Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@ervaerdal

Sığınacak başka bir limanı olmadığını fark eden Valmir, konunun özünden sapıp bizi daha başka tepelere savurmaması için saklı gerçeği Yamin ile paylaşmış ve sonrasında diğer kardeşlerin, en azından önümüzdeki mührü kaldırma sürecinde, bu gerçeği erişmemeleri gerektiği konusunda Yamin'i kelimelerini sakınmadan uyarmıştı. Yamin öyle bir noktadaydı ki ne şaşırmış görünüyordu ne de şaşırmamış. Bir şeylerin yolunda olmadığını anladığı zaten açıktı ama görüşüne göre böyle bir şeyi beklemiyordu. Hoş, zaten kim böylesi bir durumla karşılaşmayı beklerdi ki?

Anladığım kadarıyla, özellikle de Valmir'in verdiği tepkilerden çıkardığım kadarıyla Yamin bu yolda bize gereğince yardım edecek bir isimdi, ki böyle olmasaydı Valmir bu hususu onunla asla ama asla konuşmazdı. Bu noktada kendimi rahat hissediyordum ama gün geçtikçe gerçeği öğrenen kişilerin plansızca artışı beni germiyor da değildi. Fakat çıkıp itiraz edecek, ikaz edecek bir konumda değildim. Valmir bildikleri doğrultusunda hareket eden, inancıma göre bizi yarı yolda bırakmayacak birisiydi. Onun aldığı karara, almak zorunda kaldığı bu karara verebilecek hiçbir olumsuz tepkim yoktu. Öyle görünüyor ki daha nice kişi bu gerçeğe erişecekti zaten. Bunu bizim paylaşmamız bir ayrıcalıktı. Hiç değilse verilen tepkileri bir noktaya kadar kontrol edebilirdik.

"Bu, duymayı beklediğim bir şey değildi," dedi Yamin, şaşkınlık içinde ama aynı zamanda engin bir sakinlikle. "Mührü bozmayı sırf bu yüzden istiyorsunuz, değil mi?" Bir aydınlanma yaşıyordu ama önünü aydınlatan ışık pek bir loştu.

"Sırf bu yüzden değil," diyerek onu düzeltti Valmir. "Sebeplerden biri de buydu ama tek sebep bu değildi, hiçbir zaman yalnızca bu olmadı. Tehlike altındayız, bizi bir savaş bekliyor Yamin. Ya gel bize katıl ya da sessizce, uzaktan uzağa bu kargaşaya tanıklık et."

"Bölgemizi tehdit eden bir unsur varken oturup sizin çabalarınızı izlemek bize, doğrusu kimseye yakışmaz," dedi Yamin. "Ne yapılması gerekiyorsa yine yapacağız ancak dikkat çekiyorsunuz. Özellikle de sen Alisa, fazla fazla, haddinden de fazla dikkat çekiyorsun. Kardeşlerim de bir şeylerden şüpheleniyor. Yolunda olmayan bir şeyler olduğunu düşünüyorlar ve o asıl sorunu bizimle neden paylaşmıyor oluşunuzu gece gündüz sorguluyorlar."

"Alisa'yı bu olaylardan uzaklaştırmanın bir yolu yok. Dikkat çekiyoruz, bunun biz de farkındayız ama başvurabileceğimiz başka bir yol yok," dedi Valmir. Bugün, her zaman olduğundan daha fazla konuşmuş gibi konuşmaktan soğumuş duruyordu.

Bana ne zaman söz hakkı doğacaktı bilmiyordum, korkunç bir hata yapmıştım ve buna rağmen yine ve yeniden söze daldım. "Önce kâğıtta yazana mı odaklansak?" Sesim her zamanki ağırlığında değildi fakat cılız da değildi. Yalnızca suçunu bilen bir günahkârın sesi gibiydi işte. Valmir'in kara kara düşündüğü şey Yamin'in gerçeği öğrenmesi ve buna bağlı olarak yaşanacaklar veya başkalarının da bir gün bu gerçeği öğrendiğinde yaşanacaklar değildi. Hatta bunlardan ziyade elimize düşen notun ne anlama geldiği idi. Bakacak olursak yazan şeyi anlamıştı ama artık orada ne yazıyorsa veya yazan şey neye işaret ediyorsa veya bu notun bize ulaşması ne anlama geliyorsa, işte onları düşünüyordu. Gezindiği, belki de gemisinin ağır aksak batmaya başladığı denizlerden çıkabildi, bakışları koyuluğunu yitirdi. "Yazan şey baya basit, düz, sıradan. İşte bundan dolayı anlaması çok güç."

Yamin, Valmir'in her seferinde, başlangıçta lafı dolandırmasına alışmıştı, belliydi ama ben hâlâ ve henüz alışamamıştım. O yüzden o ses etmedi. Ben de ona uydum ve sabırla Valmir'in kendini açıklamasını bekledim. Valmir aheste aheste salladı başını. "Efendi Ruh'un sana not yollaması beklenmedik bir hareket. Yazan şey ise bu eylemden daha sıra dışı. Yalnızca 'Kolyeyi yok et,' yazıyor. Bahsi geçen kolye bir metafor da olabilir lakin gerçek bir kolyeden de bahsediliyor olabilir."

"Boynumdaki kolyeden bahsetmiyor olsa gerek." Atlas'ın beynine doluşan şüpheler yenice aklıma geldi. "Böyle bir istekte bulunma amacı ne olabilir ki?"

"Sana bugün yeniden bilmiyorum cevabını layık göreceğim Alisa," dedi Valmir. O da kendi kafasında ihtimalleri tartıyordu. Onun olduğu tarafa hafifçe eğildim. "Efendi Ruh kötü bir amaca hizmet ediyor olabilir mi?"

"Çok olası." Cevap beklediğim kişiden gelmedi ama beni gerektiğince tatmin etti. Valmir'e anlamlı bir bakış attım. "Beklediğimiz o hareket bu olabilir mi? Öngöründe bu atak illaki aramızdaki birinden mi geliyordu? Efendi Ruh hedef şaşırtmaya çalışıyor olabilir mi?"

"Alisa bir sakinle."

"Ne öngörüsü?"

"Boynumdaki kolyeyi kastedip Perla'dan şüphelenmemi sağlamak istiyor olabilir." Atlas bu düşüncesini Valmir ile paylaşmadıysa bile artık paylaşmasına pek ihtiyaç yoktu. "Efendi Ruh düşmana hizmet ediyor olabilir. Bu bağlamda yakınımdaki kişileri kendimden uzaklaştırmamı sağlıyordur."

"Alisa! Konuşmaya bu denli can atıyorsan Yamin'in sorularına cevap vermeye ne dersin?"

"Öngörü senin öngörün olduğu için kendin anlatmak istersin diye düşünmüştüm." Onun suyuna gitmek iyi olacaktı. "Aramızda bir muhbir olduğundan şüphe ediyoruz," diye lafa girdim. "Valmir de bununla ilgili bir öngörü görmüş. Birinden bana karşı yapılacak bir atak bekliyoruz; beni, çevremdeki kişilerden şüphelenmeye itecek bir atak. Ben de belki bu not beklediğimiz o atak olabilir diye düşünmüştüm."

"İşe, notun taşıdığı anlamı bulmaya başlamakla başlayalım," dedi Yamin. Şaşkınlığını üzerinden atamadıysa bile duruma adapte olmaya çalışıyordu. "Notun üzerinde biraz inceleme yapsan değinmek istediği noktayı bulamaz mısın?"

"Denemek lazım," dedi Valmir. Daha fazla soru cevaplamak istemediğinden midir nedir notun üzerinde incelemeler yapma fikrine çok sıcak bakmıştı. "Ben yemeğe kadar odama çekiliyorum. Notla biraz uğraşayım bakayım. Yamin'in sorularını cevaplama işi de sana kalıyor Alisa." Notu cebine sıkıştırdı, keyifle ayağa kalktı ve odadan öylece çıktı.

Onun ardından şaşkına bakakaldım. Kendime geldiğimde Yamin'in sorularını duymayı beklemedim ve merakla ona döndüm. "Bahsettiğin koruma neyin nesi?"

"Valmir'den, büyü kitaplarının bozulduğu bilgisinin tüm diyara yayıldığı ve bu yüzden bizimle bir görüşme yapmak istediği haberini alınca bu haberin tüm diyara yayılmasını bir tehdit olarak gördük ve Alsondro'yu koruma altına almak ve buraya gönderilecek şeyleri kısıtlamak için bir büyü yaptık," dedi Yamin. "Bunların başında da gönderilen notlar var elbette. Notlar böyle durumlarda feci hâlde kafa karıştırıyor ve bu da zaman kaybına neden oluyor. Kendimizce bu durumun önüne geçmeye çalıştık."

"Bu korumadan Valmir'in haberi var mıydı?"

"Evet, sınırı güçlendireceğimizi ve bu yüzden de bize yeni bir not yollarsa o notun bize ulaşamayacağını bildirmiştim," dedi. "Sizinle bunu paylaşmaması kötü olmuş."

"Valmir'in kendi hatası," dedim ama içten içe bu hatada benim de büyük bir payım olduğunu biliyordum. "Fakat seni şüpheye sokan durumlar daha başkaydı, öyle değil mi?"

Küçük bir mırıltıyla onayladı beni ama kendisini detay vermekten sakındı. "Açıkçası bu bölgeden birinin gerçeği öğrenmesi iyi oldu. Birinin sizlere buradaki gelişmelerle ilgili devamlı güncel bilgi vermesi gerekiyor, ki durumu rahatlıkla kontrol edebilesiniz."

"Orası öyledir elbet," dedim. Yine de rahat değildim. Beklenmedik, kontrolümüz dışında gelişen her türlü olay bir gerginlik yaratıyordu bedenimde. "Yine de temkinli olmalıyız, her zamankinden daha da fazla."

"Bunun için senin kendini dizginlemen gerekiyor," dedi bir abi edasıyla. "Dikkat çeken tek şey sensin. Endişen tek bakışla gözlerinden okunuyor. Bu, insanların Alisa'da görmeye alışık olmadığı bir şey. Kendini soğukkanlı olmaya zorla, tek seçeneğin bu."

"Zihnim el verdiğince bunu yapmaya çalışıyorum ama pek mümkün olmuyor," dedim ama sonrasında susuverdim. Onunla kendim hakkında konuşmak yersizdi. Aramızda bir samimiyet yoktu bile. "Deniyorum, gün geçtikçe bedenime oturmayan o duygular, bakışlar bir bir oturmaya başlayacaktır."

"Şüphem yok," dedi. "Buradaki ilk gününe nazaran epey yol katetmişsindir ama yol hâlâ önünde uzuyor."

"Farkındayım," demekle yetindim. "Merak ettiğin şeyler varsa onları cevaplandırayım. Bugün konuşmak için daha uygun bir an bulamayız."

"Merak ettiğim çokça şey var ama sabırlıyımdır. O cevapların bana ulaşmasını beklemek beni yormaz," dedi. Bakışları sözlerinin vurguladığı sabrı açık açık belli ediyordu. "Bugün yeterince yorulduğunu düşünüyorum. İstersen yemeğe dek azıcık dinlen."

"Aslında fena olmaz," diyerek ayağa kalktım. Ona kısaca veda edip odadan çıkıp koridoru aştım ve yorgun bedenimi odama çıkan merdiveni geride bırakması için zorladım. Uyksuzdum ama bu uykusuzluğa nispeten iyi hâldeydim. Odaya girince yatağın kenarına kıvrıldım ama uyuyacak değildim. Tüm her şeyi düşünmeye çalışmak, zihnimin en ücra köşesine yerleşmiş yeni yeni filizlenen düşüncelerime dahi yetişmeye çalışmak imkânsızdı. Ancak insan, bilhassa küçük zihninde yeşeren küçücük fikirleri dışında içine dalabileceği bir yeri olmayınca bu imkânsızlığın içine bile bile bırakıyordu bedenini.

Efendi Ruh'un tam da ondan söz ettiğimiz gün bize, belki de yalnızca bana, bir not yollaması şans değildi, hele hele tesadüf hiç değildi. Düşmanın mirasçılar veya yöneticilerden birileriyle işbirliği yapmasından ziyade Efendi Ruh'la bir araya gelip planını öyle yürütmesi beni daha çok korkutan bir seçenekti. Bu da sanıyorum ki Efendi Ruh'un ve ona bağlı olan ruh ordusunun neler yapabileceğini kavrayamamamdan kaynaklanıyordu. Ruhlar, kendilerine bahşedilen kabiliyetleri dışında bir de bir zamanlarki sahiplerinin bir armağanına layık görülmüş ve böylece, başta savaş gibi durumlar olmak üzere her koşul altında korkunç sayılacak bir varlık hâline dönüşmüşler. Basit diyebileceğimiz bu ruhlar dahi bizden katbekat ayrıcalığa sahipken kim bilir Efendi Ruh nice üstünlüklere sahiptir? Onun gücünü düşünmek bedenimi istemsizce titretiyordu. Belki de düşmanın asıl amaçladığı o güç, Efendi Ruh'un kendi ellerinde bunca zaman boyunca tuttuğu o saf güçtü.

Nota gelecek olursak orada yazanlar benim bilgimin dışında kalıyordu. O kolye gerçek bir kolye miydi bundan bile emin olamıyordum. Aklıma üşüşen her türlü fikir gayet mantıklı geliyordu ama cevap aynı anda hepsi olamazdı. Eğer bahsi geçen kolye boynumdaki kolye ise her koşulda Perla'nın aramızdaki hain olabileceğini reddediyor ve Efendi Ruh'un hedef şaşırtmaya çalıştığına inanıyordum. Bu da yeterince dehşet verici bir durumdu. Nitekim Efendi Ruh'u karşıma düşman olarak almak kabus gibiydi. Neler yapabileceğini bilmediğim bir düşman en beteriydi. Oysa Perla aramızdaki hain çıksa yaşayacağım o çöküş, tüm bu düşüncelerimin aksini kanıtlar nitelikteydi.

En başa dönüp notun gelişini, içinde yazanı ve nottaki kelimelerin taşıyabileceği değerleri tek tek kafamda ölçtüm. Her seferinde farklı bir noktaya takıldım ve o nokta her seferinde beni başka bir kapıya ve o kapıda beni yeni ama şaşırtıcı olmayan bir bilinmezliğe götürdü. Dakikaların hızla aktığı o anlarda yalnızca zihnimde ve zihnimin yarattığı kimi zaman durgun kimi zaman hırçın kimi zamansa fazlaca dramatik melodilerde gezindim. Bu, oradan oraya savrulma durumu yemek saatine dek sürdü. Saray çalışanları tarafından aldığım davetin ardından, bu çağrı sanki kurtuluşummuş gibi istekle ve ihtiyaçla yerimden kalkıp salona gittim. Artık düşünceler, zihnimin geri planında kısık sesle çalmaya devam edebilirdi.

Yemek başlangıçta sessizdi ve bu sessizliğin devam etmesini diledim. Burada Valmir'in nottan çıkardığı sonucu konuşamaz, Yamin'in aklında asılı kalmış sorulara cevap veremez ve Atlas'a haberdar olmadığı o bilgiyi akataramazdık. Diğer konular ne yazık ki şu an için ilgimi çekmiyordu. Bunun ötesinde, zihnimde yeni bir düşünceye yer kalmamıştı. Fazladan şeyler duymak zihnime yerleşen düşüncelerin o küçük alanda sıkışmasına neden olacaktı ve sonrasında, beni en basitinden korkunç bir baş ağrısı bekliyor olacaktı. O yüzden bu sessizliğe ihtiyacım vardı ama hayat, benim ihtiyaçlarıma göre şekil almıyordu, özellikle de son zamanlarda.

"Düşündüm de yarınki görüşmeye bizden biri de katılsa fena olmaz."

"Daha neler!" Valmir'in itirazı netti lakin Malin, ortaya attığı fikri sonuna dek savunacak gibi duruyordu. "Bu, sizin de işinize gelir. Dört beş büyücü bir araya gelip birkaç saatinden ardından hemen bir karara varabilecek değil ya!"

"Bize, bizden birine, hiç lüzum yok," diye araya girdi Yamin. "Bizim aklımıza gelen her türden fikir, hayatını bilgiye adamış koskoca insanların da aklına pekâlâ gelecektir."

"Sorun da bu zaten!" dedi Malin. "Kendizini bilgeliğe adadığınız için bir karara varmanız uzun sürecek. En doğru fikri ortaya atma çabasına gireceksiniz. Belki de fikriniz kabul görmedi diye gurur yapıp görüşmenin süresini uzatacaksınız."

Bu defa da Marnin, "Malin!" diyerek uyarıda bulundu. Emir bellediği abi sözüne kulak asmayan Malin'in ikiz kardeşinin uyarısını da görmezden, duymazdan gelmesi şaşılası bir durum değildi.

"Genç adam büyülerin ana toprağında yaşıyor olmasına rağmen yeteri kadar büyücüyle vakit geçirmemiş belli ki," dedi Valmir. Sakindi, belki de artık bunu belirtmeye gerek bile yoktu. Ya bünyesi hengâmeye alışmıştı ya da öfkesini kontrol etme noktasında ustaca bir duyarlılığa ulaşmıştı. "Ortalık gitgide karışıyor. Sizin burada kalıp bölgeye sahip çıkmanız en mantıklısı. Hiç olmadı yaptığınız büyülerin sağlamlılığını gözden geçirin."

"Siz Malin'e aldırmayın," dedi Selina. "O da burada kalması gerektiğinin farkında."

"Dediğiniz gibi olsun," dedi Malin lakin bu bir vazgeçiş değildi. "Birkaç gün sonra büyücüler hâlâ Antropedos'a gitmek için yola çıkmamış olduğunda da sözlerimi yersiz bulacak mısınız bakalım."

Malin'in hafif patavatsız olduğunu zaten anlamıştım ama ondan böyle bir çıkış beklemiyordum. Yaptıkları ve söyledikleri gerekli olmasa bile aldığı kararlar kendince birkaç anlam barındırıyordu. Savunduğu bir düşüncesi vardı, o düşünceye katılmasak bile. Anlaşılan kendisi büyücüler hakkında pek sevimli şeyler düşünmüyordu. Bir dayanağı vardı ve anladığım kadarıyla kardeşleri, o dayanağı biliyordu ama sağlamlılığından endişe ediyorlardı.

Yemeğin geri kalan dakikaları tam da istediğim gibi sükûnet ve dinginlikle geçti. Malin'in konuşarak açtığı boşluğu doldurmak için sessizliğe sığındı herkes. Sonrasında kimisi işinin başına döndü, kimisi dinlenmek için odasına geçti. Ben, bir işim olmadığından odasına dönen kişiler arasındaydım. Odaya geçtiğimde ilk yaptığım şey etrafa, bilhassa pencerenin önüne bakmak oldu. Efendi Ruh'un yeni bir not göndermesini umuyordum ama şu anlık ses seda yoktu. Çalışacak kişilerin işlerine iyice odaklanmasını, dinlenecek kişilerin bedenlerinin iyice gevşemesini bekledim. Vakit istediğim kadar geçtiğinde, odadan çıkmadan evvel ani bir karar değişikliği yaptım ve Valmir'in yanına geçmek yerine yönümü Atlas'ın odasına yönelttim. Valmir notun işaret ettiği şeyi anlasaydı benden önce davranıp yanıma gelir ve bulduğu şeyi benimle paylaşırdı herhâlde.

Atlas'ın odasının kapısını tıklayıp bir ses duymayı bekledim ama kulaklarım duymayı beklediği o sesi işitmedi. Oysa ben Atlas'ın da odasına geçtiğinden çok emindim. Kapının önünde dikilmeyi bıraktım. Odama dönmeye niyet ettiğim anlarda yüreğime bilindik bir el ilişti; ruhumun içine doğru çektiği, kendisini, onunla doldurmak için can attığı, hafif tanıdık ama ezbere bilinmeyen bir his ele geçirdi beni. Bedenimi geri döndürüp kapalı kapıyı yeniden tıklatmadan açıp içeri girdim. İçerisi boştu, adımlarım kapısı hafif aralanmış balkona yöneldi. Aradığım beden oradaydı. "Ses vermeyince uyuduğunu sanmıştım."

Sesim onu irkitmedi, oysa kapının açılma sesini duymamış gibi duruyordu. "Duymamışım, ilginçtir ki kapının açılma sesini de duymadım."

"Pek sessiz açtığım da söylenemez," dedim. "İçeri geçelim mi?"

Sorgulamadı, benimle birlikte odaya geçti. Valmir, vakit bulamadığından onunla son yaşanan gelişmeleri paylaşmamış olmalıydı. Balkon kapısını kapattığı sırada, "Yamin gerçeği öğrendi," dedim. Sesimin dengeli çıkmasına özen göstermiştim. Kısa bir an duraksadı. "Nasıl oldu?"

"Yemekten önce odamdayken bir not ulaştı elime. Ne anlama geldiğini anlayamadım çünkü bildiğim harfler yer almıyordu notta, tuhaftır ki kâğıt bomboştu. Ben de Valmir'in yanına götürdüm notu ama Yamin de onun yanındaydı," dedim. "Valmir Alsondro'ya geleceğimiz haberini verdikten sonra, kardeşler bölgeye bir koruma inşa etmişler. Bölgeye yeni bir haber, mektup gelmesini engelliyormuş bu koruma. Sen daha iyi bilirsin bu tarz şeyleri. Ben Valmir'e, Katrin'den bir not geldiğini söylediğimde bir şeylerden şüphelendi, ki öncesinde de bir şeylerden şüphelendiği açıktı."

"Valmir başka bir çözüm bulamadığından mıdır bilinmez, gerçeği Yamin'e itiraf etti," diye devamı geldi sözlerimin. Şaşırmış değildi, sinirlenmiş de değildi. "Şaşırmadın," dedim sorgularcasına. Yanıma gelip oturmadan önce bakışlarıyla onayladı. "Şaşırmadım, daha başka kişilerin öğrenmesine de şaşırmam çünkü olacak olan şey bu zaten."

"Fakat Yamin'in öğrenmesi daha iyi," diyerek bir itirafın temelini attı. "Kardeşler arasında en çok yardımı dokunacak kişidir kendisi. Diğer kardeşlerin güvenilmez olduğunu söylemeye çalışmıyorum fakat o, kardeşleri gibi duygularının esiri olacak birisi değil. Bu yönden bakacaksak öğrenmesi iyi olmuş bile diyebiliriz."

"Not," dedi. Daha önemli bulduğu noktaya adım attı. "Kimden geliyor? Valmir ne yazdığını anlamıştır herhâlde."

"Not Efendi Ruh'tan geliyor," dedim. Kaşları çatıldı. "Efendi Ruh, öyle mi?"

"Valmir öyle söyledi. 'Kolyeyi yok et,' yazıyormuş notta. Şimdi kendisi bunun ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyor."

Kolye deyince bakışları boynuma indi. "Sözüne ettiği kolyenin bu olduğunu sanmam," dedim hızlıca. "Valmir metafor olabileceğini düşünüyor."

"Öyle düşünüyorsa bu, Efendi Ruh'un sıklıkla tercih ettiği bir yöntem olmalı," dedi. "Yine de somut bir kolyeden bahsediyor olabileceğini de atlamamalıyız. Notu sana mı göndermiş?"

"Bilmiyorum, Valmir bu konu hakkında bir şey söylemedi ama benim kaldığım odadaki pencereye düştü not."

"O hâlde sana göndermiş olmalı. Efendi Ruh senin asıl Alisa olduğunu biliyor olsun veya olmasın fark etmez, bu eylemi aşırı tuhaf," dedi. "Onun hakkında çok bilgim yok lakin durduk yere bir olaya kendini dâhil etmeyeceğini tahmin etmek çok zor değil."

"Onunla konuşmanın bir yolu yok mu?"

Hafifçe güldü. "Tamam, anladım," dedim. Onunla iletişime geçmenin bir yolu yoktu. "Peki ya Demitre bir şeyler bilmiyor mudur? İnsanların tahminleri doğruysa ve bir zamanlar Efendi Ruh onun yanında bulunduysa azıcık da olsa bir şeyler biliyor olması gerekmez mi?"

"Biliyorsa bile bildiklerini bizimle paylaşmayacaktır," dedi Atlas. "Böyle düşünüyor olsam da bir ara onun yanına uğrayalım. Hâlâ onunla tanışmak istiyorsan hem tanışmış olursun hem de belki, ihtiyaç duyduğumuz bir iki cevaba ulaşırız."

"Demitre'nin bildiklerini bizimle paylaşmayacağını keskince iddia etmenin bir gerekçesi var mı?"

"Ortada duyulmuş bir söz, görülmüş bir olay yok aslında. Bu, olan onca şeyden sonra yalnızca benim düşüncem," dedi Atlas. "Konuşacaksa bile bir zamanlar sıkı dost olduğu kişilerle konuşacaktır. Fakat bir gerçek var; yalnızlığa mahkum edildiği yılların ardından, yaşayamadığı hayatının acısını bizden çıkarmayı tercih edebilir ve bizi de suçlu görüyorsa şayet, tüm gerçeği ona sunduğumuzda bile yolumuzu aydınlatacak o ışığı bizden mahrum edebilir. Böyle bir durumda diğerlerini bilmem ama ben kesinlikle ona karşı gelemem, aldığı kararın yanlış olduğunu düşünemem."

"Ondan yardım istemek istemiyorsun," diye bir tahminde bulundum. Reddetmedi. "Umarım Valmir notta ima edilen gerçeği tez zamanda görür. Demitre'nin karşısına çıkıp ona, onu yaşamdan mahrum bırakan yönetimin tehlike altında ve yardıma muhtaç olduğunu söylemek istemem. İstememekten de öte bunu yapamam, cesaret edemem," dedi Atlas samimiyetle.

"Bunu kendinde hak görmüyorsun, değil mi?"

"Kim görebilir ki?"

Ona iyi gelecek birkaç kelime vardıysa bile o kelimeler zihnime uğramadı, sessiz kalmak zorunda kaldım. Yalnızca, bakışlarımdaki anlayışı görmesini temenni ettim. Hem Valmir'i hem Perla'yı hem de Atlas'ı ve belki daha başka isimleri de etkisi altına alan, kurbanı hâline getiren bu pişmanlık, hepsinin ciğerlerine dolan nefese dek işlemiş, nefeslerini verdikleri her seferde havaya karışmıştı ve aldıkları her nefesin içinde minik bir tozu andıran hâliyle yeniden onların bedenine yapışıyordu. O toz parçalarından kurtulmanın imkânı yoktu, pişmanlık tüm havaya karışmıştı bile.

Yöneticiler sandığımdan daha fazla söz hakkına sahipti. Tabii buna bir de Baba Ran dahildi. Onun hakkında pek bir şey bilmesem de tüm kararlar onun süzgecinden geçiyordu. Hem Baba Ran hem de yöneticiler ellerinde fazlaca güç barındırıyordu. Onların ellerinde tuttuğu, onlara değil ama başkalarına ağırlık yapan fazla hakları almaya kim cüret edebilirdi ya da biri, gün gelince buna cesaret edebilir miydi? Yoksa bu, böyle gelmiş ve böyle gidecek miydi?

"Yöneticiler geçmişte aldıkları bu karardan ötürü pişmanlık yaşıyor mu?"

Yöneticilerin konusunu açtığımda Atlas'ın bakışlarından yabancı ve alışılmadık, en azından benim için, bir duygu gelip geçiverdi. "Bilmiyorum," dedi ama o duygu sesini de ele geçirmişti. "Yöneticilerle böyle meseleleri konuşmayı tercih etmiyorum."

"Peki ya Baba Ran?" diye sordum. "O verdiği karardan ötürü pişman mıdır?"

Neden sonra, "Seninle bu konuları sonra konuşalım," dedi. "Aklımda bazı şeyler var, onlar yerine oturunca düşüncelerimi seninle paylaşacağım."

Üzerine gitmedim. "Madem koruma oluşturmuşlar, Katrin'de her şeyin yolunda gittiğini nasıl anlayacağız?" diye sorup yeni bir konu açtım. "Hem Valmir bu koruma konusunu buraya gelmeden seninle paylaşmış mıydı?"

"Konuşmadı, muhtemelen o hengâme arasında aklından çıkıverdi yoksa böyle bir hata yapmazdı," dedi. "Bizimle konuşmadıysa bile en azından Perla ile konuşmuş ve kendisiyle iletişime geçmesine yarayacak bir yöntem göstermiştir."

"Düşman bir noktada senin peşinde Alisa," dedi. "Katrin'den ve oradakilerden ziyade kendi canını düşün."

...

Hava müthiş bir karanlığa bulandı. Ay, belli belirsiz parlıyor, yıldızlar ne kadar dikkatli bakarsan bak seçilmiyordu bile. Yel tüm şiddetiyle esiyor, göremesem bile, ağaçların dallarını hışımla bir o yana bir bu yana salladığını duyabiliyordum. Hatta eminim ki birkaç yaprak taneciği hışımla esen yelin acımasızlığına dayanamayıp sertçe yeryüzüne düşüvermişti. İnsanın kulağına dolan buğulu melodi, insan yüreğinde sevilesi hisler yaratmıyordu. Gittikçe yükselen melodi geç saatlerin lanetine yakışır bir tondaydı.Yelin, batıya doğru hızla eserek göğü temizlemesine rağmen havada bir uğursuzluk vardı. Rüzgâr esiyordu ama sanki insanın içine çekeceği havayı da alıp götürüyordu.

Valmir cümlelerini sıralamıştı ve bir tepki vermemizi bekliyordu. Herkesten önce davrandım. "Sorun değil," dedim. "Tek başıma dönebilirim. Ne de olsa geçit oluşturulacak ve yanımda koruyucu ruh bulunuyor olacak. Bir sorun olmayacaktır diye düşünüyorum."

"Yine de çok tehlikeli," dedi Yamin. "Yanına birini alman gerek. Henüz bu diyarı öğrendiğini sanmıyorum."

"Atlas ile ikimizin birlikte Katrin'e dönmesi yarardan çok zarara sebebiyet verecek," dedim. "Bir sorun olursa bile orada diğerleri var, onlarla iletişime geçerim. Hiç olmadı gideceğim sarayda Lena da yaşıyor ve zaten Timun Bey ile görüşeceğim. Güvende olmamamı gerektirecek bir durum yok."

"Gideceğin yerden değil, giderken başına gelebilecek belalardan dolayı endişe duyuyoruz," dedi Valmir. Her ne kadar böyle söylüyor olsa da biliyorum ki, benimle aynı fikirdeydi. "Yine de ben de gitmen kanaatindeyim. Benim oluşturduğum geçitten bugüne dek bir zarar gelmemiştir."

"O hâlde daha fazla tartışmanın bir manası yok," dedi Atlas. O, benim tek başıma Katrin'e katiyen dönmememi savunuyordu lakin kimse ona arka çıkmamıştı. O yüzden bize ayak uydurmaktan başka seçeneği kalmamıştı ama yüzüne bakınca bile hissettiği rahatsızlık kolayca görünüyordu.

Nihayet anlaştığımızda Valmir eliyle odanın içindeki kapıyı gösterdi. Oraya doğru gittiğim esnada, "Yine de temkinli davran, her şeye karşı," diye beni uyardı Yamin. Bir şey söylemeyip küçük, kutu gibi olan odaya geçtim ve Valmir'in gelmesini bekledim. O da içeri girdiğinde kapıyı ardından kapattı ve hemen, geçit oluşturmak için işe koyuldu. Durduğum yerde onu izlemeye başladım. Zaten az çok bildiğim bir şeydi ama detaylarını görmekte fayda vardı.

Bu yolculuk konusunda Valmir'i ses çıkartmamaya iten şey, kesinlikle, artık bir ruhun yanımda bulunuyor oluşuydu. Tek güvencesi o ruhtu, geri kalan herkesin de öyleydi ama benim için değildi. Her ne kadar öz güvenimi henüz toplayamamış olsam da tek başıma hareket etme zamanım gelmiş ve geçiyordu da. Sonsuza dek birilerine bağlı, birilerine bağımlı hâlde yaşayamazdım. Bana eşlik edecek olan ruh, öz güvenimi kazanmam konusunda bana yardımcı olacaktı, hissediyordum.

Valmir mavi geçidi hazır hâle getirince bana döndü. "Pek dikkatli ol Alisa," dedi. Sesine, korkunun birkaç küçük nefesi kaçmıştı. Hafif bir de tedirginlik vardı ama belli etmemeye çalışıyordu. "Bazı noktalarda sezgilerine güven ve yardım istemekten çekinme." Kafasıyla geçidi işaret etti. "Geç bakalım." Ona hafif bir tebessüm yollayıp geçitten geçtim.

Buraya gelmeyi beklemediğimden dolayı bir an afalladım. Zaman seli beni alıp buraya ilk gelişime doğru savurdu. O gün hissettiğim korku hâlâ yerli yerindeydi; tek fark, artık o korkuyla yaşamayı öğrenmiş olmamdı. Alisa'nın odasından çıkmadan önce yüreğime fısıldayan umudu görmezden gelemedim ve hâlâ bulmayı arzuladığım defteri görebilmek amacıyla, yatağın kenarındaki masanın üstten ikinci çekmecesini açtım. Görmek istediğim şey burada hâlâ yoktu. Çekmeceyi geri kapadım ve odadan çıkıp hatırladığım kadarıyla, o gün yemek yediğimiz salonun bulunduğu kata inmeye çalıştım ve dakikalar sonra merdivenleri bulup bir alt kata indim ve aradığım o odayı buldum. Sonuna kadar açık kapının diğer tarafında beni buraya kadar getirten kişiyi gördüm.

"Timun Bey," dedim. Sesimi duyunca hızla arkasına döndü. Beni görünce yüzünde silik bir tebessüm meydana geldi. "Gelebildiğine çok sevindim Alisa," dedi. Kenarda karşılıklı duran tekli koltuklara buyur etti beni. "Kötü bir zamanda iletişime geçtim sanırım, haberim yoktu. Sizi burada, Katrin'de sanıyordum ama geri dönmenizi bekleyecek kadar sabırlı olamadım."

Koltuklardan birine oturdum. "Sorun değil," diyerek lafa girdim. "Önümüze çıkan bilmeceleri çözmeye çalışıyoruz. Bu yüzden Alsondro'ya uğramamız gerekmişti." Kısa bir duraksamanın ardından, "Bir gelişme mi oldu? Bir şey mi buldunuz?" diye sordum.

"Olanları herkes gibi ben de duydum," dedi. Büyü kitaplarının akıbetinden söz ediyordu. "Bunun diyara yayılmış olması büyük talihsizlik lakin bu haberi duyunca aklıma yıllar evvel kızım Alisa'nın benimle paylaştığı ama zamanla aklımdan uçup giden bir bilgi geldi. Yani anlayacağın epey işime yaradı bu haber. Tabii orada bir şeyler bulursak asıl o zaman bu konuşmayı yapmam daha doğru olurdu ama içimdeki his güzel şeyler fısıldıyor yüreğime."

Sözleri içimi kıpır kıpır yaptı ama susup sözlerine devam etmesini bekledim. Gözlerinin içinde parıldayan bir umut vardı. "Alisa bana bir yerden bahsetmişti. Yerini tam doğru hatırladığımdan emin değilim ama aklımda bir konum var, oraya gidersek o sözüne ettiği yeri bulabiliriz."

Heyecanlı sözlerine bir ara verdi. "Kafanı karıştırdım değil mi? Kusura bakma, heyecanımı mazur gör. Diyorum ya, kızım yıllar evvel bir yerden söz etmişti; sık sık gittiği, büyü işleriyle haşır neşir olduğu, gözlerden ırak bir yermiş, kendisi öyle diyordu. Ben hiç gitmedim oraya, yakın çevresinden giden birileri oldu mu orasını da bilmem. Orada bir şeyler bulma ihtimalimiz epey yüksek. Sık sık gidiyordu, kimi zaman gidip birkaç hafta gelmediği oluyordu. Belki orada onun güncel bir güncesini bile bulabiliriz."

Duyduklarıma başta inanamadım. Heyecanla, "Bu çok güzel bir haber!" dedim. "Orası hakkında daha fazla bilgiye sahip misiniz?"

"Değilim aslında. Onun çok sevdiği bir yer olduğunu biliyorum ama ne tarz büyülerle uğraşıyordu, kendini geliştirmeye mi çalışıyordu yoksa başına bela mı açmaya çalışıyordu bilemiyorum. Bu yüzden oraya gidince göreceğimiz, görebileceğimiz şeylerin düşüncesi beni ürkütmüyor da değil."

"Acaba Alisa peşinde bir düşman olduğunun farkındaydı da ondan mı korunmaya çalışıyordu ki?" diye sordum. "Belki koruma üzerine yeni büyüler geliştirmeye çalışıyordu."

"Doğrusu bu ihtimal çok acı benim için. Böyle bir durum söz konusuysa ve Alisa ben dâhil kimseden yardım istemediyse ortada daha büyük bir sorun var demektir."

"Bunu öğrenmenin tek bir yolu var sanırım," dedim. "Oraya gidip, Alisa'nın orada ne yaptığını anlamaya çalışacağız."

"Tam yeri hafızamda değil ama bulunduğu bölgeyi çok net hatırlıyorum. Yeraltında bir yer. Büyülü Orman'a bağlanan bir geçit var yeraltında, oralarda bir yerde," dedi. Kaşları çatıldı. "Aman ha! Epey hazırlıklı gitmek gerek oraya. Hem karşımıza ne çıkacağını bilmiyoruz hem de yeraltı bizim tarihimizde hiçbir zaman güvenli bir bölge olmamıştır."

"Orası kolay," dedim bilmiş bilmiş. "Önemli olan yerini bulmak. Nerede olduğunu biliyoruz ya orayı da buluruz diye düşünmekteyim."

"Buluruz bulmasına ama bulduğumuz şey bizim hoşumuza gider mi ondan emin değilim," dedi. Huzursuzdu; kızının, başının belada olduğunu biliyor olmasına rağmen kendisinden veya başka birisinden yardım dilenmemiş olması onu epey huzursuz ediyordu. Büyük ihtimalle iyi bir ebeveyn olup olmadığını sorguluyordu. Öte yandan orada karşılaşacağı görüntü onu tedirgin ediyordu. Zira Alisa'nın bile bile bir tehlikenin içine girmiş olma ihtimali de vardı.

"Bir şeyler bulabilirsek bunları o zaman konuşalım," dedim. "Kendimizi umutsuzluğa itmeyelim. Nitekim bu çok güzel bir haber."

"Doğru diyorsun, sen bana aldırma. Valmir'in de gelmesini ve içimi ferahlatacak birkaç söz söylemesini isterdim doğrusu," dedi sıkıntıyla. "O ne zaman döner?"

Soru bilmediğim bir yerden gelince hemen cevap veremedim. "Emin değilim, onun işi bizimkine kıyasla daha fazla. O topraklardan hemen dönemeyecektir."

"Bu arada," dedim hızla. "Defterden bir şey çıkmadı maalesef. Belki haberiniz vardır ama yine de söyleyeyim."

"Duydum, duydum," dedi. Gözlerini birkaç kez sertçe kapatıp açtı. "Saray çalışanları tarafından bilgilendirildim. Ben de bir şeyler bulamamıştım ama belki siz daha farklı noktadan bakarak bir şeyler bulabilirsiniz diye ümit etmiştim. Açıkçası faydasız bir eylemdi ama işte, insan kendini umut etmekten alıkoyamıyor."

"Siz yine de çok yormayın kendinizi. Elbet, öyle ya da böyle bir şeyler bulacağız." Etrafa bakındım. "Lena yok mu? Doğrusu bu saatte uyuyor olmalı ama uyanıksa onu görüp öyle gitmeyi isterim."

"Lena, Henna'nın yanında. Belki Atlas söylemiştir, Henna bu aralar hasta," dedi. "Lena da ona eşlik ediyor, Henna iyileşene dek buraya uğramaz. Çok istiyorsan bir araç hazırlatayım, seni onların yanına götürsün."

"Gerek yok, teşekkürler," deyip reddettim. Yerimden kalkmadan evvel, "Başka paylaşacağınız bir şey var mıydı?" diye sordum. Başını olumsuz manada salladı. "Katrin'e döndüğünüzde haber yollayın, size bölgenin adresini vereyim. Ayrıca o yolculuğunuza ben de eşlik etmek isterim. Bunu benim yerime Atlas'a bildirirsen sevinirim."

"Tabii, iletirim."

"Geçit oluşturacaksın değil mi?" Koridora çıkıp sola dönen köşeyi işaret etti. "Şu köşeyi dönüp koridorun sonundaki odada oluşturabilirsin. Sarayın en güvenli odalarından biridir."

Onu onaylayıp gösterdiği köşeyi döndüm ve kahverengi kapının yanına tin tin ilerledim. Büyü malzemelerinin donattığı fazla büyük olmayan bir odaydı burası. Valmir'in verdiği büyü taşını elime aldım ve gerekli adımları tek tek izledim. Aradan birkaç saniye geçti ama hâlâ bir geçit oluşmuş değildi. Bir süre daha bekledim ama geçidin oluşacağı yoktu. Bir yerde yanlış yaptığımı düşünüp geçidi yeniden oluşturmak için tüm adımları yeniden izledim. Yok, geçit oluşmuyordu. Yüzümdeki gülümsemeyi sabit tutup koruyucu ruha döndüm. Elimdeki taşı ona uzattım. "Geçidi sen oluşturmaya ne dersin?"

Taşı elimden alan ruh, benim izlediğim hareketlerin hepsini sırasıyla yaptı. Demek ki bir yerde yanlışlık falan yapmıyordum, geçit oluşturmayı öğrenmiştim. Ancak ruhun izlediği aşamaların ardından da bir geçit oluşmadı. Nefesimi bıkkınca verdim. "Büyü taşı bozulmuş olabilir mi?"

"Bu oda yaptığımız büyüye karşı korunuyor, bu yüzden burada geçit oluşturamayız."

"O hâlde Timun Bey ne diye bizi bu odaya yönlendirdi?"

Kapıyı hafifçe araladım ve geldiğimiz koridora baktım, boş görünüyordu. Odadan çıkıp sessiz olmaya özen göstererek üst kata çıktım. Alisa'nın odasına dönmeyi amaçlıyordum ama odaya giden yolda duvarla bütünleşmiş görünen bir kapı ilgimi çekti. Yönümü oraya çevirdim ve kapıyı açmaya çalıştım. Timun Bey beni görse beni saraydan kovmakla kalmazdı ama merak etmiştim. Uğraşlarıma rağmen kapıyı bir türlü açamadım. "Sen açabilir misin?" deyip ruha döndüm. Düşman beni izliyorsa büyük ihtimalle hâlime acımış ve beni öldürmekten vazgeçmiş olmalıydı.

Ruh, kapının kulpuna uzattığı elini beş saniye kadar orada tuttu ve kapı birden açıldı. Ruha kısa bir bakış attım ve hızla odaya girdim. Peşimden odaya giren ruh odanın kapısını kapatmayı da ihmal etmedi. Bir kütüphane idi burası. Köşede de bir tane çalışma masası bulunuyordu. Masanın üstünde birkaç kitap, bir çerçevelenmiş fotoğraf ve bir de yeşil şeritli, gri bir taş duruyordu. Raflardaki kitaplara şöyle bir göz attım ve ilgimi çeken birini elime aldım. Birbirini takip eden sayfalarda benim gözüme takılan bir şey yoktu; çoğunlukla büyülerin ortaya çıkışını anlatıyordu. Kitap hâlâ ellerim arasında iken odanın dışından bir ses duydum. Buraya geliyor olamazdı herhâlde. Ben böyle düşünsem de koruyucu ruh harekete geçti ve beni odanın bir köşesine çekiştirdi. Burada gayet göz önünde olduğumuzu söyleyeceğim an pelerinini bana doğru örttü ve aynı saniyelerde odanın kapısı açıldı. Elimde sıkı sıkı tuttuğum kitabı daha sıktım ve nefes almayı bile kestim lakin içeri giren Timun Bey bizi görmemişti bile.

Konuşsam bunu Timun Bey de duyar mı bilmediğim için kendimi ruha teslim ettim fakat onun da bir yere gittiği yoktu, öylece bekliyorduk. İçeri giren Timun Bey kitaplıkta dizilmiş kitaplara bakınmaya başladı ama aradığı kitabı bulamıyor gibiydi. Elimdeki kitaba baktım, bunu arıyor olamazdı. Kaç dakika boyunca Timun Bey'in o odada bir kitabı aramasını izledik saymadım ama Timun Bey ısrarla aradığı kitabı bulamıyordu. Neyse ki en sonunda pes etti ve duruma şaşırmış bir hâlde odayı terk etti.

Pelerin üzerimden çekilince elimdeki kitaba doğruca yerine yerleştirdim. Bu sırada kitabın sayfaları arasından bir kâğıt yere düşüverdi. Eğilip kâğıdı yerden aldım ve ne olduğuna baktım. Özensizce çizilmiş bir haritaya benziyordu. Dikkatli incelediğimde haritada gösterilen yerin, yeraltında bir bölgeye işaret ettiğini gördüm. Bu, Timun Bey'in bahsettiği yer olabilir miydi? Sanki bu diyarı çok iyi biliyormuşum gibi haritadaki yeri zihnime kazımaya çalıştım. Sonrasında kâğıdı kitabın arasına koydum ve daha fazla vakit öldürmeden odadan çıktım ve Alisa'nın odasına geçtim.

Koruyucu ruhtan taşı alıp geçidi yeniden oluşturmaya çalıştım ama nafile. Tüm saray bu büyüden korunuyor değildi ya! Öyle olsaydı Timun Bey beni uyarırdı. "Burası da mı korunuyor?" Sarayın ön cephesine bakan pencereden dışarı bakındım, etrafta çok fazla muhafız vardı. "Madem korunuyor, biz buraya nasıl gelebildik?"

Nedense yaptığımız büyüde bir tuhaflık olduğu için geçidi oluşturamıyormuşuz gibi geliyordu. O yüzden de gizlice, kimselere gözükmeden bu saraydan nasıl çıkacağımızı bulmaya çalışıyordum. "Pelerinin bizi, kimselere gözükmeden sarayın dışına kadar, hatta daha da ilerisine kadar götürebilir mi?"

Koruyucu ruhtan onay alınca, başka çare olmadığını düşünerek planı uygulamaya koyuldum ve dip dibe sarayın çıkışına ilerledik. Fısıltı hâlinde, "Konuşursam birileri bizi duyar mı?" diye sordum.

"Hayır Efendim."

"Peki birine çarpar mıyız? Yürürken dikkat etmeli miyim?"

"Çarpmayız Efendim, endişelenmeyin."

Rahat bir nefes aldım ancak o rahatlık sarayın çıkışına varana dek sürdü. Sonrasında ormandaki patikaya çıkıp ilerlemeye başlamış olsak da ne yapacağımı bilemediğimden, sonuçta bu şekilde kendi sarayımıza kadar yürüyemezdik, sıkıntılı bir ruh hâline büründüm.

Saray gerimizde, bir sis bulutu misali, kaldığında koruyucu ruhtan pelerini çekmesini rica ettim. Kendimi suçlu gibi hissediyordum. Patikadan ayrılıp ormana saptım. Etrafta kimsecikler olmadığına kanaat getirince büyü taşını elime alıp geçidi oluşturmaya çalıştım. Aradan dakikalar geçmişti ve geçit bize görünmemekte ısrarcıydı. Elimdeki işe yaramayan taşı bir yerlere fırlatmak istesem de ona ihtiyacım olduğunu biliyordum.

"Koskoca orman korunuyor olamaz, değil mi?"

Bir cevap beklemiyordum ama koruyucu, "Korunuyor," diye yanıt verdi.

"Saraya nasıl döneceğiz?" diye öfkeyle sordum.

"Atımı çağırabilirim."

Bir an yanlış duyduğumu düşündüm. Sinirle ona baktım. "Bunu şimdi mi söylüyorsun?" İnsan şeklini almış bir boşluktan ibaret olduğu için ortaya koyduğu bir tepkisi yoktu ama olsaydı da bunun bir fark yaratacağını sanmıyordum.

"Bana ata ihtiyacınız olduğunu bildirmediniz."

"O odada da saklanmaya ihtiyacım olduğunu bildirmemiştim ama sen yine de beni sakladın," dedim hiç beklemeden. "Demek ki işine gelince emir almana gerek kalmıyor."

"O zaruri bir ihtiyaçtı."

Ona laf yetiştirmek yerine, "Hadi atını çağır da saraya dönelim," dedim yorgunca.

Çoktan yola koyulmuş ilerliyorduk ama ne zamana saraya varırdık kestiremiyordum. Alsondro'ya dönüş vaktim geçmişti ve oradakilerin beni merak ettiği kesindi. Fakat saraya dönmeden onlarla iletişime geçme ihtimalim yoktu. Atın kontrolü ruhta olduğu için rahatça etrafı gözetliyor, havada uçuşan yeni bir aracı kartal var mı diye bakınıyordum.

Seher vakti geçmiş güneş ufukta belirmeye başlamıştı lakin huzurun kolunda geçirilen yaz sabahları artık yoktu, güz gelmişti; meltem soğuk soğuk esiyor, hafiften sararmış yaprakların kimisi minik hışırtılarla ağaç dallarında sallanıyor, kimisi gözümüzün önünden uçup yere konuyordu. Etrafta neşeyle öten hayvanlar azalmış, orman uzun soluklu bir uykuya dalmaya başlamıştı.

Ormandaki patikayı takip edip ormanı geride bıraktığımızda karşımıza kısa otlarla kaplı bir düzlük çıktı; sol tarafta, ormanın uzayıp gittiği kısımda, gelen sesten anladığım üzere, bir nehir akıp gidiyordu. Ben düzlüğü takip edeceğimizi düşünürken ruh, atı sol tarafa doğru sürdü. Atın rahatlıkla geçebileceği aralıklarla dizilmiş ağaçların arasından geçtik ve sesini duyduğum nehrin kıyısına vardık. Sonra ruh attan indi ve benim de inmemi bekledi. "Neden durduk?" diye sordum. Ruhların yorulmadığını sanıyordum.

"Geçidi burada oluşturabilirsiniz."

Tok sesin bir emir niteliğinde ortaya serdiği kelimeler beni şaşkına çevirdi. Taşı, son kez olduğunu umut ederek elime aldım ve geçidi oluşturacak hamleleri yerine getirdim. Nihayet mavi geçit gözüme göründüğünde kısa bir sevinç nidasi çıktı dudaklarımın arasından. Yok olmasından korktum ve hızlıca geçitten geçtim.

Kendi sarayımızdaki odama vardığımda rahat bir nefes aldım. Odadan çıkıp sarayda bizimkilerden birini aramaya koyuldum, ki Valmir ile iletişime geçip benim güvende olduğumu onlara bildirelim. Arayışım uzun sürmedi, bir kat aşağı indiğimde, birkaç kez bulunduğum salonda Pamir ve Aren'i gördüm. Beni fark ettiklerinde ikisinin yüzünde de bir rahatlama oluşuverdi. "Nerelerdesin sen?" Pamir, sağlam olup olmadığımı kontrol edercesine baştan aşağı beni süzdü.

"İyiyim, iyiyim, merak etmeyin."

Aren, yanlarına vardığımda bedenimi kolları arasında sardı. "Epey endişelendirdin bizi." Salonun kapısının kapanma sesi geldi.

"Hem Timun Bey'in sarayı hem de oradaki ormanın büyük bir kısmı korunuyordu, geçit oluşturamadık," diye açıklamaya başladım. "Bir noktaya kadar atla ilerledik. Ancak korumanın kalktığı kısımda oluşturabildik geçidi."

"Sarayda koruma mı vardı?" diye şaşkınca sordu Pamir. "Nasıl saraya geçit oluşturdunuz peki?"

"Bunu ben de bilmiyorum. Valmir'in yanına döndüğümde soracağım ilk şey bu olacak sanırım."

"Timun Bey'in önlem alması çok doğal ama hakikaten Alsondro'dan saraya geçit oluşturmuş olup sonrasında saraydan buraya geçit oluşturamamanın ardında yine bir hinlik var gibi duruyor," dedi Aren. "Neyse ki iyisin. Önemli olan da bu."

"Daha da oyalanmadan Alsondro'ya haber yollasak iyi olacak," dedim. Aren yerinden hareketlendi. "Perla'ya haber vereyim ben. Sen de otur biraz soluklan."

Onun gidişinin ardından kendimi koltuğa attım. Pamir de gelip yanımdaki yerini aldı. "Timun Bey ne diye sizi bu vakitte görüşmeye çağırmış?" Şikayet edercesine sorduğu soruya hevesle yanıt verdim. "Timun Bey bir şeyler bulmuş! Yeraltında Alisa'nın sıkça gittiği bir yer varmış. Oraya bakmamızı tavsiye etti, dahası kendisi de gelmek istedi. Senin oradan haberin var mı?"

"Yeraltı mı? Yeraltında Büyülü Orman'a bağlı bir tünel olduğunu biliyorum ama bahsi geçen yer orası mı bilemem," dedi. "Niye daha önce söylememiş?"

"Aklından çıkmış," dedim. "Büyü kitaplarının bozulmuş olduğunu duyunca aklına gelmiş zira Alisa orada büyülerle ilgileniyormuş."

"Bak bu çok ilginç," dedi. Gözlerinde benim de aklımda geçen şeylerin yansıması vardı. "Alisa bir şeylerden şüpheleniyordu kesin. Bir şeyleri çoktan anlamıştı ve önlem almaya çalışıyordu ama niye kimseyle bunu paylaşmamış ki? Benimle çok samimi değildi, o yüzden paylaşmasını beklemezdim zaten ama en azından Aren ile paylaşmış olmalıydı."

"Ben de öyle düşünüyorum. Oraya vardığımızda ne büyüsüyle ilgilendiğini anlarız ve ona göre kafamızda bir şeyler oturur diye düşünüyorum," dedim. "Fakat Alisa'nın düşmanı fark etmiş olduğu büsbütün ortada."

"Korkunç!" dedi Pamir. "Acaba bize bir şeyler ima etti de biz mi anlamadık ki? Eğer öyleyse vicdan azabından dolayı yaşayamam."

"Bunu bilebilmek sanırsam şu şu için mümkün değil."

O esnada salona Aren ile Perla girdi. Aynı anda ikimizin de yüzünde bir tebessüm oluştu. Kalkıp ona sarıldım. "İyi olmana çok sevindim. Çok korktuk başına bir şey geldi diye!" Geri yerime oturdum. "Koruyucu ruh olmasaydı mahvolmuştum," dedi sitemle. "Ayrıca ona verdiğim hediye gayet işe yarıyor. Hatta o sayede kurtulduk o saraydan."

"Ne hediyesi?"

"Koruyuca ruha sahibi tarafından verilen özellikten bahsediyor," diye cevapladı Perla. Aren anladığını belirten bir mırıltı çıkardı.

"Ne özelliği verdin ki?" diye sordu Pamir. Sesi merak doluydu. Ona yandan bir bakış attım. "Dalga geçmek yok ama! Dalga geçerler mi?"

"Hem de nasıl!" dedi Perla.

"Hayır, ben dalga geçmem," dedi Pamir güven vermek ister gibi. "Geçse geçse Aren dalga geçer."

"Sağ ol ya!"

"Ne, yalan mı?"

"Konuşabilmesini istedim," dedim, onların tartışmasına bir son vermek adına. "Diğer ruhların konuşamıyor olması büyük eksiklik. Bugün konuşabilen ruhum sayesinde buraya gelebildim." Olayı dramatize etmeme karşı Perla kahkahayı bastı.

"Gerçekten bunu mu istedin?" dedi Aren. Yargıladığını belli eden bakışlarıyla. "Senin vizyon sahibi olduğunu düşünmüştüm."

Onun şakaya karışık sözlerine dönüş yapmadım. "Ruhların pelerinlerinin bu denli işe yaradığını bilmiyordum."

"Demek görünmez olma deneyimini de yaşadın ha?" diye sordu Perla. "Nasıldı? Beğendin mi?"

"Normal şartlar altında eminim güzeldir ama ben o şartlar altında kendimi o bölgedeki bir düşman gibi hissettim. Koruma ne amaçla yapılmış olabilir ki? Burada da var mı?"

"Ne amaçla yapıldığı ortada bence," dedi Aren, içinde bulunduğumuz durumu ima ederek, "ve evet artık burada da var; gerekli olan da bu. Bu koruma biraz hareketlerimizi kısıtlayacak ama ne yaparsın işte."

Daha fazla içimde tutamadım. "Yamin gerçeği öğrendi," dedim. Hepsinin yüzüne yayılan şaşkınlık zamanla yok oldu.

"Nasıl oldu bu?"

"Valmir ve Yamin ile başbaşayken bir pot kırdım ve sanırım Bilge, en doğrusunun gerçeği Yamin ile paylaşmak olduğuna karar verdi."

Perla sorusuna verdiğim yanıtı hiç beğenmedi. "Azıcık detaylandırsana."

Konuşma gittikçe uzardı ama artık Alsondro'ya dönmeliydim. Hepsine tek tek baktım. "Ben Alsondro'ya dönsem daha iyi. Çok bile oyalandım burada. Döndüğümde uzun uzun anlatırım, olaylar karışık." Hiçbiri itiraz etmedi.

Bana Aren eşlik edecekti. Perla ve Pamir ile vedalaşıp salondan ayrıldım ve Aren'in peşine takıldım. Geçidi oluşturmak için benim odama çıktık. Odada bizi bekleyen sürprizi görünce ikimiz de hayrete düştük. Timun Bey'in yedeğini hazırlattığı kolye parçalanmış bir şekilde yerdeydi. Aren dikkatle kolyenin parçalarını eline aldı. Aklıma efendi ruhun notunda yazanlar geldi.

"Sanırım bir işaret," dedim ama Aren ne demek istediğimi anlamadı. "Siz burayı korumaya odaklanın. Ben hemen dönmeliyim. Sanırım bu önemli bir gelişme. Detayları döndüğümüzde paylaşırım sizinle." Aren anlayış gösterdi. Hemen ardından geçidi oluşturdum ve girmeden evvel son kez Aren'e kaygıyla baktım.

Alsondro'dan Katrin'e dönmeden evvel bulunduğum o küçük odaya gelmiştim. Odadan ve o odanın bağlandığı odadan acele adımlarla çıktım. Umuyordum ki, Valmir henüz büyücülerle gerçekleşecek olan görüşmeye gitmek için saraydan ayrılmamış olsun. Aceleci adımlarım bir o tarafa bir bu tarafa yöneldi. Merdivenlerin önüne geldiğimde üst kattan aşağıya inen adım sesleriyle birlikte Valmir'in sesini duydum. Birkaç basamak çıkıp kafamı kaldırdım. "Henüz gitmemiş olmana çok sevindim. Duyman gerekenler var." Valmir hızını arttırıp tüm basamakları aştı ve beni çıktığım odaya geri soktu.

"Başına bir felaket geldi sandık. İyisin ya?"

"İyiyim," dedim. Gözlerinde endişe dağılmadı ama bedenine bir rahatlık geldi. Kelimeleri kafamda toparlamaya çalıştım. "Timun Bey bir yerden bahsediyor; Alisa'nın vakti zamanında sıkça gittiği ve büyü işleriyle uğraştığı bir yerden."

"Bu güzel bir haber," dedi. "Ama sanki sana yetmemiş gibi. Bir şeyler mi oldu?"

"Ben, sanırım Timun Bey'e ait bir kütüphaneyi biraz karıştırdım ve bir harita buldum. Tıpkı onun bahsettiği gibi yeraltında bir bölgeyi işaret eden bir haritaydı."

"Dur hele Alisa! Ağırdan al," diye sözümü kesti Valmir. "Ne yazık ki yola çıkma vaktim geldi, hatta geçti bile. Senin dönmeni bekliyordum. İyi olduğun haberi bize ulaştı ama yine de kendi gözümle de görmek istedim. Söyleyeceklerini sonraya sakla."

"Bari şunu söylememe izin ver," dedim hızla. "Timun Bey'in bana yenisini hazırlattığı kolye odamda parçalanmış bir hâldeydi."

Ne demek istediğimi pekâlâ anladı. Göz bebekleri, zihnine doluşan yeni fikirlerin yarattığı ışıkla beraber manayla parladı. "Ne zaman dönerim belli değil. Atlas ve Yamin'in yardımcı olacağına güveniyorum. Birkaç gün içinde Katrin'e dönersiniz ve sonrasında ne yapacağınızı Atlas bilir." Sözleri bitince arkasını dönüp gitti. Omuzlarım yorgunluktan çöktü ve odadan çıkıp üst kata, oradan da bahçeye çıktım. Saray sakinleri Valmir'i yolcu ediyordu. Onun gidişiyle birlikte bahçe yavaş yavaş boşaldı. Arkasını dönen saray sakinleri beni görünce hazırlıksız yakalandılar ve ardından küçük bir selam verip yanımda geçip gittiler.
Selina, Yamin ve Atlas onlardan biri değildi.

Yanıma varan Selina, "Hoşgeldiniz Efendim," dedi. "Umarım Katrin'de her şey yolundadır."

"Endişeniz için teşekkürler," dedim. "Birkaç küçük sorun, dert edilecek bir şey değil."

Aldığı yanıt onu tatmin etmedi ama ağzını yeniden açmadı da. Hafifçe eğilip saraya doğru geçti. O, yeteri kadar uzaklaşınca yanıma gelen iki adama döndüm. "Timun Bey'in verdiği kolye, sonradan hazır edilen kolye, odamda parçalanmış vaziyetteydi."

Atlas hemencecik konuya dalmama bir tepki vermedi, alışmıştı ama Yamin için bu yeni bir durumdu. "İçeri geçelim, öyle konuşalım," dedi.

Üçümüz saraydaki salonlardan birine geçtik. "Gecikme sebebin bu değildi," dedi Atlas tahmin yürüterek. "Ne oldu?"

"Timun Bey bir yerden söz etti. Katrin'e döndüğümüz vakit oraya gidip bakmamız iyi olacak. Alisa'nın bir zamanlar vakit geçirdiği bir yermiş. Timun Bey orada bir şeyler bulabileceğimizi düşünüyor," diyerek olayı anlatmaya başladım. "Timun Bey ile konuşmamız bittikten sonra kendi sarayımıza geçeceğim vakit geçit bir türlü oluşmadı. Meğer sarayı da içine alan ormanlık bölgenin büyük bir kısmı koruma altındaymış. Geçidi oluşturabileceğim bölgeyi bulana kadar vakit kaybettim. O yüzden geciktim."

"Beni saraya götürecek geçit direkt odama açılıyordu. O esnada her şey yerli yerindeydi," diye devam ettim. "Bir süre bizimkilerle ne yaptığımı konuştum ve ardından buraya geçit oluşturmak için Aren ile odama çıktık. Timun Bey'in verdiği kolye tam bu sırada olaya dâhil oldu. Yerde parçalanmış bir hâlde duruyordu."

"Doğrudan notla bağlantılı bir durum," dedi Yamin. "Fakat ima edilen şeyi henüz hâlâ anlayabilmiş değilim."

"Asıl kolyenin başına gelenleri de düşündüğümüzde ya bu kolyede bir iş olduğunu anlıyoruz ya da kolyeler aracılığıyla bize bir şeyler anlatılmaya çalışılıyor," dedi Atlas. "Timun Bey'in bu olaydan haberi oldu mu?"

"Hayır, diğerlerinin biz dönene dek ona bir şey anlatacağını sanmam."

"Güzel, bir süre Timun Bey'in kolyelerinden uzak yaşayalım," dedi Atlas. "Bakalım karşımıza yeni bir kolye çıkacak mı? Ya da kolyelerle ilgili yeni bir not elimize ulaşacak mı diye bir gözlemleyelim."

"Timun Bey'den mi şüpheleniyorsunuz?"

"Şüpheliler listesi epey kabarık," dedi Atlas. "Bir zamanlar senin adın da oradaydı."

Aslında hâlâ oradaydı ama bunu Yamin ile paylaşmaya gerek duymamış olmalı ki sözlerinin devamı gelmedi.

"Not, Efendi Ruh tarafından gönderildiğine göre kolyeyi parçalamak için ya o ya da adamları saraya girmiş olmalı," dedi Atlas. "İşin tuhaf yanı senin koruyucu ruhunun bu olayı öncesinden sezmemiş olması. Koruyucu ruhlar diğer ruhların varlığını algılar ve sahiplerini bu konuda uyarırlar. Tabii konuşamadıkları için bu uyarıyı farklı yollarla gönderirler."

Atlas'ın bilmediği bir şey vardı; benim koruyucu ruhum konuşabiliyordu ve buna rağmen beni uyarmamıştı.

"Kolyeyi benden alan kişi de Efendi Ruh'un adamlarından biri olabilir mi?"

"Olabilir ama ben, Efendi Ruh'un neden bu işin içine girdiğini anlayamıyorum," dedi Yamin. "Ruhların insanların meselesine dâhil olduğu pek görülmemiştir."

"Eğer söylentiler doğruysa bırak ruhları, Efendi Ruh'un kendisi yıllar önce Demitre ile işbirliği yaparak insanların kişisel alanına giriş yapmış bulundu," dedi Atlas. "Sanırım Selina bir noktada haklı. Ruhlar olaya dâhil olduysa intikam istiyor olmalılar."

"Valmir ve diğerlerinin Antropedos'a gitmesi iyi bir fikir mi?"

"Kolye olayını Valmir'e anlattın mı?" diye sordu Atlas. Benden onay alınca, "O zaman sorun etmene gerek yok," diye devam etti. "Valmir ne yaptığını biliyordur. O, daha uzun yıllardır bu işin içinde."

"Kolyenin parçalarını ne yaptınız?"

"Duruyor, yani sanırım duruyordur. Acilen buraya dönmem gerektiği için o meseleyi Aren'e bıraktım," diye cevap verdim Yamin'e. Kafasını ağır ağır salladı. "Kolyenin bir parçasını Tarnit Dağı'na götürüp kolyenin içeriği hakkında tam bir bilgi alabiliriz. Valmir dönene kadar epey vaktimiz olacak. Gidip gelmemiz en fazla bir günümüzü alır."

Gayriihtiyari Atlas'a döndüm yüzümü. "Gidelim tabii ama hemen değil," dedi Atlas. "Biz, öncesinde Katrin'e dönüp ne olup bittiğine bir bakalım. Yarın Katrin'e döneriz ve tahminimce birkaç güne buraya geri geliriz. Belki o zamana kadar, pek umudum yok ama Valmir de dönmüş olur."

"Tarnit Dağı neresi ki?"

"Bu topraklar içerisinde bulunan bir dağ," dedi Yamin. "Zirveye yakın bir noktasında barındırdığı taş, nesnelerin içeriğini, dahası birçok şeyi tahlil etmeye yarıyor."

"Öyleyse büyü kitaplarını da oraya götürmek yararlı olmaz mı?" diye sordum.

"Büyü kitaplarının hâli ortada," dedi Yamin. "Maalesef Jar Taşı, yalnızca, nesnelerin içinde barındırdığı büyüleri, o nesnenin yapım aşamasını ve aşamada ortaya çıkan bazı izleri bize gösterebiliyor. Taş, o büyüye sebep olan şeyi veya kişiyi bize bildirme gibi bir özellik barındırmıyor."

"Has kolyenin bizde olmaması kötü olmuş desenize," dedim. "Kolyenin ifade ettiği bir anlam var mıymış anlamış olurduk."

"Kolyede Timun Bey'in dahi bilmediği bir anlam olduğunu hiç sanmam," dedi Atlas. "Tabii bu, yalnızca, Timun Bey, bize bildikleri konusunda yalan söylemiyorsa geçerli."

Yamin neyden bahsettiğimizi hiç anlamıyordu ve onun bu hâlleri, bana, yalnızca birkaç hafta önceki kendimi hatırlatıyordu. "Timun Bey, benim Alisa olduğumu sandığı zamanlarda hükümdarlığımı tebrik etmek için aile yadigârı bir kolye vermişti bana," diye açıklama yapma gereği hissettim.

"Maskeli adam meselesi," dedi Atlas kısaca ve Yamin hemen anlayıverdi. Demek ki ben yokken ona bazı şeyleri anlatmış ama detaylarına girmemişti. Ki bu hiç şaşırılacak bir durum değildi.

"O maskeli adamı bir daha gördün mü?" diye sordu Yamin. "Bana biraz bilgi verirsen onun hakkında bir şeyler bulabiliriz gibi geliyor."

"En son buradayken, kolyeyi benden aldığı gün gördüm," dedim. "Ondan sonra ona hiç rastlamadım."

"Acaba Efendi Ruh'un bahsettiği kolye o olabilir mi?"

"Sanmam," dedi Atlas. "Aksine ben, o kolyenin Efendi Ruh'un adamları tarafından alındığını düşünüyorum. O maskeli adam, sandığımız gibi düşmanın değil de Efendi Ruh'un bir adamı gibi. Tabii Efendi Ruh, düşmanın kuklası hâline gelmediyse."

Loading...
0%