@ervaerdal
|
Perla'nın dehşetle söylediği sözlerin ardından Pamir ile göz göze gelmiştik ve anlamıştım ki, artık gerçeği öğrenen kişilerin arasına Pamir de girmişti. Perla şaşırmadığımızı görünce, "Zaten haberiniz vardı değil mi?" diye sordu. Atlas, Perla'ya cevap vermek yerine, "Tam olarak ne oldu?" diye sordu. "Merkez binadaydık ve yönetici katındaki portrelerin arasında, Alisa'nın yıllar önce özel olarak hazırlattığı portresi bulunmuyordu." "Senin de ilk şüphelendiğin şey Alisa'nın özel eşyalarının kayboluyor olması mı oldu?" "Bunun bir hırsızlık vakası olmadığı gayet anlaşılabilir bir durumdu ve ayrıca uzmanlık alanı büyüler olan birinin aklına gelecek ilk seçenek elbette bu olacaktır." Pamir kapının hemen yanında, ayakta dikilirken bir an önce buradan gitmek istiyor gibi duruyordu. Yabancısı olduğum bedenin bakışları bilmediğim bir şarkıyı fısıldıyordu bana. İçerisine düştüğü durum, sebebini anlayamadığım bir şekilde, onu rahatsız etmişti. Bense odadaki fazlalık gibiydim ve biliyordum ki, bu odanın neresine yerleştirilsem yerleştirileyim yine bir fazlalık gibi durmayı başarabilecektim. "Şifacıya giden geçidi daha güvenli hâle getirebilir misin? Daha fazla oyalanmak zarardan başka bir şey doğurmayacak." "Tabii, yeter ki iste. Pamir bana eşlik eder misin?" Pamir, Perla'dan önce davranarak odadan çıktı. Onun arkasından odadan çıkan Perla, "Kusura bakmayın, geçeceği anlatmak zorunda kaldım," dedi ve bizden bir cevap beklemeden kapıyı kapattı. Çalışma masasının önündeki koltuğa yorgunca oturdum. Her şey zaman ilerledikçe sarpa sarıyordu. Atlas'ın yüzünde yaşanan dehşetin izleri barınmıyordu. Onun soğukkanlılığı beni hayretlere düşürüyordu. Düşünceli bir şekilde, "Beni biraz burada bekleyebilir misin?" diye sordu. Aklından geçen şeyleri hiçbir zaman bilemeyecek gibi hissetmekle beraber bir gün aklından geçenleri öğrensem de Atlas'a yetişemeyecektim. Bu, kaçışı olmayan bir gerçekti benim için. "Olur, beklerim." Atlas benden onay alınca odanın çıkışına ilerledi. Odada tek başıma kalınca daha fazla yerimde duramayıp ayağa kalkıp pencerenin camını açtım. Atlas'ın düşüncelerinden önce kendi düşüncelerimi yakalamalıydım. Zihnimin içi dağınık bir odaydı. Kapı yeniden açılınca bıkkınlık dolu ifadeyle arkamı döndüm ama gelen kişinin Aren olduğunu görünce ifadem çabucak dağıldı. "Her şey gittikçe sarpa sarıyor. Perla, Alisa'ya ait bir portrenin ortadan kaybolduğunu söyledi." "Hey, sakin ol! Haberim var, Perla bana da haber yolladı." Diğer günlere kıyasla daha iyi bir hâlde değildi ama kafasında bir şeyleri oturtmuş gibiydi. Kalktığım koltuğa yeniden oturdum. "İlerleyen günlerde başkaları da başka detaylar fark edecektir. Ne yapacağız biz?" Aren gelip yanıma oturdu. Bir süre derin bir sessizliğin içinde oturup kendi içimizdeki şeytanlarla savaştık. Biliyordum ki, ikimizde mağlup olmuştuk. "Lena'ya söyleme vaktimiz geldi. Amcamın ilgisini başka noktalara çekmeli ki biz de rahat hareket edelim." Bunun iyi bir fikir olup olmadığını bilemiyordum. Ona kaygıyla baktım. "Emin misin?" "Oldukça eminim." Kendinden emin bakışları sözlerini doğruluyordu. Lena'nın çoktan saraydan ayrıldığını ve amcasının sarayda tek başına kaldığını biliyor gibi görünmüyordu. "Lena, Henna Hanım'ın yanında. Bizimle birlikte oraya gelmişti." "Henna Hanım'ın yanına uğramayacaksınız sanıyordum." "Son anda Atlas'ın aldığı bir karardı ve Lena da bizimle birlikte gelmek istedi." Aren benim aksime yapbozu kafasında tamamlamıştı bile. "Henna Hanım'ın yanına uğrama fikrini ortaya Lena atmıştır. Büyük ihtimalle amcamın yanından uzaklaşmak istediği için Atlas'tan ricada bulundu." "Lena'nın böyle bir oyun oynayacağı asla aklıma gelmezdi." Aren'in bakışları, günler önce Atlas ile birlikte Atlas'ın sarayının etrafında yaptığımız gezintide bulduğum, çalışma masasının bir kenarında duran Lerink Çiçeği'ne kaydı. İlk gördüğümde beni büyüleyen şey çoktan kafamdan çıkmıştı bile. Onu buraya Atlas'ın getirttiği ortadaydı ama neden burada durduğunu anlayamamıştım. Aren bakışlarını çiçekten çekmezken, "Şaşıracak bir şey yok ortada, Lena hep böyledir," dedi. Aren'in Lena hakkında olumsuz konuşması daha şimdiden alıştığım bir durumdu ama kafamda bir türlü oturtamadığım noktalar vardı. Onun Lena'ya karşı beslediği nefret, gözümün önünde duran koca bir gerçekti. Görmek istemesem bile varlığını rahatsız edici bir şekilde belli eden bir nefretti bu. Aren'in açısından baktığımda benim, Lena'ya karşı hâlâ bir araya gelmeyen olumsuz hislerim ise, eminim ki, daha rahatsız ediciydi. Tüm gerçek ve berrak seslere rağmen içimdeki o cılız fısıltının doğruyu söylediğine inanmak istiyordum. "Lena'nın şimdi aniden saraya dönmesi dikkat çekmez mi?" "Bazen umut etmekten başka seçeneğinin olmadığı anlara geçiş yaparsın; bu da onlardan birisi. Birkaç koruyucu ruh ile halledebileceğimiz, üstesinden gelebileceğimiz bir durum yok ortada. Bu sorumluluğu paylaşacak kişilere ihtiyacımız var." Bir hafta önceki hâlim daha şimdiden çok yabancı geliyordu. Ne kadar inkâr etsem de öğrenmek beni, bedenimi yıpratıyordu. Aren dostça omzumu sıkıp yerinden kalktı. "Ben Lena'nın yanına gidiyorum, öğrenmesi ve önlem alması gerekiyor. Atlas'a haber verirsin." Aren cevap vermeyeceğimi fark edince odadan çıkıp gitti. Orada kaç dakika boyunca o vaziyette oturdum bilmiyorum. Atlas odaya girince, tek isteğim güzel bir haber vermesiydi ama o yalnızca, "Alisa şifacıya gitme vaktimiz geldi," dedi. Onun peşine takılınca, "Aren, Alisa'nın eşyalarının kaybolduğunu Lena'ya söyleme kararı aldı," dedim. "Birinin Timun Bey'i oyalaması gerekiyordu, yerinde bir karar olmuş." "Öyleyse annenin sarayına giderken neden Lena'ya söylemedin?" "Böyle bir haberi vermek için uygun bir ortam değildi." Biz koridorda ilerlerken, koridorun ilerisindeki odadan Perla ve Pamir çıktı. Perla çıktıkları odayı gösterirken, "Geçit hazır," dedi. Bakışlarında tedirgin bir parıltı vardı. Onu tanıyalı çok uzun zaman olmasa bile, onu ilk kez gerçekten endişeli görüyordum. Durumun ciddiyetinin yeni farkına varıyor gibiydi ya da bir süreliğine görmezden geldiği gerçek onu hiç beklemediği bir anda derinden sarsmıştı. O endişe kırıntısının sebebi bizden habersiz gerçekleri Pamir'e anlatmış olması da olabilirdi. Belki de bunların hiçbiri değildi. "Sağ ol Perla. Diğer saraylardaki Alisa'ya ait eşyaları kontrol etmenizi rica ediyorum. Herkesten önce bizim fark etmemiz gerekiyor." "Tabii, kontrol ederiz ama bence artık gerçeği tüm mirasçılar ile paylaşmamız lazım. Sayımız çok az, zaman geçtikçe her şeyi kontrol etmekte zorlanacağız." Anlaşılan o ki, Pamir'e gerçekleri anlattığı için endişeyle parlamıyordu gözleri; kaygılıydı, çünkü ipin ucunu kaçırmaktan korkuyordu. Diğer mirasçıların gerçekleri öğrenmesi elbette işimize gelirdi ancak beni rahatsız eden küçük ve belki de gereksiz noktalar vardı. Diğer mirasçıların bu gerçeğe vereceği tepkiyi kestiremiyordum ve bu anlamsız bir şekilde beni rahatsız ediyordu. Sanıyordum ki, yabancı hissetmenin dışında yabancı hissettirilmekten de korkuyordum. "Şifacıdan dönünce konuşalım bunları." Atlas başka bir şey demeden geçidin bulunduğu odaya girdi. Perla'ya yorgun ama samimi bir tebessüm yolladım. Aynı yorgunluk ve samimiyet onun gözlerinde ve tebessümünde de yer almıştı. Odaya giriş yaptığımda Atlas'ın ardından, bizi şifacıya götürecek geçide girdim. Bir orman yolunun kenarında, çatısı kubbeli, mantarı andıran ev, ulaşmak istediğimiz noktaydı. Tamamen yeşile boyanmış yapı korkunç görünmüyordu ama tarifsiz bir korku salmıştı bana. Ormanın uçsuz bucaksızlığından daha çok evin ıssızlığı germişti beni. Eve doğru yaklaştıkça, kendini iyiden iyiye belli eden, evin tüm cephesini saran çiçekler bu sefer gözüme güzel gözükmemişti. Ağaçların dallarındaki kargalar, küçük yapıyı sarmalayan yeşilliklerin aksine simsiyahtı. Âdeta etrafa gri duman yayıyorlardı. Onların insanı huzursuz eden sesleri eşliğinde bahçeyi aşarak evin kapısına vardık. Atlas evin yeşil tahta kapısını birkaç kere tıklattı. İçeriden gelen takırtılar aradığımız kişinin burada olduğunu gösteriyordu. Şifacıya gelmenin bu kadar kolay olacağını tahmin etmiyordum. Orta boylu, uzun siyah saçlı, vücudunda siyah, küçük dövmeleri bulunan yaşlı bir kadın kapıyı açtı. Karşısında Atlas'ı görünce saygıyla eğildi ve ardından bakışlarını bana çevirdi ve yine aynı saygınlıkla başını eğdi. Hiçbir şey söylemeden kapının önünden hafifçe çekilerek, bizi içeri buyur etti. Evin zemini bir bahçeden farksızdı. Burası âdeta yemyeşil otların üzerine kurulmuş bir kütüphaneydi. Yaşlı kadın, üzerinde türlü türlü malzemenin bulunduğu masasına geçti. "Kutsama işlemi için buraya geldiğinizi tahmin ediyorum." Atlas'ın bakışları bana çevrildi. Bakışlarında mahcubiyet vardı. Böylesi bir durumda bir de kutsama ile uğraşamayacağımızın farkındaydım. Atlas'ın verdiği sözü tutamamış olmasının getirdiği mahcubiyet yersizdi. Kısa bir an duraksadıktan sonra şifacıya geri döndü. "Genelde tahminlerinde yanılmazdın," dedi ve odanın içine doğru ilerledi. "Demek ki, zaman seni de köreltmiş." "Zaman hepimizi ve her şeyi köreltiyor Efendim." Şifacıya baktım. Duruşu sözleriyle birleşince ortaya fırtınadan nasibini almış ve oldukça yorulmuş bir bedenin görüntüsü çıkıyordu. Bu diyarda kedere bulunmamış bir insan kalmış mıydı diye merak ettim. Sanki herkes önce hayatın tüm renkleriyle boyanmış, sonrasında ise kızgın güneş tüm o renkleri eritmiş ve geriye solgun bedenler kalmış gibiydi. "Alisa'ya Vinir Büyüsü yapmanı istiyorum." Yaşlı kadının kaşları hayretle havaya kalktı. "Nasıl isterseniz," dedi. Bakışları beni buldu. "Geçin şuraya oturun." Bölgenin şifacısı olarak bilinen birinin böyle bir isteğe şaşırması ilginçti. Açıkçası bu nasıl bir büyüydü hiç bilmiyordum ama bize gerçekleri doğrudan gösterecek bir büyü olduğu pekâlâ anlaşılıyordu. Farklı evrenlerdeki iki bedenin yer değiştirmiş olması bu şifacıyı bile şaşırtıyorsa yürüdüğümüz yolun sağlamlılığından bir kez daha emin olmalıydık. Gösterdiği tekli koltuğa gergince oturdum. Masadaki ağzı açık kürenin içerisine bilmediğim onlarca çeşit malzeme koydu. İşini titizlikle yapıyordu ve bu esnada bir kere bile kafasını kaldırıp bize bakmadı. Dumanlar çıkan küreye son bir bakış attı. "Gerekli son malzemeyi vermenizi rica ediyorum." Atlas son malzemeyi gayet iyi biliyormuş gibi hareketlendi ve yanıma yaklaştı ve bıçağını kınından çıkardı. Elini bana uzatırken son malzemenin kanım olduğunu pekâlâ anlamıştım. Elimi ona doğru uzattım. Atlas avuç içime çok derin olmayan bir kesik açtı. Kürenin içine üç damla kan damlayınca, yaşlı kadın, "Bu kadarı yeterli," dedi. Atlas bir elimle elimi tutarken, diğer eliyle masadaki bezlerden birini aldı ve avuç içimi sardı. "Kusura bakma, önceden haber vemeliydim," dedi. Bu büyü hakkında şu ana dek bana hiçbir bilgi vermemiş olması bana tuhaf gelse de ona güvenmeyi tercih ettim. Atlas, oturduğum koltuğun arkasına geçip ayakta dikikmeye başladı. Elimdeki beze son bir bakış atıp kadına döndüm. Yaşlı kadın iki eliyle küreyi avuçlarının arasına aldı, "Diamour," diye fısıldadı. Küreden çıkan gri dumanlar yoğunluğunu arttırdı ve yaşlı kadının gözleri kırmızıya boyandı. Atlas'ın olumsuz tepki vermemesinden dolayı bunun yapılan büyünün bir etkisi olduğunu anladım. Yaşlı kadın birkaç dakika boyunca hipnoz olmuş bir hâlde durmuş ve sonrasında ellerini küreden çekerek gözlerinin eski hâline dönmesini sağlamıştı. Gözleri önce Atlas'a sonra ise bana döndü. Bakışları bize güzel haberler vermeyeceğini ortaya seriyordu. "Kız büyülü, korkunç bir büyünün tesiri altında ve bu sebep, yaşananları net bir şekilde görmemi engelliyor ama iki şeyi net bir şekilde görebiliyorum: Birincisi bu kız Alisa'nın ta kendisi, kanı bu evrendeki Alisa'ya ait ve artık her kimden kaçıyorsanız o kişi bu odada; düşman aramızda." Duyduğum şeylere bir anlam yükleyemedim. Atlas hiçbir şey söylemeden beni yerimden kaldırdı ve evin dışına çıkardı. Bahçeye çıktığımızda kadının sözleriyle kastettiği şey kafama dank etti. "Ben sizi kandırmıyorum. Kadın belli ki yalan söylüyor, hem neden ona güveniyoruz ki? Belki düşman şifacının kılığına girmiştir ve bizimle bir kukla gibi oynuyordur." "Tartışmanın yeri ve zamanı değil. Saraya dönüyoruz." Atlas bahçenin az ilerisinde bir geçit oluşturdu ama geçide girmedi, önce benim girmemi bekledi. Göz göze geldiğimiz o kısa anda bana güvenip güvenmediğini anlayamadım. Kendimi yeniden Atlas'ın çalışma odasında bulduğumda doğruca Atlas'a döndüm. Hislerim, düşmanın bizi birbirimize düşürmeye çalıştığını fısıldıyordu. "Kadının doğru söylediğini nasıl anlayacağız?" "Bölgenin şifacısı olmasının bir nedeni var, istese de yalan söyleyemez." "Ben de yalan söylemiyorum. O hâlde hangimiz haklı?" Sesim gereğinden fazla yüksek çıkınca, sakinleşmek için derin bir nefes aldım. O sırada odanın kapısı hızla açıldı ve içeriye Aren ile Perla girdi. "Neler oluyor?" "Şifacı-" "Perla, şifacının gerçekleri görmesini engelleyen bir büyü yapılması ne kadar mümkün?" Perla, Atlas'ın sorusu üzerine odanın kapısını kapattı ve biraz düşündü. O kısa anlık sessizlikte Aren yanıma yaklaştı. Bakışları her şeyin yolunda olup olmadığını sorguluyordu ama hiçbir şeyin yolunda olmadığını açıkça görebilirdi. "Yani... Benim böyle bir büyüden haberim yok ama büyüler bizim bildiklerimizle sınırlı değil." Yeniden, "Ben yalan söylemiyorum," diye söylendim. Perla bana boş gözlerle bakarken neler olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Aren beni koltuklardan birine yönlendirdi. Huzursuzluk çıkarmak yerine sakince koltuğa oturdum. "Kimse senin yalan söylediğini düşünmüyor zaten Alisa, sakin ol." Atlas'ın sözleri bir yalanı fısıldıyordu. Onun şu an için bana güvendiğini asla düşünmüyordum ama onunla inatlaşmak bize yalnızca vakit kaybettirecekti. Perla hızlıca gelip yanıma oturdu. Bakışları Atlas'da iken, "Ne olduğunu anlatacak mısınız?" diye sordu. "Şifacı, Alisa'nın büyülü olması dışında her şeyin normal olduğunu söyledi; kanı bu evrendeki Alisa'ya ait görünüyormuş." "Acaba Alisa büyülendiği için öyle görünüyor olabilir mi?" "Sen daha iyi bilirsin Perla." Perla bir an cevap veremedi. "Açıkçası bilmiyorum, bizden gizlenen çok fazla büyü kitabı var." Sıkıntı dolu bir nefes verdi. "Artık gerçeği birileriyle paylaşabilir miyiz? Yapabileceğimiz şeyler çok kısıtlı, özellikle de öğrenebildiğimiz büyülerin kısıtlı olması işimizi zorlaştırıyor. Geçmişte bu sorunun nasıl çözüldüğünü bilmiyor musunuz siz? Bildikleri kısıtlı olan bir iki kişiyle çözülecek bir sorun değil bu." "Perla," dedi Aren, "güvenebileceğimiz kişiler de kısıtlı. Sen de bunu biliyorsun değil mi?" Aklıma gelen şeyle arkama doğru, Aren'e döndüm. "Lena'ya anlattın mı yaşananları?" "Evet," dedi Aren. "Saraya dönmek yerine amcamı Henna Hanım'ın sarayına davet etti. Henna Hanım ve Fedor Bey ile birlikte bir hafta geçirecekler." Bakışları Atlas'a çevrildi. "Herkesten önce bunu babanla paylaşmaya ne dersin? Amcamı oyalayabilecek en doğru kişi o. Ayrıca amcamın sarayında ilgi çekici bir durum yok. Alisa'nın eşyaları olduğu yerde duruyor. Bu, fazlasıyla ilginç bir durum." Perla, "Bence bunu Timun Bey'e de açıklamalıyız. Sonuçta Alisa'ya zarar verecek değil. Ne de olsa kızına kavuşması Alisa'yı kendi diyarına göndermekten geçiyor," diyerek söze atıldı. "Aren, Timun Bey'e durumu açıklayıp açıklamamak senin karar vermen gereken bir husus. O adamı aramızda en iyi tanıyan sensin." Aren, dostunun sözlerinden pek hazzetmemişti. "Neden, eğer yanlış bir karar alırsam gelecekte bu kararımdan ötürü vicdan azabı çekeyim diye mi?" "Gelecekte hepimiz aldığımız kararlardan ötürü vicdan azabı çekeceğiz; bu, bizim için kaçışı olmayan bir son. Bu süreçte yapacağımız fedakârlıklar, o an gelince, kor gibi yanan yüreğimizi ferahlatan yağmur damlaları olacak. Eğer sonun için endişeleniyorsan, henüz yolun başındayken, diğerlerinden daha fazla sorumluluk almalısın." "Atlas bir noktada haklısın," dedi Perla, "ama yükümüzü birileriyle paylaşmak varken neden gereğinden fazla yük taşıyalım ki?" "Normal bir zamanda değiliz. Kimin dost kimin düşman olduğu belli değil, risk almaya değmez." "Atlas," dedi Aren, "Fedor Bey..." Kendisi cümlesini tamamlama gereği duymadı. Esasen hepimiz, yeniden dile getireceği şeyi anlaşmıştık. Bu toprakları, bu topraklarda yaşayanları, bu topraklarda yaşananları gayet iyi bildiklerinden, endişeleri benim endişelerimden daha fazlaydı ve belki de daha anlamlıydı. Atlas ile göz göze geldiğimiz o çok kısa sürede, Aren'e söylediklerinin aksine onun da hata yapmaktan korktuğunu gayet görebildim. Bu odadaki herkesin, göstermekten sakındığı ama taşımaya devam ettiği bir korkusu vardı ve tüm o korkular birbirleriyle doğrudan bağlantılıydı. "Ben babamla konuşmaya gideceğim," dedi Atlas, tereddütle. Perla'nın ısrarcı bakışlarını gördü. "Döndüğümde vârislere gerçeği anlatma konusunu tekrar tartışırız." Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Onun gidişiyle Perla sıkıntı dolu nefesleri arasında oturduğu koltuğa yayıldı. Oturduğum yerde yan dönüp, arkamızda dikilen Aren'e çevirdim bakışımı. "Lena ne tepki verdi?" "Bizim tepkilerimizden farksız değildi. Şu saatten sonra aramızdan birinin herhangi bir habere şaşıracağını sanmıyorum." "Alisa'nın saraydaki eşyalarının yerli yerinde durduğunu söyledin. Bu nasıl mümkün olabilir? Eşyaların neye göre kaybolduğunu biliyor musunuz?" Aren, soru soran gözlerle Perla'ya bakmaya başladı. "Perla herhangi bir fikrin var mı?" "Maalesef yok. Stres, bildiğim şeyleri bile unutturmaya başladı bana." Sonra verdiği cevabı yetersiz bulmuş olacak ki oturduğu yerde biraz doğruldu. "Şimdi biraz düşünelim. Bizim bildiğimiz kadarıyla önce onun geçtiğimiz yıl hazırlattığı taç yok oldu, sonra ise yine onun özel olarak yaptırttığı portresi yok oldu. Şimdilik bu ikisini biliyoruz ve ikisinin en büyük ortak noktası Alisa tarafından özel olarak yaptırılmış olması. Ancak bu eşyalar neye göre kayboluyor, onu anlayamadım. En eskiden yeniye doğru olamaz çünkü portre daha eskiydi ama o daha sonra kayboldu. En yeniden eskiye doğru da olamaz çünkü taç ile protrenin yapılması arasında yıllar var; o süre zarfında Alisa, illa ki, kendisine özel başka şeyler de yaptırmıştır. Eğer eşyaların neye göre kaybolduğunu bulursak kimse fark etmeden durumu düzeltebiliriz. Oldukça işimize yarayacak bir bilgi bu ama bu bilgiye nasıl ulaşabiliriz bir fikrim yok." "Bir büyü yardımıyla gerçeği öğrenemez miyiz?" "Alisa," dedi Aren, "artık büyü kavramını unut. Bundan sonra yapılacak tek büyü, seni kendi evrenine gönderecek olan büyü olacak." "Henna Hanım, kendi sarayına Timun Bey'in davet edilmesini hoş karşıladı mı? Bir şeylerden şüphelenmedi mi?" "Amcam ve Lena, Atlas'ın ailesiyle uzun yıllardır sıkı dosttur. Şüphelenmesini gerektirecek bir durum yok ortada," dedi Aren. "Ayrıca sen Henna Hanım ile tanıştın mı?" Perla'nın bakışları da merakla bana döndü. O bakışlarda başka hisler de vardı ama onları okuyamadım. "Evet, tanıştım ama neyse ki Lena da yanımızdaydı." İçimdeki merakı gitgide körükleyen yeni hadiseler çıkıyordu ortaya. Merakım içimde bir oyuk oluşturuyordu ama olayları deşmek gibi bir niyetim yoktu. İçinde bulunduğumuz odanın kapısı tıklatıldı. Saniyeler sonra açılan kapıdan içeriye Lara girdi. Hepimize kısaca selam verdikten sonra doğrudan bana baktı. "Efendim, sizinle görüşmek isteyen birileri var." Yerimden kalkarken Aren ile göz göze geldik. İkimizin de bakışlarında aynı duygu vardı. Yalnızca o birkaç saniye sonra bana güven verircesine baktı. Lara'nın peşine takılırken yeni bir sorun çıkmamış olması için içimden dualar ediyordum. Odadan çıktığımızda kapının önünde bekleyen diğer çalışanları gördüm. Lara önümden yürüyüp bana yolu göstermek yerine adım atmayı kesti. "Efendim, gelenler şehirde yaşayan birkaç işçi. Eğer görüşmek istemezseniz..." Devamı gelmeyen kelimelerine rağmen bir cevap beklediğini belli ederek gözlerimin içine bakmaya devam etti. Halktan birkaç kişiyle görüşmekte bir sorun olmayacağını düşündüğümden, "Sorun değil," demekle yetindim. Lara, "Gelen kişileri odaya yönlendirin," dedi, bakışları çalışanların üzerindeydi. Genç kızlar aldıkları emir sonrasında acelesiz adımlarla yanımızdan ayrıldı. Lara ezbere bildiği koridoru aşarak beni, bana ait bir çalışma odasına götürdü. Tek başıma odaya girdiğimde, o kısacık anda biraz soluklandım. Tek başıma, yabancıların arasında rahatça hakaret edeceğim zamanların ne zaman geleceğini merak ettim. Kendimle baş başa kaldığımda bile yüreğimde hâlâ nefes almaya devam eden korkularım ve tedirginliklerim oluyordu. Bu yabancısı olduğum düzene uyum sağlamak; yolun sonunda gördüğüm, yolumu aydınlatan ama asla ulaşamayacağım bir ışık kaynağıydı. Yavaşça açılan kapı beni gerçekliğe döndürdü. Benim hissettiğim aidiyetsizliğin aynısını göz bebeklerinde taşıyan iki kadın ve iki erkek içeri girdi. Kadınlardan biri elini sıkı sıkı tuttuğu kız çocuğunun elini; Lara'nın, "Çocuğun içeri girmesi yasak," demesi üzerine bırakmak zorunda kaldı. Üçü orta yaşlarda, biri oldukça yaşlı görünen bu dört kişiyle birlikte Lara da odaya girdi ve kapıyı hiç beklemeden hızlıca kapattı. Gelen kişilere döndüğümde hepsi teker teker saygıyla eğildi karşımda. Aralarında en yaşlı olan adam, "Efendim, öncelikle bizimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için size minnetlerimizi sunuyoruz," dedi, yaşının vermiş olduğu boğuk sesiyle. "Buraya sizden beklediğimiz bir hizmeti dile getirmek için gelmedik. Siz tahta geçeli yalnızca bir gün olmasına rağmen şehrimizde, alınan kararın yüce doğruluğundan olduğunu düşündüğümüz mucizevi gelişmeler yaşanıyor. Halk, bunu kutlamak ve size duyduğu minneti göstermek arzusunda. Eğer sizde izin verirseniz üç gün sonra bir eğlence düzenlemeyi planlıyoruz." Bahsettiği mucizevi gelişmeleri merak etsem de pot kırmamak adına bu konu üzerinde durmadım. Biraz önce küçük kızın elini tutan kadın, yaşadığım ikilemi görmüş olacak ki, "Efendim, eğer kafanızda soru işaretleri varsa eğlenceyi tamamen sizin istekleriniz doğrultusunda düzenleyebiliriz," dedi. Bunun iyi bir fikir olup olmadığı konusunda kararsızdım ama bir yandan da masum amaçları olan bu insanları kırmak istemiyordum. Kendi kısıtlı hayal gücümle bir sorun ortaya çıkmayacağını düşünerek itiraz etmenin yersiz olacağına karar verdim. "Eğlencenin detaylarını Lara ile paylaşırsınız. Lara sen de sorun gördüğün kısımlara müdahale edersin." Lara anlayışla başını salladı. Aynı kadın, "O gün Kral ve Kraliçe'yi de aramızda görmek isteriz; tabii sizler için de uygunsa," diyerek yeniden söze atıldı. Basit bir eğlence düzenlemek istediklerinden dolayı bu konu üzerinde daha fazla kafa yormak istemedim. "Aksi bir durum olmazsa katılmaya çalışırız." Ben çıkıp giderler diye düşünürken, yaşlı adam, "Size birkaç hediye vermek istemiştik ama görevliler tarafından bu isteğimiz reddedildi. Güvenlik açısından böyle bir karar almalarını anlıyorum ama acaba bu kararı gözden geçirme ihtimaliniz var mı?" diye sordu. Böyle bir anda hediye kabul etmek korkunç bir hata gibi gözüküyordu. O sebeple, "Maalesef," dedim. Büyük ihtimalle itiraz etmeye çalışacaktı ama Lena, "Görüşme süresi doldu. Sizleri artık dışarı alayım," deyince, söylemek istediklerini yutmak zorunda kaldı. Kapı Lena tarafından hızlıca açılınca mecburen odadan çıkmaya başladılar. Atlas'ın çalışma odasına, Perla ve Aren'in yanına, geri dönmek için onların ardından ben de odadan çıktım. Lara da bana eşlik etmek için peşimden gelecekti ki ben, "Sen konuklara eşlik et ve etkinliğin detaylarını öğren. Benimle gelmene gerek yok," diyerek ona engel oldum. Yeniden anlayışla başına salladı. Çalışma odasına doğru yol aldım. Aşinası olduğum kapıyı açtığımda içeride görmeyi beklediğim bedenlerden biri yoktu. Aren, "Her şey yolunda mı?" diye sordu. Kapıyı kapatıp onun yanında doğru ilerledim. Onun yanındaki yerimi aldığımda, "Evet, yalnızca şehir halkı bir kutlama yapmak istiyormuş," dedim. Bakışlarına şaşkınlık yerleşti. Merak, içimde dallanıp budaklandı. "Normal bir durum değil mi bu?" "Yönetici değiştikten sonra halk arsında hep kutlama yapılır ama bu kadar erken kutlama yapılması daha önce rast gelen bir durum değildi. Doğrusu baya şaşırdım." "Normalde hükümdarlar da bu kutlamaya katılır mı?" "Elbette katılırlar. Hükümdarların halkla olan bağını koparmaması onlar için daha faydalıdır. Tabii bu durum, bir süreliğine sizin için geçerli değil." "Neden öyle dedin ki?" "Atlas babasının yanından döndüğünde ne yapılması gerektiği hakkında konuşacağız. Eğer yoğun bir sürecin içine gireceksek gitmeniz gerekmez. Daima önceliklerimize göre hareket etmeliyiz." "Sen Perla'nın gerçeği mirasçılarla paylaşmak istemesi hakkında ne düşünüyorsun?" Pencereye, güneşin parlak ışıkları hâlâ yansıyordu. Zamandan bihaberdim ve sanki zaman akıp gitmek istemiyordu. "Bu konuda hem Atlas'ı hem de Perla'yı anlayabiliyorum. Aslında ikisinin de hedefi ortak ama seçtikleri yol birbirinden oldukça farklı. Hangi yolu seçmek daha güvenli olur bilemiyorum gerçekten. Dahası güvenli olduğunu düşündüğümüz yol, bizi asıl tehlikeye götürecek olan yol da olabilir. Temkinli olmakta fayda var," dedi Aren. "Doğru söylüyorsun. Sanıyorum ki, bağımsız olan biz insanlar değil de zamanın ta kendisi. Lena'nın sözleri gün geçtikçe zihnimde yeni keşiflere neden oluyor." Kaçışı olmayan gerçekler bizi bu odaya tutsak etmişti. Bizi tutsak etmişti etmesine ama biz onu göremiyorduk. Bu tutsaklığa hislerimiz de dâhildi. Biçare hissediyordum. Çaresizlik bedenime tutsak edilmişti. "Lena ile sandığımdan daha iyi anlaşıyorsunuz sanırım." "Onun iyi bir yoldaş olduğunu düşünüyorum." Sözlerime alınmadı ya da gerçek hislerini bana göstermek istemedi. "Bir gün," dedim. "Bir gün gerçekleri bana anlatır mısın?" "Eğer vakti geldiğinde anlattıklarımı zihninden silebileceksen bir gün anlatabilirim," dedi. "Bizim diyarda, hatırlamak isteyeceğin güzel hikâyeler yok." "Neden burada yaşamak bir ızdırapmış gibi konuşuyorsun?" "Alisa, nedense bana; her şeyin farkındaymışsın ama yıkılmamak için bilmemezlikten geliyormuşsun gibi geliyor." "Benim yıkılmak için bu diyarın gerçeklerini öğrenmeme gerek mi var?" "Hayır, yalnızca her daim daha kötüsü vardır demeye çalışıyorum." Çok sonra, "Her neyse," diye devam etti. "Tek amacım seni ve Alisa'yı ait olduğunuz yaşama geri döndürmek." Bedenimi bir soğukluk sardı. Gerçeklerden ne kadar çabuk kopuyorduk öyle. Hissettiğim ağırlık sonrasında, "Babam ona güzel bakıyordur," dedim. "Tek temennim bu zaten. Anlattığın tozpembe diyarın varlığına inanıp onun hâlâ hayatta olduğunu varsayacağım." Odanın içine aniden dalan Perla ile tüm dikkatimiz dağıldı. Kapıyı arkasından hızlıca kapattı ve karşımıza dikildi. "Alt kattaki toplantı odasında görüşme yapılacak. Fedor Bey geldi ve anlaşılan o ki, Atlas ona her şeyi anlatmış." Tedirginlik tüm bedenimi sardı. Perla hızlıca, "Boşuna endişelenme, biz de orada olacağız," dedi. "O hâlde daha fazla zaman kaybetmeyelim," dedi Aren. Perla heyecanla; Aren umutla; ben ise tedirginlikle ayrıldım o odadan. O tedirginlik, merdivenleri inerken bile bedenimi terk etmemiş, toplantı odasının önüne geldiğimizde ise yitiremediğim diğer hislerimi uyandırmıştı. Aren açtığı kapıdan önce kendisi geçti ve sonra bizim geçmemiz bekledi. Nihayetinde odaya girdiğimizde, Aren birkaç adım önümde, Perla birkaç adım arkamdaydı. Fedor Bey ile ilk kez gerçek anlamda göz göze geldik. Dünden kalan olumsuz hislerim hâlâ yerli yerinde duruyordu ve eminim ki, o da bunu pekâlâ görmüştü ama gördüğü şey bununla sınırlı değildi. Öğrendiği gerçekler onun bana bakışını değiştirmeye yetmemişti; hâlâ aynıydı bakışları. Küçük bir baş hareketiyle bizi masaya davet etti. Aren, Atlas'ın karşısına oturmuştu ve ben de onun yanında yerimi almıştım. Perla ise benim karşıma, Atlas'ın yanına oturmuştu. Fedor Bey gözlerini bana dikti. "Lafı uzatmayacağım. Ancak aradığınız cevap bende değil. Bu sorunu çözebilmek adına büyülerle ilgilenen birine danışmak daha doğru olur. Nitekim ben uzun zaman önce bu işi yapmayı bıraktım." Perla bir an bir şey söyleyecek gibi olduysa da sonrasında vazgeçti. "Ama madem benimle bu bilgiyi paylaştınız, size benden daha fayda sağlayacak kişileri önermek benim yükümlülüğümdür. Altı bölümün başındakilerle bunu paylaşmanın bize bir yararı dokunmaz ama mirasçılar konusunda bir şey söyleyemeyeceğim. Öncelikle Timun Bey'i haberdar etmek en doğrusu olacaktır. Onun sonradan kendi çabalarıyla gerçeği öğrenmesi onu yalnızca daha da öfkelendirir. Fayda sağlaması açısından, şu an için, Henna'ya bu haberi verme taraftarıyım," dedi Fedor Bey. İlk itiraz eden Aren oldu. "Henna Hanım oldukça hasta. Bu haberle bedenini daha fazla yormanın manası yok. Ayrıca tıpkı sizin gibi o da uzun zamandır büyü işiyle ilgilenmiyor." "Henna Hanım'ın bu olaya karışmak isteyeceğinden pek emin değilim. Hem zaten uzakta durması daha iyi olacaktır." Perla'nın ağzından çıkan sözler, Atlas'ın bomboş bakışlarının Perla'ya dönmesine sebep oldu. "Bırak da buna kendisi karar versin." "Onu hepinizden daha iyi tanıyorum," dedi Fedor Bey. "Onun bedenini daha fazla yoracak olan şey yardım edememek olacaktır. Gerçeği onunla paylaşacağım, olaya dahil olup olmayacağına yalnızca kendisi karar verecek." "Tabii, siz daha iyi bilirsiniz Fedor Bey," dedi Perla. Alınan karar herkesi rahatsız etmişti; Fedor Bey'i bile. Odaya bir müddet sessizlik hâkim oldu. O tiz sessizliği bozan kişi Perla oldu. "Bana kalırsa mirasçılar ile gerçeği paylaşmalıyız. Bu konuda sizin de fikrinizi almak istiyorum Fedor Bey." "Perla, benim bedenimde yeterince yük var. O yüzden bu kararın yükünü, rica ediyorum, sizler alın." Fedor Bey yavaşça ayağa kalktı, aynı yavaşlıkla odayı terk etti. "Ben kefilim," dedi Perla. "Mirasçılarla paylaşalım ve bir an önce harekete geçelim. Zaten yalnızca ikisinin haberi yok. Düşünmek bize vakit kaybettirecek. Mirasçılara kefilim ben. Eğer mirasçılardan biri bizi yüzüstü bırakırsa bu kefareti canımla ödemeye hazırım." "Perla!" diye uyardı Aren. "Sözlerine dikkat et!" "Bir bataklıkta olduğumuzu ne zaman fark edeceksiniz? Hepimizin sorumluluk alması lazım. Henna Hanım o hâliyle bize yardım edemez." Yerinden kalkan Perla, başka söz söylemeden odadan çıktı. Onun ardından bakarken bir soğukluk sardı etrafımı. Yine bilmediğim gerçeklerin altında eziliyordum. Kendimi, çok uzak ve küçük bir noktada sorumlu hissettim lakin kendimi suçlamanın bir faydası olmadığının bilincindeydim. Saatler sonra, gecenin karanlığı hâkimiyetini sürmeye başladığında, yine aynı odanın içindeydik. Derin kuyularda gizlenmeye çalışan gerçekler artık yüzeye çıkmıştı. Onlar, yosun kaplı bulanık suyun altında kimliklerini hâlâ gizleyebilirdi ama aynısı benim için geçerli değildi. Ortaya çıkan gerçek yalnızca bana aitti. Gerçek, tüm şeffaflığı ve berraklığı ile benim bedenimde parlıyordu. Onlar benim gerçeğimi görebiliyordu ama ben, onların gerçeklerini göremiyordum. Zamanım olsaydı eğer bunun ne kadar adaletsizce olduğunu saatlerce düşünüp, kendi kendime tartışabilirdim ama gerçeğe sahip olamadığım gibi zamana da sahip değildim. Öyle ki, bir gün gerçekleri yakalayabilirdim ama zamana ulaşmam imkânsızdı. Her daim egemenliğini elinde bulunduran zaman, vakti geldiğinde gerçekleri benden pekâlâ saklayabilirdi ya da ben zamanın o kadar gerisinde kalacaktım ki, zamanın benimle gerçekleri paylaşmaya vakti kalmayacaktı. Ben, zamana yetişmeye çalışmıyordum; yalnızca, zamanın paylaşacağı, ortaya çıkartacağı gerçekleri yakalamaya çalışıyordum. Karanlık tüm göğe hâkimdi ancak o gök de bir ışık kaynağına sahipti. Benim göğümde siyahlara bulanmıştı ancak ne yazık ki, benim göğümü aydınlatabilecek, solgun da olsa bir ışık kaynağım yoktu. Onların gerçeği, göğün ışığı vardı; bense hem gerçeklerden hem de ışıktan mahrumdum. Beş mirasçının ikisinden saklanan gerçek, en nihayetinde ortaya dökülmüştü. Verilmesi gereken bir tepki var mıydı bilmiyorum ama benim korkuyla beklediğim tepkiyi kimse vermemişti. Pamir diğerlerinden önce gerçeği öğrenmiş olsa bile şaşkınlığını henüz üzerinden atabilmiş değildi. Bir büyücü ile sevgili olan birinin bu denli şaşkınlığa uğraması beni de şaşırtıyor, hatta bir tık kuşkulandırıyordu. Kunter şaşırmaktan ziyade gerçeğe kavuştuğu için rahatlamış gözüküyordu. Yüksek ihtimalle dünkü karşılaşmamız sonrasında kafasında ziyadesiyle soru işareti oluşmuştu. Tüm bunların yanı sıra, ilk kez muhabbet etme şansı yakaladığım Ural, diğerlerine kıyasla gerçeğe kısa sürede adapte olmuş ve çoktan planın detayları hakkında kendi fikirlerini ortaya koymaya başlamıştı. "Madem kutlama üç gün sonra yapılacak, o zamana dek sadece planın detaylarına odaklanma taraftarıyım. Kutlamaya katılır ve ardından yola koyulursunuz. Kutlamaya katılmamanız sizin aleyhinize olur. Özellikle de hükümdar olmak için onca çaba sarf eden Alisa'nın böylesi bir kutlamaya katılmaması fazlasıyla dikkat çeker." "Aynı fikirdeyim, kutlamaya katılmakta fayda var," dedi Perla. "Bu esnada büyücüye giden yolun güvenliğini sağlamak için uğraşırız. Ayrıca sınırda herhangi bir güvenlik problemi var mı diye kontrol edebilmek için de zamanımız olur. Yeni bir hükümdarın gelişi diğer bölgelerde bazı hareketlenmelere neden olabilir. Hatta gerekli görürseniz dış güvenliği gözetmek için sınıra gidebilirim," dedi Ural. "O hâlde yarın sen hazırladığın ekibinle yola çık. Yöneticiler, senin sınıra gidişinde farklı bir amaç aramazlar. Ne de olsa yönetimde önemli bir değişim meydana geldi. Hepsi bunun bir güvenlik önlemi olduğunu düşünecektir." "Eğer benden başka bir isteğiniz yoksa ekibi hazırlamak üzere saraydan ayrılayım." "Sınırı koruman yeterli. Aksi bir durumda derhâl haber yolla, kendi imkanlarınla sorunu düzeltmeye çalışma." Yerinden kalkan Ural, rütbelerin söz konusu olduğu bir durumun içerisinde olmamasına rağmen karşımızda saygıyla eğildi. Ural odadan çıktıktan sonra Perla, "Narya yıllar önce Alsondro topraklarından bir büyü kitabı getirmişti buraya. Büyü kitaplarının toplanmaya başlandığı vakit o kitabı almamıştılar, hâlâ burada duruyor. Acaba içerisinde işimize yarayacak bir bilgi var mıdır? Ona bir danışsam mı" diye sordu. "Sence işimize yarayacak bir bilgi olsa o kitabı bu topraklarda bırakırlar mıydı?" diye sordu Aren. "Geçici süreliğine birkaç büyü kitabını buraya getirtemez miyiz?" diye sordu Kunter. "Zaten büyücüye gidilmeyecek mi? Neden büyü kitabı arıyorsunuz ki?" "Ona kalırsa bu odada da bir tane büyülerle içli dışlı birisi duruyor Pamir," dedi Perla. "Daha fazla burada durmanızın bir manası yok," diye araya girdi Atlas. "Saraylarınıza dönün." Diğerlerinin aksine Aren'in bir yere gideceği yoktu, yerinden kıpırdamamıştı bile. Herkesten önce hareketlenip ayağa kalkan Perla, Pamir'in de ayağa kalmasını sağlamıştı. Atlas,"Kutlamadaki güvenliği senin sağlamanı istiyorum Kunter," dedi. Kunter küçük bir baş hareketiyle yanıt vermekle yetindi. Toplantı odasında yalnızca üçümüz kaldığımızda yorgunca iç çektim. Atlas'ın yalnızca Ural ve Kunter'e görev vermesi tesadüf değildi. Bir süre o ikisini gözeterek onların güvenli olup olmadığından emin olmaya çalışacaktı. Onlardan birinin düşmanla işbirliği yapması, içinde bulunduğumuz tehlikenin şiddetini oldukça fazla arttıracaktı. Beni asıl geren şey ise o ikisinden birinin bize ihanet etmesi değil de Perla'nın bu ihanetin sorumluluğunu üzerine almış olmasıydı "Amcamla yapacağınız görüşmeye benim de katılmamı ister misin?" Aren soruyu bana sormuş olmasına rağmen Atlas, "Ben bu görüşmeyi ailecek gerçekleştirmek istersiniz diye düşünmüştüm," dedi. "Aslında ben katılmayı düşünmüyordum. Eğer Alisa için sorun olmayacaksa saraya döneceğim." Onu zorla burada tutma çabasına girmeyecektim. Bu saatten sonra onun yapabileceği hiçbir şey yoktu. "İstiyorsan saraya dönebilirsin, gerisini biz hallederiz." Hepimizin bir köşeye çekilip dinlenmesi gerekiyordu ama Atlas benimle aynı fikirde olmasa gerek, "Lena'nın gelemeyeceğini biliyorsun. Aileden birinin burada olması daha iyi olur. Aramızda gerçeği ona en iyi şekilde açıklayabilecek tek kişi sensin," dedi. "Hatta," diye devam etti, "sorun teşkil etmeyecekse ben annemin yanına uğrayacağım. Her şey yolunda mı diye kontrol etmem lazım." Atlas'ın derdi belli olmuştu. Onun gerçeğe kavuşmak hakkındaki düşünceleri zihnimde belirince, şu anki tek amacının annesini hakikat karşısında korumak istemesi olduğunu anlayabilmiştim; çünkü o, gerçeğe kavuşmanın insanı ızdıraba sürüklediğine inanıyordu. Atlas'ı benden daha iyi tanıyan Aren, benim anladığım şeyi benden de önce anlamıştı. O nedenle itiraz etmek adına hiçbir şey yapmadı. Eğer biraz cesaretim olsaydı bu görüşmeyi o adamla tek başıma yapardım ve Aren'i böyle bir durumun içine sürüklemezdim. Nitekim farkındalığın getirdiği acı ve yorgunluk, onun gözlerinde giderek katbekat artıyordu. "Öyleyse sen annenin yanına uğra. Biz, Alisa ile durumu amcama izah ederiz." Atlas, kendi içinde ikilem yaşamış olsa da bir müddet sonra yerinden kalkıp, annesinin yanına gitmek için odayı terk etti. Konuyu değiştirmeye çalışmak faydasız bir uğraş olacaktı. "Durumu nasıl açıklayacağımız hakkında bir fikrin var mı?" "Amcam dirençlidir. Durumu yumuşatmak için masum kelimelere ihtiyacımız yok." "Aren," dedim. "Aklında bir isim var mı? Ben buradan gitsem bile düşman hâlâ bu topraklarda bulunuyor olacak, geride çözülmesi gereken bir bulmaca kalacak. Bunu yapanın kim olduğuna dair herhangi bir fikrin var mı?" Beklediğimiz kişinin nihayet toplantı odasına girmesi Aren'in söyleyeceği şeyleri yutmasına sebep oldu. "Hayır, bir fikrim yok." Zaman geçtikçe görüyordum ki, Timun Bey'in ilk günlerde bedenine yapışan geçici öfkesinden ziyade kalıcı kaygıları vardı. Bu sefer ona huzur vermeyen şey öfkesi değil de endişesiydi. "Neler oluyor? Daha sabah görüştüğümüzde hiçbir sorun yoktu ortada. Birkaç saat içinde ne gibi bir sorun çıkmış olabilir ki?" Söylene söylene yanımıza geldi. İkimizin de suspus olduğunu görünce daha da endişelendi. "Yeni bir sorun yok," dedi Aren. "Zaten var olan sorunu seninle paylaşmak istedik." "Her şey durdu durdu ve bir anda patlak vermeye başladı. Yine ne gibi bir sorun var?" Aren'in yanındaki sandalyeye oturmuş ve bizden bir cevap bekliyordu. Ona istediği cevabı vermeden önce, "Başka bir sorun da mı var ki?" diye sordum. "Henna biraz rahatsızlandı. Oysaki bir süredir gayet iyiydi." "Ciddi bir şeyi yok, değil mi?" diye sordu Aren. "Yok yok!" dedi Timun Bey. "Biraz bitap düştü. Bu hengâme onu da yoruyor tabii." Onu neyin bitap düşürdüğünü Timun Bey'in aksine biz çok iyi biliyorduk. O ise yalnızca bildiğini sanıyordu. "Evet, sorun neydi?" diye sordu Timun Bey. Aren'in anlatmasını dileyerek onun gözlerinin içine baktım ama karşımdaki bedenin takatsizliğini görünce, "Bir hafta önceki toplantıya katılmama sebebim hasta olmam değildi," diyerek söze atıldım. "Yalan söylediğin için mi o akşam bir hayli sessizdin?" "Yalan söylediği için değil, senin kızın olmadığı için sessizdi," dedi Aren. "O gece her ne yaşandıysa Alisa başka bir evrene geçiş yapmış." Göz bebekleri, yaşadığı şaşkınlıktan ötürü büyüdü. Bir an ne diyeceğini bilemedi, sonrasında, "Nasıl? Bu nasıl olabilir?" dedi hayretle. Bir hışımla yerinden kalktı ama ayağa kalktığında ne öfkesi ne de bedeni ona itaat edebildi; olduğu yerde öylece kaldı. "Ama o gece sıra dışı bir olay yaşanmadı," diye kendi kendine mırıldandı. Aren daha fazla sessiz kalamayıp, "Büyük ihtimalle biri büyü yapmış," dedi. O yabancı bakışlarda ilk kez tanıdık bir şeyler gördüm. Derin derin nefesler alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. En sonunda pes edip kalktığı yere geri oturdu. "Kutlamadan sonra Atlas ve Alisa Valmir'in yanına gidip durumu anlatacaklar. Ondan sonra büyücünün buyruğuna göre hareket edeceğiz. Düşüncelerle kendini yiyip bitirmek yerine bu süre zarfında bizlere yardımcı ol. Yapan kişinin kim olduğunu hâlâ bilmiyoruz, bölgenin şifacısı bile gerçekleri göremedi. Karşıdaki kişi her kimse bu işin sonunda zarar görmekten korkmuyor olsa gerek. Güvenliğe ihtiyacımız var ve aynı zamanda dikkat çekmememiz gerekiyor." "Kutlamaya katılmak yerine derhâl yola koyulmaya ne dersiniz?" "Amca, dikkat çekmemeye çalışıyoruz diyorum." Yüzüme değen gözleri, sonrasında boynuma inmiş ve sabah taktığı kolyeye bakmıştı. Mahcubiyet kanıma karışırken, "Kusura bakmayın, gerçeği bilmediğiniz için kolyeyi takarken itiraz edememiştim. İsterseniz size geri vereyim," dedim. "Madem dikkat çekmemeye çalışıyorsunuz o kolyenin sende kalması gerek." Bedeni burada bizimleydi ama ne aklı ne kalbi ne de ruhu aramızdaydı; hepsi, hayali bir amacın peşine takılıp, Timun Bey'deki tüm gücün, tıpkı kendileri gibi, Timun Bey'in bedenini terk etmesini sağlamış ve onu bir başına bırakmışlardı. "O hâlde," dedi, düşüncelerle doluydu, "bu saatten sonra yollarınızı korumak benim görevimdir." Yüreğimde filizlenen korkunun kökleri çürümeye başlamıştı. Lena ve Aren'in beni bu adama karşı savunmasız hâle getirmesini hâlâ anlayamamakla beraber o savunmasızlık artık yerini terk etmişti. Yüreğimin o kısmı boş kalmıştı ve o savunmasızlığın bırakıp gittiği o yeri ne dolduracaktı bilmiyordum; bunu bize yalnızca zaman gösterebilecekti. "Bunu başka kim biliyor?" "Atlas, mirasçılar, Lena ve Fedor Bey ve sanırım, artık Henna Hanım da biliyor." "Fedor ve Henna mı?" "Onlar da daha bugün öğrendiler amca." "Peki Atlas bu işin içine ne zaman ve neden dahil oldu? "İlk günlerde öğrendi gerçeği," diyerek söze başladı Aren. "Bunu onunla paylaşmak benim fikrimdi. Zira başka bir çözüm yolu göremiyordum." "Bu yüzden," dedi Timun Bey. "Bu yüzden tahta çıkmana müsaade etti Atlas." Sessizlik ona istediği cevabı vermişti. "Kızım en büyük arzusuna farklı bir bedende kavuşacaktı demek. Tanrı'nın kaleminin hiç acıması yok." "Kızını buraya geri getirmenin ve istediği amaca erişmesine yardımcı olmanın yolları hâlâ yerinde duruyor amca." "Katrina," diye fısıldadı. "Katrina, etrafı kinle çevrili bir efsunun kontrolü altına alınmış gibi. Son zamanlarda yalnızca acımasız kötülüğün korkunç kokusunu duyar oldum. Demek sebebi buydu." Gözlerine şeytanın yansıması düştü. "Bunu yapan kişiyi bulduğunuzda, bulduğumuzda cezasını bizzat kendim vereceğim. Onu, bizi içine sürüklediği lanete hapsedeceğim." "Bunları düşünmenin ve konuşmanın sırası değil. Önceliğimiz herkesi ait olduğu yere geri döndürmek amca." "Öyle olsun Aren. Bu sefer senin dilediğin gibi olsun." Bir süre duraksadı. "Kim kim gideceksiniz Valmir'in yanına?" "Yalnızca ben ve Atlas gitmeyi planlıyoruz," dedim. Anladığını belli ederek başını salladı. "Benim de sizinle gelmemi ister misiniz?" "Amca sizin yolları güvenli hâle getirmeniz ve bölgeyi koruma altına almanız daha iyi olacaktır. Gerekirse onlarla ben giderim." "Doğru, bu kızı koruduğumuz gibi bölgeyi de korumalıyız. Düşmanın ne istediğini henüz bilmiyoruz." "Timun Bey," dedim. "Şu sıralar dikkatinizi çeken şeyler oldu mu?" Sorum Aren'in hoşuna gitmemişti. O, bencil olmam gerektiğini savunmasına rağmen birilerini korumak için hâlâ bir şeyleri gizleme peşindeydi. "Bu soru boş yere sorulmaz. Arka planda benim bilmediğim neler oluyor?" Eğer gerçeği açıklarsam kızının öldüğünü düşünecekti ama eğer gerçeği gizlersem doğrunun bizi bulması gecikecekti ve bu adam gizlenen gerçeği öğrendiğinde, gerçeğin kıymeti ile birlikte duyulan güven de azalacaktı. "Alisa'nın bazı önemli eşyalarını bulamıyoruz, yerlerinde yoklar." "Bazı önemli eşyalarından kastınız nedir?" "Yalnızca ona ait bir taç ve bir portre." "Şüphe duyduğunuz şeyi çok iyi biliyorum ancak Alisa'nın saraydaki eşyaları hâlâ yerli yerinde duruyor. Bu nasıl mümkün olabilir?" "Bunu biz de fark ettik amca. Bunun, Alisa'nın ölmediği anlamına geldiğini düşünüyorum. Bilmediğimiz ve bir an önce öğrenmemiz gereken şeyler var." "Diğer bölgeler bu arayışımızda bize yardımcı olamaz mı?" diye sordum. "Çocuklar," dedi yorgunca, "bugünün artık bitmesi gerekiyor. Siz iyice dinlenin ve bana biraz zaman tanıyın, lütfen." Odada yeniden Aren ile baş başa kaldığımızda, ikimiz de daha fazla burada durmak istemediğimizden toplantı odasından çıktık. Gitme sırası artık Aren'e gelmişti. Odama çıkan merdivenlerin önünde onu yolcu etmek için durdum. "Sinirli misin bana?" "Neden sinirli olayım?" "Timun Bey ile gereğinden fazla şey paylaştığım için sinirlenmiş olabileceğini düşündüm." "Neden böyle bir sebep için sinirleneyim ki? Elbet bir gün öğrenecekti," dedi Aren. "Düşünme bunları. Az kaldı, gideceksin buradan. O zamana kadar yaptığın her şeye tahammül edebilirim sanırım." Onunla birlikte ben de tebessüm ettim. "Daha fazla oylanmadan saraya dön istersen, yeterince yoruldun." "Evet, bir an önce yola çıksam iyi olacak." Bunlar bugüne ait son sözleri olmuştu. Merdivenleri çıkarken bu yorucu günden uzaklaşmak istiyordum ama uykuyla değil. Odamın bulunduğu kata geldiğimde odama gitmek yerine merdivenleri çıkmaya devam ettim. Karşıma çıkan koridorda ilerlemeye başladım ve hükümdarların gözdesi olan görkemli balkonun önünde durdum ve belki de son kez o balkona çıktım. Kapkara gökyüzünün esir aldığı o şehre bakındım. Nicelerinin egemenlik bayrağını dikmek için kanlarını akıttığı bu kutsal şehrin anahtarı artık bendeydi ama kendi evimin anahtarı benden çok uzaklardaydı. Yüreğimin derinliklerinde gömülü kalmış boğuk bir ses, bir daha evimin anahtarına sahip olamayacağımı fısıldıyordu; o anahtarın elimden kayıp gittiğini ve binlerce yıl önce kayıp giden bir uygarlığın topraklarına düştüğünü, o uygarlıklar gibi evimin anahtarının da yıllar sonra bir efsaneye düşüneceğini anlatıyordu acımasızca. Kulağım ilahi bir sesi işitti. Zaten karanlıkta olmama rağmen gözlerimi kapadım, kendi karanlığımla yüzleştim ama benim; bana, yuva olacak bir ayım, ışık olacak yıldızlarım, yüreğime yağmur yağdığında hislerimi uyandıracak bir gökkuşağım, yüreğime kar yağdığında buzları eritecek bir güneşim, yüreğimde kurumuş ve sararmış yapraklar uçuşmaya başladığında onları yeniden hayata döndürecek bir baharım yoktu; ben karanlığımla baş başa kalmıştım ve sahip olduğum bu karanlığı, bana yol göstermesi adına, umudumu yitirdiğim gibi yitirmemeye çalışıyordum. Yüreğime değil ama sahip olduğum topraklara yağmur yağmaya başlamıştı. Rüzgâr, ağır ağır esmeye başlamış ve yağan yağmura eşlik etmişti. Arkamda bir beden beliriverdi, yavaşça o tarafa döndüm. "Nicedir bu şekilde burada dikiliyorsun?" "Çok olmadı sanıyorum." "Alisa," dedi Atlas. "Yüreğinden neler geçiriyorsun? Yeşermesi gereken vakitte umudunu yitirmiş gibisin." "Sanırım biraz yoruldum." "Yorgunluk umutsuzluğa mı sebep veriyormuş?" "Bana aldırış etme, yalnızca yorgunum. Hatta gidip dinlensem daha iyi." "Alisa," dedi yeniden. "Sahipsiz düşüncelerin seni umutsuzluğa sürüklemesine mahal verme. Az kaldı, evine döneceksin." "Az kaldı, biliyorum. Çok az kaldı." "Görüşmeniz nasıl geçti? Timun Bey olumsuz bir tepki verdi mi?" "Evet, fazlasıyla olumsuz bir tepki verdi ama bu tepkiyi kendi içinde kendine verdi. Yani, durumu ben böyle yorumladım." "Tüm bu... Her neyse." "Ne söyleyecektin?" "Önemsiz bir detay, can sıkmaya değmez." "Atlas, merak ettim ama." "Tüm bu pürüzsüz ilerleyiş bana hiç masum gelmiyor. Bir şeylerin, bazı şeylerin ters gitmesi gerekiyor ki ileride bir şeyler ters tepmesin." "Pürüzsüz mü? Şu anki durum hakkında böyle mi düşünüyorsun?" "Evet, hem doğa hem de gerçeği paylaştığımız insanlar şu anlık bir pürüz yaratmıyor ve bu beni kuşkulandırıyor." "İlla bir pürüzün oluşması mı gerekiyor?" "Benim bakış açım göre evet, oluşması gerekiyor. Tabii sen buna da katılmazsın." Bu sefer onun düşüncesine direkt itiraz etmek istemedim. "Bazen ne demek istediğini anlayamıyorum. Her şeyin güzelce ilerlemesi seni neden rahatsız ediyor ki?" "Her şey aynı anda istediğimiz gibi olamaz da o yüzden. Mükemmeliyet en büyük pürüzdür." "Bir bilge gibi konuşuyorsun." "Kim bilir, belki başka bir hayatta bir bilgeyimdir. Sahi kendi dünyanda beni hiç görmedin mi? Senin dünyanda ben yok muyum?" "Sorunun net bir cevabı bende yok. Belki varsındır ama karşılaşmamışızdır. Belki de yoksundur ve bu yüzden karşılaşamamışızdır seninle." "Belki de çoktan ölmüşümdür ve bu yüzden karşılaşamamışızdır." "Olabilir," diyebildim yalnızca. Iğıl ığıl esen rüzgâr bazı anlar şiddetini arttırıyor ve ağaçların ardında tiz bir ses bırakıyordu. Yerdeki tozlar, ara sıra, sert esen rüzgârın etkisiyle gri bir duman gibi havada uçuşuyordu. Sokaklar, esen rüzgâra ve yağan yağmura karşın sessizdi; geceleri bu diyarda hayat duruyordu. "Doğa ilginç bir şekilde iyileşmeye başladı," dedi Atlas. "Bu bir iyileşme mi?" "Kızgın sıcakların yarattığı kuraklık yavaş yavaş kayboluyor, ormanların derinliklerinde yeniden yaşam beliriyor; evet, bu bir iyileşme." "Bunun yanı sıra Alisa'nın eşyaları kayboluyor ve korkunç bir efsunun etkileri beliriyor. Bunlar da iyileşmenin bir parçası mı?" "Elbette öyle. Senin iyileşme tanımın daha farklı sanırım." "İyileşirken yeni yaralar oluşmaz ve izler tamamen kaybolur sanıyordum ben." "İyileşmek," dedi Atlas. "İyileşmek yaraların geçmesi anlamına gelmez. Bazen iyileşmek için yeni bir yaranın oluşması gerekir. Nitekim insanın, gelip geçtiği yolları hatırlaması gerekir, iyileşmiş olmak için. O yüzdendir ki, bazı yaralar iz bırakmak için oluşur." "Bu iyi bir şey mi?" "İyi ve gerekli bir şey, eğer o iz yüreğinde bir noktayı dinginleştirebiliyorsa." "Kesinlikle başka bir hayatta yüce bir bilgesin. Evime döndüğümde tüm diyardaki bilgeleri araştıracağım. Belki benim ait olduğum hayattaki bilgelerden birisindir." "Araştır bakalım ama eğer bulabilirsen o bilgeye, başka bir hayatta ondan daha bilge biriyle karşılaştığını söylemeyi de ihmal etme." "Eğer onu bulursam söylerim." Duraksadım. "Ne yazık ki, ben her iki hayatımda da aynı kadere mahkûmum." "Ne kaderi?" "Kendi dünyamda yakın zamanda hükümdar olacağım." "Böyle yüce bir şey hakkında konuşurken mahkûm kelimesini tercih ediyor olamazsın." "Sen olsan hangi kelimeyi tercih ederdin?" "Layık, Tanrılar seni böylesi asil ve yüce bir hayata layık görmüş." Gökyüzündeki yıldızları kaydı gözüm. Bir müddet, kısa bir müddet onları izledim. "Kendi yaşamın hakkında da aynısını düşünüyor musun?" "Elbette, ben kendini beğenmiş birisiyim. Elbette öyle düşüneceğim." Sözleri yine alay doluydu. Kendinden emin bakışlarının altında göz bebekleri bir yıldız gibi parlıyordu. "Burada geceler fazlasıyla sessiz." "Yalnızca geceler olsa da sükûnet bu diyara da uğruyor. Temennim bunun böyle devam etmesi." "Ama akşam eğlenceleri yapabilirsiniz." "Bu diyarı sıkıcı mı buldun? Bazen nasıl bir yerden geldiğini merak ediyorum." "Sıkıcı değil, boğucu. Her şey ve herkes çok kasvetli. Özel bir sebebi var mı?" "Sanırsam geçmiş insanların peşini rahat bırakmıyor." "Ben de bazen bu topraklarda neler yaşandığını merak ediyorum." "Bazı soruların cevabını alsan da doğruya erişemezsin; merak, yüreğinde bir başına yaşamaya devam eder." "Sen öyle san," dedim. "Aren bir ara bana bazı şeyleri anlatacağını söyledi." "Öyleyse yalnızca benim merakım yüreğimde bir başına yaşayacak." "Soruların cevabını alsak da bazen doğruya erişemeyeceğimizi söyledin. Zihnimiz o cevaplarla bize bir doğru çizebilir. Bunun mümkün olduğuna inanıyorum." "O nasıl olacakmış?" "Hayal ederek. Yaşayabileceğin en güzel yer, bir zihnin ya da bir kalbin içidir." "Belli ki başka hayatında bilge olan tek kişi ben değilim," dedi Atlas. Bedenini yaslandığım korkuluğa yasladı. "Yorulmadın mı Alisa?" "Kibarca beni kovman çok hoş." "Dinlenmen gerekiyor. Son üç gün, sonrasında uzun bir yol bizi bekliyor. Bu sefer geçit oluşturmayacağız, biliyorsun." "Üç gün dinlenmek için fazlasıyla uzun bir süre, aynı zamanda beklemek için de öyle." Yüreğimde, zihnimin peydahladığı, oldukça yabancı bir his, bir korku oluşuyordu. "Aslında," dedim ve onun benden önce bir şey söylemesine engel oldum. "Farklı bir şey var bedenimde, doğrusu zihnimde. Ne olduğunu çözemiyorum ama beni huzursuz ediyor." "İçeri geçelim, hava iyice soğudu." İçeri geçtiğimizde, Atlas ilerleme gereği duymadı ve balkon kapısının yanı başında durdu. "Şifacının söylediği şeylerle ilgili olabilir," dedi. "Büyülendiğimi mi düşünüyorsun?" "Şifacıya güvenmekten başka çare yok. Düşman büyü aracılığıyla sana ulaşmak istiyor olmalı." "İyi de birisi neden böyle bir şey yapsın?" "Zaten bu sorunun cevabını bilsek düşmanı aramamıza gerek kalmaz. Cevabı belirsiz sorularla yorma bedenini. Sen gideceksin ve geri kalan sorunlarla biz ilgileneceğiz." "Atlas," dedim. "Benim bilmediğim bir şey mi var?" "Hayır, yalnızca düşmanın seninle ne ilgisi var onu çözmeye çalışıyorum." "Seçeneklerimiz azalmadı mı? Bu her kimse büyülerle kafayı bozmuş birisi." "Bu bölgede artık büyülerle o derece ilgilenen birileri kalmadı," dedi. "O zaman bu kişi eskiden büyülerle içli dışlı olmuş birisi ya da düşman bu topraklardan değil." Değişen bakışları bir şeylerin yolunda olmadığını anlatıyordu. "Geçmişte bu bölgede büyüyle ilgilenenler kimlerdi? Perla'nın ailesi değil miydi?" "Hayır, değildi." "O zaman kimdi?" Onun zihnini okuyamasam bile zihni, onu alıp günümüzden geçmişe götürdü, bunu görebildim. Hatırladığı şeyler, bildiği ama üzerinde durmadığı şeyler, şüphelenmediği kişiler ona ihanet etti. "Benim ailemdi." |
0% |