Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@ern07_

"İnsan öğrenmek için sorardı ama bazen öğrenmekte istemezdi..."

3

Oturduğum yerde bacaklarımı kendime çekip gözlerimi kapıya diktiğimde önce kilit sesini daha sonra kapı gıcırtısını duydum. İçeriye 170 boylarında, sarışın bir kız kafasını uzatmıştı. Mavi gözleri odada dolaştıktan sonra benim olduğum yere takıldı. Yüzünde nasıl davranması gerektiğinin bilinmezliği ve silik bir tebessüm vardı. Kapıyı tamamen aralayıp adımını attı. "Gül, merhaba," Yutkundu, gözlerinde korku mu vardı? "Uygur konuşmak için seni bekliyor, beni takip..." Ayağa kalktım ve kollarımı birbirine dolayıp baştan aşağı onu süzdüm. "Neredeyim ben?" Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı "Sorularını Uygur'a sorabilirsin şimdi beni takip et,"

Odadan çıktığında kararsız bir şekilde takip edip etmem gerektiğini tartıyordum. Kapı aralığından tekrar kafasını uzattığında pes edip odadan çıktım. Ofis gibi bir yerdi. Her yerden insanlar çıkıyor elinde tuttukları kağıtlarla hızlı hızlı ortadan kayboluyorlardı. Birkaçının bakışları bana dönüp tuhafça beni süzdüğünde gerildim ve gözlerimi yere indirdim.

Sarışın kız bir odanın önünde durup bana döndü. "İçeride Talat var, o çıktıktan sonra girersin," Tam arkasını dönüp geldiğimiz yöne geri dönmek üzereyken kolunu tuttum. Şaşkınca bana dönüp kolunu tutan elime ardından bana baktı. "İsmin ne?" Yüzündeki gerginlik bir anda kaybolduğunda kolunu yavaşça çekti ve elini uzattı. "Çisil ben," elini tuttum. "Gül ben de gerçi zaten biliyorsun," Tebessüm edip geriye adım attı."Bir şey olursa bu kattayım, koridorun sonundaki oda benim," Kafamı sallayıp kapıya döndüm ve o da yanımdan ayrıldı.

İçeriden gelen sesler hararetli bir tartışmanın bilgilendirmesiydi ama kimin ne dediği anlaşılmıyordu. Merakla kulağımı kapıya dayadığımda kapının aniden açılmasıyla sendeledim. Çok tanıdık gelen bir yüzdü. Yeşil gözleri umursamazlıkla beni süzüp direk önümden geçtiğinde onun arkasından bakmaya devam ediyordum. Uygur gibi onunda kolu tamamen dövmeydi ama fazlası vardı.
Onu incelemeyi bırakıp içeriden bana seslenilmesiyle odaya girip kapıyı kapattım.

Geniş bir odaydı ve duvarlardan birisi tamamen camdandı, şehri görebiliyordum. Cama yaklaşıp hemen aşağıda olan trafiğe baktım. Burası kaç katlıydı? Odanın geri kalanı ise ahşap tonlarda döşenmiş mobilyalardan ve birkaç tablodan ibaretti. Çok sıkıcı bir odaydı.

Gözlerimi etrafta dolaştırmayı bırakıp girdiğim dakikadan beri dik dik bana bakan Uygur'a çevirdim. Üzerinde beyaz dirseklerine kadar sıvanmış bir gömlek vardı ve buradan sayabildiğim kadarıyla ilk 3 düğmesi açıktı. Masaya yaklaşıp koltuklardan birine oturdum. Konuşmuyordu, sadece izliyordu.

"Neredeyim ben?" Gözleri sonunda bir anlam kazandığında konuştu. "Güvende," Alaycı bir şekilde gülüp cama baktım. "Neredeyim?" Derin bir nefes aldı. "Neden soruyorsun?" Şaşkınlıkla ona döndüm, ciddi bir şekilde bunu sormuş olamazdı. "Neden acaba!" Ayağa kalkıp masanın üzerinden ona eğildiğimde gözleri az önce oturduğum koltuğa döndü ve sadece tek kelime söyledi. "Otur."

Ellerimi saçlarımdan geçirip derin bir nefes aldım ve o an gözlerim masanın üzerinde duran takvime çarptı. Gözlerimi kısıp kendi kendime mırıldandım. "27 Ekim mi?" Bakışlarını camdan çevirdi ve bana baktı. Gözleri aslında her şeyi anlatıyordu ama ben inanmak istemiyordum.

"Takvimin yanlış," Kafasını iki yana salladı. "Hayır değil," Takvimde kırmızıyla işaretlenmiş o sayıya baktım. "Daha 2 gün önce 11 Ekim'di," Eliyle alnını sıvazlayarak bakışlarını kaçırdı. "O 2 gün değil 2 hafta," Çok saçmaydı, 2 gün içinde 2 hafta atlamış olamazdık. Üstelik ben daha yeni yaralanmıştım, ablam daha yeni kaçırılmıştı. "Dalga geçmeyi kes!" Tekrar ayağa kalktığımda sinirden titriyordum, ciddi olmamalıydı, 2 hafta geçmiş olmamalıydı. "Dalga geçmiyorum Gül! Hiç mi sorgulamıyorsun ben daha dün kurşun yedim nasıl ayakta duruyorum diye?"

Kafamı iki yana salladım, korku dolu bakışlarım tekrar takvime dönerken geriye adımlıyordum.
"2 hafta geçmiş olamaz," Ayağa kalktı ve masanın etrafından dolanıp yanıma geldi. Elaları güven vermek ister gibi bakıyordu, ve ben de bu güveni istiyordum. "Seni uyutmak zorunda kaldık," Bedenim sallanıyor, ileri geri gidiyor gibi hissediyordum. Az önce uyutmaktan mı bahsetmişti o? "Uyutmak derken?" Sıkıntıyla nefes alıp iki elini omzuma koydu, ama şu an bu güveni bana verebilecekmiş gibi değildi o yüzden geri çekilmiştim. "Ablanın kaçırıldığını öğrendiğinde asla durmayacaktın üstelik yaralıydın ve o vücutla bunu kaldıramazdın seni uyutmak zorundaydık."

Aynı cümle beynimde yankılanıp derinlere düşerken odaklanabildiğim birkaç kelime vardı. Gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Bunun bir rüya olmasını istiyordum, uyanmak istiyordum ama onun gerçekçiliği rüya ya da kabus her neyse hepsinin gerçek olduğunu söylüyordu. Anlayıp anlamadığımı anlamak istercesine kafasını eğip gözlerime baktı. Gözlerimi kapattım ve tekrar açtım. Hala gerçekti.

"Şimdi sen bana diyorsun ki; ablan kaçırıldı, sen yaralandın, biz seni uyuttuk üzerinden 2 hafta geçti?" Onaylar bir ifadeyle kafasını salladı, rahatlamıştı. "Ve benim ablam 2 haftadır kayıp ve siz beni bu süreçte uyuttunuz mu!" En başa döndük der gibi ellerini bacaklarına vurup sandalyeye oturdu.

"Ablam nerede!"

"Bilmiyorum, ama bulacağız,"

"2 hafta geçmiş be 2 hafta! Ne yaptın o sürede? Böyle oturup aptal aptal camdan mı baktın!"

"Aradım ama yok, dediğim gibi bulacağız,"

"Pekala ablamı es geçelim, peki sen beni hangi akla hizmetle uyutma kararı aldın?!"

"Daha önce olduğu gibi olmasını mı istiyordun Gül! Sağlam halinle bile ölümden dönmüştün birde kurşun yarasıyla dışarı çıkıp ablanı aramayı mı planlıyordu! Seni öylece bırakabileceğimi mi düşündün! Uyansan ne yapacaktın? Ancak burada oturup ablanı getirmemi bekleyecektin bundan fazlasını yapamazdın çünkü ben izin vermiyorum!"

"Daha önce derken?" Sesim titremişti çünkü anılar bir sel olup beynimi basmıştı.

"Babanın arkadaşıyım demiştim, bu da başınıza ne geldiyse biliyorum demek Gül, sen tıpkı o zamanda ..." Masadaki cam şişeyi kırıp keskin tarafını ona doğrulttuğumda yutkunarak bir bana birde elimdeki şişeye baktı. Bunu ikimizde beklemiyorduk. "Sakın geçmişten bahsetme! Senin buna hakkın yok!" Gözleri artık ben şişe arasında mekik dokumayı bırakıp sadece şişeye sabitlendiğinde az öncekinin aksine sakin bir ses tonuyla konuştu. "O elindekini bırak," Kafamı eğip tebessüm ettim. "Ne o korktun mu? Hani az önce beni buraya kapatıyordun izin falan vermiyordun? Ne oldu şimdi?"

Kafasını geriye bırakıp yüzünü sıvazladı, diğer eli beline doğru giderken gözlerimi belindeki o belirginliğe diktim. Düşündüğüm şey olamazdı, olmamalıydı. Belinden çıkartıp bana doğrulttu ve tekrar aynı emri verdi ama bu sefer ses tonu ne sinirliydi ne de sakin daha çok tehdit ediyordu. Gözlerimi silahtan ayırmadan eğilip kırık şişeyi bıraktım ve o da aynı şekilde silahı masaya bıraktı.

"Bundan sonra susacak ve sadece benim dediklerimi dinleyeceksin. Evet ablan kaçırıldı ve benim yapabileceğim hiçbir şey yok şu an. Evet seni uyuttuk çünkü başka çaremiz yoktu hem vücudun kaldıramazdı hem de yerinde durmazdın. Servet öldü mü kaldı mı bilmiyorum onu da arıyorum ve şu anda güvenebileceğin tek kişi benim. Evini kurşunladılar seni kurşunladılar ve tüm bunlar benim önümde oldu ve şu an seni yanımda tutuyorsam senin güvenliğin içindir çünkü bende etrafta deli gibi aranan ve görüldüğü ilk yere gebertilecek olan birini plazamın ve şehrin orta yerinde tutacak kadar deli değilim. Beni anlıyor musun?"

Yavaşça koltuğa oturdum ve kafamı salladım. "Güzel çünkü sana daha fazla şey açıklayacak kadar vaktimiz yok. Ablanı bir şekilde aldılarsa senin de peşine düşeceklerdir ve senin de uslu olup benim yanımda durman gerektiği ve benden başkasına ve benim onay vermediğim kişilere güvenmemen gerektiği anlamına gelir."

İçimden kabul etmek gelmiyordu, bu söylediği şeylere inanmak istemiyordum. Ona veya başkasına güvenmek istemiyordum. Sadece ablamı istiyordum. Peki bunun için bu bağırıp duran adamın yanında mı durmalıydım?

İkinci kez kafamı salladığımda ayağa kalktı ve masanın üzerinde duran birkaç dosyayı kucağıma bıraktı. "Bu adamlardan herhangi birini evin yakınında veya son zamanlarda gördün mü?" Gözlerimi sayfada dolaştırdım, hepsi tanıdık yüzlerdi ama onları en son babam ölmeden önce görmüştüm. Gözlerim son sayfadaki son kişide durduğunda bu kişiyi tanımadığımı ama gördüğümü hatırladım.

Parmağımla sarışın mavi gözlü adamı işaret ettiğimde üzerime eğilip dosyaya baktı. Gözlerimi hizamda olan boynunda gezdirdim, buğday tenliydi ve boynundaki damarlar belirgin oluyordu. Gözlerim şah damarına kilitlendiğinde damarın hafifçe oynadığını fark etmiştim. Bu kadar yakınımda mıydı gerçekten? Üzerimden doğrulup masaya ilerlediğinde birkaç dosya daha aldı ve karşıma geçti.

"Laçin Kesmer, tanıdık geliyor mu?" Gözlerimi vücudunda dolaştırdım, geçen gün üzerindeki siyahlar yüzünden yapılı olduğunu düşünmemiştim ama şu an üzerindeki gömleği "Beni bir kas adam giyiyor!" diye bağırıyordu. Gerçekten bu kadar kaslı olması normal miydi?

Bir anda duyduğum parmak şıklatma sesiyle bakışlarımı gövdesinden çekip gözlerine baktım. Parıldıyordu ve bu parıltı ilk karşılaştığımız gündeki parıltılardandı. "Daha önce bu ismi hiç duymadım ya da soyadı Kesmer olan birini. Açıkçası bu adamı daha önce hiç görmedim ama bir yerden tanıdık geliyor son zamanlarda karşılaşmış olabilirim," Kafasını eğdi "İhtimaller üzerine oynamak tehlikeli ama bende bu adamdan şüpheleniyorum tek sorun durduk yere size bulaşması saçma. Babanın bu adamla daha önce münasebeti olduğunu da sanmıyorum."

Susup kağıtlara bakmaya başladığında gözlerimi kapattım ve tam o anda burnuma çarpan kokuyla gözlerimi aralayıp merakla etrafa baktım. "Süt mü kaynatılıyor?" Kaşları çatılmış bir şekilde kafasını kaldırdı ne demek istediğimi anlamamıştı. "Hayır, ne alaka şimdi?" Dudaklarımı yalayıp omuz silktim. "Kaynatılmış süt kokuyor." Dudaklarını büzüp bilmiyorum der gibi yaptığında kağıtlara geri döndü ve bende kafamı birazcık eğip yüz ifadesine baktım. Yamukça gülüyordu, niye gülüyordu ki şimdi?

Koltukta ayaklarımı kendime çekip kafamı geriye bıraktım. Uyumama rağmen çok yorgundum ama bu yorgunluk bedensel olarak değil ruhsal olaraktı.

...

Aynı rüyayı defalarca görmüştüm, her seferinde kim olduğunu bilmediğim birisi benim adımı sesleniyor ve geri vermemi söylüyordu. Bense sadece karanlıkta koşuyor o sesten uzaklaşmaya çalışıyordum. Neyi geri vermemi istiyordu ve bu ses kimindi?

İlk defa koşmayı bıraktım ve arkama baktım, ses oradan geliyordu. Son günlerde yaşadıklarımın verdiği cesaretle adımlarımı o tarafa yönelttim. Yaklaştıkça beliren şeye gözlerimi kısıp baktığımda kaşlarım çatıldı. Sedyenin üzerinde kanlar içinde birisi yatıyordu, yaklaşıp kim olduğunu görmek üzere olduğum sırada elime batan bir şeyle durup elime baktım. Elimi sıkı bir şekilde yumruk yapmış ve sıkmaya devam ediyordum. Bir ip avucumdan sarkıyordu ve artık elimden kan akmaya başlamıştı. Elimi zorlayıp açmaya çalıştığımda ise daha da sıkmıştım ve artık elim kanlar içindeydi. Neyi tutuyordum ben?

Kafamı kaldırıp sedyeye baktım ve o an duyduğum sesle etraf bembeyaz oldu. Birisi kahkaha atıyordu, etrafta artık sedye yoktu, elimi sıkmıyordum ve kan gitmişti. Etrafımda dönüp sese kulak verdim. "Abla?"

Gözlerimi yavaşça açıp gerindim. Her yerim ağrıyordu ve boynum tutulmuştu. Etrafa baktım, hala Uygur'un odasında koltukta yatıyordum ve birileri deli gibi kahkaha atıyordu. Ayağa kalkıp birkaç esneme hareketi yaptım ve karşıda aralık duran kapıya yöneldim. Kim böyle kahkaha atıyordu ve Uygur neredeydi?

Kafamı kapıdan uzatıp içeriye baktım. Gri bir L koltuk, ortada oyun masası, köşede duran daha yeni yenmiş tabakların olduğu bir yemek masası, içki dolabı ve mini bar ve büyük bir televizyon. Eğlence odası gibi bir yerdi ve içeridekilerde bayağı bir eğleniyordu.

Kahkahanın sahibi oyun masasının üzerinde yatan Çisil'di ve hala deli gibi gülmeye devam ediyordu. Sabah gördüğüm o tanıdık adam ise kulaklarını kapatmış dik dik Çisil'e bakıyordu. Yavaşça odanın içine girip bar tezgahında muhtemelen içki şişesiyle uğraşan Uygur'a yöneldim. Daha kapıdan kafamı uzatır uzatmaz beni fark etmişti ama umursamamıştı.

"Ne yapıyorsunuz?" Gözlerini saniyelikte olsa bana değdirmişti. "Kafa dağıtıyoruz sen?" Kalçamı tezgaha yaslayıp tavana baktım. "Kafamı şişiriyorum," Sonunda şişeyi açtığında kenarda duran bardakları aldı. "İster misin?" Burnuma gelen viski ve süt kokusuyla midem bulanmıştı. Galiba kaynatılmış süt kokan yanımda dikilen kas kütlesiydi. "Buradan gitmeyi mi? Elbette isterim," Bardaklara dolan viskinin sesiyle gözlerimi kapattım. "Aslında viski ister misin diye sormuştum," Kollarımı birbirine dolayıp ofladım. "Daha önce içmedim."

Aniden önüme geçip üzerime eğilmesiyle nefesimi tuttum. Ne yapıyordu? Gözleri şaşkınlıkla aralanmış dudaklarıma baktığında saf saf ona bakmaya devam ediyordum.Bu adam gerçekten süt kokuyordu ve ben sütle alakalı her şeye bayılıyordum. "İlk olur, hem kafa şişirmiş değil kafa dağıtmış olursun," Kolunun bıraktığı açıklıktan eğilip onu tezgahla yüz yüze bıraktığımda arkamdaki kahve makinesini tuşladığını gördüm. "Aman, kalsın. Daha yeni kafa dağıtma tehlikesi geçirdim," Burnundan güldü ve elindeki kahve bardağını bana uzatıp gözleriyle arada kıkırdayan Çisil'in olduğu yeri işaret etti. "Onlara uymaya çalış ve fazla sorgulama."

Uygur'u tek bırakıp koltuğa geçtim. Sabahki adam ellerini kulaklarından çekip bana tebessüm etti. "Talat ben, Uygur'un arkadaşıyım," Bakışlarımı uzattığı eline çevirdiğimde aklıma dün gece yaşananlar gelmişti. Ve o an hatırlamamla arabadaki siyahlı adamın şu an karşımda olduğunu fark ettim. Şaşkınca yüzüne baktığımda ne oldu der gibi gözlerini kıstı. "Sen dün gece arabadaki adamsın," Bir anda ellerini teslim oluyorum dercesine yukarı kaldırdı ve gülmeye başladı. Sinirle yüzümü buruşturup bardağımı masaya bıraktım.

"Bir insan neden siyahlar içinde arabada oturur ki?!" Omuz silkti. "Şaka yapmak istemiştim ama sen korktun," Şaşkın şaşkın ona bakmaya devam ediyordum. "Normal olan da o zaten arabada siyahlı biri olsa tokalaşacak mıyım?" Uygur'un getirdiği tepsideki bardağı eline aldı. "Hayır ama en azından çığlık atmasaydın olurdu, kulaklarım hala ağrıyor." Gözlerimi devirip sakin sakin bizi izleyen Çisil'e baktım.

Bardağımı tekrar elime aldım ve oturduğum yerde bacaklarımı kendime çekip Uygur'a baktım. Boş bir ifadeyle beni izliyordu ve beni geriyordu. O esnada bacağıma temas eden elle gözlerimi Talat'a çevirdim. "Yaraların nasıl?"

"Hiçbir şey hissetmiyorum,"

"Uyku ilaçlarını yeni kestik normal, bakabilir miyim?"

Bacakları üzerinde doğrulup dirseğini koltuğa bastırdı. Gözlerimi Çisil ve Uygur'a diktim. "Burada mı?" Talat kafasını ve elini sallayıp beni onayladı. "Zaten o kurşunları çıkartırken Uygur da Çisil de en detaylı şekilde baktılar yaralarına, görecek yeni bir şey kalmadı." Utançla yüzüm kızardığında yutkundum. Kurşunlardan birisi göğsümün üzerine denk gelmişti ve bu tanımadığım 3 insanda göğsümü en detaylı şekilde incelemiş miydi?

"Sen doktor musun?" Talat kafasını salladı ve ayağa kalkıp tezgaha doğru yürüdü. Tam o sırada omzumda hissettiğim elle kafamı çevirip ne ara dibime geldiğini anlamadığım Çisil'e baktım. "Aman be kızım kim ne yapacak senin koca-"

"Çisil!"

Çisil gözlerini devirdiğinde farklı bir cümleye geçmişti. "Sen bakma Uygur'a kıskanıyor bizi. Talat kurşunları çıkartırken ben doktorum bakabilirim demişti ve bende aynı cinsiyetteniz bakabilirim demiştim yani Uygur'a bahane kalmamıştı biz onu sapık diye yorumluyoruz."

Duyduğum cümlelerle başımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu ve bu ikisi sadece gülüyordu. Gözlerimi Uygur'a çevirdim ve onun da utançtan kızardığını görmüştüm. Nereye düşmüştüm ben?! Talat yanıma oturduğunda bir elini omzuma atıp konuşmaya başladı.

"Aslında seni kıskanıyorum Gül. Geçen sene rehin alınıp boğazımdan iki popomdan da bir kurşun yemiştim. O zaman beni kurtarmaya gelen Uygur hazretleri ayağa kalkmamı emretmişti hem de o halimle! Üstüne beni arabaya götürdüğünde ön koltuğa oturmuştu. Boğazımdan değilse popomdaki acıdan öleceğim sanmıştım. Uygur hazretleri beni 2 hafta önce arayıp benden yardım istediğinde götünden kan çekiliyor sanmıştım oysaki sıradan bir kız içinmiş bu tantana! Ah ah seni de bilirdim Uygur Paşa. 2 günlük kız için ortalığı ayağa kaldırıyorsun ama 20 yıllık arkadaşın için gram kılını oynatmıyorsun, yazıklar olsun!"

Çisil gülmekten yere düştüğünde Talat Uygur'a kötücül bakışlar fırlatıyordu ve Uygur ona daha tehlikeli bir şekilde karşılık veriyordu. Anlattığı hikaye tebessüm ettiğimde aklıma takılan bir soru vardı. Uygur benim için endişelenmiş miydi? Gerçi benimde kollarımda tanımadığım birisi kanlar içinde kalsa bende endişelenirdim ama Uygur beni tanıyor gibiydi.

Bakışlarımı Uygur'a çevirdim. Gözleri kızarmıştı, ellerini birbirine kenetlemiş bir bana birde yanımda oturan Talat'a bakıyordu. Sonunda ayağa kalkıp elini bana uzattığında sorgularcasına ona baktım. "Bu gece için fazlasıyla kafa dağıttın, Talat yarın bakar yaralarına. Hadi gel." Dudaklarımı büzdüm, bu eğlenceli görünen ortamdan bu kadar kısa sürede ayrılmak istemiyordum. "Ama daha yeni gelmiştim." Gözleri uzatma dercesine kısıldığında elini tutup ayağa kalktım ve peşinden ilerledim.

"Bir şey sorabilir miyim?

"Sor,"

"Asansördeki adam..." Sözümü kesip konuşmayı devraldı.

"Evini kurşunlatanı, ablanı kaçıranı bulalım derken zaten başımıza bela almıştık birde senin yüzünden birini öldürdüm ve başıma ekstra bela almış oldum. Dua et ki bu üç olaydan tek kişi sorumlu olsun da kafamız ağrımasın,"

"Anladım, peki ablamı nasıl bulacağız ve Laçin denilen adam?"

"Ablanı nasıl bulacağımıza dair bir fikrim yok ama Laçin'i araştıracağım eğer son zamanlarda gördüysen büyük ihtimal kaçırılması onunla alakalı,"

"Peki ben böyle tüm oturacak mıyım burada?"

"Hayır, ablanı beraber arayacağız ama biraz beklemen gerek ben şu anlık şüpheli listesini kısaltıyorum,"

"Tamam, son bir soruya ne dersin?"

"Gönder gelsin derim,"

"Sabah Çisil beni almaya gelmeden önce bir silah sesi duymuştum, o neydi?"

"O seni ilgilendiren bir konu değil ama şunu söyleyebilirim ki dün kaldığımız evi birisi ifşalamış onu hallediyordum,"

"Öldü mü?"

"Öldü,"

Sonunda bir kapının önünde durduğumuzda bana dönüp duvara yaslandı. "Biliyorum aklında çok soru var, şu an yaşadıklarını sorguluyorsun ama bana güvenmen gerek. Zamanında seni korumak için çalıştım ve şimdi de aynısını yapıyorum. İşleri zorlaştırmanı istemiyorum,"

Kapıyı açıp içeriye adım attığımda dönüp ona baktım. "İşleri zorlaştırmak veya senin işine burnumu sokmak gibi bir planım yok. Sadece ablamı bulmak istiyorum ve ablamı bulduktan sonra yollarımız tamamen ayrılacak. Ayrıca beni silahla tehdit eden birine güvenemem, " Kafasını sallayıp gözlerini yere indirdiğinde sırıttığını fark ettim. "İyi geceler," Kapıyı kapatmak üzere olduğum sırada duyduğum cümleyle utançtan yerin dibine girmiştim.

"Bu arada göğsündeki gül dövmesi güzelmiş tek sorun artık ortasında delik var."

Devam Edecek...

Loading...
0%