulaştığında, hızla ayağa kalktı.

“ Olmaz. Gidemezsin !”

 

İstemeyeceğini biliyordum anne...

 

“ Karar çoktan verildi anne.” Öfkeyle bana döndü, “ O zaman fes et o kararı !” diye bağırdığında, ben de oturduğum yerde kalktım ve annemin yanına gittim.

 

Titreyen ellerini avucumun içine aldım. “ Onları korumalıyım anne.” Hızla ellerini avuçlarımın içinden çekti. “ Hayır, dedim Laçin! Gitmeyecektin dağlara ! Onlar Türk Askeri, kendilerini korumayı bilirler !” bir kez daha bağırdı ve titreyen ellerini yüzüme sabitledi,

“ Onlar kendini korur ama seni koruyacak kimse yok.” Kaşlarım çatıldı istemsizce, “ Bunca şehit niye var o zaman anne !” diye sitem ettiğimde, yüzümdeki ellerini çekti.

“ Onlar bunu bilerek o dağlara çıkıyorlar !” diye bağırdığında, ben de ses tonuma hakim olamadan sesimi yükselttim. “ Ben de bunu bilerek o dağlara çıkmak istiyorum.” Bir anda sağ yanağımda hissettiğim sızıyla, başım sola doğru düştü.

Annem bana tokat atmıştı. Sırf can kurtarmak adına, şehit olmak istiyorum diye...

Gözlerim dolduğunda buna engel olamadım, yavaşça gözlerimi anneme çevirdiğimde, yaptığı şeyi yeni fark etmiş gibi ellerini ağzında birleştirmiş şok ile kızaran yanağıma bakıyordu. “ Kızım-“ Annemin cümlesinin devamını getirmesine izin vermedim.

 

“ Dövsen de, evlatlıktan red etsen de, ben bu işi yapacağım anne.” Dedim sol gözümden bir damla yaş akarken, “ Babam olsa gurur duyardı.” Diyerek ona sırtımı döndüm ve hızla odama girdim. Kapıyı sertçe kapatıp, yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerimden yaşlar akmasa da, dudaklarımdan çığlığım duyulmasa da, ben iki dizimin üstünde, bağırdım, çağırdım, ağladım ve yemin ettim.

Ben babamın yolunda ilerleyecektim. Karşımda annem de dursa, kimseye boyun eğmeyecek, babamın kızı olacaktım.

Onlar Vatan Bekçileri, ben ise onlara dikiş tutan iğneleri olacaktım.

 

 

🇹🇷

 

Merhabalarr.

An itibari ile üçüncü bölümümüzde yayınlandı 🥳

Küçük bir duyuru yapmak istiyorum, önümüzdeki hafta vize haftam olduğu için büyük ihtimalle bölüm atamayacağım. Bu bölümü, ona telafi olsun diye erkenden yazdım. Umarım beğenmişsinizdir.

Ayyy bu aradaa , yeni kapağımızı nasıl buldunuzz?

Tavşanlı kolye detayı 🥹🤧

Kitabımı okuyup şans veren herkese teşekkür ederim, iyi ki varsınızz 🫶🏼💙

Gelecek bölümde görüşürüzz

~ Sema

 

Loading...
0%