@ervaerdal
|
Görevliler büyük telaş içinde etrafta koşturuyordu. Kimisi üzerimdeki elbisenin düzgün durduğundan emin olmaya çalışıyor; kimisi saçıma son dokunuşlarını yapıyor; kimisi odanın dışındaki koridorda, geriye kalan her şeyin hazır olup olmadığını kontrol etmek için, oradan oraya koşturuyor; kimisi ise odanın kapısının önünde, yalnızca, benim hazır olmam için bekliyordu. Ben ise aynanın karşısında dikilmiş, insanların beni hazır hâle getirmesini izliyordum. Vücudumu saran siyah elbisenin kumaşı hafif bir parlaklığa sahipti. Eteği, en alt kısımlarda hafifçe genişleyip, yere doğru akıyordu. Bol, geniş kesimli kolları omuzlarımdan aşağıya doğru, kol uçlarıma dek, genişçe dökülüyordu. Kolların üst kısımları altın işlemelerle kaplıydı. Bel bölümüne, kollardaki işlemelerle aynı işçiliğe sahip, fazladan siyah bir kumaş geçirilmişti. Sol tarafımdaki görevli elindeki son tel tokayı da topuzumun kenarına sıkıştırınca geriye doğru çekildi. Onun geri çekilmesinin ardından, sarayın en kıdemli çalışanlarından olan Lara, elindeki mücevher kutusundan; etrafı platin sarısı elmas zincirle kaplı, ortasında yakut bulunan kolyeyi çıkardı. Dikkatli bir şekilde kolyeyi boynuma taktıktan sonra yavaşça geri çekildi. Artık hazırdım. Tören, Katrin şehrinin ana sarayı olarak bilinen Sien Qa Sarayı'nda gerçekleşecekti. Burası, kralın hâlihazırda konakladığı yerdi lakin sebebini bilmediğim bir şekilde Atlas, şu ana dek gördüğüm kadarıyla ilk kez bu saraydaydı. Nedendir bilinmez, kendisi, kendisine ait başka bir sarayda konaklıyordu lakin bugün, belli ki, bu gelenek son bulacaktı. Modern mimariye sahip sarayın ana binasının iki yanı yükselen kulelerle donatılmıştı. Dışarıdan bakıldığında üç katlı görünen ana binanın en üst katı, kutlamalar için kullanılan bir yemek salonundan ve geniş balkonundan başka bir yapıya sahip değildi. İkinci katta saray sahiplerinin odası bulunurken; giriş kat, toplantı salonları ve yemek odaları gibi temel bölümlere sahipti. Bunun yanı sıra, dış mimariye yansımayan bir kata daha sahipti saray. Orada ise mahzenler ve zindanlar yer alıyordu. Saray, ana bina haricinde iki binaya daha sahipti. Ana binaya bağlı olmayan karşılıklı iki yapı birbirinden farklı alanlara ev sahipliği yapıyordu. Binalardan sağ tarafta bulunanı, saray çalışanlarının ikamet ettiği kısımken; sol taraftaki bina, merkez bina olarak adlandırılan yer, yedi bölümün yetkilileri veya diğer bölgelerdeki önemli isimlerle yapılan toplantıların düzenlendiği yerdi. Sarayın önünde ve arkasında genişçe uzanan bahçeler vardı. Ön kısımdaki bahçe, heykellerin süslemiş olduğu bir su kanalı, simetrik çiçek tarhları gibi yapılarla zenginleştirilmişti. Tören, sarayın ön bahçesinde gerçekleştirilecekti. Odadan dışarı adımı attığımda, odanın önünde dikilen iki muhafız beni giriş kattaki bir odaya yönlendirdi. Odaya girdiğimde, herkesi geride bırakmış olmanın verdiği rahatlık bedenimi gevşetebildi. Lakin Atlas'ın bir hafta önceki sözlerini hatırladığımda o rahatlık, çabucak dağıldı ve yerini korkuya bıraktı. Çoktan odaya gelmiş olan Atlas da korkumu kolayca okuyabildi. "Gerginim." "Bakışlarından belli oluyor. Acaba gerginliğini yok edecek bir büyü mü yapsak?" Onun kafamı dağıtma çabasını görmezden gelerek, "İçimde kötü bir his var," dedim. "Eğer seni rahatlatacaksa bugün kötü bir olay yaşanmayacak, bunu bil. Bir şeyler için endişeleneceksen yarın için endişelen." "Çok yardımcı oluyorsun." Odadaki pencereye ilerleyip, dışarıya hızlıca bir göz gezdirdim ama pencere sarayın arka tarafına baktığı için gerekli bir şeyler göremedim. "Bu bir teşekkür mü? O hâlde rica ederim." "Bu karara kimsenin itiraz etmemiş olması şaşırtıcı değil mi?" "Değil, belliydi zaten," dedi Atlas. "Ortada büyük bir otorite figürü var. Kimse kolay kolay karşı çıkamaz." Bahsettiği kişi Baba Ran'dı. Kendi diyarına benden daha fazla hâkim olduğu için sözlerini garipsemiyordum. Lakin yine de bir sorunun çıkageleceğine dair korkunç, meşum bir his barınıyordu içimde. Dışarıda yankılanan çan sesi vaktin geldiğini bildiriyordu. Daha fazla söz söylemeye gerek yoktu, ne yaşanacaksa bir an evvel yaşanmalıydı. Engel olmaya çalışmak nafile bir eylemdi. Atlas ile beraber odadan çıkıp, sarayın dışındaki büyük merdivenlere ağır adımlarla ilerledik. Sarayın girişine bağlı merdivenlerde üst yöneticiler dizilmiş duruyordu. Koca bahçe muhafızlar tarafından kuşatılmıştı. Bahçenin büyük demir kapılarının ardında kalan halkı da görebilmek mümkündü. Lakin bakışlarım kimsenin üzerinde uzun uzun dolanmıyor, boşluğa bakıyordu. Çan sesi yeniden yankılandı. Ardından, bu bölgeye ait olduğunu düşündüğüm bir müzik aletinin sesi doldu kulaklarımıza. Beyaz kadife kutunun içinde parıldayan altın işlemeli yakut taçlar, iki muhafızın koruması altında, birkaç adım önümüze kadar getirildi. Birkaç gündür hasta olmasına rağmen yeni yönetime şahitlik etmek, yolu açmak ve gelenekleri yerine getirmek adına Baba Ran tam karşıda, tacı takmak için dikiliyordu. Yüzünde yaşını belli eden kırışıklıklar vardı. Hastalığına işaret eden bir solgunluktaydı yüzü. Buna rağmen mavi gözleri parıltılarını kaybetmemişti. Yavaşça harekete geçti. Önce Atlas'a ait olan tacı aldı ve yine yavaşça tacı yerine, Atlas'ın başına, yerleştirdi. Onun, Atlas'a değen bakışlarında birtakım latif hisler yer edinmişti. Görünüşe ve Aren'in anlattıklarına göre o, Atlas'ın yönetimde olmasından pek memnundu. Ellerini tacın üzerinden çeker çekmez, gür sesiyle, "Tanrı kralı korusun!" dedi. Hemen ardından kalabalık aynı cümleyi tekrarladı. "Tanrı kralı korusun!" Atlas'ın yemini kulaklarıma doldu. "Devam eden görevim boyunca, bölgemizin geleceği için en doğru kararları alacağıma ve bu kararları alırken kutsal metne sadık kalacağıma yemin ederim." Baba Ran geriye dönüp diğer tacı aldı, yanıma doğru yaklaştı. Tam önümde durduğunda tacı dikkatli bir şekilde başıma yerleştirdi. Hissettiğim baskı, korkularıma ortak olmuştu. Ellerini tacın üzerinden çeken Baba Ran, "Tanrı kraliçeyi korusun!" dedi, yüksek çıkan sesiyle. "Tanrı kraliçeyi korusun!" Sıra; önemini, büyüklüğünü ve ifade ettiği şeyi bilmediğim yemine gelmişti. "Görev aldığım süre boyunca bölgemizin geleceğini ve halkımızı düşünerek kararlar alacağıma ve kutsal metne sadık kalacağıma yemin ederim," dedim. Baba Ran önümüzde saygıyla edildikten sonra, "Tanrı kral ve kraliçeyi korusun!" dedi yeniden. "Tanrı kral ve kraliçeyi korusun!" Artık resmiyet sona ermişti, kutlamaların yapılacağı saatlere girmiştik. Müzik sesleri bahçeyi sararken, Atlas'la ben sarayın içine geri döndük. Kutlama yemeğine hazırlanmak için yollarımız burada ayrılıyordu. Atlas, genişçe uzanan koridorun solundaki merdivenlere yönelmeden evvel, "Şimdi yalnızca kraliçe olmanın tadını çıkar, sorunlarla yarın ilgileniriz," dedi. Koridorun sağ tarafında kalan merdivenlere yönelmiş olan Lara'nın peşine takıldım. Önümüzdeki koridoru aşıp, bu sarayda, belki de bu diyarda, bana ait olan tek yere geçiş yaptık. Odanın içinde hâlihazırda beni bekleyen görevliler önce tacı, ardından da kolyeyi bedenimden ayırdı. Zihnimde birtakım savaşlar yaşanıyordu. Onlara takılmadan ve biraz da acele ederek üstümü değiştirdim. Üst kısmı vücudu saran, altın dantel işlemeli, zümrüt yeşili elbisenin etek kısmı dökümlü kumaştandı. Altın işlemeler eteğin başlangıç noktasına dek uzanıyordu. Elbisenin kolları, dirsek kısmından itibaren genişçe açılıyor; altın işlemeler burada da kendini belli ediyordu. Yeni bir mücevher boynumdaki yerini aldı lakin tacı başıma geçirmeyi gerek görmedim. Gücün ve yönetimin simgesini odada bırakıp oradan ayrıldım. Lara önüme geçti, sessiz adımlarla üst kata yöneldi. Bir gölge gibi onun peşinden süzüldüm. Üst kata çıktığımızda, yemek salonuna açılan uzun koridorda Fedor Bey ile karşılaştık. Geçtiğimiz bir hafta boyunca sürekli yanımıza uğramış, törenle ilgili her detayla özenle ilgilenmiş ve özellikle bana, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sürekli olarak sormuştu. Alisa'nın onların işini zorlaştırmış olmasına rağmen, onun yaşananları geride bırakarak yanımda durması ona çokça saygı duymama neden olmuştu. Karşıma geçtiğinde hafifçe başını eğerek selamladı beni. "Alisa, tebrik ederim. Seni yorucu bir süreç bekliyor ama eminim ki, bunun da üstesinden gelirsin." "Teşekkür ederim Fedor Bey." Başımla onu selamladıktan sonra yanından geçip gitmek için hareketlendim ama onun sesi buna engel oldu. "İstediği şeyi elde etmiş birine göre oldukça mutsuz görünüyorsun." "Mutsuz değilim, yalnızca yorgunum." "Seni uyarmıştım ama sen hayal denizinde yüzmeye devam etmek istedin. Yönetim sandığın gibi bir şey değil. Sana her kapıyı açmayacak ve sen tüm bunların farkına vardığında tahmin ediyorum ki, her şey için çok geç olacak." Sözleri tehdit eder gibi değildi; yaşamış, görmüş ve en derin pişmanlıkları bedenine hapsetmiş birisinin uyarıları gibiydi. "Yönetime neden geçmek istediğimi biliyormuş gibi konuşuyorsunuz." "Çünkü biliyorum." Ben bilmiyordum ama Alisa'nın oturup bu adamla yönetim hakkında konuştuğunu da hiç sanmıyordum; onunkiler yalnızca birer tahmindi. "Baba." Atlas'ın sesini duyunca arkama dönerek ona baktım. Onun bakışlarının babasına odaklanmış olduğunu görünce önüme dönüp Fedor Bey'e baktım. "Ne yapıyorsunuz?" "Alisa'yı tebrik ediyordum ve biraz da uyarıyordum." Fedor Bey'in dürüst cevabı beklediğim bir şey değildi. O, şüpheliler listesine alınmalı mıydı hiç anlamamıştım. "Bunu burada mı yapıyorsun?" Fedor Bey oğlunun sözlerini umursamadan, "Neden balkona çıkıp halkı selamlamıyorsunuz?" diye sordu. Bakışları bana dönünce, "Uzun zamandır bu topraklarda yönetime bizzat dahil olacak bir kraliçe bulunmamıştı. Herkesin heyecanı diri ve saf. Git ve halkını selamla kızım," dedi. "İyi dilekleriniz için yeniden teşekkür ederim" diyerek, daha fazla koridorun ortasında durmak istemediğimden balkona doğru yürümeye başladım. Peşimden ilerleyen Lara, büyük ihtimalle, soylu dramalarından bıkmış vaziyetteydi. Önünde iki tane muhafızın bulunduğu balkon kapısına yanaştığımda Atlas'ı bekleme gereği duymadan balkona çıktım. Yükselen çığlık ve alkış sesleri beni gerçekliğe döndürdü. Sarayın dört bir yanını kaplayan kalabalığın karşısında, ileride onların ve topraklarının, benim sebep olabileceğim bir nedenden ötürü tehlikeyle karşı karşıya kalma ihtimallerinin bedenimde yarattığı ağırlık dolayısıyla, saygıyla ve biraz da pişmanlıkla eğildim. Onları topluca selamlarken bir konuşma yapmak istemiyordum. Atlas balkona çıktığında kalabalığın arasında bir beden dikkatimi çekti. Atlas konuşmasını çoktan yapmaya başlamıştı ama ben göz hapsine aldığım beden dışında hiçbir şeye odaklanamıyordum. Kafasına geçirdiği pelerini ve yüzünü örten zerrin, siyah maskesi onun halktan biri olmadığını anlamama yetmişti. Maskesinin açıkta bıraktığı gözleri doğrudan bana bakıyordu. O gözler bana hiçbir şekilde tanıdık gelmiyordu. Düşmanın bu şekilde karşıma çıkmayacağını, yaptığı akıllıca hamleler doğrultusunda anlamıştım ama o kişinin öylesine birisi olmadığı belliydi. Belki de düşmanın bir kuklasıydı. Atlas'ın koluma değen eli dikkatimi ona vermemi sağladı. Bakışları sorgularcasına yüzümde dolandıktan sonra, "İçeri geçelim," dedi. Son defa dönüp baktığımda o kişiyi durduğu yerde göremedim. Koridora geri girdiğimizde görevliler önümüzden ilerleyip büyük salona kadar bize eşlik etti. Yemek masasının boylu boyunca uzandığı büyük salonda kırık beyaz duvarlar altın şerit işlemelerle kaplanmıştı. Salon kapısının tam karşısındaki duvarda ise Atlas'ın çalışma odasının kapısının üzerindeki sembolün aynısı yine altın işlemelerle duvara işlenmişti. Devasa bir avizenin gölgesiyle kaplanmış yemek masasına beyaz renkli saten bir kumaş örtülmüş ve masa, günler önce Perla'nın seçtiği kırmızı çiçeklerle donatılmıştı. İçerideki davetlilerin kimisi çoktan yemek masasında yerini almış oturuyordu, kimisi ise masanın etrafında oluşturdukları minik gruplarla sohbet ediyordu. İçeri girdiğimizde kısa bir an herkes meşgul olduğu işi bırakmış ve bizi selamlamıştı. Gözüme önce Atlas'ın babası sonra da Alisa'nın babası çarpmıştı. Fedor Bey hâlinden oldukça memnun görünüyordu ama Timun Bey'in, törenden önce benimle konuşamadığı için olsa gerek, yüzü gülmüyordu. Birkaç gün önce, öğle vakitlerinde, Atlas'ın sarayına uğramış ama o gün ben günübirlik Aren'in sarayına gitmiş olduğumdan beni görememişti. Sonrasında ise beni görmek için ne Aren'in sarayına gelme zahmetinde bulunmuştu ne de ilerleyen günlerde Atlas'ın sarayını yeniden ziyaret etmişti. Böylece, onunla en son konuşmamız toplantı gününde gerçekleşmişti. Bakışlarından anladığıma göre, geçtiğimiz bir hafta boyunca onu hiç ziyaret etmediğim ve onunla konuşmak için hiçbir girişimde bulunmadığım için bana dargındı. Onun bu dargınlığını, kızı olduğum için anlayabiliyordum ama asıl kızı olmadığım için onun gönlünü almam gerektiğini düşünmüyordum. Yanından geçtiğimiz herkes yeniden küçük bir baş selamı veriyor ve bazıları da bu selamla yetinmeyip, tebrik etmek amacıyla küçük bir iki söz söylüyordu. Yapay gülümsemem yüzüme bir leke gibi yapışmıştı. Salondaki çoğu insanı tanımıyordum. Tanıdığım insanlarınsa tanıdık olan tek şeyleri görüntüleriydi. Masanın ucuna, bize ayrılan yere, ilerledik. Atlas ile masanın ucuna geçtiğimizde davetliler de birer birer yerlerine yerleşti. Baba Ran böylesi bir etkinliği ilk kez kaçırıyordu. En azından bana söylenen şey buydu. Hastalığından dolayı dinlenmek için kendi bölgesine çekilmişti. Törendeki zor bela ayakta duran hâli gözümün önüne gelince aldığı kararın yerinde olduğunu düşündüm. "Öncelikle bu özel günde yanımızda bulunduğunuz için hepinize ayrı ayrı teşekkürlerimi sunarım," diyerek sözlerine başladı Atlas. "Bölgemizin geleceği için yeni bir dönem başlıyor. Umuyorum ki, bu dönem, topraklarımızın şu ana dek gördüğü en iyi yönetime ev sahipliği yapar. Tanrı attığımız adımları sağlamlaştırsın." Önündeki kadehi aldı ve bakışlarını bana çevirerek, "Tanrı kraliçeyi korusun," dedi. "Tanrı kraliçeyi korusun!" Davetlilerin gür çıkan sesini, saniyeler sonra, kadehlerin birbirine çarpma sesleri takip etti. Sandalyeye yavaşça oturdum ve nihayetinde yemek resmi olarak başlamış bulundu. Yemeğin huzur dolu geçmeyeceğinin en büyük habercisi sağ çaprazımda oturan Timun Bey idi. Bir hafta önce, Atlas'ın bana ayırdığı odanın balkonunda, Perla'yla birlikte geçirdiğimiz güzel dakikaları bölen ve ardından korkumun dehşete dönüşmesine neden olan Atlas'ın sözleri hâlâ kulağımda, bir okyanusun derinliklerine gömülen çok değerli bir eşya gibiydi. Batmıştı ama hâlâ orada duruyordu ve onun ne kadar kıymetli olduğunu bilen tarafım, onun orada öylece durmasına seviniyordu ama o nesneyi bu denli değerli kılan tek şeyin nesnenin tehlikesinden başka bir şey olmadığını bilen tarafım, o nesnenin zihnimde gömülü olmasına ve bu mezarı zihnimde ölene dek taşıyacak olmama ağıt yakıyordu. Alisa'nın bu evrendeki izleri siliniyordu ve eğer birisi bunu fark ederse savaş nereye doğru evrilirdi hiç bilmiyordum. Doğrusu geriye bir savaş kalır mıydı, ondan da emin değildim. Masanın geri kalanı bizim aksimize oldukça hareketli ve gürültülüydü. Masanın diğer ucuna doğru gidildikçe, sanıyordum ki, insanların hem sesleri hem de memnuniyetleri artıyordu. Masanın bizim bulunduğumuz ucunda ise âdeta bir ölüm sessizliği vardı. Kimi zaman çatal bıçak sesi dahi çıkmıyordu. Atlas'ın sol tarafında oturan Fedor Bey ile babası Alpay Bey arasında oturan Aren, belki de, aramızdaki en keyifsiz olan kişiydi. Onun keyifsiz olduğunu söylemek, ona hakaret etmişim gibi hissettiriyordu. Alisa'nın izlerinin yavaş yavaş ve teker teker yok olduğunu bilen üçüncü ve son kişi oydu. Aren ve Atlas'ın söylediğine göre izlerin silinmesinin en temel nedenlerinden biri Alisa'nın kendi evreni dışında bir yerde ölmüş olmasıydı. Bilindik en temel ve en olası neden buydu. İzlerin yok olmaya başladığını öğrendiğinden beri Aren, korkunç bir hâldeydi. Öyle ki, diğer herkese onun hasta olduğunu söylemek gibi bir yalana başvurmak zorunda kalmıştım. Günler önce Atlas'ın sarayını terk edip Aren'in sarayına gitme nedenim de Aren'in korkunç ruh hâliydi. Zihnindeki okyanus dev dalgalar yaratmış ve Aren de o dalgaların arasında gözüken bir hayaletin kurbanı olmuş gibiydi. O hayalet onu okyanusun derinliklerine doğru çekmiş ve Aren'in bedeni dalgaların arasında erimeye başlamıştı. Benim zihnime o dalgalar henüz uğramamıştı. Buraya geldiğim ilk günlerde Aren'in bana yaptığını bu sefer ben ona yapmış ve kendimi ikinci plana atarak onun yanında olmuştum. Eğer Alisa öldüyse benim bu evrenden çıkış biletim de, bildiğimiz kadarıyla, yanıp kül olmuştu. O küreği boşa çekiyormuş gibi hissediyordum çünkü görünürde hiç kara parçası yoktu ama yine de küreği çekmeye devam edecektim; en azından şimdilik. Atlas bir hafta boyunca, bu güne dek bu diyarlarda hiç yaşanmamış bu olayın sebebini araştırmaya çalışıyordu. Ulaşabildiği kitaplarda yazan tek şey, bu evrendeki bedenin başka bir evrende ölmüş olması ihtimaliydi. Atlas'ın elde ettiği bu bilgi Aren ve benim, yönünü kaybetmiş bir geminin içinde mahsur kalmış gibi hissetmemiz için yeterli olmuştu. Atlas bu bilgiyi benimle paylaştıktan sonra bu durumu Timun Bey'in de fark etmiş olma ihtimaline karşı içimde endişe ve kuşkular oluşmuştu. Onun, yerinde sakince ama biraz dargın bir biçimde oturuyor oluşu, içimdeki endişe ve kuşkunun yeni yeni dağılmasını sağlıyordu. Fedor Bey ise masanın bu kısmındaki kişilerin en keyiflisiydi, şüphesiz. Biraz önce yersiz kelimeler sarf etmemiş gibi yemeğini keyfini çıkara çıkara yiyordu. Onun, nedenini tam olarak anlayamadığım sözleri, bir hafta içinde samimi tavırlarıyla inşa ettiği güveni sarsmış ve ona karşı ister istemez cephe almama neden olmuştu. Onun hangi tarafta yer aldığını anlayamıyordum. Bana kalırsa biraz dengesiz bir adamdı ve tuhaftı. Kişilik karmaşası yaşıyor alabilirdi, ne de olsa bazı insanlar geç olgunlaşıyordu. Timun Bey'in dargın hâlleri aklıma Lena'nın düşmesine neden oldu. Kim bilir o ne kadar dargındı? Öğrendiğim kadarıyla o, eskiden katıldığı her etkinlik ve toplantıda abisinin yanına otururmuş. Onun eksikliğini Timun Bey de hissediyor muydu yoksa kız kardeşine duyduğu öfkeyi hiçbir şey geçemiyor muydu? Bu aile dramının her bir detayını öğrenmek için can atıyordum ama kimseye bu konu hakkında soru soracak cesaretim yoktu. Ayrıca henüz Lena'nın da bu olaydan haberi yoktu. Öğrendiği zaman yaşayacağı yıkımı tahmin edebiliyordum. O dakikaların her saniyesi zihnimde bir tiyatro gibi canlanıyordu. Yemeğin sonlarına doğru ortamdaki ciddiyet iyice kaybolmuş ve etrafta insanların içten kahkahaları uçuşmaya başlamıştı. Salonun içinde hafif bir keman sesi duyuluyordu. Perla'nın babası Aldo Bey oturduğu sandalyeden kalkmış, yavaş ve emin adımlarla yanımıza ulaşmıştı. Bir elini babamın sandalyesinin başlığına uzatırken, "Alisa, tebrikler. Başa geçme konusundaki azminle hepimize ilham oldun. Yapacağını yenilikleri dört gözle bekliyorum. Yalan söylemeyeceğim senden beklentim diğerlerinin aksine oldukça yüksek. Umarım beni, daha doğrusu bizi hayal kırıklığına uğratmazsın," dedi. Aldo Bey'in sözlerine karşılık veren ilk kişi olamadım, Timun Bey benden önce davrandı. "Alisa'nın azmi konusunda söylediklerine katılıyorum ama Aldo, bu topraklar zaten fazlasıyla yetersiz hükümdar gördü ve bunu Alisa kızım olduğu için söylemiyorum, sen daha iyi bilirsin geçmişi. O yüzden tam olarak nasıl bir hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorsun, anlayamadım." Aldo Bey hiç istifini bozmadan, "Alisa'ya laf atmaya çalışmıyorum. Sizin aksinize ben, bugüne kadar onun bu isteğine fazlasıyla saygı duydum. Saygı duymamın en temel nedeni ise onda gördüğüm cevher, o hükümdar olmak için yaratılmış gibi. Umarım ileride siz de bunun farkına varırsınız Timun Bey," dedi. "Ayrıca kızınızla aranızı düzeltmiş olmanız takdire şayan! Bunlar görmek istediğimiz tablolar. Sonuçta bu topraklar fazlasıyla aile dramına tanıklık etti, tabii siz de bunu daha iyi bilirsiniz." Aldo Bey'in Lena'nın işlediği cinayetten bahsettiği su geçirmez bir gerçekti. Öyle ki, ortam birden buz kesti. Aren bile o dalgaların arasından kafasını çıkarttı ve Aldo Bey'e dikkat kesildi. Alpay Bey, "Aldo, belli ki, ağzından çıkan şeyleri hâlâ kontrol edemiyorsun. Geçmişin lafını açmanın sırası değil," dedi. Kızgından ziyade, çoktan tarihin eski sayfalarına gömülmesi gereken mevzuların yeniden söz konusunu olmasından dolayı yorgun düşmüş gibiydi. "Bugün burada neden toplandığımızı unutma Aldo. Huzursuzluk çıkarmanın manası yok." Fedor Bey'in sözlerinden sonra Atlas hiçbir şeyi umursamayarak, "Dans edelim mi?" diye sordu bana. Timun Bey bize döndü. "Evet, evet, siz dans edin. Bugün sizin gününüz, eğlenmenize bakın." Benim yerime verdiği onay, bir an bu durumu garipsememe neden olsa da sonrasında hiçbir şey demeden Atlas'ın uzattığı elini tutarak yavaşça ayağa kalktım. Onları geride bırakıp, geniş salonun yemek masasından uzaktaki boş kısmına ilerleyip dans etmeye başladık. Bizim ardımızdan birkaç tane çift de dans etmeye başlamış ve boş alan gittikçe dolmaya başlamıştı. Tüm dikkatimi Atlas'a verirken, "Bu yemekler hep böyle sorunlu mu geçer?" diye sordum. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. "Daha soruna dair hiçbir şey görmedin." "Bu bence gayet yeterli ve büyük bir sorun." "Barış ve iyilikler diyarından gelen senin için öyledir tabii." "Sen benim diyarımı mı kıskanıyorsun?" "Biraz önce yaşanan şeye bir sorun olarak baktığına göre kıskanmam gayet normal." "Yine de açtığı konu hoş değildi." "Evet, değildi ama buna, senin dışında herhangi birisinin şaşırdığını sanmıyorum. Ayrıca açılan konuyu sen nereden biliyorsun?" Bakışlarında yalnızca merak vardı. "Buraya geldiğim ilk günün akşamı Timun Bey ile Lena'nın bu konu hakkında tartışmasına şahitlik etmek durumunda kaldım ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorum." Şimdi ise benim bakışlarımda merak vardı ve o bunu gördü. "Bunu sana anlatan kişi ben olmayacağım. O yüzden boşuna öyle bakma." "Zaten öyle bir isteğim yoktu." "Bakışların öyle demiyor ama." İçimdeki sıkıntı yüzünden konuyu değiştirdim. "Alisa'nın babası henüz yaşanan durumun farkına varmamış ama illa ki, bir gün fark edecek. O zaman ne yapacağız?" diye sordum. "Timun Bey'in öğrenmesinden neden bu kadar korkuyorsun, hiç anlamıyorum." "Senin yüzünden," dedim birden. Sonra, bakışlarındaki yargılayıcı ifadeden dolayı, "Yani sizin yüzünüzden," diye düzelttim. "Hâlâ beni etkenlerden biri olarak gösteriyorsun. Ben bu konu hakkında sana olumlu veya olumsuz hiçbir şey söylemedim." "Tamam, tamam. Aren ve Perla yüzünden, bir de Lena tabii ki," dedim, bıkkınlık dolu ifadeyle. "Lena'nın, Timun Bey konusunda senin gözünü korkutması çok normal değil mi?" "Öyledir elbet. Aman ne bileyim! Durduk yere gerdiler beni sanırım." "Herkes birbirini kendi hikayesindeki rolüne göre yargılar. İnsan tüm hikayelerdeki iyi karakter olamaz. Bazen, bazı hikayelerin kötü karakteri olmamız gerekir. O sebeple, karşına çıkan kişilerin diğer insanlar hakkındaki düşünceleri seni yanıltmasın." Asıl konumuz Timun Bey olmasına rağmen bu cümlelerin zihnimdeki hedefi benim için Lena'ydı. Buna kendini kandırmak denirdi biliyordum ama onun tüm her şeye rağmen kötü karakter olmadığını hissediyordum; en azından onun, benim hikayemin kötü karakteri olmadığını hissediyordum. Yalnızca bana davranışlarından ötürü böyle düşünmek korkunç bir bencillik olabilirdi ama bu düşünce çoktan zihnime sızmıştı. "Birilerinin hikayesinde kötü karakter olduğunu kabul ediyorsun yani, öyle mi?" Büyük salonun içinde kemanın sesi gittikçe yayılıyordu ve biraz önceki kargaşa artık benim ana konum değildi. Atlas'ın dingin bakışları gözlerimi deldi geçti. "Neden kabul etmeyeyim ki? Herkesin hikayesindeki iyi karakter olmak istemem zaten. Yoksa senin böyle bir arzun mu var?" Hafifçe tebessüm ettim. "Eğer böyle bir şeyi arzuluyor olsam beni yargılayacak mısın ki?" "Neden olmasın? Aptalca bir istek ve yargılanmayı hak ediyor. Ayrıca yalnızca yargılamakla kalmam." "Pekâlâ, neyse ki öyle bir isteğim yok." Bakışlarım etrafta dolandı ve insanların ait oldukları yerde ne kadar mutlu olduklarını ve ait hissetmedikleri yerde ne denli bedbaht olduklarını gördü. Bu iki zıtlığın arasına sıkıştı bedenim. Yeniden Atlas'a döndüğümde, "Buradan gidebilecek miyim?" diye sordum. Bu aitsizliğin arasında arzuladığım tek şey ait olduğumu bildiğim yere dönmekti. "Elbette," dedi. Oldukça emindi. "Elbet bir tane anahtar vardır, hatta anahtarlar vardır. Tek sorun anahtarların nerede olduğunu bulmak. Sonra hangi anahtarı seçeceğin sana kalmış." Bir bilinmezlik doğrultusunda aitsizlik noktasının tam üzerindeydim. Karşıma kim çıkarsa çıksın o kişiden medet umacaktım. Onun güven veren sesi bir şeytana tutunuyormuşum gibi hissetmiyordu ama o, yalnızca dakikalar önce birilerinin hikayesinde kötü karakter olmaktan çekinmediğini hatta birilerinin hikayesinin kötü karakteri olmak istediğini itiraf etmişti. Zihnim feryat figan hayatta kalmaya çalışıyordu ve ben onun işini kolaylaştırmak amacıyla, fırtınalı havaya rağmen zihnimde gezintiye çıkıyordum; hayata tutunmamı sağlayacak bir durak arıyordum. "Yalnız bir tane yeterli," dedim. "Tek bir çıkış anahtarı yeterli, fazlasında gözüm yok." "Neden az ile yetiniyorsun?" Sanki tüm anahtarlara çoktan sahipmiş gibi konuşması zihnimin bize yetişememesine neden olmuştu. "Fazlasını istemek sahip olduğumuz azı da elimizden almaz mı?" diye sordum. Çok sesli olmayacak bir kahkaha attı. "Birisi seni fena kandırmış Alisa." Ona cevap veremedim, ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerini hafifçe kıstı. "Yoksa seni kandıran kişi kendinden başkası değil mi?" "Artık oturalım mı?" Hiçbir şey söylemeden ellerini bedenimden çekti ve bana, sakladığım sırrı, zihnimde bir şeyleri çözüme kavuşturamadığımda başka bir durağa geçiş yaptığımı, biliyormuş gibi baktı. Masaya döndüğümüzde Aren'in oturduğu yerde olmadığını gördüm. Sandalyeye oturduktan sonra, "Aren nerede?" diye sordum. "Biraz hava almaya balkona çıktı." Alpay Bey'in benden hazzetmediği bakışlarından dahi belliydi. Kendince gerekçeleri olduğunu düşünerek buna pek takılmadım. "O zaman ben Aren'e bakmaya gidiyorum." Yerimden kalkarken, bir an için Alpay Bey'in beni durdurup, gitmememin daha iyi olacağını söyleyeceğini sandım. Masanın etrafından geçerken birinin beni durdurmaması için adımlarımı hızlandırdım. Büyük salonun kapısı benim için açıldığında, adımlarımı hiç yavaşlatmadan ilerlemeye devam ettim. Uzun koridorda balkonun oraya doğru ilerlerken, "Alisa," diye seslenen yabancı bir ses duydum. Arkamdan gelen sese doğru döndüğümde, karşımda beşinci bölümün mirasçısı Kunter'i gördüm. Ona döndüğümde önce başıyla hafifçe bir selam verdi ve sonrasında hızla yanıma doğru yaklaştı. "Tebrikler Alisa. Aslında geçtiğimiz günlerde yanına gelmek istedim ama Aren, senin fazlasıyla yoğun olduğunu söyleyince geri vazgeçtim." "Teşekkürler ve evet, fazlasıyla yoğundum. Tören hazırlıklarıyla ilgileniyordum." "Biliyorum, Aren onu da söylemişti. Ayrıca Perla ile aranızı düzeltmişsiniz." Sorgular gibi çıkan ses tonu bedenimi iyice gerdi. "Evet, düzelttik." Sözümü bitirdikten sonra çekip gitmeyi planlıyordum ama onun sözleri buna engel oldu. "Aren aramızı düzelttiğimizi hâlâ bilmiyor sanırım, ona söylemedin mi?" Ben kaçacak bir yer ararken o, "Sen iyi misin?" diye sordu. Aren'in bile bilmediği bir durum vardı ve ben bu durumun içinden nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. "Bunları sonra konuşsak olmaz mı? Şimdi Aren'in yanına gitmeliyim." Yüzünde samimi bir tebessüm oluşurken, "Olur, sonra konuşalım, tabii yönetim işlerinden vaktin kalırsa," dedi. Ben de hafifçe tebessüm ettim ve, "Size ayıracak vaktim her daim var, merak etme," diyerek hızlıca oradan ayrıldım. Balkona geçiş yaparken kalbim hâlâ sakinleşememişti. Aren'i aradığım yerde bulunca rahat bir nefes verdim ve yanına âdeta koşar adımlarla ilerledim. Duyduğu seslerden dolayı arkasına dönen Aren, ziyadesiyle takatsiz görünüyordu. Yine de beni gördüğünde yüzünde bir tebessüm oluştu. "Benden önce davranıp bir yerlere kaçmışsın." Gökyüzü; solgun ve yorgun bedenleri sarmalamak istermiş gibi çoktan kararmış, bedenlerin yorgunluğuna sahip çıkmak ister gibi yıldızlarının ışıklarını bile soldurtmuştu âdeta, öylesine parlaklığını kaybetmişti yıldızlar. "Senin kaçışın için zemin oluşturdum işte." Balkondan dışarı bakarken artık kalabalık olmayan sokakları, karanlığın izin verdiği müddetçe inceledim. "Az önce Kunter ile karşılaştım. Sözlerine bakılırsa Alisa onunla arasını çoktan düzeltmiş." Sorgularcasına kaşlarını çattı. "Alisa bana bundan söz etmemişti." "Sanırım bu olay yaşanmadan kısa bir süre önce araları düzelmiş ki Alisa sana haber verememiş." "Başka bir şey dedi mi?" "Diğer söyledikleri çok önemli değil. Yalnızca bu konu beni çok gerdi. Alisa onunla çok samimi miydi? Ayrıca araları niye bozulmuştu ki?" "İtirazdan ötürü elbette." Kafamdaki yapboz parçalarını yerine yerleştirmeye çalışıyordum. "İyi de ne oldu da birden araları düzeldi?" Aynı karanlığın Aren'in de etrafını sardığını fark ettim. "Bilmiyorum, bu bilgiyi bize yalnızca Kunter verebilir." Onu bu hâldeyken sorularımla darlamak istemiyordum ama önümde daha düzgün bir seçenek yoktu. "Lena'ya ne zaman söyleyeceğiz?" Sıkıntı dolu bir nefes aldı. Tüm ilgisini bana yöneltti. "Bilmiyorum Alisa, bu aralar ben hiçbir şeyi bilmiyorum." Ona bir iki adım daha yaklaştım. "Belki yaşanan şeyin bizim bilmediğimiz bir anlamı daha vardır. Atlas bana diğer bölgelerdeki kitaplarda bu olayla ilgili daha fazla bilgi bulabileceğimizi söyledi. Yarınki yolculuğumuz bittikten sonra o kitapları bulmaya gideriz ve bu izlerin yok olmasının başka bir anlamı var mıymış ona bakarız." Aren'i biraz da olsun kendine getirmek istediğim için sıraladığım cümleler ağzımdan çok kolay çıkmıştı ama ikimiz de bunun bu kadar kolay olmadığını biliyorduk. Ben yalnızca bir süre kendimi kandırmak istiyordum. "Önce tüm cevapları bulalım. Ondan sonra umutsuzluğa kapılacaksak kapılalım." Sözlerim onun açısında bir etkiye sahip miydi, cevabı onun bedenine baktığımda göremiyordum. "Cevapları, umutsuzluğa kapılsak da kapılmasak da bulacağız. Bu seni endişelendirmesin. Önceliğimiz seni kendi evrenine göndermek, bunu unutma." Sonra aklıma gelen şeyle hızla başıma ona çevirdim. "Bugün balkondayken dışarıdaki insanların arasında birini gördüm, maske takıyordu." "Bunu yeni mi söylüyorsun?" diye sordu. "Ne yapayım? O an kafam allak bullak oldu. Ayrıca o an size haber versem bile ne yapabilirdik ki? Kutlama yemeğini bir kenara koyup adamın peşine mi düşecektik?" "Biz peşine düşmeyecektik ama büyüyle izini takip edebilirdik." Aren'e bu evrende büyünün var olduğunu bir anlığına unuttuğumu söylersem daha da sinirleneceğini bildiğim için çenemi kapamaya devam ettim. Kendime dalgınlığımdan dolayı kızarken, Aren'e, "Hadi artık içeri geçelim," dedim. Arkamı ona dönüp yürümeye başladığımda kolumu tutup beni durdurdu. "Gece, davet sona erdiğinde bu bilgiyi direkt Atlas'la paylaşıyorsun. Ayrıca bundan sonra adımlarına daha fazla dikkat etmeye başla. Tehlikenin boyutu gittikçe artıyor belli ki." Onu başımla onaylayıp önüme döndüm ve büyük salona doğru yöneldim. Büyük salona geçtiğimizde hız kesmeden masadaki yerime doğru ilerledim. Bu esnada Kunter'in dikkatli başkalarının hedefindeydik. Aren bunu fark etse bile umursamamış ve onunla göz teması kurmamıştı. Bakışlarının hedefinde olduğum bir diğer isim ise Atlas idi. Göz göze geldiğimizde ona hafifçe gülümsedim ve yerime geçip oturdum. ... Ziyafet nihayet sona erdiğinde, tanımadığım davetliler son kez tebriklerini iletip, evlerine dönmek için yola koyulmuştular. Onları yolcu ettikten sonra tanıdık yüzlerle, büyük salonda biraz daha vakit geçirmiştik. Şimdi ise onlar da kendi saraylarına dönmek için yola çıkıyordular. Mirasçılar da daha fazla burada kalmayıp aileleri ile beraber saraylarına dönüyordu. Bu mirasçılar arasında Aren de bulunuyordu. Yorgun olduğunu dile getirerek saraya döneceğini belirtmişti. Onun bu isteği karşı çıkacağım bir durum değildi. Tüm herkes at arabalarına binerek uzun sürecek yolculuklarını başlatmıştı. Onları yolcu etmek için çıktığımız sarayın bahçesinde dikilmiş, at arabalarının gözden kaybolmasını bekliyorduk. Tüm arabalar şehrin içinde kaybolduğunda yavaşça Atlas'a doğru döndüm. "Biraz bahçede dolaşalım mı?" Atlas bir şey söylemeden önümden yürümeye başlayınca onu sessiz adımlarla takip ettim. Sarayın arka bahçesine giden yolu aydınlatma görevi gökteki ay ve yıldızlardaydı. Burada gördüğüm yerler arasında benim dünyama en yakın olan yerlerden bir tanesiydi bu bahçe. Işıldayan çiçekler, bölgeyi çevreleyen büyülü ışıklar yoktu; yalnızca sıradan bir bahçeydi. Sıradanlığı özlediğimi fark ettim o an. Benim dünyamdaki bahçelerden hiçbir farkı olmayan bu bahçeyi, daha önce hiç görmediğim ve bir daha hiç göremeyeceğim bir yapıyı inceler gibi inceledim. "Bugün balkonda halkı selamlarken insanların arasında tuhaf görünümlü birisi dikkatimi çekti," dedim. "Yüzünde maskesi vardı, o an sana söylemek aklıma gelmedi. Yemekte Aren'in yanına, balkona çıktığımda aklıma geldi ve ona söyledim. Yemek bittikten sonra sana söylemem konusunda beni uyardı. Zaten Aren uyarmasa bile uygun bir anda söyleyecektim sana." "Daha da dikkatli olma vaktimiz geldi demek." "Sabah çıkacağımız yolculuğun dönüşünde diğer topraklara uğrayıp oralardaki büyü kitaplarını buraya getirme ihtimalimiz var mı?" Atlas, yaprakların sarmaladığı, yeşillikler dolayısıyla neredeyse görünmeyen kameriyeye geçip oturdu. "Büyü kitaplarına her hâlükârda ulaşmak zorundayız ama önceliğimiz bu değil. Ayrıca o kitaplara ulaşmak o kadar kolay değil. Bir de yolculuğumuz başlamadan önce seni Timun Bey'in sarayına götürmem gerekiyor, Timun Bey'in ricası. Belli ki seninle konuşmak isteği şeyler var." Onun yanına oturup, "Ne zaman böyle bir şey söyledi?" diye sordum. "Sen Aren'in yanına gittiğinde." Hiç detay vermemesi beni rahatsız etti. Olayı biraz detaylandırması için, "Niye burada konuşmadı ki benimle? Hem niye bunu bana değilde sana söyledi ki?" diye sordum. "Henüz zihin okuyamıyorum." "Ne zaman gitmemiz gerekiyor?" "Timun Bey'in yanına mı? Yolculuğumuz başlamadan hemen önce. Gün doğana dek biraz dinlenmelisin, sonra saraya uğrar ve yola çıkarız." "Yorgun değilim, dinlenmeyeceğim. Şifacının yanına gitmek için neden geçit oluşturmuyoruz ki?" "Sana geçitlerle yolculuk yapmanın daha tehlikeli olduğunu söylemiştim." Bıkkın bir ifadeyle oturduğum yerden kalktım. "Eğer sen yorgun değilsen yola şimdi çıkalım." "Dinlenmek istemediğine emin misin?" "Eminim, yola şimdi çıkabiliriz." Onu beklemeden ön bahçeye doğru, sarayın girişine ilerledim. Bir haftadır yalnızca tören için hazırlık yapmıyorduk. Tören hazırlıklarının yanı sıra yolculuğumuzun rotasını belirlemek için de hazırlıklar yapılmıştı. Tabii bununla daha çok Atlas ilgilenmişti. O, bu yolculuğa hem ruhen hem bedenen benden daha fazla hazırdı. Her şeyden önce burası onun diyarıydı, bizi bekleyen şeyleri o daha iyi biliyordu. O yüzden sağlam olduğunu düşündüğüm bir plan yapmıştı ama planın detaylarından benim haberim yoktu. Benimle sadece küçük birkaç bilgiyi paylaşmayı uygun görmüş olmalıydı. Belki de bana güvenmiyordu ve bu sebeple kendince önlem almak istiyordu. Sarayın içine girdiğimizde, "Birkaç dakikaya burada olurum," dedim ve hızlıca odama doğru ilerledim. Önüme çıkan merdivenlerin hepsini oyalanmadan çıkmış ve doğruca odaya geçmiştim. Üzerimdeki törenden kalma elbiseyi çıkarttım ve daha rahat bir kıyafet giydim. Odanın içindeki banyoya yöneldim. Yüzümdeki makyajı temizlerken aynadaki hâlimi görmek istememiştim. Odadan çıkmadan önce, günler öncesinde Perla'nın bu yolculuk için bana özel hazırladığı, şifa büyülerinin olduğu keseyi de bulunduğu çekmeceden almayı ihmal etmemiştim. Odadan çıkarken kendimi bitkin hissediyordum. Bu bitkinliğin gerçekleşen törenle hiçbir ilgisi yoktu. Gün geçtikçe öğrenmem gereken ama öğrenemediğim şeylerin sayısı artıyor, bu da bedenimi ister istemez yoruyordu. Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde, giriş kapısının önünde beni bekleyen Atlas'ı gördüm ve adımlarımı hızlandırdım. Onun yanına vardığımda birlikte sarayın bahçesinde bizi bekleyen aracın yanına gittik. Araca bindiğimizde koruyucu ruh, Atlas'tan aldığı emir üzerine at arabasını sürmeye başladı. Sessiz başlayan yolculuğun ilerleyen saatlerde sessiz olmasa da sakin geçmesini diliyordum içten içe. Sakinliği zihnimi dinlendirmek için istemiyordum. Nitekim şu an zihnimi dinlendirme vakti değildi. Timun Bey gecenin bu vakti sarayında oturmuş beni bekler vaziyetteydi. Benimle ne konuşacağını merak ettiğim kadar neden yemekten sonra benimle konuşmayı tercih etmediğini de merak ediyordum. Beni ayağına çağırmasının özel bir nedeni olduğunu düşünüyordum ama sonuç itibariyle ben onu pek tanımıyordum. Zihnimdeki bir kısımda korkularım dolup taşıyor ve yeniden doluyordu. Asla tükenmiyor, sürekli devam ediyordu bu döngü. Korkuyordum; gerçekleşmesini beklediğim şeylerden, gerçekleşmeyeceğini hissettiğim şeylerden, burada hapsolmaktan, gitmekten ama geride yıkılmış bir uygarlık bırakarak gitmiş olmaktan, gitmekten ama gittiğimde koyduğum eşyaları yerinde bulamamaktan, gitmekten ama geride benden hiç iz kalmayacak şekilde gitmekten, gitmekten ama hem bu diyarda hem kendi diyarımda iz bırakamamış bir hâlde gitmiş olmaktan korkuyordum. "Sence ne konuşacak benimle?" "Emin değilim ama büyük ihtimalle, yönetim konusunda endişelerini dile getirecektir." "Bunun için mi gecenin bir vakti beni ayağına kadar çağırıyor?" "Gecenin bir vakti seni bir yere çağırdığı yok. Öğle vakitlerinde gelmeni söylemişti ama ben, seni kutsaması için bölgenin şifacısına gideceğimizi söylemiş ve sabaha karşı gelme ihtimalimiz olduğunu da belirtmiştim." "Bu bir ritüel mi?" "Evet, yeni hükümdar olan herkes bölgenin şifacısı tarafından kutsanır ve onun korumasını alır." Benim ilgiyle dinlediğimi fark edince, "Tahmin edersin ki oraya kutsama işlemi için gitmiyoruz ama eğer istersen seni de kutsayabilir," diye sözlerine devam etti. "Sen de mi kutsanacaksın?" "Hayır, zaten yıllar önce gerçekleştirmiş olduğum "Sanırım Lena da bu şifacıdan bahsetmişti ama o, şifacının yanına gitmenin riskli olduğuna dair bir şeyler de söylemişti." "Doğrudur, bölgenin şifacısına gitmek için önemli ve geçerli bir nedene ihtiyacın vardır. Sürekli gidilen bir yer değil ve bu yüzden, oraya gitmek oldukça dikkat çekici bir durum. Lena, insanların ilgi odağına girmemeniz için öyle söylemiştir." Merakıma engel olamayarak, "Lena'nın bu tarz törenlere de mi katılması yasak?" diye sordum. "Basit toplantılara bile katılması yasak. Kendisi artık yöneticiler kısmında yer almıyor, biliyorsundur." "Ne zamandan beri yasak?" Bana anlayışla baktı. "Alisa merakına saygı duyuyorum ama insanların özel hayatına da saygı duyuyorum. Sana bu soruların cevabını o ailenin üyelerinden birinin vermesi daha doğru olur." Atlas ile bu konuları konuşmaya çekinmiyordum ama nedendir bilinmez Lena veya Aren'e bu olayla alakalı soru sorma cüretinde bulunamazdım. Bu, öylesi bilinmez bir dramdı ki; ne Lena'yı bu yola iten şeyi biliyordum ne kardeşlik bağları kopmasına rağmen Lena'nın abisiyle o sarayda yaşamasına anlam verebiliyordum ne de tüm yaşananlardan sonra, herkes Lena'ya sırt çevirmişken, Alisa'nın hiçbir şey olmamış gibi Lena ile görüşmesine anlam yükleyebiliyordum. Burası kapkaranlık, gizemlerle dolu bir mağaraydı; elimdeki mumla o mağaraya girmeye cesaretim yoktu ve bunun yanı sıra o gizemi araştırmak benim haddime değildi, çok iyi biliyordum. Nitekim bilmek bazen yeterli gelmiyordu. İnsanın, ellerinden uçup gitmiş uçurtmanın peşinde amansızca koşması gibi, bu bilinmezliğin peşine takılası geliyordu. "Ayrıca bazen bilmemek daha iyidir," diye dakikalar sonra sözlerine devam etti. "Ben öyle olduğunu düşünmüyorum." "Gerçeklerin altında ezildiğinde fikrin değişecektir." "Bilinmemezliğin altında ezilmenin bir önemi yok mu?" "Alisa," dedi Atlas, "öğrendiğin gerçekler zihninde tasarladıklarından daha farklı olunca, bir noktadan sonra, artık öğrenmek istemezsin." "Belki öyledir ama nihayetinde artık zihninde cevabı belirsiz sorular barınamaz." "Olaylara farklı pencerelerden bakıyoruz." Doğruydu, olaylara farklı pencerelerden bakıyorduk; hatta öyle ki, pencerelerimiz aynı binada bile değildi, belki de o binalar aynı şehirde de değildi. Güneşin henüz varlığını belli etmediği gökyüzünün altında, bir doğru şeklinde uzanan orman yolunda hedefe doğru ilerlerken, hiç hayvan sesi duyulmuyordu; orman, ruhuyla birlikte derin bir uykuya dalmıştı. At nalları toprak zeminde yumuşak takırtılar bırakıyordu. Ya uykusuzluktan ya da bir türlü susmayan düşüncelerimin ağırlığından ötürü başımda bir ağrı vardı. Bazen içimdeki güç bedenimi nedensiz terk ediyordu; çok uzakta bir yerlere gidiyor ve çok uzun süreler boyunca geri dönmüyordu. Görünen o ki, yine terk etmişti bedenimi. O sebepten, yalnızca, "Olabilir," diyebildim. Hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiriyordu bu yolculuk, oysa daha başlamamıştı bile. Atlas ile o dakikan sonra iletişimi kestik ama korkularım bedenimi rahat bırakmadı. Timun Bey'in sarayını görünene dek korkularımın birbiriyle savaşmasına seyirci oldum tek başıma. Henüz güneş doğmadan varmıştık saraya. Ben bu saatte Timun Bey'in uyanık olmadığından şüphelenirken sarayın yanan ışıkları beni yanıltmıştı. Bahçeye giriş yaptıktan sonra yavaşlayan araç, biraz ilerledikten sonra sarayın giriş kısmında bulunan merdivenlerin önünde durdu. Vakit kaybetmeden araçtan indim. Atlas benden daha yavaş ve sakin bir şekilde indi araçtan. "Sen de geleceksin içeriye değil mi?" diye sordum, tedirginliğimi ele veren ses tonumla. Atlas bahçede dikilen muhafızlara söyle bir bakmış ve bana cevap vermeden yürümeye başlamıştı. Ona yetişip yanında yürümeye başladım. "Biraz sakinleşmeye ne dersin?" Adımlarımı yavaşlattım. "Biraz gerginim." "Biraz mı?" diyen Atlas'ın ses tonu alaycıydı. "Timun Bey seninle özel olarak konuşmak istemediği müddetçe gerilmene gerek yok." Sarayın kapısından içeri girdiğimizde bizi bekleyen saray görevlisi Timun Bey'in bizi beklediğini söylemiş ve uzun koridorda önümüzden yürüyerek, Timun Bey'in bizi beklediği odaya kadar bize eşlik etmişti. Atlas'ın beni sakinleştirmek için söylediği sözlerin pek etkisi olmamıştı. Olduysa bile salonda oturmuş vaziyette bizi bekleyen adamı gördükten sonra o etki, verdiğim derin nefesle birlikte bedenimi terk edip ortadan kaybolmuştu. "Hoş geldiniz. Daha gün doğmadan sizi buraya getirtmek durumunda bıraktım, kusura bakmayın ama kutsama işleminden önce kızımla konuşmak istedim." Atlas, normal şartlar altında öylesine bir ziyaret yapıyormuşuz gibi rahat tavırlarıyla Timun Bey'in oturduğu koltuğun yanındaki koltuğa geçip oturdu. Ben de Atlas'ın yanına geçip oturdum. "Zaten şifacının yanına gitmek için bu yoldan geçmek zorundaydık," dedi Atlas. "Buradan direkt şifacının yanına mı gideceksiniz?" "Evet." "Oysa ben önce annenin yanına uğrarsınız sanıyordum. Geçtiğimiz günlerde Lena ile birlikte annenin ziyaretine gittik, belki haberin vardır. O gün bize, törenden sonraki gün sizi görmek istediğinden söz etmişti. Bu yüzden kutsamadan önce oraya da uğrarsınız sanmıştım. Yoksa annenin bu isteğinden haberin yok muydu?" Açılan konu tüm dikkatimi onlara vermemi sağladı. Atlas'ın sarayında, onların aile tablosunu gördüğümden bu yana onunla annesi hakkında hiç konuşmamıştık. O gün, annesi hakkında benimle konuşmaktan çekiniyormuş gibi durmuyordu ama şimdi açılan konu onu rahatsız etmiş gibi duruyordu. "Haberim var ama onun yanına şimdilik uğramayacağız." Timun Bey şaşkınlığını gizleme gereği duymadı ama konuyu da daha fazla uzatmadı. "Bir bildiğin olsa gerek Atlas," dedi ve sonrasında bakışlarını doğrudan bana çevirdi. "İzninle biz kızımla biraz konuşalım." O, yerinden kalkarken, Atlas, "Tabii," demekle yetinmiş ve bakışlarını kısa bir anlığına bana değdirmişti. Timun Bey ile tek başıma, ne hakkında olduğunu bilmediğim bir konuda konuşmak beni gerse bile onun peşi sıra koltuktan kalkmış ve bedenimin onun peşinden süzülmesini üçüncü bir göz gibi seyretmiştim. Köprüyü andıran koridorun soluk duvarlarındaki portreler, ben onlara baktıkça bir şeytana dönüşüyor ve sanki bedenimi yakalamaya çalışıyordu. Kolunu uzatıp beni yakalayabilse hiç beklemeden kendi yuvasını götürecekti beni. Onun çalışma odasına girdiğimizde odanın kapısını sessizce kapattı. Masasına geçti ama oturmadı, açtığı çekmecenin içinden kırmızı bir kutu çıkardı. "Aslında törenden önce vermek istemiştim ama seni bir türlü yakalayamadım. Sen o zamanlar çok küçüktün ama annem hep senin büyüyünce yönetimin başına geçeceğini söylerdi ve o gün geldiğinde bu kolyeyi takmanı rica etmişti." Kapağını açtığı kutunun içindeki kolyeyi Alisa görseydi şayet yüzünde zafer gülümsemesi oluşurdu. Onun tüm gece boyuncaki dargınlığının sebebinin bu olduğunu anlayınca vicdan azabı çektim. Timun Bey kolyeyi kutusundan çıkardı ve boynuma taktı. "Teşekkürler baba." Geri çekildiğinde arkamı döndüm ve onunla göz göze geldim. Onu gördüğümden bu yana ilk kez benimle gerçekten gurur duyuyormuş gibi bakıyordu. "Aslında dedemin annesinin kolyesi bu. İleride kızına vermesi için dedeme emanet etmiş kolyeyi. Dedem emaneti yerine ulaştırmış ve annem evlendiği zaman bu kolyeyi anneme hediye etmişti. Nihayetinde, asıl sahibine ulaştırmam için annem de bana teslim etmişti. Aile yadigârımız, güzel bakacağına eminim." Birkaç adım geriledi ve başını usulca eğdi. "Tanrı seni korusun kızım," dedi, saygı tüm bedenini ele geçirirken. "Yönetime itiraz edişinden bu yana yönetim konusunda seninle çok çatıştık, yanlış olduğunu düşündüğüm bir şey yapıyordun ve bir baba olarak uyarmak benim en büyük görevimdi. Madem her şey bir şekilde yoluna girdi, o hâlde önünde bir engel olarak dikilmenin manası yok. Tüm inancım, umudum, gücüm seninle birlikte." Bunlar fazlasıyla alışık olduğum tınılardı, sanki karşımdaki benim gerçek babamdı. Sözlerindeki ve bakışlarındaki samimiyet göz ardı edilemez boyuttaydı. Alisa'nın varlığını bir süreliğine zihnimden sildim ve onun karşısında saygıyla eğildim. "Desteğin için teşekkürler baba. Umarım kimseyi hayal kırıklığına uğratmam ve bölgemizin geleceği adına iyi hizmet edebilirim." "Bunu bize zaman gösterecek kızım. Endişeler için henüz çok erken. Ayrıca sana yön gösterecek bir yoldaşın var. Birbirinize destek olup en doğru kararları vereceğinize dair büyük bir inancım var. Hadi daha fazla Atlas'ı bekletmeyelim. Yolunuz uzun, bir an önce kutsanıp iş başına geçmen gerekiyor." Tüm endişelerimin boşuna olduğunu fark etmiştim, onun dünyadan haberi yoktu. Alisa sanki hiç var olmamış gibi ona dair her şeyin izi yavaş yavaş siliniyordu ama henüz kimse bunu fark etmemişti. Sessizce, sanki konuşmamız gereken her şeyi konuşmuşuz gibi odadan çıktık ve aynı sessizlik içinde Atlas'ın yanına gittik. Salona geçiş yaptığımızda Atlas'ın odada yalnız olmadığını gördüm. Lena, Atlas'ın hemen yanında oturuyordu ve biz gelene dek gayet samimi bir muhabbetin içinde gibi görünüyorlardı. Lena, beni görmesiyle birlikte sevinç içinde oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi ve sıkıca bana sarıldı. Bunu, sanıyordum ki, Timun Bey yanımızda diye yapmıştı. Onun sarılışına karşılık verdim. "Alisa, güzel kızım, tebrik ederim." Sözleri biter bitmez geri çekilip karşımda saygıyla eğilmiş ve bunu yaparken kendini gülmekten alıkoyamamıştı. O, detayları henüz fark etmediğinden olsa gerek, gün geçtikçe kendine gelmeye başlamış gibi görünüyordu. Bedeni her zamanki gibi cılızdı ama gözü bir yıldız gibi parlaktı; oldukça sağlıklı ve huzurlu görünüyordu. En azından birilerinin durumu iyi olduğu için içten içe sevindim. "Teşekkür ederim Lena." Lena elimden tutarak beni koltuğa oturttu. "Aç mısınız? Gitmeden bir kahvaltı yapın isterseniz." Lena, pekâlâ neden şifacıya gideceğimizi biliyordu ama sanki bilmiyormuş gibi tasasızdı. Acelemiz olduğundan, "Biz yola çıksak daha iyi olacak," dedim ve onay almak için Atlas'a baktım. "Lena ile konuşmamızdan sonra planda küçük bir değişiklik yaptım, önce annemin yanına uğrayalım. Gerekirse orada kahvaltı yaparız, şimdi daha fazla oyalanmadan yola çıksak iyi olur." "Doğru düşünmüşsünüz, annen sizi görmek için sabırsızlanıyordu. Kadın zaten hasta, onu bekletmek olmaz," dedi Timun Bey. Lena, "Madem Henna'nın yanına gidiyorsunuz ben de geleyim," diyerek araya girdi. Timun Bey'in itiraz etmesini bekledim ama o, benim beklentilerimin aksine olumsuz bir tepki vermedi. Böylelikle, bir emir almışız gibi yerlerimizden kalkıp yola koyulduk. Araba saraydan birkaç mil uzaklaştıktan sonra, Atlas kemerinde asılı duran, hazırda beklettiği büyü kesesinin içindeki tozları at arabasının kendi tarafındaki kubbeli penceresinden dışarı, yola doğru serpiştirmişti. Lena ona minnet dolu bakıyordu. Yüzü huzurlu gözüküyordu. Gözleri, heyecanını ve inancını göstermek istercesine ışıl ışıldı. Sanırım ben Timun Bey ile odadayken anlaşmışlardı. "Alisa sonunda seni görebildim kızım. Artık diyarımıza alışmış gibi görünüyorsun. Öyle ki, büyüleri bile öğrenmişsin." Uzun zaman sonra bedenim kendini güvende hissediyordu. Lena, bu diyardaki güvenli bölgemdi sanki. "Tam olarak alışmış olmasam da ilk güne göre fazlasıyla yol katettim. Ayrıca Perla ile tanıştım, o bana büyülerle ilgili temel şeyleri öğretti." "Bunları duymak çok güzel. Bakıyorum da Perla seni bu yolculuğa da hazırlamış." Bakışları kemerimde asılı duran kesedeydi. "Evet, bir sorun ortaya çıkar ve yaralanırsak diye şifa büyüleri verdi bana." "Umalım ki, kullanmak zorunda kalmayasınız." "Şimdi gerçekten annenin yanına mı gidiyoruz yoksa Timun Bey'i kandırmak için mi öyle söyledin?" Atlas'ın yargılayıcı bakışları yine yerli yerindeydi. "Niye durduk yere yalan söyleyeyim? Lena'nın sözleri fikrimi değiştirmemi sağladı." "Yalan söylüyorsun demedim ki. Yalnızca kandırmak için mi öyle söyledin diye sordum." "Bana kalırsa ikisi aynı şey." "Aren neden size katılmadı?" Lena'nın beklenmedik sorusu Atlas'a cevap vermemi engelledi. Ben yalan söylemek veya gerçeği direkt anlatmak arasında gidip gelirken, Atlas benden önce davrandı. "Aren günler önce biraz rahatsızlandı. Bize katılması beklediğimiz bir şey değildi zaten." Lena korkuyla yerinden doğruldu. "Nesi var? Abim bundan hiç bahsetmedi bana." "Önemli bir şeyi yok. Biraz dinlenmesi gerekiyor, yakında toparlanır." "Bilseydim sizinle gelmek yerine onun yanına giderdim." "Lena," dedi Atlas, "Aren'in bu durumda seninle görüşmek isteyeceğini hiç sanmıyorum." "Doğru söylüyorsun evladım ama şimdi aklım kalacak onda. Törene katıldı diye biliyorum. O hâlde bir de törene mi geldi bu çocuk?" "Kendi isteğiyle geldi, koskoca adamın kararlarına karışacak değiliz." Atlas Lena'yı sakinleştirmek adına hiçbir şey yapmıyordu, üstüne üstlük sözleriyle alttan alta Lena'yı eleştiriyordu. Lena'nın daha fazla panik olmasını istemediğim için, "Ciddi bir durum yok ortada Lena, boşuna endişelenme. Önemli bir şey olsaydı zaten ben istemezdim törene katılmasını," dedim. Sözlerim Lena'yı rahatlatmasa bile onun sessizliğe gömülmesine neden oldu. Atlas ondan bir süreliğine gerçeği saklayacak gibi duruyordu ve bu durumda benim Atlas'a ayak uydurmaktan başka seçeneğim yoktu. Güneş tepede kendini belli etmeye başlamıştı ama sıcaklığı henüz bize ulaşamamıştı. Saray buraya ne kadar uzaklıktaydı bilmemekle beraber beni orada bekleyen şeyi oldukça merak ediyordum. Ormanın içinden, çok da uzak olmayan bir kısımdan gelen su sesleri, yolculuğumuzda bize eşlik ediyordu. Suyun şırıltısı beni Büyülü Orman'da geçirdiğimiz anlara doğru sürükledi. Atlas'ın verdiği söz, gerçekleşmek için an kollamıştı ama durup dinlemeye bile vakit bulamadığımız bir hafta geçirmiştik. Bu esnada, aklıma kargaşanın içinden kaçıp gitmek gelmemişti. Bir sır gibi verilen söz, okunduktan sonra bir daha kapağı açılmayan bir kitap gibi rafa kaldırılmıştı. Yolculuğun ilerleyen dakikalarında düz orman yolundan çıkmış ve dağın tepesinde görülen saraya ulaşmak için engebeli araziden ilerlemek zorunda kalmıştık. Dağın eteklerinden itibaren başlayan taşlı topraklar at nalının altında eziliyordu. Bir noktadan sonra bu yolculuk, uçurumun kenarında yapılan yolculuktan farksız bir seviyeye ulaşmıştı. Zirveye çıktıkça duyduğum doğaya can veren sesler kesilmeye başlıyordu. Lena bir şey söyleyecek gibi olduysa da kararından hızla vazgeçti. Bu esnada bakışlarımız kesişti ve sanıyorum ki, bir açıklama yapma gereği hissetti. Atın ilerledikçe etrafı toza bulamasını hiç önemsemeden aracın kendi kısmındaki camını açtı. "Geleceğimizi haber vermedik. Umarım bir sorun teşkil etmez." "Dostunun kapısını haber verdikten sonra çaldığını bilmiyordum Lena." "Bu aralar pek mecali yok, o yüzden diyorum." Birkaç mil uzağımızda duran saraya bakışlarını değdiren Atlas, "Annemin, ne durumda olursa olsun, misafir ağırlamayı sevdiğini en iyi sen bilirsin," dedi. Lena sessiz kalmayı tercih etti. Anladığım kadarıyla Atlas'ın annesi hastaydı ama hastalığı ne boyuttaydı onu anlayamamıştım. Dağın tepesinde, ıssız bir noktada bulunan saray, bölgenin geri kalanın aksine oldukça yaşam doluydu. Gördüğüm en kalabalık muhafız ordusu bu saraya aitti. Görebildiğim kadarıyla sarayın beş tane gözcü kulesi vardı. Bu denli koruma bana güven vermek yerine korkularımı su yüzeyine çıkarttı. Araba sarayın bahçesinde durduğunda önce Atlas indi ve bizim inmemize yardımcı oldu. "Buraya her geldiğimde sanki yıllardır buraya uğramıyormuşum gibi bir his uyanıyor içimde," dedi Lena. Atlas önümüzde yürüyerek bize öncülük ediyordu. Sarayın giriş kapısının önünde bizi bekleyen birkaç görevli vardı. Onların yanına vardığımızda içlerinden biri, "Hoş geldiniz Efendim. Henna Hanım'a geldiğinizi haber verdik, kendileri odasında sizleri bekliyor," dedi. Atlas hiçbir şey demeden içeriye geçmiş, Lena görevlilere tebessüm etmekle yetinmişti. Ben de herhangi bir tepki verme gereği duymadan onların peşi sıra saraya girdim. Atlas yukarı kata çıkan merdivenlerin önünde durmuş bizi bekliyordu. Ona yaklaştığımızda, "Siz annemin yanına geçin, ben birazdan size eşlik edeceğim," dedi ve bizi yanımızda bekleyen görevlilerle baş başa bırakıp koridorda gözden kayboldu. Onun gidişinin ardından görevliler merdivenlerden çıkıp bize gideceğimiz yönü gösterdiler. Lena buraları biliyor olmasına rağmen görevlilerin arkasından öylece süzülüyordu. Önümüzdeki pek de uzun olmayan koridorda bulunan odanın kapısını görünce Lena görevlileri yok sayarak hızla kapıya ilerledi. Koridorda tek tane odanın bulunmasını oldukça garipsedim. "Bundan sonrasını biz hallederiz, siz işlerinizle ilgilenin." Lena kibarca görevlileri yanımızdan gönderince ona soru soran bakışlarla baktım. Bir müddet, odanın kapısının önünde, görevlilerin aşağı kata inmesini bekledik ve sonrasında Lena, "Atlas sana annesinden bahsetmemiştir diye tahmin ediyorum kızım. Yalnızca sözlerine ve her ne kadar o göremeyecek olsa da bakışlarına dikkat etmeni rica ediyorum senden," dedi. Benim soru sormama müsaade etmeden kapıyı açıp içeri geçti ve benim de girmemi bekledi. Acele adımlarla içeri geçtim ve Lena'dan önce davranarak kapıyı kapattım. "Henna, değerli dostum, nasılsın?" "Lena, geleceğini bilmiyordum. Bu ne güzel bir sürpriz!" Ağır hareketlerle arkamı döndüm ve sevinç dolu sesin sahibiyle karşılaştım. Pencerenin önündeki küçük koltuğunda oturan kadın, gördüğüm tablodaki canlılığını, huzurunu ve mutluluğunu hâlâ koruyordu ama gözleri hâlâ o tablodaki gibi yeşil değildi. Gözlerinin irisi artık griye çalan saydam bir maviydi. Kıyafetinin açıkta bıraktığı teninde kırmızı izler vardı ama bunların ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Onların birbirine sıkı sıkı sarılmasını izlerken, onu bu hâle getiren şey, içimde derin bir merak uyandırmıştı. "Alisa da burada. Kutsamadan önce buraya uğrama kararı aldılar," dedi Lena. "Gelsene kızım." "Saray hizmetlileri haber verdi zaten. Çok sevindim gelmenize," diyen Henna Hanım, sözlerini pekiştiren bir mutluluğa sahipti. "Kutlarım seni Alisa. Yönetimin başına geçmiş olman beni inanılmaz mesut etti. Bir kadın hükümdar görmeyeli uzun yıllar olmuştu." Onların yanına ilerledim ama o role bir türlü giremedim. "Teşekkür ederim Henna Hanım." Lena, Henna Hanım'ın yanına, tekli koltuklardan birini çekip oturmuş ve dostunun elini sıkı sıkı tutmuştu. Onların karşısındaki tekli koktuğu geçip oturdum. "Atlas nerede?" "Babasının yanına uğrayacak sanırım, birazdan gelir." "Atlas gelemeyeceğini haber etmişti, şimdi noldu da gelme kararı aldınız?" Lena kısa bir an duraksadı. "Atlas'ın aklına girdim biraz. Zaten gelmeyi o da çok istiyordu ama işler öncelikli biliyorsun Henna." "Bilmez miyim? Beş yıl oldu ama ben daha alışamadım onun hükümdar oluşuna." Derin bir soluk verdi Henna Hanım. "Alisa, sen nasılsın kızım?" Henna Hanım'ın, itirazından ötürü Alisa'ya karşı bir tavır almamış olması ilginçti. Belki de almıştı ama şimdi bunu gündeme getirmeyi gerek görmüyordu. "İyiyim Henna Hanım. Siz nasılsınız?" "Ben oldukça iyiyim. Yalnızca, hazırlık sürecinde yanıma hiç uğramadığınız için size biraz dargınım. Tabii hazırlık süreci de fazlasıyla stresli geçiyor, sizi anlıyorum ama keşke hemen geçitle gelip gitseydiniz, burada kalmanızı beklemiyordum zaten." Ona, bu noktada ne denirdi bilememiştim. Haklıydı ama Atlas'ın da bir bildiği vardır diye düşünmeden edemiyordum. Ayrıca bu sürede Atlas hiç bu konuyu açmamıştı, dolayısıyla benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Bu, kendi kendime akıl etmem gereken bir şey olabilirdi ama bunu ben değil bu hayatın asıl sahibi Alisa yapabilirdi. "Kusura bakmayın. O stresin ve karmaşanın içinde vakit bulamadık." "Doğrudur kızım. Bir kez yaşadık zaten bu stresi, gayet anlaşılabilir bir durum. Ayrıca ben neyden bahsediyorsam şu durumda? Yemek nasıl geçti, her şey istediğin gibi miydi?" Henna Hanım'ın sorusu Lena'nın da merakla bana bakmasına neden oldu. "Her şey olması gerektiği gibiydi," diyebildim. Lena'nın kafasından geçen soruları, gözünün içine baktığımda rahatça görebildim. "Yoksa bir sorun mu çıktı? Kesin şu itirazın konusunu açıp canını sıktılar değil mi?" "Hayır, hayır. Bir sorun yoktu Henna Hanım." "Belli ki gençler, yorgunluktan dolayı törenin keyfini pek çıkaramamışlar Henna." Lena bir sorun olduğunu anlasa bile, en azından Henna Hanım bir şeylerden şüphelenmesin diye olayı deşmek istememişti. Yanı başımızdaki cama bir şeyin çarpması üzerine hepimizin dikkati dağıldı. Bir güvercinin pencerenin önünde uçtuğunu görünce Lena yerinden kalktı. "Birinden haber mi bekliyordun Henna?" "Hayır, belki sonu gelmeyen davetlerden biridir." Lena pencereyi açtı, güvercinin getirdiği rulo şeklindeki kâğıdı aldı ve üzerindeki mühre baktı. "Bu senin için değil Henna, bizim çocuklar için gelmiş." Pencereyi kapattıktan sonra kâğıdı bana uzattı. Kâğıdın kenarındaki küçük mühre baktığımda bunun Perla tarafından Atlas ve bana yollandığını gördüm. Kâğıdı üzerindeki kurdeleden kurtarıp açtıktan sonra hiç beklemeden içinde yazanları okudum. -Doğruca saraya geri dönün, önemli ve oldukça dehşet verici bir gelişme var. Perla Burin
"Bir sorun yok ya kızım?" "Henna seni biraz bekleteceğim, ben Alisa'ya eşlik edip hemen geleceğim." "Tabii, hiç sorun değil Lena." Lena yerinden kalktı. Onunla birlikte odadan çıktık. Kapıyı arkasından kapatır kapatmaz, "Neler oluyor?" diye sordu. "Önce beni Atlas'ın yanına götür Lena lütfen. Sonra açıklayacağım." Lena bir şey söylemeden merdivenlere yöneldi ve hızlı merdivenleri inmeye başladı. Onun arkasından acele adımlarla ilerliyordum. Merdivenin bitiminde bekleyen görevliler bizi görünce oldukları yerde dikleşti ve aralarından biri, "Bir ricanız mı vardı Efendim?" diye sordu. "Atlas nerede?" Lena görevlilere sorusunu yönelmişti ve ama ben çoktan koridorunun sonunda duran Atlas'ı görmüştüm bile. Hızla o tarafa ilerlerken, "Atlas," diye seslendim. Endişe dolu sesimi duymasıyla arkasına dönen Atlas, bana soru sorar gözlerle bakıyordu. Hemen yanı başındaki Fedor Bey'i görünce adımlarımı yavaşlattım ve hafifçe bir baş selamı verdim. "Merhaba Efendim." "Bu acelenin kaynağı nedir yoksa bir sorun mu var Alisa?" "Yal-" "Fedor sonunda seni görebildim, geçen gün geldiğimizde buralarda yoktun." "Birkaç önemli işim vardı Lena, maalesef katılamadım sizlere ama Henna çoktan her detayı benimle paylaştı." "Gel biz Henna'nın yanına çıkalım, daha fazla yalnız kalmasın. Bu esnada gençler sorunlarını halletsin." Lena, Fedor Bey'i yanımızdan uzaklaştırdığında rahatça Atlas'a döndüm. Oyalanmadan elimdeki kâğıdı ona uzattım. Notu okuduktan sonra önünde durduğumuz odanın kapısını açtı. "İçeri geçelim." Odaya girdikten sonra kapıyı kapattım ve onun geçit oluşturmasını sessizce izledim ama geçiti oluşturduktan sonra, "Gideceğimizi haber vermeyecek miyiz?" diye sordum. "Vaktimiz yok." Saniyeler sonra kendi sarayımızdaydık. Atlas'a ait çalışma odasının kapısı biz geldikten yalnızca birkaç saniye sonra açılmış ve içeriye Perla ile birlikte Pamir girmişti. "Alisa'ya ait eşyalar yok olmaya başlıyor." |
0% |