Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@ern07_

"Tanışmalar ne kadar güzel olursa ilerleyen zamanlar da güzel olurmuş, peki bize ne olacaktı..?"


1


Botlarımın bağcıklarını bağlayıp doğruldum. Bugün hava yağışlıydı. Her yıl olduğu gibi bu yılda gökyüzü babam için ağlıyordu. Aslında arkasından ağlanacak biri değildi ama ben kendimi buna inandırmıştım. Olduğum yerde dönüp kapıya baktım. Ablam yavaş adımlarla kapıya doğru geliyordu. Gözleri yerde, tavanda, etrafta yani ben hariç her yerde dolanıyordu. Her yıl yaptığı şeydi. Benden kaçmak... Neden kaçıyordu pek anlamış değildim. Belki de babamın ölümünde beni suçladığı içindi, ya da... Ya da kelimesinden sonra gelecek başka mantıklı neden yoktu. "Gidelim."


Ablam kafasını yavaşça salladığında önüme dönüp merdivenleri inmeye başladım. Alt kata geldiğimde kapı aralığından bana bakan komşuyu gördüm. Yaşlı kadın her sene aynı tarihte nereye gittiğimizi sorguluyordu ama bunu bilmesine gerek yoktu. "İçeri gir teyze bu yıl da söylemeyeceğim." Bakışlarındaki garipseme ve tedirginlik üzerimde yoğunlaştığında önünden geçip merdivenleri inmeye başladım. Ablam olabildiğince yavaş bir şekilde inerken sonunda bahçeye çıkmış arabaya yürüyordum. Ayakkabımın ucundan yuvarlanarak geçen taşla kafamı yerden kaldırıp ağaçlık tarafa baktım. Her yıl olduğu gibi aynı meseleydi. Babamın çevresinde biri yardım istiyorsa ya da kendini belli etmek istiyorsa bunu kelimelere değil taşlara dökerek yapardı. Babamın öldüğü günden sonra Servet'i görmemiştik ama her sene aynı hamleyle çevremizde olduğunu belli ediyordu. Taş atmak... Aslında çevremizde sadece Servet yoktu. Babamın pek çok arkadaşı ve adamı etrafımızdaydı ama bizi ele vermemek için yaklaşamıyorlardı. Arabaya bindim. Gözlerimi kapıya yöneltip ablamın çıkmasını beklemeye başladım. Kapı ağır ağır açıldı ve bakışları yerde olan ablam göründü.


Mezarlığın kapısına geldiğimizde ablamın gözleri dolmaya başlamıştı. Babamdan nefret ederdi normalde ama ona olan sevgisi de geçilemezdi. Etrafa, babamın diğer çocuklarının dağıldığı yerlere baktım. Hepsi mezarın uzağında durmuş sessizce izliyorlardı. Onlarda ablam gibilerdi galiba içlerinde tek olan bendim. Mezara yaklaştığımız her saniye ablamın hızı azalıyor ve geride kalıyordu ben ise onun aksine hızlanıyordum. Çevredekiler bir baş selamı verip mezarlıktan ayrılmaya başladığında  çiçekleri koparılmış, bazı yerleri kırılıp karalanmış mezarın altında yatan babama baktım. 


Saatler geçmişti, yaş toprağın üzerinde oturmuş kafamı mezar taşına yaslamıştım. Ablam ise uzaktaki bankta oturmuş ağlıyor bir yandan da elinde tuttuğu mendile işleme yapıyordu. Derin bir nefes aldım, nefes içimde buz sarkıtlarına dönüşüp kalbime saplandı.


"Değdi mi baba? Çocuklarına, kızlarına bunları yaşatmaya değdi mi?"Bakışlarımı mezar taşına çevirdim, cevap versin istedim, bekledim uzunca bir süre bekledim ve sonunda o cevabın gelmeyeceğini anlayarak konuşmaya devam ettim. "Bence değmemiştir. Hikayenin sonunda sen öldün biz dağıldık ve elimizde bir hiç kaldı." Tekrar bekledim, Beni onaylamasını bekledim ama onaylamadı. "Aslında bunların sorumlusu benmiş gibi hissediyorum. Sanki seni ben öldürdüm, ablamı bu hale ben getirdim. " Gözlerimden aşağıya yuvarlanan o ıslaklığı hissettim. "Ama bundan pişman değilim, sen pislik bir adamdın senin sayende dünyadan bir pislik daha gitmiş oldu." Avucumun içinde toparlanan toprağı daha sert sıktım. "İhtiyar, sen ne iğrenç bir adam ne güzel bir babaydın." Ablam ayağa kalkıp buraya gelmeye başladığında son cümlemi kurdum.  "Ama çocuklarına iğrençliklerini aktaran pislik bir babaydın da."


Ablam mezarın başına geldi, ıslak toprağın bir kısmını çekti ve işlediği tüm mendillerin yanına bir yenisi daha koyup gömdü. Bunu her sene yapıyordu, her seferinde aynı işlemeli aynı mendil.Olayı neydi bilmiyordum ama çok ince bir hareketti, en azından dışarıdan böyle anlaşılıyordu. Yanı başıma geldi, bir eliyle ıslak saçlarımı düzeltip diğer elini bana uzattı. "Gidelim, hadi." Ona uydum çünkü bu son trendi. Gelirken en arkada kalan ablam şu anda en önde hızlı hızlı arabaya gidiyordu, burukça tebessüm edip ağacın arkasından babamın mezarını izleyen Servet'e baş selamı verdim.


Eve geldiğimizde ablam açılmış, öğle yemeğinde ne yesek diye konuşuyordu. Ona ne istiyorsa onu pişirmesini söyledim ve cebimden anahtarı çıkarıp son merdivenin başına geldim. Gördüğüm şeyle ise ablamı durdurdum. Simsiyah giyinimli bir adam arkası dönük bir şekilde kapıda bekliyordu. Ablamın sesini duyduğunda ise yavaşça bize dönmüştü. "Görüşmeyeli uzun zaman oldu," Yüzünde aşağılayıcı bir ifadeyle beni süzdüğünde aynı ifadeyle bende onu süzdüm. "Kimsin sen?" Burnundan alaylı bir nefes verdi. "Eski bir dost diyelim," Gözlerimi yüzündeki yara izinde dolaştırdım daha sonra graffiti duvarı gibi duran eline baktım. Ne çok dövmesi vardı. "Eski dostlar buraya ve bize gelmez genellikle,"Gözlerinde yine aynı ifade. "Bir ilk olur işte. Hadi, misafirinizi kapıda mı ağırlayacaksınız?"


Kapının önünden çekilip eliyle işaret ettiğinde büyük bir kararsızlık içindeydim. Eski bir dost diyordu ama bu adamı hiç tanımıyordum. Gerçekten eve almalı mıydım? Gözlerimi ondan ayırmadan anahtarı deliğe yerleştirip kapıyı açtım. Ablam içeriye girdiğinde adam içeriye geçmem için gözleriyle işaret etti, yüzündeki yalancıktan gülümseme hayra alamet değildi. Hızlı olmalıydım. Kendimi saliseler içinde içeri atıp kapıyı adamın suratına kapatmaya çalışmıştım ama büyük bir kuvvetle kapıya tekme açıp beni geriye itmişti. "Hiç misafirperver değilsin." Hayvan.


İçeri girip montunu çıkardığı sırada ablama kaş göz yapıp odaya gönderdim ve üzerine kapıyı kilitledim, eğer bu adam bir şey yapacaksa ablama bir şey olsun istemiyordum. Gözlerimi kapıdan çekip adamın peşinden salona girdim. "Ne istiyorsun?" Kendini koltuğa bırakıp etrafı incelemeye başladı. "Henüz bir şey istediğim yok. Sadece ziyarete geldim," Karşısına oturdum. "Servet misafir gelecek olsa söylerdi," demek istemiştim ama cümlemi yarıda kesip kendisi devam etmişti. "Servet'in haberi yok," Kaşlarım çatılırken büyük bir korkuyla bu adamı evimden nasıl göndereceğimi düşündüm, şu an gayet kendi evindeymiş gibi davranıyordu ve gitmek ister gibi bir yanı da yoktu. "Eee, sormayacak mısın bir şey içer miyim diye?" Alayla "Varsa söyle," Yüzünü buruşturdu ve tiksinircesine baktı. Bu adamın derdi neydi? "Vazgeçtim senden istemiyorum gidip kendim alırım."


Ayaklanıp mutfağa yöneldiğinde Servet'i aramak için elimi cebime attım. Elim büyük bir boşlukta kalırken endişeyle telefonu nereye koyduğumu düşünüyordum. Acaba o mu almıştı? Peşinden mutfağa yöneldiğimde buzdolabının başında durmuş içini kurcalarken gördüm. "Dolap karıştırmak adetin mi?" Gözlerini bana çevirdi, yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı."Hadi ama buzdolabına da özel eşyalarınızı koymazsınız ya?" Gülüşünden sonra gözleri de tuhaflaştığında buzdolabının kapağının üstünden eli yükseldi ve telefonumu gördüm. "Telefonlar buzdolabına konabilecek bir şey değil küçük hanım,"Hızla atılıp, "Ver şunu," Geriye kaçıp iki elini de havaya kaldırıp kafasını iki yana salladı."Hmm, olmaz veremem," Kalan son sabrımla yamukça gülüp sordum. "Nedenmiş o?" Omuzlarını silkti."Birini arama diye," "Birini aramayacağım," Kollarını indirip rahatlamışlık hissiyle "A öyleyse al o zaman," Telefonu bana uzattığında sıkılganlıkla etrafa bakındı, telefonumu uzanıp alacakken aniden çekildiğinde ise sıkılganlık yerini muzip gözlere bıraktı. "Kural 1 bu hayatta kimseye güvenme,"


Yanımdan geçip gittiğinde masada duran meyve bıçağını cebime koyup tekrar salona gittim. Koltuğumda yayılmış, odayı inceliyordu."Kimsin sen?" Gözleri duvardaki fotoğraflara takıldı. "Dedim ya eski bir dost," Bana bakmayışından fırsat bulup onu iyice süzdüm. Yapılı denemeyecek ama hakkı verilmesi gereken bir vücuttu. "Adın soyadın?" Gözlerimi yüzüne diktim ve o an bana baktığını fark ettim, bakışları hiç güzel değildi ve bana bakarak gülüyordu. "Uygur Karavola," Tam o anda yadigar olan guguklu saatim saat başına geldiğimizi haber verdi, 15.00 "Nerelisin?"Derin ve alaylı bir nefes. "Erzurum ama burada büyüdüm," 


"Kaç yaşındasın?" 


"28,"


"Babamla bağın ne?"


"Bir arkadaşıydım,"


"Ne kadar yakın?"


"Ne çok yakın ne çok uzak,"


"Niçin geldin?"


"Ziyaret için geldim,"


"Ne iş yapıyorsun?"


"Buraya temizlikçi lazımda beni mi işe almayı planlıyorsun?"


"Hayır, sadece evime zorla giren adamı tanımaya çalışıyorum,"


"Zorla girmedim,"


"Tabii az önce tekmelediğin kapıda öyle diyor, neden geldin? Seni tanımıyoruz ve bize ziyarete gelinmez sen ne alaka?"


"Belki bir zaman açıklarım,"


"Bir zaman değil şimdi açıkla,"


Hızlı biten bir diyaloğun ardından gözlerini saate çevirdi. "Ziyaretin kısası makbuldür, iyi günler."


Salondan çıktığında peşinden gitmek için ayağa kalkmıştım, niye aniden gitmeye karar vermişti? Arkamı dönüp adımımı atacakken duyduğum sesle ve hisle olduğum yerde kaldım. Kafamı önce cama çevirdim, cam paramparçaydı. Sonra arkadaki duvara çevirdiğimde gördüğüm delikle yutkundum. Az önce bir kurşun yanımdan geçmişti! Derin derin nefes almaya başladığımda sakin kalmaya çalışıyordum.


"Gerizekalı niye hala ayaktasın!" Birisi beni yere çektiğinde  korkuyla ona baktım. Duvardaki mermi izine bakarak bir küfü savurdu ve telefonunu cebinden çıkarmaya çalıştı. "Neler oluyor?"Bir silah sesi daha duyduğumda Uygur'un omzunu tuttum. Gözleri garipsemeyle bana döndüğünde ise geri çektim. "Bilmiyorum ama burası güvenli değil çıkmamız lazım," Gözlerini salonun kapısına çevirdi. "Ablam içeride!" Kafasını salladı. "Ablanı da alırız ama şimdi bizim çıkmamız lazım. Asla ayağa kalkma olabildiğince yere yakın ol."


Kurduğu son cümleden sonra ev bir anda kurşun yağmuruna tutulmuştu. Panikle onun peşinden sürünmeye başladığımda kurşunların kurbanı olmamak için direniyordum. Şu anda asla ama asla güvende değildim ve ablam benden daha çok tehlike içerisindeydi. Koridora geldiğimizde Uygur sertçe kolumdan çekip beni kolonun arkasına getirdi. "Sakın kıpırdama, ablan nerede?" Elimle karşıdaki odayı gösterip ceplerimi aramaya başladım, cebime bıçak atmak bir hataydı çünkü parmak uçlarım kesiliyordu, Uygur ise sürünerek o odaya gidiyordu. Silah sesleri kulaklarımı sağır edercesine beynimin içinde yankılanırken dikkatimi toplamaya çalıştım.Uygur kapının kilitli olduğunu bağırdığında daha çok panikleyip ağlamaya başlamıştım. Anahtarı bulamıyordum. Uygur tekrar küfretmeye başladığında kanlı ellerimi kulaklarıma bastırıp ağlamaya devam ettim. Yanıma sürünerek geldiğinde ellerini ellerimin üstüne koydu, kulaklarımı açmaya zorluyor bir yandan da bir şeyler söylüyordu. Ellerimi yavaşça serbest bıraktım ve yaşlı gözlere ona baktım. Bir eliyle gözlerimi silip beni sakinleştirmeye çalışıyordu. 


"Bak şu an ağlamanın sırası değil. Sakin olmalısın. Anahtar nerede?"


"Bilmiyorum,"


"Hatırlamaya çalış,"


"Hatırlamıyorum işte!"


Tekrar ağlamaya başladığımda Uygur beni bırakıp kapıya gitti. Belinden silahı çıkartıp kapının kilidine dayadığında kulaklarımı ve gözlerimi tekrar kapadım. Silah sesleri artık susmuştu, etraf sessizdi ama uzaktan duyulan polis arabasının sirenleri vardı. Gözlerimi yavaşça açtım ve dudaklarımdan bir çığlık döküldü.


"Ablaa!"


"Gül orada kal!"


"Hayır, hayır abla."


Yavaşça onlara doğru emeklemeye başladığımda Uygur gelmemem için bağırıyor ben ise odağımdaki tek şey olan, Uygur'un kollarında kanlar içinde yatan ablama bakıyordum. Dudaklarım arasından bir hıçkırık, bir çığlık döküldüğünde kulaklarıma defalarca duyduğum aynı ses doldu ve ardından tüm sesler gitti. Göğsümdeki hissizlik ve sıcaklıkla kendimi yavaşça yere bıraktım, sıcaklık artıyordu ve kalbimde bir yer tarif edilemez bir şekilde ağrımaya başlamıştı. O keskin ağrı vücudumu gitgide çökertirken aniden karnıma giren aynı sıcaklık ve  ağrıyla gözlerimi yumdum. Neden canım yanıyordu? Aynı his bu seferde omzuma saplandığında biri tarafından çekildiğimi hissettim. Sonra sesleri duymaya başladım, aslında ses değildi uğultuydu. Biri kulağımda fısıldıyor gibiydi. Sıcak bir el yavaşça boğazıma temas etti, gözlerimi araladım ve kanlar içinde yatan ablama son kez baktım.  


Devam Edecek...


Loading...
0%