@ervaerdal
|
Herkes; kalbinde, bir gün kopacak ve geriye hiçbir kalıntı bırakmayacak olan kendi kıyametini taşırdı. Buna bazen bir söz, bazense o sözün yarattığı his neden olurdu. Aynı zamanda yine herkes, bir başka kıyametini de zihninde taşırdı. Buna bazen bir durum, bazense o durumun bedende bıraktığı ağırlık neden olurdu. Bir olay yaşanır, bir söz söylenir ve bir his açığa çıkardı. Her şey bu kadar basitti ama basit şeyler düzeltmesi zor olan yıkımlara sebep olurdu. Bazen karmaşıklığa alışmış bedenimiz basit bir söz ile kapana kısılırdı. Bazen karmakarışık bir duruma bulanan ruhumuz basit bir his karşısında yönünü kaybederdi. Hayatın bizim için düzenlediği oyunları önceden tahmin etmek zordu, bazı anlarda ise imkânsızdı çünkü hayat, çoğu zaman hilekâr ve riyakârdı. Hayat, tüm o kıyametleri koparmaktan amiyane tabiriyle irite edici derecede zevk alan bir olguydu. Belki de onu anlayabilmek için evvelden beri var olan ebedî bir güç konumuna ulaşmamız gerekiyordur. Lakin insan öylesi bir konuma yalnızca yaşayarak ulaşabilir miydi? Şeytani ama ilahi bir güç gökyüzünün kalbine ulaşmış, orada hâlâ atmaya devam eden damarları sinsice yerinden sökmüş ve göğün yaşamla olan tüm bağını kesmişti; gökyüzü siyaha boyanmıştı. Güneş, tüm canlılığı ile parlaması gereken bu saatlerde yuvasını terk etmiş ve evinin yok oluşuna şahit olmamak için çok da uzak olmayan bir noktaya saklanmayı tercih etmişti. İşte tam da bu anlarda, yüreğimin korkuyla çarptığı, hiçbir kafesin beni koruyamayacağını düşündüğüm bu anlarda, zihnimde bir kıyametin yaşandığını hissetmiş ve biçare geçici bir korunak aramıştım. Lakin hayat engel yaratmayı severdi. Etrafımda beni koruyabilecek hiçbir şey bulunmuyordu, oysa dört yanım duvarlarla çevriliydi. Bu oda beni koruyabilecek bir kafes gibiydi ama ben buna rağmen kendimi güvensiz ve korunaksız hissediyordum. Gözümü açar açmaz fırladığım pencere bana çok da güzel bir manzara sunmamıştı zira kaçındığım bilinmemezlik beni burada da yakalamıştı. Burası benim topraklarım değildi. Ait olduğum bölgenin her köşesini, elbette, gezmeye fırsat bulamamıştım ama burasının benim toprağım olmadığını söyleyebilmek için buna ihtiyacım yoktu. Burası basbayağı benim bölgem değildi, dahası benim evimin ait olduğu dünyadan da çok uzaktı. Pencerenin, tüm yapıyı kaplayan ağaçların ve korkunç bir uğultu yaratan rüzgârın izin verdiği kadarıyla oldukça ihtişamlı bir sarayın içinde olduğumu anlamış ama burasının tam olarak neresi olduğunu anlayabilmemi sağlayacak sağlam bir unsur görememiştim. Öyle bir çıkmaza girdim ki kendimi sorgulamak zorunda kaldım. Hatırladığım, zihnimde net olan görüntüleri tekrar ve tekrar oynattım ama sonuç değişmiyordu. Ne burası tanıdıktı ne de buraya nasıl geldiğim ortadaydı. Gözlerimi, pencerenin önüme serdiği manzaradan çektim ve yabancısı olduğum odaya çevirdim. Odada, hangi bölgede olduğumu gösterecek birtakım nesneler aradım ama gördüğüm her şey bana fazlasıyla yabancıydı. Ne odanın ortasındaki yatağın üzerine örtülmüş örtünün desenleri ne yatağın başlığındaki desenler ne de hemen yatağın çaprazındaki masanın üzerine dizilmiş takılar buranın neresi olduğunu anlamama yardım etmişti. Bakışlarım yeniden pencereye döndü. Rüzgârın şiddeti, camı açmamı sağlayacak cesaretimi alıp götürmüştü. Rüzgâr sanki dünyanın sonunu getirmeye ant içmiş gibi esiyordu ve yapraklar sanki içerisinde bulunduğu bedeni yaşatmaya çalışan hisler gibi ağacın dallarına sıkı sıkı tutunuyor ama günün sonunda o bedeni terk ediyorlardı. Biçare odanın içine döndüm ve yeniden, tüm dikkatimle odayı inceledim. O esnada gözüme daha önce çarpmayan ama bariz bir şekilde ortada olan bir şey çarptı. Odanın birçok kısmına konmuş, büyüğünden küçüğüne her türlü tabloda tek bir kişi yer alıyordu. Gözlerim tabloda gördükleri karşısında dehşetle açıldı. Onlarca portresi çizilmiş kadınının suratı bana aitti ama pek de ben değil gibiydi. Yüreğimin korku melodisini çaldığı anlarda, ne yapacağımı bilemediğim, donakaldığım bir anın içine sürüklendim. Bir ipucu bulabilmek umuduyla bakışlarım etrafta hızla dolandı. Oda benim için sıradan olmasa bile alışageldik bir düzene sahipti. Odanın orta yerinde duran, örtüsü dağılmış yatağın metaldan yapılmış olduğunu tahmin ettiğim başlığı birkaç basit çiçek deseniyle donatılmıştı. Yatağın sol tarafında püsküllü, yine, çiçek desenli bir lambader vardı ama çalışmıyordu. Yatağın karşı hizasında, içinin kıyafetle dolu olduğunu düşündüğüm ahşap bir dolap vardı. Dolabın ahşabına koca bir çiçek deseni oyulmuştu. Koyu ahşap dolap, günler öncesinde cilalanmış gibi parlak ve canlıydı. Yatağın sağ tarafında ise dolapla aynı malzemeden yapılma, üç çekmeceli bir masa duruyordu. Derin bir nefes alıp masaya doğru ilerledim. Neler olduğunu anlamama yarayacak bir şeyler bulmalıydım. Kararsızlık ve çekinceler beni hükmü altına almadan önce çekmeceleri karıştırmaya başladım. İlk çekmecede işe yarar bir sey yoktu, zira kişisel bakım eşyalarıyla doluydu. En üstten ikinci çekmecede gördüğüm turuncu, kadifemsi, üzerinde sarının hâkim olduğu çiçekler bulunan defteri almaya hazırlanırken odanın dışında duyduğum sesler yüzünden çekmeceyi kapattım ve kapıya doğru döndüm. Saniyeler sonra açılan kapıdan içeri bir kadın girdi. Yaşına rağmen oldukça dinç görünen, uzun boylu, ince yapılı bu kadın halamdan başkası değildi. Tanıdık birini görmüş olmanın verdiği rahatlıkla kalbimin korku dolu sesini bir süreliğine susturabildim. Onun gözleri; bana, sanki hayatta görebileceği en değerli şey benmişim gibi bakıyordu. Kafamdaki soruları giderebilmek adına ona, "Hala, neler oluyor?" diye sordum. Bu sırada kapıyı kapatan halam yavaş yavaş odanın içine doğru ilerledi. "Alisa, biliyorum böyle şeyleri sevmiyorsun ama tüm bunların olacağını bile bile yaptın ne yaptıysan. O yüzden lütfen daha fazla oyalanma ve o toplantıya git. Yoksa yine babanla aranda bir tartışma çıkacak." Alisa bendim, aynadaki görüntü bana aitti ama gözlerimin gördüğü, kulaklarımın duyduğu hiçbir şey bana tanıdık gelmiyordu. "Ne toplantısından bahsediyorsun bilmiyorum ama bu konuya sonra geri döneriz. Öncelikle buranın neresi olduğunu söyler misin? Bir an düşman topraklarındayım sandım." Halam gözlerini gözlerime dikti ve yanıma yaklaşıp ellerimi tuttu. "Kızım, şimdi şakalarla oyalanmanın vakti değil. Toplantı çoktan başladı bile. Hazırlanıp yola çıkman gerekiyor. Biraz acele et!" Halamın, hayat sanki olağan akışında ilerliyormuş gibi tavırlarına anlam veremiyordum. "Hala, ben ciddiyim," diye yakındım. "Neresi burası? Neden buradayız? Ayrıca ne toplantısından bahsediyorsun?" Halam hızla açtığı ağzını yavaşça kapadı, gözleri şüpheyle kısıldı. "Alisa benimle dalga geçmiyorsun değil mi?" diye sordu, emin olmak adına. O an konuşacak gücü kendimde bulamadım ve yalnızca başımı sağa sola sallayabildim. Onun aklına ne gibi düşünceler doldu bilmiyorum ama korku dolu gözlerle baktı bana. Hâlâ sıkı sıkı tuttuğu ellerimi bırakmadan beni yatağa doğru götürdü. Yatağa oturduğumuzda bile ellerimi bırakmadı. Mavi gözleri saniyeler içinde yorgunluğa esir olmuştu. "Alisa, gece hava şu ankinden bile kötüydü. Bir şeyler olmuş olmalı. Hafıza kaybı mı yaşadın ki? Bu toplantı mevzusunun birilerini rahatsız ettiği belliydi zaten. Ah be kızım, söylemiştim sana, uyarmıştım seni! Hiç dinlemiyorsun ki bizi! Neyse şimdi şikayet etmenin sırası değil. Bu haber çok fazla kişiye ulaşmadan seni bir şifacıya götürelim." Halamın sözleri içerisinde bulunduğum durumu çözmeme hiç yardımcı olmuyordu. Zihnimdeki eksik parçalar onun söyledikleriyle uyuşmuyordu. "Hala," dedim öncelikle ama sesim onu ilk gördüğüm anki kadar heves dolu değildi, "hafıza kaybı yaşadığımı sanmıyorum çünkü ben zaten buraya gelmem dışında yaşadığımı her şeyi hatırlıyorum." Dışarıdaki fırtınanın gürültüsüne rağmen halamın bir fısıltı şeklinde söylediği o cümleyi duyabildim. "Tanrım, lütfen düşündüğüm şey olmasın." Bana bir açıklama yapmak yerine başını ellerinin arasına aldı. "Ah, Alisa, ah! Bir şey olacağı, birinin bir şey yapacağı belliydi. Sana, yerinde rahat dur, demiştim!" Onun bu hâllerine hiç anlam veremedim ama gözlerinde, baştan aşağı tüm bedenimi rahatsız edip titretecek kötü havadisler gördüm. Yeniden konuşmayı başardığımda, "Hala," diyebildim. "Artık bana da ne olduğunu açıklayacak mısın?" "Alisa," diyebildi yalnızca. Sonra bir süre sustu. Ya ne söyleyeceğini bilemedi ya da nasıl söyleyeceğini bilemedi. Ne olduğunu bilememenin vermiş olduğu merak, vücudumda yavaş yavaş öfkeye dönüşüyordu. Yine de sabırlı olmaya çalışarak konuşmasını bekledim. Bu sefer nefesini derince alan kişi ben değildim. Sıkı sıkı tuttuğu ellerimi bıraktı ve aceleci bir şekilde yataktan kalktı, ama bir yere gittiği yoktu. Bakışlarını gözlerime değdirdi. Tüm bedeni tedirginlikle sarsılıyordu. "Bir şeyler olmuş. Çok kötü bir şeyler olmuş. Alisa tehlikede olabilir ama şimdilik bu yaşanan her neyse aramızda kalsın. Ben birilerine danışacağım. Önce tam olarak ne olduğunu öğrenmemiz gerekiyor." Onu ilk kez böyle görüyordum. Sanki tanıdığım halam gitmiş onun yerine ona benzeyen birisi gelmiş gibiydi. Kalp atışlarım duyulabilecek raddeye gelmişti. "Ne olduğunu anlatacak mısın? Kendi kafanda bir çözüme ulaşıyorsun ama benim hiçbir şey bildiğim yok," dedim yorgunca. "Ayrıca 'Alisa tehlikede olabilir.' ne demek oluyor? Alisa zaten benim ve gördüğün üzere ben buradayım." "Hayır, hayır," dedi. Kendi kafasının içinde bir şeylerle tartışıyor gibiydi. "Emin oldum, sen Alisa değilsin." Oturduğum yataktan kalkıp onun karşısına dikildim. "Hala neler oluyor,?" diye yeniden sordum. "Tüm bu sözlerin ne anlama geliyor? Ayrıca yabancı bir yerde ne arıyoruz biz?" "Sen bu yerin yabancı olduğu konusunda ne kadar eminsen ben de senin Alisa olmadığın konusunda o kadar eminim." Konuşmama fırsat vermeden sözlerine, "Bak kızım, sanırım sen bir şekilde bizim evrenimize gelmişsin. Daha kötüsü Alisa'nın da senin evrenine geçiş yapmış olma ihtimali var. Bir şeyler olmuş, bana detay sorma çünkü ben de bilmiyorum. Önce birkaç şifacı ile görüşeceğim. Bu esnada beni burada bekle. Dönünce sana istediğin tüm cevapları vereceğim," diye devam etti. Sözler ağzından çok basit bir şey gibi çıktı. Aklından böyle şeyler geçtiği, geçebildiği için ona hayretler içerisinde bakakaldım. Onun robotik tavırları içimdeki dehşetin boyutunu arttırmış ve bedenimi tir tir titretmişti. Bir şeylerin yolunda olmadığı açıktı ama ne olduğunu anlayacak bilgeliğe sahip değildim. O, bildiğim, tanıdığım halamdan çok uzaktı; âdeta bir yabancıydı. Ona dikkatlice baktığımda, her seferinde, kendisini bana yabancı hissettirecek yeni bir şeyler görüyordum onda. Düşündüğümde ne bakışları ne duruşu ne tavırları ne de sözleri tanıdıktı. Tanıdık olan tek şey görüntüsüydü. "İyi de be-" Kapının açılmasıyla cümlemi tamamlayamazken halam beklemeden önüme doğru geçti. İçeri giren genç adam öfkeyle bize bakıyordu. Kahve saçları parlak parlaktı. Göz altları hafifçe çöküktü. Saçına eşlik eden gözleri de parlaktı lakin onlar öfkeyle parlıyordu. "Minik aile toplantınızı bölüyorum ama buna sonra devam etseniz olur mu?" diye sordu öfkeli ama alçak sesiyle. Sitemkârdı. "Toplantı neredeyse bir saat önce başladı. Bunun farkındasınız değil mi?" Bu sözler, halamın dakikalar önce kurduğu sözlerin doğruluğunu yüzüme vurdu. Sıkı sıkı tutunduğum gerçekler bir bir yıkıldı ve zihnim bir harabeye dönüştü. Yüreğimde, korkunun yoğunlukta olduğu bir senfoni çalmaya başladı. Toplantıya dair bir şeyler hatırlamaya çalıştım ama nafile. Bahsi geçen toplantı benim zihnimde hiçbir şekilde yer edinmiyordu. Ki bunun yanı sıra hâlâ neresi olduğunu bilmediğim bir yerde yabancı bedenlerle birlikteydim. "Sakin ol, Aren. Alisa toplantıya katılamayacak, biraz hasta. Ben de tam size haber vermesi için birisini gönderecektim." Halamın sözleri üzerine genç adam bakışlarını üzerime dikti. Odadaki Alisa'ya ait portreler bana, bu bedenin bana ait olmadığını haykırıyordu adeta. Görüntümüz aynıydı ama onun benim aksime kendinden emin bakışları vardı. Beni ele veren şey de buydu sanırsam. Öyle ki adının Aren olduğunu öğrendiğim adamın sinirli ifadesi benimle göz göze gelince dağıldı. "Nasıl becerdin hasta olmayı? Bakışların bile değişmiş." Bakışlarını halama doğru çevirdi. "Önemli bir şey mi? Şifacıya göründü mü?" Halam, sanki ses tonum her şeyi ele verecekmiş gibi konuşmama müsaade etmiyordu. "Pencerenin camını açık unutmuş. Gece çıkan fırtınayı biliyorsun. Ona rağmen gayet iyi görünüyor. Birazdan şifacıyı odaya çağıracağım. Çok ciddi bir şey olduğunu sanmıyorum." "Amcamın bundan haberi yok mu?" "Ah, hayır! Zaten benim de daha yeni haberim oldu. Odasından çıkmayınca kontrol etmek için gelmiştim." "Peki," dedi duraksayarak. "Ben haber veririm, boşuna birisini yollama. Zaten merkez binaya dönmek zorundayım." Sözlerini bitirdikten sonra son kez bana bakıp odadan çıktı. Halam, kapı kapanır kapanmaz bana doğru döndü ve zihnimdeki yıkıntının parçalarını gözlerimde gördü. "Sanırım artık bana inanıyorsundur." Zihnimde, kimsesiz kalan düşüncelerimin çığlığının sesi duyuluyordu. Kaçmak istedim ama gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Bildiğim tüm her şeyi sorgularken; hiç bilmediğim bir evrende, tanıdık yüzlerin arasında, bildiğim her şeyden uzakta olduğum gerçeğinin altında yavaş yavaş ezildim. Korku, bir sarmaşık gibi bedenimi çevrelerken zihnimdeki kıyametin son sahnesi gerçekleşti. Ne tepki vereceğimi bilemedim zira böyle bir durumun yaşanabileceğini bile bilmiyordum. "Ama..." Sözlerimin devamı gelmedi. Dışarıdaki rüzgârın sesi sessizliğim ile bütünleşti; onun çığlıkları benim sesimi alıp götürdü. "Kızım, kendine hemen yüklenme. Bir çözümü var bunun, güven bana." Sözlerin sahibi ne ara yanıma gelip ellerimi bana destek olmak ister gibi sıkmıştı bilmiyorum. Onun verdiği tepkileri yakalayamıyor, yakalasam bile bir anlam veremiyordum. Bakışları anlayış doluydu, bana hâlâ yeğeniymişim gibi bakıyordu ama bildikleri benim bildiklerimden daha fazlaydı. Nitekim gördükleri de öyle. Kendi zihninde çoktan bir sonuca ulaşmıştı ama buna rağmen, nedense benden bir hamle bekliyor gibiydi. Anlayış dolu bakışları beklenti içerisindeydi ama neyin beklentisiydi ki bu? Hissettiğim tüm o karmaşa vücuduma yayılıp ne kadar zaman geçerse geçsin hiçbir şekilde silinmeyecek olan izler bırakıyordu. Bakışlarımı halama, doğrusu halam sandığım kadına çevirirken, "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum. Benim onun aksine zihnimde, sonuca ulaşacak kadar bilgi yoktu. Bedenimde de ulaşılacak o sonla yüzleşecek güç yoktu açıkçası. "Öncelikle tam olarak ne olduğunu öğrenmeliyiz. Asıl önemli olan ise bu durumu kimsenin fark etmemesini sağlamalıyız. Bizi en çok zorlayacak olan kısım da bu sanırım." "Ben ne yapacağım? Öylece herkesten saklanacak mıyım?" Sesim, tüm belirsizliğimin, korkularımın, içimde yaşadığım o karmaşanın en büyük göstergesiydi. Benim oldukça rahat bir şekilde duyabildiğim kalbimin sesi, yorgunluğumun ve tükenmeye başlayan huzurumun son şahidiydi. Ben ise bu kadının karşısında ne sesimin güçsüzlüğünü ne de kalbimin gürültüsünü saklamaya çalışıyordum. O ise, sanki görevi beni sakinleştirmekmiş gibi ne sıkı sıkı sardığı ellerimi bırakıyordu ne de bakışlarındaki anlayışın izlerini siliyordu. "Sen saklanamazsın, Alisa. Bu daha çok dikkat çeker. Hayat devam edecek ve biz, sanki normal olan buymuş gibi hayata uyum sağlayacağız." "Anladım, bu evrene ait Alisa gibi davranmam gerekiyor ama nereye kadar?" Âdeta fısıldayarak çıkmıştı sözler ağzımdan. Ellerimi onun ellerinin arasından çektim. Omuzlarını dikleştiren halam, önce yataktan kalkacak gibi oldu ama sonrasında tekrardan bana döndü. "Ben önce birileriyle görüşmeye gitmeliyim. Dediğim gibi önce tam olarak ne olduğunu öğrenmemiz gerek. Sen beni burada bekle, görüşmelerim biter bitmez buraya döneceğim. Ayrıca akşam her zaman olduğu gibi babanla, yani Alisa'nın babasıyla, yemek yenecek. Hasta olduğun bahanesine sığınman bile işe yaramaz. O yüzden kendini akşama hazırla, kızım. Asıl kıyamet o zaman başlayacak." Babamı aynı bedenin içinde ama farklı bir ruha sahipken görmek, ne kadar düşünürsem düşüneyim aklıma gelebilecek bir senaryo değildi. Kendi evrenimde hayatımın merkez noktasına koyduğum babamı başka bir karakterin içinde görmeye asla hazır değildim. Nedense zihnimin en derinliklerindeki bir sesin, bu evrende bana bahşedilen baba figürü hakkındaki karamsar fısıltıları tüm hücrelerimde bir deprem etkisi yaratıyordu. Yine nedendir bilinmez onunla yüzleşmek istemiyordum. Neyin yüzleşmesini yapacaktık onu da bilmiyorum ama onunla yüz yüze gelmek, karşılaşmak, tanışmak, yüzleşmekten farksız olacak gibi geliyordu. "Tüm bu yaşananları ondan saklayacak mıyız?" Halamın gözlerinin içine bakarken sorduğum bu soru, onun gözlerinde gördüğüm kördüğüm olmuş hislerinden sonra bir cevaba ulaşmasa da olurdu. Yaşanan şeyler, ki daha fazlasını bildiği ya da hissettiği ortadaydı, onu darmaduman etmişti. Belki de ona bu kadar dikkatli bakmamdan rahatsız olup gözlerini kırpıştırdı. Ne yapacağını bilemez bir hâldeyken, "Şimdilik bilmese daha iyi olacak," dedi. "İyi de bu durumu ondan nasıl saklayabiliriz ki? Benim, onun kızı olmadığımı anlamaz mı? Hem ayrıca durumu öğrenmesi bizim açımızdan daha iyi olmaz mı? Yardımcı olur bize." Bu, bir yapboza benzemiyordu çünkü bir araya getirebileceğim parçalar yoktu. Bu, bir bilmeceye de benzemiyordu çünkü soruların net bir cevabı yok gibiydi. Halam oturduğu yerden kalktı ve bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyormuş gibi, "Şu anlık böylesi daha iyi kızım," derken yavaşça odanın kapısına doğru ilerledi. Beni, bana yabancı odanın içinde tek başıma bıraktı. Günün ilerleyen saatlerinde o odanın içinde oturmuş ve bir gelişme olmasını beklemiştim. Halam yalnızca bu odada beklememi söylemiş ve odayı terk etmişti. Saatler geçmişti ama hâlâ bir haber yoktu kendisinden. Gözlerim duvardaki saate değerken ben, içimdeki ağlama dürtüsünü bastırmakla meşguldüm. Hatıralar tıpkı korkularım gibi ara sıra zihnime uğruyor, oraya tohumlarını bırakıp gidiyordu. O tohumlar zamanla yeşeriyor, tohumlar yeşerdikçe ruhum sanki çürüyordu. Çok iyi biliyordum ki; anılar, ne kadar güzel ve parlak bir renk paletine sahip olursa olsun, hatırlandıkça o parlak renkler birer birer solmaya başlıyordu. Biz ise o soluk renklerin hâlâ güzel göründüğü konusunda kendimizi kandırıp; hayatı, geçmişe ve geçmişte kalanlara rağmen güzel kılmaya çalışıyorduk. Güzel olan şey anlardı, anılar değildi. Anılar, zihnimizdeki bahçede solmuş çiçekler gibiydi. Kendi hayatımın artık solmaya başlayan anılarını hatırlamak, bilinmezliğin ağrıttığı bedenime kesinlikle iyi gelmiyordu. Dikkatimi yatağın karşısındaki duvarda bulunan Alisa'nın portresi çekti. Dakikalarca kendimle bakıştım, onda kendimden bir parça bulmaya çalıştım. Bir noktada aynaya bakıyormuş gibi hissettim, bir noktada ise o beden bile yabancı geldi bana. Pencerenin önüne doğru adımlarımı yönelttim ve dışarısının ne hâlde olduğuna baktım. Artık kararmaya başlayan gökyüzünde sabahki gibi bir fırtına yoktu ama hâlâ esmeye devam eden bir rüzgâr ve hafif hafif yağmaya devam eden bir yağmur vardı. Ayın solgun ışığı odanın içinde varlığını belli ediyordu, öyle ki odayı aydınlatan tek şey oydu. Düşüncelerimin yeniden karanlığın askerleri tarafından esir alınmasını engelleyen şey ise açılan kapının sesiydi. Bakışlarım kapıya çevrilirken görmeyi istediğim o kişiyi göremedim. Odaya girer girmez ışıkları açan Aren, sanki boğazıma bir el sarılmış gibi yorgun ve umutsuz nefesler almama sebep oldu. Kapıyı arkasından kapatırken, "Lena nerede?" diye sordu. Saatler önce halamın ona gerçeğe dair hiçbir şeyi anlatmadığı anlar aklıma geldi. Bir bildiği olduğu gerekçesine tutunarak halamın yalanlarla kurduğu o oyuna kendimi dahil ettim. "Bilmiyorum ama şifacının yanında olabilir," diye cevapladım onu. Belki de tıpkı Aren'in yaptığı gibi halamın bir an önce buraya gelmesini dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Kurallarına göre oynanması gereken bir oyun vardı ve benim o oyuna tutunmak dışında bir seçeneğim yoktu. "Aslın-" "Boşuna rol yapma. Senin Alisa olmadığın metrelerce öteden anlaşılıyor." Onun sözleri bende ne gibi bir etki yaratmalıydı bilmiyorum ama rol yapmama gerek olmamanın verdiği his bile beni rahatlatamadı. "Şaka gibi." Fısıltı gibi çıkan bu sözlerinin ardından, "Başka bilen birisi var mı?" diye sordu. "Yok," diyebildim sadece. "En son hatırladığın şey ne?" "Hatırlanacak pek bir şey yok aslında. Uyuyordum ve uyandığımda kendimi burada buldum." "Uyumadan önce normalin dışında gerçekleşen bir durum fark etmedin mi?" Öfkesi, yabancı olan ben tarafından bile anlaşılıyordu. Öfkesinin sebebinin ben olmadığımı varsaydım. "Hayır, hatta buradaki gibi bir fırtına bile yoktu ama belki ben uyuduktan sonra başlamış olabilir." Stres dolu hareketlerle yanıma, pencerenin önüne, geldi. Şüphe dolu bakışlarını hiç gizlemeden bana yöneltti. "Yaşanan duruma göre fazla sakin görünüyorsun." Kaşlarım bir refleks gibi çatıldı. Belli ki öfkesinin sebeplerinden biri de bendim ya da öfkesini çıkarmak için seçtiği kurban bendim. "Ne yapmamı istersin? Oturup ağlamamı mı yoksa bağırıp çağırmamı mı istersin?" Tartışmayı uzatmaya hazır olduğunu belli eden bakışları, geri adım atmayacağımı belli eden bakışlarım ile buluştu. Uzayıp gideceği belli olan tartışma, henüz başlangıç noktasındayken bir ses tarafından bölündü. Kapı tekrardan açıldı ve içeriye halam girdi ama saatler önce gördüğüm halinden çok uzaktı. İlk kez göz göze geldiğimizde sevinçle parıldayan gözleri artık huzurlu değildi. Omuzları daha da çökmüş gibiydi. Topuz yaptığı açık kumral saçları dağılmaya başlamıştı. Odadaki Aren'i görünce kendisini toparlamaya çalıştı. "Aren, ne işin var burada?" Güçlü tutmaya çalıştığı ses tonu beni bile kandıramamıştı. "Çok sevgili kuzenim ortalıklarda yok, onu bulmaya çalışıyorum. Tabii sen detaylara daha fazla hâkimsindir." Aren'in öfkesi yatışacak gibi değildi. Lena da bunu pek iyi bildiğinden olsa gerek, "Sonra tartışalım, lütfen. Odaklanmamız gereken daha önemli şeyler var," dedi. Aren'in öğrenmesine şaşırmamıştı bile. Yavaş adımlarla yanımıza doğru yaklaştı ve pencerenin karşısındaki, karşılıklı duran tekli koltuklardan birine oturdu. "Ayrıca sen nasıl öğrendin?" Aren bakışlarını ikimize de değdirdi. "İkinizin de ayrı ayrı sergilediği berbat oyunculuklar sayesinde anlamam hiç zor olmadı. Ayrıca Lena seni bilmem ama ben şu bakışlardan bile anlayabiliyorum." Bahsettiği şeyin benim bakışlarım olduğunu vurgulamak ister gibi bana bakmıştı. Halam, Aren'in sözlerinin üzerinde hiç durmadı. Kendince daha önemli olan kısma odaklandı. "Aren eğer ağzından fayda sağlayacak bir söz çıkmayacaksa sus, lütfen. Gerçekten seninle tartışacak gücüm yok." "Peki planın ne Lena? Benden bile saklayamadığın şeyi amcamdan nasıl saklamayı düşünüyorsun?" Aren'in halama karşı, belki gerekli belki gereksiz, bu kaba tutumu, şu esnada en çok dikkatimi çeken şeylerden biriydi. "Önce bu kızı saray dışındaki şifacıya götürmemiz lazım. Sen de biliyorsun ki sarayın içinde yaşanan sarayda kalmıyor, maalesef. Sonra ise bir bilge ile görüşmemiz gerekiyor. Ne olduğunu detaylı bir şekilde öğrendikten sonra gerekirse bu durumu abime ben açıklarım." Aile fertlerimin, yaprakların içine çekildiği bir kasırga gibi içine çekildiği aile dramını bir süre sessizce izledikten sonra tüm yabancılığımla olaya dahil oldum. "Peki ben ne yapacağım?" Asıl bilmem gereken ve öğrendiğimde, bilinmezliğe dolanıp bedenimi sarmayalan kaygılarımdan bir nebze dahi olsun kurtulmamı sağlayacak en temel şey buydu. Bir yumak hâline gelmiş bu karmaşık ruh hâlim bedenimi yavaş yavaş çürütüyordu. Öyle ki, tüm bu karmaşa yaşanalı daha bir gün olmamış olmasına rağmen sabrım ve gücüm ait oldukları yerden ayrılıyordu. Sanki umudum zaman ilerledikçe bir parçasını koparıp atıyordu. Saatlerce hiç mola vermeden koşmuş gibi yorgun ve nefessizdi bedenim. "Bundan sonrasında en azından benim ne yapmam gerektiğini artık anlatacak mısınız?" "Aren, sen şimdi git buradan. Normalin dışında hareket etmeyelim. O esnada ben de bu kızın kafasındaki soruları gidereyim. Benim bu odada Alisa ile uzun süre vakit geçirmem kimsenin dikkatini çekmez." Bu odadan, belki de benim yanımdan gitmek Aren'in de istediği bir şey olsa gerek ki, halamın sözlerini ikiletmeden ve hiçbir şey söylemeden odadan çıkıp gitti. Aren'in odadan çıkışıyla beraber halam yanındaki boş yeri oturmam için başıyla işaret etti. Yorgun görünüyordu ve ben onu bu kadar yıpratan şeyi hem merak ediyor hem de duymak dahi istemiyordum çünkü biliyordum ki haberler hiç iyi değildi. "Bak kızım, nerden nasıl başlayacağımı hiç bilmiyorum ama olaylar az çok tahmin ettiğim gibi görünüyor. Birkaç bilirkişiyle görüştüm. Alisa ile sen birbirinizin yaşadığı evrene geçiş yapmışsınız, bu konudan iyice emin olduk. Nasıl olduğunu henüz biz de bilmiyoruz, bunun için bu bölgedeki bilgeye gitmemiz gerekiyor. O iş de henüz şimdilik o kadar kolay değil. Bu esnada bundan kimsenin haberinin olmaması gerekiyor. Ki bu da bizi oldukça zorlayacak." Duyduğum şeyler hem benim dünyama çok yabancıydı hem de kabul ettiğim gerçeklere. Yaygara koparacak güç bedenimde yoktu, ki olsaydı da bir fayda sağlamayacaktı. O yüzden kendimi sakin kalmaya şartladım ve bana bir rüya gibi gelen gerçeği kabullenmeye çalıştım. "Böyle bir şey mümkün mü? Peki ya nasıl düzelteceğiz her şeyi?" Bana kalırsa mümkün değildi ama halam beni, "Mümkün tabii ki," diyerek cevapladı. "Nasıl yani? Ama bu çok saçma ve imkânsız. Böyle bir şey nasıl olabilir ki?" Sorduklarım onu rahatsız ediyor gibiydi. Belki de sadece susmamı ve onun dediği şekilde hareket etmemi istiyordu. "Belli ki bunlar yalnızca senin ve yaşadığın dünya için imkânsız. Nasıl bir yerden geliyorsun bilmiyorum kızım ama bizim dünyamız bu tarz olaylarla nefes alıyor." "Yani büyülü bir evrende miyim? Benim dünyamda bu tarz şeylerin saçmalık olduğu düşünülüyor. Peki buradaki herkes büyü yapabiliyor mu?" Gülüşünü saklama gereği duymadı. "Hayır, kızım. Bu herkesin yapabildiği ve yapmak isteyeceği bir şey değil. Siz buna büyü diyebilirsiniz ama bana kalırsa bu bir lanet. Öyle ki, her zaman yalnızca korkunç sonuçlar doğuruyor." Cümlesine gülerek başlamasına rağmen, artık sözleri ona ne hatırlattıysa, cümlesini bitirince kederli ifadesi iyice bedenine yayıldı. "Geçmişte bu tarz olaylar yaşandı yani," diyerek ağzından laf almaya çalıştım. "Bu tarz olaylar hep yaşanır ama şu an yaşanan olaydan bahsediyorsan geçmişte yalnızca iki kere yaşandı. Bu da üçüncüsü işte." "Sadece iki kere mi? Ben oldukça sık yaşanan bir durum sanmıştım. Bu, bu durumun çok zor çözüleceği anlamına mı geliyor?" "Dediğim gibi ben bunlara lanet diyorum çünkü yarattığı sonuç adeta bir felaket oluyor. Yalnızca iki kere yaşandı çünkü yarattığı felaket hâlâ herkesin aklında," dedi. Zihni anıların içinde gezindi durdu. Ona merakla baktım. Gezintisi sona erince merakımı görmezden gelemedi. "Sana biraz detay vereyim ki kafan karışmasın kızım. İlk kez böyle bir olay, bir doğa olayı sonucu gerçekleşti. Herhangi bir insanın etkisi olmadan gerçekleşen bir durumdu yani. Günümüzden binlerce yıl önce yaşanan bu durumu çözmek için epey uğraşmış dedelerimiz. Nihayetinde olay bir şekilde çözüme kavuşmuş ama yıllar sonra bu olay birisinin ilgisini çekmiş ve o kişi kendisini, bu esrarengiz olaya adamış. Ardından kendisi, yıllarca verdiği uğraşlar sonucu bir büyü bulmuş. Yani en azından kulaktan kulağa, nesillerce aktarılan hâli böyle olayın. İki farklı evrendeki aynı kişilerin birbirlerinin yerlerine geçmesi düşüncesi çok korkunç, biliyorum. Ancak daha korkunç olanı bu durum sonrası topraklarımızda yaşananlar. Büyü, doğaya iyi gelmez; geçmiş, bize bunu öğretti. Öyle ki, o olaydan sonra kimse o büyüyü yapmaya cesaret edemedi. Bunları bilsen yeter, dahasına lüzum yok. Lakin, eğer ki, birisi bu büyüyü yapma cesaretini gösterdiyse ne yaparız hiç bilemiyorum. Eğer öyleyse birileri sonumuzu getirmeye çalışıyor demektir." Gerekliden ziyade gereksiz daha fazla detay veriyordu. Onda tuhaf birtakım şeyler vardı. Konuşmaya meraklı ama konuşmaktan mahkûm gibiydi. Öte yandan buna sebep olan şeyi merak ettim. Birisinin böylesi bir işle meşgul olması aklımın alacağı bir şey değildi. Halam sözlerini bitince gözlerimin içine doğru baktı. Aklımdan geçenleri görüyormuş gibi, "Şu an bu olaya sebep olan şey ne bilmiyoruz. Bunun için şifacıya gitmemiz gerekiyor. Ne olduğunu öğrenince ise bilgeye gideceğiz. Umalım ki, yine bir doğa olayı olsun. Yoksa bu, hem senin hem de Alisa'nın başı belada demek olur," diyerek sözlerine devam etti. "Eğer yine bir büyü yapıldıysa yalnızca Alisa'nın başının belada olması gerekmiyor mu?" Sanki ben Alisa değilmişim gibi sorduğum bu soru ortamı iyice gerdi. Görünen o ki halam ya bana güvenmediği için ya da yeni bilgilerle zihnime işkence etmek istemediği için bana her şeyi anlatmıyordu. "Şimdilik bu kadar şeyi bilmek yeter sana. Daha fazla kişinin öğrenmemesi gerekiyor, ki seni daha rahat bir şekilde koruyabilelim." Sözleri biter bitmez koltuktan kalktı, odadan çıkmaya hazırlanırken geri yanıma döndü. "Yaşlılık kafama vurmaya başladı. Birazdan akşam yemeği yenecek. Senin de inmen gerekiyor. Alisa'nın babasının şu anlık bir şey bilmemesi daha iyi. O yüzden biraz rol yapman gerekecek." Merakıma yenik düşüp, "Neden ki?" diye sordum ama o, bu soruyu umursamadı bile. "Ne yapmam gerekiyor peki?" "Hasta olduğunu biliyor zaten, o yüzden çok üzerine geleceğini sanmıyorum. Çok fazla konuşmamaya dikkat et sen. Biraz da umursamaz davransan yeterli olacaktır diye düşünüyorum." Tekrardan gözlerime doğru baktı. "Yalnızca şu bakışlarını değiştirsen bile yeter. Alisa biraz kibirlidir, dediğim dedik bir kızdır. Yaşadığın şeylerden ötürü kafanın içindeki karmaşa gözlerine bakınca anlaşılıyor. Biraz dinç bakmaya çalış lütfen." Söylediği şeyler tam olarak yeterli gelmemiş olacak ki yanıma tekrardan oturdu ve ellerimi tuttu. Bana diyordu ama onun bakışlarında da zihnindeki karmaşanın izi vardı. "Bak kızım. Beni yanlış anlamanı ve beni bir düşman olarak görmeni istemiyorum. Bazen sözlerim seni incitebilir ama bu sözlerin sebebi seni önemsememem değil. Yeğenim Alisa için ne kadar endişeleniyorsam senin için de o kadar endişeleniyorum. Ailenden uzakta, hiç bilmediğin bir diyardasın. Hissettiklerini asla anlayamam ama seni anlamaya çalışırım. Bizi uzun bir süreç bekliyor olabilir ama bu süreçte yanında olup elini tutacağım ve belki de bunu yapan tek kişi ben olacağım. O yüzden ikimiz de birbirimizi anlamaya çalışalım. Sana emir veriyormuşum gibi hissetme, lütfen. Ben yalnızca bildiklerim doğrultusunda sana yön vermeye çabalıyorum. Bunu hem senin hem de yeğenim Alisa için yapıyorum. Sorunu ne kadar kısa sürede çözersek hepimiz o kadar az hasar alırız. Anlıyorsun beni, değil mi?" Yanlış anlaşılmaktan dolayı hissettiği gereksiz ve fazlalık bir duygu barındırıyordu bedeninde. Kendini bu denli açıklamasına hiç gerek yoktu ama sanki içindeki şeytanlarla durmadan savaşıyordu. Öte yandan ondan kaynaklı bir sorunla karşılaşacağımı sanmıyordum. Kendini düşüncelerine fazlaca kaptırmış, endişeli bir kişi gibi görünüyordu sadece. Ondan gelecek bir zarar düşünemiyordum. Belki de, yalnızca, böyle düşünerek kendimi kandırıyordum. Zamanı gelince öğrenebileceğim bu durumun daha fazla zihnimde dolanmasına müsaade etmeden konuyu şimdilik zihnimde kapattım. Şu an için elimden halam kabul ettiğim bu kadına güvenmek dışında bir şey gelmiyordu. Onun bakışları ise ona karşı oluşturduğum güveni sarsacak cinsten değildi. Belki de gidebileceğim en güvenli yolu bana o çizecekti. "Şu an hepimizin eksik parçaları var. O yüzden ben de seni anlayabiliyorum. Ayrıca seni düşman olarak görmem için hiçbir sebebim yok." Yüzünde bir tebessüm oluştu. Beni mutlu edecek cinsten değildi, nitekim kendisi bile mutlu gözükmüyordu. Zorunlu bir tebessümdü bu. "İlerisi ne getirir hiç bilmiyorum ama bu yolda beraber ilerleyeceğiz, hatta belki de baş başa ilerleyeceğiz. Her şey için çok erken, o yüzden cümlelerimle seni yormak istemiyorum ama bizi zorlu bir sürecin beklediğini bil istiyorum. Yanımızda birilerinin olmasını bekleme, insanların çoğu karşımızda olacak kızım. Zaman ilerledikçe beni daha iyi anlayacaksındır. Şimdilik önümüzdeki soruna odaklanmak bizler için daha iyi olacak." Sözleri, yaklaşan kıyametin habercisiydi; fazla temkinli, detaycı ama bir o kadar da içine kapanıktı. Bakışlarını duvardaki saate çevirdi. "Artık aşağı inmeliyiz. Umalım ki, bu yemek bizler için çok zorlayıcı geçmesin." O, neden bu kadar Alisa'nın babasının yaşanan olayı öğrenmesinden korkuyordu hiç anlayamıyordum ama sayesinde artık ben de korkuyordum. Zihnimdekilere odaklanmadan ona döndüm ve, "Alisa size nasıl hitap ederdi? Gitmeden bunu öğrensem iyi olur," dedim. "Sanırım yaşlandığımı kabul etme vaktim gelmiş. Tüm bunları çoktan konuşmuş olmamız gerekiyordu. Neyse ki bu konuda Alisa'nın tuhaf alışkanlıkları yok. Bana ister adımla seslen istersen hala de. Alisa ikisini de tercih ederdi." "Peki öyleyse. Başka dikkat etmem gereken önemli bir nokta var mı?" Kaygılıydım. Diğer tüm hislerimi bir süreliğine görmezden gelebiliyordum. Söz konusu kaygılarım olduğunda ise zihnimi susturma konusunda hiç başarılı değildim. Daha başlamamış olan akşam yemeğinin bir an önce bitmesini istiyordum. "Sanırım bunlar bugün için yeterli olacaktır. Gel beraber inelim aşağıya. O esnada odana dönüş yolunu ezberlemeye çalış. Yemekte bir şeyler ters giderse hastalığını bahane edip odana çıkarsın." Birkaç dakika sonra odadan birlikte çıkmıştık ve odanın bulunduğu ince, uzun koridorda yürüyorduk. Duvarlar tıpkı yatak odasındaki gibi tablolarla donatılmıştı. Tek fark buradaki tablolar Alisa'ya ait portrelerden oluşmuyordu. Kimisinde daha başka kişilerin portresi vardı. Bir çoğu bu dünyadan çoktan göçüp gitmiş olmalıydı. Kimisinde ise, artık burası her neresi ise, bu topraklara ait olduğunu hissettiğim bazı yerlerin resimleri bulunuyordu. Gördüğüm manzaralar kendi diyarımda barınmayan yerlere aitti. Çoğu fazlaca kasvetliydi; onların arasında insanın içini açan bir manzara bulmak zordu. Gözlerimi tablolardan çekip yola odaklanmaya devam ettim. Halamın dediği gibi odaya dönüş yolunu öğrenmem gerekiyordu. O ise önümden sessizce ilerliyordu. Onun tavırları bizi bir felaketin beklediğini düşündürüyordu bana. Uzun koridorun sonuna gelince sol tarafa doğru döndük ve karşımıza çıkan büyük merdivenlerden aşağı inmeye başladık. Bu esnada hiç insan görmemiş olmamız dikkatimi çekmişti. Burası oldukça büyük bir saraydı, o nedenle bir sürü insanla karşılaşacağımızı düşünmüştüm ama etrafta kimse yoktu. Halama bunu sormak yerine arkasından sessizce ilerlemeye devam ettim. Merdivenin sonuna geldiğimizde bu sefer sağ tarafa döndük ve diğerine göre daha geniş olan bir koridorda yürümeye başladık. Halam koridorun bitiminde yer alan odanın kapısını açmadan önce bana doğru döndü ve sanırım her şey yolunda mı diye kontrol etmek istedi. Ona hafifçe gülümsedim, onayımı aldıktan sonra kapıyı yavaşça açtı ve benim geçmem için kenarda bekledi. Derin bir nefes alıp acele etmeden içeri girdim. Birkaç saniye sonra kapının kapanma sesini işittim ve halam tekrardan önüme geçip odanın ortasında bulunan yemek masasına doğru ilerlemeye başladı. Koskoca masada yalnızca bir kişi vardı ve o kişi Alisa'nın babasıydı. Kahve saçları, mavi gözleri, yüzünde yer yer bulunan benleri hâlâ aynıydı ama görüntüsünde farklı olan, eğreti duran şeyler de mevcuttu. Duruşu ve bakışları, onun burada otorite sahibi olduğunu gösteriyordu. Bizi görünce tebessüm bile etmedi, oysa babam beni her gördüğünde gülümserdi. Odanın içi oldukça büyük olmasına rağmen odada yalnızca on iki kişilik bir yemek masası ve tavanda da dev bir avize vardı. Bakışlarımı daha fazla etrafta dolandırmadan masaya doğru ilerledim. O an Alisa'nın nerede oturduğunu sormadığımı fark ettim. Halam masanın baş köşesinde oturan Alisa'nın babasının sağ tarafına oturunca ben de sol tarafına oturmam gerektiğini düşündüm. Halamdan bir onay beklemek adına oldukça yavaş hareket ettim. Neyse ki halam bakışlarıyla beni hızlıca onaylamış ve biraz da olsa rahatlamamı sağlamıştı. Dikkat çekmemek için ne kadar rahat görünmeye çalışsam da pek başarılı olduğum söylenemezdi. Odaya soğuk, buz gibi rüzgârlar hâkimdi. Beni sağır eden bu sessizliği bozan kişi Alisa'nın babası oldu. "Bir yıldır yönetimle ters düşmek için elinden geleni yapıyorsun, herkesi karşına alıyorsun ama yönetimin değişmesine iki hafta kala gerçekleşen en önemli toplantıya hasta olduğun için gelmiyorsun, öyle mi?" Ne diyeceğimi bilemediğim bu sözlerden sonra konuşmama fırsat vermedi. "Oysa ben, bugün o toplantıya katılıp yıllar önce aldığın o saçma kararda ısrarcı olup insanların geleceğini hiçe sayacağına çok emindim." Öfkeli bakışlarının hedefinde yalnızca ben vardım. Onun benim babam olmadığını bilsem de bu durum, içimde tarifi olmayan hisler yaşattı. Onu bu kadar öfkelendiren şeyi merak ettim. Öfkesindeki zifiri karanlık, bana onun haksız olduğunu haykırıyordu. Onunla yüzleşmekten başka bir seçeneğimin olmadığının gayet farkındaydım. Zihnimdekileri geri plana itip duruşumu düzelttim ve bakışlarımı ona çevirdim. Olayları bilmiyordum ama yine de bir şekilde kendimi savunabilirdim. Halam benden önce davrandı ve bu duruma müdahale etmek için, "Şu an bunu tartışmanın sırası değil. Ayrıca Alisa'nın yönetim konusundaki fikirleri hiçbir şeyi değiştirmeyecek, bunu sen de biliyorsun abi. O yüzden bırak istediğini yapsın," dedi. Hızlı hızlı sıraladığı cümleleri kaygı doluydu. "Ne demek hiçbir şeyi değiştirmeyecek? Kurallar ortada. Yönetime bir kişinin bile itiraz etmesi işlerin aksaması için gayet yeterli. Aptalı oynama Lena!" Öfkeli sesi odanın içinde yankılanıyordu. Halam ise bu durumu hiç garipsiyor gibi görünmüyordu. Sanki tüm bu tartışmalar onların normali olmuş gibiydi. "Geçmişte yaşananlar senin fikir beyan etmemen için gayet yeterli bir gerekçe." Alisa'nın babası olan bu adamın sözlerinden sonra kendi kalp atış seslerimi duyabilmemi sağlayacak bir sessizlik oluştu. Halamın yüzündeki duyguları teker teker okuyabildim, onları saklamak için çabalamadı bile. Orada gördüklerim arasında en baskını hayal kırıklığıydı. Yüzünde her duygudan bir iz olmasına rağmen başını dik tutmaya devam etti ve abisine baktı. "Ben o an için ailemiz adına en doğru şeyi yaptım abi. Doğuracağı sonucu bilemezdim. O yüzden sözlerinin benim için bir etkisi yok." Bakışlarındaki ve ses tonundaki hüzne rağmen titremeyen sesi, belki de onun tek dayanağıydı. Yabancısı olduğum o odaya dönüp kafamın içindeki sesle boğuşmak, içerisinde bulunduğum durumdan daha cazip gelmişti. Bitmesi için dua ettiğim tartışma, yanımdaki adamın sözleriyle beni bir uçurumun kenarına sürükledi. "Ne hikmetse ailemizdeki kadınlar, sanki doğruyu bir tek onlar biliyormuş gibi aptalca bir karar alıyor, tüm her şeyi mahvettikten sonra ise, 'Doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yaptım.' diyor. Bugüne dek yaşadığımız herbir şey, bana, sizin yalnızca susmanız ve olaylara hiçbir şekilde dahil olmamanız gerektiğini öğretti. Özellikle de sen Lena, artık susmalısın! Aptal fikirlerinin seni kardeş katili yaptığını unutma! Bu zamana kadar sebep olduğun vahşetleri hatırla ve o lanetli çeneni kapa!" "Sürekli geçmişte yaşananları hatırlatarak bir yere varamazsın. Sebep olduğum şeylerin gayet farkındayım. Sözlerime ne kadar sinirlensen de benim için bir şey değişmeyecek, ben aynı şeyleri söylemeye devam edeceğim." Havada uçuşan kelimelerin her biri beni daha da çok sağır ederken, yüreğim, duyduklarını zihnimde doğru şekilde konumlandıramıyordu. Kelimelerden biri hep dışarıda kalıyordu ve dışarıda kalan kelimenin bir kısmı hep yüreğime batıyordu. Bedenimde, zihnimde ve yüreğimde birtakım tuhaflıklar yaşanırken bana yabancı o iki kişiyi dikkatlice inceledim. Birisi, onu görmediğim ve hakkında doğru düzgün hiçbir şey bilmediğim zamanlarda olduğu gibi hâlâ yabancıydı. Ne öfkesi ne nefreti ne de sözleri tanıdıktı. Ona dair tanıdık olan tek şey görüntüsüydü. Bana; ondan bir hatıra kaldığını düşündüğüm o mavi gözleri bile çok yabancıydı. Bir diğeri ise, onu ilk gördüğüm zamanların aksine artık tanıdık gelmiyordu. Ne olduğunu bilmememe rağmen, belki de ön yargının esiri olarak, belki de hakkım olmamasına rağmen, ona karşı hissettiğim şey hayal kırıklığından başka bir şey değildi. O ise, sanki düşüncelerimi okuyabilmiş ve hissettiğim hayal kırıklığını anlayabilmiş gibi bakışlarını bana döndürdü. Beni esir altına alan o duygunun çok daha yoğun hâlini onun gözlerinde gördüm. Tüm her şeye rağmen o bakışlarda yine tanıdık şeyler gördüm. Belki de yalnızca kontrol etmek için değdirdiği bakışlarını üzerimden çekti. Abisine döndü, hayal kırıklığı tüm ihtişamı ile gözlerinde parlıyordu. "Abi ben her gün aynı konuşmayı yapmaktan çok yoruldum. Ne düşünmek istiyorsan onu düşün. Yaşadığım utanç, senin sözlerinden daha fazla canımı yakıyor ve içini rahatlatacaksa şunu da bil; senin sözlerinin aksine, bu utanç bir lanet gibi bedenime yapışmış durumda. Öyle ki, öldüğümde bile beni sarmalamaya devam edecek." Ne utancı ne hayal kırıklığı ne de pişmanlığı abisinin öfkesini dindirememişti. Tüm acımasızlığı, orada, yanı başında, sapasağlam bir şekilde duruyordu. Onun bu hâlleri, karşımda bir katil oturmasına rağmen, bana daha şeytani gelmişti. "Sözlerinin beni rahatlatması mı gerekiyor? Yoksa yaşadığın pişmanlıktan ötürü övgü falan mı bekliyorsun? Tabii sen de haklısın Lena, sonuçta bazı katiller hiç pişmanlık duymuyor, değil mi? Bir katil olmana rağmen insani değerlerini kaybetmediğin için aferin sana! Gerçekten gurur duyulası bir kardeşsin!" Öfkeli yüzü, öfkesiyle harmanlanmış alaylı ses tonu ortaya korkunç bir eser çıkartırken, tüm bunların bir rüya olmasını diledim. Dakikalar önceki meraklı hâlim gitmiş, yerine daha fazla bir şey duymak isteyemeyen aciz birisi gelmişti. Tüm bu öfkenin şu anki hedefi ise benden daha az hasar almış gibi görünüyordu. Nefesini seslice verip yemek masasından kalktı. Bir an beni burada bu adamla yalnız bırakacağını düşündüm ama o doğrudan bana baktı. "Hadi Alisa, biz yukarı çıkalım. Hastasın zaten dinlensen iyi olur. Sana afiyet olsun abi." Masadan kalkarken Alisa'nın babasının buna itiraz edeceğini düşünmüştüm ama o bizi umursamadan önündeki tabağı ile ilgilenmeye başladı. Tartışma daha fazla uzamayacağı için rahat bir nefes aldım ve Lena'yı takip etmeye başladım. Kaskatı kesilen bedenim adım atmamı zor hâle getirse de onun arkasından hızla ilerledim. Yemek odasından çıkan Lena hiç beklemeden merdivenlere doğru ilerledi. Bu evrendeki onu henüz tanımamama rağmen kırgınlığını hissedebiliyordum. Onun adına kendimi kötü hissetmiştim. Sonra ise kulağımda 'katil' kelimesi yankılanırken hiçbir şey bilmiyor olmanın vermiş olduğu o hissin altında ezildim. Neler olmuştu, kim haklıydı öğrenmek istiyordum ama benimle bu konu hakkında konuşmak istemez diye söylemek istediğim şeyleri içime atıp sessizce arkasından ilerledim. Yemekte başımıza gelmesini beklediğimiz o felaket yaşanmamış, Alisa'nın babası benden şüphelenmemişti. Ancak felaket farklı bir noktadan gelmişti. Bu felakete kurban giden kişi ise yalnızca Lena'ydı. Artık Lena ve Aren'in, Alisa'nın babasının olayları öğrenmesini niçin istemediklerini daha iyi anlıyordum. O adam bana güzel şeyler hissettirmemişti. Büyük ihtimalle biraz önceki öfkesi, her şeyi öğrendiği zaman etrafa saçacağı öfkenin yanında hiçbir şeydi. Düşündükçe içimdeki o boşluk kalbimin etrafına doğru iyice yayılıyordu. Bilmek farkına varmak için yeterli değildi, onu anlamıştım. Ben, yaşadığım şeyin farkına yeni varıyordum. Demek ki, onca olasılık arasında böyle korkunç bir babaya sahip olduğum bir hayatım vardı. O an aklıma babam geldi. O, tüm olasılıklar arasında sahip olabileceğim en iyi baba modeliydi. Farklı evrenlerde farklı hayatlara sahip olsalar da babamın bu şekilde birine dönüşmesi algılayabildiğim bir durum değildi. Lena ile sessiz bir şekilde ilerlediğimiz bu yolun sonunda tekrardan yatak odama vardık. Beni beklemeden içeri girdi, pencerenin camını açtı ve pencerenin önüne konumlandırılmış koltuklardan birine oturdu. Ben de onun hareketlerini taklit ettim, diğer koltuğa geçip oturdum. Ön yargılara bile isteye kurban oldum ve Lena'nın o adamın bahsettiği gibi birisi olmadığını düşünmeye devam ettim. Güvendiğim tek kişiyi kaybetme riskini göze alamadım, her şeyin bir açıklamasının olduğunu biliyordum. Bu açıklamayı Lena bana yapacak mıydı bilmiyordum ama yapmasını istedim. Karşılaştığım baba figürü bana iyi şeyler hissettirmemişti. Sadece birkaç dakikada beni bu denli hayal kırıklığına uğratan bu adam, kim bilir Lena ve Alisa'nın bugüne dek neler hissetmesine sebep olmuştur? Belki de ben olaya çok duygusal bir taraftan bakıyordum. Sonuçta o kişinin benim tanıdığım babamla bir ilgisi yoktu ama çok derinlerde bir yerde ruhum, sonuç olarak onların aynı kişi olduğu için özlerinin de aynı olduğuna inanıyordu. Olasılıklar o kadar fazlaydı ki, evrenlerden birinde ben de başka birilerinin hikâyelerinin kötü insanıydım, biliyordum. Aptalı oynamaya gerek yoktu ama bugün yaşadığım bu esrarengiz olaydan sonra tüm bu ihtimaller aklıma sıra sıra geliyor ve her biri zihnimde ve kalbimde ayrı ayrı yıkımların gerçekleşmesini sağlıyordu. Biz, bu olasılıkların yarattığı evrenlerde oluşan tablolardık. Bu ihtimallerden birinde eksiksiz bir tablo var mıydı, merak ediyordum. İmkânsıza yakın bir ihtimal ama olmalıydı. Öyle bir karmaşanın içerisindeydim ki, şu dakikaya kadar Alisa'nın annesinin nerede olduğunu sormak aklıma gelmemişti. Şu an geldiyse bile sormaya çekindim. O yüzden Lena'nın sessizliğine ortak olmaya devam ettim. Zihnimde ıssızlığın melosidi çalıyordu. Bir süre sessizce gökyüzünü izledik. Sonra dayanamadım. "Benim evrenimdeki babam böyle değil," dedim. "Sanırım o, hiçbir evrende böyle değil, kızım." Anlamalıydım ki, hayat adil değildi; öyle ki farklı hayatları yaşayan aynı bedenler vardı. Ben uzun bir süre bir belirsizliğin içinde süzüldüm, Lena ise geçmişi tarafından esir alındı; acıları pişmanlıklarına karışarak onu, ömür boyu yaşayacağı bir tutsaklığa hapsedecek olan hüznünü doğurdu. Rüzgârın sesi ve varlığı çoktan silinmiş ama geriye toz parçaları kalmıştı. Bu esnada Lena pencerenin camını kapatmak için hiçbir girişimde bulunmadı çünkü zihninde devam eden bir uğultu vardı. Bu esnada ben de pencerenin camını kapatmak için hiçbir girişimde bulunmadım çünkü kalbimde buraya karşı bir aitsizlik vardı. Sanıyorum ki, saniyeler dakikalara ve dakikalar saatlere dönüştü. Bu esnada Lena yerinden kalkmak adına hiçbir girişimde bulunmadı çünkü zihni geçmişteki bir anda donup kalmıştı. Bu esnada ben de yerimden kalkmak adına hiçbir girişimde bulunmadım çünkü kalbim gelecekte beni bekleyen ihtimallerde takılı kalmıştı. Ay gökyüzünde varlığını iyice belli ederken Lena ile aramızdaki sükûnet devam etti. Onun sessizliğinin sebebi zihnindeki savaşlardı, benimki ise kalbimdeki savaşlardı. Hüzün, keder, acı ve pişmanlık dolu bir nefes verdi. Aynı hüznü, kederi, acısı ve pişmanlığı gibi derin bir nefesti. Sonra, zamanın akıp gitmesiyle hiçbir problemi yokmuş gibi oldukça yavaş bir şekilde yerinden kalktı ve yine aynı yavaşlıkla pencerenin camını kapattı. Bana baktı, bu öylesine bir bakış değildi, anladım. "Alisa sana bu esnada söyleyebileceğim en doğru şey şu ki, eğer abimle baş edebilirsen ve abimin yaptıklarıyla hislerin baş edebilirse sen buradan hiç hasar almadan gidersin. O, bu hayatta karşına çıkabilecek en büyük tehlike, senin için olmasa bile hislerin için öyle. Henüz hiçbir şey yaşanmadı ama zamanın ilerisinde bizi bekleyen şeyleri görebiliyorum. Eğer yapabiliyorsan kalbinin sesini ona karşı kıs çünkü o güzel hislerin düşmanı. Sana fiziksel bir zarar vermez, ama eğer mutluluğunu görürse onu senin elinden almak ister ve emin ol alır." |
0% |