Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@ervaerdal

"Bu açıkça bir tehdit mi yoksa kolyenin, henüz, bilmediğiniz bir anlamı da olabilir mi?"

"Şayet kolye farklı bir anlam ifade ediyor olsaydı aile üyelerimin bunu benimle paylaşmasını engelleyen şey ne olabilirdi ki?" diye sordu Timun Bey. "Benim o kolyenin sahip olduğu gücü bilmemem demek benden sonraki neslin de bilemeyeceği anlamına gelir. Henüz bilinmeyen, keşfedilmeyen güç ne işe yarar ki?"

"Haklı olduğunuz noktalar elbette var ancak aile bireylerinizin kolyenin gizemini size alenen açıklama zorunluluğu da yok," dedi Atlas. "Kolyenin sahip olduğu anlamı bulabilmeniz için kıyıya köşeye bir not iliştirmiş, bir ipucu bırakmış olabilirler. Elbet kolyenin gizemi onların seslice dile getirmek isteyecekleri bir şey olmayabilir."

"Haklı olabilirsin," dedi Timun Bey. "Fakat ailemin böyle bir çabaya gireceğine pek sanmıyorum. Hadi diyelim ki senin dediğin gibi kolyenin ifade ettiği asıl anlam benimle paylaşılmadı; benim bilmediğim bu gizemi kim biliyor olabilir ki?"

"Aile üyelerinizden ya da aile dostlarınızdan herhangi biri," dedi Atlas. "Sonuçta buna gizem dememizin sebebi sizin bilmiyor oluşunuz; ancak bu başkaları için bir gizem olmayabilir."

"Aile üyelerimiz ve aile dostlarımız..." diye mırıldandı Timun Bey. "Ailemizdeki kişiler belli, her ne kadar çoğu zaman kutuplaşıyor olsak da aralarından birinin böyle bir işe kalkışacağını sanmam. Aile dostlarımıza gelecek olursak ne yapacağız yani? Tüm yönetimi sorguya mı çekeceğiz?"

"Neden olmasın?" diye sordu Atlas. "Yaşananlar er ya da geç tüm diyara yayılacak. Gerçeği başkalarından öğrenmek yerine bizden öğrensinler ve hesap versinler."

Atlas'ın bu ani fikir değişikliği beni şaşkına çevirdi. Daha bugüne kadar Perla ile gerçeği mirasçılara anlatma konusunda bile anlaşmazlık yaşıyor, gözle görülür bir şekilde Perla'yı oyalıyordu. Kafasında yeni bir plan mı kurguluyordu yoksa çoktan pes mi etmişti?

"Bu iç kargaşaya neden olur, bildiğin üzere. Tabii senin alacağın karara karışamam lakin yine de uyarmak istiyorum," dedi Timun Bey. "Altı bölümdeki yöneticileri küçük görme, ki gördüğünü de sanmıyorum. Ne de gelse geçmişte onların türlü türlü hilekârlığına şahit oldun ya da büyüklerin tarafından sana bu zamanlar uzun uzun anlatıldı. Şu anda hepsi uslu uslu yerinde oturuyor çünkü kargaşayı asıl yaratan kişi olmak, hain olmak istemiyorlar. Baba Ran'ı ve onun elinde tuttuğu gücü karşılarına almak istemiyorlar. Ancak onları bir kargaşanın içine bırakırsak bu hâllerinden iz kalmayacaktır çünkü o saatten sonra yapacakları her şey bir savunma olarak görülecek. Hatta öyle ki kahraman bile ilan edilebilirler."

"Nitekim bana, geçmişte yöneticilerin aldığı insafsız kararları hatırlatmaya çalışıyorsanız ben de size ta o zamanlar dahi yöneticilerin arasında sizin de bulunduğunuzu hatırlatmak isterim."

"Hatırlatmana lüzum yok, hatıralarımdan çıkmıyorlar zaten," dedi Timun Bey. "Fakat atladığın bir nokta var Atlas; şu an söz konusu benim kızımın canı. O yüzden, bu sefer, alınan kararlara göz yumma zenginliğine sahip değilim; için rahat olsun."

"Yalnızca aile bireylerinizin canını düşündüğünüz müddetçe benim içim hiç rahat olmayacak Timun Bey," dedi Atlas. "Gördüğünüz üzere içinde bulunduğumuz durumdan zarar gören tek isim sizin kızınız değil. Zaman, hepimizin aleyhine işliyor."

"Geçmişten ve hatalardan kaçmanın bir yolu yok, ben bunu yıllar önce kabullendim," dedi Timun Bey. Atlas'ın söylemlerinden rahatsız olmuş değildi, içten içe ona hak verdiği ortadaydı. "Yaptığım hataları da yapacağım hataları da kabullendim. Hatalar kaçınılmaz bir son. Yeri geldiğinde hata yapacağımı bile bile bu sorunun çözümünde yer almak istiyorum. Sen bunu bencillik olarak görebilirsin Atlas ancak ben yalnızca kızım için bu rolü oynayacağım; ve bunu yapmakta hiçbir sakınca görmüyorum."

"Kimin için yardım edecek olmanız önemsiz. Ben yalnızca, acımasızlığın içine sürüklenen diğer kişiler için de sesinizi çıkarmanızı istiyorum," dedi Atlas. "Öbür türlü topraklarımıza hiçbir faydanız dokunmayacak, hiçbir toprak parçasını iyileştiremeyeceksiniz."

"Siz gençler bize kıyasla daha fazla şeyin farkındasınız. Sözlerinin üzerine düşüneceğim." Bakışları yeniden bana döndü. "Madem bu kız en büyük zararı görüyor, o hâlde ona bir koruma sağlamalısınız."

"Zaten bunun için uğraşıyorlar," dedim.

"Görünen o ki biraz geç kalmışsınız," dedi Timun Bey. "Alisa'yı buraya döndürmenin en sağlam yolu iki bedenin yerini değiştirmekten geçiyor. İki kızdan birine bir zarar gelirse diğerinin kendi diyarına dönme ihtimali neredeyse hiç yok."

"Bunlar, geçmişten ötürü hepimizin bildiği şeyler Timun Bey."

"Madem biliyorsunuz, ona uygun davranmalısınız. Hatalardan bahsettim ancak bu sorunu çözerken hata yapma payımız pek yok. En ufak bir hata geri dönüşü olmayan bir yola sokar bizi."

Dışarıdan gelen şarıltı yağan yağmurun habercisiydi. Timun Bey ağır hareketlerle masadan kalktı. "Bugünlük yemek burada sona ersin. Benim kendi çapımda yaptığım araştırmalarım devam ediyor. Olur da kendi planınızda bana ihtiyaç duyarsanız haber verirsiniz. Elimden gelen her türlü yardımı yapmaya açığım." Salondan çıkıp gitmeden önce bakışları son kez bana değdi. "Eğer kolyenin yokluğunun dikkat çekeceğini düşünüyorsanız kolyenin bir benzerini hazırlatabilirim."

Öylesine bir kolyenin birinin dikkatini çekeceğini pek sanmasam da bu kararı Atlas'a bıraktım. "Buna vakit ayırabilirseniz güzel olur." Timun Bey salonun dışına ilerlerken aklıma Alisa'nın kaybolan defteri geldi. Bu konuda bilgi sahibi olabileceğini düşündüğümden Timun Bey'e seslendim.

"Timun Bey, Alisa'nın tuttuğu bir günlük falan var mıydı? Bu konu hakkında bir şeyler biliyor musunuz?"

Timun Bey olduğu yerde bu tarafa doğru döndü. "Günlük mü? Pek sanmıyorum, Alisa'nın bu tarz şeylere ilgisi hiç olmadı. Neden soruyorsun?"

"Eğer varsa işimize yarayabileceğini düşünmüştüm."

"Onun özel alanlarını biraz karıştırırım lakin bir şey bulacağımı hiç sanmıyorum."

"Peki, teşekkürler."

O, salondan çıkıp gittikten sonra Atlas, "Timun Bey'in planımızda aktif rol alacağını pek sanmıyorum," dedi. "Onun umurunda olan tek şey kendi kızı. Büyük ihtimalle yalnızca kızını kurtarmaya odaklanacak ve geriye kalan her şeyi hiçe sayacak."

"Yani onu planlarımızdan uzak mı tutacağız?"

"Evet, çok büyük bir kısmından uzak tutacağız ama mutlaka onun da rol alacağı önemli anlar gelecektir," dedi Atlas. "Gerekli anlarda onu kullanacağız; ona ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum."

"Pek yardımı dokunacak gibi görünmüyor," dedim. "Yardım etmekten ziyade yaptığımız her şeyi eleştirecek ama hiçbir zaman doğrusunu bizim için yapmayacakmış gibi geliyor. Dediği gibi kendi çapında araştırmasını yapacak ve çözümü bulduğunu düşündüğü ilk an hiçbir şeyi umursamadan kendince hareket edecektir. Biz onun pek umurunda değiliz gibi."

"Bulduğu çözüm için bize ihtiyaç duyacağı ana kadar senin dediğin gibi olacaktır," dedi. "Fakat tek başına o çözümü hayata geçireceğini sanmıyorum. Bir noktada başkalarının yardımına muhtaç olacak."

"Diyarınızdaki tüm yaşlılar böyle mi?" diye sordum kendimi tutamayarak. "Çoğu yardım edecek gibi değil. Bir şeyler söyleyerek yardımcı olduklarını düşünüyorlar ancak söyledikleri şeyin ifade ettiği anlamı yalnızca kendileri biliyor."

"Bu düşüncelerin yalnızca Timun Bey hakkında değil," dedi Atlas, bir tahminde bulunuyormuş gibi. "Kafanı karıştıran başka kim var ki? Babam mı?"

O kişinin, annesi olduğunu söylemek istedim. Nedendir bilinmez onunla babası hakkında ileri geri konuşsam dahi sinirlenmeyecek fakat annesi hakkında söyleyeceğim en ufak bir şeyde benimle arasına keskin bir sınır çizecekmiş gibi bir his vardı içimde. İçimde yaşadığım ikilem sonucunda onu, onların bana yaptığı gibi bir gizemin içine atmak istemedim.

"Babanın değil lakin annenin sözleri kafamı karıştırıyor," dedim. Kaşları hayretle havaya kalktı. Daha açıklayıcı olmak adına annesinin yanına uğradığımız güne yolculuk yaptım. "Annenin yanına uğradığımız ve Alsondro'ya giriş için bize yardım etmesini istediğimiz günü hatırlıyorsundur. O gün sen odadan çıktıktan sonra, sanıyorum ki, beni uyardı fakat bu uyarı neye karşıydı ve ne içindi anlayamadım. O ise bunu açıklama çabasına girmedi."

"Sana tam olarak ne söyledi?"

"Valmir'in uyarısını dinlemediğim için biraz kızdı ama olayın bununla sınırlı olduğunu sanmıyorum. Sanki başka bir şeye sinirlenmiş gibiydi."

"Başka bir şeye sinirlenmemiş," dedi Atlas, sözümü devam ettirmeme müsaade etmedi. "Büyüler, özellikle de başarısız büyüler konusunda fazlasıyla hassas. Seni büyülerin ortaya çıkarabileceği felaketlere karşı uyarmak istemiş olmalı. Kötü bir amacı yoktur ama sözleri seni rahatsız ediyorsa onun yanına uğradığımda sana nasihat vermeye son vermesini isteyebilirim."

"Hayır!" dedim. "Sözleri beni rahatsız etmiyor, sadece söylemek istediklerini açıkça dile getirmeyişi beni birazcık rahatsız etti. Biliyorsun bunu bu diyarda çok fazla kişi yapıyor."

"Balkona çıkalım mı?" diye sordu. Ona itaat edip onun peşi sıra salonun bağlandığı balkona çıktım. Hava epey kararmış, yağan yağmur hızını arttırmıştı. Havalar gittikçe daha da bozulacak gibi duruyordu. Umuyordum ki bu hava şartları ilerleyen günlerde hızımızı yavaşlatmazdı.

"Havalar soğumaya başlıyor," dedim. "Yolculuklarımız artık daha zorlu geçecek gibi."

"Açıkçası Katrin halkı yazın kavurucu sıcağından bunalmıştı. Bu havalar bize yaramayacaksa bile en azından birilerinin işine yarayacak."

"Kısa bir zaman önceye kadar kuraklık olduğunu söylüyordunuz. Onlar elbette bu havaları nimetten sayacaktır," dedim. "Sahi bu büyülere rağmen doğanın kendini toparlaması çok tuhaf ve beklenmedik."

"Bilmediğimiz, görmediğimiz şeyler var. Tüm gizemler açığa çıktığında ortada tuhaf olan bir şey kalmayacaktır; her şey bir anlama kavuşacaktır."

"Doğa demişken bugün Büyülü Orman' dayken Perla bana o ormanın geçmişini anlattı," dedim. "Her şeyi biliyor olmana ve benim hiçbir şey bilmiyor olmama rağmen Büyülü Orman'a gittiğimizde neden beni ormanın sahibiyle tanıştırabileceğini söyledin?"

"Çünkü tanıştırabilirim," dedi. Detay isteyen beni fark ettiğinde zorlamadı. "Birinin başına bir felaket gelmesi, o kişinin kendini toplumdan ve yaşamdan soyutlaması gerektiği anlamına gelmez. Felaketler hayatın tatsız bir gerçeği."

"Ben Demitre kendini herkesten sakınsın, kimselere görünmesin demiyorum ki," dedim. "O hâldeyken bir yabancıyla veya bir tanıdıkla karşılaşmak istemez diye öyle dedim. Kendini kötü hissedebilir."

"Pencereler," dedi Atlas. "Pencerelerimiz yine çok farklı Alisa. Sen onu görmek, onunla tanışmak ister misin?"

"Elbette, hatta Perla beni Demitre'nin yanına götürmek için söz verdi. Ortalığın müsait olduğu bir zaman onun yanına gideceğiz."

"Sen onunla görüşmek istersen o da seninle görüşmek ister; bu, bu kadar basit," dedi. "İnsan her ne kadar siyaha bulanmış olsa da yanında birilerinin varlığını hissetmek ister. Kimse yalnızlığa terk edilmek istemez."

"Sen," dedi, sözlerine devam ederek, "günün birinde bir suçlamayla karşı karşıya kaldığında, bir cezaya çarptırıldığında veya basit bir hata yaptığında yalnızlığa terk edilmek ister misin? Cevap vermeni beklemeyeceğim çünkü istemezsin. Demitre gibilerinin sınavı, yalnızlıkla mücadele etmek değil o yalnızlığın içinde başkalarının ayrıştırıcı muamelesine maruz kalmaktır. Annem seni gördüğü için rahatsız hissetmedi ise aynı şekilde Demitre de hissetmeyecektir. İkisinin geçtiği yol aynıydı; şu anda üzerinde bulundukları yol da aynı."

"Demitre'yi o cezadan kurtarmanın bir yolu yok mu?"

"Yok, en azından şimdilik yok. Yüreğimdeki bir ses, onun başına gelenlere sebep olanla senin ve Katrin'in başına gelenlere sebep olan kişinin aynı kişi olduğuna inanıyor," dedi. "Bu sorunu çözemediğimiz müddetçe Demitre'yi o cezadan kurtarmanın bir yolu, dahası bir anlamı yok."

Yüreğime bir sis çökmüştü. Yaşananlar çok ağırdı ve bedenlerimiz bu ağırlığı taşıyabilecek güçte değildi. Kötülük; zor bela korumaya çalıştığımız, ruhun en korunaklı kısmına sakladığımız umudumuzu deviriyordu ve umutsuz bir ruh renksiz bir tabloya benziyordu.

"Annen de mi birilerinin aldığı korkunç kararın kurbanı?"

"Annem kendi aldığı masum kararın kurbanı," dedi. "Seni büyüler konusunda uyarmasının nedeni de bu. Kendi yaptığı hataları yapan birilerini görünce uyarı yapmaktan kendini alıkoyamıyor."

"Bir büyünün kurbanı olan birinin, bir başkasını büyüyle kurban edeceğine mi inandın?"

"Hayır, annemi hiçbir zaman suçlamadım," dedi Atlas. "Öyle görünmüş olabilirim ama suçlamadım. Aynı şeyi babam için söyleyemeyeceğim ama annemin bu olayla hiçbir ilgisi olmadığına eminim. Annem, zarar gördükten sonra başkalarının da zarar görmesini isteyecek bir insan değildir."

Perla mirasçılar hakkında, Atlas ise annesi hakkında böylesine keskin konuşuyordu. Daha kötüsü Perla, kendini, canının kıymeti yokmuşçasına bir adak gibi adamıştı. Her şey son bulduğunda ve düşman bu iki kısımdaki insanlardan biri çıktığında yaşanacak şeyler bir kıyameti andırıyordu. Bir gün o kıyamet koparsa şayet, insanın duyduğu güvenin ne kadar yıkıcı olabileceğini görecektik.

"Onlar etrafınızdaki en yakın olduğunuz ve uzun yıllarınızı beraber geçirdiğiniz kişiler lakin bu tutunduğunuz güven dalı kırılır diye hiç korkmuyor musunuz? Son birkaç haftada öğrendiğim bir şey varsa o da hiçbir şeyin imkânsız olmadığıdır."

"O dalın kırılmasından korkuyorsan sen zaten o dala güvenmiyorsun demektir Alisa," dedi Atlas. "Şu an bilmesen ve görmesen bile babanın Alisa'ya önem gösterdiğinin ve onu korumaya çalıştığının bilincindesin. O bilinç güvenin inşa ettiği bir algıdır."

"Dediğin gibi bilmiyor ve görmüyorum, sadece öyle olduğuna inanmak istiyorum ama öyle olmayabilir de. Biz tutunduğumuz ihtimale güveniyoruz, kişilere değil."

"Bakış açını sevdim," dedi. "Yine de geliştirilebilir." Gökyüzüne derin derin baktı. "Biraz daha alışmış görünüyorsun hem buraya hem yaşananlara."

Onun baktığı yere baktım ama muhtemelen onun gördüğü şeyleri göremedim. "Buraya ilk geldiğimde geçen dakikalar hatta saniyeler bile korkunç geliyordu gözüme; bir an önce evime dönmek istiyordum. Hâlâ evime dönmek istiyorum ama artık geçen zaman ilk günkü kadar gözümü korkutmuyor. Bırak dakika ve saatleri, haftalar oldu. Koca bir ayı çoktan geride bıraktık."

"Zaman anlaşılması zor bir mekanizma. Alışması zor geliyor ancak alıştıktan sonra o zamandan çıkıp gitmek zor geliyor."

"Gerçekten de öyle. Buradaki çarpık zamana alışmış hissediyor ve daha şimdiden dönerken hissedeceğim duygularla nasıl baş edeceğimi düşünüyorum."

"Buraya nasıl alıştıysan evine döndükten sonra da burayla bağını koparmaya alışacaksındır," dedi Atlas. "Diyorum ya zamanı anlamak mümkün değil. Alışamayacağın her şeyi normalin hâline getiriveriyor."

"Buradaki ve benim diyarımdaki bazı kişilerin gerçekleri hiçbir zaman öğrenemeyecek olması, hayatın hep monoton bir şekilde ilerlemiş olduğunu düşünecek olmaları da zamanın bir oyunu gibi," dedim. "Zaman, kimisini gerçeklerle ödüllendiriyor, kimisine gelince ise gerçekleri onlardan sakınıyor."

"Bunun sebebinin ne olduğunu düşünüyorsun?"

"Bilmem ki," dedim hızlıca. Sonra bir süre düşündüm. "Zaman, o gerçeği kullanarak bir farkındalık yaratabilecek veya bir fayda sağlayabilecek kişilere mi gerçekleri layık görüyor dersin?"

"Bizim şu an bir fayda sağladığımızı mı düşünüyorsun?"

"Evet, topraklarınız için fayda sağlıyorsunuz. Yeri gelince fedakârlık da yapacağınıza eminim."

"Öğrendiğimiz gerçek topraklarımızın durumunu gözler önüne sermedi ki. Katrin'deki çıkıntılar zaten farkında olduğumuz bir şeydi."

"Sonuçta eylem almanıza sebep oldu, bu yeterli değil mi?"

"Yeterli olup olmadığını ileride göreceğiz."

Atlas ile birlikte bir süre daha balkonda, yağan yağmurun sesi eşliğinde durduk ve yeri gelince yeni bir muhabbet konusu açtık, yeri gelince ise sessizce dışarıyı izledik; ama biliyordum ki sessiz olan tek şey dış mekândı. Nitekim herkeste olduğu gibi bizim içimizdeki ses de yorgunluğumuza ve huzura duyduğumuz açlığa rağmen susmadı ve kendince çıkarımlar yapmaya devam etti.

Günün en erken saatlerinde başlayan yağmur öğle vakitlerinde şiddetini daha bir arttırmış ve yağmur damlaları cama daha hızlı vurmaya başlamıştı. Atlas, uyandığı vakitten beri yolculuk dolayısıyla ilgilenemediği işleriyle ilgilenmişti ve hâlâ ilgilenmeye de devam ediyordu. Öğle sularında Perla bizim saraya uğramış ve o dakikan sonra, yağan yağmurun sebep olduğu saraydaki esaretime Perla da eşlik etmeye başlamıştı. O geldiğinde benim odama çekilmiş ve birbirini kovalayan saatlerce odada vakit geçirmiştik.

"Anlattıkların kafamda bir türlü oturmadı," dedi Perla. "Timun Bey'in yardım konusunda isteksiz olması hiç mantıklı değil. Kendince bir şeyler yapamayacağını bizden daha iyi biliyor olması lazım."

"Yardım etmeyecek değil ama sözleri seve seve yardım etmeyeceğini belirtiyordu. Sanki yaşananlardan ötürü bizi suçluyor gibi bir hâli vardı ya da sadece ben öyle hissettim, bilemiyorum."

"Hisler yanıltmaz. Onu çok iyi tanımana gerek yok, ne de olsa Atlas da seninle aynı şeyleri düşünüyormuş," dedi Perla. "Neyse ki bize yardımcı olmak için can atan kıdemli bir büyücümüz var. Valmir'in bu konudaki tutumunu herkes örnek almalı. Şu ana dek şikayet ettiğini hiç görmedim."

"Ama sonuçta Timun Bey için kızı söz konusu. Suçlayacak birilerini arıyor olması bana çok doğal geliyor," dedim. "Onun hâlini anlamaya çalışmak bana çok uzak gelmiyor. Ben de arkamda öyle bir baba bıraktım sonuçta."

"Suçlamalarını sonraya saklayabilir. Eğer kızına çok değer veriyorsa izleyeceğimiz yola onun önderlik etmesi gerekirdi. Güya Alisa'nın en yakını olan o ama bu işin bütün zorluğunu biz çekiyoruz. Hiç onu anlamaya çalışamam; zaten o da bizi anlamak için uğraşmıyor."

"Fazla katı düşünüyorsun," dedim. Sözlerim onun hiç umurunda değildi. Kararını çoktan vermişti, onun fikrini değiştirmek bu saatten sonra imkânsızdı, ki öyle bir amacım da yoktu zaten. "Bizden şüpheleniyor olabilir, bu yüzden bizimle işbirliği yapmak istemiyordur. Kendi aramızda bile bu şüpheleri giderebilmiş değiliz."

"Bizden şüphelenmesi için bizden daha fazla yol katetmesi gerek. Onun bu konuda bir şeyler başardığını görebiliyor musun? Ben göremiyorum," dedi aksi aksi. "Ayrıca o ne demek oluyor? Bizim kendi aramızda gidermemiz gereken bir şüphe mi var ki?"

"Biz de bir şey başarabilmiş değiliz ki Perla," dedim. Şikayet ediyormuş gibi olmamak için biraz düşündüm ve ona göre kelimelerimi seçmeye çalıştım. "Var, yani varmış. Valmir'in yanından döndüğünüzden bu yana Aren'in benimle olan iletişimi zayıflamış durumda. Sanırım Valmir'in sözleri onda olumsuz bir etki yarattı."

"Timun Bey'i bırak şimdi," dedi ve dikkatlice bana baktı. "Alsondro'ya döndüklerinde, benim uyuduğum anlarda, Aren seninle hiç konuşmadı mı?"

"Konuştuk ama yolculukla alakalı kısa bir konuşmaydı. Yolculuk esnasında zaten konuşamazdık ancak Katrin'e döndüğümüzde de benimle konuşmak için an kollamadı."

"İnanılmaz!" dedi hayretler içerisinde. "Bizim Aren'e bak sen! İyi, biz de onunla konuşmayız olur biter."

"Çocuk muyuz biz? Hem benim takıldığım nokta benden şüphelenmesi değil. Kafasını kurcalayan noktaları benimle paylaşmasını beklerdim, öyle sessiz sessiz uzaklaşmasını değil."

"O çocukluk yapıyorsa biz de yaparız, ne var bunda? Ayrıca çok haklısın. Madem seninle konuşmuyor bari benimle falan şüphelerini paylaşsaydı kafasındaki soru işaretlerini gidermeye çalışırdık," dedi Perla. "Benim onunla bu konuyu konuşmamı ister misin yoksa bu olaya karışmamamı mı istersin?"

"Onu bir süre kendi hâline bıraksak daha iyi olacak. Üzerinde baskı hissetmesi daha fena olur."

"Maskeli adam hakkında bile konuşmadı mı?" diye sordu. Aklına gelen şeyle gözlerini büyülttü. "Maskeli adamın senin odana girdiğini ve boynundaki kolyeyi almak için seni bilmediğimiz bir sıvıyla bayılttığını bilmesine rağmen senin nasıl olduğunu, nasıl hissettiğini de mi sormadı?"

"Sabah erkenden yola çıkacak olmamız dışında bir şey konuşmadık diyorum ya Perla. Aklına gelen her şeyi tek tek soracak mısın?"

"Bu öylesine bir konu değil. Her ne olursa olsun yalnızca şüpheleniyor diye böyle bir şeyi görmezden gelemez. Bu çok ciddi bir konu," dedi. "Aren ile iletişimini kesmeni öneririm çünkü ben öyle yapacağım."

"Dramatik olma, bu yolda hâlâ beraberiz. Aren'e odaklanmak yerine önemli konulara odaklanalım; zaman daralıyor."

"Bu da yeterince önemli bir konu; üzülmüşsün. Ayrıca birbirimize karşı şüphe duyarak bu yolda beraber ilerleyemeyiz. Herkesin bir silkelenmesi lazım! Kimisi şüphe içinde, kimisi endişe içinde, kimisi ise umutsuzluk içinde. Bu böyle olmaz, herkesin bir an önce kendine gelmesi lazım!"

Yüzümdeki minik tebessümle ona döndüm. "Benim bilmediğim başka şeyler mi var? Kim bu endişe ve umutsuzluk içinde olanlar?"

"Aslında onların hepsi tek bir kişi," dedi Perla. Sıkkınca nefesini verip oturduğu koltukta rahat bir pozisyon almaya çalıştı. "Pamir büyük bir endişe içinde. O kadar şeyle uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de onu telkin etmeye çalışıyorum. Sorunun çözülememesinden korkuyor. Hem Katrin'in hem de siz Alisaların başına gelebilecek şeylerden delicesine korkuyor."

Onun sessizliğinden faydalanıp bir şeyler söyleyecektim ki, kararsızlık içinde sözlerine devam etti. "Başka şeyler de var aslında. Bunları onun sizinle konuşması daha doğru olur ancak bir türlü cesaret edemiyor. Haksız olmaktan, yanlış bir şüpheye kapılmış olmaktan korkuyor. Sözleri ve şüpheleri doğrultusunda bir şeyleri mahvetmekten korkuyor. Kısacası Pamir müthiş bir korku içinde!"

"Pamir birinden şüpheleniyor," dedim. Doğru anlayıp anlamadığımı teyit etmeye çalışıyordum. Perla, beni onaylayan birkaç küçük mırıltı çıkardı. "Sen ciddi misin?" diye sordum. "Sen şüphelendiği kişinin kim olduğunu biliyor musun? Neden bunu bu ana dek bizimle paylaşmadınız?"

"Evet, bana söyledi. Ayrıca sen beni dinliyor musun? Pamir söylemeye cesaret edemiyor, korkuyor diyorum," dedi. "Bana gelince, söylemek benim hakkım değil. Pamir'e saygı duymalıyım ve onun size söyleyeceği günü beklemeliyim."

"Perla, sen ciddi olamazsın!" dedim. "Ya gerçekten Pamir'in düşündüğü kişi ise. Boşuna vakit kaybetmiş olacağız."

"Sen de haklısın ancak Pamir'in endişe ettiği gibi bu boş bir şüphe ise o, büyük bir pişmanlığın altında ezilecek. Ona biraz zaman tanıyın."

"Şüpheleri boşa çıkarsa kimse onu suçlamayacak Perla."

"Emin ol birileri suçlayacak, hiç olmadı o şüphelendiği kişi suçlayacak," dedi Perla. Çaresiz görünüyordu, üzerine gitmek istemiyordum lakin cevap çoktan bulunmuş olabilirdi ve biz vaktimiz ile gücümüzü boşa harcıyor olabilirdik.

"Perla, o hâlde Pamir'i çağıralım ve bu konuyu onunla konuşalım. Madem seni ikna edemiyorum, onu ikna etmeye çalışayım."

"Bilemiyorum."

Tıklatılmadan açılan kapı yaşadığımız adrenalini katbekat arttırdı. İkimiz de anında suspus olduk ve açılan kapıya döndük. Kapının açılmasıyla kesilen gürültü, kapıyı açan Aren'in fazlasıyla dikkatini çekti. "Neler oluyor? Sesiniz sarayın koridorlarında yankılanıyor."

Perla bana uyaran gözlerle baktı, ona uydum. "Hiç, Perla ile dün akşamki yemek hakkında konuşuyorduk," dedim.

Aren davet edilmeyi beklemeden odaya girdi ve kapıyı kapattı. "Daha buraya geldiğin ilk gün sana, yalan söyleme konusunda beceriksiz olduğunu dile getirmiştim. Çabuk unutuyorsun sanırım."

"Sen de bazı şeyleri çabuk unutuyorsun Aren," dedi Perla imayla. Neyi ima ettiğini ben anlayamamıştım, Aren'in suratından anladığım kadarıyla o da anlamamıştı. "Neyi çabuk unutuyormuşum ben?"

"Otur ve neyi unuttuğunu kendin düşün. Ayrıca ne işin var senin burada? Hem kapıyı neden çalmıyorsun? Burası kraliçenin odası, her istediğinde öylece giremezsin."

Aren, Perla'nın yanına geçip oturdu. İkimizi de uzun uzun süzdü. "Bu kadar hararetli tartıştığınız konu neydi?"

"Aren gerçekten hiçbir şey olmamış gibi gelip öylesine bir konu hakkında bizimle mi konuşacaksın?"

"Bir şey mi oldu ki Perla?"

Perla, Aren ile tartışmaya hazır görünüyordu ancak Aren'in tavırları gerçekten de bir şeyleri bilmiyormuş gibiydi.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum. "Buraya geleceğini bilmiyordum."

"Buraya gelmem için bir şey olmasına gerek olduğunu bilmiyordum," dedi. "Ayrıca bir şey olmadı, bir aptalı canlandırdığım için nasıl olduğunu soramamıştım. Biraz konuşmak için geldim ama beni gördüğünüze hiç mutlu olmuş değil gibisiniz."

"Aptal gibi davranmak yerine sorsaydın o zaman!"

"Bir saniye," dedi Aren şüpheyle. "Atlas sana plandan bahsetmedi mi?"

"Ne planı?" diye sordum.

Aren'in yüzünde bıkkın bir ifade oluştu. "Ben de Alisa'nın rolünü kusursuzca oynadığını düşünmüştüm. Aman ne güzel!"

"Aren ne demek istediğini açıkça söyle biz de anlayalım," dedi Perla sabırsızca. "Yoksa senden nefret etmeye devam edeceğim."

"Büyü kitaplarını yanımıza alıp Valmir'in yanına gittiğimizde, Valmir, şüpheliler listesinin en başında Alisa'nın olduğunu bilerek söyledi ve ben de bilerek o saatten sonra Alisa'dan şüphelenmiş gibi davrandım. Hepsi planın bir parçasıydı."

"İyi de neden böyle bir şey yaptınız?" diye sordu Perla. "Ayrıca bizim neden haberimiz yok bu plandan?

"Şüphelerimizi çeken birileri var da o yüzden. Diğer soruna Atlas cevap vermeli, nitekim cevabı ben de bilmiyorum."

Perla yerinden doğruldu. "Kim? Ne zaman dikkatinizi çekti? Niye dikkatinizi çekti? Bizim niye hiçbir şeyden haberimiz yok?"

"Perla sakin olur musun? Hadi diyelim Atlas Alisa'ya haber vermedi, ne oldu da Pamir sana haber vermedi, onu anlamadım."

"Pamir de mi biliyor?" diye sordu Perla. "Yoksa o şüphelendiği kişi sizin şüphelendiğiniz kişi mi? Kim kim şüphelendiniz? Aren birkaç detay verirsen kafamdaki soruları gidereceğim."

Aren, Perla'nın ağzından kaçırdığı itirafı fark edemedi bile. "Perla sorularınla kafamı şişirdin. En iyisi akşam yemeğinde konuşalım bunu. Yoksa senin sorularına ben yetişemeyeceğim."

"Bu planı ne zaman yaptınız? Büyü kitaplarının başına gelenler de mi bu planın bir parçası?" diye sordum.

"Yolculuğa çıkmadan günler önce yapmıştık ve maalesef, büyü kitapları bize de sürpriz oldu."

"Tesadüfe bakın ki bugün akşam yemeğini biraz erken yiyecektik. Hadi, salona geçelim," dedi Perla. "Aren, Atlas ve Pamir'i de alıp gel, biz aşağı iniyoruz."

Perla beni odadan çıkardıktan sonra aşağı kattaki salona geçtik ve masaya kurulup diğerlerinin gelmesini bekledik. "Pamir şüphelerini onlarla mı paylaşmış yoksa onun şüphesini çeken kişi farklı biri mi?"

"Bilmiyorum ve ayrıca Pamir'in planı bana neden anlatmadığını anlamıyorum," dedi Perla. Planı bilmemek canını sıkmışa benziyordu. "Madem onlar birisinden şüpheleniyor ve bunu rahatlıkla dile getiriyorlar, aynısını Pamir de yapabilmeliydi. Niye günlerce söylememek için ısrar ettiyse? Yoksa bu da mı planın bir parçası idi?"

"Onlar geldiğinde her şey açığa kavuşacak. Biraz daha sabret."

"Atlas sana niye söylemedi ki? Onun bahanesi neydi acaba?"

Dün akşam yemekten sonra konuşmak için bolca vaktimiz olmuştu ve o anlar bana planı anlatması için oldukça uygundu. Bunu benden gizlemesinin, tabii eğer buna gizlemek diyebilirsek, geçerli bir sebebi olduğuna inanmak istiyordum. Öte yandan Aren'in soğuk tavırlarının planın bir parçası olması beni fazlasıyla rahatlatmıştı; öyle ki, planı bize anlatmamış olmalarına sinirlenemiyordum bile.

Birkaç dakika içinde Atlas ve Aren salona girmişti ama Pamir ortalıklarda görünmüyordu. "Sonunda gelebildiniz," dedi Perla. İkisi masadaki yerlerini aldıklarında, Aren, "Pamir daha sonra bize katılacak, buraya gelmesi biraz vaktini alacakmış. O gelene kadar sizin, özellikle de senin Perla, kafanızdaki soruları giderelim," dedi.

"Bu plan nereden çıktı ve bizim neden haberimiz yoktu?"

"Senin plandan haberinin olmaması tamamen Pamir'le ilgili, geldiğinde ona sorarsın," dedi Atlas. "Alisa'ya ise bilerek söylemedim ki rol yapmak zorunda kalmasın. Kötü bir fikir miydi?"

Perla'dan da önce davrandım ve, "Evet," diye cevapladım. "Hem de fazla kötü bir fikir," diye bana arka çıktı Perla. "Ayrıca bu plan nereden çıktı böyle?" diye sordum.

"Yöneticiler, daha biz Alsondro'ya gitmeden bizim Alsondro'ya gideceğimiz haberini almışlar," dedi Atlas. "Narya Aldo Bey'in biraz ağzını aramış ama mesele o değil. Aldo Bey'den daha önce birileri yolculuğa çıkacağımızı duymuş." Perla o andan itibaren yemeğini yemeyi kesti. Bu hareketi bende şüphe uyandırsa da şimdilik susmayı tercih ettim.

"Basit düşündüm ve bunu yapabilecek iki kişi olduğuna karar verdim," diye devam etti sözlerine. "Kunter veya Ural ya da her ikisi de."

Şayet Perla yemeğini yemeye devam etseydi şu anda yemek yemeyi keseceği kaçınılmaz bir gerçekti. "Aramızda bir muhbir mi var?" diye sordu şaşkınlıkla ve bir tutam hayal kırıklığıyla.

"Öyle görünüyor. Başka başka isimleri de şüpheliler listesine ekleyebiliriz ama ben buna gerek duymadım. Bazen basit düşünmek gerekiyor."

"Yöneticiler bu haberi kimden aldıklarını söylemedi mi?" diye sordum.

"Hayır, biri merkez binanın çevresine bu haberi yaymış ve yöneticiler de çevredekilerden duymuş. Bunu her kim yaptıysa ya fazlaca acemi ya da fazlaca sinsi."

Perla hiçbir şekilde sükûnetini bozmadı. "Alsondro'ya gitmek için yola çıkmadan bir müddet önce görüştüğüm bir yönetici neden Alsondro'ya gittiğimizi sordu ve durumu böylece öğrenmiş oldum," dedi Atlas. "Valmir ile iletişime geçip aramızdaki muhbiri yanıltmak için bir plan hazırladık. Bu haber onu hiç şaşırtmadı zira Valmir bir öngörü görmüş. Eğer Valmir'in öngörüsü doğru ise Aren'in Alisa'ya duyduğu şüphe yeterince büyüdüğünde karşı taraftan bir atak gelecek. O atak ise aramızdaki muhbirden değil düşmanın ta kendisinden gelecek."

"Tabii bu yalnızca Valmir'in bir öngörüsü," diye bizi uyardı Aren. "İşler beklediğimiz gibi gitmeyebilir de ama yine de Alisa'ya yapılacak o teklifi bekleyeceğiz."

"Ne teklifi?" diye sordum.

"Düşman seni kendi bölgesine çekmek için benim sana duyduğum şüpheyi kullanacak," dedi Aren. "En azından Valmir böyle olacağını söylüyor."

"Eğer bu öngörü doğru ise nihayet düşmanın kim olduğunu öğrenebileceğiz," dedi Perla ama pek sevinmiş durmuyordu.

"Sen iyi misin?" diye sordum. Belli belirsiz başıyla onayladı beni. "Pamir'in artık bir an önce gelmesi gerekiyor," dedi. "Niye gecikeceğini söylemedi mi?"

"Hayır, boşuna onu beklemememizi söyledi. İşi biter bitmez gelecekmiş."

"Ne işi olduğunu sormadın mı Aren?"

"Hayır, hepimiz senin gibi meraklı değil Perla," dedi Aren. "Ayrıca bu hâlin ne? Duyabileceğin en berbat haberi duymuş gibisin."

"Yalnızca biraz midem bulandı."

Masadaki kimse onun sözlerine inanmadı ama yine de kimse olayı üstelemedi. Şüphesiz Perla'yı bu denli rahatsız eden şey; kendisinin, Pamir'in şüpheleri ile masada konuşulanlar arasında kurmuş olduğu bağ idi.

"Kunter ve Ural düşündüğünüzün aksine muhbir değilse o zaman ne olacak?" diye sordu Perla. "Sonuçta gerçeği bilenler mirasçılardan ibaret değil."

"Şu anda yaptığımız planın hiçbir detayı onlara zarar verecek türden değil. Eğer muhbir değiller ise yalnızca bir süreliğine yaşanan olayları daha farklı bilecekler, o kadar," dedi Atlas. "Bunu da anlayışla karşılaşacaklarını düşünüyorum."

"Eğer muhbir onlar değilse bu sefer başka bir plana mı ihtiyaç duyacağız?" diye sordum.

"Muhtemelen," diye cevapladı Atlas. "Ancak bunları düşünmeye gerek yok. Böylesi sorunlar, çoğunlukla, en yakındaki kişiler tarafından çıkartılır."

"Bunun yanı sıra," diyerek devam etti sözlerine, "aramızdan biri de o muhbir olabilir. Güven sarsacak o hamleyi yapmak için diğer mirasçıların gerçeği öğrenmesini beklemiş olabilir." Bakışları Perla'ya değdi. "İhtimaller çok fazla ancak önce Valmir'in öngörüsünün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bekleyeceğiz. Şayet o öngörü gerçekleşmezse o zaman birbirimizden de şüphelenmeye başlayabiliriz."

"Bir muhbir yoksa ve bunlara sebep olan kişi de peşimizdeki düşman ise, o zaman ne olacak?" diye sordu Perla.

"Valmir'in sözlerine güveneceğiz Perla," dedi Aren. "Diğer ihtimalleri öngörü gerçekleşmezse değerlendireceğiz."

"Bu büyük bir risk olmaz mı?" diye sordum. "Valmir'in sözleri, bu riski almaya değer mi?"

"Eğer Valmir bizi kandırmıyorsa ve plana uygun davranırsak muhtemelen öngörüsü doğru çıkacak," dedi Perla. "Büyücüler, yılların büyücüleri öylesine bir öngörü görmez. Bu, unutulmaması gereken kıymetli bir bilgidir. Tabii Valmir çoktandır diğer taraf için çalışmıyorsa."

Nihayetinde, açılan salon kapısından içeriye Pamir girdi. Telaşlı değildi lakin geç kaldığı için kendisini kötü hissediyor olmalıydı. "Kusura bakmayın," dedi ve Perla'nın yanına geçip oturdu. Perla'nın Pamir'e değen bakışlarında ise hiç olmadığı kadar fazla soru işareti vardı. "İlgilenmem gereken birkaç iş vardı," diyerek kısa bir açıklama yaptı.

"Neden planı bana anlatmadın?"

"Verdiğin tepkiler daha gerçekçi olsun diye," dedi Pamir. "Aren'in Alisa'dan şüphelenmesinin ardından senin Aren ile aranı açacağını tahmin edemeyen yoktur. Söz konusu bir yakınına soğuk davranmak olduğunda pek yetenekli olduğun söylenemez."

"Sağ ol Pamir! Çok iyi düşünmüşsün!"

"Aldığım önlemin bir önemi kalmadı zaten. Planı öğrendiğine göre artık rol yapman gerekecek."

"Bu saatten sonra rol yapmak çok zor olamayacaktır. Bir kere çoktan sinir oldum Aren'e!" dedi Perla. "Tüm bunlara daha Alsondro'ya gitmeden karar vermiş olmanız daha da fena! Ne yaptınız gece nöbetlerinizde, Valmir'e vereceğiniz tepkiye mi çalıştınız?"

"Fena fikir değilmiş," dedi Aren keyifle. "Bir dahakine öyle yaparım."

Yemeğin ilerleyen dakikalarında çoğunlukla plan ve plana dahil olan şeyler hakkında konuşmuş ve sonrasında bir eksik kişiyle, Aren daha fazla bizimle kalmamış ve kendi sarayına dönmüştü, Atlas'ın çalışma odasına geçmiştik. Atlas ve Pamir çalışma masasının etrafında planın ve birkaç gün içinde yapacağımız toplantının detaylarını konuşup belirliyordu. Bu sırada, Perla şifacının odasından geçen gün topladığımız bitkilerden getirmiş ve bana şifa büyüleri yapmayı öğretiyordu.

"Eğer elinde Hales Çiçeği'nin bir parçası varsa diğer bitkilere ihtiyacın bile yok," dedi. "Hales Çiçeği'ni kaynatıp suyunu içmen yeterli. Tehlike anında böyle bir şeye vakit ayıramayacağın için diğer sıvılar gibi bunu da şişelere aktarıp yedeklemek gerekir."

"Çiçeğin parçasını direkt yemek veya yaraya bastırmak işe yaramaz mı?"

"Hayır, sakın ola öyle bir şey yapma! Hales Çiçeği çok güçlü bir şifa çiçeğidir. Öyle yaparsan yararından çok zararı dokunur," diye ikaz etti. "Hatta mümkünse Hales Çiçeği'nin parçalarını kurutup toz hâline getirdikten sonra kullanmak en doğrusudur. Toz hâline getirdikten sonra onu, gösterdiğim birkaç bitkiyle desteklersen uzun vadede fazlaca etkisini görürsün."

"Tamamdır, anladım," dedim. "Ne zaman koruyucu ruh yapmayı öğreteceksin?"

"Yarın bolca boş vaktimiz var gibi görünüyor. Daha fazla zaman kaybetmeden öğrensen iyi olacak," dedi. "Sen ne dersin? Yarın olur mu?"

"Olur, ne kadar erken o kadar iyi," dedim. "Şimdi o, her gittiğim yere benimle birlikte mi gelecek? Bu başkalarının dikkatini çekmez mi?"

"Evet, bir an olsun yalnız kalmaman için böyle bir şeye gerek duyduk zaten. Sakın onu yanından göndermeye çalışma. Bazı anlarda senden haber alabileceğimiz en sağlam yer onlar olacak. Ayrıca onlar kimsenin dikkatini çekmez. Niye çeksin ki? Sen bir hükümdarsın; elbette korunmaya ihtiyacın olacak."

Önümüze dizdiği bitkilerden birini heyecanla eline aldı ve bana uzattı. "Bak bu Nerlin Otu. Eğer bunu ezip üzerine herhangi bir çiçeğin tozunu eklersen eklediğin çiçeğin renginde güçlü bir ışık kaynağın olmuş olur. Karanlıkta epey işine yarar, ki sırf eğlence için bile yapabilirsin. Ben sık sık yaparım," dedi. "Seni bir ara benim sarayıma götürmek gerek. Sana bunlarla yapabileceğin şeyleri sadece anlatmakla kalmayıp göstermiş de olurum."

"Perla!" diye uyaran bir ses duyuldu. "Önce gerekli ve hayati önem taşıyan büyüleri öğret. Alisa'nın zihnini o eğlenceli bulduğun, çoğunlukla gereksiz bilgilerle doldurma."

"Aman be! Öyle diyorsan öyle olsun Atlas," dedi Perla. Elindeki bitkiyi geri aldığı yere koydu. "Bunu unutma ama bu önemli, ona göre."

"Unutmam, unutmam. Başka ne var?"

Eli, yere sıra sıra dizdiği bitkilerin üzerinde gezdi ve dikkatini çeken birini görünce heyecanına yenik düştü ve gözlerini kocaman açtı. "Bak bu!" Sesini ayarlayamadı ve âdeta bağırdı. Sonra suspus olup arkasına doğru dönüp Atlas ve Pamir'e baktı. "Biz niye bu küçücük alanda bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ki? Senin odana mı geçsek Alisa?"

"Perla öncelikleri unutma, sonra da eğlenirsiniz."

Perla yeniden bakışlarını bitkilere indirdi. "Sana bir ara inanılmaz büyüler öğreteceğim, duydukça kulaklarına inanamayacaksın," diye fısıldadı.

Perla dakikalarca yaralandığımda, kaybolduğumda ve başıma türlü türlü aksilikler geldiğinde yardım alabileceğim büyüleri anlattı, tabii araya kendi yorumlarını katarak. Gözlerim onun gösterdiği bitkilerden bir an olsun ayrılmadı. Gördüğüm ve duyduğum her şeyi zihnime kaydettim. O ise bir an olsun sıkılıp daralmadı, aksine hiç solmayacak bir hevesle anlattı her şeyi.

Çalışma odasının kapısı tıklatıldığında kimseyi beklemiyor oluşumuzdan dolayı epey şaşırdım. Odanın hâlini kimsenin görmemesi adına Perla hızlıca harekete geçip kapıyı hafifçe aralayıp odanın dışına çıktı. Onun geri dönmesini beklerken yerdeki bitkilere bakıp isimlerini ve ne işe yaradıklarını içimden tekrar ettim. Perla elinde bir zarfla odaya döndü ve gelip eski yerine oturdu. Zarfı bana doğru uzattı. "Bu sana gelmiş Alisa, Timun Bey göndermiş." Elime aldığım zarfı açıp içindeki notu okumaya başladım.

- Kolyenin bir benzerini yaptırdım. Müsait olduğunda saraya uğrar alırsın. Buraya uğrama konusunda biraz acele etmeni öneririm çünkü Alisa'nın geçmişte kısa bir dönem kullanmış olduğu bir günlük buldum. Ben biraz inceledim ama dikkatimi çeken bir şey göremedim. Belki bir de sen incelemek istersin diye düşündüm. Geldiğinde onu da teslim ederim sana.

Timun Almedal


"Timun Bey Alisa'ya ait bir günlük bulmuş!" dedim coşkuyla. "Kolyenin de bir benzerini yaptırmış ve saraya uğrayıp hem kolyeyi hem de günlüğü alabileceğimi söylüyor."

"Tam zamanına denk geldi," dedi Perla. "Valmir ile yapacağımız toplantıdan önce o günlük sayesinde belki bir şeyler öğrenmiş oluruz ve bunu Valmir ile paylaşırız."

"Neden kolyenin bir benzerini yaptırmış ki?" diye sordu Pamir.

"Bu zamana kadar boynumdaydı, belki eksikliği birilerinin dikkatini çeker diye böyle bir karar aldık," dedim. "Detayları atlamamak lazım."

"Bu, Timun Bey'in fikri miydi?" diye sordu Perla. Benden onay aldıktan sonra, "Çok şaşırdım, ondan böyle bir yardım beklemezdim," dedi.

"Açıkçası ben de beklemezdim," dedi Pamir. "Hem bakışları hem de tavırları bizi suçlar nitelikteydi. Gözünün açılması iyi oldu, bir de diğer yöneticilere dikkat etmeye başlasa daha da iyi olacak."

"Neden?" diye sordum. "Yöneticilerden mi şüpheleniyorsun?"

"Bir ihtimal, sonuçta seçenekler sonsuz," diye cevapladı beni. "Herkese karşı dikkatli olmaya çalışmalıyız. En azından gözümüzün önünde olan birini atlamamalıyız."

"O hâlde sabaha karşı Timun Bey'in sarayına uğrar, kolyeyi ve günlüğü alıp gelirim," dedim. "Geldiğimde de koruyucu ruh yapmayı öğretirsin bana."

"Tek başına mı gideceksin?" diye sordu Perla. Ses tonu bile bunun ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya yetiyordu. "Atlas işin yoksa Alisa ile birlikte git, eğer işin varsa ben Alisa'ya eşlik edebilirim."

"Artık tek başıma yola çıkmaya başlamalıyım bence," dedim. "Her an sizi yanımda bulamayabilirim. Olmadı önce bana bir koruyucu ruh yaratmayı öğret. Yola, kendi koruyucu ruhum ile çıkayım."

"Sen koruyucu ruhlardan korkmuyor muydun?" diye soruverdi Perla. "Ne oldu da şimdi bir koruyucu ruhla yola çıkmak için can atıyorsun?"

"Onlara alıştım sanırım. Ayrıca yalnızca bir teklifte bulundum. Tehlikeli olduğunu düşünüyorsanız biriniz bana eşlik edersiniz, olur biter."

"Tek başına yolculuk yapman için doğru bir zamanda değiliz. Yol uzun olduğundan birkaç saate yola çıkarız."

"Siz yol için hazırlık yaparken biz Pamir ile şifacının odasına bir inelim," dedi Perla. "Madem koruyucu ruh yaratacağız, malzemelerin tam olup olmadığına bir bakalım. Sanırsam öğle vakitlerinde buraya geri dönmüş olursunuz ve verdiğiniz kısa bir molanın ardından koruyucu ruh yapma işlemine geçeriz. Eğer eksik malzeme varsa yarın öğlene kadar bulmam gerekecek."

Aradan çok fazla zaman geçmeden biz yola koyulmuştuk bile. Gecenin aksine yolculuğumuz sükûnet içinde değildi, konuşulması gereken onlarca konu vardı.

"Büyünün sonucunun yarattığı etkiler artık pek belirmiyor sanırım," dedi Atlas. "Valmir'in hazırladığı içecekten hâlâ içmeye devam ediyor musun?"

"Hayır, belirtiler yok olduğundan beri içme gereği duymuyorum."

"Düzenli olarak tüketmen gerekiyordu onu. Belirtiler her an yeniden baş gösterebilir," dedi ilgiyle. "Alsondro'ya vardığımızda içecekleri yanına alamamış olman tüm düzeni mahvetti. Saraya döndüğümüzde yeniden içmeye başla ve en azından bir hafta boyunca hiç aksatma. Başarısız bir büyü hafife alınacak kadar küçük tehlikeler yaratmıyor."

"Pekâlâ, döndüğümüzde içerim," dedim. "Timun Bey günlükte önemli bir detaya rastlamamış. Umarım bizim gözümüze bir şeyler çarpar ve daha da önemlisi Alisa günlüğüne birkaç tane küçük de olsa önemli bilgi sıkıştırmıştır."

"Bu olay yaşanmadan önce bir şeylerin farkına vardıysa elbette bir yerlere ipucu tarzında bilgiler bırakmıştır," dedi. "Önemli olan kısım onun bir şeylerden şüphelenmiş olup olmadığı. Şayet ilgisini çeken bir durum olmadıysa çıkmaz bir yola doğru ilerliyoruz demektir."

Ayın titrek ışıkları yüzüne yansıyordu ve o küçücük ışığın aydınlattığı suratından endişeler akıyordu. Hepimizi ele geçiren duygu aynıydı. Kurtulamayacak olmaktan hepimiz endişe duyuyorduk ama bunun yanı sıra, Atlas, yanlış bir plan tercihi yapmış olmaktan; Pamir, yanlış bir kişiden şüpheleniyor olmaktan; Perla, Pamir'in şüphelerinin yersiz bir kuruntudan ibaret olmamasından; Aren, bazı şeylere geç kalmış olmaktan endişe duyuyordu; ben ise tüm bunların hepsinden biraz biraz toplamıştım ve oluşan karışımın etrafı zehirlemesinden fazla fazla endişe duyuyordum.

Bugün konuşulanlar ve verilen tepkiler öylesine değildi. Konuşulanlar değil ama verilen bir tepki beni öylesine germişti ki, o tanımsız gerginliğin bedenimdeki sıkı hissiyatı hâlâ geçebilmiş değildi. O hissiyat, tüm organlarımı temiz bir nefese muhtaç bırakmıştı. Perla'nın tepkileri asla normal değildi. Tüm bu normal olmayan tepkilerin sebebini; Pamir'in şüphesindeki doğruluk payının, Perla'nın en başta sandığından daha çok olmasına bağlıyordum. Bu tepkiler benim gözümde iyiye işaret etmiyordu. Bunu doğru bir anda Perla ile konuşmak istiyordum. Öte yandan Pamir'in şüphelerini biz dışında kimsenin bilmiyor oluşu durumu daha beter yapıyor, beni köşeye sıkıştırıyordu. Bunu en kısa zamanda diğeriyle paylaşmak ve rahatlamak istiyordum. Bu bilgi, benim zihnimde bir fazlalıktı ve ağırlığı tüm bedenimce hissediliyordu.

Pamir konusunda çenemi kapalı tutmaya çalıştım. Bakışlarım derin ve boğucu karanlıkta gezindi. "O günlük nedense benim en büyük dayanağım," dedim. "İçimden bir ses onda bir şeylerde bulacağımızı söylüyor ve ben içten içe bu sese haddinden fazla güveniyorum."

"Aradığımız cevap onda yoksa bile bu bizi geriletmez," diye beni telkin etmeye başladı. "Bu günlük, sonradan aklımıza gelen fazladan bir yoldu. O yoldan sonuç alamazsak sonuç alacağımız bir yola elbet bir gün gireceğiz."

Atlas, geri kalan bizlerin aksine, bu işi çözme konusunda epeyce umut doluydu. Onun sözleri bir yemin gibiydi ve günü geldiğinde öyle ya da böyle bu soruna veda edecektik; sözleri bunun güvencesini veriyordu âdeta. Onun yanında umutsuz umutsuz konuşmaya, karalar bağlamaya çekiniyordum.

"İyi dayanıyorsun Alisa," dedi Atlas sakince. "Ancak yorulduğunda dinlenmeyi bilmelisin." Bahsettiği yorgunluk bedenin hissettiği değildi. Sesindeki sakinliğe karışmış tatlı uyarı bunu ele veriyordu.

"Ben iyiyim," dedim hızlıca. "Benim için endişelenme. Evime döneceğim, hâlâ inancım var ve ayrıyeten burada güzel vakit geçiriyorum. Siz varsınız; sorun edecek bir şey yok yani. Bazı sorunların çözülmesi epey vakit alır."

"Bölgenin şifacısını o günden sonra, sarayın önünden geçtiğinden beri bir daha görmedim ve aynı şekilde maskeli adam da ortalıklarda görünmüyor," dedim. "Etraf biraz fazla sessiz ama hoş bir sessizlik değil bu. Kuruntu mu yapıyorum bilmiyorum ama tehlikenin yaklaşan sert adım seslerini duyuyor gibiyim."

"Maskeli adamın tek isteği boynundaki kolye ise bu saatten sonra karşına çıkması beklenmez zaten," dedi. "Şifacı konusunu hâlâ bilemiyorum, tatsız bir tesadüf olabilir ve evet, etraf fazlasıyla sakin ve sessiz. Bu tarz sessizlikler beni de rahatsız eder ve bir şeyler olmasını beklerim hep. Ne olacağını bilemeden önlem alamayız, o yüzden sakince olacakları beklemeliyiz."

Tanıdık ama bana, bir o kadar uzak gelen saray görüş alanımıza girdi. Bıraktığımdan farklı değildi ve olması da beklenemezdi. Araç sarayın girişinde durduğunda, sanıyorum etrafın karanlığından ötürü, Atlas inebilmem için yardımcı oldu bana. Adımlarımız dingindi ve biz, Timun Bey'in bizi beklediği salona geçene kadar dingin kalmaya devam etti. Koca salonda yalnız başına bizi bekleyen Timun Bey'i gördüğümde küçük bir baş selamı verdim. "Hoşgeldiniz," dedi yorgun çıkan sesiyle. Onun karşısına geçip oturduk. "Öğle saatlerinde birkaç işimiz olduğu için erkenden gelmek durumunda kaldık, kusura bakmayın."

Atlas açıklama yapmamdan hoşnut kalmamıştı. "Sorun değil," dedi Timun Bey. "Madem işleriniz var sizi burada çok oyalamak kötülük olur." Kenarda, aynalı bir masanın üzerinde duran kutuyu alıp bana uzattı. Kutuyu açtığımda, Timun Bey'in bana emanet ettiği kolyenin tıpatıp aynısını gördüm. Bunun, o kolyenin bir benzeri olduğunu kimse düşünmezdi. "Teşekkürler, iyiliğinizi unutmayacağız." Tekrar arkasını dönüp masanın yanına gitti. "Teşekküre hiç gerek yok. Yapabileceğim her türlü yardımı yapacağımı söylemiştim zaten." Masanın üst çekmecesini açtı ve eline bir defter aldı ve bize döndü. Beyaz, pek kalın olmayan bu defter bir günlüğe benziyordu benzemesine lakin benim, Alisa'nın odasında gördüğüm o defter değildi. Timun Bey defteri de bana uzattığında yeniden bir teşekkür yolladım ona.

"Bunu, onun çalışma odasında buldum. Normalde oraya kimsenin girmesini istemez ama mecbur kaldım," dedi ve yerine oturdu. "İçini biraz kurcaladım bir şeyler bulmak umuduyla ama okudukça eski zamanlarına ait bir defter olduğunu anladım; yıllar önce deftere yazmayı bırakmış. Yazdığı şeylerde ise önemli olduğunu düşündüğüm bilgilere rastlamadım ama yine de bir de siz bakın. Belki benim göremediğim bir şey görür, benim dikkat edemediğim bir noktayı fark edersiniz."

"Defteri inceledikten sonra doğrudan buraya göndereceğim, endişeniz olmasın," dedi Atlas. "İyiliğiniz bizde kalmayacak."

"Bu sorunun çözülmesi ve kızıma kavuşmak dışında bir şey istemiyorum, sen de bunu pekâlâ biliyorsundur Atlas," dedi Timun Bey. "Yardımımın dokunacağı başka başka şeyler olursa lütfen yardımımı kabul edin. Sorun bir an önce çözülsün ve herkes çok istediği o huzura kavuşsun."

"Yardımda bulunma isteğiniz aklımda," dedi Atlas. "Gereksinim duyduğumuzda sizinle iletişime geçeriz. Hangi aşamada olduğumuz ve ne kadar ilerlediğimiz konusunda merak duyarsanız bir not yollamanız yeterli, geri dönüş yapmamız çok sürmez."

"Kendimi biraz daha toparladığımda tüm detaylara hâkim olmak isterim. Bunu zamanı geldiğinde tartışırız elbet," dedi Timun Bey. "Notumu dikkate alıp geldiğiniz için teşekkürler. İsterseniz sabaha karşı yola çıkın, bir iki saat burada dinlenin."

Atlas ne düşündüğümü öğrenmek için bana döndü. Bakışlarımdan bir şeyler anladı mı bilemem ama yeniden Timun Bey'e döndüğünde, "Teşekkürler, biz yola koyulsak daha iyi olacak. Gerekirse saraya vardığımızda dinleniriz," dedi. Oldukça kısa süren bu görüşmede Lena'yı göremediğim için bir tık hüsrana uğradım fakat ses etmeden Atlas'ın peşine takılıp bizi bekleyen araca bindim. Araç geldiğimiz istikamette yeniden yol aldı. Elimdeki günlüğün sayfalarını gelişigüzel karıştırdım ve yazanlara şöyle bir göz attım. "Sanırım Timun Bey haklı, bu günlükten işe yarar bir bilgi çıkmayacak."

Tüm dikkatini bana veren Atlas, "Yargıya varmak için henüz erken değil mi?" diye sordu. Bakması için günlüğü ona uzattım. "Yıllar yıllar öncesine ait unutulmuş bir günlük. Kesinlikle aradığımız cevaplardan herhangi birini barındırmıyor." Günlüğe hızlıca göz atması sırası Atlas'a geldi. Benden daha titiz davranıp sayfaları uzun uzadıya inceledi. "Birinin özelini karıştırıyor olmamız seni de rahatız ediyor mu?" diye sordum. "Alisa bu duruma nasıl tepki verirdi acaba?"

"Onlar da bu aşamalardan ya çoktan geçtiler ya da geçmek üzereler," dedi Atlas. "Senin diyarında da sen kayıp olduğun için senin özel eşyaların karıştırılıyordur. Bu durumu biliyor olmak seni rahatsız ediyor mu?"

"Hayır, keyfi yapılan bir şey değil sonuçta, zorundalıktan yapıyorlar," dedim. "Empati yapmamı sağlamaya çalışıyorsun ama o Alisa ve ben aynı kişi değiliz."

"Neden diğer Alisa'nın hislerine odaklanıyoruz şu an? Odağın kaymaması gereken yerlere kayıyor Alisa."

Gecenin engin sessizliği sonunda bize de uğradığında, "Neden biraz uyumuyorsun?" diye sordu Atlas. "Yorgun olduğunda düşüncelerinin ipi kaçıyor. Dinlenmek sana da bedenine de iyi gelecektir."

İtiraz edecek iradeye sahip değildim; yorgunluğun zihnime getirdiği külfet, düşüncelerimi birbiriyle küstürüyordu. Yorgun düşen bedenimse bu küskünlükten, kuşkusuz, en acı zararı görendi.

Geri dönüş yolu boyunca, güneş doğup belli bir miktarda etrafı aydınlatıp ısıtına dek, uyumuş ve saraya vardığımızda Atlas'ın seslenişiyle uyanmış, onun biraz daha dinlenmem konusundaki teklifini reddetmiş ve hâlâ sarayda durup bizi bekleyen Perla ve Pamir'in yanlarına gitmiştim. Perla beni görünce yerinden fırladı. "Beklediğimden daha erken geldiniz. Hani, günlük nerede?"

Peşimden odaya giren Atlas elindeki defteri Perla'ya uzattı. Defteri alan Perla, Pamir'in yanına ilişip defteri kurcalamaya başladı. Atlas'ın elinde tuttuğu kutuyu bana uzatmasını bekledim ancak o, kutuyu açıp içindeki kolyeyi eline alıp dikkatlice incelemeye başladı. "Perla defteri şimdi boş ver, önce bu kolyenin temiz olup olmadığına bak." Hemen dikkati dağılan Perla, defteri Pamir'e bırakıp Atlas'ın elindeki kolyeyi aldı. "Timun Bey de mi şüpheliler listesinde?" Bu duruma şaşırmış gibi bir hâli vardı.

"Söylediğine göre dün akşam yemekte Atlas sana bile laf dokundurmuş, sen gelmiş Timun Bey'in şüpheliler listesinde olmasına şaşırıyorsun!" diye söylendi Pamir. Minik bir kahkaha atan Atlas. "Yaşanan en küçük şeyi bile gidip sevgiline anlatman çok hoş Perla."

"Küçük mü? Dün söylediğin şeyler küçük bir detay olamayacak kadar etkili idi, bilmem farkında mısın?" Sonra ise Atlas ile laf dalaşına girmek istemediğinden, "Biraz sessizlik, lütfen. İncelememem gereken bir kolye var. Gürültü dikkatimi dağıtıyor," diye hızlı hızlı konuştu.

Atlas ile geniş koltukta yerimizi aldık. Pamir hâlâ defteri kurcalamakla meşguldü. "Bunlar, burada yazanlar çok eski," dedi dakikalar sonrasında. "Buradan bize ekmek çıkmaz."

"Bu benim Alisa'nın odasında gördüğüm defter değil," dedim hazır yeri gelmişken. "O buna kıyasla daha küçüktü ve turuncu renkli, üzerinde sarı çiçek baskıları olan bir defterdi. Asıl o defteri bulup okumak istiyorum ama sanırım Alisa'nın kaybolan eşyalarından biri de o."

"Evet, kaybolan eşyaların arasına adını yazdırmış olabilir. Valmir de hâlâ bu defter hakkında bize bir şeyler söylemedi," dedi Perla, "ve bu kolye temiz, normal bir kolye. Üzerinde büyüye işaret eden hiçbir iz yok."

Kolyeyi bana verip Pamir'in yanına geçip defteri aldı ve bu sefer kendi incelemeye başladı. "Bu kolyeyi takıyorum o zaman," dedim. "Sen bilirsin," diye cevap verdi Perla. Bakışlarım istemsiz Atlas'a döndü. "Perla temiz diyorsa takabilirsin, tabii eğer Perla aramızdaki muhbir değilse." Atlas'ın dün akşamı alaya alan sözleri Perla hariç hepimizi güldürdü. "Alisa senin benden tarafta olman gerekiyor." Sonra elindeki defteri kenara attı. "Boşu boşuna o kadar yolu gitmişsiniz, defterde işe yarar bir bilgiyi geçtim bilgi bile yok," diye şikayet etti.

"Perla enerjisinin tümünü harcamadan önce bir tane koruyucu ruh yaratsanız iyi olacak," dedi Atlas. "Şifacının odasına inebilirsiniz ya da o kattaki herhangi bir odaya da geçebilirsiniz, keyfinize göre takılın."

Perla köşeye attığı defteri isteksizce alıp bana uzattı. Defteri, elimde sıkı sıkı tuttuğum kutunun üzerine yerleştirip ayağa kalktım. "Valmir'in hazırlattığı içecekten içmeyi unutma Alisa," dedi Atlas. Onu onaylar onaylamaz odanın çıkışına ilerledim. "Önce benim odaya geçsek olur mu? Şunları bırakmam gerekiyor." Perla onay veren bir mırıltı çıkardı. "Odanda içecekten var mı?"

"Evet, evet. Yolculuktan arta kalanlar odamda duruyor," dedim. Üst kata çıkıp odama geçtik. Odamdaki kilidi olan dolapların birini açıp içine defteri yerleştirdim, kısa bir kararsızlığın ardından kolyeyi de kutusuyla beraber defterin üzerine koyup dolabı kilitledim. "Koruyucu ruh yapmak çok zor mu?" diye sordum ve içeceklerin bulunduğu rafa ilerledim. En başta duran şişeyi alıp içindeki sıvının tamamını içtim. "Malzemeler tam olduğu müddetçe kolayca yapabilirsin," dedi, " ve şansımıza tüm malzemelere sahibiz."

Odada yapmam gereken daha başka bir iş olmadığından, Perla ile beraber sarayın alt katına inmeye başladık. "Timun Bey'in sarayında Lena'yı gördün mü?" diye sordu Perla, merdivenleri indiğimiz vakitte. "Uzun zamandır kendisinden bir haber almadım. Onu en son Alsondro'ya gitmeden önce, sizin yanınıza o saraya geldiğim gün görmüştüm."

"Maalesef göremedim. Gece geç vakitte oraya vardık, uyuyordu muhtemelen," dedim. "Alsondro'dan döndüğümüz haberini alınca yanımıza uğrar sanıyordum."

İnmemiz gereken merdivenleri geride bıraktığımızda loş koridor karşımızdaydı. "Pamir ile konuştun mu?" diye sordum merakla.

"Neyi konuştum mu? Şüphelendiği kişiyi açıklaması gerektiğini mi?"

"Evet, konuşmadın mı? O hâlde işimiz bittikten sonra onunla ben konuşurum."

"Alisa!" dedi Perla telaşla. "Bu konuyu onunla konuşursan benim sana durumu açıkladığımı anlar, olmaz öyle. Aramızı bozmaya mı çalışıyorsun?" Sözlerinde ciddi değildi. Ona yandan yandan baktım. "Nereye kadar daha saklayacaksınız peki?"

"Pamir ne zaman kendini hazır hissederse o zaman konuşur," dedi. "O zaman gelene dek benden bir şey duyamacaksınız. Üzgünüm ama ona ihanet edemem. Şüphesini, kimseye söylemeyeceğime güvendiği için benimle paylaştı."

"Anlıyorum," dedim anlayışla. "Ama onu ikna etmeye çalışsan olmaz mı? Belki gerçekten şüphelerinde haklıdır."

Perla bana cevap vermeden önce şifacının bitkileri depoladığı küçük odaya girdi, onun arkasından da ben girdim odaya. "İkna etmeye çalışacağım ama çok zorlayamam," dedi. Anlayış göstermemi bekler bir hâli vardı.

"Pekâlâ," dedim. "Sen daha iyisini bilirsin. O yüzden bir süre susacağım ama yalnızca bir süre."

"Onu ikna etmek biraz zor olacak gibi ama yine de deneyeceğim," dedi ve masanın başına geçti. Hemen peşinden ben de oraya gittim ve merakla ne yapacağını izlemeye başladım. "Seni sürekli gözetlemesi için bir koruyucu ruh yaratacağımız için farklı birkaç malzemeye ihtiyaç var," dedi, en iyi bildiği şeyden bahsetmenin getirdiği özgüvenle. "Normalde geçici koruyucu ruhlar yaratırız ve onlarla işimiz bittiğinde onları ait oldukları yere göndeririz, bunu zaten biliyorsun."

"Niye sürekli onları yok edip yeni bir tanesini yaratıyorsunuz ki?"

"Güvenlik açısından. Birileri o koruyucu ruhlara ulaşıp onlara zarar verip sahibi ve sahibinin yaptıkları konusunda bilgi alabilir. Bunun önüne geçmeye çalışıyoruz," dedi. "Şimdi sana kalıcı bir koruyucu ruh yapacağız, en azından öyle olmasını umuyorum."

"Onlar acı çekebiliyor mu?" dedim hayretler içerisinde.

"Elbette," dedi. "Nefes alan, yaşayan, doğada bulunan ve doğaya hizmet eden her şey acı çekebilir."

"Bu çok kötü," diye fısıldadım. "Umarım yarattığımız koruyucu ruhun başına bizim yüzümüzden böyle bir şey gelmez."

"Biz onları yalnızca bir araç olarak görmüyoruz. Elimizden geldiğinde onların rahatını düşünüp, yeri geldiğinde de biz onları koruyoruz," dedi sakin sakin. "Onun başına bir iş gelirse koruma sırası bize gelecek. Onu kaderine teslim etmeyeceğiz, endişe etme. Onu da bizden biri gibi gör; yeri gelince o seni, yeri gelince sen onu koruyacaksın ve bu yola, zarar görme ihtimalinize rağmen çıkacaksınız. Tıpkı bizim yaptığımız gibi."

"Evet, tıpkı bizim yaptığımız gibi," diye mırıldandım.

Perla yeniden işinin başına koyuldu. Meraklı bir göz gibi onun yaptığı her şeyi inceledim ve anlamaya çalıştım. "Gerekli malzemeler bunlar işte," diyerek masaya koyduğu bitkileri gösterdi. "Korpen, Tornel, Elfor, Nirlen ve Pesor Otu."

İncecik, etrafında çapraz bağlanan dikenleri olan uzunca bitkiyi eline aldı. "Korpen Otu: Koruyucu ruhun sahibine karşı koruma içgüdüsünü oluşturan ot." Birbirine küçük bir noktadan bağlanmış üç minik yapraklı otu gösterdi. "Tornel Otu: Koruyucu ruha duyu hassasiyetini veren ot. Uzaktaki sesleri işitme ve yaklaşan belayı algılama konusunda bizden daha yetenekli olmalarının sebebi bu." Masanın üzerinde tüm canlılığıyla duran minik eflatun topçukların bir araya getirdiği bitkiyi eline aldı. "Elfor Otu: Koruyucu ruhun itaatkârlılığını sağlar. Koruyucu oluştuğunda gördüğü kişiyi efendisi olarak tanır. O yüzden malzemeleri hazırladıktan ve yapman gereken şeyleri öğrettikten sonra ben odadan çıkacağım." Sonra ise eline oldukça tanıdık gelen, uzun dallarına bordo topların asılı olduğu bitkiyi gösterdi. "Nirlen Otu: Koruyucu ruha sahip olduğu karartıyı veren bitkidir. Tanıdık gelmiştir çünkü dün gösterdiğim Nerlin Otu, hani şu ışık kaynağı yaratabileceğin bitki ile akrabalar." Eline son alarak uzun dalında pamuksu yapıda beyaz bir çiçeğin bulunduğu bitkiyi aldı. "Pesor Otu: Koruyucu ruha, sahibinin seçtiği, fazladan bir beceri verir. Bu, tüm koruyucu ruhları birbirinden ayıran esas unsurdur."

"Bunu nasıl yapacağım ki?" diye sordum şaşkınlıkla. "Ona nasıl kendi seçtiğim bir beceriyi vereceğim?"

"Çok basit. Pesor Otu hariç tüm malzemeleri kazanda bir süre kaynattıktan sonra vermek istediğin yeteneği simgeleyen bir bitkiyi Pesor Otu ile beraber kazanın içine atman yeterli," diye açıkladı. "Ne becerisi vermek istediğine karar verdin mi? O beceriyi temsil edecek bir bitkiyi de buraya getirdik mi her şey hazırdır."

Acele etmeden yavaş yavaş düşündüm. "Bir tavsiyen var mı?" diye sordum. "Bu ilk koruyucu ruhum ve tahmin edersin ki fazlaca acemiyim."

"Zihnini özgür bırak Alisa," dedi. "Sana uzunca bir müddet eşlik edecek birinde hangi özelliğin bulunmasını istersin?"

Kararımı Perla'ya açıkladıktan sonra Perla, bitkilerin bulunduğu raftan bir bitkiyi kapıp geldi. Elindeki turuncu yaprağı masaya, diğer malzemelerin yanına koydu. "İşte Benit Otu, koruyucu ruha istediğin özelliği bu bitki verecektir." Durup bana baktı. "Son olarak bir kâğıda bu diyardaki en güvendiğin kişinin ismini yazıp kazana at. Başına bir bela gelirse koruyucu ruhun durumu kâğıda yazdığın kişiye bildirecek."

Perla son kez yapmam gereken şeyleri hatırlatmış ve sonrasında beni odada yalnız bırakmıştı. Perla'nın hazırladığı kazana Pesor ve Benit Otu hariç tüm malzemeleri ekledim ve bir süre kaynamalarını bekledim. Bu esnada odadaki diğer bitkileri inceledim. Her renkten, her cinsten bitkinin bulunduğu raftan bitkilerin birbirine karışmış ferah kokusu yükseliyordu. Yeterince zaman öldürdükten sonra kazanın başına geçtim ve Pesor Otu'yla beraber Benit Otu'nu kazanın içine bıraktım. Son olarak ise elimdeki basit bir ismin yazılı olduğu kâğıdı kazana attım. Sesi yükselen kalp atışlarım bir süre sonra kazanın kaynama sesine karşıtı ve odayı yalnızca bu iki ses domine etti. Aradan geçen yavaş dakikalar ardınca kazan gitgide daha fazla fokurdamaya ve üzerinden çıkan beyaz dumanlarını tüm odanın içine yaymaya başladı. Bir süre odayı ele geçiren beyaz duman dışında hiçbir şey göremedim ve yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğun düşündüm ancak tüm bu düşüncelerimin alev aldığı anlarda beyaz duman yavaş yavaş kazanın içine çekilmeye başladı ve birkaç dakikanın ardından oda eski hâline döndü, neredeyse eski hâline. Masanın hemen önünde dikilen kara boşluk bir insan silüetine dönüştü ve bir yüzü, gözü olmamasına rağmen benimle göz göze geldiğinde karşımda âdeta yere değene dek eğildi.

Loading...
0%