
Sevda denen meret neydi bilmiyorum, lakin net bildiğim bir şey varsa, o da şuan kalbimin deli gibi attığıydı. Normal bir yakınlaşma değildi, Yüzbaşı ile aramızda olan yakınlaşma. Lakin yine de benim bu hâle gelmemem gerekirdi. Bu kadar heyecanlanmamalı, kendimi kontrol etmeliydim.
Her zaman böyle yapmıştım, yapmaya da devam edeceğim.
Bir elim göğsümdeyken, diğer elimi yüzüme yelleye yelleye yatağa doğru ilerledim. Soluklarımı da düzene koymaya çalışırken, yatağın üzerine oturdum.
Kendi kazdığım kuyuya düştüğüme inanamıyorum !
Şş, senin suçun değil, Yüzbaşı çok değişti.
Evet, garip olan da buydu! Bu adam neden birden bire bu kadar değişti! Geldiğim ilk günden beri, benden hazzetmediğini anlayabiliyordum. Hatta timine girdim diye beni parçalamak istediğine de emindim.
Bence bizi parçala-
İç sesimin terbiyesiz düşüncelerini dile getirmesine izin vermeden, onu kafamdan def ettim. Yüzümü şöyle bir ovalayıp, at kuyruğu yaptığım saçlarımı açtım. Kenardaki su bidonuna ilerleyip, karton bardağa biraz su doldurup içtim. İçimdeki alevi söndürmese de iş görmüştü.
Yatağın üzerindeki telefonumu elime alıp saate baktığımda, çoktan gece olmuştu. Saat 11'i geçiyordu. Üzerimdeki ter kokusu burnuma dolduğunda yüzümü buruşturdum.
Saçlarımı şöyle bir karıştırdıktan sonra, dolaba ilerleyip içerisinden, iç çamaşırlarım, siyah bir eşofman ve gri kazak alarak kapıya doğru ilerledim. Kilitlediğim kapıyı açtım ve sessiz adımlarla yukarı kattaki kadın banyosuna doğru ilerlemeye başladım. Nöbet tutan askerler dışında, Askeriye sessizdi. Yaptığım gürültüyle onları uyandırmak istemiyordum.
Tabi bir de, malum kişiyi görmek istemiyordum.
Hızla kapısı görünen banyoya ilerleyip içerisine girdim ve eşyalarımı kenardaki taburelerden birinin üzerine bıraktım. Hızla üzerimdeki yarım atleti, eşofman ve iç çamaşırımı da çıkarıp kenara koydum ve hızla duşa girdim. Şampuanımı almadığım aklıma geldiğinde oflasam da, şimdilik böyle idare etmek zorunda kaldım. Hızlı bir duş alarak banyodan çıktım ve kenara koyduğum kıyafetlerimi giymeye başladım.
Gece olduğu için uyuyacaktım, bu yüzden sütyen giymekten vazgeçip sadece alt iç çamaşırımı giydim. Hızla eşofman altı ve üstümü de giyip, kenara koyduğum kıyafetleri kucağıma alıp, aynı sessizlikle birlikte banyodan çıkıp ilerlemeye başladım. Bir alt kata indiğimde biraz daha rahattım.
Tam revirin olduğu koridora doğru ilerleyecekken, adımı seslenen Behlül'e içimden küfredip, gülümseyerek ona döndüm. " Laçin?" Gülümsemem ile ona baktığımda, bana doğru geldi. " Efendim, Behlül ?" Kucağımdaki kıyafetlere bakıp yüzünü çevirdiğinde, kucağıma baktım. Sütyenim üstte kalmıştı!
Hemen göğsüme bastırıp, " Bir sorun mu vardı ?" dediğimde, bakışlarını tekrar bana çevirdi. " Yok. Dışarıdaydım, görünce selam vereyim dedim." O da benim gibi gülümsemesini yüzüne kondurduğunda, şöyle bir onu süzdüm. Altında benimki gibi siyah bir eşofman, üstünde haki yeşili bir kazak vardı. Ellerini eşofmanının cebine koymuş, benimkine benzeyen mavi gözleriyle gözlerime bakıyordu. Buğday tenindeki gözlerinde, bariz bir hüzün vardı.
İyi görünmüyordu. Aklıma gelen şey ile, bu sefer samimi bir gülümseme dudaklarıma kondurup, " Uyku tutmadı beni de," kucağımdaki kıyafetleri işaret ederek, " Şunları revire bıraktıktan sonra bir çay içer miyiz ?" Bir süre yüzüme baktıktan sonra, dudaklarımdaki samimi tebessüme baktı ve o da samimi bir şekilde gülümseyip, " Tamam o zaman, kantinde bekliyorum?" dediğinde ona daha büyük bir gülümseme yolladım. " Tamamdır, beş dakikaya geliyorum." Deyip, ona arkamı döndüm ve revire doğru ilerledim.
Revire girdiğimde, elimdeki kıyafetleri dolabımda, kirlileri ayıkladığım kısma yerleştirip, küçük bir havluyla hızla saçlarımın ıslaklığını alıp odadan çıktım. Tabi sigara paketimi almayı da ihmal etmemiştim.
Kantine girdiğimde, Behlül'ün kenardaki masalardan birine oturmuş, donuk bakışlarını masaya doğrultmuş olduğunu gördüm. Tezgah kısmına gidip ikimize de birer tane çay doldurup, kimsenin olmadığı kantinde, Behlül'ün yanına gidip, karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.
Çaylardan birini onun önüne koyduğumda, gözlerini kaldırıp bana baktı. Ellerimi kendi karton bardağımın etrafına sarıp ona gülümsedim. " Bir derdin var gibi görünüyor." Dudaklarındaki buruk tebessümüyle, önündeki karton bardağa baktı. Neden bilmem, bu görüntüsü içimi yıktı. " Anlatmak istemiyorsan, seni zorlamam. Oturur, yalnızlığına eşlik ederim." Kafasını tekrar kaldırıp gözlerime baktığında, gözlerindeki pusuyu gördüm.
Dolu değildi gözleri, pusluydu. İçinde büyük bir kederin pususuyla yaşıyordu. O gözlerde o pusuyu görmek, içimi burktu.
Gözlerini benden çekip, camın ardında görünen Alayı izledi. Dudağında gülümsemesi, gözlerinde geçmişe giden bir parçayla... O konuşmadı, ben konuşmadım. Beraber çaylarımızı içip, yalnızlığımıza ortak olduk. İkinci çayı içişimizde, dudağındaki buruk tebessümüyle gözlerime baktı. " Babamı şehit verdiğimde, ilk görevime çıkmıştım." Babasından bahsedeceğini hiç tahmin etmemiştim...
" Yüzbaşı olarak görev yapıyordu." Çayından bir yudum daha aldığında, cebimdeki sigaramı çıkarıp bir dal yaktım ve ona uzattım. Elleriyle bir dal sigarayı alıp dudaklarının arasına sıkıştırdı ve ucunu yaktı. " Birlikte, bomba imha üzerine eğitim alıyordum." Ciğerlerine çektiği dumanı dışarı üfledi. " Diğer arkadaşlarıma göre daha iyi konumdaydım. Babam da bunun farkındaydı." Gözlerini kaldırıp bana baktı. " Kendi katıldığı operasyona, beni de dahil etti." Dediğinde, benim yutkunuşuma onun acı dolu tebessümü eşlik etti.
" Babamla birlikte ilk görevime gittim. Bombayı imha etmemi istediler. Ettim." Bir duman daha çektim içime, aynı şekilde Behlül'de bir duman çekti ciğerlerine. " Ben bombayı imha ederken, onlar beni koruyordu." Bir duman daha çekti ciğerlerine ve biraz bekledi. Boğazındaki düğümü yutamadı bile.
" Babam başımda, ' acele et, asker !' diye bağırdı. İlk görevim, başarısız olamam, böyle bir ihtimalim yok." Buruk gülümsemesi büyüdü de büyüdü. " Bombayı imha ettim." Bakışlarını eğdiği yerden kaldırıp bana baktı. " Sadece birkaç saniye. Birkaç saniye sevinebildim." Boğazındaki düğüm öylesine büyüktü ki, o yutkunduğunda, o düğümü kendi boğazımda hissettim.
" Bana çık dediler. Çıktım." Gözlerini kaçırdığında, doldukları için benden sakladığını anladım. " Bir bomba daha vardı." Dolu gözleriyle bana baktı. " Fark etmedim. Ben o bombayı fark etmedim." Engel olamadığı bir yaş gözünden aktı. " Ben oradan çıktıktan beş dakika sonra, içeride olan üç asker şehit düştü." Yüreğindeki ağırlığı hissettim. Acısını iliklerime kadar, bedenimin her zerresinde hissettiğimde, benim de gözlerim buğulandı. Lakin ağlamadım ve bir zehir daha çektim içime.
" Biri babam olan, üç şehit." Buruk olan gülümsemesi gözlerimi bulduğunda, benim onu anladığımı anladı. " Bir hata, sadece bir hata bizi sevdiklerimizden edebiliyor." Gözünden bir damla daha düştüğünde, hızla o yaşı sildi. Titrek bir nefes çekti ciğerlerine, " Askerlikten uzun süre ayrı kaldım. Üç ay kadar izin kullanıp Askeriyeye döndüğümde, Üstlerden tezkere geldi." Sigarasından geriye kalan izmaritin ucunu küllüğe bastırdı. " Bir tim kurulacak dediler." Tıpkı Asena gibi yüzünde buruk bir tebessüm vardı. " Kopuk Timi." Bakışlarını tekrar bana çevirdi. " Beni de istiyorlardı. Emir gelmişti, hayır diyemezdim. Ben de geldim." Bakışlarını bardağına düşürdü.
" O operasyondan sonra, başarılı olabileceğime dair tüm ümidim kesilmişti. Lakin bu tim, bana yanıldığımı gösterdi." Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda, bu sefer gözlerinde parıltı vardı. " Asena." Dudaklarındaki tebessüm büyüdü. " Timle birlikte çıktığımız ilk operasyonda, yapamayacağım deyip kalktığımda, operasyon falan dinlemedi, beni orada dövdü." O güldüğünde ben de güldüm. " Ama böyle eşek sudan gelinceye kadar. Tabi bombanın süresine de bakıyordu. Beş dakika kala kafamı tuttuğu gibi bombaya yakınlaştırdı, ' Beş dakikada bu bomba imha edilecek asker!' diye bağırışı hiç kulaklarımdan çıkmıyor." Biraz daha güldüğünde, ben de onun hüznüyle birlikte gülüşüne eşlik ettim.
" İşe de yaradı ama biliyor musun? Aklım başıma geldi ve ben o bombayı imha ettim. Allah'a şükür hiç bir sorun yaşanmadı da. Sonraki operasyonlarda da, Asena'nın bir bakışı bile beni ürkütür hale gelmişti. Sağ olsun sayesinde, imha edilmedik bomba kalmadı." Gülüşü büyüdü ve parıldayan gözlerle bana baktı. " O inanmıyor ama, ben onu seviyorum." Dediğinde, bunları bana anlatması içimi sıcacık etti. Anlatmasını beklemiyordum. Yalnızlığına ortak olacağımı tahmin ederken, o bana her şeyini anlatmıştı.
Ona olan bağım biraz daha sıkılaştı.
" Neden, senin onu sevdiğine inanmıyor sence ?" Diye sorduğumda yüzü düştü. " Cümali piçi yüzünden!" sesi sitemliydi." Onun topuğuna sıkan bir kız vardı. Tutturdu bu kızı bana ayarla diye." Merakla ona bakan bakışlarımla birlikte anlatmaya devam etti. " Ben de gittim kıza böyle böyle dedim, Asena da görmüş kızla konuştuğumu, inanmıyor. O piç de yangına körükle gidip, kendim için konuştuğumu söylemiş." Ağzım hafiften açılırken, " Bir de gitmiş iki tane başka kızla fingirdeşmiş, bu Laz kız da bunu öğrenince gelip bunun topuğuna sıktı. Anlayacağın olan bana oldu. Ara bulucu olalım derken, kendi kendimizi yaktık." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda, " Çekinme çekinme, gül." Dediğinde dayanamayıp güldüm. Bir süre sonra sinirleri bozulmuş gibi o da gülmeye başladı.
" Başıma her ne geldiyse o piç yüzünden geldi." Başını iki yana sallayarak güldü. " Peki bunu Asena'ya anlattın mı? Yani kendin için olmadığını." Sıkıntılı bir nefes çekti ciğerlerine. " Anlattım. Ama inanmadı."
" Tek sebep bu mu ?" diye şüpheyle sorduğumda, ensesini kaşıdı. Kesinlikle başka bir şey daha vardı. " Ya şimdi ben Asena'yı kıskandırmak için şey ettim." Merakla ona bakıp, " Ney ettin ?" Gözlerime baktı , baktı ve baktı. Sonunda ise pat diye söyledi. " Bir kızla kafede buluştum. Asena'da oradaydı. Ben kıza karşı vallahi mesafeliydim, ama kız Dibime girmişti ne yapayım." Kaşlarım çatıldığında yutkunarak devam etti. " Kız beni öptü, Asena'da gördü." Hafif öme eğilip omzuna iki kere vurdum.
" Geçmiş olsun, Behlülcüğüm. Helvanı neyli istersin?"
" O kadar mı ya ?" dediğinde, dudaklarımı birbirine bastırarak, kafamı öne arkaya iki kere sallayıp onayladım. Sıkıntıyla nefes aldı, " Vallahi bak bilerek olmadı. Tek amacım onu kıskandırıp, duygularını itiraf ettirmekti. Ama yanan yine ben oldum !" dedi ağlamaklı bir sesle. Haline gülüp ağlamak arasında kalmıştım.
" Asena'nın seni sevdiğine emin misin ?" dediğimde bir süre yüzüme baktı. " Duygularını belli etmiyor ama bence seviyor." Şöyle bir kendini gösterdi. " Bu endam sevilmez mi be !" Bu haline gülüp şöyle bir alıcı gözüyle süzdüm.
Sarışın erkekleri pek sevmesem de, Behlül gerçekten yakışıklı bir çocuktu. Sarı saçları hafif koyulaşmış olsa da, hâlâ sarılığını koruyordu. 190'nı geçik boyu ve kaslı vücuduyla, çoğu kızın rüyalarını süslediğine emindim. Şu ânâ kadar tanıdığım kadarıyla söylersem, iyi çocuktu da. Gerçekten sevilirdi. Ama tipim değildi.
" Sevilir sevilir." Dediğimde o da benimle birlikte güldü. Bir süre daha orada muhabbet edip, birlikte oradan ayrıldık. O erkeklerin yatakhanesine giderken, ben de revire gidip kapıyı kilitledim ve en derininden bir uyku çekmeye çalıştım.
🇹🇷
" Abi, Abi bak vallahi belim koptu!" Sırtımın üzerindeki ağırlık minderleriyle birlikte şınav çekiyordum. Her biri beş kilo olmakla beraber tam altı tanesi sırtımdaydı.
" Laçin, biraz susacak mısın ?" Yan tarafımda olan Behlül'e baktım. Onun sırtında ise benimkinden daha fazla minder vardı. Saymaya kalktığımda, sekizden sonrasını sayamadım. Bir kere daha yere eğilip yukarı kalktığımda, her yerimden soğuk terler akıyordu.
" İkiniz de susun." Sırtıma bir ağırlık daha koyduğunda, ağlamak üzereydim. " Abi-" demiştim ki, " Laçin sus ula sus! Sen konuştukça daha çok koyuyor görmüyor musun !" Tarık Abi onun sırtına iki tane daha koyup, " Ha şunu bileydin!" diyerek keyifle kenara geçti ve şaheserine baktı.
Bizim burada pestilimiz çıkmıştı be !
Ağlamaklı bir ses çıkarıp, bir kere daha inip kalktım. " Neden sadece ikimiz !" Az ileride gülen Azmi ve Cümali'yi kafamla işaret edip," Onlar neden burada değil !" Behlül de bana katılıp, " Neden günah keçisi olarak biz seçildik!" diyerek sesini yükselttiğinde, Tarık Abi birer ağırlık daha yerleştirdi sırtlarımıza.
" Bizden habersiz çay keyfi yapan sizsiniz ?" Tam kendimi yere atacakken, " 200 olmadı Laçin !" diye bağırdığında, ağlarcasına bir ses çıkarıp tekrar vücudumu kaldırdım. " Abi, en baştan söylesene !" diye bağırıp hızla ayağa kalktı Behlül. Ondan gaz alarak ben de ayaklandım. Sırtım kopmuştu vallahi !
" Karşılaştık biz Laçin'le, birer bardak çay içtik ne olmuş!" Tarık Abi yüzündeki öfkeli gülüşle Behlül'e baktı. " 500 oldu Behlül." Azmi'nın kişnercesine çıkan kahkahasına ters ters baktım. " Senin tahtalar git gide eksiliyor Tahtacı." Bir kahkaha daha attığında, Cümali'de ona eşlik edip güldü.
" Abi haksızlık bu! Bir çay içtik diye bu ceza verilir mi!" Tarık Abi gayet sakin bir ses tonuyla, " Yat yere evladım. Benim sinirlerimle oynama." Bakışları bana döndü. Yeri göstererek, " Sen de küçük hanım." Ağlarcasına ses tonumu bozmadan, " Abi vallahi kemiklerim kırıldı." Dedim o ise," Beni ilgilendiren kısmı ?" dediğinde, sanki kırılmışım gibi bir elimi kalbime götürüp, " Şuradaki organımı hissetmiyorum," etrafa bakınır gibi yaptım. " Toz olmuş sanırsam, kırılmaktan." Tarık Abi dudaklarını birbirine bastırdı.
Azmi ve Cümali ise, ellerini dizlerine vura vura anırdılar. Evet onların yaptığı anırmaktı, gülmek değil.
" Tamam, sen geç dinlen." Hevesle ona dönen Behlül, " Ya ben ?" dediğinde, Tarık Abi elindeki minderi ona attı. " 500 şınav bitmeden oradan kalkmıyorsun Tahtacı !" dedi. İçime çektiğim derin nefesle birlikte Azmi ve Cümali'nin oturduğu yöne gittim. Ellerim belimde onların dibine geçtiğimde, şöyle bir bana baktılar.
Onlara kötücül gülümsememi yolladığımda bir an birbirlerine baktılar. " Naber çocuklar ?" dediğimde, " İyi." Dediler hep bir ağızdan. " Sağ olun, ben de iyiyim." Deyip bir adım daha attım ve ikisinin kafasını tutup birbirine çarptım. Acıyla birbirlerinin kafasını tuttuklarında, " Bir tahta da sizden eksildi." Dediğimde, şınav çektiği yerden kahkaha atarak bize baktı Behlül.
" Ayıp oluyor ama, Laçinciğim. Aramızdaki bu güzel münakaşayı bozmak istemeyiz." Cümali'nin dediklerini umursamadan yere çöktüğüm gibi nefeslendim. " Daha hızlı Tahtacı!" Tarık Abi'nin verdiği emirle, biraz daha hızlı bir şekilde şınav çekmeye devam etti Behlül. Azmi ve Cümali burnundan gülmeye benzer sesler çıkardığında, onlara ters ters baktım. Onlar ise ellerini dudaklarına götürüp gülmelerini durdurmaya çalışıyordu.
" Daha hızlı!" Behlül biraz daha hızlandığında, ona acımadan edemedim. Kendini kasmasından dolayı boynundaki damarlar daha da belirginleşmiş, yüzü ile birlikte boynu da kızarmıştı.
Ayağa kalkıp Tarık Abi'nin yanına gittim. " Abi." Dedim sırnaşırcasına. " Efendim." Şöyle bir bana baktıktan sonra, " 87." Dedi." Komutanım yanlışınız var 102." Behlül'ün sesi kısık kısık çıkıyordu. " Haklısın, yanlış saydım, 51." Dediğinde, Behlül küfrederek işine devam etti.
" Abi yetmez mi, yazık çocuğa bak nasıl kızarmış." Şöyle bir Behlül'e baktı. " Turp gibi turp." Dediğinde, " Kendini çok kastığı için, nefeslerini de düzene koymuyor. Bak boynundaki damarlara, nasıl da şişmişler. Eğer şimdi bırakmazsan birazdan bayılacak." Sırf onu bıraksın diye sallamasyon bir şeyler söylemiştim. Dediklerime kanan Tarık Abi, bir kez daha Behlül'e bakıp, " Sahi mi kız ?" dediğinde, dudaklarımı birbirine bastırarak, " Sahi ya." Dediğimde, " Tamam kalk, yeter." Dedi hızla. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi zor tuttum.
Nefes nefese kendini yere bırakan Behlül, biraz yerde soluklandı. Daha sonra sırt üstü uzanıp bana baktı. " Bu kıyağını unutmayacağım," ilerideki Cümali ve Azmi'yi gösterdi. " Şu piçlerden daha çok kardeşim oldun." Dediğinde ona gülümseyerek elimi uzattım ve ayağa kalkmasına yardımcı oldum.
" Biz ne yaptık şimdi ?" diyen Azmi'ye ters ters baktı. " Vallahi Laçinciğim, sen de ben dışında herkesle iyi anlaşıyorsun. Darıldım, gücendim." Diyen Cümali'ye dik dik baktığımda, ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı.
" Biraz soluklanın, daha sonra idmanlara devam edeceğiz." Behlül ile beraber birbirimize bakıp, aynı anda kafalarımızı onaylarcasına sallayıp koşarak oradan kaçmaya başladık. " Lan !" Tarık Abi'nin öfkeli sesine, Cümali ve Azmi'nin anırırcasına çıkan sesleri duyuldu. " Lan, gelin buraya !" dediğinde," Yeter, kaçıyoruz biz !" Diyerek koşmaya devam ettik. Arkaya şöyle bir baktığımda Tarık Abi'yi göremedim.
" Uzaklaştık sanırım." Diyerek Behlül'e döndüğümde, o da benim gibi durup nefeslenmeye başladı. Az ilerideki banka doğru ilerleyip, hemen kendimizi banka attık ve soluklanmaya başladık. " Çok acımasız." Dediğimde, " Bu daha hiç." Diyerek eşlik etti bana Behlül.
" Alt tarafı çay içtik." Dediğimde, " Çay onun kırmızı çizgisi. Çay içilecekse, Tarık Abi olmazsa içilmez."
" Ha şunu bileydiniz !" İkimizde önce enselerimizdeki kuvvetli eli hissettik ardından Tarık Abi'nin sesini duyduk. Yutkunarak birbirimize baktığımızda, " Hayır yani kaçtığınız yer, benim evim. Nereye kaçabilirsiniz?" Dediğinde, ürkekçe bir gülümsemeyle ayağa kalkıp ona baktım. Lakin eli hâlâ ensemdeydi. " Ulan hadi bu kızı anladım, ona ağır geldi. Ya sen!" diyerek Behlül'e bağırdı. " Ulan askersin sen, idmandan mı kaçıyorsun !" diyerek yükseldiğinde, " Abi ama senin idmanlarda idman değil, imtihan !" desiğinde, Tarık abi bir tane kafasına geçirdi.
" Cevap verme lan bana!" Behlül kafasını sıvazladığında, sessiz sessiz orada dikildim. " Ama ben biliyorum size ne yapacağımı." Gözlerindeki tehlikeli parıltılarla bize baktığında, Behlül ile birbirimize bakarak yutkunduk.
1 Saat Sonra...
" Behlül çaylar nerede kaldı !"
" Geliyor !" diye bağırdıktan sonra doldurduğum bardıkları, tepsisiyle birlikte alıp koşar adım ilerlemeye başladı. Arkasından karşıdaki masaya gidişini izledim. Kopuk Timinin her bir üyesine çayları verdikten sonra merakla onlara baktı. Keza aynı şekilde, ben de onlara öyle bakıyordum.
Tarık Abi yüzünü buruşturup," Kahve mi yaptın kız! Acı olsun dedik zehir değil !" diyerek ta masasından bana bağırdığında, kaşlarımı çattım. " Hemşireyim ben hemşire! Çaycı Hüseyin değil !" Dediğimde, Azmi ve Cümali'nin gülüşlerini görmüştüm ki, çok da uzakta olmayan masaya elime aldığım iki tane plastik tabağı kafalarına fırlattım.
" Sen kesin evde kaldın. Üç oldu hâlâ beceremiyorsun !"
" Evet, turşumu da kuracağım var mı bir şey diyecek olan !" dediğimde bu sefer Asena güldü. Ona teessüf edercesine baktığımda omuz silkti.
" Bu çaylar çok soğumuş, en iyisi yenisini yap." Diyen Yüzbaşı'ya nefretle baktığımda, o çok ciddi duruyordu. Ben ondan kurtulmaya çalıştıkça, bu adam dibimde bitiyordu arkadaş!
Üstelik gözlerime munzurca bakıyordu, dün yaşananları ima edercesine!
Hem bu adamın burada olması, hem de artık üçüncü çayı demlemekten yorulduğumdan, üzerimdeki önlüğü çıkarıp yere fırlattım. " Yeter be! Gelin çayınızı kendiniz yapın, köle miyim ben !" Dediğimde, benden gaz alarak Behlül'de elindeki demir tepsiyi yere attı. " Valla Laçin haklı, bir zahmet kendinize de ikram edersiniz." Diyerek resmen kıvırta kıvırta yanıma geldi ve koluma girdi. İkimiz de aynı anda bakışlarımızla birlikte kafamızı da onlardan diğer tarafa çevirip, küskün küskün sustuk.
" Bunlar ne yiyip içiyor, çok merak ediyorum." Diyen Tarık Abi'ye şöyle bir bakıp, " Hıh!" deyip tekrar saçımı savurdum. Behlül'de beni taklit ettiğinde, dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım.
" Yok öyle kaçmak. Dozunu tutturana kadar devam edeceksiniz." Dediğinde ağlarcasına bir ses çıkardım. " Ya ama siz hiç beğenmiyorsunuz !" deyip bir ayağımı da yere vurduğumda, Tarık Abi dudaklarını birbirine bastırarak kafasını eğdi. " Laz'ım kızım ben, kolay kolay beğenmem." Dediğinde, kaşlarımı çattım. " Kot kafali!" dediğimde, Tarık Abi ile birlikte hepsi gözlerini kocaman açmış bana baktığında, bunu sesli söylediğimi fark edip ellerimi dudaklarıma götürdüm.
" Ne dedin, ne dedin ?" Tarık Abi, şaşkın bakışlarını üzerimde tuttuğunda, " Sana demedim abi." Dediğimde, " Kime dedin ?" dedi, sanki çok normal bir şeymiş gibi," Yüzbaşıya." Dediğimde her birinden , " Ne !" naraları yükseldi. Yine yanlış pot kırdığımı fark edip, " Ay hayır, size de değil Cümali'ye diyecektim." Dediğimde, keyifle içtiği çayı püskürttü Cümali.
Keyifli gülüşmeler yükseldiğinde, " Teessüf ederim Laçinciğim. Kafamın neresi kocaman ?" dediğinde, ona mahçupca bir gülümseme yolladım. " Çayını büyük bir zevkle içen tek kişi de bendim. Çok kınadım." Dediğinde, Ona dönen ters bakışları döndü.
" Ama haksız mıyım? Güzel değil falan diyorsunuz da, kız gayet yerinde yapıyor." Bana dönüp, " Evde kalmazsın, merak etme." Dediğinde, ufak bir deja vu yaşadım. " Ordu'luydun değil mi?" diye sorduğunda, göğsümü kabartarak, " Evet." Dedim. Bunu ilk kez öğreniyormuş gibi görünen Tarık Abi, " Ben de diyim bu kıza kanım niye kayniyi." Dediğinde gülmeden edemedim. " Trabzonluyum ben de." Dediğinde, zaten daha ilk gün tanıştığımız da Karadenizli olduğunu biliyordum. " Ha ayip edaysun abi. Karadenuzluya çay yapamiyi dedun. Daruldum." Dediğimde masadan kahkaha sesleri yükseldi. Biri dışında. İsim vermeme gerek yok sanırım.
Karadeniz ağzıyla konuşmayı bana babam öğretmişti. Arada sırada Ordu'ya giderdik. O zamanlarda da çoğunlukla ninem ve dedem ile birlikte kalırdık. Orada herkes Karadeniz ağzıyla konuştuğu için, bazı kelimeleri anlamıyordum. Ben de babamdan bana öğretmesini istemiştim. O da bana, zor da olsa öğretmişti.
" Yüz verme şunlara, cezalarımızı unuttun mu ?" diye fısıldayan Behlül'e dönüp hak verircesine," Doğru dedin." Deyip tekrar onlara şöyle bir bakıp, " Biz gidiyoruz, size afiyet olsun." Dediğimde, Behlül beni bozmadan hızla peşime takıldı. Lakin bu çok uzun sürmedi, çünkü malum kişinin sesini duydum. "İkinizde buraya geliyorsunuz." Hemen Behlül'e satışı koyup, " Ben hemşireyim, bilmem hatırlatmalı mıyım. Revirde hastam bekler, haydi bana eyvallah." Deyip tam tüyecekken, " Aynı zamanda bizim timdensin. Buraya gel, Doktor." Dediğinde içimden küfür ede ede, yüzümdeki sahte gülümsemeyle onlara döndüm. Satışı koyduğum Behlül ise, " Bu hainliğini de unutmayacağım." Dediğinde, " Önceliğim her zaman kendi kıçımı kurtarmak olacak, kusura bakma Behlül." Dedim ve ufak adımlarla masaya geçtim.
Boştaki, yan yana duran iki sandalyeyi çekip üzerlerine oturduk ve sandalyelerimizi birbirimize yakınlaştırarak, belamızı verecek ikiliye baktık. " Siz niye yapışık ikiz gibi geziyorsunuz ?" Tarık Abi'nin dediği şey ile birbirimize baktık. " Aslında benziyorlar da he." Diyen Azmi'ye yüzümüzü buruşturarak baktık. Gözlerimiz dışında hiçbir şeyimiz benzemiyordu. Tabi benim gözlerim onunkine kıyasla daha koyuydu ama.
" Bir çayın kırk yıl hatrı vardır derler. Biz de bir çay içtik, bir baktık kırk yıldır tanışıyoruz." Diyen Behlül'e, " O kahve olacak yalnız." Dediğimde aydınlanmış gibi, " Hee," dedi. Daha sonra, " Ne fark eder, aynı şey işte." Dediğinde güldüm. Lakin masadakiler çok ciddi duruyordu. Üstelik Asena da bize garip garip bakıyordu. Bu bakışları beni rahatsız ettiği için, Behlül'den biraz uzaklaştım. Aynı anda Behlül'ün de Yüzbaşıya bakarak benden uzaklaştığını fark ettiğimde, yönümü ona çevirdim. Sanki hiç bize bakmamış gibi çayından bir yudum aldı.
" Karadenizlilerin yüz karasısınız, doktor hanım." Dediğinde kaşlarım çatıldı. " O niyeymiş ?" önündeki tabağı ortaya doğru itip, " Bir çay yapmayı bile beceremiyorsunuz. Karadenizli kızlar, hamarat olur sanıyordum." Dediğinde, " Hamarat birine ihtiyacınız varsa, Karadeniz kaçmıyor buyurun gidin. Köleniz de değilim sizin, hamaratmış," ağzımın içinden sessizce , " Hödük." Diye mırıldandığımda, yanımdaki Behlül duymuş ve kahkaha atmıştı.
Hızla kolumla onu dürtükleyip susturmaya çalıştığımda, Yüzbaşı bunu fark etti. " Neye gülüyorsun Behlül?" şüpheyle gözlerini üzerimde tuttuğunda, gözlerimi yerinden çıkacakmış gibi açarak Behlül'e baktım. " Bir şey yok komutanım." Deyip gülmeye devam etti. " Sen ne dedin de, böyle güldü ?" İsyan edercesine, " Ay size ne be! Allah Allah!" dediğimde birkaç gülüş daha duyuldu lakin Yüzbaşının attığı bakışlar sayesinde hepsi tekrardan suskunluğa maruz kaldı.
Keyif bozan angut, Dağ bozgunu hödük ! İşi gücü yok ki , ancağı keyfimizin içine etsin!
" Bir çay daha koy." Diyen Yüzbaşıya dönüp çatık kaşlarla baktım. " Siz beni hamal falan mı sandınız ? Ayak işçiniz miyim ben sizin, kalkın kendi işinizi kendiniz halledin!" Kaşlarımı biraz daha çatıp, " Bir de emir kipi kullanıyor !"
" Bir çay daha koyar mısın, Laçin ?" Diyen Omar'a gülümseyip ayağa kalktım. " Ver bardağını." Diyerek uzanmıştım ki, Yüzbaşı benden önce davranıp bardağı Omar'ın elinden kaptı. " Kalk kendin koy." Dediğinde, Omar dudaklarını birbirine bastırarak yerine sindi.
Kaşlarımı daha da çatıp, İskandinav Ayısına baktım. " Sizin derdiniz ne !" sesim sitemliydi. Hatta neredeyse üzerine atlayıp onu boğazlayacaktım. İçimde öyle bir öfke vardı. Bunu fark eden Behlül bileğimden tutup beni yerime oturttu. " Bir-" diye konuşmaya başlamıştı ki, " Rica ediyorum, ben artık gidebilir miyim ? Hastalar hemşire bekler hemşire !" Diye yükseldiğimde, Tarık Abi bana döndü, " Seni çağırdığımızda gel." Dediğinde zaten çoktan ayaklanmıştım. Son kez Yüzbaşıya nefret dolu bakışlarımı yollayıp kantinden çıktım.
Ben buraya hemşire olarak mı geldim, aylakçı olarak mı Allah bilir !
İmtihan yerim gibi bir yer olmuştu burası artık !
Tam Alaydan içeri girdiğimde, bodoslama çarptığım bir beden yüzünden yere düştüm. " Ay bir sen eksiktin !" diye bağırdığım sırada, tepemde dikilmiş olan tamı tamına üç yıldızlı Albay rütbeli birini gördüm. Derince yutkunup, hızla düştüğüm yerden kalktım.
" Çok özür dilerim Albayım. Önüme bakmadan yürüdüğüm için size çarptım." Dediğimde, kafam önüme eğikti. " Sen kimsin ?" diyen sesini duyduğumda, kafamı kaldırıp yüzüne baktım. " Hemşireyim. Burada çalışıyorum." Dediğimde, şöyle bir beni süzdü. Daha sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi yanında duran iki askerle birlikte yanımdan geçip gitti.
Benim tam olarak şuan, işimden falan edilmem gerekmiyor muydu ? Olayın garipliği beni şaşırtırken, bugün başıma gelebilecek muhtemel, en şanslı olay ile birlikte revire doğru ilerledim. Bugün başıma gelmeyen kalmamıştı. Sırf Behlül ile birlikte, bir bardak çay içtik diye ne azaplar çekmiştik be !
Revire girdiğimde, dolabımdan telefonumu çıkarıp, alacağım intikam için Aslı'yı aradım. Adem'e olan öfkemi unutmuş değildim. Tam olarak bugün, ona cezasını verecektim.
" Alo?" Açılan telefon ile birlikte gülümsedim. " Senden bir şey istiyorum Aslı."
" Söyle bebeğim.". Diyen Aslı'nın sesiyle, yüzümdeki sinsi gülüş daha da genişlemişti.
Kime bulaştığının farkında değilsin, Adem.
🇹🇷
Yumruk yaptığım ellerimi, Asena'nın uzattığı eline bir kez daha vurdum. " Daha kuvvetli." Dediğinde bu sefer daha sert bir şekilde eline vurdum. Birkaç saniyeliğine elini ovup tekrar uzattı. Bir kez daha art arda vurduğumda, yine birkaç saniye sonra ellerini ovup uzattı.
" Bu kadar yeter, buraya gel Laçin." Diyen Tarık Abiye döndüm. Ringin ortasında, üzerinde haki yeşili tişörtü, altında asker pantolonuyla birlikte bana bakıyordu. Dediğini yapıp Asena'nın yanından ayrılıp, onun yanına gittim.
" Yakın dövüş konusunda iyi olduğunu biliyorum." Deyip Sağ tarafımızda duran Yüzbaşıya baktı. Bir an aklıma dün yaşananlar gelince, yüzüm hafiften kızarmıştı. " Lakin savunmada zayıfsın." Dediğinde, bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktım. " Bu hafta savunma dersleriyle ilerleyeceğiz." Dedi ve bana doğru hamle yaptı. Lakin ben daha hamlesini göremeden, yumruğu karnımı bulmuştu. Acıyla yüzümü buruşturduğumda, " Biri sana saldırdığında böyle mi duracaksın ?" deyip, bu kez göğsüme tekme attığında, iki adım kadar geriye doğru sendeledim.
Hiç acımıyordu.
" Kendini savun Laçin !" diye bağırdığında, tam kafamı kaldırmıştım ki, yüzüme gelen yumrukla nevrim döndü ve kendimi yerde buldum. " Abi, beni dövmek için gün mü sayıyordun ?" deyip ağzıma dolan kanı tükürdüm.
Çok sert vuruyordu.
Tam üzerime eğilip hamle yapacakken, vücudumu diğer tarafa doğru yuvarlayıp, yerden dizine tekme attım. Diz boşluğuna gelen tekmemle iki dizi üzerine düştüğünde, hiç beklemeden tekmemi kafasına doğru, zarar vermeyecek şekilde savurdum. Yüzüstü yere düştü. Birkaç saniye sonra, sırt üstü kendini çevirdiğinde, kalkmasına izin vermeden üzerine çıktım ve yüzüne yumruk attım. " Suratıma yumruk atmasan iyiydi." Dedikten sonra üzerinden kalktım.
Tarık Abi bir an afallasa da hemen toparlayıp kalktı. " Yerinde olsam rehineyi bırakmazdım." Dedikten sonra, daha ben ne ara ilerlediğini anlayamadan, gölge gibi yanıma gelip tekrar karnıma tekme attı. İki adım geriye gittiğimde, son dakikada bana doğru gelen yumruğu fark ettim ve geriye doğru çekildim.
Havada asılı kalan yumruğuna tekmemi atıp, tıpkı onun gibi yanına kadar yaklaşıp, tekmemi karnına geçirdim. " Bu kızın eli ağır !" diyerek bir kafasını bir karnını tuttu. Timdekiler ona güldüğünde, tek ciddi duran Yüzbaşı ve Adem'di.
" Bir de ben geleyim." Diyen Adem'e, Tarık Abi şöyle bir baktıktan sonra, bana baktı. Bir sorun olmadığını belirtircesine kafamı eğdiğimde, geri çekilip ringden indi. Onun indiği yerden Adem bindi ve karşıma geçti. Şöyle bir beni süzdüğünde, hâlâ aynı şekilde nahif olduğumu düşündüğünü anladım.
Üzerime doğru gelip ilk hamlesini yaptığında, bir adım sağa çekilip bana atmak için kaldırdığı yumruğunu tutarak dizimi koluna geçirdim. Bir süre sızlamasına neden olacak sertlikte vurmuştum. Daha sert vursaydım, kolu kırılabilirdi. Lakin bunu istemiyordum.
Kolunu tuttuğum elimi tutarak ters çevirdi ve yumruğunu göğsüme geçirdi. Göğsüm acıyla inlediğinde, zaten ona olan öfkem ile birlikte, daha da sinirlendim. Tıpkı yüzbaşıya yaptığım gibi arkadan ona tekme attığımda, cinsel organına geldiğinin farkındaydım.
İnleyerek kolumu bıraktığında, yüzüne yumruğumu geçirip, tekmemi göğsüne geçirdim. Bir tekme daha atacakken, koluyla tekmeme engel oldu ve tıpkı benim gibi, bir adım atıp suratıma yumruk attı.
Yüzümü morarttılar!
Dilimi ısırdığım için oluşan kanı yere tükürüp güldüm. Tekrar ona baktığımda, bana doğru kalkan yumruğunu, kafamı geriye yatırarak savurdum. Hızla sol tarafa geçip kolunu tuttuğum gibi ayağımı yanlamasına karnına geçirdim. Rahatlamadım, yumruğumu kaldırıp bir tane suratına geçirdim.
Tıpkı benim gibi ağzının içindeki kanı tükürdüğünde, gülümsemem büyüdü. Bir adım atıp hamle yapacağım sırada, hızla gözümün önünden kayboldu ve sırtımdan bana tekme attı. Yüz üstü yere düştüğümde, yüzümdeki hiç bir duyunun sağlıklı olmadığına emindim. Öfke tüm hücrelerime dolarken, hızla ayağa kalktım ve karşımdaki adama tekme attım, lakin ayağımı tutup, kendine çekti ve karnıma yumruk attı.
Bir eli baldırımın üzerinde dururken, kısa bir an Yüzbaşıya baktım. Yapacağım şeyi fark etmişti. Gözlerine yansıyan öfke ise, tam olarak şuan baldırımda duran eldeydi.
Hızla ayağımı Adem'in beline dolayıp yükseldim ve diğer bacağımı da beline dolayıp, daha da yükseldim ve kafamı, ne olduğunu anlamayan Adem'in suratına geçirdim. Bir yumruk daha attığım sırada, geriye doğru yalpalayıp yere düştü. Onu korumak gibi bir hataya düşmedim. Çünkü zaten, kötülerin uzun yaşadığının farkındaydım. Yere düştüğü an, kendimi sabit tutup yüzüne iki yumruk daha atarak ayağa kalktım.
" Bu kızın, bu hareketine bayılıyorum." Diyen sesi duysam da, dönüp bakmadım. Bunu söyleyen Cümaliydi. Henüz acısını tatmadığı için, sızısını da bilemezdi.
Adem tam ayağa kalkmışken, salona giren Asker, " Adem Üsteğmenim." Dediğinde, yönünü askere döndü. " Evet." Asker, bir eli alnında, " Binbaşım sizi bekliyor." Dediğinde, yüzümde hissettiğim bariz acıya rağmen gülümsedim.
Adem, Yüzbaşıya baktıktan sonra askerle birlikte çıktığında, yönümü direkt Asena'ya döndüm, " Çok mu kötü ?" diyerek elimle yüzümü gösterdiğimde, " Bence vahşi bir güzellik kattı bu yaralar sana." Diyen Cümali'ye ters ters bakan bir tek ben değildim.
" O kadar kötü değil." Tekrar Asena'ya döndüm. " Buz var mı ?" Ringden inip yanına gittiğimde, getirdiği buz torbasını bana uzattı. Buz torbasını elime alıp yüzüme götürdüğümde, hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Dudağımın kenarına dokunduğumda, elime bulaşan kanı görmek, sinirlerimi daha çok bozmuştu. Dilimi de ısırdığım için, ayrıyetten sızlıyordu. Bakışlarımı Tarık Abiye çevirdim.
" Abi senin bana savunmam için ders vermen gerekirken, geldin beni dövdün. Bu ne ya !" diye sitem ettiğimde gülerek yanıma geldi, "Biz de böyle güzelim. Ayrıca, senin elinde pek hafif değil." Ona ters ters baktığımda gülerek yanağımı sıktı, ama ben acıyla inlediğimde buna pişman oldu.
Ayıptır söylemesi, yanağıma yumruk yemiştim de!
Diğerleri idmanlara devam ederken, ben bir süre daha yüzüme koyduğum buzla birlikte orada durup, onları izledim. Çok değil on beş dakika sonra, öfkeyle içeri giren Adem'i görmek keyfimi yerine getirdi. Oturduğum sandalyede bacak bacak üstüne atarak, birini salladım ve gülümseyerek ona baktım. Adem'in geldiğini görenler benim olduğum tarafa doğru geldiğinde, Adem'in öfkeli gözleri beni buldu.
" Sen yaptın !" dediğinde, yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Bir ayağımı sallamaya devam ederken, anlamaz bakışların, bana olan ilgisini yok saydım. " Neyi ben yaptım ?" Onun aksine sessiz cevap verdiğimde daha da sinirlendi. " Gülüşünden belli lan !" deyip üzerime yürüyeceği sırada Omar ve Yüzbaşı önüne geçti. Bu sırada, ne zaman geldiğini anlamadığım Alperen'de onların yanında yerini almıştı.
" Geri bas Çevik !" diye haykırdığında, her zamanki gibi beni koruduğunu bilmek, içimi sıcacık etti.
Adem yüzünü Alperen'e döndü. " Asıl sen geri çekil Şimşek, tim arasında bir sorun bu !" diyerek onu göğsünden ittirdiğinde, Alperen sinirle bir nefes alıp, " Tim işiyse tim işi, bu beni alakadar etmez. O kız benim kardeşim !" dediğinde, sanki komik bir şey söylemiş gibi güldü. " İki yetim birbirinize sahip mi çıktınız ?" dediğinde yüzümdeki gülümseme anında soldu. Elimdeki buzu yere fırlattığım gibi ayağa kalktım, lakin bana kalmadan, Alperen çoktan onun suratına yumruğunu geçirmişti. " Lan sen kime ne diyorsun, Orospu evladı !" Suratına bir yumruk daha attığında, Yüzbaşıya döndüm. " Alperen'i tut." Kaşları çatılsa da Omar ve ikisi beraber Alperen'i tuttu.
" Bırakın lan! Tuğrul bırak !" diye haykırdığında, " Kendine gel !" diye bağırdı Yüzbaşı. Lakin Alperen bunu umursamadan Adem'in yüzüne tükürdü. " En azından senin gibi orospu çocuğu değiliz pezevenk!" Diye haykırmaya devam ediyordu. Tam karşısına geçip ellerini tuttum. " Sakin ol." Gözlerini, gözlerime çevirdi. " Nasıl sakin olayım kızım !" Bir kez daha Adem'e baktı, " Tipini siktiğim puştu! Geberteceğim oğlum seni" gülme sesi duyduğumda, bakışlarım Adem'i buldu. " Bu aralar, siz yetimlerin sesi çok çıkıyor." Dediğinde, daha fazla dayanamadım ve yanına gittiğim gibi suratına yumruğumu geçirdim.
" Senin ecdadını sikerim lan!" suratına bir yumruk daha attım. " Sen kimsin lan, kim!" suratına bir yumruk daha atacağım sırada, kollarımdan tutuldum. " Bırak !" omzumdan geriye baktığımda Tarık abiyi gördüm. " Abi bırak sikeceğim şunun belasını !" dediğimde," Alma o kelimeleri ağzına." Dedi.
" Abi bırak !" diye haykırıp arkadan ona kafa attım ve kendimden uzaklaştırdım. Hızla Adem'in üzerine atıldığım gibi yumruklarımı suratına geçirmeye başladım. " Hayatını sikeceğim oğlum senin! Bu daha bir hiç! " Yere düşen bedeninin üzerine binip yumruklarımı atmaya devam ettim. " Bu yetim, kimsesi olmadan senin belanı sikecek orospu çocuğu !" suratına bir yumruk daha attığımda, içimdeki öfke dinmiyordu.
" Eh, yettin be !" deyip aniden beni üzerinden attı ve tam suratıma yumruk atacaktı ki, Tarık Abi onu kolundan tuttu. Adem'in benim suratıma atamadığı yumruğu, Tarık Abi onun suratına geçirip kenara itti. " Kendine gel lan !" Ayağa kalkıp tekrar üzerine atılacağım sırada, Azmi ve Cümali kolumdan tuttu. Aynı anda Alperen'in kızgın boğaları aratmayan sesi duyuldu.
" Lan ! Lan kardeşime vurdu!" kolunu tutan Omar ve Yüzbaşıyı atlatmak için büyük çaba sarf ediyordu.
" Sikeceğim lan belanı! Kim kurtaracak oğlum seni bu saatten sonra !"
" Kendinize gelin!" diye bağıran Yüzbaşının sesiyle, çoğunun sesi kesilirken, ben ve Alperen'in Adem'e olan bakışları ve burnumuzdan çektiğimiz nefesler asla susmuyordu. " Adem, uzaklaştırma alacaksın!" diye bağırdığında, ayağa kalkan Adem," Zaten uzaklaştırma aldım !" diye haykırdığında, " Bu daha hiç orospu çocuğu!" diye bağırdığımda, Tarık Abi gelip elini ağzıma kapattı. Ettiğim küfürleri bu sayede susturmuştu lakin boğuk da olsa duyuluyordu.
" Lan biz ne zamandan beri bir sivile el kaldırıyoruz! Üstelik bir kadına!" dediğinde, Adem'in bakışları duruldu. "Bu daha ne ki! Meslektaşına hakarette bulundun! Bunun sonuçlarının farkında mısın !" diye bağırdığında, Adem derince yutkundu.
Anayasanın 85. Maddesine dayanarak, bir üst'e ya da amire edilen hakaret, en az üç ay süren bir hapis cezası yiyiyordu.
" Yapmayın." Dediğinde, hiç kimse ona acıyormuş gibi bakmıyordu. " Bunu Albaya bildirmek zorundayım." Yüzbaşı gayet ciddi görünüyordu. " Yapmayın komutanım, bu mesleğin benim için önemini biliyorsunuz." Dediğinde, Yüzbaşı onu yakasından tuttu.
" Şimdi mi aklına geldi lan mesleğin!" Dişlerini sıkarak, gözlerindeki öfkeyle baktı askerine. " Yetime, yetimliğini suratına vurduktan sonra mı! " Adem derince yutkunduğunda, öfkem dinmiyordu. " Biz Türk askeriyiz, Adem. Bizim lügatimizde ne zamandan beri, acılarını insanların suratına vurmak eklendi! Üstelik alaylı bir üslupla!" Adem'in yakasını tuttuğu eliyle, onun suratını kendine yakınlaştırdı." Üstelik senin annen-" Her ne söyleyecekse, bundan vazgeçip öfkeyle yakasını bıraktı.
Gözleri boşlukta takılan Adem'in bakışları, bir süre orada kaldı. Daha sonra, yavaşça gözleri önce beni, ardından Alperen'i buldu. Yutkunduğunda, düştüğü yerden kalktı. " Kusura bakmayın." Deyip dolu gözleriyle arkasını dönüp gitti. Tarık Abi ve Yüzbaşı, ardından garip bir ifadeyle baktıktan sonra, bize döndüler. Tarık Abi gözlerime baktığında, dudaklarımın üzerindeki elini gözlerimle işaret ettiğimde, elini dudaklarımdan çekti.
" Bırakın kolumu." Azmi ve Cümali kararsızca birbirlerine baktı. " Lan oğlum bıraksanıza!" diye haykırdığımda, Yüzbaşıya bakıp kolumu bıraktılar. Gözlerimi her birine çevirdim. " Bu bana ilk hakareti değil!" dedim dişlerimin arasından. " Yetimim diye bana her istediğini söyleyemez." Gözlerimi Yüzbaşıya çevirdim. " Hakaret davası açacağım." Alperen'in yanına gidip, onun koluna girdiğimde, Omar onu bıraktı." Evet, önümüzdeki ilk iki göreve katılmama ve üç aylık bir izin yazdırttım. Bunu bana, babamın kızı olmadığımı söylediği için yaptım." Gözlerim tekrardan her birinde gezdi. " Ama bu sefer. İşte bu sefer, görevden men edilene kadar bunun peşini bırakmayacağım." Deyip Alperen ile birlikte salondan çıktım.
Ardımda şaşkın bakan gözlerle beraber, hak veren gözlerde vardı. Zira ben, kimsenin bana hak vermesini beklemiyordum. Ben hakkımı zaten alıyordum.
Gözümden bir damla düştüğünde, " Yetim olmak suç mu Alp?" Öfkeli bakışları beni bulduğunda, gözlerindeki öfke dağıldı ve yerini merhamet aldı. İlerlediğimiz koridorda durup benide kendiyle birlikte durdurdu. Yanağıma düşen bir damla yaşı, baş parmağıyla sildi. " Yetim olmak değil, bunu hakaretmiş gibi suratımıza vurmaları suç." Deyip gülümsedi.
" Hem biz yetim değiliz ki, bir ailemiz var." Dediğinde, ardı arkası kesilmeyen yaşlarım yanağımı talan etti.
" Ben Yetimim." Hıçkırığım koridoru inlettiğinde, Alperen yutkundu. " İkinci kez." Alperen kafamı göğsüne yaslayıp bana sarıldı. " Ben varım. Kimse olmasa dahi, ben senin abin olarak buradayım. Sen kimsesiz değilsin." Saçlarımın tepesinden öptü. " Biz kimsesiz değiliz güzelim." Saçlarımı usulca okşayıp, beni kendinden çekti ve tekrar yanaklarımdaki yaşları sildi. Kolunu omzuma atıp beni kendiyle birlikte yürüttü.Revirin önüne geldiğimizde, beraber içeri girdik. Beni yatağa oturtup, yüzümdeki yaralara pansuman yapmaya başladı.
" Ben kötü bir şey mi yaptım Alp?" dediğimde yutkundu. " Bana babanın öz kızı bile değilsin dedi. Ben de onu görevden uzaklaştırdım." Kaşları çatıldığında, bakışları beni buldu. " Bunu nasıl yaptın, Laçin ?" diye sordu. " Neyi?" diye sorduğumda," Adem'i görevden nasıl uzaklaştırdın ?" Dediğinde, kaşlarımı çatıp yutkundum. "Babamın eski dostlarını biliyorsun. Yardım aldım." Dediğimde, sıkıntılı bir nefes çekti içine. Daha sonra, hiçbir şey söylemeden işine devam etti.
Yalan söylemiştim, doğruyu söyleyecek halim yoktu.
Ben sustum, o sustu. İkimize birden acımasızca bir ithamda bulunmuştu Adem. Hem de alay edercesine, gülerek. Hiç mi düşünmemişti, canları acır mı? Üzülürler mi? Çok mu yanar içlerindeki alev?
Hiç mi düşünmemişti, hiç mi üzülmemişti...
Kaşıma ve dudağımın kenarına yara bandını yapıştırıp, malzemeleri kenara koydu ve yanıma oturdu.
" Sana vurdu mu ?" dediğinde başımı ona doğru çevirdim. " Hayır, vuramadı. Tarık Abi onu tuttu." Dediğimde, biraz rahatlasa da, öfkesi devam ediyordu. Zira benim de öfkem dinmemişti. Dineceğini de sanmıyordum, dinmesi için bir mucizenin falan gerçekleşmesi gerekiyordu.
" İyi." Bakışlarını bana çevirdi. " Bana ne dediği umurumda değil," Avuçlarını yüzüme yaslayıp, yanaklarımı okşadı, " Ama sana tek kelime laf etmelerine izin vermem." Gözlerinde anlamını çıkaramadığım bir ifade vardı. Garip, ama iç ısıtıcı bir ifadeydi bu.
" Bana hakaret edebilirler, ama senin kılına bile dokunamazlar. Anlıyorsun, değil mi güzelim ?" dediğinde, dolmaya hazır olan gözlerimi zar zor bastırıp, gelen yaşlarımı geriye ittim. Başımı aynı anda iki kere aşağı yukarı salladığımda, alnımdan öpüp öylece sarıldı.
Ellerimi beline dolayıp ben de onun sarılışına eşlik ettim. Ona sarılmak bana iyi gelmişti. En azından yalnız olmadığımı hissettirmişti.
Yavaşça göğsünden ayrıldığım sırada revirin kapısı açıldı ve içeri bir asker girdi. " Alperen Üsteğmenim, Laçin Hemşire." Deyip selam verdikten sonra, " Binbaşım sizi odasında bekliyor." Dediğinde birbirimize baktık kısa bir an. Ben bakışlarımı Alperen'in göğsünden ayırmazken o, " Tamam, geliyoruz." Deyip askeri yolladı. Aynı anda ayağa kalkıp elimden tutarak beni kaldırdı. " Merak etme kötü bir şey olmayacak." Ellerimle saçımı şöyle bir düzeltip, " Benim yüzümden size bir şey olmaz değil mi ?" Beraber revirden çıktığımızda, " Umarım." Demesi, pek de içimi rahatlatmamıştı.
Sessizce Binbaşının odasının önüne geldiğimizde, kapıyı tıklatıp içeriden komut gelmesini bekledik. Duyduğumuz " Girin." Komutundan sonra, kapıyı açarak içeri girdik. İçeri baktığımda, bizimle beraber tüm timin burada olduğunu gördüm. Binbaşı bizi gördüğünde, sıkıntıyla bir nefes çekip timin yanını gösterdi. Onların yanına gidip, Binbaşıya baktık.
" Yüzbaşının anlattıkları doğru mu ?" diye sorduğunda, kısa bir an Adem'e baktım. Daha sonra, " Doğrudur." Dediğimde, Alperen de aynı şeyi söyledi. " Peki bu kavga neden çıktı ?" Sabrını korumaya çalıştığının farkındaydım. Lakin onun için yapabileceğim pek bir şey yoktu.
" Adem Komutanın, üzerime yürüyüp beni bazı suçlarla itham etmesiyle başladı." Dediğimde, bazı bakışlar bana döndü. " Ona verilen cezadan beni yükümlü tuttu. Haklıydı. Cezayı almasını ben sağladım." Binbaşının kaşları çatıldı. " Ne diyorsun kızım sen ?" dediğinde, bir adım öne geçtim.
" Babamın üs'lerle olan yakınlığını biliyorsunuz Binbaşım." Dediğimde, aslında başka bir şeyden bahsettiğimin farkındaydı. " Adem komutan bana iki hakarette bulundu. Bunu tabii ki yanına bırakmayacaktım. Siz Türk askeri yetiştiriyorsunuz, yol geçen hanı gibi her önünüze geleni içeri alamazsınız." dediğimde, ileri gittiğimi binbaşının elini masaya sertçe vuruşundan anladım.
Arkasında duran Bayrağı gösterdi.
" Görüyor musun o bayrağı !" diyerek sesini yükselttiğinde, biraz ürktüm. " Buraya vatanı için savaşmaya gelmeyenleri almıyorum!" Haykırdı. " Anladık acın var! Lakin Üslerine hakarette bulunacak davranışlarda bulunma Sağdıç!" Bir kez daha masaya sertçe vurdu. " Bu seferlik affediliyorsun. Lakin bir daha seni bu şekilde karşımda görmek istemiyorum!" Hepimize baktı daha sonra, " Hepiniz. Gidin kendinizi toparlayın, sonra buraya gelin!" her birimize gür sesiyle bağırması, beni ürkütmüştü." Üç ay seni görmeyeceğim Çevik! Eğer senin hakkında bir şikayet daha gelirse, seni görevinden men ederim!" diye haykırdıktan sonra, " Şimdi hepiniz çıkın!" diyerek kapıyı gösterdi. Hepimiz kapıya ilerlerken, " Sakın kendinize çeki düzen vermeden bu kapıdan içeri girmeyin!" demeyi de ihmal etmemişti.
Kapıdan çıktığım gibi öfkeyle çıkışa doğru ilerledim. Pabucumun emri! Çeki düzenmiş! Sen git askerine eğitim ver be!
Öfkemden hiçbir hız kaybetmeden revire girdim ve montumla arabamın anahtarını alarak Alaydan çıktım. Arabama bindiğimde, kafamda bin tane soru vardı.
Ben şimdi nereye gidecektim ?
Sıkıntılı bir nefesi içime çekip yola koyuldum. Gidebileceğim yerler vardı aslında, lakin oralara gitmek istemiyordum. Amcamlara gidersem, kendimi çok soyutlanmış hissederdim. Hayır onlar beni seviyor ve kendi çocukları gibi görüyordu, bunda sorun yoktu. Onlar ailecek beraberken, ben kendimi iç güveysi gibi hissederdim. Bu yüzden onlara gitmek istemiyordum.
Nereye gideceğimi bilmediğim anda, telefonuma düşen sesli arama ile, arabamı kenara park edip telefonu elime aldım. Bilmediğim numaradan arayan biri olduğu için ilk baş kaşlarımı çattım, daha sonra telefonu açıp kulağıma götürdüm. " Alo ?" Çok beklemeden karşıdan ses geldi. " Laçin." Tarık Abi'nin sesini duymayı beklemiyordum.
" Abi ?" diye sorduğumda, tekrardan sesini duydum. " Seni arıyordum, çıktığını söylediler." Dediğinde kaşlarım çatıldı. " Bir sorun mu var abi ?" dediğimde, sıkıntılı bir nefes aldı. " Gidecek yerin var mı ?" diye sorduğunda yutkundum. Aslında gidecek yerim vardı.
Baba evim vardı, Amcalarım vardı. Lakin hiçbirine gitmek istemiyordum. " Bize gel diyecektim." Dediğinde bir kez daha yutkundum. " Hanıma senden bahsettim, eve çağırıyor." Dediğinde, bir süre karşı yola baktım. " Zahmet etmeyin abi." Dediğimde hızla devam etti. " Saçmalıyorsun. Evin konumunu sana atacağım, bekliyorum. Birazdan ben de geçeceğim." Deyip bir şey dememe izin vermeden telefonu suratıma kapattı.
Aslında Omar'da da kalabilirdim. Zaten yalnız yaşıyordu. Beraber kalabilirdik, ama belki istemez diye düşündüm. Tarık Abi'nin ettiği teklif aklıma geldiğinde, rahatsız olurlar mı diye düşünmeden edemedim. Lakin içimdeki şeytan " Rahatsız olacaklarsa neden çağırdı adam? " Dedi ve dediğinde haklıydı. Lakin yine de emin olamadım.
Bir süre daha arabamda öylece durup beklerken, son karar olarak Tarık abilere gitmeye karar verdim. Şuan için, en iyi yer orası gibi görünüyordu. Bana attığı konumu açıp, hızla oraya doğru yol aldım. Askeri bir lojmanın önünden geçip iki kilometre daha ilerlediğimde, sonunda eve varmıştım. Derin bir nefes alıp binaya baktıktan sonra, arabadan indim ve kapısını da kilitleyerek eve doğru ilerlemeye başladım.
Kapı önüne geldiğimde, sağ tarafta duran zile basıp beklemeye başladım. Çok değil iki dakika sonra kapıyı, Tarık Abi gibi otuzlu yaşlarının ortalarında, yeşil gözlü kumral saçlı bir kadın açtı. İlk baş kaşları çatılsa da daha sonra, hatırlamış gibi kaşlarını düzeltip kocaman gülümsemeyle, " Sen Laçin olmalısın ?" dedi. Aynı şekilde ona gülümsedim. " Evet, Laçin ben." Deyip elimi uzattığımda, gülümsemesini bozmadan, " Ben de Fadik. Adım Fadime, ama Fadik derler." Deyip gülümsediğinde, ben de aynı şekilde gülümsemeye devam ettim.
İkimiz de ellerimizi çektiğimizde, hemen kapı önünden çekildi, " Hava soğuk, hadi gel içeri." Dediğinde, Hole bir adım attım ve ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Ben ayakkabılarımı çıkarırken, Fadik hanım da terlikleri uzattı. Uzattığı terlikleri de ayağıma giyip, Üzerimdeki montu çıkarıp, Fadik hanıma döndüm, " Nereye koyayım?" diye sorduğumda, " Sen ver bana." Deyip elimden kaptığı gibi, duvarla birleşik olan dolabın kapağını açıp içine astı. Daha sonra bana döndü," Gel salona geçelim." Onu takip ederek, büyük evde salona doğru ilerledik.
Ev iki katlıydı. Merdivenler, girişin sonundan yukarı doğru çıkıyordu. Girişin sonunda ise bizi büyük bir salon karşılıyordu. Hemen sağ taraftaki minik koridorun sonunda ise mutfak vardı.
Salona geçtiğimizde üçlü koltuğa geçip oturdum. Fadik hanımsa, " Kahve içer misin ?" diye sorduğunda, mahçup bir tebessümle, " Zahmet olmasın. " dediğimde, aklına her ne geldiyse, " Tarık birazdan gelecek. En iyisi çay koyayım üzerine. Bize de kahve alıp geliyorum." Dediğinde ona tebessüm ettim ve ardından gidişini izledim.
O gittikten sonra, şöyle bir salona baktığımda, oturduğum koltuğun tam karşısında, büyük bir televizyon vardı. Televizyonun her iki yanına kurulmuş raflarda aile fotoğrafları vardı. Sol tarafta kalan duvara da bir raf yerleştirilmiş, üzerine de bir tane kemençe koyulmuştu. Üçlü koltuğun her iki yanında birer tane tekli koltuk ve ortada kalan boş yerde, kiremit rengi hoş bir halı vardı. Sağ taraftaki duvarda ise minik bir şömine vardı ve şöminenin önünde, sallanmalı sandalyelerden vardı. Tam adları neydi, bilmiyorum.
Salonu biraz daha incelediğim sırada, Fadik hanım içeri, elinde iki kupayla girdi. " Al bakalım." Deyip kahvemi bana uzattığında, ellerinin arasından aldım. Hemen yanımdaki boşluğa oturup bana döndü. " Anlat bakalım, nereden esti Askeriyede çalışmak?" dediğinde, ona tebessüm ettim. " Uzun zamandır aklımdaydı. Babam da şehit olunca, askerlerin daha fazla sağlıkçıya ihtiyacı olduğunu düşünüp, bu kararımı gerçekleştirdim." Dediğimde o da burukça tebessüm etti, " Başın sağ olsun."
" Vatan sağ olsun." Deyip getirdiği kahveden bir yudum içtim. " Kaç yaşındasın ?" diye sorduğunda, " 28." Dedim. O ise direkt parmaklarıma baktı, " Evli değil misin ?" neden herkes benim evliliğime takmıştı! " Bekarım." Bu sefer başka bir soru sordu, " Evlilik yolunda düşündüğün biri var mı ?" iyice rahatsız olmaya başladığım bu sorulardan kurtulmak için, " Evlilik düşünmüyorum, Fadik hanım." Deyip gülümsedim. O ise, " Kusura bakma canım, çok sık boğaz etmedim inşallah. Normalde bu yaşa kadar kızlar evlenmiş oluyor ya. Ondan şey ettim." Mahçupça gülümsediğinde, " Sorun değil, alışkınım." Deyip gülümsedim.
" Ayrıca yabancı değilim. Abla diyebilirsin bana. Tarık senin abinse, ben de ablan sayılırım." Dedi.
Ona gülümseyip bir yudum daha içtim kahvemden. Tam o sırada çalan kapıyla birlikte, Fadik Abla hızla kapıya koştu. Büyük ihtimalle Tarık abiydi. Ki çıkan seslerden o olduğunu anlayabiliyordum. Kafamı önümden kaldırmadan, bir yudum daha kahve içtiğimde, Tarık Abi'nin o tanıdık sesi duyuldu.
" Laçinim gelmiş." Dediğinde, dudaklarımdaki tebessümle ona doğru döndüm. " Hoş geldin." Dediğinde, " Hoş buldum abi." Dedim. Karısı elindeki poşetleri mutfağa taşırken o da tekli koltuklardan birine oturdu.
" Tanıştın mı hanımla ?" dediğinde başımı sallayarak onayladım. " Yeni geldim zaten. Ama iyi birine benziyor eşin." Dediğimde, dudaklarındaki tebessümü gizleyemedi. " Öyledir, öyledir." Tam o sırada, Fadik Abla içeri girdi. " Öyle, olan ne ?" diye sorup, yanıma oturdu tekrardan." İki dakika laflayalum deduk, hemen da geldun!" diyerek karısına sataşan Tarık abiye, " Haa, bendan rahatsiz oldin, oyle mi?" diyerek tek kaşını kaldırdı Fadik Abla." Ayip edaysun hatun." Teessüf edercesine baktıktan sonra, " Çay var midur ?" diye sordu.
Yanımda Karadeniz ağzıyla konuşuyorlardı, bu garip hissetmeme neden oldu.
" Koydum üstüne, gaynar birazdan." Deyip sırtını koltuğa yasladı. " Laçin de bizim oralardan, Ordu'danmiş." Tarık abinin dedikleriyle, Fadik Abla bana döndü. " Ben da diyirum, bu kıza içim niye kayniyi." Dediğinde tarık abiyle göz göze geldik ve aynı anda kahkaha attık. Aynısını, daha bu sabah Tarık Abi söylemişti.
" Neye güldunuz?" diye sorduğunda, " Sabah Tarık Abi de sizin dediğinizi dedi." Dediğimde," Laçin, sizli konuşmayı bırakır mısın tatlım ? Abinin eşiyim, abla de bana. Kaç kere diyeyim?" deyip isyan ettiğinde mahçupca gülümsedim. " Alışkanlık." Dediğimde, kaynayan suyun sesi duyuldu. " Çayı demleyeyim." Dedikten sonra, boşta kalan kahve kupalarını alıp mutfağa gitti.
" Askeriyeye ne zaman döneceğiz abi?" diye sorduğumda, " Binbaşı çağırmadan gidemeyiz."
" Ne kadar sürer ki bu süre ?" dediğimde düşünür gibi yaptı. " Valla orası belli olmaz. Bir bakarsın bir saat sonra bir bakarsın bir ay sonra." Deyip güldü. Bir ay boyunca ne yapacaktım ben? Üstelik daha fazla da sürebilirdi bu süre.
" Dert ettiğin kalacak bir yerse, istediğin kadar bizde kalabilirsin." Dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. " Rahatsızlık vermeyeyim." Dediğimde, bana ters ters baktı. " Ha Asena, Ha sen. İkiniz de aynısınız benim için." Dediğinde ona tebessüm ettim. Daha sonra aklıma gelenle, " Sahi Asena nerede? Kalacak bir yeri yok diye biliyorum ?" dediğimde, " Omar'ın evde kalacak " dedi. Büyük ihtimalle Omar teklif etmişti. Neyse ki kalacak yer bulmuştu da.
Bir süre sessizce oturduğumuzda, mutfakta bir o yana bir bu yana giden Fadik Abla dışında ikimizden de ses çıkmadı. Tâ ki, bir süredir beni gözetleyen Tarık abiyi fark edene kadar. " Laçin, iyi misin ?" diye sorduğuna, yerdeki bakışlarımı gözlerine çevirdim. " İyiyim." Dediğimde, " Pek öyle görünmüyorsun." Dedi. Ben tam bir şey diyecekken, Fadik Abla içeri girdi. " Çaylar geldi." Deyip salona giriş yaptı ve her birimizin önüne birer bardak çay ve yanına da atıştırmalık koydu.
" Bu izin kaç gün Tarık ?" benim sorduğum soruyu soran Fadik ablaya, " Belli olmaz. Her an gidebiliriz." Diyerek cevap verdi Tarık Abi. " Bizim çocuklar nasıl ?" diye sordu bu sefer Fadik Abla. Tarık Abi ise," Senin ağzında bir bakla var. Belli. Dökül bakayım." Dediğinde, Fadik Abla husursuzca kıpırdandı. " Sabah annem aradı." Onları duymak istemiyordum, bu onların özel alanıydı. Lakin onlar, benim yanımda konuşmakta bir sorun görmüyormuş gibiydi.
" Ee ne olmuş ?" çayından bir yudum alıp eşine baktı. " Bizim Serçe var ya." Tarık Abi bardağını yerine koyup, " Benim annem mi aradı ?" Dediğinde, başını salladı Fadik Abla.
" Ee, ne olmuş Serçe'ye gevelemeden söyle da!" dediğinde, Fadik Abla direkt söyledi. " Görücü gelecekmiş." Tarık Abi hızla yerinden kalktı. " Ne !" dediğinde, biraz öfkeli duruyordu. " Benim bacıma. Kim! Hangi puşt o !" diye yükseldiğinde, Fadik Abla'da ayağa kalktı. " Kuyumcu Şevket'in oğlu." Dediğinde, Tarık Abi kaşlarını daha da çattı. " Lan o piçin benim bacımla işi ne !" diyerek biraz daha sesini yükselttiğinde, Fadik Abla zorla onu yerine oturttu.
Bu sırada Tarık abinin bakışları beni bulmuştu. " Derdim bitmiyor, görüyorsun değil mi?" dediğinde, Fadik Abla Anlamazca baktığında, ben de dudaklarımda garip bir tebessümle baktım. " Ulan, kafa dinleriz diyerek geldiğimiz yerde bile, illa ki bir bela geliyor başıma." Sonra dediği sanki Allah'a karşı bir isyanmış gibi, " Allah'ım affet, isyan değil. Lakin bunlar senin şu kuluna imtihan değil de ne!" dediğinde, Fadik ablayla birbirimize bakıp gülmemeye çalıştık.
" Ne zaman geleceklermiş ?" diye sorduğunda, Fadik Abla, " Trabzon'a gitmeni bekliyorlar." Dediğinde, rahatla koltuğuna yayıldı. " Tamam, gitmiyorum bir yere." Deyip çayından bir yudum aldı ve höpürdeterek içti. " Ben gitmezsem, kız isteme de olmaz. Bence gayet makul." Dediğinde Fadik Abla hemen atıldı, " Saçmalama, kız kaç yaşına geldi. Belli ki gönlüde var. Ne diye gitmiyorsun ?" dediğinde, çatık kaşlarıyla oturduğu yerinde dikildi. " Yok benim kardeşimin o herifte gönlü falan." Deyip, bu sefer sinirle çay içtiğinde bana döndü, " Sen de yengenden öğren çay nasıl yapılıyor. Mis gibi yapmış." Dediğinde, ne ara olayın bana bağlandığını anlamadım.
" Bir daha çaya el sürmemeye kararlıyım." Dediğimde güldü.
" Neden, ne oldu ?" diye soran Fadik ablaya, " Tarık abiden habersiz Behlül'le çay içtik diye, ceza olarak bize sürekli çay demlettirdi. Hiçbirini de beğenmedi !" diyerek sitem ettiğimde, Fadik Abla güldü." Bir türlü ayarını tutturamadın, ne yapayım. Ya çok acı, ya çok açık yapıyordun. Tam ortasını bulamadın." Dediğinde gözlerimi belerterek baktım Tarık abiye. " Abi tam üç kere çay demledim!" dediğimde, gülerek " Allah'ın hakkı üç olmasına rağmen, beceremedin." Deyip kahkaha attığında, bakışlarımı Fadik ablaya çevirdim. " Tam olarak bu yüzden, bir daha çay demlemeyeceğim." Dediğimde, Fadik Abla da kocasına katılıp, " Ben sana öğretirim, merak etme." Deyip güldü.
Şaşkın şaşkın bu çifte bakakaldım. Önümdeki çaydan bir yudum alıp, ellerimi göğsüme kavuşturarak arkama yaslandım.
" Küstün mü kız ?" diye soran Tarık abiye, ters ters bakmam onu daha da güldürdü. " Çocuk gibi küsecek misin cidden ?" dediğinde, " Sadece çocuklar küsmez, abi." Diyerek cevap vermeme daha çok güldü. " Şu kocana bir şey der misin, bana karışmasın abla." Dediğimde, Fadik Abla kıkırdayarak, " Duydun hayatım." Dedi. Tarık Abi ise," Söyle ona, en büyük hobim kız çocuklarıyla uğraşmak." Dediğinde duymazdan geldim. Fadik Abla bu sefer gülerek bana döndü, " Duydun, Laçin." Dediğinde omuz silkip çayımdan bir yudum daha aldım.
Çayda güzel olmuş he.
🇹🇷
Merhabalarr.
Uzun zamandır bölüm atmadığım için beni affedin lütfen. Aslına bakarsınız, 13. Bölüme kadar tüm bölümler hazır. Hepsini ilk Wattpad'de paylaştığım için buraya paylaşma fırsatı bulamadım. Lakin geriye kalan 7 bölümü de bu hafta sonu atacağım. İnanın şimdi atmak isterdim, lakin Final haftam olduğu için sınavlara anca hazırlanıyorum. Hafta sonu biraz daha boş olacağım için, bölümleri buraya aktarıp düzenleyeceğim ve atacağım.
Sizi beklettiğim için çok üzgünüm, umarım beni affedersiniz...
Yeni bölümde görüşürüzz
~ Safir
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.66k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |