
Kolay değildi.
Bu zamana kadar, yaşanan, gerçekleşen hiçbir şey kolay değildi. Ne masumduk, ne de günahkar. Cefamızı çekiyorduk, lakin sefayı çekmek... Sefamızı çekmek o kadar da kolay değildi. Cefanın sonunda bile, sefayı bulamayabiliyordu insan.
Zira ben bulamadım.
8 yaşımda sefayı çekeceğimi sandım. Uzun sürmedi. Güzeldi, acısıyla tatlısıyla güzeldi o günlerim. Belki de geçirdiğim en güzel günlerdi.
Tâ ki, askerler evimize gelene kadar. Askerler lojmana, elinde bir bayrakla gelirlerdi. Koşarak eve girerdik. Çünkü bilirdik, Askerler elinde bayrakla kolay kolay gelmezdi lojmana. Ya bir şehit vardı, ya vardı. Olmaması gibi bir durum yoktu.
Acılı sesler yükselerdi bir evden. Bir kadının, “ Mehmedim!” diyen haykırışı, bir çocuğun, “ Babam!” diyen bir diğer haykırışı, kimi zaman ise bir annenin, " Oğlum!" Diyen haykırışı kulaklarımızı doldururdu. O sesler bir an olsun kulaklarımızdan silinmezdi, orada takılı kalır bir daha da silinmezdi. Yüreğimiz sıkışır, gözlerimiz buğulanırdı. Sessiz sedasız askerlerin geldiği gibi gidişini izlerdik. Onlar giderdi, arkalarından bir yıkım bırakırlardı.
Bir şehit düştüğünde, zira geride aile de kalmıyordu. Onlar da yıkılıyordu. Teker teker, ruhları yavaşça vücutlarını terk ediyordu. Neşeyle bakan gözler, kederle bakar oluyordu. Gülen yüzler, bir daha hiç gülmüyordu. Solup gidiyordu arkalarında bıraktıkları.
Annem de solup gidiyordu. Lakin bana göstermiyordu. Günden güne daha çok çöküyor, lakin benim için savaşıyordu. Zira o da savaşının sonuna gelmişti. Acı bir yıkımla, şehidinin yolunda giderek bana veda etti. Tek bir kelimesi oldu, o da “ Affet.” Başka da kelime kurmadı, kuramadı. Lakin gözleri çok şey anlattı.
" Özür dilerim." Dedi. " Seni yalnız bırakıyorum, affet." Dedi. " Babanın yanına gidiyorum, onu çok özledim." Dedi. " Şehit oldum, senin de olmak istediğin gibi." Dedi ve gözlerini yumdu bana. Daha nicesini anlattı o kederli gözlerle bana, ama en ağırı, en çok görülen sözler bunlardı annemin gözlerinde.
Yumdum gözlerimi bir kez daha. Derin bir soluk çektim ciğerlerimin ta içine ve adımlarımı şehitliğe doğru ilerlettim. Adımlarım yavaştı ama aynı zamanda sabırsızdı. Bir an önce anne ve babama kavuşmak istiyordu. Kavuştu da. Yan yana duran iki mezarın yanı başında durdum. Önce kuru tahta da yazan isimlerine, daha sonra onları çepeçevre saran kara toprağa baktım.
Buruk bir gülümseme kondurdum dudağıma yanı diplerine, ayak uçlarına çöktüm. Usulca yere oturduğum sırada gülümsemem büyüdü.
“ Yine ayak ucunuza oturdum.” Buruk bir kıkırdama geçti boğazımdan. Çocukken de, bir kabahatım olsa, çökerdim ayak uçlarına usul usul anlatırdım.
" 'Yine ne yaptın ?’ dediğinizi duyar gibiyim.” Önce babamın toprağında ellerimi gezdirdim. Daha sonra annemin toprağında elimi gezdirip, ikisini de yattıkları yerden öptüm. “ Bensiz tatile çıkıyorsunuz, hiç yakıştıramadım.” Deyip zorla güldüğümde, buğulanan gözlerimi görmezden geldim.
“Tamam tamam, lafı dolandırmayacağım.” Ciğerlerime nefesimi çekip, isimlerinin yazılı olduğu tahtaya baktım. “ Özür dilerim anne, özür dilerim baba.” İkisinin de topraklarında ellerimi gezdirmeye devam ettim.
“ İstediğiniz gibi güçlü bir kız olmakta güçlük çekiyorum.” Boğazımda oluşan düğümü zar zor yuttum. “ Pes etmedim. Hâlâ çabalıyorum... Ama zorlanıyorum.” Alnımı babamın mezarına yasladım. “ Kabahatim büyük.” Kafamı oradan kaldırmadan konuşmaya devam ettim. “ Bir askeri, görevinden uzaklaştırdım.” Yüzümdeki gülümsemeyle, “ Bana öyle bakma baba, canımı yaktı.” Eğer karşımda olsaydı, şuan karşımda kaşları çatık bir şekilde duracağını biliyordum.
“ Bana senin kızın olmadığımı söyledi, nasıl almayaydım intikamımı?” Deyip toprağını öperek kafamı yasladığım yerden kaldırdım. “ Biliyorum, bizim lügatimizde intikam yok. Hiçbir işimizi intikama göre şekillendirmeyiz, zira yaptığımız iş kutsallığını yitirir.” Bakışlarımı suçlulukla yere eğdim. “ Kızma bana baba, yanımda olmayışın omuzlarıma büyük ağrılar yüklüyor.” Derin bir nefes aldım.
“ Biliyorum, bana o yüklerle başa çıkmayı da öğrettin. Lakin baba...” Gözlerim doldu, “ Ben senin öz kızın değilim ki... Bunu biliyorum, ilk günden beri biliyorum.” Yutkunuşumla birlikte annemin mezarına baktım. “ Ben sizin kanınızdan değilim ki.” Usulca bir damla göz pınarlarımdan düştüğünde hızla sildim.
“ Yetim olmak canımı yakmıyor. Ben sizin öz kızınız olmasam dahi, kızınızdım. Siz de benim anne ve babam.” Annemin toprağına başımı yasladım. “ Eteklerinden tutup, ‘ Anne.' diyemiyorum sana.” Kapalı gözlerimden bir damla aktı. “ Boynuna sarılamıyor, kokunu içime çekemiyorum, melek kokulum.” Bir damla daha düştü usulca. “ Neşe Sultan, Aker Serkerdesi ( Aker Komutan)... Bu öksüz sizi özlüyor...” Yaşlar akmaya devam ettiğinde dayanamadım. Kafamı yasladığım yerden kaldırıp, isimlerinin yazılı olduğu tahtaları öpüp, “ Beni affedin, güçlü değilim.” Deyip hızla oradan ayrıldım.
Güç diye bir şey kalmamıştı hiçbir zerremde. Zira duyularımı yitirmiş gibi hissediyordum. Yanaklarıma süzülen damlaları elimin tersiyle silip, bu acizliğime lanetler yağdırdım. Acizdim, acizin tekiydim.
Kendimi güçlü olduğuma kandırmaktan başka, yapabildiğim bir şey yoktu. Yapabildiğim en iyi şey de buydu ya, kendimi güçlü olduğuma inandırmak. Oysa ki dönüp bakınca, ne kadar da acizim.
Kendimi koruyamıyor, yasımı bile tutamayacak kadar korkaktım. Sabah gözümü açıyordum, açmamış olmak için dua ediyordum. Lakin yeni bir lanet güne daha gözlerimi açıp, kendimi bu oyunun içinde buluyordum.
Zira yaşadığım bu hayat, bir oyundan ibaretti.
Acılarımın gerçek olduğu kadar, yaşadığım hayatın oyunculuğu ise bir o kadar gerçekti. Hayatım sadece iki yılda tepetaklak olmuştu. Acı üstüne acı eklenmiş, ailemden olmuştum. Sitem değildi bunlar, imtihan olduğunun farkındayım. Lakin bu imtihanın sonunda, sefasını çekebilecek miydim?
Güldüğüm bir günün akşamında, kendimi acı bir gerçeğin ortasında buluyordum. Tam hayatım düzene girdi derken, yeni bir imtihan kapımı çalıyordu. Gelsindi, eyvallahtı her bir imtihan. Lakin çok yürek burkuyordu be...
Burkulmaktan da beter, toz oluyordu her bir zerrem. Acım boğazımda düğüm oluyor, yutkunamıyordum. İçimdeki alev büyüyüp harlanıyor ve suratıma çarpıyordu. Tam mutlu olduğum anda yapıyordu bunu. ‘ Acını unutma!’ diye haykırıyordu sanki suratıma. ‘ Amacını, ne yapacağını unutma!’ Haklıydı da. Kendimi, uzun zamandır görmediğim o mutluluğa öyle bir kaptırıyordum ki, gerçeğimi unutuyordum.
İçime çektiğim derin nefesle birlikte şehitlikten çıktım ve arabama doğru ilerledim. İçine girmeyip, kaputuna yaslandım ve bir süre o şekilde gökyüzünü izledim.
Derin ve sonsuzdu. İçimdeki ağırlık gibi. Bu benzetme yüzüme buruk bir tebessüm kondurmama vesile olurken, içine girdiğim bu karamsar havadan beni telefonumun sesi çıkardı. Arka cebimdeki telefonu çıkarıp ekrana baktığımda, Aysel halamın aradığını gördüm. Kaşlarım çatılırken beni neden aradığını düşünüyordum. Onu ve diğer aile fertlerini en son annemin cenazesinde görmüştüm, lakin onların yanına gidememiştim. Çünkü onlarla gitmemi isteyeceklerini biliyordum. Lakin burada kalmak zorundaydım.
Kaşlarım çatık bir şekilde telefonu açtım. “ Hâlâ?” Karşıdan gelen ufak çatışma sesleri dışında bir ses duyulmadı. Daha sonra o kalabalık yerden ayrılmış olmalı ki, sesler kesilmişti. “ Laçin, kuzum nasilsun?” Karadeniz ağzıyla konuşması bana tebessüm ettirirken, babamı hatırlatan bu insanlar onlara karşı olan bağımı daha da kuvvetlendiriyordu.
“ İyiyum halam, bir sorun vardur?” diyerek ona karşılık verdiğimde hemen konuya geçti. “ Ha Egit Amcan evleniyi. Yadigar Sultan Laçin’im de gelsun diye tutturdi.” Düğünlük bir modum yoktu. Hem de annemi daha yeni kaybetmişken, bir düğüne gidip halay çekemezdim. “ Ben gelmesem hala?” Bir anda telefonda halam yerine başkasının sesi duyuldu. “ Ha niyeymuş o ?” Babaannemin yaşlı sesi kulaklarımı doldurduğunda hafifçe gülümsedim.
“ Nenem, ne ediysın ?” dediğimde, “ Ha yanumda olsaydun daha iyi olacağdum.” Küskün bir ses tonuyla bunu söylemesi beni güldürdü. “ Gelemem nenem, başka sefere sözum olsun, ne dersun?” Dediğimde homurdanırcasına bir ses çıkardı. “ Gatiyen kabul etmayrum. Egit amcan evlanay da, ha burada nenenun yaninda olsan ne olacak?” Hemen ağlamaklı bir ses tonu kullanıp, “ Gimse de beni düşunmayi. Yaş olmiş 73, bir gözum mezara bakayi. Ondan deduğumi etmaysunuz. Biliyim.” Dediğinde arkadan Aysel halamın sesi duyuldu, “ Ana ne diyisın Allah aşkuna. Bu deduğun heç doğri değuldur.” Dediğinde, nenem daha çok hüzünlenmiş gibi, “ Akerum olsaydi heman buraya gelurdu. Deduğumi ikiletmazdi.” Dediğinde boğazım düğümlendi.
Gözlerim buğulamırken, bu yaşlı kalbi daha fazla kıramadım. Benim çektiğim hasret, baba hasretiyse, onun ki de evlat hasretiydi.“ Tamam. Tamam geleceğum.” Dediğimde hemen neşeyle, “ Haçen gelcen ?” dediğinde, son kez şehitliğe şöyle bir bakıp, dudaklarımdaki tebessümle, “ Yarun. Yarun yola çıkacağum.” Dediğimde, “ Sağ selamet gel kizum. Kendune da iyi bak, tamam mi?” dediğinde, “ Tamam. Allah’a emanet olun.” Deyip telefonu kapattım.
Derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Daha sonra arabama binip Tarık abilere sürdüm. İki gündür orada kalıyordum, onlara bir şey söylemeden buradan ayrılırsam, ayıp olur diye düşünerek ilk oraya ilerledim. Evin önüne geldiğimde arabamı park edip kapı önüne kadar gidip kapıyı tıklattım. Birkaç dakika sonra, gülümseyen yüzüyle Fadik Abla kapıda belirdi. Ben de aynı şekilde ona gülümseyip, içeri girdim.
“ Nasılsın abla ?” dediğimde, yanı başımda durup, “ Asıl sen nasılsın ? Sabah bir baktım evde değilsin. Bizden kaçtın sandım.” Demesine gülmeden edemedim. “ Ufak işlerim vardı.” Deyip üzerimdeki montu da çıkarıp dolaba astım ve beraber içeri girdik.
“ Çay yapmıştım, içer misin ?” dediğinde, başımı sallayarak. “ Olur." dedim ve onunla birlikte mutfağa girdim. Geniş mutfaktaki masada, cam tarafındaki sandalyeye geçip oturdum ve Fadik Abla’yı izlemeye başladım. İki tane ince belli bardağa çayları doldurup, hazırlamış olduğu atıştırmalıklarla birlikte masaya koydu. Kendi de hemen sol çaprazımdaki sandalyeye oturup bana döndü. “ Bir sorun yok inşallah ?” dediğinde, kafamı iki yana sallayıp onu red ettim.
Çayımdan bir yudum alıp, “ Halamlar aradı.” Dediğimde, tüm dikkatini bana verdi. “ Ordu’ya gitmemi istiyorlar. Amcam evleniyor da.” Dediğimde, anladığını belirtircesine kafasını salladı. “ Gidecek misin ?” dediğinde. Kafamı sallayarak, “ Yarın sabah yola çıkacağım.” Dedim. O ise çayından bir yudum aldıktan sonra, “ Ne zaman dönersin ?” neden bunu sorduğunu anlamasam da, “ bilmiyorum, birkaç güne dönerim.” Dedim. Gözlerim ortalıkta görünmeyen Tarık abiyi aradı. “ Tarık abi yok mu?” Dediğimde, “ Onun da işi varmış.” Deyip güldü.
Saate baktığımda akşam yedi olduğunu gördüm. Sekiz olmadan evde olacağını tahmin ediyordum. Akşam yemeklerini hep o saatte yiyiyorlardı çünkü.
“ Laçin.” Bakışlarımı bardağımdan çekip Fadik ablaya baktım. Yüzünde garip bir ifade vardı. Sanki bir şey söyleyecekti ve söyleyeceği şey için kıvranıyordu.
Kaşlarımı hafifçe çattım, “ Efendim abla ?” Yutkunup bardağına baktı bir süre. Daha sonra gözlerini kaldırıp, “ Tarık olayları anlattı biraz.” Dediğinde, kaşlarım istemsizce biraz daha çatıldı. Yüzündeki bariz endişe beni huzursuz etti. “ Ne için endişeleniyorsun abla ?” Diye sorduğumda, yutkundu ve bakışlarını tekrar çay bardağına kilitledi. “ Orası Askeriye kuzum.” Deyip ellerimi tuttu.“ Farkındayım.” Dediğimde, ellerimi biraz daha sıktı.
“ Seni sevenler kadar, sevmeyenler de olacak.” Nereye varacağını çok merak ediyordum. “ Lakin Adem öyle biri değil.” Kaşlarımı çatıp ellerimi, ellerinin arasından çıkardım. “ Bana Adem’i savunma abla.” Sesim bariz bir şekilde, sınırını belli ediyordu. “ Adem’i savunmuyorum. Yaptığı şey yanlış, lakin bilmediğin şeyler var.” Kaşlarım daha da çatıldı.
“ Bilmediğim şeyler beni alakadar etmez, ben bana ettiği cümlelerle ilgileniyorum. Laf ağızdan bir kere çıkar ne de olsa.” Dediğimde, mahçupca başını eğdi. “ Haklısın.” Kafasını kaldırıp hafifçe gülümsedi, “ Ama onu tanıdığında seveceksin, merak etme.” Dedi. Daha sonra sanki aklına yeni geliyormuş gibi, “ Eşi Oya’yı tanısan çok seversin. O da 7 aylık hamile, nur gibi kız maşallah.” Dediğinde tebessüm ettim. “ Allah çocuğunu kucağına almasını nasip eylesin.” Dedim.
O ise tekrardan ellerimden tuttu ve gülümseyerek, “ Bunu diyorum işte. Onun çocuğu olacakken, üstelik çocuğunun her an Yetim kalma ihtimali varken, o bu sözleri sana söylemez. Bir şey olmuş olmalı.” Dediğinde kaşlarım tekrardan çatıldı. “ Abla, ne olduğu beni ilgilendirmiyor, o bana bu cümleleri kurdu sonuçta, üstelik geri alınamaz.” Dediğimde, üzgünce bakıp ellerini geri çekti. “ Bir gün onu anlayacaksın, biliyorum. Ama inşallah onu anladığında, geç olmaz.” Ne demek istediğini anlamazken, çalan kapıyla birlikte ayaklandı. “ Tarık gelmiştir.” O kapıyı açmaya giderken, ben de arkasından öylece baktım.
Ne için geç kalacaktım ?
Düşünceli gözlerim masanın üzerinden ayrılmadı bir süre. Düşünmeye devam da edecektim, lakin Tarık abi’nin bir anda mutfağa girmesiyle, dudaklarıma küçük bir tebessüm kondurup ona baktım. “ Hoş geldin, abi.” Tam karşımda duran sandalyeyi çekip,“ Hoş buldum.” Deyip yerine oturdu. Daha sonra ardından içeri giren eşine dönüp, “ Çok acıktım hatun, yemek var mı ?” Fadik Abla ona teessüf edercesine baktı, “ Duymamış farz ediyorum, Tarık.” Deyip elindeki ekmek sepetini masanın ortasına koydu.
Tam ayağa kalkıp sofrayı kurmasına yardım edecektim ki,“ Otur sen, iki tabak koyacağım zaten.” Deyip beni kalktığım yere oturttu. El mecbur yerime çöktüğümde, Tarık abi bana bakıyordu. “ Alperen’in telefonlarını açmıyormuşsun.” Dediğinde, gözlerimi gözlerine çevirdim.
İki gündür, Alperen dahil olmak üzere amcalarım ve eşleri de beni aramıştı. Lakin hiçbirine geri dönmemiştim. Çünkü eve çağıracaklarını biliyordum. “ Biliyorum.” Dediğimde, “ Neden cevap vermiyorsun ?” diyerek soru sordu. Ben de sırf boş oturmayayım diye, hızla masanın üzerindeki çay bardakları ve atıştırmalıkları tezgaha koydum.
“ Yarın sabah Ordu’ya gideceğim.” Dediğimde, Tarık abi gerildi. “ İşi mi bırakacaksın ?” Çok yanlış anlamıştı. “ Hayır, amcamın düğününe gideceğim. Yemekten sonra da evime gitmem gerek, birkaç parça eşya almalıyım.” Dedim, Tarık abinin içine çektiği derin nefes, rahatladığını gösteriyordu. Sanırım bu olay yüzünden, buralardan gideceğimi düşünmüştü. Lakin ben anne ve babamı burada bırakıp gidemezdim. Dahası, bana bir laf edildi diye, bir şehri terk edecek kadar, henüz delirmedim.
“ Buraya geri gelecek misin ?” dediğinde yutkundum. Evet eve gidip birkaç parça eşya almalıydım, çünkü Ordu’da hiçbir eşyam yoktu. Burada Fadik Ablanın verdiği birkaç parçayla idare etmiştim. Lakin Ordu’da daha fazlasına ihtiyacım olacaktı. Bu yüzden bugün, kaçtığım o eve girecektim.
“ Eşyalarımı aldıktan sonra geleceğim.” Deyip sessizce yerime oturdum. Bir süre sonra Fadik Abla önüme yemeğimi koyduğunda, bakışlarım koyduğu yemekte takılı kaldı. Önümdeki karnıyarık yemeğine bakarken, bir an yutkunamadım bile.
Annemin elinden yediğim en son yemek, Karnıyarıktı.
Fadik Abla da yerine geçtiğinde,
“ Haydi bismillah, afiyet olsun.” Diyen Tarık abiyi duymuş, lakin cevap verememiştim. Onlar yemeklerini yerken, ben bir süre daha önümdeki yemeğe baktım. Boğazımdan geçmezdi ki bu yemek. İstesem de yiyemem. Zira yemeye kalksam, annemin yaptığı karnıyarığın tadını unuturum diye korkuyorum. Damağımda, son olarak o karnıyarığın tadı kalsın istiyorum.
Önümdeki tabağa ellemeden, öylece durdum. Yemeğe olan bakışımı fark eden Fadik abla,“ Beğenmedin mi? Hiç dokunmamışsın.” Dediğinde yutkunarak gözlerimi gözlerine çevirdim. “ Eminim güzeldir. Lakin aç hissetmiyorum.” Deyişim, Tarık abinin dikkatini çekmiş gibiydi.“ Sabahta evden çıkmışsın, bir şey yemediğine eminim.” Dediğinde, bu sefer bakışlarım onu buldu.“ Dışarıda bir şeyler yedim.” Diyerek yalan söyledim, çünkü şuan bu yemeği yemek istemiyordum.
“ Eğer beğenmediysen, söyle darılmam.” Diyen Fadik ablaya gülümsedim. Boğazımdaki düğüm ile birlikte, “ Aksine, en sevdiğim yemektir. Lakin çok tokum, az evvel de çay içtim. Çay üzerine yersem, mideme dokunur.” Dediğimde, bu sefer Tarık abinin çatık kaşlarına maruz kaldım. “ Biz yiyeceğiz, sen gözümüze bakacaksın, öyle mi?” Eline almış olduğu çatalı yerine bıraktı. “ Yok öyle şey. Biz de yemeyiz. Acıktığında beraber yeriz.” Demesi, içimde bir yerlerde ona karşı olan sevgimi kuvvetlendirdi. “ Tamam, salata yerim ben. Siz de yemeğinizi yiyin lütfen, şimdi yemek yiyemem, ancağı sabaha yerim.” Onları ikna etmek amacıyla, salatayı önüme çekip bir çatal aldım. Biraz daha ikna olmuş gibi göründüklerinde, tekrardan yemeklerine döndüler. Yavaş yavaş yediğim salata dışında, gözlerim içimi buruk bırakan Karnıyarıktan bir türlü ayrılmıyordu.
Toparlanmalıyım, hem de bir an önce.
Önümdeki salatadan son bir çatal aldığımda, Tarık abinin üzerimdeki bakışları dikkatimden kaçmıyordu. Lakin olduğunca görmezden gelmeye çalışıyordum. Neyse ki bu çabamı da bir süre sonra göz ardı etmemiş, ve beni rahat bırakmıştı. “ Elhamdülillah, ellerine sağlık hatun.” Deyip sofradan kalktı ve önündeki tabağı tezgaha bıraktı Tarık abi. Aynı şekilde, Fadik ablaya dönüp, “ Ellerine sağlık abla.” Deyip önümdeki hiç dokunulmamış yemeği tezgaha bıraktım. “ Yemeğe elini dahi sürmedin. Neyse çok üstüne gelmeyeceğim.” Dediğinde ona yardım ederek masanın üzerindeki tabakları toparladım.
Bu sırada Tarık abi’de salona geçmiş, haberleri izliyordu. Yanına gidip tekli koltuklardan birine oturdum. Haberlere şöyle bir baktığımda, iki yıl önceki vahşete benzer bir vahşetin yaşandığını gördüm.
İki yıl önce, 4 Ekim 2024 tarihinde, 19 yaşında iki genç kız, sevdiklerini zannettikleri kişi tarafından canice katledildi. Biri İkbal Uzuner’di, diğeri ise Ayşenur Halil. İkisi de birbirinden güzel, anne ve babalarının göz nuru olan kızlardı. Lakin bir gün, birinin kafası annesinin ayakları ucuna atılırken, vücudu altı parçaya bölünmüştü. Diğeri ise güvendiği adamın evinde, boynunda açılan kesik ve kesilen dilinin tekrar ağzına konulmasıyla, hayata gözlerini kapatmışlardı.
Çok caniceydi. Bir vahşet, katliamdı. O kızların tek suçu, yanlış kişiyi sevmekti. Ölmeyi değil, yaşamayı hak ediyorlardı. Lakin bir gün, hayatın onlara yaşattığı kör talih yüzünden, bir daha açamamak üzere, çocuk gözleriyle hayata gözlerini yummuşlardı.
Bu olayı hatırlamak tüylerimi ürpertirken, televizyonda tekrar bu cinayete benzer bir cinayet görmek, beklediğim bir şey değildi. Günden güne kadın ve çocuk cinayetleri artıyordu. Sadece cinayetler değil, istismar, tecavüz gibi olaylar da gerçekleşiyordu.
Ne deniyordu günün sonunda;
‘ Açık giyinmeseydi.
Oraya gitmeseydi.
Dizini kırıp evinde otursaydı.
Makyaj yapmasaydı.
Erkekleri baştan çıkarmasaydı.
O tarzda konuşmasaydı.
Orasını, burasını açmasaydı.
Sevgili yapmasaydı.
Erkeklerle konuşmasaydı.
Yanlış arkadaşlıklar kurmasaydı.
Ona yapılan ihanete, sessiz kalsaydı.”
Ne kadar da acımasızca ithamlardı. Daha nicesi de vardı. Bir kadın açık giyindi diye kimse ona dokunamaz, onu öldüremezdi. Tesettürlü bir kadın da o cinayete, o tecavüze maruz kalıyordu. Bunun dış görünüş, nasıl giyinildiği, nasıl konuşulduğu, hangi kişilerle arkadaşlık kurduğu, kiminle sevgili olduğu, makyaj yapmasıyla, oraya gitmesiyle alakası yoktu. Bu, zihniyetle alakalıydı. Siz, zihniyeti kötü emellere çalışan birinin düşüncelerini ve yaptıklarını bir kefene biçemezdiniz. Zira biçilen kefen, kadının üzerine dikiliyordu. Namussuz oluyordu kadın, toplum içinde.
Dini katıyor ortaya, dinde bile olmayan şeylerle, kendi dinimizi yozlaştırıyorduk. Namussa, tek namus kadının değil. Erkeğin de namusu vardır. Kadının namusu vücuduysa, erkeğin namusu da gözleridir zira. Bir erkeğin, kadına yan gözle bakması dahi haramdır, namussuzluktur. Lakin bunu diyen, bilen yok nedense?
Neden, çünkü o erkek, yapar. Sen kadınsın susacaksın! İhanet mi etti, sinene çekileceksin. Seni dövdü mü, çeneni kapatacaksın. Sana rızan olmadan dokundu mu, kimseye söylemeyeceksin. Sen kadınsın, susacaksın!
Yoktu öyle susmak! Dini katıyorlarsa ortaya, kendileri de uyacaktı bu dine! Din sadece kadına işlemiyordu, erkeğe de işliyor! Lakin toplumun yozlaşması, kadına olan nefret o kadar kutsallaşmış ki, erkekler yüce varlık, kadınlar ise köle gibi görünüyordu bu zihniyette. Oysa ki, Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir, der Peygamber.
Yahut, Ulu Önder’in de bir cümlesi vardı;
Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
Öyleydi de, lakin biz kadınlar, omuzlar üzerinde değil, yerlerde süründürülüyorduk. Sözde Cahiliye dönemi bitmişti, lakin içimizde yaşayan bu cahilliği ne yapacağız ?
İçime çektiğim sıkıntılı nefes ile birlikte, bakışlarımı televizyondan çektim. Kadınlara yapılan bu şeylere katlanamıyordum. Sadece kadınlar değil, el kadar bebeklere dahi yapıyorlardı bu acımasızlıklarını. Yüreğim burkuldu kaldı. Böyle bir devire, kim çocuk dünyaya getirmek isterdi ?
“ Şu güzelliğe bak ya, insan dokunmaya kıyamaz.” Diyen Tarık abiye döndüm. Televizyondaki habere bakıyordu. “ 12 yaşında bir çocuk,” dişlerini sıktı, “ Çocuk ulan çocuk! Bir çocuktan ne istediniz kodumun piçleri!” diyerek nefretini kusmaya başladı. “ El kadar bebek ulan!” gözlerinde oluşan buğuyu görmek içimi yaktı. “ Melek oğlum o! Süt kokan, el kadar bebek o daha!” gözünden bir damla yaş düşerken, öfkesi diriydi. “ Bu cinsten nefret ediyorum. Kendi cinsim olduğu için, büyük utanç içindeyim.” Dediğinde, onun bu hali canımı yaktı. Maalesef ki, dünyamız kötüye meyilliydi.
İyi insanlar tek tük olsa da vardı, lakin kötülük öyle bir büyümüş ki, içimizdeki iyiliği köreltiyor.
Masanın üzerindeki kumandoyu alıp televizyonu kapattım. “ Soysuz olan onlar, kendilerinden utansınlar. Yaradana verecekleri hesapları düşünsünler.” Dediğimde, Tarık abinin bakışları bana döndü. “ O çocukların tek suçu, bu kötülükle dolu dünyaya, kız olarak doğmak.” Haklıydı. Tek suçları, suçumuz, bu dünyaya kız olarak gözlerimizi açmaktı.
“ Cinsiyetimizi seçebilsek, eminim ki sırf şu olaylar yüzünden seçebilmek isterdik. Zira kadın olmak çok zor.” Gözlerinde oluşan merhametle bana baktığında, ona tebessüm ettim. Bu sırada olaylardan habersiz salona geçen Fadik abla, “ Çay isteyen ?” diye sormuştu. Ben de hemen ayaklandım, “ Ben gidip eşyalarımı toplayayım. Geç olmadan gelirim.” Dediğimde Tarık abi ayaklandı. “ Gel, seni ben bırakayım.” Tam inkâr edecekken, “ İtiraz istemiyorum Laçin. Beraber gider, beraber geliriz.” Dedi. Bu haberlerin üzerine beni yalnız bırakmak istememesini anlıyordum.
“ Fadik abla yalnız kalacak.” Daha ben cümlemi bitirmeden, Fadik abla üzerine giydiği montuyla girişte bize seslendi, “ Hadi geç olmadan gidip gelelim.” Tarık abi eşiyle gurur duyuyormuşçasına bir gülümseyle ona baktıktan sonra,“ Yengeni duydun, yer faresi.” Tam arkamı dönecekken, söylediği lakapla öylece kaldım, hemen önüme dönüp ona baktım. “ Yer faresi mi! 172 benim boyum, kısa değilim !” diyerek sitem ettiğimde, yanıma gelip boylarımızı ölçtü. Tam olarak omuzlarına geliyordum. “ Benden kısasın. Yani yer faresisin.” Dediğinde, tam lafımı edecekken hızla yanımdan geçti, “ Hadi, yengen bekliyor.” Deyip girişe gitti.
Hemen ardından ben de gittim ve montumla ayakkabımı giyip dışarı çıktım. Park halindeki, Tarık abinin arabasının önüne geldiğimizde, Fadik ablayla Tarık abi ön koltuklara oturdu, ben ise arka koltuktaki yerimi aldım.
“ Konumu bana at.” Diyen Tarık abiye evimin konumunu attım ve oraya doğru yol almaya başladık. Yol giderek kısaldığında, içimdeki burukluk daha da arttı. Evime her yaklaştığımızda, anılarım da zihnimi talan ediyordu. Lakin şuan uygun zaman değildi, yanımda Tarık abi ve eşi varken, anılarımın depreşmesi, uygun zaman dilimi değildi.
Evin önüne geldiğimizde, Tarık abi park alanına arabayı park edip, ben ve Fadik ablaya döndü. “ Sizi burada bekliyorum. Halledip gelin.” Fadik ablanın benimle gelmesini istemiyordum. Çünkü biliyordum, eve girdiğim ilk anda dayanamayacak, duygusal boşluğa düşecektim.
“ Ben eşyalarımı toparlayıp gelirim, Fadik ablayı uğraştırmayayım şimdi.” Dediğimde, dikiz aynasından bana öyle sert bir bakış attı ki, yerime sinmek zorunda kaldım. “ İki parça eşya işte, gidip alın da gidelim.” Eşinin lafını ikiletmeden Fadik abla arabadan indi. Ben ise bir süre dikiz aynasından Tarık abi ile olan göz kontağımı kesmedim. Daha sonra, bakışlarımı önüme eğip, içime derin bir nefes aldım ve arabadan indim.
Kapı önünde beni bekleyen Fadik ablanın yanına gidip, anılarımla dolu olan apartmana ilk adımı attım. Ben bir adım önde, Fadik abla bir adım arkamdaydı. İkinci kata çıkana kadar, adımlarım o kadar yavaş ilerlemişti ki, bir an sonra geri dönmeyi bile düşünmüştüm. Lakin daha sonra bu düşünceden vazgeçip, ilerlemeye devam ettim. Son basamağı da çıktıktan sonra, kapı önüne geldim.
Bakışlarım direkt, kapı tokmağına asılan kağıdı buldu. Boğazımdaki düğüm ile birlikte, elimi yavaşça kapı tokmağına götürüp, arasına konmuş kağıdı çıkardım. İkiye katlanmış küçük kağıdı açtığımda, annemin yazısıyla karşılaştım. İçimde bir yangın can bulurken, ciğerlerimde esen fırtınalar, o ateşi harladı da harladı. Titrek nefesimi ağzımdan ciğerlerime sundum ve yazıyı okudum.
Kesin anahtarını yine unutmuşsundur. Bunu tahmin ettiğim için paspasın altına yedek anahtar koydum.
Boğazımdan bir hıçkırık yükseldiğinde, arkamda duran Fadik abla elini omzuma koydu.
“ Metanetini koru.” Yanağıma düşen yaşı silip, kafamı salladım. Kağıda tekrar bakınca, dudaklarım yeni bir hıçkırık için titredi lakin içimde tuttum ve kağıdı katlayarak cebime koydum. Bu sırada Fadik abla da, tuttuğu omzumu sıvazladı.
Derin bir nefesi ciğerlerime çekip, titreyen ellerimle birlikte eğildim ve paspası kaldırdım. Yerde öylece duran, baykuş desenli süsüyle birlikte, yedek anahtarı gördüm. İçimdeki alev büyüdü, dışıma taşamadı. Boğazımdaki düğüm büyüdü, yutamadım.
Anahtarı, dolu gözlerim eşliğinde avucumun içine aldım ve ayağa kalktım. İhtiyacım olan derin nefesleri ciğerlerime ikram edip, titreyen ellerimle birlikte anahtarı deliğine geçirdim ve yavaşça sola doğru çevirdim. Titreyen ve acıdan kavrulan her bir hücreme, acizliğime lanetler yağdırarak kapıyı araladım. Bir karanlık karşıladı beni. Kimsesiz bir karanlıktı. Sessiz, lakin ızdırap dolu bir karanlık.
Kapıyı hafifçe ittirerek, geçebileceğim kadar bir boşluk ayarladım ve içeri doğru ilk titrek adımımı attım. Ardımdan Fadik abla da girdiğinde, hızla ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp, kenarda duran düğmeyle ışığı açtım ve salona bakmadan, direkt kendi odama girdim. Bugün doğru gün değildi. Eşyalarımı toparlayıp çıkmalıyım.
Odama girdiğim gibi, ışığını açarak, etrafa bir kez daha bakmadan yatağımın altında duran valizini çıkarıp yatağın üzerine koydum ve fermuarını açtım. Hızla dolabıma gidip, ne var ne yok bakmadan zaten birkaç parçadan oluşan kıyafetlerimi elime alıp, koca bir yumak halinde valizin içine koydum. Alt çekmeceyi açıp içinden iç çamaşırı ve çorap gibi gerekli olan diğer malzemeleri alıp büyük valize attım. Son olarak yatağımın ucuna gittim ve, komodinimin üzerinde duran aile fotoğrafını da elime alıp valizin en üstüne koydum ve fermuarı kapattım.
Hızla valizimi elime alıp odamdan çıktım. Bu sırada salonda etrafa bakınan Fadik ablayı gördüm, Salondan yana daha fazla bakmadan, “ Eşyalarımı toparladım. Gidebiliriz.” Bakışları bana döndüğünde, ondan başka yere bakmamaya özen gösterdim. Elimdeki valize bakıp kafasını eğerek onayladı ve evden çıktık. Hızla ayakkabılarımı giyip valizimi de kendimle birlikte dışarı sürükledim. Fadik abla da çıktığında, kapıyı kilitleyip anahtarı cebime koydum.
Fadik ablanın da yardımıyla valizi merdivenlerden indirip dışarı çıktık. Bizi gören Tarık abi arabadan inip yanımıza geldi ve valizi bizden alarak arabanın bagajına koydu. Tekrardan arabaya binip eve doğru yol aldığımız sırada, aklıma bilet almadığım geldi. Bu yüzden hızla bilet almak için uygulamaya girdim. Yarın sabaha bulduğum ilk bileti direkt alıp telefonu kapattım ve tekrar cebime koydum.
Bugün evimden kaçmıştım, lakin bir gün gitmek zorunda kalacaktım. Hissediyorum, ve biliyorum.
Sessiz sedasız ilerleyen araba yolculuğumuzdaki tek ses, radyodan çalan Karadeniz yöresine ait bir şarkıydı. Sessizce yol boyu o şarkıyı dinleyip, dışarıyı seyrettim. Eve vardığımızdaysa, Tarık abi’nin yardımıyla valizi kendi arabama taşımıştım. Tarık abi, eve götürmemi söylese de, zaten sabah arabaya koyacağımı söyleyerek onu ikna etmiştim. Eve girdiğimizde, Fadik abla direkt mutfağa gidip çay üzerine koydu. Ben ve Tarık abi ise, her zamanki köşelerimize oturup, Fadik ablayı bekledik.
“ Yarın seni ben bırakırım hava alanına.” Tarık abinin sesini duymamla, bakışlarımı eğdiğim yerden kaldırdım ve ona baktım.“ Olur abi, arabayı zaten birinin geri getirmesi gerek.” Dediğimde, sanki bunu da düşünmüş gibiydi. “ Kaç gün kalacaksın memleketinde ?” Aslında çok fazla kalmayı düşünmüyordum, amcamın düğünü bittikten bir gece sonra geri dönmeyi planlıyordum. Lakin babaannemin benim için ne gibi bir sürpriz hazırladığını bilemezdim. “ Bilmiyorum abi, sen bana de üç gün, ben sana diyeyim bir hafta.” Onaylarcasına başını sallayıp, “ Ani bir görev gelişirse seni ararım.” Dediğinde ona tebessüm ettim.
İnşallah, Ordu’da kalmama neden olacak şeyler yaşamazdım. Ve umuyordum ki, Binbaşı bizi çağırır ve hemen dönmek zorunda kalırdım.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, Tarık abi ve eşi ile birlikte bol muhabbet etmiş, arada kahkaha atar hâle gelmiştik. Saat on ikiyi bulduğundaysa, herkes kendi odasına dağılmıştı. Üzerime, Fadik ablanın verdiği, gümüş rengi bir pijama geçirmiş, saçlarımı ise açmıştım. Misafir odasındaki yatağa uzanıp, perdesi açık pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Ay karanlıktı, gece ise zifiriydi. Sanki yıldızlar geceye küsmüş, ışığını kaybetmişti. Öyle bir karanlık vardı gökyüzünde.
Ay ise hepsinden daha karanlıktı. Beyazdı, ışığını saçıyordu. Lakin, sanki geceden bile daha zifiriydi. Bu karanlıkla dolu kasveti dağıtmak için, tüm gücüyle ışığını kullanıyordu. Lakin boşaydı, zifirinin içinde, minik bir ateşböceği gibi kalıyordu, bu gece ay.
Kafamı yatak başlığına yaslayıp, bir süre daha o şekilde durdum. Daha sonra yavaşça, avuçlarım arasında duran kağıdı çıkarıp okşadım. Annemin eli değmişti, onun yazısıydı, onun kullandığı bir kağıttı. Benim için öylesine değil, kıymetli bir eşyaydı artık bu kağıt. Dudaklarımdaki tebessümle kağıda bakıp, derin bir iç çektim ve kağıt zarar görmesin diye komodinin üzerine bırakıp, yatakta yavaşça aşağı eğildim ve kafamı yastığıma yasladım.
Bu gece uykum yoktu, hem de hiç. Bu yüzden sürekli bir sağa bir sola döndüm. Bu da çare olmayınca, telefonumu elime alıp internette gezinmeye başladım. Kendi sosyal medya hesabıma girip, en son paylaştıklarıma baktım. Geçen ay ailecek beraber yemek yediğimizde, o ânâ dair birkaç fotoğraf atmıştım. Bir tanesi hepimiz sofradayken, selfie modunda çekilmişti. Bir diğeri biz çay içerken çekilmiş fotoğraftı. Bir tanesi ise, amcalarımın arasına girdiğim ve Ecevit Amca’nın yanağından öptüğüm bir fotoğraftı. Son fotoğrafta ise, herkesin elinde kahve bardağı ve ekrana bakan yüzü vardı.
Ekrana dikkatli baktığımda Yüzbaşı’yı da gördüm. Ekrana hafif gülümseyerek bakmıştı. Onu dikkatli incelediğimde, o gün ne kadar şık olduğu tekrardan aklıma geldi. Askeri üniforma dışında onu ilk kez sivil bir halde görmüştüm. Adam zaten yakışıklıydı, bir de sivil haliyle on kat daha gençleşmiş, üzerine farklı bir hava gelmişti.
Yakışıklı adamdı, Allah nasibine bağışlasın.
Sadece bir dürtüyle, daha doğrusu içime doğan merakla hızla arama motoruna adını yazdım. Lakin onca insan içinde onu bulamadım. Aklıma Alperen’le arkadaş oldukları gelince, hızla Alperen’in takipleştikleri arasında onu aradım ve buldum. Yalnızca iki gönderisi vardı, lakin hesap gizli olduğu için göremiyordum. Takipçi sayısını gördüğüm an, gözlerin kocaman açıldı.
Neredeyse milyon olmuştu!
Gözlerimi takipçilerinden ayırıp takip ettiklerine baktığımda, yaklaşık olarak 50 kişiyi takip ettiğini gördüm. Bu adam ne ara bu kadar popüler oldu? Gözlerimi takipçi ve takip ettiği kişilerin rakamından ayırıp Profil fotoğrafına baktım. Profil fotoğrafına bakmak istiyordum, lakin fotoğrafı büyüttüğümde bildirim gittiği için bunu yapamadım. Ellerim telefonun iki yanında, yüzüme doğru yaklaştırdım ve o küçük fotoğraftaki Yüzbaşı’ya baktım.
Üzerinde beyaz bir tişört ve onun da üzerine ceket giymiş, altına ise ceketiyle aynı renk, kumaş pantolon giymişti. Gözlerinde kombiniyle uyumlu bir güneş gözlüğü varken, elleri pantolonunun cebinde, yüzünde hafif bir tebessümle ekrana bakıyordu.
Gün batımında çekilen bu fotoğraf, onu ayrı bir karizmatik gösteriyordu. Yakışıklı yüzünü daha da ortaya çıkarmış, bronz tenini daha da kavrulmuş gösteriyordu. İstemsizce tebessüm ettiğimde bir süre daha ekrana bakıp, yüzümden uzaklaştırdım. Tam geri çıkacakken, her ne olduysa o an oldu.
Elim profil fotoğrafına çarptı...
Ekranda kocaman görünen profil fotoğrafına bakıp, “ Allah kahretmesin !” deyip hızla uygulamadan çıktım. “ Hay ben şansımı!” Sessiz sessiz kendime sövmeye devam ediyordum. “ Al işte! Adam şimdi onu gözetlediğimi falan sanacak!” İçimden kendime hakaret etmeye devam ederken, kapalı telefonumun titremesiyle, hızla ekranı açıp bildirime baktım.
Tugrul_ganiev sizi takip etmek istiyor.
Bildirime gözlerim kocaman açılmış bir şekilde bakıyordum. Ben yanlış mı görüyordum ? Saate baktığımda, ikiyi bulduğunu gördüm. Kesin halüsinasyon görüyordum. Hızla gözlerimi ovup tekrar telefona baktığımda, o bildirimin hâlâ orada olduğunu gördüm. Yutkunarak bildirime bakmaya devam ettim.
Ne yapacaktım?
Adama zaten profilini görüntülediğimin bildirimi gitmişti, lakin sanki hep bu ânı bekliyormuş gibi direkt takip isteği göndermişti. Dahası, bu saatte uyanık mıydı bu adam ?
Hızla uygulamaya girip profilime baktım. Tıpkı onun gibi boydan çekilen bir fotoğraftı. Üzerimde gri, göbeği açık bir ceket, altında ise onun takımı olan gri, mini etek vardı. Zaten uzun olan bacaklarım, mini etek sayesinde daha da uzun görünüyordu. Ayaklarımda ise bileklerime doğru bağlamalı, beyaz topuklulardan vardı. Siyaha çalan, koyu kahve saçlarımı ise, yukarıdan sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Yüzümde soft bir makyaj varken, dudaklarımdaki tatlı tebessümle, bir ayağım önümde poz vermiştim.
O gün, uzun zaman sonra ilk kez elbise giymiş ve çarşıya çıkmıştım. Güzel de olmuştum, yanımda benimle birlikte gelen Aslı ise bu fotoğrafı çekmişti. Takipçi sayıma baktığımda, onunki kadar olmasa da, benim de hatrı sayılır takipçim vardı. Gönderilerime çok bakmadım, çünkü genelinde ailem vardı. Kendimi paylaştığım fotoğraflar tek tüktü.
Bir an için tereddüt etsem de, daha sonra sonuçta iş arkadaşıyız, düşüncesiyle bildirime tıklayıp isteğini kabul ettim ve ben de ona istek attım. İsteğim anında kabul olurken, hızla hesabındaki o iki fotoğrafa baktım. Birinde bir aile fotoğrafı vardı. Yüzbaşı’dan büyük olduğunu tahmin ettiğim bir kız, ellilerinin sonundaki bir adamın koluna girmişti. O adamın yanındaki, onunla aynı yaşlardaki kadın ise, diğer koluna girmiş, kafasını adamın omzuna yaslamıştı. Kadının sureti bir an için tanıdık gelse de, kim olduğunu çıkaramadım. Yanlış hatırladığımı düşünerek son kişiye baktığımda, o yaşlı kadının beline elini dolamış, tıpkı bir asker gibi donuk bir suretle ekrana bakmıştı.
Anladığım kadarıyla, gördüğüm kişiler ailesiydi. Diğer fotoğrafa baktığımda ise, Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Yüzündeki gülümsemenin sebebi ise, hiç şüphesiz yanındaki insanlardı.
Kopuk Timi ile birlikte çekilen bir fotoğraftı. Hiçbirinin üzerinde üniforması yoktu, hepsi sivil vaziyette, mezelerin kurulu olduğu bir masada, kocaman gülümsemeleriyle ekrana bakıyorlardı. Tam bir aile gibi görünüyorlardı. Onların sadece bir fotoğrafına bakmak bile, bana tebessüm ettirdi.
Tugrul_ganiev gönderinizi beğendi.
Üstten gelen bildirimle, kalbim heyecanla atmaya başlarken, şaşkın şaşkın ekrana bakıyordum. Beğendiği fotoğrafa baktığımda ise, derince yutkundum.
Ben bu fotoğrafımın olduğunu unutmuştum!
Eski arkadaşlarımla, İzmir tatili yaptığımız bir gün plaja gitmiştik. Doğal olarak bikiniyle çekmiş olduğum bir fotoğraftı. Dahası öyle basit bir fotoğraf değildi. Suyun içinde, ellerimi ıslak saçlarıma geçirmiş, kafamı hafif yukarı kaldırıp, gözlerim kapalı, dudaklarım hafif aralık bir şekilde, boynumu açıkta bıraktığım bir fotoğraftı. Aslında bu fotoğrafı paylaşmayacaktım, lakin girdiğim iddiayı kaybedince, arkadaşlarımın zorlaması üzerine, en seksi fotoğrafımı paylaşmıştım.
Şimdilerde Aslı dışında, hiçbiri yanımda değildi. İstesem fotoğrafı silebilirdim, lakin silmek içimden gelmemişti. Çünkü bir anısı vardı. Şimdi ise, Yüzbaşı’nın bu fotoğrafı beğendiğini görmek derince yutkunmama sebep oldu.
Bu adam benim hesabıma mı baktı ? Üstelik beğendi. Hem de öylesine bir fotoğrafı değil, resmen cıbıldak ve seksi göründüğüm bir fotoğraftı bu !
Bir süre daha mal mal ekrana bakıp, kalp atışlarımın dinmesini beklerken, neden bu kadar heyecana kapıldığımı anlamaya çalışıyordum. Bu heyecanın beni bu hâle getirmesi, kaşlarımı çatmama neden oldu ve hızla kendimi toparladım.
Alt tarafı fotoğrafımı beğendi, ne vardı bunda!
Normal bir fotoğraf değ-
Gece gece libidosu mu yükseldi bu adamın ?
Bu düşünce birden gülmeme neden oldu. Lakin aklıma gelen şey, dehşetle gözlerimi açmama neden oldu. Lan bunun libidosu yükseldiyse, benim bu fotoğrafımı beğenerek ne halt yiyiyordu ! Aklıma dehşet düşünceler dolarken, hızla fotoğrafımı sildim. Libidosu yükseldi diye, fotoğraflarım onu tatmin edemezdi.
Kendi kendine adamı azdırdın ya, helal olsun sana.
Gece gece niye böyle bir fotoğrafımı beğeniyor o zaman! Tamam, belki abarttım ama yani haklı da olabilirim. İnsan gider daha muhafazakâr giyindiğim bir fotoğrafı beğenir. Seksi göründüğüm bir fotoğrafı değil!
Tuğrul Ganiev'den...
Gece saat ikiydi, lakin benim hiç uykum yoktu. Gözlerime doğru dürüst uyku girmiyordu. Bu yüzden, elimdeki kolyeye bakarak, Gece Okyanusu'nu düşünerek uyumaya çalışıyordum. Uykusuz olduğum her gecede, bu küçük kolye beni dakikalar içerisinde uyutuyordu. Lakin bugün, iki saattir bu kolyeye bakıp uyumaya çalışırken, büyük bir yanılgıya düşmüştüm.
Tavşanlı kolyeye bakarken, aynı zamanda istemsizce onu düşünüyordum ve bu uykularımı kaçıran asıl sebepti. Bir anda gülüşü aklıma geliyordu, içim gidiyordu. İsyankâr tavrı aklıma geliyordu, gülesim geliyordu. Dövüştüğü anlar aklıma geliyordu, beni daha da etkiliyordu.
Kendine has hareketleri vardı. O, çok fazla kendine özgüydü. Tekti, eşsizdi. Bacaklarını belime dolayıp, bana kafa attığında, aslında bunu yapacağını biliyordum. Lakin ona yakın olma isteğim ağır basmış, bana kafa atmasına izin vermiştim. Benden kaçıyordu, lakin beni korumak için, ellerinin ezileceğini hiç düşünmeden, beni korumak adına kafamın arkasına ellerini koyuyordu.
Benden kaçmaya çalışabilirdi, lakin bu kovalamacanın sonunun gelmesi için, fazlaca çaba göstereceğim.
Her şeyden önce, beni hatırlasın istiyorum. Beni değil, o küçük çocuğu. Hatırlaması gerekiyordu.
Aklıma tekrardan o anlar dolunca, istemsizce güldüm. Tam olarak üzerimde oturuyordu, kafam göğüslerinde durduğu için, o kendini geri çektiğinde, o anın şokuyla gözlerim, göğüslerinden ayrılmamıştı. Bana tokat atıp kurduğu o cümleden sonra, oturduğu yere bakıp utanışı o kadar tatlıydı ki gülmek isteyip, gülememiş, ciddi davranmıştım.
Bir gün, tadına varacaktım ve o , benden kaçamayacaktı. Bunu kendi isteğiyle dile getirecekti. Beni isteyecekti, bunu biliyorum.
Dudağımdaki tebessümle kolyeye bakıp, üzerinden öptüm. “ Senin için, her şeyi yapmaya razıyım, Gece Okyanusu.” Düşüncelerim iki gün önceki olaya gittiğinde, istemsizce rahatsızca kıpırdandım. Adem ile dövüştüğünde, bana yaptığı gibi kucağına çıkmıştı. Bu hiç ama hiç hoşuma giden bir görüntü değildi. Adem’in eli ise onun kalçasında duruyordu, nasıl olurdu da delirmezdim !
Üstelik sanki bundan rahatsız olduğumu fark etmiş gibi, bana bakmış ve gülmüştü! Bu kadın, hiç şüphesiz bana cinnet geçirtecekti!
Adem evli bir adamdı, eşine ve karnındaki bebeğe olan sevgisini hiç şüphesiz biliyordum. Laçin’e yan gözle bakmayacağının da farkındayım, lakin içimde yaşayan mağara adamı, bu gerçekleri görmezden geliyordu.
O gün, Adem’in Alperen ve Gece Okyanusu’na dediği şeyler, hoş değildi. Hem de hiç. Travmasından dolayı, bu şekilde davrandığının farkındaydım. Lakin, hiçbir şekilde o cümleleri kurmamalıydı. Yaptığı büyük bir yanlıştı, yapmaması gereken bir hataydı. O da farkına varacaktı hatasının, lakin bu asi kızın onu affedebileceğini zannetmiyorum.
Telefonumdan bildirim sesi geldiğinde, komodinin üzerindeki telefonu elime aldım ve bildirime baktım.
Lacin_sagdic profilinizi görüntüledi.
Kaşlarım usulca havaya kalktığında, yüzümdeki gülümseme büyüdü. Allah’ın işi olsa gerek ki, tam onu düşündüğümde böyle bir bildirim geliyordu.
Yoksa sen de beni mi düşünüyordun, Gece Okyanusu ?
Yüzümdeki büyüyen gülümsemeyle, uygulamaya girip profiline baktım. Üzerinde gri bir takım vardı. Giydiği etek, buğday tenindeki pürüzsüz bacaklarını daha da ortaya sermişti. Göbeğini açıkta bırakan ceketinden göğüs kıvrımları görünüyordu.
Göğüsleri büyüktü, bir erkeğin ilgisini çekebilecek kadar büyük, diri ve yumuşaktı. Yumuşaklığını nereden bildiğimi söylemeye gerek olduğunu zannetmiyorum.
Zayıf ve nahif görünen vücudunda, bacakları normal kalınlıktaydı, lakin bacaklarının aksine kalçası, dik ve dolgundu. Beli ince, yüzü ise ayrı bir zarafetti. Bu kadın, kesinlikle benim imtihanım olacaktı.
Ona asla, rahatsız olacağı bir tutumda bulunmamaya çalışıyorum. Benden korkup kaçmasını istemiyorum, bana güvensin istiyorum. Bunun için de elimden geleni yapacağım.
Profilimi görüntülemesi karşılığında, ona istek attım ve beklemeye başladım. Yüzümdeki gülümsemeyle tekrar kolyeye baktım. “ Bana geleceksin, biliyorum Gece Okyanusu.” Tekrardan kolyeyi öpüp cebime koydum. Telefonuma gelen bildirimle, hızla ekranı açıp baktım.
Lacin_sagdic sizi takip etmek istiyor.
Gülümsemem daha da büyüdüğünde, hızla isteğini onayladım ve hesabına girdim. Fotoğraflarına baktığım sırada, en son paylaştığı fotoğrafın, benim de katılmış olduğum aile yemeğinden birkaç kareydi. Biraz daha aşağılara indiğimde, genel olarak yüzünde bir gülümsemeyle fotoğraf paylaşmıştı. Kimisinde, üzerinde zarif bir elbise, kimisinde sokak hayvanlarıyla çektiği fotoğraflar vardı. Lakin yüzündeki tebessüm, gözlerindeki ışıltı hiç dinmemişti.
Elim biraz daha aşağılara gittiğinde, gördüğüm fotoğrafla nutkum tutuldu.
Denizde çekilmiş bir fotoğraftı. Üzerinde lacivert tonlarında bir bikini vardı. Bikinisi bez kumaş olduğu için, tamamen göğüslerine yapışmış durumdaydı. Üstelik ıslak bikinisinden, göğüs uçları belli oluyordu. Boğazımdaki yutkunuş ile birlikte biraz daha baktım fotoğrafına. Gözleri kapalı, kafasını hafifçe göğe kaldırmış ve dudakları hafif aralıklıydı. Islandığı için siyah gibi görünen saçlarına ellerini geçirmiş, boynunu bir ziyafet gibi ortaya sermişti.
Islak olan vücudu, göğsüne doğru damlamış olan bir su damlası, yutkunuşumu daha da büyüttü.
Ebesini sikerler !
Kesinlikle çok güzeldi, hem de fazla güzeldi. Aklıma başımdan alacak kadar, muhteşem bir güzelliği vardı. Gözlerimi kapatıp, içimde harlanan ateşi dindirmeye çalıştım. Ona karşı doyumsuz olacağımın farkındaydım. Vücudu ilgimi çekiyordu, bunu inkâr edemezdim. Vücudu güzeldi, fazlasıyla hem de. Her erkeğin sahip olmak isteyeceği kadar güzel bir vücudu vardı. Lakin benim sevdam ezelden başlıyordu. Daha sekiz yaşında bir çocukken, ona saf duygularla bağlanmıştım. Onuncu yaşımda onu kaybettiğimde, yüreğimdeki ağırlık bedenime sıçramıştı.
Onu sevmemek imkânsızdı, Gece Okyanusu gözleriyle etrafa çipil çipil bakarken, nasıl olurdu da onu sevmezdim? Çok konuşmazdı, lakin öyle bir bakardı ki, yüreğim yüreğine akardı. Onu konuşturan tek kişiler, Maysa ve Omar’dı. Çoğunlukla, bizim duymamızı istemediği şeyleri Türkmence söylerdi. Maysa sürekli ona sataşır, gün içinde en az üç kez kavga ederlerdi. Ona rağmen, kimseyle doğru dürüst konuşmazdı.
Gittiği günü hiç unutmam, İstop oynarken yakama yapışmış, beni de kendiyle birlikte yere düşürmüştü. Ben neye uğradığımı şaşırırken, o kalkmış, ilk kez gözlerime bakarak, ‘ Buldum, buldum!’ diyerek sevinç naraları atmıştı. O an, o kızın bendeki etkisinin sebebini bilmiyordum, lakin büyüdükçe, benim gibi yetim olan kıza karşı o duyguların, sevdaya hitap ettiğini anladım. Zira hayatıma kim girdiyse, bir şeyler kopuk geliyordu. Hiç kimse, bana o gibi hissettirmedi. Rahatsız oldum, yanlış bir şeyler vardı çünkü.
Sonra bir gün, ben şiirimi dile getirirken, yüzünde ona çok yakışan bir gülümsemeyle bir kadın belirdi karşımda. Yüreğimdeki o duyguyu hissettim, lakin çok yanlış geldi. Öyle bir yanlıştı ki, sanki Gece Okyanusu’na ihanet ediyordum. Bu kadının bana böyle hissettirmemesi gerekiyordu. Yanlıştı o duygular. Olmamalıydı.
İlerleyen zamanlarımda öğrendim ki, aslında kaçtığım o kadın, benim sevdiğimdi. Onun, Gece Okyanusu olduğunu öğrenmişken, ondan kaçamazdım. İçimden bir parça, sürekli onu yanı başında istiyordu. Eli elime değsin, gözleri gözlerimi görsün istiyordum. Bu arzu değildi, bu saf sevgiydi. Lakin ona yakınlaştıkça, içimde doğan arzuyu arka plana atmak zorlaşıyordu. Onu arzuluyordum, onu istiyordum. Ama yapamazdım. O bana gelene kadar, ona dokunamazdım. Sevgim hep masumdu, masum kalmasına izin verecektim.
Yaradanın huzurunda onu dilemeye devam edecek, nasibim olduğu günü iple çekmeye devam edecektim. O benim nasibimdi, buna emindim. Lakin o bana gelene kadar, ona nasibim demekte doğru gelmiyordu. O, yaradandan bana gönderilen bir hediyeydi, en güzel hediyem.
İçime çektiğim derin nefesle birlikte gözlerimi tekrar açtım ve bir süre daha, ona ve muazzam görüntüsüne baktım. Gözüm biraz aşağıya kayıp beğenilerine baktığımda, çoğunluğu erkeklerden oluşan beğeniler vardı. Kaşlarım usulca çatılırken, yorumlara baktım.
Berksidar: Bu güzelliğin kaynağı nedir ?
Emredikmen: Nasıl göründüğünün farkında değilsin...
Utkukaya: Dm?
Canbeyli: Ateş ediyorsun güzelim.
Keremlendiniz: Yükselmemek elde değil beyler.
Daha da fazlasını görmek, sinir kat sayımı daha da arttırdı. Ellerimin arasında duran telefonu öyle bir sıkıyordum ki, kırılması an meselesiydi. Kaşlarım daha da çatılırken, aldığım derin nefesler ile birlikte sakin kalmaya çalışıyordum. Dişlerimi biraz daha sıkarsam, kırılacağının farkındayım. Lakin sakin olamıyorum amına koyayım !
Yükseliyorum yazmış lan! Yükselmek! Benim sakındığım kadına nasıl yükselirsin piç kurusu! Üstelik bu kadın, bu yorumları görmüyor muydu Allah aşkına!
Sabır dilercesine içime derin bir nefes çektim. Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım.
Sakin falan olamıyorum! Nasıl sakin kalabilirim! Hızla kerem denen herifin profiline girdim. Bir de saçma sapan, ebidik gubidik bir isim koymuş. Keremlendiniz ne amına koyduğumun salağı, lise bir misin! Profiline baktığımda, sarışın bir çocuk olduğunu gördüm. Her ne kadar inkâr etmek istesem de, tipi de vardı, tipini siktiğim puştun. Üstelik Laçin ile takipleşiyordu! Ben ne zamandan beri böyle bir adam olmuştum! İçimdeki mağara adamını bile tetikliyordu bu kadın!
Profiline girip, Kerem denen puşta kısa ama öz bir mesajyazdım.
Tugrul_ganiev: Ben seni yükselteceğim orospu çocuğu!
Bu puşta yazmak bile midemi bulandırırken, aklıma gelen fikirle, dudaklarıma öfkeyle karışık bir gülüş belirdi. Hızla, fazlasıyla iştah açıcı fotoğrafını beğenip, yüzümdeki gülümsemeyle beklemeye başladım. Eğer Laçin’i tanıdıysam, bu fotoğrafı beğendim diye, silecektir. Çünkü bu kadın, ona olan ilgimi farkındaydı, ve kendini benden sakınmak için her şeyi yapıyordu.
Kalıbımı basabilirdim ki, bu fotoğrafı beğendim diye hakkımda bin ton küfür etmiş, farklı düşüncelere kapılmıştır. Bu düşünce kendimden iğrenmeme neden olurken, yüzümü buruşturdum. Kendimden tiksinmeme neden olacak bir düşünce olsa da, bu fotoğrafın kaldırılması gerekiyordu. Hem de en acilinden.
Çok fazla beklememe gerek kalmadı, tam da beklediğim gibi dakikalar içerisinde, o fotoğraf silindi.
Yüzümdeki huzurlu tebessümle, telefonu kapatıp başımı yastığa koydum. Onu, benden başkasının görmesine izin veremezdim. O, her hattıyla, tüm güzelliğiyle sakınılması gereken bir varlıktı.
Zira o bir tanrıça, ben de dahil olmak üzere, etrafındakiler ona âşık kölelerdik.
Laçin Sağdıç'tan...
Dün geceden beri uyuyamamıştım. Yüzbaşının hakkımda düşünmesi ihtimal olduğu olasıkları düşünürken, midem bulanmıştı. Kendimin farkındaydım. Çoğu erkek vücuduma sahip olmak istemişti. Lakin yanlış geliyordu. Öpüşmeden ilerisine götürmek, sanki kendime, vücuduma yapacağım büyük bir haksızlıktı. Dahası, içimde bir dürtü vardı ki, o dürtü kendimi kontrol etmeme neden oluyordu.
Şu zamana kadar, benim hakkımda iğrenç düşünceleri olan insanları teker teker çıkardım hayatımdan. Lakin ilk kez, arzularım yoğun basıyordu. Yüzbaşıyı tanıdığımı düşünüyordum. Gece boyu her ne kadar onun hakkında kötücül düşünmeye çalışsam da, içimden bir ses bu düşüncelerin yanlış olduğunu söylüyordu.
Evet, bana sürtük demiş ve günler içerisinde bu düşüncesinin aksine, bana yakınlık gösteriyordu. Belki de benimle oynuyordu, bilmiyorum. Lakin o bana karşı oynuyorsa bile, içimde harlanan ateş, arzularımı saklamıyordu, tam tersi Yüzbaşının bana olan ufak bir bakışı bile, içimdeki arzunun daha da artmasına sebep oluyordu.
O adamda ne vardı bilmiyorum, lakin beni kendine çekiyordu. Neyden kaçtıysam, bu adamı gördüğümden beri yakama yapışıyordu. Kendime hakim olmaya çalışmak çok zordu, hem de çok zor.
“ Geldik, Laçin.” Tarık abiye doğru döndüm ve gülümsedim. “ Teşekkürler, abi.” Kemerimi çözüp arabanın kapısını açtım ve bagaja doğru ilerledim. Bu sırada, Tarık abi de arabadan inmiş yanıma gelmişti. Bagajı açıp valizimi içerisinden çıkardı ve tekrar kapısını kapatıp bana döndü. “ Hayırlı yolculuklar, güzelim.” Deyip bana sarıldığında, ben de ona sarıldım. “ Sağ ol, abi.” Deyip göğsünden ayrıldım ve son kez ona bakıp gülümsedim, daha sonra önümdeki valizimi elime aldım. “ Vardığında ara.” Dediğinde, benim için olan endişesini anlıyordum. Bu yüzden ona tebessüm edip, “ Tamam.” Dedim.
Valizimi de tutup arkamdan çekiştirmeye başladım. Arkamdan baktığımda, Tarık abinin hâlâ orada durduğunu fark ettim. Ona gülümseyerek kapıdan içeri girdim ve gerekli işlemleri yaparak, bekleme alanındaki boş koltuklardan birine oturdum. Valizimi de yanımda tutup, zamanın akmasını bekledim. Bu sırada, sanki yalnızlığımı hissetmiş gibi halam aramıştı.
“ Laçin ?” telefonu kulağıma yaslayıp, “ Efendim, hâlâ ?” deyip gelen geçenleri izlemeye başladım. “ Uçağa bindun mi halacum ?” dediğinde, o görmesede ona tebessüm ettim. “ Uçakta olsaydım, sence sana cevap verebilir miydim halacım ?” dediğimde, “ Ha akul mi kaldi? Sabahtan berudur anam diyi ara da ara.” Sessizce gülüp, saate baktım. “ 15 dakikaya binerim uçağa.” Dedim ve tekrar etrafı izlemeye başladım. “ Seni Harun alacak, haberin olsun.” Dediğinde, “ Ben gelirdim, hala.” Dedim, lakin lafımı ağzıma tıktı. “ Ne deduysam o! Harun alacak, ha o kadar !” Halama güldüğüm sırada, valiz ağırlıklarının ölçüldüğü kısımda bir beden gördüm. O bedeni doğru görüp görmediğime emin olmak için birkaç kere baktım.
“ Tamam halacım, sen ne dediysen o.” Gözlerim biraz daha o bedende durdu. “ Aferun. Ha şimdi kapayim. Eve gelunce konuşuruz artik.” Dedi, ben ise gözlerimi o cüsseden ayırıp, ayağa kalktım, “ Tamam halacım, Allah’a emanet.” Deyip telefonu kapattım. Uçağımın kalkış duyurusunu duyduğumda, son kez o bedene baktım. Gördüğüm beden, Yüzbaşıya aitti. Dün geceki rezilliğimden sonra ona görünmek istemeyip, hızla arkamı döndüğüm gibi çıkışa doğru gittim. Uçağa bindiğimde, valizimi de görevlilere verdim.
Telefonumu uçak moduna alıp, koltuğumu aramaya başladım. Nihayet numaramı bulduğumda, hızla koltuğa oturdum. “ Sayın yolcular, uçağımız 5 Dakikaya kalkıyor. Lütfen emniyet kemerlerinizi taktığınızdan, emin olun.” Diyen sesi duyduğumda, hızla emniyet kemerini taktım. Kol çantama koyduğum kitabı elime alıp açtım ve ilk sayfasını okumaya başladım.
Uzun zamandır okumak istediğim, lakin bir türlü fırsat bulamadığım " Acımak "adlı romanı okumaya başladım. Türk klasiklerini okumaya seviyordum. Özellikle Reşat Nuri Güntekin’in kalemini çok beğeniyordum. Bundandır ki çoğu romanını severek okudum. Acımak ise, uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Lakin şu son iki ayda pek de iç açıcı şeyler yaşamadım. Bu yüzden kitabı okuyamadım.
Şimdi ise, aktarmalı uçuşla beş saatte ancağı varacağım için, bu kitabı okumak için mükemmel bir fırsattı. Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde, kafamı kaldırıp bakma tenezzülünde bulunmadım ve kitabımı okumaya devam ettim. Yaklaşık bir saat boyunca, kesintisiz bir şekilde kitabımı okudum. Kızın mektupları okuduğu sahneye geldiğimde, sanki o anları ben yaşıyormuşum gibi, içim burkuldu.
Kitap güzel ilerliyordu, lakin gözlerim biraz yorulmuştu. Gece de uyumadığım için uyku basmıştı. Bu yüzden, kitap okuma hayalim yalnızca bir saatten ibaret kaldı. Kitabı kapattığım sırada, “Hmm. Acımak demek.” Diyen sesi duyduğumda, irkildim ve kitabı hafifçe fırlattım.
Gözlerim kocaman açılmış bir şekilde soluma döndüğünde, gördüğüm yüzle daha da dehşete düştüm. Karşımdaki adam ise, dudaklarını birbirine bastırmış, gülmemek için çaba sarf ediyordu.
Ulan film mi çeviriyoruz! Bu adam niye her delikte benim karşıma çıkıyor ! Evet tahminler doğru, yanımdaki Yüzbaşı! Ben artık emindim, ya bir film çeviriyorduk ya da bir kitabın karakteriydik ve yazarı tarafından, acımasızca karşılaştırılıyorduk! Evet acımasızdı, çünkü ben bu adamdan kaçmak isterken, bu adam dibimde bitiyordu!
Yavaştan delirdi.
Diyen iç sesime, içimden yaratıcı küfürler ederek, gözlerimi açıp kapattım. Belki bir yanılsama görüyorumdur diye. Lakin gözlerimi açtığımda, tek kaşını kaldırmış bana baktığını gördüm. Şansıma binlerce kez küfrettim.
“ Bir sorun mu var, doktor ?”
Dediğinde, ‘ Evet, sen!’ demek için kuduruyordum. Lakin tabii ki de öyle bir şey diyemedim. “ Sizin burada ne işiniz var ?” dedim. Bu da pek normal bir cümle değildi, lakin gideri vardı. “ Cevap mı vermem gerekiyor ?” dediğinde, ondan biraz daha uzaklaşıp, iyice cama yapıştım. Açtığım mesafeye bakıp, bıyık altından güldü. “ Aynı ile gidiyoruz, üstelik benim yanımdaki koltukta oturuyorsunuz ?” Bakışlarım sorgulamaktan ziyade, şüpheliydi.
Bu adamdan her şeyi bekliyordum.
“ Tesadüften ibaret olamaz mı ?” dediğinde, bir süre daha gözlerine baktım. Lakin yalan söylediğine dair, tek bir ipucu dahi göremedim. “ Size güvenmeli miyim ?” Tek kaşımı kaldırarak sorduğum soruya, o da tıpkı benim gibi tek kaşını kaldırdı ve, “ Sence ?” dedi. Vücudumu düzeltip, koltuğa yaslandım ve omzum uçağın camına değecek kadar ondan uzak durdum. Dudaklarında çalınan erkeksi kıkırtıyı duyduğumda, göz ucuyla ona baktım. Başını iki yana sallayarak bana baktı ve önüne döndü.
Bu adam cidden dengemle oynuyor.
Kendimi en uzağa çekmeye çalışsam da, koltuklar dip dibeydi. Ondan ne kadar kaçabilirdim ki? Kendimi rahat bir konuma koyup, kafamı koltuğun başlığına yaslayıp, gözlerimi kapattım ve yanımdaki vahşetül dehşeti yok saymaya çalıştım.
Gece boyunca uyumadığım için uykum ağır basmış ve saniyeler içerisinde karanlığa alışmaya başladım. Yanı dibimde burnuma dolan, Barut ve odunun harmanlaşmış kokusu, her bir hücremi mest ederken, yanımdaki varlığının garip bir şekilde huzur veren güveniyle birlikte, huzurla uyudum. Uykuya dalmadan hemen önce, net olmasa da duyduğum son şey, “ Kaç bakalım kaçabildiğin yere kadar.” Diyen Yüzbaşının sesiydi. Lakin böyle bir şey dediğinden de emin değildim. Uykunun verdiği bir halüsinasyon olarak düşündüm.
🇹🇷
Başımda hissettiğim zonklamayla gözlerimi araladım. Kafamı yasladığım yerden ayırmayıp, bir elimle yavaşça şakaklarımı ovaladım. Gece boyu uyanıktım, şimdi uyuyunca da başıma ağrı yapmıştı. “ Off.” Dudaklarımdaki acılı mırıltılarla kaşlarımı çattım ve şakaklarımı ovalamaya devam ettim.
Başımı yasladığım yerden hafifçe kaldırdığımda, bir an yutkundum kaldım. Bakışlarım sol tarafıma doğru kaydığında, ilk önce geniş bir omuz gördüm. Bakışlarım biraz daha yukarı kalktığında, Yüzbaşının kapalı gözleri arasında aldığı derin nefesleri gördüm.
Başım onun omzunda uyumuştum! İçimde aniden ortaya çıkan ani heyecanla hızla kendimi ondan geriye çektim ve yutkunarak bir süre önümdeki koltuğun başlığına baktım. İçimde tepinmeye devam eden, minik kanatlı yaratıkları sakinleştirmek adına derince solukları içime çekip bıraktım.
İçimde yer edinen dürtüyle, hafifçe yana döndüm ve bakışlarımı Yüzbaşının yüzüne çevirdim. Uzun ve gür kirpikleri yüzüne gölge yaparken, geriye yasladığı kafasından dolayı ortaya çıkan uzun boynu, yutkunmama neden oldu. Dolgun dudakları kapalı bir şekilde duruyordu. Aldığı düzenli nefeslerden dolayı, göğsü de aynı ritimle inip kalkıyordu. Şakağından kaşına doğru gelen yara bir kez daha gözüme iliştiğinde, içimdeki acı bir kez daha gün yüzüne çıktı.
İnce bir çizikti, lakin acısını tahmin etmek mümkün dahi değildi. Bu yaranın daha ağırları vücudunda vardı, farkındaydım. Lakin bu küçük çizik bile canımı yakarken, vücudundaki yaralar içimi paramparça ediyordu. İçime çektiğim derin nefesle birlikte, istemsizce elimi kaldırdım.
Yüzüne bir kez daha baktığımda, uyuduğuna emindim. Bu yüzden parmak uçlarımı şakağına götürmekten çekinmedim. Elim şakağındaki yaraya gittiğinde, ona ilk kez kendi isteğimle dokunmuş olmanın verdiği his, içimdeki alevi harlandırdı da harlandırdı.
Parmak uçlarımın altında yer alan çiziğin üzerinde ellerimi bir süre gezdirdim. Elimi yavaşça yanağına doğru götürdüğümde, avucum yanağına sürttü. Ona dokunmak çok garipti. Tarif edilemez bir derinliğe sahipti. Sanki onu hissedince, bir okyanusun en derinine batıyordum. Lakin bu öyle bir okyanustu ki, boğulsam dahi güven veriyordu. En derinden çıkmama engel olan, kendimi oraya ait hissetmeme neden olan bir histi.
Boğazımda oluşan kurulukla birlikte, derince yutkunup dudaklarımın arasındaki içli nefesi dışarı saldım. Son kez yanağını şöyle bir okşayıp, aynı hızda ellerimin sıcaklığını, yüzünden çektim.
Kendimde değilim, bu adamın ben de yarattığı etki yüzünden, asla yapmayacağım şeyleri yapıyorum. İradesine sahip çıkan ben, bu adam yüzünden iradesini yitiren bir kadına dönüşmüştüm. Kendimi koltuğuma geri yaslayıp, kafamı da başlığa yasladım. Başımı camdan dışarı yaslayıp bir süre, mavi gökyüzünü izledim. Uçsuz bucaksız bir sonsuzluğu vardı. Hiç bitmeyecek bir son gibi...
“ Tüm yolcularımızın dikkatine, iniş yapmak üzereyiz. Lütfen, emniyet kemerlerinizin takılı olduğundan emin olun.” Diyen sesi duyduğumda, hızla emniyet kemerimi kontrol ettim. Neyse ki bir problem yoktu. Yüzbaşıya döndüğümde, emniyet kemerinin takılı olmadığını gördüm. Bir an tereddüte düşsem de, sonuç olarak bir can söz konusuydu.
Kendi kemerimden dolayı doğru dürüst hareket edemediğim için, önce kendi kemerimi açtım ve hafifçe ayağa kalkarak Yüzbaşının kemerine uzandım.
“ Yolcularımızın dikkatine, inişe geçiyoruz.” Bir anda aşağı doğru hareketlenen uçak yüzünden, ben daha kemeri takamadan, dengemi sağlayamadığım için, kendimi bir anda Yüzbaşının kucağında buldum. Kucağına düştüğüm için uyanan Yüzbaşı, bir an için neye uğradığını şaşırsa da, daha sonra ne olduğunu sorgulamadan, elini belime koydu ve yüzüme baktı.
Uçak hâlâ aşağı doğru gittiği için, ikimizde öne doğru kayarken, yüzbaşı beni kucağında sabitleyip, kemeri ikimizin üzerinden bağladı. Ne yaptığına şaşkın şaşkın bakarken, ağzım beş karışaçılmıştı.
Biz şuan ne yaşıyoruz ?
***
Yeni bölümde görüşürüzz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.66k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |