
*** BU KURGU , ŞEHADET ŞERBETİNİ İÇMEYE ANT İÇMİŞ MEHMETÇİK , ŞEHİT , GAZİ VE ANDINI HÂLÂ YERİNE GETİREN TÜM ASKERLERİMİZ ANISINA YAZILMIŞTIR. KOCA YÜREKLİ ANNE BABALARIN , KOCA YÜREKLİ EVLATLARI , BU VATAN SİZİ UNUTMAYACAK !***
🇹🇷
Kurguda bulunan kişi, kurum , kuruluş ve olaylar, gerçeği YANSITMAMAKTADIR. Tamamen hayal gücüne bırakılmış şekilde yazılmıştır.



🇹🇷
FİNAL
KAVUŞMAK
🇹🇷
TUĞRUL GANİEV
Hayat dediğimiz şey ne de garipti böyle. Bir gün güldürürken, öbür gün ağlatabiliyordu. Bir keşmekeden ibaretti hayat. Lakin bir o kadar da imtihanlarla doluydu.
Belki de yaptığım günahın bedelini ödüyordum, bilmiyorum.
Çok fazla günahım vardı. Lakin hiçbiri, ettiğim zina kadar büyük değildi. Belki de benim imtihanım buydu. Ettiğim zina sonucunda, sevdiğimi kaybetmiştim...
Üzerimdeki siyah tişörtün yakasında onun resmi vardı, önümde ise odun parçalarından yapılmış tabutu... Namazı kılınmış, duaları edilmişti. Şimdi ise tabutu taşınacaktı...
“Oy, benum ay yüzlü torunum!” Babaannesinin haykırışı cami avlusunu doldururken, amcası Egit ve diğer çocukları onun yanına çökmüş yalvarıyordu. “ Ne olur yapma anne...” demişti Dilber hanım. “ Oy benum kınalı kuzum!” ellerini dizine vurup boğazını yırtarcasına haykırıyor ve ağlıyordu yaşlı kadın.
“ Baban gettu, yetmedu sen da gideyisun?” içli içli ağlayışı ile birlikte tüm yakınları bir bir yaşlarını dökmüştü. Onu bir kere dahi olsa gören her insan buradaydı. Kimsesiz olmasına rağmen, çok fazla kimsesi vardı...
“ Oy Rabbum! Ha şu canumi al kizuma ver!” bir kez daha sarsılarak ağladı. Her birimiz ise onun içli ağlayışına gözyaşlarımız ile eşlik ediyorduk. En nihayetinde tabutun başına Egit Amcası ve ben geçtik. Hemen arkamızdan ise, kuzenleri, kopuk timi ve amcaları vardı. Her birimiz tabutuna el atmıştık. Tam bir iki adım ilerlemiştik ki, “ Nenenu birakup gideyi misun? Ha benum deniz gözlum?” ellerini dizine bir kez daha vurdu, “ Sen da git! Sen da git benu bir başuma birak!” Gözümden bir damla düşerken, adımlarımı ilerlettim. “ Babana selamumi soyle benum kizum!” daha fazla dayanamayan kadını kollarından tutup geriye çektiler. Zira her bir cümlesi insanın ciğerini dağlıyordu.
Kanından olmamasına rağmen, onu öz torunu gibi görüyordu.
Laçin’in bu insanlara, bu kadar değer vermesi çok normaldi. Zira kimse kanından olmayanı bu kadar kolay kabul etmezdi...
Yarım saatin ardından mezarlığa gelmiştik. Adımlarım buraya gelmeyi hiç ama hiç istemiyordu. Lakin onu hissetmek istiyordum. Bende biliyordum bir daha onu göremeyeceğimi, sesini duyamayacağımı, tenine dokunamayacağımı. Hissetmek istediğim şey ruhuydu...
Önce toprağını kazıdık, hemen ardından tabutunu çıkarıp beyaz kefen içerisindeki bedenini ellerimiz arasına aldık. Onu beyaz bir kefen içinde elime almak yaşlarımı bir bir akıtırken, ruhumda hissettiğim ağrılar beni yere düşürecek kadar ağırdı. Yavaşça bıraktık kefeni, ardından tahtaları yerleştirdik ve geriye çekildik. Şimdi herkes birbirine bakıyordu. Ben hariç. Benim gözüm, toprağın altında, beyaz kefenden biraz dışarıya çıkmış kahverengi saçlardaydı. Gözümden bir damla yaş daha düştüğünde, neredeyse dizlerimin üzerine düşmek üzereydim. Lakin biri elini omzuma attığında, istemeyerek gözlerimi oradan ayırdım ve elin sahibine baktım.
“ İlk toprağı sen at.”
Kulaklarım Egit’in söylediği cümlede takılı kaldı.
İlk toprağı sen at.
Benim sevdiğim benden gitmişti ve şimdi ben, onun üzerine ilk toprağı atacaktım. Bu ne kadar da kalp acıtan bir durumdu böyle... Bir yaş daha çehreme düştüğünde, Egit omzundaki elini hafifçe sıktı. “ Yıpratma kendini.” Ben nasıl alışırdım ki onun yokluğuna? Başımı Egit’in üzerinden çekip tekrardan yere çevirdim ve bana en yakın olan küreğe elimi uzattım. Derin bir yutkunuşun ardından küreğe ilk toprağı doldurdum ve üzerine attım. Yetmedi bir kürek daha doldurup attım. Üçüncü dördüncü derken, beşinciye gücüm yetmedi ve iki dizimin üstüne çökerek ağlamaya başladım. Nerede olduğumu, kimlerin olduğunu umursamadan ağladım.
Omuzlarım sarsıldıkça, yeni yaşlar bir bir aktı harelerimden. Lakin hiçbiri onu bana geri vermedi. Ben kaybettim, hayat ise karşıma geçip güldü.
“ Tuğrul...” Tanıdık gelen ses ile birlikte kafamı kaldırıp bana bakan kadına baktım. “ Anne.” Dediğimde o da benimle birlikte ağlıyordu. O da benim gibi yere çöktü ve kafamı göğsüne koydu. “ Ağlama diyemiyorum.” Dediğinde, annemin koynundaki haykırışlarımı devam ettirdim. “ Gitti Anne.” Dedim bu gerçeği kendime hatırlatırcasına. “ O benden gitti!” Benim yaşlarım annemin mâbedini, annemin yaşları ise benim saçlarımı ıslatıyordu. Şuan ki tek sığınağım annemdi. Ondan başka kime sığınacaktım acımı dindirmek için?
“ Bu kızın ardından döktüğün yaşlar onu geri getirmeyecek evlat. Neticede Rabbim bir vakit koymuş. Kimse o vaktin önüne geçemez. Zira ölecek olan bile ne bir dakika geriye, ne de bir dakika ileriye alabilir vaktini...”
Bakışlarım Cenaze namazını kıldıran Hoca’yı buldu. “ Hani gerçekleşmeyecek hayali kurdurmazdı Rabbim? İsyan değil bu, yanlış anlama hoca efendi. Lakin benim bu kızla olan gelecek hayalimi bana kim geri verecek? Söyle bana, bu yürek nasıl kaldırsın bu acıyı?” Hocanın dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. “ Zira Rabbim unutmak gibi bir yetiyi bizlere vermeseydi, insanoğlu çoktan kahrından ne hallere düşmüştü... Nasip vaktini bekler evlat. Sen her ne kadar bugün olsun desen de, nasip başka bir vakitteyse o vakte kadar hiçbir şey yapamazsın.” Bu cümlelerini kurduktan sonra bir daha bize dönmemiş, arkasını dönüp gitmişti hoca. Ben ise olduğum yerden doğrulmuş, bana acıyarak bakan insanların yüzüne dahi bakmadan, Laçin’in mezarının dibine oturdum ve toprağını usulca okşadım.
Yavaş yavaş tüm kalabalık dağılırken, geriye sadece yakınları kalmıştı. “ Anne?” Tarık abinin kızı olan Tuğçe’nin sesini duymuştum, bu sessizliğin içinde. “ Lalin halam babamın yanına mı gitti? Babamın da üstüne toprak atmıştınız.” Tuğçe artık 7 yaşındaydı, lakin Laçin’in adını aklında Lalin olarak kodladığı için o şekilde kalmıştı. Şimdi ise Lalin halasının, babasının yanına gittiğinden bahsediyordu... “ Evet canım. Baban orada çok sıkılmış, eh senin bu çenesi düşük halanı da çok özlemiş, çağırmış yanına.” Fadik abla gözünden düşen damlayı elinin tersiyle silip kızına gülümsedi. “ O zaman beni de çağırsın! Ben de çok özledim babamı, o beni özlemiyor mu?” diyerek gözleri dolu dolu sormuştu bu soruyu. Fadik ablanın ise dudakları titremiş ve gözlerini kaçırmıştı.
“ Olur mu öyle şey halacık. Baban tabii ki seni çok özlüyor. Ama sen babanın yanına gitmek için henüz çok küçüksün. Biraz büyü, baban seni de çağıracak.” Diyerek yeğenini teselli etmeye çalışıyordu Serçe. Lakin o da pek iyi görünmüyordu. Gerçi buradaki kimse iyi görünmüyordu...
“ Babana bendan selam söyle kinali kuzum.” Diyerek yeğeninin toprağını okşadı Aysel halası. Daha sonra ise, daha fazla burada kalamayarak çıkışa doğru ilerledi. Ailesinin her bir üyesi teker teker onunla vedalaştıktan sonra buradan ayrıldılar. Timdekiler de aynı şekilde vedalaşıp ayrılırken, ben hâlâ burada duruyordum.
O benden gitmiş olsa dahi, ben ondan gitmek istemiyordum.
Hayat çok acımasızdı, yüzümüze kondurduğu iki tebessümü de misliyle geri alıyor, kahrı perişan ediyordu bizi. Buydu kaderin oyunu. Bir tebessüme karşılık bin kahır... Ellerimi kondurdum sevdiceğimin toprağına. Tenine dokunamıyordum, lakin toprağına şükrediyordum... Buydu hayat. Bazen bize almak istediklerimizi, bu şekilde veriyordu.
Belki de nasibimi gereğinden fazla zorlamıştım...
Tahtasını avucumun içi ile okşayıp gözlerimden yaşlar aka aka öptüm o kuru tahtayı. Sanki onu öper gibi... Ne kadar süre orada kaldım bilmiyorum, tek bildiğim uzun süre yanından ayrılmamış olduğum gerçeği idi. Buradan ayrılmak gibi bir niyetim de yoktu, lakin birinin omzuma vurmasıyla hafifçe doğruldum. “ Kalk artık.” Belgin’in sesini duymayı beklemiyordum. Lakin söylediğinde haklıydı. Kalkmalıydım artık.
Derin bir nefesi ciğerlerimin ta içine çekip yavaşça ayağa kalktım. Kan çanağına dönen gözlerimi omzumun üzerinden ona çevirdim. Ela gözleri bana acıyarak bakıyordu. Çok yanlış bir bakıştı, bana acımamalıydı zira ben zaten bir ölüydüm...
“ Toparlan Tuğrul.” Dedi kısık çıkan sesiyle. Ben ise gözlerimi ondan çekip, son kez adının yazılı olduğu tahtadan öpüp ayağa kalktım. Belgin’i umursamadan mezarlığın çıkışına doğru ilerlediğimde, bazı silüetler görmüştüm. Kısa süreli olarak gözlerim oraya gittiğinde, o silüetleri tanıdığımı fark ettim.
Omar ve Maysa.
Maysa ağlıyordu, Omar ise bakışlarını ondan kaçırmıştı. Onlara daha fazla bakmayacaktım lakin Maysa’nın Omar’a sarılmasıyla Omar’da dayanamamış olacak ki ona sarıldı. Gözlerim onları tamamıyla izlemeyi kestiğinde, aklımda yalnızca bir düşünce vardı.
Bazı ölümler; âşıkları ayırırken, bazılarını kavuşturuyordu...
4 AY SONRA
LAÇİN SAĞDIÇ
Heyecanlıydım.
Heyecanım öyleydi ki, yüreğim ağzıma gelecekti. Normalde bu deyim korkuyu belirtse de, benim şuan hissettiğim yüksek dozda bir heyecandı. Ve bu heyecanım sayesinde, yüreğim ağzımda atıyordu resmen.
Elimi kalbimin üzerine koyup sakince soluklanmaya çalıştım. Bu heyecanımı biraz olsun dizginlemem gerekiyordu. Bir şekilde sakin kalmanın yolunu bulmalıydım, lakin nafileydi. Aileme yaklaştığını bilen kalbim, heyecanına yenik düşüyordu.
Dikiz aynasına bakarak saçım ve makyajımı kontrol ettim. Üzerimde siyah, yakası üçgen kesim bir büstiyer ve onun üzerinde ise kot ceket vardı. Altıma ise siyah bir deri pantolon giymiştim. Koyu kahve olan saçlarımı düzleştirmiş ve tepeden sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Bu saç stili beni olduğumdan daha sert bir görünüme sokuyordu.
Yüzümde ise hafif lakin mavi gözlerimi oldukça ortaya çıkaran bir makyaj vardı. Göz kapaklarıma yavru ağzı tonlarında bir far sürmüş, eyeliner ile hafif çekik olan gözlerimi daha de çekik göstermiştim. Oldukça kıvrık ve uzun olan kirpiklerini rimel ile daha da gür ve uzun göstermiş, siyah göz kalemi ile kirpik diplerimi boyamıştım. Bu makyaj ile oldukça sert bakışlara sahipmişim gibi görünüyordu. Dudaklarımda ise gül kurusu tonlarında bir ruj vardı.

Oldukça iyi görünüyordum.
Hemde baya baya iyi görünüyordum.
Derin bir soluk daha alıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Aynadan son kez kendime bakıp bakışlarımı direkt olarak sol tarafımda kalan Alay’a çevirdim.
Bugün, o gündü.
Aileme döndüğüm gün.
Tuğrul’a kavuşacağım gün.
Dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirirken, torpidodan silahımı çıkarıp belime koydum. Hemen ardından yan koltuğa atmış olduğum rozetim ve telefonumu da cebime atıp derin bir soluk eşliğinde arabanın kapısını açtım ve ilk adımımı attım.
“ Gazamız mübarek olsun.” Diyerek kapıyı kapatıp arabayı kilitledim ve anahtarı ceketimin cebine attım.
Gözlerim ilk olarak Alay Komutanlığı’nın girişini buldu. Birçok anımın yer sahipliği yaptığı bu yer, yüreğimi acı ve hasretle burktu. Gözlerim Alay’ın her bir yerinde gezinirken, gözlerim ilk olarak banka takıldı. O bank, benim birçok acımı, kederimi yeri geldiğinde sevincimin yer aldığı banktı. Gözlerim biraz ilerisindeki ağacı gördüğünde, Omar ve Alperen ile olan anılarım gözlerim önüne serildi. Omar ile birlikte kahkahalar atarken, Alperen ile birlikte kederimizi paylaşmış ve ben oradan vurularak ayrılmıştım. O gün beni vuranlar ise, bugün yaşamıyordu.
Her birini kendi ellerim ile gebertmiştim.
Gözlerim bu sefer eğitim alanını gördüğünde, Tim ile olan ilk tanışmamı anımsadım. Tarık abinin onlara verdiği emirler ve onların birbirine sanki düşmanmış gibi olan tutumlarıyla dövüşmeleri...
İstemsizce bir tebessüm yüzümde yer edindiğinde o anları hatırlamak beni hem hüzünlendirmiş hem de mutlu etmişti. Alay’a doğru ilk adımı attım. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarımı doldururken, Nöbetçi Askerin yanına kadar gidip rozetimi çıkardım ve ona gösterdim. Hızla saygıyla selam verip bana kapıyı açtı. Ben ise adımlarımı ileri atarak tamamı ile Alay’ın içine girdim. Ve tam bu anda, tanıdık bir ses ile deja vu yaşadım.
“ Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü!”
Bu Alay’a ilk adım attığımda da bu sesi duymuştum. Gözlerim usulca koşu yapan timi buldu. Farklı bir timdi, lakin başlarındaki komutan oldukça tanıdıktı. Dudaklarımdaki tebessüm ile, timin başındaki komutana baktım.
Siyah saçları üç numaraya vurulmuş, buğday teninden terler oluk oluk akıyordu. Üzerinde üniformasının tişörtü vardı. Tişörtü de terden payını almış, sanki üzerine su dökülmüş gibi sırılsıklam olmuştu. Benim gibi hafif çekik olan gözlerini karşıya dikmiş, şiiri candan söyleyerek koşuyordu.
Bu gördüğüm kişi Omar’dan başkası değildi.
Gözlerim onlardan ayrılırken, Alay Komutanlığının girişinden çıkan kişi ile birlikte kalbimin gümbürtüsü tüm bedenimi sardı. Heyecanım ellerimin titremesine neden olurken, gözlerim bir an olsun ondan ayrılmıyordu. Üzerinde Asker üniforması vardı. Sağlıklı görünen bedeninde bronz teni parlıyordu. Siyaha çalan saçları dağınık, kaşları çatık, dudakları dümdüz bir çizgi halindeydi. Kızıl kahve gözleri ise kimseyi görmeye tahammül edemiyormuş gibi yalnızca karşısına bakıyordu.
Yüreğimin sancısıyla birlikte tam ona doğru bir adım atmıştım ki, onun arkasından çıkıp elini omzuna atan kadın ile birlikte adımım olduğu yerde çakılı kaldı. Kaşlarım çatılırken, Tuğrul’un omzuna kolunu atan kadına öfkeyle baktım.
Bu da kimdi?
Gözlerim Tuğrul’a döndüğünde, hafifçe arkasını dönüp onun omzuna elini koyan kadına baktı ve yüzündeki sert ifade tamamen kayboldu. Bunun yerine yüzünde bir tebessüm belirirken, adımlarını durdurup kadının yanına gelmesini bekledi. Kadın geldiğinde ise arkasını bana döndü ve kadınla konuşmaya başladı. Lakin benim aklımda tek bir şey dolanıyordu.
O kadına neden gülümsemişti? Dahası yüzündeki o öfkeyi hemencecik silebilecek kadar değerli biri miydi o kadın?
Yüreğim acıyla sıkışırken, ona giden adımım geri gitti. Gözlerim o kadını gördü. Onun da üzerinde asker üniforması vardı. Kumral saçlarını tıpkı benim gibi tepeden toplamış, yüzüne gram makyaj yapmamıştı. Ela gözleri ise güneş sayesinde birer altın parçası gibi görünüyordu.
Yoksa...
Boğazıma oturan yumruyu zorlanarak yuttum. Gözlerimin ardı sızlarken, ağlamamak için dişlerimi sıktım ve bakışlarımı onlardan kaçırdım.
Buradan defolup gitmek istiyordum.
Tam arkamı dönmüş gidecekken, duyduğum sesler ile birlikte olduğum yerde durdum.
“ Yanlış mı görüyorum ben?”
“ Hortlamış olma ihtimali neredeyse yüzde sıfır, yanlış görüyoruzdur.”
“ Dimi dimi, kesinlikle ona benzeyen biridir.”
“ Başka bir açıklaması olamaz.”
“ Bu kadar benzemesi normal mi?”
“ Oğlum saçmalama, mezardan çıkıp buraya nasıl gelsin? 4 ay oldu amına koyayım!” Son cümleleri söyleyen Azmi’nin sesiyle ister istemez tebessüm ettim. Canımın acısına rağmen... Bu sefer karşı taraf olan Cümali’nin sesi duyuldu, muhabbeti açan da oydu. “ Doğru söylüyorsun, hortlamış olamaz.” Dudaklarımdaki tebessüm yerini korurken, usulca onlara doğru döndüm. Tam olarak yüz metre ilerideki bir ağacın altına geçmiş, dedikodu yaparcasına beni çekiştiriyorlardı.
Mahalle teyzelerinden pek bir farkları yoktu.
Her ne kadar Tuğrul’u o kadın ile birlikte görmüş olsam dahi, buraya yalnızca Tuğrul için gelmemiştim. Ben buraya ailem için gelmiştim. Tuğrul’un o kadına olan gülümsemesi ise, beni ailemle buluşturmaya engel olamazdı.
Küçük adımlarla onlara doğru ilerlemeye başladığımda, ikisi de gergince yerinde kıpırdandı.
“ Lan oğlum bu bize doğru geliyor!” Cümali her zaman fazla korkak olmuştu.
“ Yaklaştıkça Laçin’e daha çok benziyor amına koyayım!” diyen Azmi’nin bacakları titremeye başlamıştı. Zira Azmi, Cümali’ye nazaran aşırı heyecan yaptığında altına kaçırabiliyordu. Bu huyu her operasyona gittiğinde tekrarlanmıştı. Eh, Tarık abi sağ olsun her şeyi anlatıyordu.
“ Altına işemediğini söyle.” Diyen Cümali ile birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım ve son adımımı atarak tam karşılarında durup ikisiyle de göz kontağı kurdum. Yüzümdeki tebessümü ise bir an olsun silmiyordum. “ İşemedim.” Diyen Azmi’nin sesiyle Cümali’nin, “ Bok işemedin!” diyen sesi aynı anda duyuldu.
Azmi altına işemişti.
Sanırım çocuğu birazcık korkutmuştum.
“ Nabersiniz?” diyerek sorduğumda, Azmi pat diye yere yığıldı. Cümali ile birlikte ona baktığımızda, ıslak pantolonu ve yere yığılan bedeni ile fazla komik duruyordu. Lakin yine de gülmedim ve Cümali’ye baktım. O ise şok olmuş bir suratla bana bakakaldı.
“ Sensin.” Dedi ilk önce kısık bir sesle. Daha sonra bakışları etrafı taradı ve tekrar bana döndü. “ Sensin lan!” bu sefer yüksek sesle bağırdı ve benden bir iki adım arkaya gitti. Bu yaptığı canımı acıtsa da umursamadım.
“ Yaşıyorsun!” diyen sesi ile birlikte birkaç yüz bizi buldu. Gözlerim kısa süreliğine Alay’da gezindiğinde, gözlerim Behlül’ü ve onun şok olmuş suratını gördü. Onu gördüğüm an gözlerim dolarken, Cümali’ye ithafen, “ Benim.” Dedim ve adımlarımı ondan uzaklaştırıp Behlül’e doğru hızlı adımlar ile ilerlemeye başladım.
Gözlerimin ardı acıyla sızlarken, kısa süreliğine dudaklarım titredi. Bana doğru gelen Behlül ise, farkında olmamasına rağmen ağlıyordu...
Karşı karşıya kaldığımızda bir süre yüzümü inceledi. Her bir zerreme dikkatle baktı. Sanki benim olduğuma emin olmak istiyormuş gibi bakıyordu. Ben olduğuma emin olmuş olmalı ki önce dudaklarında bir nefesi koyverdi, hemen ardından beni kolları arasına alıp sıkı sıkıya sarıldı. Kollarımı onun sırtına yerleştirip, tıpkı onun gibi ona sarıldım.
“ Gerçeksin.” Dedi titreyen sesiyle Behlül, ben ise ağlamamak için kendimi kasıyor ve ona sarılmaya devam ediyordum. “ Gerçeğim.” Diyerek onu teyit edip daha sıkı sarıldım ona.
Zira Behlül, benim kardeşim gibiydi. Tarık abiden sonra en çok sevdiğim asker, hiç şüphesiz Behlül’dü. Benim acılarımı paylaşan, benimle gülen, yeri geldiğinde sırtımı kollayan, yeri geldiğinde yaptığı taşkınlıklarla beni güldüren biriydi.
Behlül, benim hiç olmamış erkek kardeşimdi.
Kendimi geriye çekip ondan hafifçe uzaklaştığımda, istemeyerek kollarını benden çekti ve gözlerime baktı. Bir süre bir şey demese de, yüzüme kondurduğum tebessüm ile birlikte, “ Yaşıyorsun.” Dedi. Onu teyit etmek istercesine başımı aşağı yukarı salladığımda, bir anlığına gözlerini kapattı ve hemen ardından tekrar bana baktı. “ Buradasın.” Dedi sanki varlığıma inanmak istiyormuşcasına.
Tam ona bir şey diyecekken, duyduğumvses ile birlikte kalbimin ritmi bir kez daha bozuldu.
“ Laçin.”
Bu hem bir şaşkınlık hem de heyecanın bir arada olduğu bir ses tonuydu. Oldukça kısık, lakin yakındakilerin duyabileceği kadar kuvvetli bir sesti. Gözlerim usulca sol tarafıma döndüğünde, önce Tuğrul’u gördüm. Yüzündeki afallama ile birlikte bana bakıyordu. Gözlerim kısa süreliğine yanındaki kadına döndüğünde, o da beni gördüğüne oldukça şaşırmış gibi görünüyordu.
Yokluğumda sevdiğime mi yanaşmaya çalıştın, seni adi orospu!
Ona nefretle bakmama şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdığında onu umursamadım ve gözlerimi Tuğrul’a diktim. Ona baktığım an yüzümdeki tüm öfke çekilip gitti. Geriye ise oldukça masum duygular kaldı. Dudaklarım titrerken, bir elimi kaldırıp, kirli sakallarının olduğu yanağına elimi koydum ve usulca okşamaya başladım. Bu yaptığımla bir adım geri gittiğinde, elim havada kaldı. Yüreğime ise tarifi zor bir kor girdi. Bir anda, hiç beklemediğim bir şekilde Tuğrul arkasını dönüp gittiğinde orada öylece kalakaldım.
Benden gidiyor muydu?
Ela gözlere sahip kadında arkasından gidecekken onu kolundan tuttum ve anlamaya çalışırcasına gözlerinin içine baktım. “ Sen de kimsin?” dediğimde kolunu elimden kurtardı ve yüzüme baktı. “ Yüzbaşı Belgin Balca.” Dedi. Ben ise anlamazca ona baktım. Yeni gelmiş olmalıydı. Zira benim zamanımda böyle biri yoktu.
“ Neden onun arkasından gidiyorsun?” dedim içim sızlarken. O ise sanki önemsiz bir şeymiş gibi, “ O benim dostum.” Dedi. Bu dediğiyle kaşlarım çatılırken, içimdeki kıskanç kadını susturmaya çalıştım. Ona doğru bir adım atıp, “ Tanıştığıma memnun oldum Belgin, bende Laçin.” Bir adım daha atıp, “ Yüzbaşı Laçin Sağdıç.” Kadın bir kez daha şok dalgası geçirirken, onu umursamadan arkamda bıraktım ve ilerlemeye başladım. Zira tek şoku o kadın yaşamamıştı. Arkamda bıraktığım Behlül ve Cümali’de bu şoku dibine kadar yaşıyordu.
Adımlarımı hızlandırarak Tuğrul’a yetişmeye çalıştım. Ben ona bu kadar hasretken böyle arkasını dönüp gitmemeliydi. “ Tuğrul!” diye seslendim hiç çekinmeden. Anlık olarak duraksasa da durmadı ve ilerlemeye devam etti. Adımları Alay’dan içeri girdiğinde, onun arkasından bende girdim. “ Bekle!” dedim lakin beni beklemedi ve adımlarını daha da hızlandırdı. En nihayetinde revirden içeri girdiğinde arkasından kapıyı açık bırakmıştı.
Bu da ne demekti?
Küçük adımlarla revirden içeri girdim. Hemen sol tarafımda olduğunu fark ettiğim Tuğrul kapıyı kapatıp kilitledi ve bana döndü. Ve hiç beklemediğim bir anda, beklemediğim bir şey yaptı.
Beni öptü.
Olduğum yerde çakılı kalırken, elleri arasına aldığı yüzüme yaklaşmış ve dudaklarımı öpmeye başlamıştı. Ben ise oldukça şaşkın durumdaydım. Her şeyi bekliyordum. Bana bağırmasını, öfkelenmesini, “ Neden?” diye sormasını. Lakin o bunu yapmadı. Bunun yerine sanki yılların hıncını alıyormuş gibi dudaklarımı öpmeye başlamıştı. Hem de revirde. Bunca anımızın geçtiği bu oda da beni öpmeye başlamıştı.
Şaşkınlığımı yitirdiğimde iki yanımda duran ellerimi ensesine çıkardım ve hasretle ona dokundum. Dudaklarımı yavaşça hareket ettirip tıpkı onun gibi, acıyla, kederle, hasretle, aşkla öptüm dudaklarını. İki eliyle birlikte kalçalarımdan tutup beni kucağına aldığında, bacaklarımı beline dolayarak ona kolaylık sağladım ve öpmeye devam ettim.
Onu çok özlemiştim.
Bana merhem olan her bir zerresini çok özlemiştim.
Sırtım bir anda sert bir yere çarptığında, haz ile inledim. Ensesindeki saçları çekiştirerek öptüğümde, sırtımı bir kez daha dolaba çarptı. Dudaklarımı ondan ayırıp bir süre yüzüne baktığımda, o da beni inceliyordu. Nefeslerimiz birbirine karışmış, gözlerimizle hasret gideriyorduk. Lakin bu ona yetmemiş olacak ki uzanıp bir kez daha dudaklarımı öptü ve beni kucağında sabitleyerek ecza dolabından uzaklaştırdı. Biz oradan uzaklaştığımız an dolabın içinde ne var ne yoksa yeri boyladı. Bu sefer dudaklarımı ondan uzaklaştırıp boynumu arkaya atarak gür bir kahkaha attım.
Tuğrul ise uslu durmamış, geriye attığım boynumdan belli olan Adem elmamdan öpmüştü. Huylanarak başımı tekrar önüme eğdiğimde, dudaklarımda kocaman bir gülümseme vardı. Onun da dudaklarında silik bir tebessüm vardı. Ona doğru eğilerek yanaklarından, çenesinden, burnunun ucundan her zerresine kadar hasretle öpmeye başladım. O ise çıtını dahi çıkarmadan beni izledi. Son olarak kulağı ile çenesini birleştiren noktadaki beninden öperek kafamı omzuna koydum ve kokusunu hasretle içime çektim. O ise bu sırada revirin odasındaki yataklardan birine gitmiş ve sırt üstü uzanmıştı. Ben ise şuan onun üzerinde, ellerim göğsünde oynarken sessizce kalp atışlarını dinliyordum. Tuğrul bir elini saçlarıma götürüp usulca okşamaya başladığında, gözlerimi kapatarak biraz daha ona sırnaştım.
Onun her şeyini özlemiştim.
“ Gece Okyanusu’m.” Dediğinde başımı kaldırıp çenemi göğsüne sabitledim ve dudaklarımdaki tebessüm ile ona baktım. O ise gözlerini kısa bir süreliğine kapatıp derin bir soluğu dışarı saldı ve tekrardan gözlerini aralayıp bana baktı. “ Konuşacak çok şeyimiz var. Ama önce biraz olsun seninle dinlenmek istiyorum.” Dedi ve başımı tekrardan göğsüne sabitledi. Ben ise çıtımı dahi çıkarmadan, kafam göğsünde gözlerimi yumdum ve kokusunu içime çekerek bu güzel anın tadını çıkardım.
Zira uyandığımızda konuşacak çok şeyimiz olacaktı.
🇹🇷
“ Bir dakika kafam karman çorman oldu.” Diyen Cümali’ye çevirdim bakışlarımı. “ Şimdi seni hastaneden ablanın eşi çıkarttı ve adam Binbaşı çıktı. Üstelik Mit seninle bağlantıya girdi ve yaptığın görevler karşılığında sana tekrardan Asker olma hakkı sundular. Yetmedi Milli Savunma Bakanlığı, üzerine atılan iftira yüzünden sana gelmeyen Üsteğmen rütbesini verdi o da yetmedi Mit ile yaptığın görevler sonucunda sana Yüzbaşı rütbesini verdiler. Bu sayede de iki rütbe üst üste atladın. Ve bunların hepsi 1 yıl içinde mi oldu?” dediğinde, az çok bir şeyleri kısaltarak söylemişti.
Başımı sallayarak onu onayladım ve oturduğum koltukta arkaya yaslandım. Herkes oldukça şaşırmış bir vaziyette bana bakıyordu. Bunca şeyi öğrenmelerine rağmen herkesin aklında aynı soru vardı, ben neden kendimi ölü göstermiştim?
Beklediğim atak soru ise, Omar’dan geldi.
“ Peki biz seni neden ölü bildik?” İki elimi birbirine kenetleyerek tekrardan doğruldum ve her birine teker teker baktım. Tuğrul hemen yanımda oturmuş, benimle temasını bölmek istemezcesine bir elini bacağıma koymuş ve usul usul okşuyordu. Bacağımdaki elini görmezden gelmeye çalışarak konuşmaya başladım. “ Sizin karşınıza çıkmadan önce toparlanmam, ve bana verilen görevi yapmam gerekiyordu. Zira o rütbeleri hemen öylesine almadım. Öncesinde bir tebrikat aldım ve bu tebrikata göre bir göreve çıktım. Sizin o aylardır aradığınız adamı geçen hafta savcılığa teslim ettim.” Şok dolu nidalar konferans salonunda yankılanırken konuşmama devam ettim. “ Tek başıma değildim. Binbaşı Aybars ve onun timi ile birlikte gittim. Zor oldu lakin görevi başarıyla tamamladım. Bunun sonucunda ise mesleğimi ve rütbemi geri kazandım.” Kafası karışmış olan Behlül bana doğru baktı. “ Hâlâ anlayamıyorum, bunu bizim yanımızda da yapabilirdin.” Dedi.
Derin bir soluğu ciğerlerime çektim ve, “ Yapamazdım.” Dedim. Bana anlamazcasına baktığında, “ O hastaneden çıktığımda henüz sağlıklı değildim. İyileştiğimde ise bana sunulan koşullar belliydi. Siz olmadan, kendimi kanıtlamalıydım. Mesleğimi geri kazanmak adına bunu yapmalıydım. Zira mesleğim dışında elimde hiçbir şeyim yoktu.” Hepsinin yüzünde belli bir hüzün dalgası belirdiğinde tebessüm ettim. “ Şimdi ise sizin ile birlikteyim ve çıktığım her görevi sizin ile birlikte yapacağım. Eskisi gibi...” dediğimde her bir gözden parıldamalar çıkmıştı. Gözlerimi usulca yanımdaki adama çevirdim ve tebessüm ettim. O da tıpkı benim gibi tebessüm ediyordu. Elimi elinin üzerine koydum ve sıkı sıkıya sardım. Gözlerim tekrardan aileme döndüğünde, artık önümde hiçbir engel yoktu.
Ben, aileme kavuşmuştum.
🇹🇷
BİRKAÇ HAFTA SONRA
Aynadan kendime bakarken, bacaklarımın heyecandan tir titreyişini umursamadım. Tam deyimiyle karnımda kelebekler uçuşuyor, beni olduğumdan daha heyecanlı bir hâle sokuyordu. Kesinlikle bu heyecanımı atlatmam gerekiyordu.
Derin bir soluk eşliğinde, aynadaki yansımama baktım. Üzerimde tamamı dantel işlemeli bir gelinlik vardı.
Evet, evleniyorum.
2 yıllık ayrılışımızın ardından Tuğrul daha fazla beklemek istememiş bir an önce evlenmemiz gerektiğini söylemişti. Ona hasret kalan ben ise, bu dediğini sessizce onaylamıştım. Yaklaşık bir hafta önce beni ailemden istemiş ve nişanımızı yapmıştık. Dün gece ise kınam yakılmıştı. Bu gece ise, asıl geceydi.
Üzerimde kuğu gibi duran elbiseye hayran hayran bakıyordum. Göğüs kısmı straplez, kol kısımları koltuk altımdan başlayıp bileğime kadar geliyordu. Elbisenin belli başlı bazı kısımları vücudumu gösterse de oldukça hoş ve şık bir gelinlikti. Saçımı enseden topuz yapmış, birkaç tutamı yüzüme doğru bırakmıştı kuaför. Makyajım ise, isteğim üzerinde sade ve şık olmuştu. Bugün tam deyimiyle kendimi kuğu gibi hissediyordum.
Pardon, gelin gibi.

Kapı tıklatıldığında içeri giren ablam, Maysa, Dilruba, Fadik Abla ve henüz samimi olamadığım Belgin hanım içeri girdi. Onlara tebessüm ederek baktığımda, her biri bana hayran olmuşcasına bakıyordu.
Dudaklarımdaki tebessüm büyüdüğünde bana yaklaşan Fadik Ablaya sıkı sıkı sarıldım. Tarık abinin vefatından sonra oldukça çökmüştü lakin bildiğim o masum güzelliği hâlâ yüzündeydi. “ Çok güzel olmuşsun canım.” Dedi gözleri dolarken. Ona tebessüm ettiğimde, “ Tarık da seni böyle görmek isterdi.” Deyip hüzünlü bir tebessümü dudaklarına kondurdu. Onun üzülmemesi adına derin bir gülümseme ile, “ senin o deli kocan emin ol ki her an bizi izliyor.” Diyerek göz kırptığımda, bana tebessüm etti ve kenara çekildi. Onun arkasından ablam gelip bana sarıldı ve, “ Keşke anne ve babamız da bu güzel gününü görebilseydi.” Dedi. Ona diyecek bir şey bulamadığım için yalnızca tebessüm ettim. Arkasından Belgin hanım gelip, “ oldukça şık görünüyorsunuz, Laçin hanım.” Dedi, ona tebessüm edip, “ Teveccühün, tatlım.” Dedim. Bu kızdan hiç hazzetmiyordum.
Son olarak Maysa yanıma geldiğinde dudaklarında çekingen bir gülümseme vardı. Onun sarılamayacağını anladığımdan onu kendime çekip sıkı sıkıya sarıldım. “ Omar’ı az süründürmemişsin salak kız. Kardeşimi üzdüğün için seni dövesim var ama kıyamıyorum.” Dedim o ise gülerek geriye çekildi. “ Bunlar tatsız konular, böyle güzel bir günde bunu konuşmayalım.” Dedi. Bir anda kapı tekrar açıldı ve içeri Adem’in eşi Oya ve kızı girdi. Onun arkasından ise amcalarımın eşi. Şok olmuş vaziyette bu kalabılağa bakarken, henüz arkadakileri de görmemiştim.
“ Hele çikun şurdan, torunumu göreceğum!” diyerek baston sallayan babaannemin sesiyle kahkaha attım. Tüm ailem buradaydı. Gözlerim sevinçle parlarken babaannem, halalarıma, kuzenlerime, gördüğüm herkese sarıldım. Uzun bir muhabbetin ardından kuzenim Gülfem bir şey hatırlamış gibi, “ Çabuk topuklu ayakkabını çıkar!” dedi. İlk baş dediğini anlamasam da topuklu ayakkabımı çıkardım. Aynı anda Gülfer elindeki kalem ile birlikte yanıma geldi ve, “ Bekar tüm kızların adını yaz.” Dedi. Dediğini yaparak bekar olan tüm kızların adını topuklu ayakkabının tabanına yazdım ve tekrardan ayakkabımı giydim. Rivayete göre gelinin ayakkabısının altındaki isimlerden hangisi ilk silinirse, o kişi yakın zamanda evleniyor olacakmış.
Böyle şeylere pek inanmasam da bir gelenek olduğu için yaptım. En sonunda yanımda sadece Maysa kaldığında, herkes çıkmıştı. Bir süre Maysa ile birlikte beraber oturmuş ve hasret gidermiştik. Vakit geldiğinde ise kapı çalmış ve Tuğrul içeri girmişti. Maysa bizi yalnız bıraktığında Tuğrul kapıyı üzerimize kaptmış ve hayran dolu bakışlarını üzerimde gezdirmişti.
“ Eğer ki kızacağını bilmeseydim, o dudağındaki ruju güzelce dağıtırdım güzelim.” Dediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı. Gözlerim ona döndüğünde, üzerindeki siyah takım elbise, ona oldukça yakışmıştı. Benim isteğim üzerine kravatını siyah değil beyaz takmıştı. Bunu ne için yaptığımı ona söylememiştim, bilmesine de gerek yoktu bence.
“ Nasıl olmuşum, müstakbel kocacım?” diyerek ona sırnaştığımda, adımlarını bana doğru attı. “ Ne dedin sen?” dediğinde bilmez ayağına yatarak, “ Ne demişim, sevgili müstakbel kocacığım?” dediğimde gülerek, “ Benimle oynuyorsun.” Dedi ve eğilerek dudağımın kenarımdan öptü. Bu öpüşüne karşılık gülsem de şakacıktan geriye çekildim ve, “ Karın olmadan öpme beni, uğursuzluk getirir hayatım.” Dediğimde beni belimden tutarak kendine çekti ve, “Hmm.” Dercesine bir ses çıkardı. Tam üzerime eğilmişti ki kapının aniden açılmasıyla ikimizde birbirimizden uzaklaştık. Kapıda görünen Omar, Amcam ve Behlül ikimize şöyle bir baktı. “ Nikah memuru geldi.” Diyerek sırıtan Behlül’e öldürücü bakışlarımı attığımda, Tuğrul bir elini belime koydu ve hep beraber aşağı doğru inmeye başladık.
Aşağı kata inene kadar yüreğim ağzımda attı. Tuğrul ile birlikte birbirimize bakıyor, yüzümüzdeki derin tebessüm ile birlikte adımlarımızı atıyorduk. En nihayetinde aşağı inip nikah masasına oturduğumuzda, bütün konukların gözü üstümüzdeydi. Biz masaya oturduğumuz an, Nikah memuru nikah defterini açtı ve, “ Eğer hazır iseniz nikah akdine başlıyorum.” Dedi ve bize tebessüm etti. Aynı anda başlarımızı hafifçe öne eğdik onaylamak adına. Bizim onayımızdan sonra,nikah memuru ilk olarak bana döndü. “ Siz Aker Sağdıç kızı Laçin Sağdıç, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, iyi ve kötü günde, yoklukta ve varlıkta, sağlıkta ve sıhhatte Vadim Ganiev oğlu Tuğrul Ganiev’i eş olarak kabul ediyor musunuz?” gözlerim Tuğrul’u bulduğu an dudaklarımdaki tebessüm ile birlikte mikrafona yaklaştım ve, “ Ömür boyu evet!” dedim. Salondan ıslık ve alkış sesleri yükselirken dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı. Nikah memuru yönünü Tuğrul’a çevirdi bu sefer. “ Siz Vadim Ganiev oğlu Tuğrul Ganiev, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, iyi ve kötü günde, yoklukta ve varlıkta, sağlıkta ve sıhhatte Aker Sağdıç kızı Laçin Sağdıç’ı eş olarak kabul ediyor musunuz?” dediğinde, Tuğrul da tıpkı benim gibi gözlerimin içine bakarak mikrafona yaklaştı ve, “ Ahirete kadar evet!” dedi. Dudaklarımdaki tebessümle ona baktığımda nikah memuru önümüze defteri uzattı. Tuğrul ile ikimiz hızla nikah defterini imzalarken, şahitlerimiz olan Maysa ve Omar da şahitliklerini onaylayıp imzayı attı ve kızlardan, “ Ayağına bas!” Naraları yükselirken, erkeklerden, “ Gelini öp!” naraları yükseldi.
Tuğrul’un öpmesine fırsat vermeden ona yaklaştım ve dudaklarından öptüm. O ise onun rolünü çalmama karşılık ayağıma hafifçe bastı. Ben ondan geriye çekilirken, düğün salonundan kahkaha sesleri yükseliyordu. Tuğrul ile birbirimize aşkla bakarken, o benim öpüşümü saymadan eğildi ve alnımdan öptü. Düğünün geri kalanındaysa horonlar tepildi, danslar edildi ve eğlencenin dibi yaşandı. Bu güzel gün geldiği için yüreğim ferahlarken, elimdeki çiçeğim ile birlikte arkama kısa bir bakış attım. Oldukça kalabalıktı. Çalan şarkının eşliğinde çiçeği fırlatırmış gibi yapıp tekrar önüme aldım ve güldüm. Arkadan ise onaylamayan iniltiler döküldü. Bu sırada biraz beklemiş ve şarkının ritmiyle biraz dans etmiş ve iki kere daha atıyor gibi yapmıştım. Beşinci atışımda ise çiçeği fırlatmıştım. Hızla arkamı dönüp çiçeği kimin aldığına baktığımda, çiçek Maysa’nın elindeydi. Hızla gözüne kestirdiği Omar’ın yanına koştu ve dizlerinin üzerine çökerek, “ Benimle evlenmen gereken konular var Omar Orazova." Omar şok olmuş vaziyette Maysa’ya baktığında, düğündeki herkes bu ikiliye bakıyordu. Omar dizleri üstündeki kızı omuzlarından tutup ayağa kaldırdı ve çiçeği eline alıp salladı, “ Önümüzdeki ay hepiniz düğünüme davetlisiniz!” diye bağırdı.
Düğün salonundan tekrardan şuh kahkahalar yükseldiğinde, başımı Tuğrul’un omzuna yasladım ve ailemin bu güzel görüntüsüne baktım.
Biz kazanmıştık.
🇹🇷
1 YIL SONRA
"Çağrın onu bana!” İniltim bütün doğumhaneyi inletirken bir kez daha acıyla inledim.
“ Bu veletleri nasıl karnıma soktuysa gelip öyle de çıkarsın!” diyerek haykırdığımda doktor şok olmuş vaziyette bana bakıyordu. “ Tuğrul!” diyerek haykırdığımda, bir an önce bu doğumhaneye girmeli ve içime soktuğu şu veletleri çıkarmalıydı. Zira ben yapamıyordum!
“ Eşiniz buraya giremez Laçin hanım, lütfen biraz daha sıkın dişinizi.” Bu kadın ne diyordu böyle! Ben burda canımla cebelleşiyordum, o ise dişini sık diyordu. “ Hanımefendi dişimi sıka sıka hepsini kırdım zaten!” diyerek bağırıp bir kez daha ıkındığımda, canımdan can çekiliyormuş gibi hissediyordum. Oysaki karnımdan can çıkıyordu!
Hemde iki tane!
“ Kocamı çağırın!” diyerek bağırdığımda, kadın daha fazla çenemle uğraşmak istemezcesine hemşirelerden birine başıyla işaret vermişti. Kısa süre sonra Tuğrul uzerinde önlüğü ile içeri girdiğinde öfkeyle baktım ona. “ Çıkar şunları karnımdan!” diyerek bağırdığımda ne yapacağını şaşırmış vaziyette bana bakıyordu. “ Nasıl soktuysan içime öyle de çıkar!” diye bağırdığımda kocaman açılmış gözleriyle bana baktı kocam. Daha sonra yanıma kadar gelip elimi tuttu.
“ Bitecek birazdan, sabırlı ol güzelim.” Dediğinde öfkeyle bağırdım, “ Dalga mı geçiyorsun sen lan!” Tuğrul öfkeme karşı sessizleşirken ben bir kez daha ıkındım. “ Çıkmıyor Tuğrul!” diyerek bağırıp ıkındığımda, aynı anda Tuğrul’un elini parçalarcasına sıkıyordum. “ Biraz daha ıkın güzelim, bebeklerimiz doğacak, kucağımıza alacağız.” Diyerek alnımdan öpüp beni sakinleştirmeye çalıştı. Ben ise var gücümle ıkınıp karnımdan çıkmaya çalışan veletlere yardımcı olmaya çalıştım.
“ İçime girişleri sancılı çıkışları sancılı, azap mısınız siz!” diyerek bağırdığımda Tuğrul elini ağzıma koyup kapattı. Zira ağzım oldukça bozulmuş vaziyetteydi.
Çok değil beş dakika sonra bir ağlama sesi kulaklarımı doldurduğunda, kafamı kaldırıp doktorun kucağındaki bebeğime baktım. Lakin diğerinin sancısı beni tuttuğunda bir kez daha ıkındım ve artık diğer bebeğimde dünyadaydı. Doktor karnıma hafif baskı yapıp plasentayı da çıkardığında, yorgun bakışlarım bebeklerimdeydi.
“ Tuğra ve Burçe... Hoş geldiniz miniklerim.” Dedim sanki az önce onca lafı söyleyen ben değilmişim gibi. Son kez bebeklerime baktığımda Tuğrul dudaklarını alnıma dokundurdu ve, “ Başardın güzelim.” Dedi. Onun öpüşünden sonra ise bu acıya dayanamayan bedenim hızla bayıldı.
Gözlerimi açtığımda ise iki bebeğimde baş ucuma konulmuş vaziyetteydi. Biri oğlan diğeri kız olan bebeklerimi gördüğümde ister istemez ağlamaya başlamıştım. Yanı dibimdeki kocam ne olduğunu anlamazca bana baktığında, benim aklımda olan tek şey iki yıl öncesinde doktorun bana söyledikleriydi. Bana bebeğin olamaz demişti lakin bir mucize gerçekleşmiş ve benim bebeklerim olmuştu.
Ben anne olmuştum.
Kafam Tuğrul’un göğsünde, ona sarılarak hıçkıra hıçkıra ağladım. O da benimle birlikte ağlayıp, saçlarımın tepesinden öptü ve beni telkinleştirmeye çalıştı. Zira ikimizde bu mucizeyi beklemiyorduk. Hamile olduğumu öğrendiğimizde ise şoka uğramıştık. Hatta buna ihtimal dahi vermediğimiz için inanmamıştık. Bir yanlışlık olabileceğini düşünmüş ve yeni bir test vermiştik. Lakin verdiğimiz tüm testler benim hamile olduğum yönündeydi.
Dahası biz yalnızca bir bebek beklerken, aslında üçüzlere hamile olduğumu öğrenmiştik. Lakin gebeliğimin ikinci ayında üçüzlerden biri düşmüş, geriye yalnızca ikizlerim kalmıştı. Biri erkek diğeri kız olan ikizlerim...
Onlar benim cennetimdi, cennet kokulularımdı.
Ben ve Tuğrul’dan olan birer melektiler.
Tuğrul’un göğsünden ayrılıp bebeklerimize baktığımda, erkek olanın uyanmış olduğunu gördüm. Bakışlarım bebeğime gittiğinde, etrafa bakındığını gördüm. Usulca onu kucağıma aldığımda, bakışları bendeydi. Onu biraz daha mabedime yaslayıp, “ Merhaba bebeğim.” Dediğim kulağına doğru. Sanki beni duymuş gibi gülümsediğinde o mis kokusunu içime çektim. Tuğrul ise durmamış, bu anımızı fotoğraflamıştı. Hemen ardından o da kız olanı kucağına aldı ve birer selfie çekti. Biz bebeklerimiz ile ilgilendiğimiz sırada kapının dışından sesler yükseldi.
“ Ula ezdurtme o kafani! Torunumu göreceğum diyerum da!” Babaannemin bağırışları koridoru inlettiğinde Tuğrul ile birbirimize baktık. “ Hanımefendi size diyoruz ki kardeşim ve yeğenimi görmek istiyoruz. Neden müsaade etmiyorsunuz?” bu sefer duyulan ise Omar’ın sesiydi. “ Hayatım bir değil iki tane yeğenimiz var, unuttun mu?” Maysa sanki tek sorun buymuş gibi konuştuğunda, babaannem dayanamamış olacak ki, “ Ula fışki yiyen aç şu kapuyi!” diyerek bağırmıştı. Bu kadar insana dayanamayan hemşire, “ Lütfen çok kalabalık girmeyin. Bebekler enfeksiyon kapabilir.” Demişti lakin hiçbiri onları umursamadan odaya girmişti. Ben ve Tuğrul ise birbirimize bakarak gülüyorduk.
Bir anda odanın kalabalıklaşmasıyla hangi birine bakacağımı şaşırdım. “ Lalin hala!” diyerek bağıran kızın sesiyle bakışlarım ilerideki Tuğçe’yi gördü. Sırtındaki okul cantasıyla birlikte bana doğru koştu ve çantasının fermuarını açarak içinden iki tane süt çıkardı. Ben yaptığı şeye şaşkın şaşkın bakarken o, “ Annem bebeklerin süt içtiğini söyledi. Ben de onlara süt aldım.” Diyerek sütleri bana uzattığında, dudaklarımdaki tebessümle elindeki sütleri aldım. Biri çilekli diğeri muzluydu. “ Çilekli olan Burçe’nin muzlu da Tuğra’nın.” Diyerek belirtmeyi de unutmamıştı. İlkokul ikinci sınıfa gidiyordu. Epey bir büyümüştü, üstelik dili de artık eskisi kadar sürçmüyordu. Lakin bana Lalin hâlâ demekten de vazgeçmiyordu. Eh sorun değildi, ben halimden memnundum.
Sütleri yatağın bir kenarına koyup kucağımdaki bebeği de yakınımda duran Maysa’nın kucağına bıraktım ve Tuğçe’yi kucağıma aldım. “ Teşekkür ederim, yeğenlerin en güzeli.” Diyerek yanaklarından öptüm. Bebeklerin anne sütü dışında gıda tüketemeyeceğini bilmese de olurdu. Onun o minik kalbini kırmayı hiç ama hiç istemezdim. “ Lalin hala bebekleri sevebilir miyim?” diyerek masum masum sorduğunda, “ Hele dur kizum, önce büyükanneleri onları sevecek.” Diyerek babaannem öne atıldı. Lakin bundan hoşlanmayan Behlül, “ Ne münasebet neneciğim, onlar benim yeğenlerim. İlk ben seveceğim. Üstelik Laçin her aşerdiğinde tüm cefayı çeken bendim. O bebekleri görmek benim hakkım.” Demişti. Eh yalan söylüyor sayılmazdı, her aşerdiğimde Tuğrul Behlül’ü arıyor ve istediklerimi getirtiyordu. Ben ise getirdiklerini afiyet ile yiyiyordum.
“ Çekil kenara Tahtacı, yeğenlerimi görmek benim hakkım. Bir kere babalarını kaç kez annelerinin elinden kurtardım.” Diyerek böbürlenen Omar’a ters ters baktım. Bu da yalan sayılmazdı. Bazen hamileliğin verdiği hormonlar yüzünden Tuğrul’a saldırıyordum. O ise ne bana ne de bebeklere zarar gelmemesi adına bir şey yapamıyordu. Bunun yerine Omar’ı devreye sokuyor, onu dövdürtüyordu.
Sanki bunların hepsi önemsizmiş gibi, “ Siz bir susar mısınız artık? İkizler olarak ikizleri görmeyi biz hak ediyoruz.” Diyerek dünyanın en saçma cümlesini kurmuştu Gülfer. Herkes onun bu dediğine garip garip baktığında, “ Ne var canım? İkizler olarak bizim dışımızdaki ikizleri görmeye hakkımız var.” Dedi. Gülfem ise ondan tiksiniyormuş gibi bir bakış atarak ondan uzaklaştı.
“ Hepiniz çok konuştunuz. Asıl onları görecek olan benim. Amcası.” Diyerek göğsünü kabartan Egit amcama boş boş baktım. Eşi Sırma ve bir yaşlarındaki kızı da ona boş boş baktı. “ Ula yeter! Ha iki günlük ömrüm kalmiş, siz bağa diyisınız ben görecem da ben görecem!” Babaannemin bu dediğiyle herkes suspus oldu. “ Allah korusun babaanne, ne diyorsun Allah aşkına?” diyerek ona sorduğumda, “ He doğri, ben hepunuze taş çikarurum.” Diyerek tıpkı amcam gibi göğsünü gerdi. Onun bu hareketine birçok kişi gülmüştü.
“ Şey oğlun kucağımda kaldı.” Diyen Maysa ile birlikte bakışlarım ona döndü. Tuğra hâlâ onun kucağındaydı ve odadaki herkesin gözleri bir anda ona döndü. Bu bakışlar hiç iyi bakışlar değildi. Herkesin bakmak için kıvrandığı ikizlerimden birine Maysa bakmış, üstelik kucağına almıştı. “ Kucağına da yakıştı ha.” Diyerek karısına göz kırpan Omar’a güldüm. Maysa ise kıpkırmızı kesilmişti. Hızla oğlumu kucağıma verdiğinde, bir diğer minik beden ayağıma kadar geldi. “ Ya hâlâ ben göycem, ben göycem!” Adem’in kızı Arya ayağımın dibine kadar gelmiş, çipil çipil bakan gözleriyle bana yalvarıyordu. Onun bu sitemine gülmek istedim lakin bunun yerine Tuğrul’a kısa bir bakış attım. Tuğrul hızla Arya Laçin’i kucağına aldı ve, “ Gel bakalım fıstık.” Dedi. Hemen ardından ilk önce kucağımda olan Tuğra’ya gözlerini çevirdi. “ Baba kaydeş!” diyerek bağırdığında, kucağımdaki bebek korktuğu için ağlamaya başladı. Onun sesiyle Burçe de uyanmış ve ağlamaya başlamıştı. “ Baba biy tane daha kaydeş!” dediğinde herkes ona gülüyordu. Ben ise bu iki bebeği nasıl suzturacağımı düşünüyordum.
Gözlerim Tuğrul’a gittiğinde ne yapacağımı bilemeyerek ona baktım. Normalde olsa birçok bilgim vardı, lakin söz konusu kendi bebeklerim olduğunda ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Aklıma gelenle kısık sesle, “ Acıkmış olmasınlar?” diye sordum. Çünkü uyandıklarından beri onları emzirmemiştim. Tuğrul bu dediğimi mantıklı bulmuş olacak ki kalabalığa döndü, “ Hadi hepimiz şimdi çıkalım, çocuklar enfeksiyon kapmasın. Yine gelir bakarız.” Dediğinde birkaç itiraz dolu ses yükselmişti. Lakin Tuğrul, “ İlla ki bebekleri doyurması gerek mi demem gerek, çıksanıza!” diye bağırdığında hepsi onu ikiletmeden teker teker odadan çıktı. Yalnızca Tuğrul kaldığında, üzerimdeki tişörtü biraz sıyırdım.
Göğsüm ortaya çıktığında, ilk önce kucağımdaki miniği emzirdim. Diğer bebeğim ise Tuğrul’un kucağında içli içli ağlıyordu. Yüreğim onun bu haline el vermezken, kucağımdaki Tuğra’yı Tuğrul’a verip, kızımı kucağıma aldım ve emzirmeye başladım. Tuğra ise kısa süre içinde babasının kolları arasında uykuya dalmıştı. Aynı şekilde Burçe’de göğsümde uyukladığında onu da Tuğrul’a verdim ve üzerimi düzelttim. Tuğrul Burçe’yi de küveze koyduktan sonra bana doğru döndü ve üzerime eğilerek, “ Sen onları ne güzel emzirdin öyle?” diyerek çapkın çapkın sırıttı.
Ben ise yüzüm hafif kızarmış vaziyette, “ Saçmalama Tuğrul.” Diyerek ondan uzaklaştım lakin o beni kendine çekti ve, “ 9 ay hasret kaldım kızım bir zahmet özleyeyim seni." dedi ve dudaklarımdan öpmeye başladı. “ Ayrıca şimdi olmasa bile şu bebeklerin kırkı çıktığında bunun hıncını senden çok fena alacağım.” Dedi. Kasıklarım alev alırken, bu sefer onu arzuyla öpen bendim. Zira 9 aydır birbirimize dokunamıyorduk. Dokunsak dahi fazla ileri gidemiyorduk çünkü bebeklere zarar gelmesinden korkuyorduk.
En nihayetinde ikimizde nefes nefese kaldığımızda benden uzaklaştı ve tekrardan bebeklerimizin yanına geçti. Usul usul onları izlerken, bir anda bana döndü ve alnımdan öperek, “ Teşekkür ederim.” Dedi. Anlamazca kaşlarımı çatıp, “ Ne için?” dediğimde, “ Bana döndüğün için.” Dedi ve sıkı sıkıya sarıldı bedenime. Ben ise kafamı onun göğsüne koyup usul usul kokusunu içine çektim.
Zira onun kokusu, tüm dertlerimi unutturan türden bir etki yaratıyordu.
🇹🇷
Bir yandan Burçe ile ilgileniyor, diğer yandan Tuğra’nın bezini değiştirmeye çalışıyordum. Tuğrul ise koltukta oturmuş bir şeye kahkaha atarak gülüyordu. Bu durum sinirlerimi ildukça bozmuştu. Tuğra’nın altındaki bezi çıkarıp toparladım ve isabet alıp onun kafasına attım. Kafasına gelen bezle neye uğradığını şaşıran kocam bana bakakaldı.
“ Gelip bana yardım edeceğine iki saattir kahkahalarla gülüyorsun!” diyerek çemkirdiğimde, babasına fazla düşkün olan kızım dudaklarını büktü. “ Yok kızım demedim babana bir şey.” Diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım. Bu sırada Tuğrul elindeki telefon ile birlikte yanıma doğru geliyordu. Tabi gülmeyi de kesmiyordu.
“ Şuna baksana.” Dediğinde sakinleşmiş olan Burçe’yi beşiğine koydum ve Tuğrul’un gösterdiği videoya baktım. Siyahi olan bir adam, sapıkça haretler yaparak, “ Omar!” diyerek inliyordu. Videoya bakakaldığımda, Tuğrul kahkahayı basmıştı. Çatık kaşlarım ile ona baktığımda, anlamazca bana baktı. “ Sen böyle şeyler mi izliyorsun Tuğrul?” diyerek sordum. O ise bunu sormamı beklemiyor olmalı ki, “ Yok be gülüm, bir anda karşıma çıkıverdi bende Omar’a attım. Ne izlicem böyle şeyler?” dedi lakin sesindeki korkuyu gizleyemiyordu. “ İzleme Tuğrul.” Dedim sakin ama otoriter çıkan sesimle o ise, kurnaz bir gülümseme ile, “ Kıskandın mı yavrum.” Dedi. Ben ise ona yüzümü buruşturup, “ Oğlunun kıçını temizle. Bir duş falan aldır, hadi.” Dedim. Arkamı dönüp gidecekken kolumdan tutup beni kendisine çekti, “ Oğlan biraz bekleyebilir, biz bir odamıza mı çıksak?” diye sordu.
Kaşlarım iyice çatılırken ona ters ters baktım. “ Çocuklarımızı burada bırakıp yukarı çıkacağız öyle mi?” diyerek sorduğumda sanki bu çok normalmiş gibi kafasını salladı. Ben ise hemen arkamdaki beşikte oynayan Burçe’yi gösterip, “ Bu fazla hiperaktif olan kızının kendini beşikten atmayacağını nereden biliyoruz?” Bu sefer Tuğra’yı gösterdim. “Emekleyerek merdivenlere doğru ilerlemeyeceğini nereden biliyoruz?” dediğimde, bir an için bunları hesaplamamış gibiydi. “ Haklısın, hatunum.” Dedi ve yere eğilip Tuğra’yı kucağına aldı ve alt kattaki banyoya doğru ilerledi. Ben ise Burçe’nin yanına gidip, “ Senin bu fazla doyumsuz babanla ne yapacağım ben kızım, ha?” diyerek sorduğumda, sanki beni duymuş gibi tatlı bir şekilde gülmüştü. Hızla o bal yanaklarından öptüğümde, huylanarak daha çok güldü.
Ben kızımla gülüşürken, bu sırada Tuğrul’da Tuğra ile birlikte banyodan çıkmış bize doğru geliyordu. “ Bizsiz eğlence mi yapıyorsunuz?” diye sorduğunda ona tebessüm ettim ve kucağındaki oğlumu kendi kucağıma aldım. Onun da bal yanaklarından öptüğümde, kafasını boynuma götürüp hunharca ısırmaya çalıştı. Dişleri kaşındığı için bunu sürekli yapıyordu.
“ Karımı sömürme oğlan parçası!” diyerek Tuğra’yı kucağımdan alan Tuğrul’a güldüm. “ Dişlerinin kaşındığını biliyorsun.” Dediğimde omuz silkti ve Tuğra’yı da Burçe’nin yanına bıraktı. “ Oğlum dahi olsa seni benden başkası tadamaz, hatunum.” Dedi ve dudaklarıma eğilip öpmeye başladı. Bir öpücük bin öpücüğe dönüştü ve ben ne olduğunu anlamadan, salonun ortasında, parkelerin üzerinde ikimizi sevişirken buldum.
Bu adam kesinlikle istediğini almadan durmuyordu.
Yorgun bedenimi onun bedeninin üzerine attığımda, çıplak sırtımı eliyle okşamaya başladı. “ Sen dünyada gördüğüm en güzel şeysin.” Diyerek kulağıma fısıldadığında, kafamın altındaki göğsünden öptüm. Bu onu huylandırmış olsa gerek ki güldü. Bir kez daha öptüğümde ellerini belime götürüp sıkı sıkıya sardı. “ Uslu dur!” dediğinde onu umursamadım ve bir kez daha öptüm.
Son öpücüğümle birlikte kendimi onun altında bulduğumda, cilveli bir şekilde kıkırdadım. O ise bundan fırsat bilerek, en çok huylandığım yere, boyun girintime dilini sürttü ve ben kahkahalar ile ondan uzaklaşmaya çalıştım.
Beşiklerinden bizi izleyen çocuklarımızı unuttuğumuzu, onları görünce hatırladım. “ Bir daha şu çocukların önünde bana elleşip durma, çocuklarda travma yaratacağız bu yaşta.” Diyerek üstümü giyindiğimde, Tuğrul da üzerini giyiyordu. “ Bazen zamanın ne çabuk geçtiğini anlamıyorum.” Dedi bir eli ile belimi tutarken. Bende usulca başımı onun omzuna yasladım ve bize bakan bebeklerimize tebessüm ederek baktım. “ Çok şey yaşadık, Gece Okyanusu’m. Çok acı çektik, çok şey kaybettik. Ama biz bugün buradayız... Bizim parçamız olan bebeklerimiz ile birlikte, bu hikâyeye mutlu son yazdık.”
Bizim hikâyemiz mutsuz son gibi görünse de, en güzel şekilde bitmişti.
Biz mutluyduk.
Ve umuyorum ki ölene dek mutlu kalacağız.
Bir daha hiç ayrılmayacağız...
🇹🇷
Vay be...
Resmen Can Yanıkları'na Final verdim...
Aslında bunu bende beklemiyordum. Bir anda oluverdi her şey. Kitabı saçma sapan olaylara sürüklemektense böylesine bir sonla bitirmeyi yeğledim. Arada bir vakit bulursam özel bölüm atarım lakin bunun dışında kitaba burada son verdim.
Evet, normalde yazdığım bölüm uzunluğndan bir tık kısa oldu bölümümüz. Lakin böylesine güzel bitmesi bence kısa oluşunu göz ardı edebileceğimiz bir şey.
Bu kitabıma veda ederken, önümüzdeki hafta pazar günü ilk bölümüyle yayımlanacak olan MEHPARE adlı kurguma hepinizi bekliyorum... Eminim ki en az Can Yanıkları kadar seveceğiniz bir kurgu olacak. Buna inancım tam.
Bu evreni arkamda bırakıp, yeni bir evrene adım atmak üzere görüşürüz...
Kitabımı sonuna kadar okuyup yorumunu, oylarını esirgemeyen herkese çok ama çok teşekkür ederim. Biliyorum yazım dilim o kadar da kuvvetli değil, lakin buna rağmen bu kitabı sonuna kadar okuyup yorum yapmanız benim için çok kıymetliydi...
Her birinizi çok seviyorum, iyi ki varsınız. Umarım her birinizi tekrardan Mehpare'de görebilirim...
Sevgilerle;
Safir olarak tanıdığınız yazarınız, Sema...
💙✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.66k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |