Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ervaerdal

Aradan geçen bir haftanın ardından nihayet toplantının yapılacağı güne varmıştık. Aren'in sarayında, onun talimatlarıyla geçirdiğim bu bir hafta, buradaki ilk günlerime kıyasla daha sakin geçmişti. Tüm hafta boyunca Aren'in sarayında vakit geçirmiş, biraz sarayı keşfetmiş; biraz Alisa'ya, biraz bu bölgeye, biraz büyülere, biraz altı bölümdeki yetkilere, biraz da bugünkü toplantıya dair bilgi edinmiştim. Aren tüm bu zaman boyunca yanımdan ayrılmamış, sorduğum her soruya uzun uzun yanıtlar vermiş ve asıl önemlisi, beni bugünkü toplantıya hazırlamıştı. Çok fazla şey öğrenmiştim ama bu bilgiler toplantıda yaşanacakları tahmin etmeme asla yetmiyordu. Öyle ki, Aren, toplantının bir noktasından sonrasını yalnızca dinlemem ve olaya asla karışmamam gerektiği konusunda beni iyice uyarmıştı. Aren ve Atlas yalnızca ikisinin bildiği bir plan yapmış ve bu senaryoya konuk oyuncu olarak beni eklemiştiler. Aren toplantıda çok bir şey yapmama gerek olmadığını, hatta baştan sona toplantıyı yalnızca dinlememin bile yeterli olduğunu sürekli tekrar etmişti ama yine de tüm bunlar içimdeki heyecanı alıp götürememişti.

Bu bir hafta içinde öğrendiğim en önemli şeylerden birisi bölgedeki saygın kişilerin, yani altı bölümdeki yetkililerin, isimleri, görünüşleri ve az çok benimle olan ilişkileriydi. Tüm bunları bir an aklımda tutamayacağımı düşünmüş ve iyice stres olmuştum ama şimdi, masadaki yüzlere bakınca zihnimde beliren bilgiler endişelerimin boşa olduğunu yüzüme vurmuştu.

Öğrendiğimde beni en çok şaşırtan şey, Lena'nın uzun zamandır yönetimin düzenlediği toplantılara katılmasının yasak oluşuydu. Aren'in Lena'dan pek hoşlanmadığını düşünen parçam, Aren'e Lena hakkında soru sormama müsaade etmiyordu. O yüzden ona bunun sebebini soramamıştım ama o, öğrenmek için can attığımı anlamış ve kısaca geçmişte yapmış olduğu birkaç şeyden ötürü yönetimin, yönetimden de ziyade Baba Ran'ın böyle bir karar aldığını söylemişti. Yani Lena, altı bölümde bulunan üyelerden biri olmasına rağmen yönetimin geleceği hakkında karar vermek bir yana dursun bu kararları erkenden öğrenemiyordu bile; o cezalandırılıyordu. Tüm kararları halkla birlikte öğreniyor ve halkla birlikte bu kararların işlenmesine yalnızca tanıklık ediyordu. Onu yönetimden bu derece uzaklaştıran şeyin işlediği cinayet olduğunu anlayabiliyordum. Olayla alakalı başka hiçbir detay bilmediğim için bu kararın yerinde bir karar olup olmadığı konusunda bir yargıya varamıyordum. Lena'nın hangi kardeşini öldürdüğü ise benim için hâlâ bir meçhuldü.

Aren, bunların yanı sıra bana hem kendisinin hem de Alisa'nın, Atlas ve diğer yetkili kişilerin vârisleriyle olan ilişkisinden bahsetmişti. Alisa, yönetime itiraz edene dek vârislerle oldukça iyi anlaşırken itirazından sonra çoğu kişiyle olduğu gibi vârislerle de arası bozulmuştu. Atlas ile olan ilişkisi ise zaten hiçbir zaman iyi değilmiş, bu itiraz bozuk ilişkilerinin daha da bozulmasına neden olmuş. O itirazdan sonra Alisa ile iletişime devam eden kişi sayısı oldukça azmış ve Lena bu kişilerin başında geliyormuş, ki bu bilgi, öğrendiğim zaman beni hiç şaşırtmamıştı.

Alisa'nın babasıyla olan ilişkisi de bu itirazdan sonra bozulmuş. Tüm her şeyi mahveden bu itirazın sebebini merak etmiş ve Aren'e sormuştum. Aren, Alisa'nın bu itirazının hem oldukça şaşırtıcı hem de çok beklendik bir durum olduğundan bahsetmiş, herkesin onun kibrine yenik düştüğünü düşündüğünü de söylemeden geçmemişti. Anladığım kadarıyla Alisa hem çok uyumlu hem de bir o kadar aykırıydı. Onu tanıyanlar, Alisa bir düzeni bozduğu için şaşırmış ama o düzenin başına kendisinin geçmek istemesine asla şaşırmamışlardı. O, gözü yükseklerde olan, doyumsuz bir kızdı.

Atlas, Alisa'nın itirazını geri çekmesi için bu bir yıl boyunca ona, birçok kişinin itiraz edemeyeceği, tekliflerde bulunmuş ama Alisa istediği tek şeyin yönetimin kendisi olduğunu söyleyerek hepsini reddetmiş. Bu yaşananlar bir araya gelerek Alisa'nın kötü karakter olduğu senaryoyu oluşturmuş. Bu nedenle Aren insanların desteğini almamı boşuna beklememem gerektiğini söylemişti.

Toplantı konusunda ise Aren, itirazımı yenilemememem gerektiğini, Atlas'ın daha farklı bir planı olduğunu ve benim bu bilmediğim plana ayak uydurmam gerektiğini söylemişti. Bu bilmediğim plan neydi, nelere sebep olacaktı, belli ki, yaşayıp görecektim. Bu plan hakkında kaygılarımı en aza indiren şey, Aren'in, bu toplantıdan sonra seçim ihtimalinin ortadan kalkacağını ve Atlas'ın baş yönetici olarak en azından beş yıl daha görevde kalacağını söylemesi oldu.

Atlas'ın bu bölgenin yöneticisi olması bizim için önemli bir detaydı çünkü belli ki, Aren ona fazlasıyla güveniyordu. Bu yolda tüm imkânlara sahip birinin yanımızda yer alması başımıza gelebilecek en güzel şeydi.

Tüm bu yaşananların yanı sıra geçtiğimiz Çarşamba günü, buraya gelişimin tam birinci haftasında Alisa'nın babası benimle görüşme isteğini Aren'in sarayına gönderttiği bir notla bana bildirmişti. Bu notu alır almaz Aren'e göstermiş ve onun fikrini almıştım. Aren, o adamın muhtemelen itirazımı geri çekmem konusunda bana yeni bir uyarı yapacağını söylemiş ve eğer istemiyorsam gitmeme gerek olmadığını da eklemişti. Alisa zaten sürekli babası tarafından uyarılmaktan sıkıldığı için onun görüşme isteklerinin çoğunu reddediyormuş. O adamla görüşmek istemediğim ve büyük ihtimalle, yapacağı tehdit dolu konuşmayı duymak istemediğim için onun yanına geri dönmemiş ve bu görüşmeyi gerçekleştirmemiştim. Şimdi onun gözleri bana değerken, görüşme teklifini reddettiğim için oluşan öfkesini belli etmekten hiç çekinmiyordu.

Yine erken saatlerde yollara düşmüş, merkez binası olarak adlandırılan, Katrina şehrinin kralının ikamet ettiği saraya bağlı, şimdiye dek gördüğüm yapıların en ihtişamlısı olan; her bir detayı büyük özenle işlenmiş, en ufak ayrıntısından dahi variyet akan, büyük bir muhafız ordusu tarafından koruyup kollanan, toplantıların gerçekleştiği o binaya gelmiştik. Saray üç bölümden oluşuyor. Karşılıklı duran iki bölümü bağlayan kısım, yönetim işlerinin gerçekleştiği ana kısımmış. Sarayın sol ucunda bulunan bu bina ise, saray inşa edildiğinden bu yana yalnızca yöneticiler arasında gerçekleşen toplantılar için kullanılıyormuş. Kapısının bulunduğu duvar hariç diğer duvarlarında baştan aşağı kitap bulunan bu toplantı odası, duvarlardaki kitapları dışında göze çarpan çok fazla eşyaya sahip değildi. Ortasında upuzun ve oldukça geniş bir masa bulunuyor, masadaki küçük altın işlemeler sayesinde bölgenin, yalnızca, sahip olduğu zenginlik gözler önüne seriliyordu.

Herkes masada yerini almış, efendilerinin gelmesini bekliyordu. Masanın bir ucu yöneticiye ayrılmışken, diğer ucu yöneticiden sonra en çok hürmet edilen kişiye ayrılmıştı; Atlas'ın babasına. Aren'in söyledikleri doğrultusunda ondan çekinmem gereken bir şeyin olmadığını anlamıştım, tabii itirazım dışında. Bu toplantıda da bu sorun çözüleceğine göre endişelenmem gereken bir husus yoktu.

Aren, Fedor Bey'in zamanında, bu topraklar için çok fazla fedakârlık yaptığını, o yüzden hem halkın hem de soyluların ona karşı oldukça saygı duyduğunu söylemişti. Ağır ilerleyen zamanın zor geçen izleri yüzünde, öylece duruyordu. Çoktan ağaran saçları, yüzündeki kırışıklıklarla birleşiyor ama ortaya, yine de, dinç bir görüntü çıkıyordu. Zira gözleri alev alevdi; savaşın, henüz, onun için bitmediğini gösteriyordu.
Alisa'nın normal zamanda bu yetkili insanları uzun uzun incelediğini hiç sanmıyordum, o yüzden bakışlarımı hiç kimsenin üzerinde gereğinden fazla tutmayaya özen gösteriyordum.

Tam karşımda oturan kişi maalesef ki Timun Bey'den başkası değildi. Onu sakin bir zamanında görebilmeyi istedim. O, sürekli bu hâlde miydi yoksa bölgesinin geleceğinden endişe duyduğu için mi bu kadar öfkeliydi öğrenmek istedim. Onun hemen sağ tarafında Aren'in babası Alpay Bey oturuyordu. Yan yana oturan kardeşler birbirlerine neredeyse hiç benzemiyordu. Umuyordum ki, huyları da benzemiyordur. Ayrıca ona baktıkça, oğlunun da ona çok fazla benzemediğini fark ediyordum. Onun sağ tarafında ise altı bölümün başında bulunan yetkililer, sıra sıra oturuyordu. Biz mirasçılar olarak babalarımızın karşısında oturuyorduk. Hemen sol yanımda oturan kişinin Aren olmasından dolayı oldukça memnundum. Masanın ucunda oturan Fedor Bey, put gibi dikilip, karşıma bakmama sebep oluyordu fakat karşımda oturan babamdan ötürü başkalarımı karşıya değdirmek dışında her şeyi yapıyordum.

Toplantı odasında bulunan, benim dışımdaki tek mirasçı kız, dikkatimi çeken en temel şeydi. Ön dört kişinin yer aldığı toplantıda yalnızca iki kadın bulunduğundan, tüm ilgimi anında kendisine çekmişti. Omuzlarından sallanan sarı saçları parıl parıl parlıyordu. Hafif belirgin yanaklarına tatlı bir pembelik bulaşmıştı. Dün onun hakkında çok kısa bir iki şey öğrenmiştim. O, babasıyla birlikte bu bölgenin sağlık hizmetinden sorumluydu. Aren, adının Perla olduğunu söylediği kızın, büyülerle içli dışlı olduğunu ve yolculuğumuzun ilerleyen zamanlarında ona, bu konuda ihtiyaç duyacağımızı söylemişti. Sırf bu yüzden daha da ilgimi çekmiş ve onunla tanışmak istemiştim ama itiraz, onun da bir zamanlar yakın olduğu arkadaşı ile arasına bir kesik atmıştı. Gerçeği günün sonunda öğrenecekti. Aren'in konuşmasından bunu anlamıştım ama o gün gelene dek aramızda bir soğukluk olacağını hissediyordum.

Öte yandan tüm gücü elinde tutan Baba Ran artık toplantılara katılmıyor, toplantılarda alınan kararları günün sonunda tek başına inceliyor ve kararın uygulanıp uygulanmayacağını bu inceleme sonrasında krala bildiriyormuş. Yine Aren'in söylediğine göre, Baba Ran son yıllarda insanlarla olan görüşmelerini epey kısıtlamış, kendisini herkesten soyutlamaya başlamış. O yüzdendir ki, kendisi bugün aramızda yoktu ve bu, açıkçası epey işime gelmişti.

Birileriyle göz göze gelip kendimi ele vermekten korktuğum o dakikalar, Atlas'ın toplantı odasına girmesiyle sona erdi. Babası dahil odadaki herkes ayağa kalkmış, efendilerinin karşısında saygıyla eğilmişti. Pekâlâ bu kişilerin arasında ben de bulunuyordum. Herkes yeniden yerine oturduğunda, odadaki bazı kişilerin bana attığı bakışlar, tenimi alev alev yakmıştı ve biliyordum ki, bu durum biraz daha devam etseydi küle dönüşecektim. Alev alev yanan bedenime, ateşe dönüşmüş zihnime ve çoktan çatırdamaya başlayan kalbime rağmen bedenimi dik, bakışlarımı keskin tuttum. Bugün bu odada, diğer Alisa'nın aksine tek başıma değildim. Bilmediğim bir yolda yürüyordum ama adımlarım şu an için sağlamdı çünkü artık o Alisa'nın aksine, ben yalnız değildim.

Ben zihnimin içinde kendimle boğuşurken Atlas çoktan söze başlamıştı ve toplantının asıl gerçekleşme sebebi olan durumdan, belki de yüzüncü defa, bahsediyordu. Bakışları masanın diğer ucundan beni bulmuş ve, "Kararını kendin açıklamak ister misin Alisa?" diye sormuştu.

Yalnızca yanımda oturan Aren'e ve aldığı kararlara güvenerek, "İtirazımı geri çekiyorum," dedim.

Artık birkaç kişinin değil herkesin odak noktasında ben vardım. Ben, Aren ve Atlas'ın planına dahil olurken, itirazımı geri çekmiş olmam tanımadığım insanların hepsini oldukça şaşırtmıştı. Benim bakışlarım yalnızca Timun Bey'e değerken, o, kararımdan oldukça memnun görünüyordu. Öyle ki, bakışlarında gurur vardı bile diyebilirdim.

"Topraklarımızın geleceği için en doğrusunu yaptın Alisa ama hangi şartla itirazını geri çekiyorsun? Bizlerle paylaşmanızın bir sakıncası var mı?"

Alpay Bey'in sorusu benim tarafımdan yanıtsız kaldı. Bundan sonrasını onlarla birlikte ben de yenice öğrenecektim.

"Bugüne dek istediği şeyi ona takdim edeceğim."

Atlas'ın cümlesi toplantı odasını âdeta bir kıyamet alanına çevirmişti. Pot kırmamak için üstün bir çaba sarf etmiş ve amacıma ulaşmıştım ama Atlas'ın cümlesine bir anlam yükleyememiştim.

"Tüm bunlar da ne demek oluyor? Tahtını ona mı devredeceksin?" Altıncı bölümün yönetiminden sorumlu Arzen Bey, dehşete düşmüş ses tonuyla, aslında Alisa'nın başa geçmesini ne kadar istemediğini çekincesizce belli etmişti.

"Hayır, tahtımı onunla paylaşacağım."

Altı bölümün başındaki isimler bunu onaylamadıklarını dile getirmekten hiç çekinmiyordu, babam hariç. O da tıpkı Fedor Bey ve mirasçılar gibi olayları sessizce takip ediyordu.

"Her ne kadar bize söz hakkı düşmese de ben, kendi adıma, bir kadın yöneticiye fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum."

Perla, mirasçılar arasında konuşan ilk isim oldu. Henüz benim bile onaylayamadığım karara, hepimizden önce sahip çıkmıştı.

Fedor Bey, bakışlarını önce bana sonra oğluna dikmiş, bir süre ikimizi ayrı ayrı incelemiş ve, "Eğer seçimin tekrarlanmasını istemiyorsanız bu karara boyun eğmek dışında başka seçeneğiniz yok," demişti, o baskın ses tonuyla.

Atlas ise aldığı kararın onaylayıp onaylanmamasıyla hiç ilgilenmiyor gibiydi. Ya eninde sonunda herkesin bu karara saygı duyacağından emindi ya da daha farklı planları vardı. Karşısındaki insanları ikna etmesi zaten beklediğim bir şey değildi ama o, bu durumda otoritesini dahi konuşturmamıştı.

"Yönetimi nasıl paylaşmayı düşünüyorsunuz?"

"Yönetim ilk kez, aynı anda, iki kişinin sorumluluğu altına alınmıyor; bu daha önce de şahit olduğumuz ya da en azından duyduğumuz bir durum."

"Doğrudur ama eskiden tahtta birlikte geçen, yönetimi ele alan kişiler birbiriyle evli olan çiftlerdi. Bu ikisi aynı şey değil." Arzen Bey yeniden memnuniyetsizliğini, farklı bir biçimde, dile getirmişti.

"Bir ilke imza atmakta hiç sakınca görmüyorum. Ayrıca Alisa da diğer herkes gibi belli eğitimlerden geçmiş bir mirasçı. Çocuklarınızın aldığı eğitimlerle alakalı kaygılarınız varsa bu sizin sorununuz ve ben bu soruna dair, bugüne dek, hiçbir bildiri almadım. Bunun yanı sıra karar Baba Ran'ın onayından geçti. Belki bu, vereceğiniz tepkiyi değiştirir."

Atlas bir başkasının konuşmasına müsaade etmeden, sözlerine, "Eğer bir itirazınız varsa bunu dilekçe yazarak beyan edebilirsiniz. Eğer bir itirazınız yoksa seçimin yapılması gereken gün taç giyme töreni yapılacak. Şimdi müsaadenizle ilgilenmem gereken tonlarca iş var," diyerek devam etmiş ve kimsenin bir şey demesini beklemeden toplantı odasından çıkmıştı.

Onun gidişiyle birlikte ortamda, beklediğim derin sessizlik oluşmamış aksine herkes, birbiriyle alınan kararın doğruluğu üzerine tartışmaya başlamıştı. Fedor Bey de yerinden yavaşça kalkarken, Aren bana doğru dönüp, "Eğer saraya uğramayacaksan seninle bizim bölgeye gidelim," dedi.

"Aren, müsaadenle, kızımla önce ben konuşayım."

Kaçmaya çalışmanın manasız olduğunun gayet farkında olarak, "Buyur baba, konuşalım tabii," dedim.

Onu beklemeden, Aren'in dikkatli bakışları altında yerimden kalkmış ve toplantı odasını terk etmiştim. Nereye gitmem gerektiğini bilmediğimden, sanki babama saygımdan ötürü onu bekliyormuş gibi kapının önünde onun gelmesini beklemiştim. Odadan çıkan Timun Bey, "Gel, dışarı çıkalım," diyerek ilerlemeye başlamıştı.

Bir yola girmiştik ve bu yolda benim korktuğum şeylerle yüzleşmem gerekiyordu. Bunlardan bir tanesi de önümde ilerleyen adamla yapayalnızken yüz yüze gelmekti. Yüreğimde korkunun melodisi çalarken, onun bir şeylerden şüphelenmemesi için dualar ediyordum. Merkez binasının dışına çıktıktan sonra etrafımızdaki onca muhafızı hiç umursamadan beni sorguya çekmişti.

"Bu kararı ne zaman aldınız ve benim neden bundan haberim yok?"

Aren ve Atlas beni planlarının bir kısmına dahil etmedikleri için ben, kendi yalanlarımı uydurmak zorunda kaldım.

"Atlas son dakika böyle bir teklif yaptı ve ben de gayet makul buldum."

"Alisa sen, bir yönetimin sorumluluğunu olabilecek bir kız değilsin. Bunun yanı sıra, Çarşamba günü, pekâlâ davetimi kabul edip saraya dönerek bana her şeyi anlatabilirdin."

"Seçeneklerim arasında bu da vardı ama gerek görmedim."

"Bir rüyaya kapılmış gidiyorsun Alisa. Kendi sonun için bile endişelenmiyorsun."

Ben, öfkeye bulanmış ruh hâliyle bana kızmasını beklerken, o, beklentilerimin aksine benim için endişeleniyor gibi görünüyordu. Alisa'nın, babasının bu sözlerini duyduktan sonra vereceği tepki, benim zihnimde yer alan bir bilgi değildi. O yüzdendir ki, yalnızca, "Ne olacağını yaşayıp görelim baba," demekle yetindim.

Bana son kez sıkıntı ve keder dolu bakışlar atmış ve onu bekleyen faytona binip gitmişti.

"Baban sorun edeceğin en son kişi olsun. O, bu kararı onaylamasa bile topraklarımızın geleceğini tehlikeye sürükleyecek bir şey yapmaz."

"Kızı için endişeleniyor gibi görünüyor."

Aren, beni onaylar gibi başını salladı. "Yönetimin başına geçmek bir yandan da oldukça tehlikelidir, biliyorsun. Kızının başına bir şey gelmesinden korkması çok olağan."

"Şimdi ne olacak?" Belki de onlarca kez sorduğum soruyu yeniden sorma ihtiyacı hissettim.

"Bazen keşke bir kardeşim olsaydı diye düşünüyorum."

"Neden?"

"Tüm sorumlulukları ona yükleyip bu kaostan uzaklaşabilmek için."

"Henüz ilerlememiz açısından kötü bir olay yaşanmadı bile."

"Emin ol Alisa, yaşanacağını bildiğim şeylerin ağırlığı yetiyor."

"Ayrıca bu isteğin fazla bencilce," dedim.

"Peki bencil olmak benim ne kadar umrumda? Sen düşünerek kendini yorma diye ben söyleyeyim, hiç umrumda değil."

Kafamda dönüp dolaşan soruları görmezden gelmediğim için, "Benim başa geçmem iyi bir plan mı? Ya birileri bu duruma itiraz ederse ne olacak?" diye soruverdim.

Aren benim aksime fazla tedirgin görünmüyordu. Zaten tutunduğum tek şey de buydu.

"Atlas seni kendi sarayında bekliyor. Eminim o, sorularına cevap verecektir."

Ona kuşkuyla bakarken, "Birincisi bu kadar kısa sürede nasıl saraya gitti? İkinci-"

"Dediğim gibi Atlas gereken cevapları sana verecektir. Umarım koruyucu ruh ile baş başa yolculuk yapmak seni korkutmaz."

Hem sözümü kesmiş hem de kendisi konuşurken beni kolumdan tutup, beni bir at arabasının önüne getirmişti.

"Kendin binebilirsin sanırım."

Bakışlarıyla arabaya geçmemi işaret etti. Ona, bu hareketlerine inanamadığımı belli eden bakışlar atarken, "Sen niye gelmiyorsun?" diye sordum.

"Belki akşam yanınıza uğrarım. Ayrıca artık kendi başına hareket etmeye alış. Her yere seninle gelemem, benim de ilgilenmem gereken tonlarca iş var."

Dalga geçer gibi olan tavırları bende sahte bir kızgınlık yaratmıştı. "Zaten yolculuklarda başımı ağrıtıyordun, gelmemen daha iyi."

Bir şey demesine fırsat vermeden arabaya bindim.

"İçimden bir ses, koruyucu ruha konuşma büyüsü yapmamı söylüyor."

"Boşuna kandırmaya çalışma beni, öyle bir şey olmadığını biliyorum."

"Nerden biliyorsun? Hem ayrıca yolculukta canın sıkılmamış olur, muhabbetleri baya sarıyor."

"Dalga geçme benimle Aren." Gözlerim şüpheyle kısılırken, "Sakın öyle bir şey yapma. Yapmadın değil mi?" dedim.

"Hiçbir şey yapmadım, merak etme. Sana iyi yolculuklar diliyorum."

"Eğer öyle bir şey yaptıysan ve canını seviyorsan, sakın akşam olunca yanımıza uğrama."

Sözlerim karşısında yalnızca gülmüş ve hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitmişti. Bazı zamanlar benim kafamı dağıtmak için ekstra çaba harcıyormuş gibi görünüyordu ya da bana öyle geliyordu. Araba hareket etmeye başlayınca gerginliğim varlığını belli etti. Bir insan neden böyle bir koruyucuya ihtiyaç duyardı ki? Derin bir nefes alıp, başımı yavaşça ormana çevirdim. Koruyucunun varlığını unutmaya çalışarak, yol kenarında bulunan bitkilere bakındım. Saraya varana kadar ormanı izlemek dışında yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

                                     ...

Kapıdaki görevli benim yerime kapıyı açmış ve geçmem için beklemişti. Ruh koruyucuyla tek başıma yaptığım yolculuğun gerginliği hâlâ üzerimdeydi. Atlas masanın başında, büyük ihtimalle, planın detayları ile ilgileniyordu. Oraya doğru ilerleyince masanın üzerindeki kitaplar ve kâğıt parçaları dikkatimi çekti. Atlas, masanın üzerindekileri incelememden hiç rahatsız olmuyormuş gibi bir kâğıda not almaya devam ediyordu.

"Yolculuğun nasıl geçti?"

"Madem beni yanına çağıracaktın, bekleseydin de birlikte gelseydik. "

"Neden yoksa kötü bir yolculuk mu geçirdin?"

"Bir koruyucu ruh ile en fazla ne kadar iyi yolculuk geçirilirse o kadar iyi geçti yolculuğum."

Masanın önündeki koltuklardan birine oturup yorgunca nefesimi verdim. Bir yabancıyla veya tanıdık biriyle, bunun bir önemi yoktu, konuşmak; isyan etmek, içerisine düştüğümüz olay dışındaki konular hakkında saçmalamak ve belki de, biraz şikayette bulunmak istiyordum.

"Bir şeyler yemek ister misin?"

"Hayır, yalnızca sorularıma cevaplar almak istiyorum."

Masadaki eşyaları toplarken, "Sorularına zaten cevap alacaksın," dedi.

"Ne zaman?"

"Ne zaman istersen."

O zaman daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu. O yüzden, "O hâlde şimdi konuşabiliriz," dedim. Elindeki kitabı kitaplığa yerleştirmek yerine masaya geri koymuş ve karşımdaki koltuğa oturmuştu.

"Ne öğrenmek istiyorsun?"

Sormam gereken onlarca önemli soru varken, "Buraya nasıl bu kadar hızlı gelebildin?" diye sordum.

Neredeyse gülecek gibi oldu. "Gerçekten bunu mu merak ediyorsun?" diye sordu.

"Merak ettiğim başka şeyler de var ama evet, bunu da merak ediyorum."

Bana kalırsa asıl akraba olanlar Aren ve Atlas'tı. İkisinden de birazcık ukalalık seziyordum. Onları, daha doğrusu burada yaşayan kimseyi tanımıyordum ve normal zamanlarda nasıl davrandıklarını, ne tür huylara sahip olduklarını bilmiyordum ama insanların arasına karıştıkça, belki de yalnız ve yabancı hissetmemek için onları tanımak istiyordum.

"Küçük bir büyüyle gitmek istediğimiz yere geçit oluşturabiliyoruz."

"Ne? Benim neden bundan haberim yok?"

Yıllardır burada yaşıyor olmasam da bu bilginin bana çoktan verilmesi gerektiğini düşünüyordum. Madem yolculuk yapmak bu kadar kolaydı, biz neden o at arabalarıyla saatler süren yolculuklar yapıyorduk?

"Seninle daha yeni tanıştık, hatta daha tanışamadık sayılır. Bu bilgiyi ne ara vermemi bekliyordun?"

"Aren niye geçitleri kullanarak yolculuk yapmıyor?"

"Neden bunu kendisine sormuyorsun?"

Sorularıma soruyla karşılık vermesi her ne kadar sinirlerimi bozsa da haklıydı. Ben de Aren için bir yabancıydım sonuçta ve bölgelerine dair her şeyi benimle paylaşmak istemeyebilirdi.

"Ayrıca bu, sürekli tercih ettiğimiz bir yöntem değil."

"Neden?"

"İnanmayacaksın ama geçtilerle yolculuk yapmak daha riskli."

Bu diyar, bir noktada kendi diyarımdan çok keskin bir şekilde ayrılıyordu. Benzer olan şeylerin bile derinlerine indiğimde, büyük farklılıklara sebep olan küçük ayrıntılar görüyordum.

"Şimdi ne olacak? Bu plan bizi nereye götürecek?"

"Taç törenini bekleyeceğiz. Sonrasında ise hangi büyüye ihtiyacımız olduğunu öğrenmemiz gerekecek. Uzun bir süreç bizi bekliyor, biraz sabırlı olman gerekecek."

"Sonuçta sen buranın efendisi değil misin? Neden bu kadar uğraşmamız ve beklememiz gerekiyor ki?"

"Her şey senin düşündüğün kadar basit değil Alisa."

Neden? Bunu açıklamak için hiçbir şey yapmamıştı. Belli ki, bu diyara ait her şeyi öğrenmem mümkün değildi. Birileri bazı şeyleri benden hep saklayacaktı.

"Sence Alisa'nın babasına bu durumdan bahsetmeli miyim? Onun yanında rol yapmak çok zor."

"Aile işlerinize karışmam doğru olmaz."

"Ben izin veriyorum aile işlerimize karışmana. O yüzden fikrini benimle paylaşabilirsin."

"Buradaki aileni çabuk benimsedin sanırım."

"Bu evrende şu anda ben bulunduğuma göre bu insanlar benim ailem olmuş oluyor. Alisa da, buraya dönene kadar, benim ailemi sahiplenebilir. Bunda bir sorun görmüyorum."

Kahkahası odanın içini doldurduktan sonra, "Gerçekten inanılmazsın," dedi.

"Şimdi fikrini benimle paylaşacak mısın?"

"Hayır."

O, hiçbir şey olmamış gibi yerinden kalktı.

"Nereye gidiyorsun? Daha soracak birkaç tane sorum var."

"Neden sorularının cevabını yaşayarak öğrenmeyi tercih etmiyorsun?"

"Cevaplamak istemiyorsan cevaplamama gibi bir seçeneğin de var tabii."

"Cevaplamaktan kaçındığım için öyle söylemiyorum. Yalnızca fazla sabırsızsın."

"Sabırsız değilim. Sadece bu bilinmemezliğin içinde bulunmak istemiyorum."

Boğazımda bir yumru vardı ve zamanla vücudumun başka kısımlarına; özellikle de kalbime sıçrıyordu. Ayak uydurmaya çalışıyordum olanlara ve onlara ama bir an geliyordu ve tökezliyordum. Kalbim bir girdap, zihnimde fırtınaya çalan bir rüzgâr esiyordu.

"Biraz dışarıda dolaşmak ister misin?"

Atlas elindeki, harita diye tahmin ettiğim kâğıdı katlayıp masadaki çekmeye koymuştu ve bu esnada çok küçük mor bir ışık belirmişti.

"Olur."

Sarayın ön tarafındaki orman yolunda sakin adımlarla ilerliyorduk. Henüz hava kararmaya başlamamıştı, güneş hâlâ ufuklardaydı. Şu ana dek gördüğüm tüm orman yollarının kenarlarında sıra sıra dizilmiş çeşitli çiçeklerin muntazamlığı gözümden kaçmamıştı. Otların arasına belli bir düzenle yerleştirilmiş çiçekler, kendilerine has güzel renkleriyle âdeta bir elmastı; öylesine parlak, öylesine göz alıcıydılar. Etrafı sanki daha önce hiç orman görmemişim gibi inceliyor, dikkatimi çeken her çiçeğin yanına yaklaşıyordum. Gördüğüm birçok bitkiyi kendi evrenimde görmemiştim. Her evrene özgü farklı bitkilerin olabileceği düşüncesi nedense bana ilginç gelmişti.

Gözümün görüp görebileceği en güzel çiçeklerden birisini görünce onun yanına yaklaşmaya başladım ve bu esnada, "Odada beliren mor ışık neyin nesiydi?" diye sordum.

"Çekmeceyi mühürledim. Küçük önlemler almakta fayda var."

Mor renkli, yapraklarının iç kısmında kırmızı parıltıları bulunan, eşsiz güzellikteki çiçeğin önünde dizlerimin üstüne çökerken, "Onlardan bir tanesi koparsam sorun olur mu?" diye sordum.

"Sorun olacağını hiç sanmıyorum, bölgede yüzlercesi var."

"Peki kökünden koparsam ve kökünden koparmaya çalışırken diğer bitkilere zarar versem sorun olur mu?"

Her ne kadar çok özenli yerleştirilmiş olsalar da birbirlerinin arasında oldukça az mesafe vardı. Yaklaşan adım seslerini duydum.

"Yine sorun olacağını sanmıyorum ama istersen ben halledeyim."

"İyi olur."

Ayağa kalkarken, "Büyü yapmanın olumsuz etkileri olduğunu sanıyordum," dedim.

Atlas, çiçeği kökünden ayırıp çıkardıktan sonra bana uzatmıştı. Elime aldığım çiçeği âdeta dibine girerek incelemeye başlamıştım ve gördüğüm her detay beni mest etmişti.

"Lerink Çiçeği. Gece olduğunda en az görüntüsü kadar büyüleyici bir ışık saçar."

"Aren ile birlikte gece yolculuk yapmıştık ama parlayan bir çiçek gördüğümü hatırlamıyorum."

"Çünkü çiçeklerin çoğu her ormanda bulunmuyor. Her ormanın kendine özgü çiçekleri var diyebiliriz."

Adımlarımı yavaş yavaş atarken hem elimdeki çiçeği inceliyor hem de yol kenarındaki diğer çiçeklere bakmaya çalışıyordum. "Büyüler diyordum, onlar sorunlara yol açmıyor mu?"

Atlas benden de yavaş bir şekilde hareket ediyordu. "Bu basit bir mühür büyüsü. Her büyü büyük felaketlere sebep olmaz," dedi.

Aniden arkama, ona doğru, döndüm ve, "Peki ya beni kendi evrenime götürecek olan büyü, o bir felakete sebep olur mu?" diye sordum.

"Bilmiyorum. Daha nasıl bir büyü yapacağımızı bile bilmiyoruz ki sonuçlarını tahmin edebilelim."

Olduğum yerde hâlâ dikilmeye devam ediyordum. Derince bir nefes aldım. "Bana da büyü yapmayı öğretmeye ne dersiniz?"

"Büyü mü yapmak istiyorsun?"

"Yani, bir yere gideceğim zaten saçma bir yaratıkla uğraşmak yerine direkt geçitle yolculuk yapmak kulağa çok cezbedici geliyor."

Sitemli sesim onu gülümsetti. Yeniden önüme dönüp, sonsuzluğa uzanıyor gibi görünen yolda adımlar atmaya devam ettim.

"Büyüleri Perla'dan öğrenmen daha iyi olur."

"İyi de Alisa büyü yapmayı zaten bilmiyor muydu?"

"Biliyordu. Buradaki herkes gereğince büyü yapmayı bilir."

"O zaman, ondan bana büyü yapmayı öğretmesini istemek mantıksız olmaz mı?"

"Bir noktada yaşanan olayı Perla'ya anlatmak zorunda kalacağız." Konuşmama müsaade etmeden, "Hadi, geri dönelim. Üzerinde çalışmamız gereken bir plan var," diye devam etti.

Cevap vermeden geldiğim yola doğru geri döndüm. Sarayın içine girdiğimizde bir ses yukarı kata çıkmamıza engel oldu.

"Efendim, Fedor Bey saraya teşrif ettiler, sizleri görmek istiyor."

Yukarı kata çıkmak yerine koridorda ilerlemeye devam ettik. Önümüzde iki büklüm ilerleyen görevli olmasaydı Atlas'a babası hakkında sormak istediğim soruları soracaktım. Aren'in verdiği bilgiler bu saatten sonra bana yetmeyecekti. Fedor Bey hakkında da oldukça az bilgiye sahiptim. Aramızdaki ilişkinin boyutunu tam olarak bilmemekle beraber bu alınan karara vereceği tepkiyi de kafamda ölçemiyordum. Fedor Bey'in bizi beklediği odaya nihayet varabildiğimizde, o bir koltuğa rahatça oturmuş keyfine bakıyordu. Elindeki fincanı, onun bir süredir burada olduğunu gösteriyordu. Demek ki, bizim dışarıda olduğumuzu bilmesine rağmen bizi ayağına çağırmamıştı.

"Baba, geleceğini bilmiyordum."

"Ben de sizin böyle bir karar alacağınızı bilmiyordum."

Atlas, babasının kinayeli sözlerine aldırış etmeden, babasının hemen karşısına oturmuştu. Ben de diken üstünde hissederek Fedor Bey'in yanına oturdum.

"Ani alınan bir karardı. Bu sebeple sana fikir danışamadım."

"Fikrimi almanı istediğim için söylemiyorum ama büyük sürpriz oldu. Sizden böyle bir karar beklemiyordum."

Bu, Fedor Bey'in normal hâli miydi yoksa bugün tüm babalara dinginlik büyüsü mü yapılmıştı bilemiyordum. İçeriye giren görevli kadın getirdiği fincanları önümüze koymuş ve oyalanmadan odadan çıkmıştı.

"En doğru yolun bu olduğuna karar verdik. Baba Ran da itiraz etmeyince uygulamaya koymamak için bir sebep göremedik."

"Doğru düşünmüşsünüz. Birbirinize düşmanlık ederek bir yere varamayacaktınız zaten. Söz konusu topraklarımızın geleceği olduğundan bu karara kimse itiraz etmeyecektir."

Son cümlesini bana bakarak söylemişti. Sanırım, Alisa'ya, bölgenin geleceğini düşünmediği için laf atıyordu. Neyse ki o Alisa, ben değildim, o yüzden hiç üstüme alınmadım ve ona hafifçe tebessüm ettim. Kendince haklı olabilirdi ama bunu Alisa ile konuşup halletmesi daha iyi olurdu.

"Zaten Baba Ran'ın kararına itiraz edecek cesaret kimsede yoktur. Demem o ki, tören hazırlıklarına yavaş yavaş başlanılsın."

"O hâlde, izninle, biz gidip törenin detaylarına karar verelim."

Herhangi bir onay beklemeyip yerinden kalkan Atlas'ın peşi sıra ben de yerimden kalkmış ve doğrudan odanın dışına çıkmıştım. Koridorda biraz ilerleyip Atlas'ın gelmesini bekledim. O esnada duvardaki bir tablo ilgimi çekti, bir aile tablosu. Yalnızca üç kişinin yer aldığı bu tablodaki iki kişiyi zaten tanıyordum; Fedor Bey ve Atlas. Bu iki kişinin aksine bir koltukta tüm zarifliğiyle oturan kadını daha önce hiç görmemiştim ama onun Atlas'ın annesi olduğunu anlamak zor değildi. Tabloya biraz daha yakından bakınca Atlas'ın yeşil gözlerini kimden aldığı belli olmuştu. Topuz şeklini verdiği koyu kahve saçları, saçlarının koyuluğunun aksine bembeyaz teni, açık yeşil gözlerinin bütünün ortaya çıkardığı sonucun yanı sıra duruşu ve bakışıyla da ortaya alımlı ve kendinden emin bir kadın profili çıkarıyordu. Yeşil gözlerinin cam gibi parlamasından ne kadar saadetli olduğu belliydi. Tablodaki tek mutlu kişi de kendisi değildi ayrıca. Hangi zamana ait olduğunu bilmediğim bu tablodaki üç kişi de birbirinden mesut görünüyordu. Zarif kadının gözlerindeki yeşil bana bir şeyleri anımsatırken duyduğum sesle irkildim.

"Daha önce hiç tablo görmemiş gibi görünüyorsun."

Elimi kalbimin üzerine koyarken, "Korkuttun beni," diye mırıldandım.

Ben tablodaki detaya son bir kez dikkatlice bakarken, Atlas çoktan yukarı kata çıkmaya başlamıştı. Ona yetişmek için koşturmaya başladım ve merdivenlerde onu yakaladığımda, "Tabloda bir detay fark ettim. Bu gerçek mi?" diye sordum.

"Henüz zihin okuyamıyorum Alisa. Biraz daha açık ol."

Nefesimi düzene sokmak için bir süre bekledim. Önce, "O kadın annen mi?" diye, emin olmak için sordum.

"Evet."

"Eğer ben delirmiyorsam orman yolunun kenarında, onun gözleriyle aynı tonda olan bir çiçek gördüm."

"Doğru görmüşsün."

Neredeyse çığlık atacaktım. Yalnızca, "Ne?" diyebildim. "Bu bir tesadüf mü yoksa biri mi yaptı? Biri yaptı kesin, değil mi?"

"Büyüyle özel olarak yaratıldılar."

"Ay, inanılmaz! Kim yaptı yoksa baban mı yaptı? Oysa hiç romantik biri gibi görünmüyor. Yoksa sen mi yaptın? Babandan ziyade senin yapmış olman bana daha inandırıcı gelir."

"Babam yaptı Alisa ve o, bu sözlerini duysa çok alınır."

Odasının kapısını açıp geçmemi bekledi. Bu sırada, "Neyse ki, sözlerimi duymuyor. Ayrıca aklına nerden gelmiş bu? Annenin tepkisi ne oldu peki?" diye devam ettim.

"Anne ve babamın ilişkisinden mi bahsedeceğiz gerçekten?"

"Aman be, seninle de hiçbir şey konuşulmuyor! Madem öyle, oldukça sıkıcı, iç daraltıcı planımıza geri dönelim."

Atlas'ın çalışma masasının üzerine elimdeki çiçeği, sonrasında geri almak kaydıyla, koydum. "Bu çiçeği ne yapacağım?"

Atlas'ın bakışları bana dönerken, "Bazen benimle dalga geçtiğini düşünüyorum," dedi.

"Yani solmaması için ne yapmam gerekiyor?"

"Koparmaman gerekiyor."

"Bence asıl sen benimle dalga geçiyorsun. Bitkilerle pek içli dışlı değilsin sanırım. Direkt toprağa geri dikmem mi gerekiyor? Mesela ben gidene kadar suyun içinde beklese, büyük ihtimalle o zaman çürür ama neyse, ben giderken yanıma alsam ve ke-"

"Alisa, şaka falan mı yapıyorsun?"

"Hayır, oldukça ciddiyim. Ne var? Kendi dünyamda da çok güzel çiçekler var ama bu da olsa ne olacak sanki?"

"Biz daha seni göndermenin yolunu bulamadık, sen bir de çiçek götürmekten bahsediyorsun." Çalışma masasının yanına geçen Atlas, "Planlar hakkında konuşmak istemediğinin gayet farkındayım. Taç giyme törenine kadar idare et, sonrasında, en azından yolculuklar esnasında, istediğin konular hakkında konuşmak için bolca zamanımız olacak," diye sözlerine devam etti.

"Peki öyleyse, benim için geçit oluşturabilirsin sanırım. Aren akşam geleceğini söylemişti ama belli ki gelmeyecek. Yeniden bir ruh koruyucusuyla yolculuk yapmak istemem."

"Gidecek misin?"

"Ciddi ciddi tören planlaması yapacak değiliz diye düşünüyorum."

"Sonuçta bir tören gerçekleşecek, istersen detaylarına karar verebilirsin."

"İstemem," dedim sakince.

"Nasıl istersen. Nereye gideceksin?"

Güzel soruydu. Nereye gidecektim? Lena'nın yanına uğramak istiyordum ama Timun Bey ile karşılaşmak istemiyordum. Aren kendi sarayında mıydı, onu da bilmiyordum.

"Aren buraya geleceğini söylediyse elbet gelecektir. İstersen o gelene kadar kafanı dağıtman için seni bir yerlere götürebilirim."

Burada, nereye gideceğimi bilmez bir hâlde durmaktansa bölgeyi keşfetmek daha cazip geliyordu. O yüzden Atlas'ın teklifini kabul ettim.

                                    ...

Büyü ile oluşan geçidin direkt gideceğimiz yere açılmasını beklemiyordum; gözlerden uzak, kestirme bir yola açılır ve o yolu aşarak gideceğimiz yere varırız sanıyordum. Sadece saniyeler içinde yaptığımız yolculuk bizi, yalnızca gökteki ay ile yıldızların ve etraftaki çiçeklerin aydınlattığı bir orman yoluna ulaştırmıştı. Önümüzde uzanan yolun sonunu buradan bile görebiliyordum, şarıl şarıl akan bir şelaleye doğru gidiyordu. İçimdeki kıpırtılarla birlikte ilerlerken, ilk defa gördüğüm manzara karşısında heyecanımı gizleyemiyordum. Etrafa hayran hayran bakınmaya başladım. Renkleri mavi ve mor ağırlıklı olan çiçekler kendiliğinden bir ışıltıya sahipti ve o ışıltıları sanki yansıma yapıyormuş gibi etrafta yayılıyor, ormanı kendi renklerine boyuyordu.

"Bu çiçekler..."

"Büyülü."

Atlas cümlemi benim yerime tamamlamıştı. Yerlerdeki hafif ıslaklık, bir süre önce yağmur yağdığını gösteriyordu. Ağaçların dallarındaki yapraklarda su damlacıkları oluşmuş, yavaş yavaş yere damlıyordu ve etrafa yaydığı ses, şelale ile birlikte ormana hayat veren tek sesti. Iğıl ığıl esen rüzgârın varlığı hafifçe saçlarımı okşuyordu. Kalbim pır pır atarken, çiçeklerin kokularını çözmeye çalışıyor ama bir türlü beceremiyordum.

"Hatta baştan aşağıya ormanın kendisi büyülü."

Aklım birazcık başıma gelince, "Kim yapıyor bu büyüleri?" diye sordum.

Atlas, sanki bu görüntüyle her zaman karşı karşıya kalıyormuş gibi hiç heyecan yapmıyor, hatta etrafı dahi incelemiyordu. Adımlarımı, bir an önce ormanın ucundaki şelaleye ulaşmak için hızlandırdım.

"Ormanın sahibi."

Ona doğru dönerek, "Bu ormanın bir sahibi mi var?" diye sordum.

"Yalnızca bu ormanın değil, her ormanın bir sahibi vardır."

"Hem bir ormanın sahibi olan hem de esrarengiz büyüler yapabilen birisi mi var?"

"Yalnızca bir hafta sonra o kişinin efendisi olacaksın ve böylece, bir noktada, bu ormanın da sahibi olacaksın."

"Doğru ama o, artık her kimse, muhteşem büyüler yapabiliyor, hâlâ benden bir adım önde."

"Büyülere bu kadar meraklı olduğunu bilseydim seni buraya getirmek yerine onun yanına götürürdüm."

"Sanırım benim evrenimde olmayan bir şey olduğu için beni kendisine doğru çekiyor. Ayrıca iyi ki buraya gelmişiz, burası inanılmaz güzellikte bir yer ama ormanın sahibiyle tanışmaya da hayır demem. Bir ara beni onun yanına da götürür müsün?"

"Tabii, götürürüm ama bunu Lena'dan da isteyebilirsin, onlar oldukça yakınlar."

"Gerçekten mi? Bunu bilmiyordum, doğrusu ona dair pek bir şey bildiğim söylenemez."

Sona ulaştığımızda, şelalenin şırıltısı bir müzik gibi kulaklarımıza doldu. Uçurumu andıran bu yerde yalnızca bir tane, ama oldukça büyük, kırmızı yaprakları olan bir ağaç duruyordu. Gökyüzündeki ay, tüm parlaklığını bu ağaca yansıtıyordu. Bu manzara, oldukça değerli bir tabloyu andırıyordu. Şemsiyeyi andıran yaprakların altına geçtiğimde, ağacın köklerinin önünde; normal bir ağaç gövdesi büyüklüğünde, ağaçla aynı renkte bir tomurcuk duruyordu. Yanına yaklaştığımda, "Bu da ne? Kocaman bir çiçek mi?" diye sordum.

Peşimden gelen Atlas, "Evet, Hales Çiçeği. Şifa çiçeği olarak bilinir," diye yanıtladı beni.

"Ne zaman çiçek açıyor peki?"

"Ender görülen bir bitki olmamasına rağmen nadiren çiçek açıyor. Derin yaralarda oldukça etkili, bu yüzden de fazlasıyla kıymetli bir bitkidir."

"Bu ağacın dibinde olmasının bir nedeni var mı?"

"Elbette, Helris Ağacı, şifanın asıl kaynağıdır. Bu ağaçların önünde her daim şifa veren bir bitkiye rastlanır ama Hales çiçeği, bizzat Helris Ağacı'nın özünden beslendiği için çok kuvvetli etkiye sahiptir."

"Yaralarınız için kendiniz büyü yapmıyor musunuz?"

"Bazen evet, bazen hayır."

Atlas'ın ağacın dibine oturmasıyla birlikte ben de onun yanına geçtim. Sus sesine karışan kuş sesleri karanlık gökyüzüyle buluşup ruhuma dinginlik vermişti. Ömrümün sonuna kadar bu manzarayı görsem yine de asla sıkılmazmış ve her gördüğümde yüreğime heyecan kırıntıları yerleşirmiş gibi hissediyordum.

"Burası huzur dolu bir yer." Bir süre sonra sözlerime, "Eğer bir savaşın ortasına düşmemiş olsaydım buraya geldiğim için kendimi çok şanslı hisseder ve bir an önce kendi evrenime dönmeye çalışmak yerine buranın keyfini çıkarırdım," diye devam ettim.

"Kendini bir savaşta gibi mi hissediyorsun?"

"Ben öyle hissetmiyorum, yaşanan şeyler öyle hissettiriyor."

"Her şey son bulduğunda, kendini, savaşı kazanmış gibi hissedersen buraları yeniden keşfedebilirsin. Her şey için zaman var."

Zihnimi düşüncelere boğdum; eğer bir gün, savaşın kazananı olduğumu hissedersem kendimde, tüm güzelliklerin bir araya gelerek oluşturduğu bu mucizevi diyarı keşfedecek gücü yine de bulabilir miydim? Peki ya kendimi hiçbir zaman kazanan kişi gibi hissetmezsem ne olacaktı? Daha da kötüsü, kendimi mağlup olmuş gibi hissedersem ne olacaktı?

"Bazen zaman yoktur; en azından bazı şeyler için."

Bahsettiğim, arzuladığım şey yalnızca buraları keşfetmek değildi. Kayıp giden bir zaman vardı ve her şey sona erdiğinde yitip giden tek şey zaman olmayabilirdi. Bu yolculuktan, bu yolculuğun getireceklerinden ve benden alacağı şeylerden korkuyordum. Ne kendimden bir parça kaybetmek isterdim ne de yolun sonunda, eksiksiz parçalarımın hasar almasını isterdim.

"Neden yalnızca anın tadını çıkarmıyorsun? Buraya gelmeseydin de günün sonunda bazı şeyleri kaybedecektin. Bazen yaşadığımız şeylerin içinde bulunduğumuz durumla alakası yoktur; farklı bir senaryonun içinde olsaydık da yine aynı şeyleri yaşayabilir ve yine, aynı kayıpları verebilirdik."

Ayın solgun ışığı, çiçeklerin parıltılarıyla birlikte etrafı aydınlatmaya yetiyordu; yeni bir ışık kaynağına ihtiyaç yoktu. Rüzgâr biraz şiddetini arttırdı. Etrafta uçuşan minicik kuşlar, belki de rüzgârdan korunmak için, ağaç dallarına kondular.

"Bu kuşlar da mı büyülü?"

"Hayır, değiller. Büyülü ormanda bulunuyor olmamız her gördüğümüzün büyülü olduğu anlamına gelmez. Hatta bu bölgede oldukça az sayıda büyülü hayvan vardır. Onlar da genellikle, savaşlar için ya da yol göstermeleri için kullanılır."

"Peki büyüyle insan yaratabiliyor musunuz?"

Bakışlarının bana döndüğünü hissedince ben de ona doğru döndüm.

"Bu, pek tercih edilen bir şey değil."

"Ne açıdan?"

"Senin gördüklerin basit ve zararsız büyüler. Bunun dışında mecbur kalmadıkça etkisi büyük olan bir büyü yapmayız."

Önümüzdeki günlerde ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmediğimiz bir büyünün peşine düşecektik. Çok pimpirikli olduğumdan olsa gerek içimde korkunç bir his vardı.

"Nasıl bir büyünün yapılması gerektiğini sen bilmiyor musun?"

Neyden bahsettiğimi pekâlâ anlamıştı.

"Ben büyülerle pek ilgilenen birisi değilim, ki bunun yanı sıra büyülerle içli dışlı olan biri bile, özellikle de bizim bölgemizdekiler, bunu kolay kolay bilemez."

"Neden ki?"

"Geçmişte topraklarımızda meydana gelen, büyülerin sebep olduğu şeylerden ötürü bazı büyü kitapları yıllar önce diğer bölgelere saklanması ve korunması için gönderildi."

"Bizim şimdi, o kitaplara mı ulaşmamız gerekiyor?"

"Öncesinde her ihtimale karşı, senin Alisa ile yer değiştirmene sebep olan şeyi öğrenmek için bölgenin şifacısına görünmen gerekiyor."

"Ya düşündüğümüz gibi birisi büyü falan yapmadıysa, o zaman ne olacak?"

"Hiç sanmıyorum ama eğer öyleyse, daha kısa sürede bu sorunu çözebiliriz."

"Lena da bir şifacıya görünmem gerektiğinden bahsediyordu ama aynı zamanda sarayın güvensiz olduğundan da söz etmişti."

"Lena da buna sebep olan şeyin bir büyü olduğundan şüpheleniyor olsa gerek sarayın içini güvensiz bulması yersiz değil."

Bir an çenemi tutamayıp ona Lena hakkında soru soracaktım ama sonrasında bu fikrimden hızlıca vazgeçtim. Tepemizdeki ağacın dallarına konan kuşlara bir bakış atarken, "Bu kuşlar yalnızca bu ormanda mı bulunuyor?" diyerek konuyu değiştirdim.

"Hayır ama sanırım burayı fazlasıyla seviyorlar."

"Eğer öyleyse çok haklılar."

Gözlerimle yanımızdaki tomurcuğu işaret ederek, "Bu bitkinin şifa vermesi için çiçek açmasını mı beklemek zorundasınız? Ondan bir parça kopardığımızda bir işe yaramaz mı?" diye sordum.

"Çiçek açmasını beklememiz gerekiyor, onu bu kadar değerli kılan şey de bu zaten."

"Koparılan parçası bir işe yaramaz mı?"

"Ne yapacaksın? Kendi evrenine bir parça da ondan mı götüreceksin?"

Kahkahama engel olamadım. Yerimden kalkarken, "Ukala," diye mırıldandım. Benim hareket etmemle birlikte birkaç tane kuş da bulundukları daldan uçuvermişti. Hafızama kaydetmek ister gibi büyülü ormana uzun uzun baktım. Ormanın içine doğru salına salına yürürken saraya geri dönmek istemiyordum. Burada sabaha kadar ormanı gezmek ve şelalenin ucunda gün doğumunu izlemek istiyordum. Duyduğum adım sesleriyle Atlas'ın peşimden geldiğini anladım.

"Gün doğumuna kadar burada durma şansımız var mı?"

"Burası korunaklı bir orman olduğu için şanslısın ama eminim ki, Aren seni merak etmiştir."

"Madem öyle, saraya dönüp ona bu haberi verdikten sonra geri dönebilirsin. Hatta sıkılmamak için sevgili dostunu da buraya davet edebilirsin."

"Onay vermen çok iyi oldu."

Ormanın derinliklerine indikçe karşıma hepsi birbirinden ilginç ağaçlar çıkıyordu. Kimisinin dallarından, bir el büyüklüğünde, beyaz renkli, içleri kırmızı çiçekler sarkıyordu; kimisinin dallarından, buz tutmuş gibi görünen mavi, kristal şeklinde çiçekler sarkıyordu; kimisinin gövdesine kırmızı çiçekler, ağacı görünmez kılacak biçimde, dolanmış hâlde duruyordu; kimisi köklerinin bir kısmı dışarı uzanmış vaziyetteydi; kimisinin dallarında meyve olduğunu tahmin ettiğim, mor, mavi ve turuncu renkli topçuklar bulunuyordu; kimisinin dalları ise çiçeksizdi ama bedenleri koca yapraklarla kaplanmış hâldeydi. Biraz ileride ormanın birleştiği başka bir yol gördüm. Adımlarımı o yöne doğru atarken gözlerim hâlâ etrafı tarıyordu. Geçidin bulunduğu kısma gelince her iki tarafa da bakındım.

"Bu yol nereye gidiyor?"

"Ormanın derinliklerine. Bu saatlerde oraya gitmemeni öneririm."

"Neden ki?"

"Anladığım kadarıyla koruyucu ruhtan dahi korkan birisin. Bu saatlerde ortaya çıkan yaratıklar seni biraz sarsabilir."

İlk başta benimle uğraştığını sanarak ona inanmadığımı belli eden bakışlar attım ancak fazlasıyla ciddi durduğunu görünce yanına doğru ilerledim.

"Neden erkenden uyarmıyorsun?"

"Saldırgan değiller, endişelenme."

Geldiğim yolu geri dönmeye başlamıştım bile. Artık etrafa hayran hayran bakamıyordum. Onun arkamdan ağır ağır yürüdüğünü fark edince adım atmayı bıraktım ve onun yanıma gelmesini bekledim.

"Biraz hızlı yürüsen hiç fena olmaz."

"Sen benim dediğimi duydun mu?"

"Koruyucu ruhlar yeterince gözümü korkutuyor zaten, yeni bir yaratık görmeye hiç ihtiyacım yok." Onun, benim bu hâllerimden keyif aldığını belli eden yüz ifadesini görünce, "Hatta ne var biliyor musun? Biz en iyisi saraya geri dönelim," dedim.

"Neden? Gün doğumuna kadar burada durmak istemiyor muydun?"

"Sabaha kadar senin gibi biriyle baş başa kalmak istemediğime karar verdim."

"Oysa birkaç saattir, burada, benimle oldukça eğleniyor gibi duruyordun."

"Sen varsın diye eğlenmiyordum sonuçta."

"Çok kabasın."

"Sen de ukalasın."

Bana inat yapar gibi hızlandırdığı adımlarına yetişmeye çalışırken, "Eleştiri kaldıramıyoruz sanırım," diye fısıldadım. Birkaç saniye sonra onunla bir çocuk gibi laf dalaşına girdiğimi fark ettim. "Bu ormanın büyülü havası bana pek yaramadı galiba."

"Ben saraya geri dönme konusunda ciddiyim. Sen burada mı durmak istiyorsun?"

"O yaratıklar ormanın bu kısmına gelir mi?"

"Yaratıklarla muhabbet edebilme kabiliyetim yok."

"Dalga geçme benimle. Eğer buraya gelme ihtimalleri varsa geri dönelim. Yeni macera arayışında değilim."

"Eğer çok kalmak istiyorsan yaratıkların buraya girememesi için büyüyle görünmez bir kalkan oluşturabilirim."

"Harika olur. Büyüyle tüm işlerinizi halledebiliyor olmanız biraz haksızlık. Artık ormanın içinde dolaşamayacağıma göre, gün doğana dek bana birkaç tane büyü öğretir misin? İlk öğretmen gereken büyü, kesinlikle, geçit oluşturduğun büyü. Hem koruyucu ruh ile uğraşmak zorunda kalmam hem de zamandan tasarruf etmiş olurum. Ayrıca madem böyle bir büyü var neden farklı bir büyüyle koruyucu ruh yaratıyorsunuz ki? Korunmak için de görünmez kalkan oluşturabiliyormuşsunuz işte. Koruyucu ruha hiç de ihtiyacınız yok. Bence o koruyucuları tamamen köle sevdanızdan ötürü yaratıyorsunuz. Hadi diğerlerini geçtim ama sen buranın efendisinin, herkes zaten senin karşında eğilip bükülüyor. Bi-"

Onun hâlâ kalkan oluşturmadığını görünce, "Neyi bekliyorsun?" diye sordum.

"Susmanı bekliyorum desem beni kaba olmakla suçlayacaksın, değil mi?"

Ona laf yetiştirmek yerine, "Büyü yaparken söylemeniz gereken kelimeler bulunuyor mu?" diye, cevabını gerçekten de merak ettiğim bir soru yönelttim.

İlk geldiğimizde bulunduğumuz orman yoluna nihayet geri dönebilmiştik. Atlas, kemerinde asılı duran keseyi bana doğru uzattı. Elime aldığım kesenin ağzını açıp içine bakarken, Atlas, "Tüm bölgelerdeki topraklar, yer altında bulunan füsunlu bir ağaç kökünden besleniyor. Büyük tesirli büyüler dışında yapılan büyülerde böyle bir şeye ihtiyaç yok," diye yanıtladı beni.

Ben kesenin içindeki parıldayan tozlara bakınırken, Atlas sözlerine, "Bu büyü tozlarını yere serpiştirmen yeterli," diye devam etti.

İlk defa büyü yapacak olmamın heyecanı sardı tüm bedenimi. "Ne kadar almalıyım?" diye sordum.

Atlas, elimdeki keseyi alıp, içinden bir miktar büyü tozunu avuçlarımın içine bıraktı. "Bu kadarı yeterli olacaktır."

Avuçlarımdaki parıldayan tozları, ormanla yolun birleştiği noktaya doğru döktüm. Kısa süreliğine, mavi, duvara benzer bir yapı belirdi, sonrasında hemencecik kayboldu. Böylelikle büyünün gerçekleştiğini, görünmez bir kalkanın oluştuğunu anladım.

"Büyü yapmak bu kadar kolay mı?"

"Gördüğün üzere bunlar, büyülerin toza dönüştürülmüş hâli. Yani sen yoktan bir büyü yapmadın, yalnızca, onu etkin hâle getirdin."

"Asıl olay büyü tozlarını oluşturmakta yani, öyle mi?"

"Öyle diyebiliriz. Bazı büyüleri yapmak değil de, o büyü için gerekli malzemeleri bulmak daha zordur."

"O büyülerin ne tarz büyüler olduğunu anlamak hiç zor değil."

Onu geride bırakıp yolun ucundaki kocaman ağacın dibine doğru gittim. Bu esnada gök gürlemeye başladı. Hemen ardından yağmur damlaları yavaş yavaş yeryüzüne doğru inmeye başladı. Burada da Ağustos ayında olduğumuzu tahmin ediyordum. Bu zamanlarda bu kadar yağmur yağmasının normal olup olmadığını sorgulamaya başladım. O esnada altında bulunduğum ağacın beni yağmurdan koruduğunu fark ettim. Hiçbir su taneciği ağacın yaprakları arasından geçmeyi başaramıyordu.

"Bu, ağacın büyüsünün bir etkisi mi?" Yanıma doğru gelen Atlas'ın zihnimi okuyamadığını hatırlayarak, "Su damlaları bu ağacın altına giremiyor. Bu, ağacın büyüsünün bir etkisi mi?" diye ne demek istediğimi açıkladım.

"Evet, öyle. Yeni fark etmene şaşırdım açıkçası. Ormana geldiğimizde zaten yağmur yağmıştı ve biz, o zaman bu ağacın dibine oturmuştuk. O zaman nasıl fark etmedin?"

"O an, dikkatimi çeken daha önemli detaylar vardı, belki ondandır."

Yağmur giderek şiddetini arttırmaya başlamıştı. Bakışlarım yeryüzüne doğru yolculuk yapan yağmur damlalarındaydı. Yağmur damlaları etrafı saran çiçeklerin üzerine damladıkça, mavi ve mor ışıklar etrafta saçılıyordu.

"Burada da Ağustos ayında mıyız?"

"Evet."

"Peki bu kadar yağmur yağması normal mi?"

"Evet, özellikle de, birisi yaptığı büyü yüzünden doğanın dengesini bozduysa oldukça normal."

Atlas ağacın gövdesine bedenini yasladıktan sonra bakışlarını bana döndürdü. "Gerçekten bu yağmurun
altında güneşin doğmasını mı bekleyeceğiz?"

"Gitmek mi istiyorsun?"

"Gitmek istediğimden değil, halletmem gereken işler var."

"O zaman sen git. Gün doğunca gelip beni alırsın."

"Aynı şekilde senin de ilgilenmen gereken şeyler var. Tören için kendini hazırlamalısın, öğrenmen gereken birçok kural var."

İtiraz etmeme fırsat vermeden, "Sana sözüm olsun, fırsat bulduğumuz ilk an seni, daha ilgini çekecek bir yere gün doğumunu izlemeye götüreceğim," diye sözlerine devam etti.

Karşı çıkmanın zamanı olmadığını düşünerek onu onayladım. Taç giyme törenine kadar bir vakit bulabilir miydik bilmiyorum ama sanki o vakti, tören gerçekleştikten sonra hiç bulamayacaktık gibi geliyordu. Hislerimin beni yanıltmasını umarak, Atlas'ın oluşturduğu mavi renkli, küçük bir yarık şeklindeki geçidin içine doğru ilerledim.

Saniyeler sonra Atlas'ın çalışma odasının içindeydik. Bir müddet bir boşluğa düştüm ve ne yapmam, nereye gitmem gerektiğini bilemedim. Çalışma masasının arka tarafındaki pencerenin önüne doğru ilerledim. Kararan havaya bir bakış atarken, "Sanırım, Aren'in sarayına gitmem gerekiyor," dedim.

Sarayın arka bahçesine bakan penceresi, okyanus manzarasını gözlerimin önüne sermişti. Sarayın arka kısmı tamamen sularla kaplıydı. Gecenin karanlığıyla uyum içinde dalganan, sonsuzluğa el uzatıyor gibi görünen bu mavilik, ayın gölgesine ev sahipliği yapıyordu. Bir iki gündür devam eden fırtınanın etkisi artık bu mavilik de bile belli olmuyordu. Hatta öyle ki, fırtınadan alabileceğini almış sonrasında ise yavaş yavaş dinginleşmişti. Odanın kapısının aniden açılmasıyla hafifçe yerimden sıçradım.

"Nerelerdesiniz siz?"

Aren'in sesini duyunca arkama döndüm ve onunla yüz yüze geldim. "Atlas beni çok güzel bir yere götürdü."

"Aman ne güzel! Bir daha gitmeden önce bana haber edersiniz umarım."

"Ben Atlas'a, sana haber vermesini söyledim ama kendisi gerek görmedi sanırım."

Atlas söylediklerime inanamıyormuş gibi bana baktı. "Ne, yalan mı?" diye savunmaya geçtim.

"Kötü bir ortaksın."

Aren koltuklardan birine oturdu. "Büyü ile gidilecek yere geçit açılabiliyormuş, bunu biliyor musun?" dedim sahte bir şaşkınlıkla.

"Ne kadar güzel! Artık öyle yolculuk yaparsın."

Gidip onun yanına oturdum. "Niye bu yöntemle yolculuk yapmak yerine bize zaman kaybettirecek şekilde yolculuk yaptık ki?"

"Büyü yapmak tercih ettiğim bir şey değil."

Ne kadar ciddi görünse de sözlerinde ciddi olduğunu hiç sanmıyordum. "Eğer saraya arabayla döneceksen ben seninle gelmem," diyerek sitem ettim.

"Sen zaten benimle saraya gelmeyeceksin."

"Neden?"

"Burada kalıp tören için hazırlanman lazım."

Atlas bizim muhabbetimize dahil olmak bir yana, hiç bizi dinliyor gibi görünmüyordu, önündeki haritayla ilgileniyordu.

"Bunun için burada mı kalmam gerekiyor?"

Aren beni bakışlarıyla onayladı. Buraya geleli yalnızca on gün olmasına rağmen bu zaman dilimi içinde devamlı olarak birilerinin peşi sıra dolanmıştım. Artık bu durumu yadırgamıyor olsam da kendime ait bir yerin olmayışı canımı birazcık sıkıyordu. Aren yerinden kalkınca, "Burada kalmak senin için sorun olmaz değil mi?" diye sordu.

"Hayır, olmaz. Beni dert etme."

"Yarın tekrardan buraya dönerim zaten."

Aren bize veda ettikten sonra kendi bölgesine dönmek için yola çıktı. Onun gidişini, dakikalar önce bulunduğum pencereden izledim. Onun bu saate kadar burada bulunma sebebinin beni etrafta görememiş olması olduğunun bilincindeydim. Biliyordum ki, üzerinde onlarca sorumluluk vardı. Bununla beraber, beni kollama ihtiyacı duyuyor oluşu, gözümden kaçabilecek bir detay değildi. Onun bir de düşünmesi gerektiği bir kuzeni vardı. Benim güvenliğimi sağlamak için her şeyi yapıyordu ama kuzenin durumu hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Alisa'nın yanında bulunan kişileri yalnızca ben tanıyordum ama benim de elimden, her şeyin yolunda olmasını dilemek dışında bir şey gelmiyordu. Bilinmezlik denizinin içinde bir teknedeydik; kıyıya ulaşana dek kürek çekmek ve umut etmek dışında yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.

                                        ...

Dün, kalacağım odayı Atlas bana göstermiş ve sonrasında ortadan kaybolmuştu. Bedenimde hissettiğim yorgunluk hemen uykuya dalmamı sağlamıştı. İyice dinlendiğimden olsa gerek bugün keyfim yerindeydi. Uyandıktan sonra Atlas ile beraber kahvaltı yapmış ve tören hakkında konuşmuştuk. Ani bir karar almış ve tören hazırlıklarıyla ilgilenmeyi kabul etmiştim. Atlas, ani fikir değişikliğimi sorgulamak yerine kahvaltıdan sonra tören hazırlıkları için ayarlanan ekibi benim yanıma göndereceğini söylemişti. Şimdi ise aldığım karadan ötürü pişman olmak üzereydim. Görevliler en ufak ayrıntılar konusunda bile benim fikrime danışmak istiyor, seçtikleri şey törenin genel ambiyansına uysa dahi benim seçilen şeyi beğendiğimi dile getirmemi bekliyorlardı. Bu kadar yorucu geçeceğini bilseydim kesinlikle böyle bir işe kalkışmazdım.

Sesli bir biçimde açılan odanın kapısıyla beraber bakışlarım kapıya döndü. Perla elindeki çiçek dolu sepetiyle içeriye girdi ve elinde tuttuğu sepetin izin verdiği kadarınca, koşar adımlarla yanımıza geldi. Sepeti masanın üzerine pat diye bıraktı. Çıkardığı seslerden dolayı hiç mahcup olmuş görünmüyordu.

"İnanılmaz yoruldum. Rica etsem bana bir fincan çay getirebilir misiniz?"

İçerideki görevlilerden bir tanesi aldığı emirle odadan çıktı. Perla oturduğu sandalyede biraz soluklandıktan sonra, sepetteki çiçekleri teker teker çıkarmaya başladı. Elindeki beyaz renkteki çiçeği bana doğru sallarken, "Törende hangi renkler ağırlıklı olacak bilmiyorum ama bu hepsine uyar, ne dersin?" dedi.

"Olabilir," diye mırıldandım.

"Bir saniye, şöyle yapalım. Kraliçe hangi renk?"

Görevliler onun bu hâllerine alışık görünüyordu. Perla sorusunu sorduktan sonra herkese, bir cevap beklediğini belli etmek ister gibi bakmıştı. Umduğu yanıtı alamayınca, "Yani demek istiyorum ki, kraliçe hangi rengi anımsatıyor size?" diye sordu.

Ona şok olmuş gibi bakmamak için çabalıyor ama sanıyordum ki, pek beceremiyordum. Odanın kapısı yeniden açılınca içeriye, biraz önce Perla'ya çay getirmek için odadan çıkan görevli girdi. Tepsinin içindeki fincanı Perla'nın önüne koyduktan sonra geri çekildi.

"Teşekkürler."

Çayından bir yudum aldıktan sonra, "Kesinlikle kırmızı. Her şeyi kırmızı yapsak çok mu abartı olur? Evet, abartı olur. En iyisi çiçekler kırmızı olsun, ne dersiniz? Siz neye karar vermiştiniz?" dedi.

"Henüz çiçeklere karar vermedik, Efendim."

"Çok iyi. O zaman çiçekler kırmızı olsun. Ne dersin Alisa?"

Perla'nın itirazdan ötürü Alisa ile arasının bozuk olduğunu sanıyordum ama yine de bu hâllerine ayak uydurup, yalnızca, "Olur," dedim.

Perla oturduğu yerden kalkarken, "Çiçekler kırmızı olacak. Siz ona göre diğer şeyleri seçin. Alisa sonrasında hepsini kontrol eder ama öncesinde biz Alisa ile biraz yalnız konuşalım," dedi.

Fincanını eline aldıktan sonra, "Biz diğer odaya geçeriz, siz burada kalın," diye sözlerine devam etti ve bana gözleriyle 'hadi' dercesine baktı.

Derin bir nefes alıp yerimden kalktım ve odanın arka tarafında bulunan kapıya doğru ilerledim. Diğer odaya nazaran oldukça küçük kalan odaya girdiğimizde, Perla hiç beklemeden odanın kapısını kapattı ve cebinden çıkardığı kesedeki tozları kapıya serpiştirdi. Ne büyüsü yaptığını bilmediğimden kaşlarımı çattım. "Perla ne yapıyorsun?" diye sordum.

"Güvenliğimizi sağlıyorum."

Gerildiğimi belli etmemek için odanın içine ilerledim ve odanın tam ortasında bulunan koltuğa oturdum. Perla da peşimden ilerlemiş ve yanıma oturmuştu. Fincanını, çayın dökülmesini umursamadan, koltuğun kenarına koymuştu. "Atlas bana her şeyi anlattı."

Atlas, sabahki kahvaltıda bunun konusunu hiç açmadığı için şaşkınlığıma engel olamadım. "Ne zaman anlattı?" diye sordum.

"Sabah, baya erken saatlerde."

Atlas'ın neden böyle bir şey yaptığını sormak istedim ama bunu Perla'ya sormanın manasız olacağını düşündüğümden vazgeçtim. Atlas'ın bir bildiği vardı ki böylesine kritik bir karar almıştı ama neden bunu bana danışmadığını anlayamamıştım. Sebebini anlayamasam da aldığı karar beni gayet memnun etmişti. Artık yanında rol yapmam gereken kişi sayısı azalmıştı ve belki de, bu karar sayesinde yeni bir arkadaş kazanmış olacaktım. Doğrusu Aren ve Atlas'a arkadaş diyebilir miydim, pek emin değildim. Her ikisi de olası tehlikelere karşı bu, hiç bilmediğim evrende beni korumaya çalışıyordu. Yeri geldiğinde yaptıkları şeyler de kendimi yabancı gibi hissetmemem için uğraştıklarını düşündürtüyordu bana. Günün sonunda, onları arkadaş gibi görmeme engel olan eksik parçalar vardı ve bu yüzden, Perla'nın gerçeği öğrenmiş olması benim oldukça işime geliyordu.

Her şey bir yana, şu an onunla nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyordum, doğrusu bu herkese karşı hissettiğim bir durumdu. Bazen bir yabancı gibi hissediyordum ve bu böylece devam ediyordu; bazen bir yabancı gibi hissediyor ama sonrasında ortama ayak uydurabiliyordum; bazen onları arkadaşım gibi görüyordum ve bu da böyle devam ediyordu; bazen ise onları arkadaşım gibi görüyordum ama sonrasında, gerçeklerin yüzüme yüzüme vurmasıyla, bir buhrana tutuluyor ve hem ortamdan hem de onlardan uzaklaşmak istiyordum.

Benim ortamdan giderek soyutlaştığımı fark ettiğinden olsa gerek, "Atlas bana, senin büyülere ilgi duyduğunu söyledi," dedi.

Bir fırtına çıkmıştı ve ben o fırtınanın içinde, rüzgârın bir oraya bir buraya savurduğu yapraktım ama artık savrulmanın ve kaçmayı dilemenin vakti değildi.

"Doğru söylemiş. Büyüler oldukça enteresan, bazen mantığım algılayamıyor."

Altın sarısı saçlarını elleriyle geriye doğru itip, "Gerçekten de öyleler. Kesin sen yalnızca Atlas'ın yaptığı bir iki sıkıcı büyüyü gördün," dedi.

"Atlas büyü yapmaya pek meraklı değil gibi."

"Maalesef ama neyse ki burada ben varım. Atlas sana, benim alanımın sağlık, dolayısıyla da büyüler olduğunu söyledi mi?"

"Atlas değil ama Aren biraz bahsetmişti."

Benimkisinden birkaç ton açık mavi gözlerini büyülterek, "Biraz mı? Ayıp etmiş. Bu topraklarda benden daha iyi bir büyücü bulamazsın," dedi.

Benim konuşmama müsaade etmeden, "Sadece şakaydı. Bu topraklarda yüz yaşına girmiş insanlar varken ben nasıl en iyi büyücü olabilirim ki? Ama özellikle sağlık konusunda kendime oldukça güveniyorum. Eğer bir gün yaralanırsan doğruca bana gel," diye sözlerine devam etti.

Sanırım kendisi fazlasıyla heyecanlı ve hareketli biriydi; el ve kol hareketleri, mimikleri bunu yansıtıyordu.

"Peki öyleyse, aklımda bulundururum. Bana da büyü yapmayı öğretir misin?"

Gözleri ışıl ışıl parladı. "İşte duymayı en sevdiğim soru. Tabii ki de, hem de seve seve. Atlas senin yanında hangi büyüleri yaptı? Büyü tozları diye bir şey duydun mu?"

"Evet, hatta dün o büyü tozlarından görünmez bir bariyer oluşturdum."

"İşte o büyü tozlarını ben yaptım," dedi, kendisiyle oldukça gurur duyuyor gibiydi.

"Atlas bana, büyü tozlarını yapmanın oldukça zor olduğundan bahsetti."

"Evet, zordur. Bir de bunun malzeme bulma kısmı var. Bana kalırsa o daha zor ve sıkıcı."

Konudan birazcık uzaklaşarak, "Sen, geri dönmem için yapılması gereken büyüyü bilmiyor musun?" diye sordum. Oysa ki, sorunun cevabını zaten biliyordum.

"Maalesef hayır. Bu bölgedeki büyü kitabı sayısı oldukça az, bu yüzden büyü çeşitliliği de oldukça az."

"Anladım."

Keder bir gölge gibi peşimden geliyordu. Gece olunca, gecenin karanlığıyla bütünleşip izini kaybettiriyordu ama yine de beni takip etmeye devam ediyordu. O görünürde yoktu ama uzak diyarların ıssız bölgelerine ev sahipliği yapıyordu. Bir tarafım isyan etmeye ve hüzne bulanmaya devam edecekti ama biliyordum ki, diğer tarafım ne olursa olsun adım atmak için direnecekti.

"Benim yanımda boşuna kaygılanma diye seninle konuşmak istedim, şimdi içeri geri dönelim. Önce tören hazırlıklarını tamamlayalım. Sonra bu konuları konuşuruz ve ben sana birkaç tane işine yarayacak büyü öğretirim."

Başımı sallayıp onu onaylandıktan sonra yerimden kalktım. Fincanını eline alan Perla, "Resmen kraliçe olacaksın. Ay, Alisa bunu görse kafayı yerdi! Biraz trajikomik bir durum," dedi.

"Buna Aren ve Atlas karar vermiş, benim de toplantıda haberim oldu."

"Bilmiyor muydun? İnanılmaz! Sonra bana her şeyi detaylıca anlatsana, çok merak ediyorum. Atlas neredeyse hiçbir soruma cevap vermedi."

Bu, nedense beni hiç şaşırtmamıştı. Kapıyı yavaşça açıp geniş odaya geçiş yaptım. Görevliler dört bir yana koşturup her şeye yetişmeye çalışıyorlardı. Ben yerime geçip oturduğumda beni bekleyen kargaşanın pekâlâ farkındaydım. Bir insan aldığı karardan dolayı bu kadar kısa sürede pişman olmamalıydı. Beni içinde bulunduğum durumdan kurtarsın diye Perla'ya, "Biraz yardımcı ol bana," dedim.

Perla durumdan anlaşıldığı üzere etkinlik düzenlemekten gayet hoşlanıyordu, şu ana dek ben de hoşlanıyordum tabii. Her bir detayı bana soracaklarını düşünememek benim hatamdı. Bir süre bana danışılan konular hakkında fikrilerimi dile getirmiştim ama tören sonrası düzenlenecek olan yemekte masaya yerleştirilecek bardakların şekilleri gibi detaylarının bana danışılmasından sonra, çünkü bana kalırsa bu oldukça gereksiz bir detaydı ve bunu söylediğimde Perla'nın bile yargılayıcı bakışlarına maruz kalmıştım, pes etmiştim. Bir noktadan sonra Perla kontrolü eline almış ve görevlilerin fikirleriyle o ilgilenmişti.

Böylesi detaylara yoğunlaşmak istemiyordum ve bu isteksizliğim onların oldukça yargıladığı bir durumdu. Perla da bu sebepten ötürü, benimle uğraşmak istemediği için doğrudan görevlilerle iletişim kurmuştu. Görünüşe göre böylesi daha iyiydi. Onun tören konusunda verdiği kararlar benim de hoşuma gidiyordu, kendisi zevkli birisiydi. Bu yüzden, saatler süren bu süreçte pek fazla zıtlaşmamıştık. Zaten bir noktadan sonra ben, her şeyi ona bırakmak zorunda kalmıştım.

Perla'nın gösterdiği kumaşları incelerken yanıma gelen görevli ile dikkatim dağıldı. Yanımda, kafasını yere eğmiş hâlde dururken, "Efendim, Aren Bey geldi, sizleri görmek istiyor," dedi.

Yerimden kalkmış, sonrasında Perla'ya, "Sen de bana eşlik etmek ister misin?" diye sormuştum.

Hiç tereddüt etmeden yerinden kalkan Perla, "Tabii ki de," dedi.

Odadan çıktıktan sonra sol taraftaki koridora sapan görevlinin peşi sıra onu takip ediyorduk. Koridorda biraz ilerledikten sonra sağ tarafta bulunan bir kapının önünde durmuş ve bizim geçmemiz için beklemişti. İçine girdiğimiz oda, dün Fedor Bey'in bizi beklediği odaydı. Odaya girer girmez karşılaştığım Aren ile birlikte yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Perla içeri girer girmez kapıyı kapattı ve yine küçük bir büyü yaptı. Büyük ihtimalle, gizlice dinlenmemizden korkuyor ve küçük de olsa önlem almak istiyordu.

"Aren hoşgeldin."

Perla, sanki kendi sarayında misafir ağırlıyormuşçasına samimi çıkan ses tonuyla Aren'i selamlamış ve hemen ardından ona sıkı sıkı sarılmıştı. Aren de aynı samimiyetle onun sarılışına karşılık verirken, ben pencerenin önüne ilerleyip pencerenin camını açtım. Temiz hava içeri dolarken derin bir nefes aldım. Güneş tepede parıldıyordu, hava bugün oldukça güzeldi ve bunun yanı sıra rüzgâr en sevdiğim hâliyle, hafif hafif, esiyordu.

"Alisa."

Duyduğum sesle arkama döndüm. Perla karşıdaki masaya yaslanmış bana bakıyordu. Aren yanıma doğru gelirken, "İyi misin sen?" diye sordu.

Onu bakışlarımla onayladım. Ardından Perla, "Bugün görevlilerle birlikte Alisa'yı biraz yorduk sanırım. Tören hazırlıkları bunaltıcı olabiliyor," dedi.

"Alışsan iyi olur Alisa. Hem senin için prova olmuş olur."

Ona tuhaf tuhaf bakarken, "Perla'nın bildiğini biliyorum," diyerek kafamdaki soru işaretlerini giderdi. Ne ara bunu öğrendiğini şu an sorgulamak istemiyordum. Ayrıca Aren'in neyden bahsettiğini çok iyi biliyordum. Birkaç yıl sonra kendi diyarımda, babamın tacını bana vermesiyle birlikte tahtta ben geçecektim. Bu gerçeğin getirdiği heyecan, yüzümden silinen tebessümü geri getirdi.

"Doğru söylüyorsun ama o zaman da bardak şekline karar vermek isteyeceğimi hiç sanmıyorum."

"Alisa daha en önemli şeye, kıyafetine, karar vermedik."

Aren yanıma gelip, pencerenin kenarına yaslanmıştı. Perla'nın konusunu açmasıyla beraber, "Törende giyilecek kıyafet zaten belli değil mi?" diye sordum.

"Törende giyilecek kıyafet için yalnızca ölçülerin alınacak ama tören sonrası düzenlenecek olan yemekte istediğin kıyafeti giyebilirsin, herhangi bir kural yok."

Cümlesinin sonlarına doğru ses tonundaki heyecan artmıştı. Sabırsız ve heyecanlı tavırları onun yaşam dolu birisi olduğunu gözler önüne seriyordu ya da yalnızca bana öyle geliyordu. Aklına bir şey gelmiş gibi yerinden hafifçe doğruldu. "Aren yemekte beni sen dansa kaldırsana," dedi.

"Seni dansa kaldırmak için sırada bekleyen biri var sanıyordum."

Perla'nın bakışları bana değdi. "Bunu seninle değil de Alisa ile konuşmayı tercih ederim. Her neyse, umarım Atlas, bugün burada kalmam için bana teklifte bulunur. Alisa ile konuşmamız gereken bir sürü konu var."

"Senin, Atlas'ın teklifte bulunup bulunmamasını önemseyeceğini hiç sanmıyorum."

"Önemsemem zaten ama kibarlık edip teklifte bulunursa iyi olur."

"O zaman seninle odama çıkalım. Atlas'ın bunu umursayacağını hiç sanmıyorum. Sana her şeyi açıkladığına göre etrafta olmanı istiyordur," diye söze atıldım.

"Bak fark ettiysen odam diyor, nasıl hemen benimsemiş görüyor musun? Senin yanında kalmadığı ne kadar belli."

Aren ona cevap yetiştirmek yerine, "O zaman, size iyi eğlenceler," dedi.

Aklıma gelen şeyle ona doğru döndüm. "Buraya beni kontrol etmek için mi geldin? Bir sorun yok, değil mi?"

"Dün geleceğimi söylemiştim zaten. Yalnızca her şey yolunda mı diye bakmak istedim. Bir sorun yok, boşuna endişelenme."

Bakışlarından bir sorun olmadığını az çok anlayabilmiştim ama yine de sesli bir şekilde duymak iyi gelmişti. Gerekli veya gereksiz bir sürü endişem vardı. Yoğun bir temponun beni beklediğini bildiğimden dolayı kafamdaki soru işaretlerini azaltmak istiyordum.

"Tören gerçekleşmeden önce Alisa'nın babasıyla görüşmem gerekiyor mu? Ayrıca bunu ondan nereye kadar saklayacağız?"

Perla masanın etrafındaki sandalyelerin birini çekip oturdu. Konuşmanın uzun süreceğini düşünüyordu sanırım.

"Alisa, hiçbir zorunluluğun yok; istersen görüşürsün, istemezsen görüşmezsin. Nasıl rahat edeceksen öyle hareket et. Törenden sonra çıkacağınız yolculuktan dönünce eğer gerek görürsek ona durumu açıklarız, acelesi yok. Hem emin ol, böylesi daha iyi."

Perla daha fazla sessiz kalamadı. "Aren neden kısaca, baban biraz sorunlu bir şahıs, o yüzden onu planlarımıza dahil etmiyoruz demiyorsun?" diye sordu.

Bakışlarım, endişemi ele verecek şekilde, Perla'ya dönünce, "Kusura bakma ama ne de olsa o senin baban değil, bırak bunu diğer Alisa düşünsün. Ona, gerekene kadar bu durumu açıklamayı düşünme bile. Çok huysuz ve bir de hiç uyumlu birisi değil; planlarımızı mahveder ve gider kendi planını çizer, sonra da bizim bu plana uymamızı bekler," diye sitem içeren ses tonuyla sözlerine devam etti.

"Siz daha iyi bilirsiniz," diyebildim yalnızca.

Perla düşüncelerini söylemekten çekinen birisi değildi. Belki de bana, aradığım cevapları o verecekti. Aren konunun daha fazla uzamasını istemediğini belli ederek, "Ben gidiyorum, bir şey olursa artık Perla yanında. Onun büyüleri sayesinde kolayca benimle iletişime geçebilirsin," dedi ve hiç beklemeden odadan çıkıp gitti.

Perla gözlerindeki hinlikle bana döndü. "İşte şimdi eğlence zamanı. Hadi kaldığın odaya çıkalım."

Atlas'ın benim için ayırdığı odanın kocaman bir balkonu vardı. Balkon doğrudan sarayın arka tarafına, okyanusun o eşsiz manzarasına, bakıyordu. Sarı ışıkların aydınlattığı yer, insan boyutundaki saksılarla döşenmişti. Balkonun her iki köşesinde de ayrı ayrı oturma alanı vardı ve biz, çoktan birine yerleşmiştik. Perla ile karşılıklı oturmuş ve sanki birbirimizi yıllardır tanıyormuş gibi samimi bir muhabbete dalmıştık.

Ben, ona buraya ilk geldiğim günden bu yana başıma gelenleri, aklımda kalan detaylarıyla, anlatmıştım ve o bu esnada beni can kulağıyla dinlemiş ve yer yer yorum yapmaktan eksik kalmamıştı. Hissettiklerimi, özellikle kaygılarımı, onun karşısında sesli bir şekilde dile getirmekten çekinmemiştim. Başka şartlar altında olsa bunu asla yapmaz, hatta düşüncesi bile zihnimden geçtiğinde kendime kızardım ama hissettiklerim benim için birer yüktü ve ben bu yükleri taşımaktan daha şimdiden yorulmuştum. Ben hislerimi açıkça ortaya sererken Perla her detaya hâkim olma isteğinin yanı sıra, arada bir bana teselli vermiş ve umudumu yitirmemem için cümleler sarf etmişti.

Şimdi ise tören hakkında konuşuyorduk. Bir yandan törenin hemen gerçekleşmesini istiyordum çünkü daha fazla bunun kaygısıyla yaşamak istemiyordum, bir yandan da o gün asla gelsin istemiyordum çünkü tören sonrasında yapacağımız yolculuğun bizi ulaştıracağı nokta asıl korktuğum şeydi.

"Alisa, törende yalnızca kurallara uyarak gelenekleri yerine getirmen yeterli, çok uzun sürmeyecek zaten. Törenden sonraki yemekte ise birlikte olacağız, onun için de pek endişelenmene gerek yok. Bir sorun çıkarsa sorunu halletmek için biz hazırda bekleyeceğiz."

"Biliyorum ama bunu bilmek kaygılarımı yok etmek için yeterli gelmiyor."

"Senin korkun tören falan değil, ne yaşarsak yaşayalım böyle hissedeceksin çünkü kendi diyarından çok uzaklardasın. Bir çözüme ulaşana dek belki de böyle hissetmeye devam edeceksin ama en azından konuşmak iyi geliyorsa benimle her zaman duygularını paylaşabilirsin. Ben konuşmayı çok severim ama dinlemeyi de severim."

Sonra gözlerini kısarak, "Kesin Aren ve Atlas seninle bu konular hakkında hiç konuşmadı, değil mi?" diye sordu.

"Konuşmak zorunda değiller, kimse değil. Yardımcı olmaya çalışmanız yeterli. Ayrıca Aren bana fazlasıyla yardımcı oldu."

"Aren sana tabii ki yardımcı olur. Kuzeni başka bir diyarda, hiç bilmediği bir bölgede. O yüzden senin durumunu kolayca anlayıp empati yapabiliyor. Bir yandan da kuzenine ulaşmak için çabalıyor sonuçta."

"Doğru. Onun için de oldukça zor bir durum."

Hafiften sinirlendi. "Sen kendini düşün. Aren'e kendi evrenine dönünce üzülürsün."

Minik bir kahkaha attım. "Peki, öyle olsun. Aren ile oldukça samimi görünüyorsunuz."

"Biz, mirasçılar olarak, genellikle iyi anlaşırız. Aren ise mirasçılar arasındaki en samimi olduğum kişidir."

Aren bana bundan hiç bahsetmemişti. Bana yalnızca Alisa ile mirasçıların ilişkilerinden üstünkörü bahsetmişti. Belli ki, yalnızca bu noktayı önemli görmüştü.

"Ah, bu arada benim bir tane kız kardeşim var. Aslında onun da bu durumu öğrenmesini ve seni onunla tanıştırmayı çok isterdim ama sanırım, böylesi daha iyi. O biraz..."

Sözlerinin devamını getiremedi. Madem ki, bir kız kardeşi vardı, o neden mirasçılar arasında yer almıyordu? Yaşı daha küçük olduğu için mi? Perla'ya sözlerine devam etmesini istediğimi belli edercesine baktım. Biraz oyalandıktan sonra, "O bu olayı hoş karşılamaz, yani hoş karşılasa bile seni hoş karşılamaz. Sözleriyle canını sıkar, durduk yere sorun çıkartır. O yüzden bilmemesi daha iyi," dedi.

Oldukça şaşırmıştım. Ben henüz duyduklarımın şaşkınlığını üzerimden atamamışken, Perla, "Daha fazla bu bilgiyi içimde tutamayacağım. Aren sana Pamir'den de bahsetti mi?" diye bir soru yöneltmişti.

Şaşkınlığımın el verdiği müddetçe, "Tüm mirasçılardan çok kısa bahsetmişti," dedim.

"Sanırım Aren'i dost listemden çıkarma vaktim gelmiş." Oturduğu yerde bana doğru eğildi ve bir sır veriyormuş gibi çıkan fısıltılı sesiyle, "Biz onunla sevgiliyiz," dedi.

Daha Pamir'i doğru düzgün hiç görmemiştim ama duyduklarımdan sonra onunla hemen tanışmak istemiştim.

"Bunu niye fısıldayarak söylüyorsun? Yoksa kimsenin haberi yok mu bundan?"

Yüzündeki kocaman gülümsemesi yavaş yavaş silindi. Arkasına yaslandı ve, "Herkes biliyor ama büyükler bunu pek onaylamıyor," dedi.

Şaşkınlığım giderek artıyordu. "Niye ki?"

"Yaşlıların tuhaf huyları diyebiliriz sanırım. Sonuç olarak yönetimin bir parçası olduğumuz için aşk yaşamamızı doğru bulmuyorlarmış çünkü bu aldığımız kararları etkileyebilirmiş."

"Sizin burada işler nasıl ilerliyor, hiç anlayamıyorum."

"Yaşlılar bazen sinir bozucu olabiliyor. Neyse ki, bize engel olmak için bir şey yapmıyorlar."

"Engel olmak mı? Böyle bir durum-"

"Hanımlar, sohbetinizi böldüğüm için kusura bakmayın."

"Sorun değil."

Perla'nın başkalarından anladığım göre onun için sorundu. Atlas, sanırım kendi sarayında olduğundan, bir teklif beklemeden yanımıza gelip oturdu.

"Önemli bir şey olmasa gelmezdim."

Bu, Atlas'ın ortaya öylesine attığı bir cümle değildi, Perla'ya açıklama yapıyor gibiydi. Perla, onun açıklamasını umursamadı bile.

"Bir de buraya gelirken, yaptığınız birkaç tane koruma büyüsünü bozdum sanırım."

"Onu balkona dalmandan anladık zaten."

Perla'nın bu hâlleri yüzümü gülümsetti.

"Perla şimdi bile böyle davranıyorsan birazdan seni buradan kovduğumda ne yapacaksın acaba?"

"Zaten gitmem gerekiyor, işim gücüm var benim. Alisa ben yarın yine gelirim. O zamana kadar bu arkadaşın yanında hayatta kalmaya çalış."

Yerinden kalkarken söylediği şeyin yenice farkına varıyordu. "Hep senin suçun Atlas. Kızın zaten can güvenliği pek yok, neler söylememe sebep oluyorsun. Neyse ki Alisa hiç yanlış anlamış gibi durmuyor."

Bakışlarıyla beni kontrol ederken her şeyin yolunda olduğunu belli etmek ister gibi gülümsedim. Aldığı onaydan sonra rahat rahat balkonun açıldığı odaya doğru geçti. Büyülerle ilgilendiği için geçit oluşturarak yolculuk yapacağını anlamıştım.

"İyi anlaşmış gibi görünüyorsunuz."

Atlas beni mercek altına almış incelerken, onu, "Evet, baya samimi bir kız," diye cevapladım. "Ona neden şimdi anlattın? Ben henüz kimseye bir şey anlatmazsın diye düşünüyordum."

"Aslında bunu benden Aren istedi."

Bugün daha fazla şaşıracağım bir şey duymak istemiyordum. "Aren mi? Neden böyle bir şey istedi ki?"

"Senin için daha iyi olacağını düşünmüş ve görünüşe göre doğru düşünmüş."

Ne diyeceğimi bilemedim. Aren bunu neden benden gizlemişti ki? Oysa saatler önce zaten buradaydı. Aren beni sandığımdan daha fazla düşünüyor olmalıydı.

"Her neyse, bunu daha sonra Aren ile konuşursun. Şimdi benim sana söylemem gereken önemli bir şey var."

Loading...
0%