
Şu kısa ömrümde, yaşamadığım kadar çok şaşkınlık yaşadım, lakin hiç biri şu son iki ayda olduğu kadar büyük şaşkınlıklar içermiyordu. Kısaca söylemek gerekirse, Yüzbaşı hayatıma girdiğinde beri, olaylar bir türlü peşimi bırakmıyordu!
“ Ne yapıyorsunuz ?” Gözlerim, toprağı içine hapseden gözlerle buluştuğunda, sanki çok normal bir şey yapıyormuş gibi, “ Oturuyorum.” Dedi. Üzerimdeki kemer ve aynı zamanda, belimin her iki yanında sıkıca duran elleri yüzünden hareket edemiyordum. “ Yüzbaşı, beni bırakır mısınız ?” Şöyle bir bana baktıktan sonra, “ Bence gayet rahatsın. Otur oturduğun yerde.” Demesiyle, şaşkınlığım daha da büyüdü.
Bu adam ne diyor be!
Hafiften açılmış ağzımla suratına bakmam, onun komiğine gitmiş olmalı ki, gözlerindeki haylaz parıltılar ile birlikte sessizce gülüyordu. Birkaç kişinin bize baktığını görmemle, ellerimi yüzüme kapadım. Çok rezil bir durumdaydım şuan!
“ Yüzbaşı, rica ediyorum beni bırakın.” Sesim kısık ve yalvarırcasına çıkıyordu. “ Kucağıma oturan sensin.” Yüzümdeki ellerimi hafifçe aralayıp suratına baktım. “ Bakıyorum da, kucağımı sevmiş gibisin.” Deyişiyle, yüzüm yine domates gibi kızarırken, ellerimi yüzümden çektim ve çatık kaşlarımla ona baktım. “ Sizin iyiliğinizi düşünen de kabahat! İyi ki iyilik yapalım dedik be !” diye cırladığımda, yüzünü buruşturdu.
“ Ayrıca siz de bana sülük gibi yapışmışsınız. Bırakır mısınız, rica ediyorum.” Dediğimde, tam beni bırakacaktı ki, aniden hızlanan uçak yüzünden, dengem şaştı ve o an ki telaşla kollarımı Yüzbaşının boynuna doladım. Uçak tekrar normal hızına dönerken, kalbim için aynı şeyi söyleyemeyecektim.
Yüzüm onun yüzüne çok yakındı, hatta o kadar yakındı ki, gözlerinin kahvesinde can bulan o kızılları görebiliyordum. Ben gözlerini sadece topraktan ibaret sanarken, onun gözlerinde alevler de vardı. Hoş bir kızıldı. Kahveyle harmanlaşmış, hoş bir manzara çıkarmıştı ortaya. Yüzüm onun yüzüne bu kadar yakınken, istemsizce gözlerim dudaklarına kaydı. Eğer biraz daha yaklaşırsam dudaklarımız birbirine değecekti. Bu düşünce yutkunmama neden oldu.
Dudaklarına bakmanın tamamen bir hata olduğunu tekrar hatırladığımda, gözlerimi gözlerine çevirdim. Lakin gözlerine bakmanın bile, ne kadar yanlış olduğunu tekrar ve tekrar kendime hatırlatıp, yutkundum ve geri çekildim. “ Beni artık bırakır mısınız ?” dediğimi ikiletmeden, ellerini belimden çekti ve üzerimize bağladığı emniyet kemerini çözdü. Kızarmış yüzümle hızla kendi koltuğuma geçtim ve kemerimi taktım.
“ Sayın yolcularımız, beş dakika içerisinde iniş gerçekleştiriyoruz.” Diyen sese de küfrettim. Ne yaşandıysa o ses yüzünden yaşandı !
🇹🇷
Sorunlu bir uçuşun ardından beşinci aktarmamı da gerçekleştirmiş, nihayet Ordu’ya varmıştım. Yol boyu Yüzbaşı arada sırada bana sataşmış, sürekli kucağında bulunduğum ânı ima ederek beni delirtmişti. Şimdi ise, elimdeki valizle ondan kaçarcasına ayrılıyordum.
Canıma tak ettirmişti be !
Havaalanının dışına çıktığımda, kapı önündeki arabayla beni bekleyen kuzenim Harun’u gördüm. Harun, Aysel halamın büyük oğluydu. Benimle aynı yaşlarda olan Harun, bildiğim kadarıyla Edebiyat öğretmeniydi.
Beni gördüğünde, gülümseyerek yanıma geldi. Ben de valizi taşıdığım için yorulmuş, onun gelmesini bekliyordum. Yanıma geldiği gibi bana sıkıca sarıldı.
“ Laçin!”
Uzun zamandır görüşmüyorduk, bu yüzden onları özlemiştim. “ İyi ki sana kendini özlettirme dedik be kızım !” deyip yanağımdan bir makas aldığında gülerek ondan uzaklaştım. “ Geldim işte, buradayım.” Dediğimde valizimden tuttu ve ilerlemeye başladık. “ Tabi tabi. Egit dayım evlenmese gelecek miydin acaba ?” dediğinde, “ Bir sır vereyim mi ?” diyerek sessizce ona döndüm. “ Düğüne de gelmeyecektim. Babaannem zorladı.” Dediğimde, kahkaha attı.“ Senden de bunu beklerdim.” Dedi ve ikimizde gülerek arabanın arkasına geçtik.
Harun valizimi arabaya yerleştirdiğinde, az ötede duran bedenin pür dikkat bana baktığını gördüm. Ona tam olarak şuan, dil çıkarmamak için zor duruyordum. Yüzbaşının bana olan bakışlarını, Harun da fark etmiş, dikkatle Yüzbaşıya bakıyordu. “ Bir sorun mu var kuzen ?” deyip koluma dokunduğunda, “ Yoo, bir arkadaş.” Deyip, Yüzbaşıya göz devirdim.
Gıcık herif.
“ Arkadaş olduğuna emin misin ?” diye soran Harun’a baktığımda, bakışları Yüzbaşıdan ayrılmamıştı. Bu manyak başıma bela açmadan buradan götürsem iyi olacaktı. Yapmadığı şey değildi, Alperen’i bile, sırf yanağımdan makas aldı diye dövmüşlüğü vardı. Laz damarı tutunca karşısındakinin kim olduğunu dinlemiyordu, canım kuzenim.
Koluna girip, “ Evet, çalıştığım yerden bir arkadaş.” Gözlerini bir dakika olsun Yüzbaşıdan ayırmadığında, “ Hadi kuzen, Babaannem bekliyordur.” Dememe yenilmiş ve gözlerini Yüzbaşıdan ayırmıştı. Ben yolcu koltuğuna otururken, o da Sürücü koltuğuna oturdu ve Ordu’nun, özlediğim yollarını son sürat gitmeye başladık. Her bir zerresini öyle bir özlemiştim ki...
Dudaklarımdaki tebessümle yolları izlemeye devam ettim. Bu sırada, kuzenim Karadeniz yöresine ait şarkılardan birini açmıştı. Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle ona baktığımda, o da aynı şekilde gülümseyip, şarkının ilk dizelerini dile getirdi.
“ Güleyirum hâluna katıla katıla
Bi’ sözünü geçiremedun karina!"
Diyerek ilk dizeyi dile getirdiğinde, kahkaha atarak ikinci dizesine eşlik ettim.
“Daha niye vermedun ağızının payını?
Vermeyisun
Ula, ula, ula, ula, sen bi’ kalori bile etmeyusun
Ula, ula, ula, ula, bu âlemin light erkeğusun!”
O da bir yandan kahkaha atıp, diğer yandan yolu gözetleyerek şarkıya eşlik etti. Şarkının nakaratı geldiğindeyse, aynı anda,
“Ne oldi sana, ne oldi boyle?
Ne oldi sana, ne oldi boyle?
Ner’de eski taş fırın erkeği?
Bir anda oldun light erkeği!”
Diyerek aynı anda dizeyi dile getirip, kahkahalar eşliğinde yolu ilerlemeye devam ettik. Karadenizlileri sevmemin bir diğer yanı da buydu, enerjileri asla ama asla bitmek, tükenmek bilmiyordu.
İki saatlik yolculuğumuzun sonuna kadar arada böyle şarkılara eşlik etmiş, arada ise kahkahalar eşliğinde muhabbet etmiştik. Uzun zaman sonra, böylesine gülmek bana iyi gelmişti. Başta buraya gelmek istemesem de, şimdi iyi ki buradaymışım diyorum. Kasvetli havam beni terk etmiş, yerini, içimde olduğunu bile bilmediğim enerjiye bırakmıştı.
Eve varmamıza çok az kala Harun bana döndü. “ Şimdiden uyarayım kuzen, tüm akrabalar evde.” Yüzüme kondurduğun acı tebessümle, “ Yapma, etma. dema oni !” Dediğimde gür bir kahkaha atıp, “ Şimdiden kolay gelsin.” Deyip gülmeye başladı. Ben ise, o koskocaman kalabalığı nasıl yaracağımı düşünüyordum.
Başım büyük beladaydı, hem de en akrabalısından !
Korktuğum başıma gelmiş ve beş dakika içerisinde kapı önüne varmıştık. En başta babaannem dururken, arkasında amcalarım ve iki halam duruyordu. Onların arkasında, yengelerim ve hepsinin çocukları ile birlikte tanımadığım bazı insanlar, yüzlerindeki gülümsemeyle bana bakıyordu. Ben ise, yüzümde gizleyemediğim, bariz korkulu tebessümle onlara bakıyordum.
Beni çiğ çiğ yiyecekmiş gibi bir hava var ama bunlarda!
İlk önce Harun’a baktım. Halime gülmemek adına, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Yutkunup kemerimi çözdüm ve yavaş adımlarla arabadan indim. Tam ben onlara yürüyecekken, bir anda hepsi etrafıma doluştu. Daha ben kim olduğunu görmeden, bir beden bana sarılıp geri çekildi ve yerini yenisi aldı.
“ Ha çekilun bakayim! Torunum gelmuş!” diyerek kalabalığı yararak yanıma gelmeye çalışan babaannemi gördüm. Bana sarılıp ‘ hoş geldin’ diyen bedenler gülerek yolu açtı ve babaannem göründü. Yüzümdeki tebessümle bir koşu yanına vardım ve direkt ilk işim elini öpüp alnıma koymak oldu. Ardından hızlıca, babam kokan kadına sarıldım. Yaşlı elleri sırtımı buldu ve usulca okşadı. “ Oğlum gibi kokaysun.” Sessiz, içli ve titrek bir nefesi ciğerlerine sunduğunda, gözlerimde vuku bulan yaşları geriye ittim ve gülümsedim.
Bana göre babaannem, babam gibi kokuyordu. Ona göre ise, ben babam gibi kokuyordum. Hafifçe geri çekilip, yaşlı yanaklarını öptüm babaannemin. “ Nasılsın nenem ?” dediğimde, yaşlı ellerini kaldırıp yüzüme baktı. “ Seni gördum daha iyi oldim kizum.” Dudağındaki minik tebessümle yüzüme baktı. Yüzümdeki elleriyle, yanaklarımı okşadı usulca. İçine bir, “ Ah.” Çektiğinde, ağlayacağının farkındaydım. “ Bahtsuz, kara kuzum benum.” Deyip beni tekrar göğsüne yasladığında, yüreğim cız etti.
Tıpkı Aker Sağdıç gibi, ailesi de beni kabul etmişti. Sanki ben yıllardır onlarla birlikteymişim gibi, sanki ben onların öz torunuymuşum gibi bakmışlardı bana. Sevgilerini hiçbir zaman üzerimden eksiltmemiş, tam tersine iliklerime kadar hissetmemi sağlamışlardı.
Başım babaannemin göğsündeyken, ağladığının farkındaydım. “ Kara bahtlı, kizum... İlahi takdiridur, varsa bir cefasi, senu en güzeliyla mükafatlandiracaktur. Yaradan, cefayı boşa vermaz.” Deyip saçlarımdan öptüğünde, gözlerime yaşlar akın etse de, direndim. Yüzümdeki gülümsemeyle babaannemin göğsünden ayrıldım ve yüzüne baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi ağlamıştı. Ellerimi yaşlı yanaklarına götürüp, akan her bir damlayı sildim.
“ Yadigar Sultan, zordu ama alıştım... İyiyim da !” deyip güldüğümde etrafımdakilere baktım. Kiminin gözünden yaşlar akarken, kimisinin boynu yere eğilmişti. “ Kaldırın kafalarınızı, silin yaşlarınızı. Şehit verdik biz, bir kayıp yaşamadık ki! Bize ağlamakta, boynunu bükmekte yakışmaz!” Her biriyle göz teması kurdum. “ Babam size vasiyet etmedi mi, ben şehit düştüğümde boynunuzu büküp ağlamayın, demedi mi!” dediğimde, kafalarını kaldırıp gözlerindeki gururla gözlerime baktılar. “ Ha bir da ağlayisunuz! Ha bakun turp gibiyim da, ben iyiyum, anam da babamda, ha şuramda yaşayi!” deyip göğsümü gösterdim ve güldüm. Onlar da bu çabamı boşa çıkarmadı ve benimle birlikte tebessüm ettiler.
“ Egit amcam neredur, nenem ?” dediğimde kalabalık arasından bir yeri gösterdi. “ Bal çeç !” diye haykıran bir sesi duyduğumda, yüzümdeki kocaman gülümsemeyle, onca kalabalığın arasından amcamı gördüm. Elini yukarı kaldırmış sallıyordu. “ Cavaloz!” diyerek sevinçli bir nara attığımda, hemen önündekileri ite kaka yanıma kadar geldi ve sıkıca sarıldı. “ Bal çeç, nereyaydun da !” diyerek yanaklarımı sıktı ve geri çekildi. Küçüklüğümden beri, Egit amcam bana Bal Çeç derdi. Buralarda Bal peteği anlamına gelirdi.
Egit amcam, babamların en küçük kardeşiydi. Benden dört yaş büyük olan amcam, ailedeki herkese büyük bir sürprizmiş. Babam öyle anlatıyordu. Kimse beklemiyormuş Egit amcamı. Ailenin beklenmeyen sürpriziymiş.
“ Geldim da, cavaloz !” dediğimde yanaklarımı bırakıp kolunu omzuma attı. Egit amcama dediğim lakap hepsini, hep bir ağızdan güldürdüğünde, ben de güldüm. Cavaloz, sincap demekti. Egit amcam da, tıpkı sincaplar gibi fındık düşkünü biriydi. Bu yüzden, küçüklüğümden beri onun bana Bal Çeç demesi gibi, ben de ona Cavaloz derdim.
Egit amcamın kolları arasında, konağa doğru ilerlediğimizde, beni bu kalabalıktan kurtardığı için, içten içe ona minnet ettim. Kafamı omzundan kaldırıp suratına baktım. “ Yine hangi kizu kandirdin, Cavaloz ?” dediğimde, kafama hafifçe vurup güldü. “ Üstelik bu sefer evliliğe kadar ilerletmişsin, ben şok!” dediğimde kahkaha attı. Egit amcam, Ordu’nun çapkın erkeklerindendi. Buraya her gelişimde, bir başka kızla flört etmiş olurdu. Lakin ilk kez onu, evlilik kadar mühim bir işin içinde buluyordum.
Kolları arasından çıkıp, karşısına geçtim ve babama benzeyen yüzüne baktım. Durduğu yerde merakla bana bakarken, ellerimi belimin iki yanında kavuşturdum ve, “ Doğruyu söyle, kızı hamile mi bıraktın?” Dediğimde, kulağıma doğru uzanmıştı ki, koşarak yanından ayrıldım. “ Senin dilin yine çok uzadı !” diyerek peşimden geldiğinde, kahkaha atarak büyük holde koşturmaya başladım.
“ Ama Cavalozcuğum, inkâr etme sen evlilik adamı değilsin. Senin evlenmene sebep olabilecek tek şey bu!” Koltuğun arkasına geçtiğimde, tam karşımda duruyordu. “ Ha ne adamiymuşum o zaman ben !” deyip tam yine üzerime atılıyordu ki, kahkaha atarak kaçtım. Bu koşuşturmamız beni maziye götürürken, yüzümdeki gülüş büyüdü. “ Amcacığım, yalan mı söyleseydim ! Hem bak çok geç değil, evlilikten vazgeçebilirsin!” dediğimde, arkama şöyle bir baktım. Bana doğru koşuyordu, “ Allah!” diye bağırıp çıkışa doğru koştum. Kapıdan içeri giren aile fertlerini gördüğümde, bunu bir fırsat olarak bilerek, “ Babaanne, hala, amca !” diye bağırarak arkalarına saklandım.
“ Ha bir de, amcacuğum diyi! Ula sen bağa amca der miydun !” diyerek tam üzerime atılacaktı ki, büyük amcam İdris onu tuttu. “ Siz yine niye kavga edaysunuz ?” Büyük Amcam önce bana, sonra küçük amcama baktı. Benim gülümsememi gördüğünde, yine bir işler çevirdiğimi anlayıp, Egit’i uzaklaştırmaya başladı. Babaannem ve halalarım arkasını dönüp şöyle bir bana baktılar.
“ Ne dedun ?” Aysel halamın dediği şeyle, “ Hehe.” Gibi saçma bir ses çıkarıp onlara gülümsedim. “ Kedi köpek gibi didişmeyi ne zaman bırakacaksinuz ?” Derda halama şöyle bir baktım. “ Evlenmesi büyük olay.” Dediğimde, gözlerini kısarak bana baktı. Hızla ellerimi teslim olurcasına havaya kaldırdım. “ Ama hala haksız mıyım, hep kızlarla gönül eğlendiren biri için büyük gelişme.” Dediğimde gözlerini biraz daha kıstı. Bu kadından korkuyorum. “ Henüz geç olmadığını, her an evlilikten dönebileceğini söyledim.” Dememle kısılan gözleri kocaman açıldı.
“ Ha daha yeni ikna oldi da! Kirkuna merdiven dayadi, evlensun! Sakun ha Egit’i ikna etmaya kalkma !” deyip işaret parmağını üzerime salladığında, yüzümdeki kocaman gülümsemeyle, “ Tamam ya, ne yaptık sanki!” Gözlerini bir saniye üzerimden ayırmaması beni daha da ürkütürken, bakışlarımı ondan çektim ve babaanneme döndüm. “ Odam ayni yerdadur değil mi nenem ?” dediğimde, başını onaylarcasına sallayıp, “ Heç dokunmadım.” Dediğinde, gülümseyip yanaklarına kocaman öpücükler bıraktım ve halalarıma döndüm. “ Çok yoruldum, biraz dinleneceğim. Yemek saatinde beni uyandırırsınız, olur mu halalarım ?” deyip ikisinin de yanaklarından öptüm. İkisi de bana gülümserken, “ Tamam, sen git dinlen. Biz seni uyandırırız.” Dedi Aysel halam.
Onları ardımda bırakıp, büyük malikanenin bir üst katına çıktım. Adımlarım merdivenin her bir basamağında ilerlerken, aynı anda birden fazla anı beynimi istila ediyordu. Yüzümdeki ufak gülümsemeyle, o tatlı anıların beynime sızmasına izin verdim. Kimisi kahkahalardan, kimisi gözyaşlarından oluşan tatlı anılardı. Hepsi o kadar güzeldi ki, acısı dahi tatlı geliyordu.
Merdivenlerin sonuna geldiğimde, bakışlarım önüme açılan holü buldu. Orta genişlikte holün, sağ tarafında kısa bir koridor vardı. Buradan geçip sola döndüğünüzde sizi başka bir salon bekliyor olurdu. Burada ise, karşı karşıya duran, ikisi solda, ikisi sağda olmak üzere dört kapı vardı. Tam karşımda ise başka bir oda vardı. Karşı karşıya duran bu odalarda diğer kuzenlerim kalıyordu.
Alt kattaki odalarda, halalarım, amcalarım ve babaannem kalırken, üst kat tamamen bize ayrılmış durumdaydı. Kendimi bildim bileli, bu hep böyleydi. Arada sırada kuzenlerimle yan tarafımızdaki salona geçer, sabaha kadar muhabbet eder arada sırada sessiz sinema, tabu gibi eğlenceli oyunlar oynardık. Kimi zaman ise sabaha kadar oturur dizi izlerdik. Buraya her gelişimde çok eğlenirdim, bunu inkâr edemem.
Egit amcamın yaşı bize yakın olduğu için, o da çoğunlukla bizimle kalırdı. Aşağıda sıkıldığını söyleyip, gelir bize bulaşırdı. Aklıma geçmişten bir anı dolduğunda sessizce gülerek tam karşımda duran odaya ilerledim.
6 Yıl Önce...
“ Gülfer, Gülfem sessiz olun !”
Sessiz adımlarla salona girdiğimizde, erkeklerin bizi duymaması için büyük çaba sarf ediyorduk. Bugün olduğunca kız kıza takılmak istiyorduk. Çünkü zaten tüm günümüz, bu erkeklerle geçiyordu. Çarşıya çıksak peşimizden gelir, bizi yalnız bırakmazlardı. Kendi aramızda muhabbet ederdik, yine bir şekilde muhabbete dahil olurlardı. Kısaca ne yapsak, maydanoz gibi kendilerini de araya katıyorlardı.
Şimdi ise kavga eden ikizleri susturmaya çalışıyordum. Gülfer ve Gülfem Büyük halam Derda’nın kızlarıydı. Benimle aynı yaşta olan bu ikiz kardeşler, Ordu’da çok konuşuluyordu. Güzelliklerinden dolayı değil, çarşı Pazar fark etmeksizin kavga etmelerinden dolayı. Tabi güzelliklerinin muhabbeti de vardı, lakin çoğu muhabbet bu iki kız kardeşin geçimsizliğini konuşuyordu.
“ Biraz öte git Gülfer.” Deyip Gülfer’i ittirdi Gülfem. Gülfer de durur mu, aynı şekilde onu omzundan ittirdi. “ Ya bir rahat dursanıza!” deyip onlara kızdığımda, trip atıp birbirlerinden uzaklaştılar. Sabır çekip nihayet salona vardığımızda, rahat bir şekilde koltuklarımıza oturduk.
“ Ee, şimdi ne yapacağız ?” diyen Gülfem’e döndüm ve düşünceli bir şekilde, ne yapabileceğimizi düşünmeye başladım. “ Ya kızlar, bir şey diyeceğim.” Diyen Gülfer’e döndüğümüzde, bize her zamanki kedi bakışlarıyla bakıyordu. Allah bilir yine ne isteyecekti ! Gülfem ile aynı anda birbirimize baktık, “ Gatiyyen kabul etmayruz.” Deyip beşlik çakıp güldük. Gülfer ise bize darılmış gibi görünüyordu.
“ Pasta yapalım diyecektim.” Gülfem ile aynı an da, garip garip Gülfer’e baktık. “ Gecenin bu saatinde ?” Omuzlarını indirip kaldırdı. “ Eğlenceli olurdu.” Dediğinde, “ Benim asalak ikizim, sence biz ses yapmadan durur muyuz ?” dedi Gülfem. Ben de aklıma gelenle, “ Babaannem yine bizi hırsız sanıp süpürge ile dövsün mü istiyorsun ?” dediğimde aynı an da gülmeye başladık.
En son gece beraber mutfağa girdiğimizde, tencereler dolaptan düşmüş ve büyük bir gürültü oluşmuştu. Bu gürültüyü duyan babaannem bizi hırsız sanmış, eline aldığı yer süpürgesiyle, üçümüzün de haşatını çıkarmıştı. Eğer Gülfer deli bir akıllılık yapıp, ısığı kapatmasaydı, o gün o dayağı yemeyecektik. Lakin salak kuzenim, böyle bir saçmalık yapıp ışığı kapatmıştı. Zaten bu yüzden tencereler de yere düşmüştü.
Babaannemin bizi dövdüğü sırada, evdeki tüm halk uyanmış ve mutfağa girmişti. Neyse ki ışığı açmayı akıl eden İdris eniştem, bizi daha fazla darbe almaktan kurtarmıştı. O günün sabahında, vücudumuzdaki morluklarla yatağımızdan kalkamaz durumdayken; Harun, Devrim, Hamza ve Egit Amcam gün boyu bizim o halimize kahkaha atmıştı. Sadece onlar değil, evdeki herkes bizimle dalga geçmişti.
“ O acıyı hâlâ hissediyorum.” Diyen Gülfer’e ikimiz de ters ters baktık. “ Acaba neden o gün dayak yedik ?” Bir eli çenesinde düşünceli gözlerle Gülfer’e baktı, Gülfem. “ Ne bileyim ben böyle olacağını.” Deyip omuz silkti Gülfer. “ Ula hangi akıl ve mantık, gecenin bir vaktinde o ışığı kapamanı sana söyledi, merak ediyorum.” Diyen Gülfem’e yanındaki yastığı fırlattı. “ Ne kadar aksiyon, o kadar eğlence şekerim. Sen eğlenmeyi bilmiyorsun.” Deyip trip attı.
“ Ha şundaki akil, nerdan gelay merak ediyrım.” Diyerek bana döndü Gülfem. “ Bazen ikizumsun diye çok utanayrum sendan.” Diyerek, sanki bu çok büyük bir azapmış gibi içine derin bir nefes çekti. Gülfer ise kaşlarını çatıp ayaklandı, “ Asil sen nasıl ikizsun, gram eğlenmak nedir bilmaysun!” Gülfem gülerek yanıma sokuldu. “ Ha bu eğlanmayi salakluk sanay Laçin.” Deyip güldüğünde, Gülfer hızla bize doğru koştu ve Gülfem ile büyük bir kavgaya tutuştular.
Arada kaynamamak adına onlardan uzaklaştım, “ Sessiz olun, yine başımıza toplayacaksınız şu enegerekleri !” Gülfem, Gülfer’in saçını tuttuğunda, acıyla haykıran Gülfer’in sesi maalesef ki tüm planlarımı bozdu. Kapıların açılma sesini duyduğumda, ikizlerde duymuş ve birbirine bakıyordu. “ Saklanın !” dediğimde, dağınık saçlarını elleriyle şöyle bir toparlayıp hızla saklanacak yer aradılar. Lakin salonda saklanacak yer yoktu ki !
Bu iki salak yüzünden korktuğum başıma gelmiş ve erkeklere yakalanmıştık. “ Kizlar!” diyerek içeri giren Devrim’e ters ters baktım. Bu sırada Gülfem ve Gülfer’in halini gören Harun ve Hamza gülmeye başladı. Onlara baktığımda, gerçekten çok komik durumdaydılar. Kavga ettikleri için toplamış oldukları saçları dağılmış ve onları çok komik gösteriyordu. Dahası Gülfem’in yanağında bir kızarıklık varken, Gülfer’in pijamasının yakası yırtılmıştı. Onlara daha dikkatli baktığım sırada, Egit amcam da bunu fark etmiş gibi Gülfer’in eline bakıyordu.
“ Senin elindeki yumak, Gülfem’in saçı mı ?” dediğinde, Gülfem’in gözleri de Gülfer’in elinde âdeta bir yumak gibi görünen saç tutamlarını buldu. Gözleri kocaman açılmışken, hızla Gülfer’in saçını tuttu. “ Saçımı mi yoldun fışkıyen !” dediğinde, erkekler kahkaha atıyor, ben ise onları ayırmak adına ,hızla aralarına girdim.
Gülfer de tıpkı Gülfem gibi onun saçını eline doladığında, aynı zamanda birbirlerinin yakalarını tutmuşlardı. “ Ben sağa fışkıyeni göstereceğum gaybana !” dedi.
Tam ikisinin arasına girmiştim ki, Gülfer’in, Gülfem için eline kaldırdığı tokat, benim yanağımda can buldu. Bunu gören erkekler yerde yatarak kahkaha atmaya başladığında, tepem attı. “ Ula sen bağa mı vurdun got kafali !” deyip Gülfer’in suratına, bana attığı gibi bir tokat attım. Arkadan saçımı tutan ele, “ Allah! Yaktum çirani kopili !” Aynı hızda arkamı döndüğüm gibi bir Tokat’ta Gülfem’e geçirdiğimde ortalık kızıştı ve hepimiz iç içe girdik.
Son pozisyon olarak, benim saçım Gülfer’in elinde, Gülfem’in kafası ise benim bacaklarım arasında sıkışmış durumdaydı, lakin buna rağmen Gülfem'in kafası rahat durmamış, Gülfer’in bacağını ısırıyordu. Son pozisyonumuz, aynen bu durumdayken, bu hâle nasıl geldiğimizi anlamaya çalışıyordum. Lakin daha biz bu duruma nasıl geldiğimizi anlamadan, bize şaşkın şaşkın bakan yüzleri gördük. Bakışlarımız biraz daha sola kaydığında, koltukta deli gibi kahkaha atan dörtlüyü gördük. Üçümüz de aynı an da ters ters baktık bu haşerelere.
“ Kızım?” deyip şaşkınca yüzüme bakan anneme zorla tebessüm edip, saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Babama baktığımda, dudaklarını birbirine bastırmış bize bakıyordu.
“ Gülfem, Gülfer ?” Diyen Derda halama, tıpkı benim anneme sunduğum gülümseme gibi bir gülümseme yollayıp, yolunmuş saçlarını düzeltmeye çalıştılar. Göz ucuyla onlara baktığımda, Gülfer’in boynunda yeni tırnak izleri ve sol yanağında kocaman bir eli izi vardı.
Ayıptır söylemesi, benim şaheserimdi.
Gülfem’e baktığımda, onun da sağ yanağımda beş parmağın izi görünürken, tişörtünün kolu yırtılmış ve kolunda belirgin çizikleri vardı. İkisinin saçlarını anlatmaya gerek yok sanırım.
Onların bu haline sessizce gülmeye başladığımda, bana ters ters bakıp şöyle bir süzdikten sonra kendilerine döndüler ve tıpkı benim gibi gülmeye başladılar. Şöyle bir kendime baktığımda, yüzümde bariz bir sızı vardı. Onun sebebi ise Gülfer’in bana attığı tokattı. Üzerimdei tişörtün yakası yırtılmışken, kolumda bazı ısırık izleri vardı. Kuduz gibi kolumu ısıran ise hiç şüphesiz Gülfer’di.
Yanda gülmeye devam eden dörtlüye şöyle bir bakıp, bizden açıklama bekleyen ailemize döndük. “ Ya şim şöyle-“ demeye başlayan Gülfem’i Derda Halam susturdu. “ Senin şöylelerin bitmiyor, Gülfem.” Bunu duyan Gülfer tam konuşmak için ağzını açmıştı ki, “ Senin de şeylerin bitmiyor, sus hiç ağzını açma.” Deyip bana döndüler. Tüm gözler benim üzerimdeyken, otuz iki diş eşek gibi gülümsedim.
“ Vallahi hiç bir suçum yok hala.” Dediğimde beni söyle bir süzdü. Aynı şekilde annem de süzmüştü. “ Belli belli. Maşallah tertemiz benim kuzum.” Deyip imalı imalı konuştu. “ Ayıp ediyorsun anne.” Dediğimde, Derda Halam şöyle bir baktı. “ Senin bu got kaf- pardon. Senin şu kızların yine kavga etti, ayırayım derken ben de dayak yedim.” Dediğimde, yandakiler gülmeye devam etti.
Onları fark eden büyük amcam İdris, “ Ha siz de bu paçiler kavga edarken, boyle izledunuz mi ?” dediğinde, hemen kendilerine çeki düzen verdiler. “ Olur mu abi, biz dedik kavga etmeyin, kaç yaşına geldiniz, azıcık büyüyün.” Diyen Egit amcamı desteklercesine, “ Ama yok illa ki kavgaya devam ettiler.” Dedi Harun ve onun ardından Hamza, “ Ama biz kimiz ki bizi dinlesinler ?” dedi ve son noktayı Devrim koydu. “ Anca dış kapının dış mandalı, bu paçiler bizi dinler mi hiç ?” dediğinde, kızlarla birbirimize baktık.
Çatık kaşlarımız dördünü bulduğunda, onlara olan bakışlarımızı fark etmişlerdi. “ Ha, yani siz bizi uyardınız?” dediğimde benden sonra Gülfem, “ Ama biz sizi dinlemedik?” dedi ve bir adım öne geldi. Tıpkı onun gibi Gülfer’de bir adım öne geldi ve , “ Bir de siz bizi ayırmaya falan çalışmışsınızdır şimdi.” Deyip ellerini göğsünde kavuşturduğunda, yutkunarak bize bakan dörtlü, aynı anda, “ Evet.” Dedi. Kızlarla aynı anda birbirimize bakıp, hızla üzerlerine atladık.
“ Yalancı haşareler sizi!” deyip Harun’un suratına tokadı bastım. “ Pokumun dumani, uyarmişmiş !” deyip Egit amcanın saçlarını yolarak tokadını bastı Gülfer. “ Dış kapinin mandalı değil, Ordu’nun Pokusun poku!” deyip yumruğunu Devrim’in suratına geçirdi Gülfem. Arada kalan Hamza bize korkulu gözlerle baktığında, omzuna gelen saçlarını elime doladım, “ Sen kimsin biliysın?” dediğimde korkuyla bana bakan Hamza’nın saçını sertçe çektim. “ fışkıyen rospisisin!” deyip tokadımı suratına bastım.
Ağzımızdaki küfürler dinmezken, bu dördünün haşaratını çıkardık. Bu sırada bizi ayırmaya çalışanlar oldu, lakin onlar da payını aldığında geri çekildi. Kavga hâlâ büyük bir gürültüyle devam ederken, “ Ula yeter! Ev değul tımarhane!” Diyen Babaannemin sesiyle, Egit’in suratına son kez sert bir tokat atıp üzerinden kalktım. Şöyle bir onlara baktığımda, bizden pek bir farkları yoktu. Bu görüntüleri hoşuma gittiği için gülerken, Gülfem ve Gülfer’de yanıma geçip onlara gülmeye başladı.
Suratına yumruk yiyen Harun, çenesini sıvazlayarak ayaklandığında, üstü başı per perişandı. Aynı anda, nevri dönmüş gibi ayaklanan Egit amcam, topallaya topallaya yanımıza geldi.
Ayağını ezmiş olabilirim.
Hamza ve Devrim de tıpkı onlar gibi ayaklanırken, biri boynunu diğeri saçlarını tutuyordu. Üstelik onların da tişörtlerinin bazı yerleri yırtılmıştı. Kızlarla göz göze geldiğimizde hep beraber güldük. Bu sefer bize yan yan bakan bu dörtlüydü, onlara dönüp dil çıkardım ve önüme döndüm.
“ Elleri de ağırmış ha!” diyen Egit amcaya hepimiz aynı anda ters ters baktığımızda hızla bakışlarını kaçırdı. Bu hâli bizi güldürürken, “ Yarun çaya çikacaksunuz! O tarla bitmedan eve gelmeyeceksunuz, ha o kadar !” diyen babaanneme tam itiraz edecekken, babam ve diğerleri de, “ Anam ne dediyse o.” Dedi. Lakin sanki bu az gelmiş gibi, İdris amcam, “ Yemek de, su da yok!” dediğinde yutkunarak birbirimize baktık.
Çıramızı yakmışlardı. Tek suçlu ise, tüm olayları başlatan Gülfem ve Gülfer’deydi, bu yüzden hepimiz onlara nefretle bakarken, onlar sanki hiçbir şey olmamış gibi, ertesi gün çaya gittiğimizde, tarlanın ortasında tekrar kavga etmişlerdi. Biz ise, onlara bulaşmadan, sessiz sedasız çayımızı toplamıştık.
Şimdiki Zaman...
O anların tekrar aklıma dolmasıyla, yüzümdeki gülümseme büyüdü. Başımıza ne zaman bir bela gelse, bunun sebebi sadece o ikisindeydi. Arada yananlar ise biz oluyorduk.
Odamın önüne geldiğimde, kapısını açarak içeri girdim. Tam da babaannemin dediği gibi hiçbir şey değişmemişti. Odamın ortasındaki çift kişilik yatak aynı şekilde duruyordu. Üstündeki pofuduklu tavşan oyuncağım bile hâlâ yerli yerinde duruyordu. İçerideki karanlık beni rahatsız ederken, odamı karanlığa boğan kahverengi fon perdeleri çekmek adına, pencerelere doğru ilerledim. Pencerenin önüne geldiğimde, hızla perdeleri ikiye ayırıp, odanın canlanmasını sağladım.
İçeri giren hafif güneş ışığıyla birlikte yüzümde bir gülümseme belirdi. Camın önünden çekilip, yatağıma doğru ilerledim. Yatağımın önüne geldiğimde, ayakkabılarımı çıkarıp hızla yatağıma oturdum ve oyuncak tavşanıma sarıldım. Kafamı hafifçe sağa çevirip, komodinin üzerindeki çerçeveye baktım. Yüzümdeki tebessümle çerçeveye uzanıp elime aldım. Kafamı tavşanımın kafasına yaslarken, bağdaş kurarak oturdum ve fotoğrafa baktım.
Tüm ailemizin beraber çekildiği bir fotoğraftı. Ailecek yemeğe çıktığımız bir günde çekilmiş, samimi bir fotoğraftı. Fotoğrafın üzerini elimle okşayıp, yüzümdeki tebessümle baktım bir süre. Daha sonra içime çektiğim nefesle birlikte, çerçeveyi yerine bıraktım. Tam bu sırada çalan kapıyla birlikte bakışlarım oraya döndü.
“ Gel!” içeri valizimle Hamza girdiğinde ona tebessüm edip yatağımdan çıktım. “ Valizini getirdim.” Deyip valizimi içeri doğru sürükledi. Yanına doğru gidip ona sıkıca sarıldım. O da ellerini belime dolayıp bana sarıldı.
Birbirimizden ayrıldığımızda, yüzümdeki gülümsemeyle ona baktım. “ Ne var ne yok, kuzen ?” dediğinde, valizimi şöyle bir kenara koyup, “ İyiyim, sizi sormalı. Uzun zamandır bir arada değiliz.” Dediğimde o da tıpkı benim gibi gülümsedi. “ Ne olacak, iş güç. Ha bir de, Egit amcamın kıçını toplamak gibi meziyetlerimiz var.” Dediğinde sessizce güldüm. Kaç yaşına gelirse gelsin, bir türlü olgunlaşamayan biriydi Egit amcam. Bundandır ki, arkasında bıraktığı karmaşayı genelde kuzenlerim topluyordu.
“ Sen neler yapıyorsun?” dediğinde, gülümsedim. “ Hasta tedavi etmek dışında, pek bir meziyetim yok.” Dediğimde o da benim gibi güldü. Daha sonra kol saatine bakıp, “ Acil gitmem gerek kuzen, akşam konuşuruz.” Deyip arkasına bile bakmadan hızla odadan çıktı. Bu ani kaçışı şaşırmama neden olsa da, fazla üzerinde durmadım ve ardından kapıyı kapatıp içeri geçtim.
Valizimi sürükleyip kenarda duran dolabıma ilerledim ve valizin fermuarını açtım. Karmakarışık duran kıyafetlerimi çıkarıp teker teker dolaba astıktan sonra, hızla kendime rahat bir pijama takımı ve iç çamaşırı ayırdım. Valizimdeki tüm eşyaları astıktan sonra, boş kalan valizi dolabın kenarına koydum ve ayırdığım kıyafetlerle birlikte odamın içinde yer alan banyoya girdim.
Neyse ki geleceğimi bilen babaannem banyoya, şampuan ve havlu gibi gerekli olan malzemeleri koydurmuştu. Hızlı bir duş aldıktan sonra, kendime çıkardığım kıyafetleri giyip banyodan çıktım ve odama girdim. Hızla yatağıma girdiğimde, zaten üzerimde olan yorgunluğu atmak için gözlerimi kapadım ve tavşanıma sarılarak kendimi uykunun kollarına bıraktım.
🇹🇷
“ Hala, sarmayı uzatır mısın ?”
Aysel halam bana uzak olan sarma tabağını bana uzattığında, hızla birkaç tane tabağıma koyup, “ Teşekkürler halacım.” Dedim. O da yüzündeki tebessümle, “ Afiyet olsun, kuzum.” Dedi. Yaklaşık yarım saat önce Gülfem kapıma dayanmış ve beni uyandırmıştı. Daha sonra beraber salona girdiğimizde, zaten hazır olan sofraya son dokunuşlar yapılıyordu. Sofra son haline hazırlanırken, amcalarım ve halalarımla konuşmuş, muhabbet etmiştik. Şimdi ise beraber yemek yiyiyorduk.
“ of, of. Nasıl özlemişim yemeklerinizi.” Deyip sarmadan bir ısırık daha aldım. Bu halime gülen Derda Halam, “ Yavaş ye, boğazunda kalacak da.” Dedi. Lakin onu dinlemeden sarmaları saniyeler içerisinde bitirdim. Masanın ortasında duran hamsili pilava uzanıp, birazını kendi tabağıma boşalttım. Bu sırada, aile üyeleri bu halime gülüyordu. Onları umursamadan, tabağımın kenarına koyduğum turşu kavurmasına ekmeği banarak yemeye başladım.
Bir yandan hamsili pilavımı, diğer yandan turşu kavurmasını yiyip Bir lokmada bitirdim. Dünden beri doğru dürüst yemek yemediğim için çok açtım. Bu yüzden, yemeklerimi dakikalar içerisinde bitirdim.
Son olarak Aysel halamın yaptığı Laz böreğinden yiyip, içeceğimi de içtim ve bir elim karnımda, geriye yaslandım. “ Çok şanslısınız, enişteleerim ve amcacığım.” Deyip onlara baktım. Dursun ve Sadri eniştem bana bakıp güldü. “ Gülmeyin hiç öyle, vallahi siz de böyle eşler olduktan sonra bir saniye aç kalmazsınız.” Deyip iyice sandalyeye yayıldım. Bu halimi gören kuzenlerim bana gülerken, onlara ters ters baktım.
“ Allah’a şükür ki, boyle bir nasibi bana yâr eyledi.” Deyip Aysel halama döndü Sadri eniştem. Aysel halam, 47 yaşında olgun bir kadın olmasına rağmen, yüzü gözü kıpkırmızı oldu. Onun bu haline tebessüm ettim. Çok tatlıydı. Dursun enişteme baktığımdaysa, tedirgin bakışları Derda halamın üzerindeydi.
Ayıptır söylemesi, Derda halamdan bir tık korkuyordu.
“ Vallahi ben Sadri kadar şansli miyim, bilmayrum.” Deyip göz ucuyla halama baktığında, halamın gazap dolu bakışları eniştemi buldu. “ Allah Allah, oyle miymiş ?” Derda Halam tek kaşını kaldırmış tehditkâr bakışlarını enişteme yollarken, bu durumu fark eden Gülfer, “ Şanslıdan da öte, Kaderin en güzel talihi demek istedi anacığım.” Deyip babasına döndü, “ Değil mi baba ?” dediğinde eniştem hızla, “ He, başka ne olacak?” dedi. Derda halam ise gözlerini kısıp, “ Eyi madem. Aferun.” Deyip yemeğini yemeye devam etti.
Bu kadından kocası bile korkuyordu, gerisini siz düşünün.
Masadakiler bıyık altından enişteme güldüğünde, teessüf edercesine bize baktı. Vallahi halamla evlenmeden önce düşünseydi.
" Ben heç konuşmayrum, karum zaten benda ki yerini biliy." Deyip, Canan yengeme göz kırptı amcam. Canan yengem, amcamın bu tepkisine kafasını iki yana sallayarak güldü. Onların bu halleri bana çok tatlı gelirlen, gelecekte böyle bir evliliğimin olması için yaradana içten içe dua ettim.
“ Amcamın düğünü ne zaman, nenem ?” diyerek babaanneme döndüğümde, nenemin yaşlı bakışları bana döndü ve “Üç güne.” Dedi. Başımı sallayıp onayladığımda, İdris amcamın sesini duydum. “ Sen ne zaman gideceksun Laçinum ?” Bana dönerek sorduğu soruyla, “ Acil bir işim çıkmazsa, Düğünden sonra gideceğim amca.” Dedim. Bu sırada bundan rahatsız olduğunu belirten babaannem, “ Eccuk daha kalamaz misun ?” dediğinde, başımı olumsuzca iki yana salladım.
“ Neysa, sonra gonuşuk ederuk.” Deyip ayaklandı. “ Hayde size afiyet olsin.” Ben de babaanneme birlikte kalkıp, “ Ellerinize sağlık hanımlar, her şey çok güzel olmuş.” Dedim ve babaannemin koluna girerek masadan ayrıldım. Birlikte salona girdiğimizde, onu tekli koltuğa oturtup, kendim de üçlü koltuğa oturdum. Kendimi bildim bileli babaannem o koltukta otururdu, o yüzden onu o koltuğa oturtmuştum.
Bizim hemen arkamızdan amcalarımda sofradan kalktı ve yanımıza geldi. Bu sırada çoktan bir muhabbet başlamış, masadan kalkanlar da gelip muhabbete eşlik ediyordu. Kısa süre sonra, konakta şen kahkahalar vuku bulmaya başlamıştı. Bazen babaannemin Egit amcama sinirlenip, küfür edişine gülüyor, bazen Dursun eniştemin Derda halama olan korkusu bizi güldürüyordu. Ama çoğunlukla, bahsedilen anılara ve esprilere gülüyorduk.
İki yılın sonunda burada olup şen kahkahalar atmak, ruhuma iyi gelmişti. Babamdan bir parça olan bu insanlarla muhabbet etmek, onlarla birlikte bazı şeyleri paylaşmak bana iyi gelmişti. Nasıl iyi gelmesindi ki ? Onlar benim canımdan bir parçaydı.
“ Ya hiç unutmam, bizim Gülfem kendini Basri amcaya Gülfer diye tanıtıp, kandırmış ve bakkalı soymuştu. Ertesi gün Gülfer bakkala girdiğinde, Basri amca ‘ hani önceki borç?’ dediğinde Gülfer’in yüzündeki o hâl, hiçbir şey almadığını söylemesi ama Basri amcanın inatla, ' aldın.' deyişi.” Deyip bir kahkaha attıktan sonra lafına devam etti Egit. “ Basri amca durur mu, çıkardı görüntüleri gösterdi bizim kıza. Gülfer de durur mu eve gelince bir kıyamet bir kıyamet.” Deyip güldüğünde, aile üyeleri de gülüyordu. Tabi Gülfem ve Gülfer dışında.
“ Bir ay adamın suratına bakamadım ya!” deyip isyan ettiğinde, Derda halam, “ Sen da az değilsun, gidip bizim Hasan emminun oğlina kenduni Gülfem diye tanitup, ' Anamlar akşama istemeye gelsunler dedi.' dedun.” Deyip güldüğünde, bu sefer Gülfem’in ters bakışları Gülfer’i buldu. “ Akşam oturmiş, çay içayruz bir baktuk ki, Remzi’nun elinde çiçeği çikolatasi, yanunda anasi babasi, kiz istemaya gelmişler.” Diyen Dursun amcaya herkes gülerek baktı. “ Ha bütün Ordu biliu, bu Remzi evvelden vurgun bizim kiza.” Dediğinde, Gülfer kahkaha attı. Gülfem ise yanında duran yastığı kafasına fırlattı.
“ Hepsi Allah’ın cezası kızın yüzünden!” Deyip ters ters Gülfer’e bakmaya devam etti, Gülfem. “ Ula bir da gitmiş, ' Sağa aşuğum, benu almazsan kendumi dağlara vururum.' demiş !” deyip o günleri hatırladığında iyice delirdi Gülfem. Gülfer ise yüzündeki sinsi gülüşle ona bakmaya devam ediyordu.
“ Basri amcaya kendini, ben diye tanıtmasaydın o zaman.” Deyip üstüne omuz silktiğinde, Gülfem her an onun üzerine atlayacak gibi duruyordu. “ E siz bunu fark ettiğinizde ne oldu ?” deyip merakla eniştem ve halama baktığımda, bıyık altından güldüler. “ Gülfer’i Remzi’ye verdik.” Dediğinde, “ Ne !” diye bir ses yükseldi boğazımdan ve hızla Gülfer’e döndüm. Sanki o anlar aklına gelmiş gibi tüyleri ürpermişti.
“ Ama onlar verduğumuz kizi beğenmayınca, biz da kizumuzu geri alduk.” Deyip kahkaha attı Dursun enişte. Bu sefer ben de kahkaha attım, çünkü bu memlekette Gülfer, deli diye tanınıyordu. Kimse kolay kolay ona yan gözle dahi bakamazdı. Zira Gülfer, karşı cinsi kendine layık bulmuyordu. Hayır, eş cinsel değildi. Sadece gerçekten sevmemişti.
“ Kim ne yapacak Hasan’ın, saftirik oğlu Remzi’yi be!” deyip üzerine bir de cırlayınca, hepimiz kahkaha attık. Hiç şüphesiz Gülfer, evleneceği kişinin baş belası olacaktı. Tabi öncesinde onunla evlenmek isteyen birini bulmalıydı.
“ Aysel, beni odama çikar kizum.” Diyen Babaanneme döndük. “ Biraz daha otursaydın nenem ?” dediğimde, yüzündeki gülümsemeyle bana baktı. “ Yaşlandum artik. Eskisi gibi dinç değulum. Biraz dinlenayim.” Dedi ve halamın ona uzatmış olduğu koluna girdi. “ Haydi, Allah muhabbetunuzu arttursun.” Dedikten sonra, sanki aklına yeni gelmiş gibi “Geça kalmayin ha!” demeyi de ihmal etmemişti. Hepimiz onaylar mırıltılar çıkardıktan sonra, bir süre babaannemin gidişini izledik. Daha sonra tekrar muhabbete döndük.
Babaannemden sonra muhabbetimiz fazla uzun sürmemişti. Yaklaşık bir saat kadar daha oturup muhabbet etmiş, çaylarımızı yudumlamıştık. Saat on biri bulduğundaysa, önce İdris amcam ve eşi Canan, ardından halalarım ve eşleri salondan ayrıldı. Geriye sadece yedimiz kaldığında, bir süre birbirimize baktık. Daha sonra, ben hariç hepsinin aklına aynı fikir gelmiş olmalı ki, yüzlerindeki sırıtış büyümüştü. “ Hedef belli mi miçolar ?” diyen Gülfem’e, “ Tam karşımda duruyor miço.” Diyerek cevap verdi Devrim.
Devrim’in karşısında ben oturuyordum !
“ Lan!” deyip hızla ayağa kalktım. Lakin ben daha kalkmadan, yanımda oturan Hamza kolumu tuttuğu gibi beni yerime oturttu. Her biri yavaş adımlarla üzerime yürüdüğünde, korkuyla koltuğa yaslandım. “ Gelmeyin üstüme, deli sürüsü !” dediğimde yüzlerindeki gülümseme daha da büyüdü.
“ İki yıldır neredesin sen ?” Bunu diyen Harun’du. Tekrar ayağa kalkamaya çalıştığımda, Hamza tekrar beni yere çekti. Bakışlarım hızla Hamza’yı buldu. “ Hamza, bırak beni.” Bana doğru gelen sürüyü gösterdim. “ Görmüyor musun, çiğ çiğ yiyecekler oğlum bunlar beni !” dediğimde, omuz silkip o da güldü.
Tövbe ya Rabbim, bunlar beni korkutuyor!
Bir anda, bir kolumdan Hamza, diğerinden Harun tuttu. Ben daha onların ne yaptığını algılayamadan, bir bacağımdan Egit, diğerinden de Devrim tuttu. Son olarak Gülfem ile Gülfer üzerime atıldı. “ Lan! Lan ne oluyor !” diye bağırmama kalmadan, Gülfer koltuk altımdan, Gülfem ise karnımdan gıdıklamaya başlamıştı.
Kahkahalarım tüm salonu inletirken, Kolumu ve bacağımı tutan angutlar yüzünden hareket dahi edemiyordum. Tek yapabildiğim vücudumu bir oraya bir buraya çevirmeye çalışmaktı. “ Gül- haahhaha.” Gülüşlerim devam ederken, kalbim her an duracaktı.“ Dur- hahahahahahaha. Dur- hahahah.” Diyerek gülmeye devam ettiğimde, bu halimden zevk alan mazoşistler de benimle birlikte gülüyordu. “ Ye- hahahahaha. Yeter.” Gözlerimden yaşlar akarken, bir yandan onları durdurmaya çalışıyordum.
Zira şuan göğsümden yukarısı alev almıştı. “ Lüt- hahahahahaha.” Ben gülmeye devam ederken, bana acıyan tek kişi Hamza olmalı ki, “ Tamam lan bayılacak şimdi.” Diyen tek kişiydi.
Neyse ki Hamza’nın dediğini ikiletmemiş, beni rahat bırakmışlardı. Uzandığım yerde, derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordum. Zira şuan, yüz kaslarım aşırı gülmemden dolayı seğirmişti. Yüzüm yamulmuştu be! Nihayetler nefeslerim düzene girdiğinde, bana su uzatan Egit’e ters ters baktım. Daha yeni iyiliğimi düşünesi gelmişti beyefendinin!
“ Çok acımasızsınız.” Dediğimde, hepsi birbirine bakıp güldü. “ Sus kızım, dövebilirdik de.” Diyen Gülfem’e ters ters bakıp, Egit’in uzattığı bardaktaki suyu içtim. Boş bardağı kenara koyup, küskün bir tavırla baktım onlara. “ Bize acımasız diyene bak. İki yıldır yüzünü göstermiyorsun be!” diyen Devrim’e şöyle bir baktım. “ Sosyal medya da olmasa, nasıl olduğundan haberimiz olmayacak.” Bunu söyleyen Hamza’ya bakma tenezzülünde bile bulunmadım.“ Aramalarımıza da cevap vermiyorsun. Bence az bile yaptık.” Diyen Harun da onlara katılmıştı. Zaten hep birbirlerinin kıçını desteklerlerdi, ama konu ben ve kızlar olunca hemen satış koyarlardı.
“ Ula asıl ben ne halt yedim de, engel yedim !?” diyen Gülfer’e, gözlerimi kocaman açarak baktım. “ Niye mi!” Sanki dehşete düşmüs gibi ona bakıyordum. Onu neden engellediğimi bilmeyenler merakla ikimize baktı. “ Lan hesabıma girip, sanki ben konuşuyormuşum gibi Kerem denen biriyle konuştun !” dememle, şaşkın bakışlar Gülfer’i buldu. “ Hee, ondan mı ?” dediğinde şaşkın şaşkın suratına baktım. “ Bizim Vedat’ın arkadaşıymış, bir konuşayım dedim.” Dediğinde, ona olan bakışlarım deliciydi.
“ Ulan kendi hesabından konuş o zaman!” dediğimde, “ Siz takipleşiyordunuz, hiç kendimi yormak istemedim.” Dediğinde, şalterlerim teker teker koptu. “ Bana yavaştan geliyorlar!” Dediğimde, Devrim gülerek koluma girdi. “ Takma şu deliyi.” Dediğinde, son kez Gülfer’e ters ters bakıp Devrim ile birlikte oradan ayrıldım. Tabi arkamızdan diğer kuzenlerim de geliyordu.
Gülfer, hesabımın şifresini bildiği için, ara sıra hesabıma giriyordu. Benim zararıma olan bir şey yapmadığı için, şifremi değiştirmemiştim. Lakin bir sabah uyandığımda, mesaj kutumdaki bildirimleri görmemle dehşete düşmüştüm. Sabaha kadar Kerem denen bir çocukla konuşmuştu. Bunu görmemle, ilk önce Gülfer’i engellemiş, daha sonra şifremi değiştirmiştim. Son olarak da, Kerem denen çocuğa işin aslını anlatıp özür dilemiştim.
Onun yüzünden, saçma sapan şeyler yaşamıştım.
Hep beraber bir üst kata çıktığımızda, odalarımıza dağılmak yerine, hep beraber salona geçtik. Burası bir nevi kendimize ait alanımızdı. Bundandır ki, bir çok anımızı burada gerçekleştirmiştik.
Ben üçlü koltuğa oturduğumda, bir yanıma Egit amcam diğer yanıma da Devrim oturdu. İkili koltuğa ikizler oturuken, tekli koltuklara da Hamza ve Harun oturmuştu. “ Ee, böyle oturacak mıyız ?” diyerek sıkıldığını belli etti Gülfer. Onun böyle demesi her birimizi tereddüte düşürdü. Gülfer ne zaman sıkıldığını ima etse, illa ki başımıza bir iş gelirdi. Yine de her birimiz ona hak veriyorduk. Çünkü burada böylece oturamazdık.
“ Film mi izlesek acaba ?” Diyen Hamza’ya baktım. Aslında güzel fikirdi. Zaten uzun zamandır beraber değildik. Bu yüzden, hızla ayağa kalkıp ellerimi çırptım. “ Evet!” Her birine bakıp, “ Hamza sen filmi seç, biz kızlarla atıştırmalıkları hazırlayacağız.” Diğer üçlüye döndüm. “ Siz de yer yataklarını kurun.” Dediğimde, hızla dediklerimi ikiletmeden yapmaya başladılar. Biz de kızlarla hızla aşağı inip atıştırmalıkları hazırlamaya başladık.
Ben dolapta bulduğum mısırları patlatırken, Gülfem cipsleri kaplara koyuyordu. Gülfer ise içecek ve bardakları tepsilere koymakla ilgileniyordu. Nihayet mısırlar patladığında, hızla kaplarına boşaltıp, tepsiye yerleştirdim ve beraber tekrar yukarı çıktık. Biz yukarı çıktığımızda, yer yatağının son dokunuşları yapılıyordu.
Onlara yardım ederek hızlıca yatakları hazırladık. Gülfer içecekleri bardaklara boşaltırken, ben ve Gülfem de atıştırmalıkları ortaya koyuyorduk. Nihayet her şey hazır olduğunda hepimiz yerlerimizi aldık. “ Hangi filmi seçtin ?” diyerek Hamza’ya döndüğümde, sinsice gülümseyip bana baktı. Bu gülüşü kaşlarımı çatmama neden olurken, “ Sürpriz.” Diyerek ağzına bir mısır attı ve önüne döndü. Hepimizin ona olan garip bakışlarını bölen şey, televizyondan yükselen jeneriğin sesiydi.
Sessiz sedasız, pür dikkat kendimizi filmi izlemeye adadığımızda, duyulan tek ses ısırdığımız cips ve mısırların, bir de yudumladığımız içeceklerimizin sesiydi. Onun dışında hiçbirimizden ses çıkmıyordu.
Film başlarda güzel gitse de, ilerleyen kısımlarında, filmin normal bir film olmadığını anlamıştık. Başlarda normal görünen film, ilerleyen saatlerde gerilime doğru yol almıştı. Tabağındaki mısırları hızlı hızlı yiyen Egit’e göz ucuyla bakıp sırıttım. Bu filmin korku filmi olduğu âşikardı, Egit ise, küçüklüğünden beri ödleğin tekiydi.
Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Filmin ilerleyen bölümlerinde, cadının lanetlediği kişiler yavaş yavaş ortaya çıktı ve kemiğe dokunan kızı öldürmek için peşlerine takıldı. “ Senin açacağın filme sokayım Hamza!” deyip sırtındaki yastığı Hamza’nın kafasına attı Devrim. Ben ve Gülfer onlara gülerken, filmin ilerleyen dakikalarında, elindeki balta ve kafasındaki torbayla başka bir katil ortaya çıktı ve kızı yakalamaya çalıştı.
Filmdeki gerilim giderek artarken, beş arkadaş beraber akıllıca bir plan uygulayıp, kızın kanını suya katıp katillere tuzak kurdular. Aynı zamanda kanı kendi üstlerine de sürüp, katillerin kafasının karışmasına sebep oldular. Çünkü katiller öldürecekleri kişiyi, kanının kokusundan tanıyorlardı.
“ Hassiktir !” deyip yerinde gergince kımıldanan Egit’e baktım. Her an kalpten gidebilirdi.
Filmdeki grubun uyguladığı plan doğru ilerliyordu, lakin bir anda, kıyma doğrama makinasının arka kısmına saklanan sarı üstlü kızı fark eden katil, kızı saçından tuttuğu gibi kaldırdı. Harun ve Egit’in de küfürleri duyulurken, Kız katilden kurtulmaya çalışıyordu, lakin katil ekmek doğrama makinasını çalıştırıp, kızı oraya yatırdı ve kızın kafası saniyeler içerisinde kıymaya döndü.
“ Ebeni sikeyim !” diye bağıran Egit’e, “ Kusucam galiba.” Diyen Harun eşlik etti. Kızın kıyma gibi olan kafasına karşılık, onu gören sırık çocuk tam kurtulmuşken, kafasından çuval olan adam, arkasında belirdi ve baltasını çocuğun kafasına geçirdi. “ Allah belanı versin Hamza !” diye bağırarak, Hamza’nın kafasına vurdu Egit. “ Değiştir lan şunu !” diye bağıran Devrim’in sesini sanki, evren duymuş gibi, bir anda elektrikler kesildi ve karanlığın ortasında kaldık.
“ Hay şansımı sikeyim!” diye bağıran Egit’in sesi çok net duyuluyordu. Aynı zamanda biri, hiç şüphesiz dayak yiyiyordu. Emin olduğum bir şey varsa, o da dayak yiyen kişinin Hamza olduğuydu.
“ Kodumun salağı, gece gece bu filmi mi açtın!” diye bağıran Egit’in sesinden sonra, bir tokat sesi duyuldu. “ Lan! Kim kıçıma vurdu !” bu ses Harun’a aitti. “ O senin kıçın mıydı ?” diyen ses ise Egit’e aitti. Ayak ucumda bir kıpırdanma hissettiğimde, hızla kim olduğunu düşünmeden tekmemi geçirdim. “ Lan !” diye bağıran ses Devrim’e aitti.
“ Kim saçımı tutuyor lan!” diye bağıran bir diğer ses ise Gülfem’e aitti. “ Lan biri kıçımı elliyor!” diyen Hamza’ya , “ Aa, o senin kıçın mıydı ?” dedim ve bir tane şaplak geçirdim. Acıyla inleyen Hamza, “ Ulan!” diye bağırdı. Bacağımı birinin ısırmasıyla, “ Lan!” diye bağırıp, bacağıma asılanın kafasını tuttuğum gibi saçlarını çekerek yumruğumu geçirdim. “ Çenem kırıldı galiba !” diyen Devrim’in sesini duydum.
“ Biri namahremime elliyor !” diye bağıran Gülfer’e, “ Ciciklerin hâlâ yerinde merak etme.” Diyerek cevap verdi Gülfem. “ Lan oğlum siz napıyorsunuz ?” diye sorun kişi Harun’du.
Usul usul ilerlediğim sırada, bir anda kafama yediğim darbeyle yüzüstü yere düştüm. “ Kim kafama vurdu !” diye bağırıp tam yerimden kalkmıştım ki, tutulan bacaklarımla tekrardan yeri boyladım. “ Lan bacağımı bırakın !” diye bağırıp tokadımı bacaklarımın olduğu tarafa savurdum. “ Yanağım çöktü galiba.” Diyen Egit’in sesiyle, tekmemi de ona geçirip en köşeye ilerledim. “ Herkes bir olduğu yerde dursun.” Dediğimde, bir an da sesler kesildi.
Lakin daha beter bir şey oldu, bir anda açık olan pencerenin gürültüyle kapanmasıyla, hep bir ağızdan çığlık atarak koşuşturmaya başladık. Ortada koşusturduğumuz için, arada sırada bir birimize çarpıyorduk. Bu da çığlıklarımızı daha da arttırıyordu.
Kafamı hafifçe kaldırıp cama doğru baktığımda, önünden geçen bir karartı gördüm. Bu korkuyla çığlık atmama neden olurken, “ Orda biri var !” diye çığlığımı bastım ve ortada koşmaya devam ettim. Bir anda bana çarpan bir bedenle tekrar çığlık atıp, yumruğumu geçirdiğimde, “ Allah !” diye bağıran başka bir sesi duydum. Lakin hangi sesz kime aitti çıkaramıyordum. Bana doğru gelen, uzun boylu bir karartıyı görmemle çığlığımı bastığım gibi yumruğumu da geçirdim. O beden kime aitti bilmiyorum ama, yere devrildiği kesindi.
“ Biri üstüme düştü !” diye bağıran Gülfer’in yerde ne işi vardı, hiçbir fikrim yok. Tam tekrar birine vuracakken, bir an da elektrikler geri geldi ve Devrim ile göz göz geldik. Daha doğrusu o benim tekmemle, ben de onun yumruğuyla göz göze geldim. Aynı an da ben tekmemi, o da yumruğunu indirdi. “ Biri bana yardım etsin !” diye seslenen yerdeki Gülfer’e eğdim kafamı.
Egit üzerine düşmüş, daha doğrusu bayılmıştı. Sanırım onu bu hale getiren bendim. Gülfer ise, yerde kıpırdanıp kurtulmaya çalışıyordu. Bakışlarım biraz daha ileriye gittiğinde, Hamza’nın Gülfem’in saçını tuttuğunu, Harun’un ise Gülfem’in bacağını tutmuş vaziyette olduğunu gördüm. Onlarda yerdeki Gülfer ve Egit’e bakıyordu. Lakin kendi durumlarından, pek haberleri yok gibiydi.
Devrim ve Harun hemen ayaklanıp, Gülfer’in üzerindeki Egit’i kaldırdılar. “ Şunu odasına taşıyalım.” Dedikten sonra ikisi ortadan kaybolurken hepimiz birbirimize baktık. Son olarak tüm bakışlar Hamza’yı bulduğunda, korkuyla gülümseyip her birimize baktı. “ Hadi ama çocuklar, nereden bilebilirdim ki?” daha fazla sesi çıkmadan yanı başındaki Gülfem bir tane suratına geçirdi. Hemen ardından Gülfer’de gidip saçlarından tuttuğu gibi tokadını bastı. Ben de onlara eşlik ederek Hamza’yı patakladığımda, o bize yalvarıyordu.
“ Filmi sen açtın fışki yiyen !” diye bağıran Gülfem suratına bir tane daha geçirdiğinde, Hamza artık yerdeydi. Üçümüz beraber Hamza’yı pataklarken, kısa süre sonra Devrim ve Harun gelip bizi onun üzerinden kaldırdılar. Lakin bizim bıraktığımız boşluğu onlar doldurarak, Hamza’dan intikamlarını aldılar.
🇹🇷
Dün gece yaşananlardan sonra, hepimiz birbirbirimize her an kahkaha atacakmışız gibi bakıyorduk. Tabi Hamza’ya olan bakışlarımız daha farklıydı. Filmi seçen o olduğu için, tüm nefretimiz onaydı. Eğer korku filmi seçmeseydi, şuan hiçbirimiz bu hâlde olmayacaktık.
Tam olarak şuan, üzerimizde, çay toplamak için giydiğimiz yöresel kıyafetlerimizle, kocaman tarlada çay topluyorduk. Ve bunun sebebi olan Hamza’ya nefretimiz kusmaktan çekinmiyorduk.
İki gün sonra düğün vardı, bizim olduğumuz duruma bak!
Çay toplama torbamın makasını, çaylara geçirip kestiğimde, aynı işlemi çok sevgili kuzenlerimde gerçekleştiriyordu. Sabah yediden beri buradaydık. Dün yaptığımız gürültüden dolayı babaannem bizi salona toplamış, kahvaltı bile etmemize izin vermeden tarlaya yollamıştı. Bunun tek sorumlusu olan Hamza, sanki ona yapacaklarımızın farkındaymış gibi, bizden en uzak köşeye geçmişti.
“ Neyse, duan edin de öğlene kadar dedi. Yine akşama kadar kalsaydık, pestilimiz çıkardı.” Diyen Gülfer’e baktım. Haklıydı. Eğer akşama kadar burada kalsaydım, delirirdim. Ne hallerden, ne hallere düşmüştüm. Şaka gibi hayatım var be!
“ Bir saate bitiyor, dayanın kızlar.” Diyen Egit’e baktım. Bize dayanın diyordu ama bizden daha beter durumdaydı. Dokunsan, küt diye yere düşecekti, öyle bir kıvamdaydı yani. “ Sen kendine mukayet ol da !” diye seslenip, çayları kesmeye devam ettim. Kafama bağladığım eşarbı şöyle bir düzeltip, işime devam ettim.
“ Bir daha şu Gülfer’e uyarsam, işte o zaman beni şu tarladan yuvarlayın!” diyen Devrim’e hepimiz güldük. Tahminlerimiz her zamanki gibi doğru çıkmıştı. Gülfer’in canının sıkıldığını dile getirmesi bile, bize binbir türlü bela açıyordu. Zira o, canının sıkıldığını ima etmese, biz o filmi izlemeyecektik bile!
“ Kabak yine bana patladı, iyi mi !” diyen Gülfer’e yanındaki Harun bir fiske attı. “ Sus kız.” Dedikten sonra, “ Sen konuşma, sen konuştukça başımıza bela geliyor!” deyip işine devam etti. Bu sitemine gülüp, ben de işime devam ettim.“ Ha gören da çayurdan yuvarlandin sanacak.” Dediğinde, hepimiz onun ne kadar şom ağızlı olduğunun farkındaydık, bu yüzden ona gözlerimizi kocaman açmış bir şekilde baktık. “ Ay tamam be, demedik bir şey!” deyip Harun’dan uzaklaştı ve işine devam etti.
Neyse ki, zor da olsa geriye kalan bir saatimizi doldurmuş ve resmen koşarcasına eve gidiyorduk. Eşarbımdan, alnıma düşen boncuklar ise ayrıyetten sinirlerimi bozuyordu.
Hızla kafamdaki eşarbı çıkarıp ellerimin arasına aldım ve o şekilde ilerlemeye başladım. Neyse ki tarla Konağa o kadar uzak değildi, bu yüzden rahatlıkla konağa vardık. İçeri girdiğim gibi ayakkabılarımı bir kenara fırlatıp, koşarcasına salona girdim ve kendimi üçlü koltuklardan birine attım. Aynı an da salona dolan kuzenlerimin kimisi kendini koltuğa atarken, kimisi ise kendini yere atmıştı.
“ Oy nenem, oy!” deyip içime derin bir nefes çektiğimde, sanki ona seslendiğimi duymuş gibi babaannem kapıda belirdi.
“ Bağa mı seslendin, Laçinum ?” dediğinde, kılımı bile kıpırdatacak halim yoktu. “ Yok nenem, ezcuk pestilim çıkti da, onu deyiydım.” Nenem her birimize şöyle bir baktıktan sonra, “ Heç bir şeyiniz yok, hazirlanun işimuz var.” Dediğinde, hepimizden ağlarcasına sesler çıktı. “ Yine ne edeceğuk nenem ?” diyen Devrim’e şöyle bir bakıp, “ Sürpruz.” Deyip arkasını döndü ve gitti. Nenem gittikten sonra şöyle bir hâlimize baktım.
Kesinlikle hiç iç açıcı bir durumda değildik.
Egit amcam kendini yere boylu boyunca atmış, tavana bakarak nefesleniyordu. Gülfer kendini attığı tekli koltukta gözlerini kapatmış, o şekilde dinlenmeye çalışıyordu. Harun ve Hamza ise kafalarını birbirine yaslayarak üçlü koltukta oturmuş, acıklı bir yüz ifadesiyle karşıya bakıyorlardı. Devrim ve Gülfem de tıpkı Egit amcam gibi kendilerini yere atmış, dünya ile olan bağlarını koparmaya çalışıyorlardı, ya da ne günah işleyip bu hallere geldiklerini düşünüyorlardı.
Eminim ki Gülfem şuan, Gülfer ile ikiz olduğu için, içten içe ona sövüyordur.
Son kez her birine şöyle bir bakıp,“ Yadigar Sultanla baş edemeyiz, kalkın miçolar.” Dedikten sonra ayaklandım ve üst kata çıktım. Benim ardımdan diğerleri de birkaç homurtu çıkarıp ayaklanmıştı. Odama girdiğim gibi, hızlı bir duş alıp üzerime siyah bir pantolon ve lacivert bir kazak geçirip, kuruttuğum saçlarımı da sıkı bir at kuyruğu yaparak odamdan çıktım. Hızla aşağı indiğimde, salonda kimseyi bulamadım. Bu yüzden dışarı çıktım. Büyük olan bahçede, çardakta oturan babaannemi gördüğümde, adımlarımı onun yanına doğrulttum.
Yanına gittiğimi fark eden babaannem bana tebessüm etti. Ben de yüzümdeki gülümsemeyle çardağa girip, tam karşısındaki banka oturdum ve bakışlarımı gözlerine çevirdim. “ Amcamlar nerede nenem ?” dediğimde, “ Çarşıya indiler.” Dedi. Kaşlarım hafif çatılırken, “ Hepsi mi ?” diye sordum. Yüzündeki gülümsemeyle, “ Hepsu.” Dedi. Bir gariplik vardı ama hadi hayırlısı. Ne de olsa yakında çıkardı kokusu.
“ Bize ne yaptıracaksın nenem ?” dediğimde, gülüşü büyüdü. “ Sürpruz, dedum da!” diyerek yalandan bir sitemde bulundu. Çok beklemeden diğer kuzenlerimde etrafımıza doluştuğunda, babaannem her birimize teker teker baktı. Derda halamdan korkuyorsam, bu kadından bin kat daha fazla korkuyordum. Her ne kadar tatlış bir kadın olsa da, bazen çok korkutucu oluyordu. Üstelik Derda halamın, kimin kızı olduğunu da unutmamak gerek. Yani bu tontiş kadın, Derda halamdan da beter olabiliyordu.
“ Gelun gelecek.” Deyip gülümsemeye devam ettiğinde, kaşlarımız çatık bir şekilde ona bakmaya devam ettik. “ Benim niye haberim yok anne ?” diyen Egit amcaya döndü bakışlarımız. O bile müstakbel eşinin gelişinden habersizse, kesinlikle bir işler dönüyordu. “ Ben istedum, ha şimdu gelecek.” Dediğinde, kocaman gözlerle birbirimize baktık.
“ Bizden ne istiyorsun nenem ?” diyen Gülfem’e kocaman gülümseyip, “ Tüm ailesunu topladı gelecek.” Hepimize sahte, üzüntülü bakışlarını yollayıp, “ Evde heç kemse yok. Mecbur siz ağurlayacaksiniz.” Dediğinde hepimizin bakışları birbirini buldu.
“ Kaç kişi gelecekler nenem ?” diyen kişi Harun’du. Babaannemin gülümsemesi büyüdü de büyüdü. “ Bağa en az yermu keşi gelecak dedi.” O keyifli gülümsemesini yüzüne kondururken, biz daha şimdiden başımıza gelen belayı ne edeceğimizi düşünüyorduk.
“ De hayde, ne bekliysığız ! Kalkun da misafur gelecak !” deyip bizi kış kışladığında, hızla hepimiz ayaklandık ve tekrar konağa girdik.
Hepimiz mutfağa doğru ilerlerken, birazdan kapımıza dayanacak misafirleri düşünmek istemiyordum. “ Ula Yadigar Sultan, yine yaptın yapacağını !” diyen Devrim’e göz ucuyla baktıktan sonra hızla dolaptan çaydanlıkları çıkarıp su doldurmaya başladım.
“ Amca, bir zahmet git karının ailesine tatlı bir şeyler al da yesinler.” Dediğimde, beni ikiletmeden bir koşu konaktan çıktı. Benimle aynı hızda, kızlarda tabak ve şekerleri hazırlarken, diğer üçlü bize bakıyordu. “ Biz ne yapalım ?” diyen Hamza’ya şöyle bir bakıp, “ Tatlı tabaklarını çıkarıp dizin. Çatalları da koyun, bak unutmayın sakın.” Dediğimde üçü birden tatlı tabaklarını çıkarmaya başladı. Ben de hızlıca doldurduğum çaydanlıkları ocağa koyup kaynamalarını bekledim.
Şuan için yapabileceğim tek şey buydu. Ev zaten temizdi, tek yapmamız gereken ikramlıkları hazırlamaktı. Yaklaşık on beş dakikanın sonunda, tam da babaannemin dediği gibi misafirler kapıyı çalmıştı. Hepimiz göz göze geldiğimizde, “ Gazabımız mübarek olsun miçolar.” Deyip mutfaktan çıktım.
Arkamdan gelen Gülfem, “ Çocuklarla ben ilgilenmem, şimdiden söyleyeyim.” Dedi. Onun ardından gelen Gülfer, “ Ben hiç uğraşmam.” Dedi. Geride kalan üçlüden Devrim, “ Alt tarafı çocuk, ne abarttınız !” dediğinde, o çocukların ne kadar haylaz ve fırlama olduklarının farkında değildi.
“ Tamam o zaman, çocuklarla siz ilgilenin.” Deyip kızlara döndüm ve göz kırptım. Onların da dudaklarında sinsi bir gülümseme belirdiğinde, “ Ne kadar zor olabilir ki?” diyen Hamza’ya şöyle bir baktıktan sonra, Konağın kapısını açtım. En önde Kırklı yaşlarının sonunda bir kadın ve adam vardı. Onlar gülümseyerek içeri ilk adımı attıklarında, üzerlerindeki kabanlarını da ellerimin arasına bıraktılar.
“ Hoş geldiniz.” Dediğimde, “ Hoş bulduk kizum.” Deyip içeri doğru geçtiler. Onların hemen arkasından, Egit amcamın nişanlısı olduğunu anladığım kız içeri adım attı ve kabanını bana uzattı. Onun kabanını da elime alıp, aynı şekilde selamlayıp içeri geçirdim.
Elimdeki kabanları, vestiyere astıktan sonra herkesi teker teker selamlayıp, içeri uğurladım. Benim gibi kuzenlerim de bu işlemi gerçekleştirmişti. Son kişi de içeri girdiğinde, hepimiz şöyle bir, birbirimizin suratına baktık.
Kesinlikle haşaratımız çıkacaktı!
Hızla elimdeki son kabanları da vestiyere asıp salona geçtim. Her biri kendi için doğru yeri bulmuş ve oturmuştu. Neyse ki konak büyüktü de, oturulacak yer konusunda bir sorun yaşanmamıştı. Altımız birden salona geçtiğimizde, içerideki tüm bakışlar bizi buldu. Babaannem her zaman ki koltuğuna geçmiş, oturuyorken bize gülümsedi.
Eliyle ilk önce, en başta duran beni gösterdi. “ Torunum Laçin. Akerumun kizi.” Dediğinde, babamı tanıdığını belli eden yüzler, acırcasına yüzüme baktı. Lakin bu acırcasına bakışları boş verip gülümsedim ve salona geçtiğim gibi büyüklerin elinden öpmeye başladım.
Zira ben acınılacak bir durumda değildim, tam tersi gururla tebessüm edilmesi gereken bir durumdaydım. Yine de bu bakışlarını umursamadım, ve saygımı bozmadım.
İlk elini öptüğüm kişi, gelinin anne ve babasıydı. Daha sonra, onların yan tarafında duran; yine kırklı yaşlarında, siyah saçlı, beyaz tenli ve ela gözlü bir kadını gördüm. Bir an için, bu kadını bir yerde gördüğümü sansam da, belki de bir yanılsamadır diye düşünerek, üzerinde fazla durmadım ve elini öpüp alnıma koydum. “ Hoş geldiniz.” Dediğimde saçımı okşayıp gülümsedi. “ Hoş buldum, kızım.” Dediğinde, bir an için anılarım kendini yirmi yıl önceki bir âna götürdü, lakin bu çok kısa sürdü. Sesi çok tanıdıktı, keza yüzü de aynı şekilde. Lakin kim olduğunu anlamamıştım.
Yorgunluktan karıştırıyorum diye düşünerek, onun yanından çekildim ve diğer büyüklerimin elini öptüm. Benden sonra babaannem diğer kuzenlerimi de tanıttı. Onlar da tıpkı benim gibi her birinin elini öptükten sonra, anlaştığımız üzere erkekler çocuklarla ilgilenmeye başlamıştı. Biz ise mutfağa geçmiştik.
Kısa süre sonra, neyse ki Egit amcam bizi çok bekletmemiş, elindeki baklava tepsisiyle mutfağa girmişti. Kızlar hızla tatlıları tabaklara yerleştirirken, ben de demlediğim çayı bardaklara doldurmaya başladım. İşimiz bittiğinde, Çaylar, şeker ve tatlılarla salona geçip herkesin önüne çayını ve tatlısını bıraktık.
Herkes çayını yudumlarken, biz de kenarda oturuyor, onların muhabbetini dinliyorduk. “ Senun uşak neredur, Gülnare ?” Babaannem bu soruyu, bana tanıdık gelen kadına sormuştu.
Bir dakika, babaannem Gülnare mi dedi ?
İçimde kıpırdanan bir huzursuzlukla o kadına bakarken, bir kez daha düşündüm. Yirmi yıl önce kaldığım yetimhanedeki kadının adı da Gülnare’ydi. Ve yanlış hatırlamıyorsam o da Orduluydu. Lakin yüzünü net bir şekilde hatırlamadığım için, emin olamıyordum.
“ Az işi var, gelecek.” Diyen kadından gözlerimi bir türlü alamıyordum. Bu kadın, Gülnare Ejem olabilir miydi ? Boğazımdaki düğümü zorla tutarken, çalan kapıyla hızla ayaklandım. “ Ben bakarım.” Deyip salona bir kez daha bakmadan çıkış kapısına doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde, üzerimdeki kazağın eteklerini düzelttikten sonra kapıyı açtım.
Lakin keşke açmaz olsaydım. Karşımda, kaslı gövdesini süsleyen siyah bir kazak, altına ise kaslı bacaklarına hafif bol gelen siyah kot bir pantolon ve onun üzerine de giydiği siyah kabanla bir adam duruyordu. Zira şuan harika görünüyordu, çoğu kızın ağzını sulandıracak görüntüsüyle karşımda durması. Çatık kaşları altındaki anlamaz gözlerle gözlerime bakması, yüreğimi bir kez daha ateşle harladı.
Yüzümdeki şaşkınlıkla onu bir kez daha süzdüğümde, o da tıpkı benim ona yaptığım gibi beni süzdü. Ben klasik görüntümdeydim. Lakin bu adam... Fazla çekici görünüyordu.
Hiç şüphesiz karşımdaki Yüzbaşı’dan başkası değildi.
Bu kaderin bize oynadığı bir oyun muydu, yoksa tesadüflerden oluşan bir keşmeke miydi, bilmiyorum. Lakin tesadüflere oldum olası hiç inanmazdım, ne olursa kader tarafından olur, yaşanırdı bana göre.
Lakin bu sefer, kader değil tesadüf demek istiyordum. Çünkü bu adamın, kaderimde bir yerlerde rol aldığını bilmek, nedense yüreğimi çok burkacakmış gibi hissettiriyordu.
🇹🇷
Şimdilik bu iki bölümü düzenleyip atabildim, diğer bölümleri de düzenlediğimde atacağım.
Yeni bölümde görüşürüzz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.66k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |