Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@ern07_

"İnsan en çok bilmediğinden korkarmış, oysa ne tuhaf bilinmeyen şeyden korkulması..."


2


Bilincim yavaş  yavaş açılmaya başlamıştı, etraftaki sesleri duyabiliyordum. Yavaşça gözlerimi araladım, bembeyaz bir tavan beni karşıladı. Tüm hisler vücuduma dağıldığında vücudumun çeşitli bölgelerine giren keskin ve ağrılı acıyla gözlerimi sımsıkı kapatıp yatakta kıvrandım. Sanki o anı tekrar yaşıyor gibiydim. Koşan adım sesleri hemen yanı başımda durup bedenimi kilitlediğinde gözlerimi açmaya çalıştım ama gözlerimi de kapatıyordu. Koluma giren iğneyi hissetmemle derin bir nefes aldım. Bedenim yavaş yavaş uyuşuyordu. "Gül beni duyuyor musun?" Bu Uygur'un sesiydi. "Duyuyorum," Rahatlamışçasına bir nefes alıp mırıldandı. "Güzel, şimdi sakin olup dinlenmen gere-" Sözünü kestim. "Ablam nerede?" Bir parmak yavaş ve naif bir hareketle bileğimde gezinmeye başladı. Cevap vermiyordu. "Ablam nerede!" Boğazını temizledi. "Bak, ablan nerede bilmiyoruz. Ben seninle ilgilenirken evi bir anda adamlar bastı. Ablanı almalarına engel olamadım."


Kalbime bir ateş düşmüştü, o ateş anında kalbimi alevden bir topa çevirdiğinde sanki pompalanan kanım değilmiş de lavmış gibi hissediyordum. Tüm hücrelerim, bedenim cayır  cayır yanıyor; aklım durmuş ve o da sonunu bekliyor gibiydi. Titrek bir sesle konuştum. "Ne- Nasıl?" Elini yavaşça gözlerimden çekti. "Bilmiyorum," Eliyle yüzünü sıvazladı. Gözleri kıpkırmızıydı ve göz altları mosmordu. Dağınık olan saçlarını karıştırdı ve yerde olan elalarını benimle buluşturdu. "Özür dilerim."


Pişmanlık dolu gözlerine bakmayı kesip gözlerimi kapattım. Ablamı kaçırmış olamazlardı, bunu yapmış olamazlardı. Neden ablamdı? Kim kaçırmıştı? Neden şimdiyi beklemişlerdi? Gözlerimden akan ıslaklıkla tekrar gözlerimi açtım. Hepsi Uygur'un suçuydu. O gelmeden önce hayatımızda böyle bir şey yoktu. Bir yabancı evimize gelmişti ve ardından ablam kaçırılmıştı. Delici bakışlarım sonunda Uygur'un dikkatini çektiğinde kafasını kaldırdı.


"Hepsi senin suçun! Sen olmasan ben  iyi olacaktım! Ablam kaçırılmayacaktı, evimiz kurşunlanmayacaktı! Hepsini sen yaptın, bir yabancıydın ve eve girdin ve sonra tüm bunlar oldu!" Sinirden titremeye başladığımda vücuduma yavaş yavaş yaklaşan acılara direnmeye çalışıyordum. Uygur boş boş bana bakıyordu ama geçen süre zarfında o da sinirlenmişti ve şu anda bana hiç te iyi bakmayan gözlerle bir şekilde bakıyor, sinirden soluyordu.


"Asıl ben olmasaydım başınıza daha kötü şeyler gelecekti! Belki ablan ya da sen ölecektin! Ya da ikiniz kaçırılacaktınız! Ondan sonra size kim yardım edecekti? Kimse! Sen ise gelmiş burada beni suçlamaya çalışıyorsun. Burada asıl suçlu varsa o da sensin, ben değil!"


Hışımla ayağa kalkıp odadan çıktı. Çarpan kapı sesiyle irkildim ve yavaşça doğruldum. Her yerim uyuşmuştu. Ayağa kalkıp odayı incelemeye başladım ve diğer odalara geçtim. Her yer krem ve beyaz renginde döşenmişti ve ferahlatıcıydı ama hiçbir yerde herhangi bir eşya yoktu. Ne süs biblo ne kaşık çatal benzeri şeyler. Sanki yeni taşınılan bir evmiş ve yerleştirilmeyi bekliyordu. Odama geri döndüm ve uzandım.


 Nerede olduğumu, ablamın nerede olduğunu, onu kimin kaçırdığını ve bundan sonra ne yapacağımızı bilmiyordum. Bir şekilde Servet'e ulaşmalıydım ve buradan çıkmalıydım.


... 


Camdan dışarıyı izlemeyi bırakıp kapıya döndüm. Uygur duvara yaslanmış uyukluyordu. Saatlerdir onun gözetimi altındaydım ve soru soramam ya da buradan gitmeme izin vermemiş, ablam hakkında herhangi bir gelişme olmadığını söylemişti. Burada kapana sıkışmış sadece oturuyor ve saatlerin geçmesini bekliyordum. Elbette sabrım bir yere kadardı.


Ona adımladım, uyanmak ister gibi gözlerini açmaya çalıştı ama uykuya yenik düşmek üzereydi, bunlar manasız çabalardı. Eğilip ceplerini karıştırmaya başladım. İç cepinin hemen yanında minicik bir delik olduğunda alayla yüzüne baktım. Gizli bir cep yapmak istemişti ama belli oluyordu. İçinden bir sürü anahtarın olduğu bir anahtarlık ve araba anahtarı çıkmıştı. Aceleyle üzerindeki montu çıkarıp üzerime geçirdim ve odadan çıktım. Böyle uyuması normal değildi, kesinlikle başka bir etken daha olmalıydı. 


Bahçeye çıkıp derin bir nefes aldım. Birkaç villanın arasındaydı bu ev ve hepsinin inşaatı yeni tamamlanmış gibi duruyordu. Kapının önünde duran, krom rengindeki 3008'e  bindim. Neyse ki Uygur eşyalarımı arabada başıboş bırakmak gibi bir iyilik yapmıştı.


Defalarca denemenin ardından  telefonu koltuğa fırlatıp gözlerimi yumdum. Felaket bir acı çekiyordum ve Servet telefonlarımı açmıyordu. Tehlikeli olmasına rağmen onun evine gitmekten başka çarem de yoktu. 


Evin önüne geldiğimde arabadan  indim. Servet'in şüphelendiği birkaç adam buranın çevresinde sık dolaşıyordu ve beni burada görmeleri sonum demekti. Hızlıca apartmana girip asansörde 2. katı tuşladım ve beklemeye başladım. Asansör 1. katta durduğunda  kapı açıldı ve ben en dibe sindim. Simsiyah giyinimli bir adam binip 2. kata basacak olmuştu ama zaten basılı olduğunu görünce bana döndü. "Seni burada daha önce görmemiştim," Hareket eden ağzı hariç başka bir yerini göremiyordum. "Dilin yok mu?" Ellerim birbirine dolandığında gerginliğimi atmak istiyordum. "Servet'e mi geldin?" Sessiz bir şekilde konuştum. "Evet," Dudakları kıvrıldı. "Anladım. Genelde pek ziyaretçisi olmaz."


Kapı açıldığında inmesini bekledim ama arkası dönük bir şekilde beklemeye devam ediyordu. O inmediği sürece bende inemezdim. Kafamı hafifçe eğip dudaklarımı araladım ve o anda gözlerim elinde parlayan şeye takıldı. Yavaşça şapkasını açtı ve siyah gözlerini bana dikti. Yutkunup geriye adımladım. Vücudunu bana döndürmüş ve bana adımlamıştı. Elindekini çevirdi ve asansörün kapı tuşuna bastı. Kapı yavaşça kapanırken kıyafetimin eteklerini sıkıyordum ve parmaklarım sadece saniyeler içinde ağrımaya başlamıştı.


Bana yaklaştı. Hayır, bana yaklaşmasını istemiyordum. "Buraya gelmen bir hataydı," Gözlerimi ışık altında parlayan bıçağa diktim. "Benden uzak dur," Gülerek kafasını salladı. "Üzgünüm ama burası senden uzak duramayacağım kadar küçük bir yer." Yaşadığım korku ve pişmanlık aniden acıya dönüşüp boğazıma sarıldığında kıvranarak yere çöktüm. Keskin bir metal saç tellerim arasında nazikçe dolaştı, acıdan titriyordum. Bir el yavaşça yüzümde kayıp çenemi kaldırdı. Gözlerim onun olmadığı her yerde dolaşıyordu. 


Dakikalar geçiyor gibiydi hatta saatler. Ne o hareket etmişti ne ben. Sessiz bir şekilde beni izlemişti, bense panik taşan gözlerle kaçmanın yollarını düşünmüştüm. Alan dardı ve her hareketimde bir şekilde beni öldürebilirdi. "Hiç sıkılmadın mı böyle durmaktan?" Bir çocuğun yaramazlık yaptıktan sonra kullandığı ses tonuyla konuşuyordu. "Benden ne istiyorsun?" Ve ben de her an akabilecek kanını düşünerek korkudan titreyen biri gibi konuşuyordum. "Bir şey istediğim yok, sadece neden buradasın?"


"Servet'le konuşmam gereken bir şey var," Gözleri tatlı bir merakla aralandı, dudağının bir kenarı havalanmıştı. "Konuşmak istediğin şey ne?" Boynuma inen bıçaktan hafifçe uzaklaştım. "Seni ilgilendirmez," Eğildi. "Cevap vermek ister misin yoksa sesinin sonsuza kadar kesilmesini mi?" Şeytani parıltılar üzerime yağmaya başlamıştı. "Son yaşadığım şeyle alakalı bir şey soracağım," Aldığı cevaptan memnun olmamış gibi dudaklarını büzdü. "Vaden doluyor gibi."


Kapı yavaş yavaş açıldığında ben umutla o ise endişeyle kapıya bakıyordu. Görüş açımıza bir silah ve onu tutan el girdiğinde içimdeki paniğin üzerine daha fazla panik binmiş zihnimin içinde koşturuyordu.


"Senin de vaden doluyor gibi." Bir silah sesi duyduğumda gözlerimi yumdum. O an tekrar canlanmıştı sanki. Ablamın o kanlar içindeki hali gözlerimin önüne geldi. Etrafta siyah şimşekler çakıyordu ve büyük bir gürültü vardı. Ablama ulaşmaya çalıştım ama o benden gittikçe uzaklaşıyordu. Sesimi duyurmak istedim, gitmesin istedim.


"Gül! Gül aç gözlerini. Uyan!" Bedenim sarsılıyordu ve ablam gitgide silikleşiyordu. Aynı ses tekrar bağırdı. "Gül lütfen uyan, rüya görüyorsun," Her yer karanlıktı ama birden beyaz bir ışık parladı ve beni bir mezarın önüne götürdü. Ablamın ismi... İçimde depremler olurken çığlık atmaya toprağı eşelemeye başladım. Ablamı oradan çıkarmalıydım!


Bir güç beni çektiğinde bedenimin geçirdiği büyük sarsıntıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı, etraf karanlıktı. Aklım hala ablamdaydı ve o görüntü tekrar canlandıkça ben nefes almaya çalışıyordum. Sanki her nefes boğazımda takılıyordu. "Gül nefes al," gözlerimi etrafta dolaştırdım, hala bir şey göremiyordum. "Kabustu, geçti bitti. Nefes al," Dudaklarım arasından bir hıçkırık kaçtı. "Gül gözlerini aç yalvarırım."


Gözlerini aç mı? Yavaşça gözlerimi araladım ve ışığın içeriye firar etmesine izin verdim. Gözlerimi sıkmaktan göz kapağım ağrıyordu. Yutkundum ve ardından "Ben neredeyim?" Bir el saçlarımı düzeltti. "Güvendesin, buradayım." Uygur'un sesi miydi bu? "Ablam..." Hala kim olduğunu çözemediğim kişi beni kucağına alıp ayağa kalktı. "Bulacağım, söz bulacağım ama lütfen şimdilik sakin ol."


Merdivenleri inerken başımı göğsüne bıraktım ve derin bir nefes alıp "Uygur?"  dedim. "Efendim?" Bu adam en son uyuyordu ne ara buraya gelmişti? "Servet'le konuşmam lazım," sesim mırıltı gibi çıkmıştı. "Servet artık yok," başımı göğsünden kaldırıp çatılmış kaşlarla yüzüne baktım. "Ne demek yok?" Dış kapıya geldiğimizde beni yavaşça yere bıraktı. "Yok işte, evinin her tarafı kan doluydu. Detay vermek gerekirse de sizin fotoğraflarınızın olduğu masada yüzük takılı bir parmak vardı."  Ciddi olamazdı değil mi? Servet'e kim ne yapmış olabilirdi ki? Şaka yapıyordu. Birisi benimle büyük alay ediyordu. Ve bu birisi tam da karşımda duruyordu.


"Saçmalık!" Arkamı dönüp merdivenleri çıkmaya başlamıştım ki Uygur kolumdan tutup geri çekti. "Şimdi buradan gidiyoruz Gül çünkü az önce öldürdüğüm adamın yandaşları gelirse bu sefer seni koruyamam," Sinirle soludum. "Sen gidiyorsun çünkü ben Servet'e bakacağım," Uygur bir anda beni omzuna alıp dışarıya çıktığında olayın saçmalığından ne olduğunu anlayamamıştım. "Bırak beni!" Debelenip omzunu yumrukluyordum, kesinlikle bana gülüyordu. "Adi pislik indir beni!" Bu sefer de ayaklarımı sallayıp mahrem bölgesine vurmaya çalışıyordum ama çoktan arabaya gelmiştik. Beni arka koltuğa atıp üzerime sertçe kapıyı kapattığında kapıyı açmak için hamle yapmıştım ama arkamdan uzanan bir el kapımı kilitlemişti. Simsiyah bir el önümde duruyordu ve Uygur henüz arabaya binmemişti! Büyük bir tedirginlikle arkama döndüm. Uygur neden hala arabaya binmemişti? "Selam." Yüzü siyah maskeli biriyle burun buruna gelmiştim. Boğazım yırtılırcasına çığlık atmaya başladığımda bir elimle kapıyı açmaya çalışıyordum. Bu kimdi!


"Tamam, tamam sakin ol. Bağırma yeter!" Korkuyla köşeye sinip ona baktım. Maskesini çıkardı. Siyah saçlarını karıştırdı ve yeşil gözlerini bana dikti tam o anda kapı açılmış içeri Uygur girmişti. "Uygur?" Kafasını bana çevirdi, tamamen doğal bir şekilde bana bakıyordu. Az önce attığım çığlığı duymamış mıydı? "Efendim?" Titrek bir sesle konuştum, hala sırıtarak bana bakıyordu. "Bu kim?" Omuzlarını silkip önüne döndüğünde ağzım açık bir şekilde ona bakakalmıştım.


"Tanışma faslı sonra, şimdi uyku zamanı." Kolumda hissettiğim böcek ısırığı gibi acıyla geri çekilmeye çalıştım ama karşımdaki adam kolumu sıkı bir şekilde tutmuş hareket etmemi engelliyordu. İğneyi kolumdan çıkartıp geriye doğru yaslandı ve gülümseyerek bana bakmaya devam etti. İkimizde bir süre birbirimize bakmıştık, ne onun gülen yüzü değişmişti ne de benim korku dolu yüzüm. Bilincim yavaş yavaş kapanmaya başladığında ise önüne dönüp Uygur'a bir şeyler söylediğini duymuştum.


...


Olduğum yerde dönüp esnedim, neredeydim ben? En son ablamın mezarını görmüştüm. Korkuyla yataktan sıçrayıp etrafıma baktım. Simsiyah döşenmiş bir odadaydım. Panikle pencereye koştum ama pencere hem kilitli hemde siyaha boyanmıştı, dışarıyı göremiyordum. Sonra kapıya yöneldim, o da kilitliydi. Dışarıdan silah sesi geldiğinde geriye adımladım. Ben neredeydim?


Devam Edecek...


3008: Bir araba markası olan Peugeot firmasının 3008 modeli.


Loading...
0%