Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@ervaerdal

Gecenin karanlığı göğü esir aldığında, atları ve bedenlerimizi dinlendirmek için bir dağın yamacında durduk ve hiç vakit kaybetmeden çadırlarımızı kurduk. Dört koruyucu ruh, kurulduğumuz bölgenin emniyetini sağlamak için, dağın çevresine yayılmış ve her biri bulundukları alanda bir Azrail gibi dikilmeye başlamıştı. Yaktığımız ateşin kızıllıkları yüzüme vururken, oturduğum yerde, gökyüzünü esir alan yıldızları seyrediyordum. Gün doğana dek yolculuğa kısa bir ara verecektik ve güneşin ilk ışıkları yeryüzüne vurduğunda, doğrudan, serüvenimize devam edecektik. Bu sayede yarın akşama doğru, çoktan, bilgenin yanına varmış olacağımızı düşünüyorduk.

Atlas hemen yanı başımdaydı ama zihnine uğrayan misafirleri görebilmem mümkün değildi. Onun büyük bir sorumluluk alıp bu yolculukta beni yalnız bırakmaması, ömrümün sonuna kadar ona minnettar kalmamı gerektirecek büyüklükte bir iyilikti. Umuyorum ki, benim ailem de Alisa'ya göz kulak oluyordur, ki böylece ödeşmiş olurduk.

"Bilge, bizim ona doğru geldiğimizi biliyor mudur?" diye bir soru attım ortaya.

"Elbette biliyor," dedi. "Uzun süreli hayatını büyülere adayıp onu bekleyen şeyleri göremeyen birisi yoktur bu diyarda."

"Bizim ona ulaşmamızı kolaylaştıracak bir şeyler yapması, bize yardım etmesi gerekmez mi? Sonuçta bu bölgenin hükümdarı sensin."

"Alisa, belli bir alanın hâkimiyetine sahip olmak, yalnızca, o alanı yuva bellemiş bir kesimin itaatkârlılığını kazanmana yardımcı olur," dedi. "Tahmin edersin ki, bilgeler bu kesimde yer almıyor. Onlar, ebedî gücün kendilerinde olduğuna inanıyor. Onları kendi egemenliğinin altına almak neredeyse imkânsızdır."

"Yani, öylece oturup bizim ona gelmemizi bekliyor, öyle mi?"

"Aynen öyle ve emin ol, o bize yardım etmeden önce bizim onun bir isteğini yerine getirmemiz gerekecek."

"Bir bilgenin bizden ne gibi bir isteği olabilir ki?"

"En basitinden, yapılacak büyü için gerekli malzemeleri bizim bulmamızı isteyebilir," dedi. "Eğer fazla çıkarcı biri varsa karşımızda, ne isteyebileceğini ben bile kestiremem."

"Daha önce kendisiyle tanışmadan mı?"

"O epey yakından tanıdığım birisi ama daha önce ondan bir ricada bulunmadım."

Hayatın hâlâ devam ettiğini gösteren tek şey; ateşin çıkardığı çıtırtılar, göğün derinliklerinde uçuşan kartallar ve ahenk içinde esen rüzgârın kendisinden başkası değildi. Arada sırada, etrafı kaplayan ormanın en dibinden gelen yabani sesler duyar gibi oluyordum. Tüm bu buğulu sesler bedenimde uyuşturucu etkisi yaratıyordu. Hava, gece olmasına ve rüzgârın devamlı esmesine rağmen fazla soğuk değildi. Az ileride, dinlenmesi için bıraktığımız atlar da tıpkı bizim gibi henüz uykuya dalmamıştı. Etrafta bir sakinlik söz konusuydu ve eğer durum böyle devam ederse yaşayacağımız tek sıkıntı yağmurun yağması olacaktı. Etraftaki sakinlik göğe de yansımıştı, şu anlık yağmur yağacak gibi durmuyordu.

"Bu arada, Perla bu kolyeyi bana hediye etti," dedim ve boynumdaki kolyeyi ona gösterdim. "Söylediğine göre, kolyenin ucuna Lerink Çiçeği koymak senin fikrinmiş."

"Günler öncesinde yanıma uğrayıp sana bir hediye hazırlamak istediğini söyledi. Kolye hediye etmenin daha iyi bir fikir olduğunu söyleyince, ona küçük bir tüyo verdim, o kadar."

"Bu karmaşanın içinde bu çiçeği eve götürme isteğim tamamen aklımdan çıkmıştı," dedim. "Neyse ki, bu isteği sesli bir şekilde dile getirdiğimde yanımda sen vardın."

"Hevesin unutulacak cinsten değildi."

"İlk kez böylesi bir çiçek görüyordum ve hayranlığımı gizleme gereği duymadım," dedim. "Ayrıca, sanırım, bu kolyeye karşılık boyumdaki diğer kolyeyi, Timun Bey'e vermen için sana emanet etmeliyim."

Esasen bu diyardaki Alisa'ya ait kolyeyi boynumdan çıkarma girişimim Atlas'ın sözleriyle yarım kaldı. "Şimdilik sende kalmaya devam etsin."

Ellerimi boynumdan geri çektim ve tarafları gözetleyen koruyucu ruhların ne yaptığına bakıverdim. "Onların uyumaya ihtiyacı oluyor mu?"

Atlas, baktığım yöne bakışlarını çevirmeye gerek duymadan, neyden bahsettiğimi hemencecik anlamıştı. "Hayır, genel olarak hiçbir şeye ihtiyaç duymuyorlar. Bu sebeple uzun yolculuklar için sık sık tercih ediliyorlar. Kafanı bir şeylere yoracaksan bile bu, koruyucu ruhlar olmasın."

"Muhafızların bizimle gelmemesinin sebebi onlara güvenmiyor olman mı?"

"Sayılır," dedi. Yüzüne vuran ateş normalde inci gibi parlayan gözlerine gölge düşürmüştü. "Yeteri kadar kişiyle bu durumu paylaştık ve hepsinin bize yardımcı olabilecek güçleri var ama aynısı muhafızlar için geçerli değil. Koruyucu ruhlar muhafızların yapabileceği her şeyi, pekâlâ, yapabilir."

"Alisa'nın eşyalarının neden kaybolduğunu çözebildiniz mi?"

"Hayır, bu konuyla daha sonra detaylıca ilgileneceğim," dedi. "Şimdilik, en önemli önceliğimiz seni kendi diyarına göndermek. Geri kalan sorunlarla sonrasında da ilgilenebiliriz."

"Alisa'nın canına kastetmeye çalışan birisi var. Onu bu diyara geri getirdiğinizde onun güvenliğini sağlayabilecek misiniz?"

"Bunun için çabalayacağız," dedi. Onun yüreğinde, varlığını sürdüren bir inanç barınıyordu. O inancı onun içinden koparıp almak, okyanustaki suları boşaltmaya çalışmaya benziyordu. "Uğraşlarımızın boşa çıkmaması için herbir adımımızı sağlam atmaya çalışıyoruz."

"Aren, bu yüzden mi bizimle gelmek yerine şehirde kaldı? Alisa geri döndüğünde, saray ve çevresindeki güvenliği sağlama görevi Aren'de mi?"

"Sorun yalnızca Alisa'nın hayatının tehlikede olması değil, aynı zamanda bölge de tehlike altında. Şu anda, her açıdan güvenebileceğim sayılı kişilerden birisi Aren. Onun geride kalıp etrafı gözetlemesi hepimiz ve her şey açısından en iyisi olacak."

"Bunun bir önemi var mı bilmiyorum ama ona karşı, benim de yüreğimde nihayetsiz bir güven var," diye itiraf ettim. "Bugün adamların Ural ve Kunter'i gözetleyecekti. Şüphe çeken bir davranışları oldu mu?"

"Şu anlık dikkat çeken bir hareketleri yok," dedi. Ruh hâli çabucak değişmiş, sakin yüzü sıkıntıyla kaplanmıştı. "İleride ne olur ben de bilmiyorum ama uzunca bir müddet herkesi gözetlemeye devam edeceğiz."

Bunlar, onunla birlikte geçireceğimiz son rahat saatler sayılırdı. Ziftin içine dalmadan önce etraftaki karanlığa rağmen güzel vakit geçirebilirdik, inancım bu yöndeydi. O sebepten sıkıntılarla ruhumuzu daraltmak yerine son kez, güzel şeylerden konuşabileceğimizi düşündüm. "Yarın ilerleyeceğimiz yol çok zorlu mu? Gereğinden fazla güce ihtiyacımız var mı?"

"Pek sayılmaz. İlerleyeceğimiz yön çok girintili çıkıntılı değil, zorluk yaşayacağımızı pek sanmıyorum."

Arkamdaki kayalığa sırtımı yasladım. "Uyumak yerine sabahlasak yarın yolculukta çok sorun yaşar mıyız?"

"Bu yerde sabahlamak pek hayal ettiğin gibi olmayacaktır," dedi. "Büyülü Orman' daki gibi bir manzaranın seni beklediğini düşünme. Burası normal dağlık bir alan. Eminim ki, kendi diyarında da bu deneyimi yaşayabilirsin."

"Heves kaçırmakta üstüne yok. Ayrıca, verdiğin sözü hatırlatmama gerek var mı?"

"Bu kargaşada, hayran kaldığın çiçeği tamamen unutuyorsun ama benim verdiğim küçük bir sözü gayet iyi hatırlıyorsun, öyle mi?"

"Demek ki verdiğin o söz, beni kendine hayran bırakan çiçekten daha önemliymiş."

"Sabah göreceğin manzara seni tatmin etmezse sana verdiğim sözün detaylarını da hatırlatacak mısın?"

"Ne o, şimdi de sen mi benden bir söz istiyorsun?"

"Evet, geleceğimi güvence altına almalıyım."

"Tamam öyleyse," dedim. Sesim pes ediyormuş gibi çıkmış olsa da keyfim gayet yerindeydi. "Bu dağa vuracak kızıl ışıltıyla yetineceğim ve daha fazlasını istemeyeceğim, ki zaten istesem bile bunu gerçekleştirecek vaktimiz kalmayacak."

"Umarım, gecenin yarısında uyuyakalıp beni yüzüstü bırakmazsın," dedi. "O koca hevesin, ilerleyen saatlerde bedenini terk edecekmiş hissiyatı veriyor."

"Sen öyle san," dedim. "Bahçedeki Hales Çiçeği açmaya başlamış, gördün mü? Perla, bir hafta içinde çiçeğin tamamen açacağını söylüyor."

"Görmedim ama Aren haberi bana çoktan ulaştırdı."

"Eğer şanslıysam şifa çiçeğinin açtığına şahitlik edeceğimi söylemiştin. Demek ki, çok da şanslı değilmişim."

"Eve dönebilecek olman seni yeterince şanslı kılmıyor mu?"

"Doğru söylüyorsun ama yine de bu ana tanıklık etmek isterdim." Bedenimin yeni yeni gevşemeye başlaması bugün yaşananları bir bir zihnime doluşturdu. Bir an için maskeli adamı yeniden gördüğümü Atlas'a söyleyip söylememekte ikilem yaşasam da bu bilgiyi kendimle beraber bu diyardan alıp götürmemin bencillik olacağına karar verdim. "Aslında, bugün o maskeli adamı yeniden gördüm."

Duydukları onu hiç şaşırtmadı. "Biliyorum, daha doğrusu tahmin edebildim. Kutlama alanında Aren'in görüş alanına girmiş. Aren derhâl bana haber yolladı, birkaç kişiyi peşine taktım ama izini çabucak kaybettirmeyi başarmış."

"Düşman, o kişi olabilir mi?"

"Sanmıyorum ama düşmanla bir bağlantısı olduğu apaçık ortada."

"Koruyucu ruhlar onun izini süremez mi?

"Bu, bizim de aklımıza geldi. Normalde sürebilmeleri gerekirdi ama bu defa onlar da elleri boş döndü," dedi. "Ortada fena gariplik dönüyor. Bilge'de tüm sorularımızın cevabı olmalı yoksa ben başka bir çözüm yolu göremiyorum."

Göğe milyonlarca yıl önce yerleşmiş yıldızlardan bir tanesi, yuva bellediği gökyüzünü uzun yılların ardından terk ediyordu. "Bak, yıldız kayıyor!" dedim heyecanla. "Bu, şimdi dileyeceğimiz bir dileğin yakında kabul olacağının bir göstergesi. O yüzden bir dilek tutmaya ne dersin?"

Ben, vakit kaybetmeden dileğimi tutmuştum bile. Evime, ailemin yanına, bir an önce dönmeyi diledim. Bu dileğimin Bilge'nin yanına vardığımızda işimize fazlasıyla yarayacağını umuyordum.

Akıp giden saatlerin ardınca günün ilk ışıkları, dağların arasından kendini belli etti. Gün ışığı hafif hafif yüzümüze vururken, Atlas biraz uyumamı teklif etmişti. "Eğer fazla yorgun değilsen şimdiden yola çıkabiliriz. Ne kadar erken varırsak bizim için o kadar iyi," dedim. Kararsız görünüyordu. Yüksek ihtimal, kendi yorgunluğundan çok beni düşünüyordu ama ben, yola koyulmaya fazlasıyla hazırdım; yorgunluk, şimdilik, damarlarımda gezinmiyordu.

"Dayanabileceğini düşünüyorsan benim için sorun yok," dedi. "Aşacağımız yolun büyük bir kısmı durup dinlenmemize müsaade etmeyecek türden."

Atlas'ın bu sözlerinden sonra, boşu boşuna kurduğumuz çadırları toplayıp, son hazırlıkları da tamamladıktan sonra yola koyulduk. Atlas'ın günler öncesinde yaptığı plana kıyasla daha erken hareket ettiğimizden dolayı aceleci değildik, ağır ağır ilerliyorduk. Dağın yamacından uzaklaşmış, çorak bir arazinin ortasından ilerlemeye başlamıştık. Nefes alan, dipdiri topraklara sahip bu bölgenin böylesi kurak bir araziye sahip olması beklediğim bir şey değildi. Nedense bu bölgenin tamamının yeşile boyanmış olduğunu düşünmüştüm. İkisi önümüzde ikisi arkamızda ilerleyen koruyucu ruhların yanı sıra, bugünkü yolculuğumuza Perla'nın yenice gönderdiği beş kartal ile devam ediyorduk. Hem havadan hem karadan güvenliği sağlama çabamız devam ediyordu ama düşmanın da bizi gözetlemek için kendince birkaç yönetimi olduğu aşikârdı. Henüz atlarımızın hızını arttırmaya gerek duymadığımız için benim gözlerim de etrafta, düşmandan birkaç iz bulabilmek adına, dolaşıyordu.

Başıboş bırakılmış gibi görünen araziyi aşarken karşımıza bir engel çıkmasını beklesem de öyle bir şey yaşanmamıştı ve güneşin en tepeye yerleştiği vakitlerde, çoktan, otları kurumaya yüz tutmuş çorak araziyi geride bırakmış; sınırları içerisinde yalnızca göğe dek uzanan kavak ağaçlarının barınmasına izin vermiş, ebediyete uzanan engin ormana geçiş yapmıştık. Rüzgârın hışırtısı, ormana girdiğimiz ilk andan itibaren bize eşlik etmeye başlamıştı ve kavakları usul usul sallandıran o tüyler ürpertici tını, tam tepemizde uçuşan kartalların çığlıklarıyla aheste aheste bir uyum yakalamıştı.

Bir süre sonra, Atlas, ansızın, orman yolundan sapmış ve ruh koruyucuları ile birlikte onun arkasından süzülmek durumunda kalmıştık. Atlas, ormanın sağ tarafına doğru sürdüğü atını karşımıza bir nehir çıktıktan sonra yavaşlatıp durdurmuştu. Bir müddet burada dinleneceğimizi, daha doğrusu atları dinlendireceğimizi, anladığımda atımdan indim ve bir ağacın kenarına kendimi attım.

"Yoruldun mu?" diye sordu Atlas.

"Bir tık," diye itiraf ettim. "Güneşin kızgınlığı beklediğimden biraz daha yakıcıydı. Neyse ki, dağların arasında sıkışıp kalmış yollardan ilerlemek zorunda kalmadık."

"Dağların arasından ilerlemek düşmanın oyalanmasını sağlardı ancak peşimizdeki kişi her türlü büyüyü yapmayı göze almış. O yolu tercih etseydik bize yetişmenin çirkin bir yolunu, elbet, bulurdu."

Atlas atların emniyette, ruh koruyucularının gözlemde olduğundan emin olunca gelip yanıma oturdu. "Perla'nın sana verdiği büyü tozlarından biri dayanıklılığı arttırmaya yarıyor. İhtiyacın olduğunu düşünüyorsan yeniden yola koyulmadan önce birazını tüket."

"Şu anlık o kadar kötü durumda değilim," dedim. "Böyle devam edersek güneş batmadan Bilge'nin yanına varır mıyız?"

"Oldukça az yolumuz kaldı," dedi. "Orman yolundan biraz daha ilerlememiz gerekiyor. Kalan yol dört, bilemedin beş saate tekabül eder ama acele etmemize gerek yok. Zaten oraya varsak bile, büyük ihtimalle, işimizin hallolması için yarını beklememiz gerekecek."

"Bilge'nin biraz fazla kuralı var sanırım ya da rahatına çok düşkün."

"Kuraldan ziyade inanç demeliyiz," dedi. "Bir işi aceleye getirmenin hüsrandan başka sonuç doğurmayacağına inanıyor. Kendisine danışılan konuyu en doğru biçimde nasıl çözeceğini düşünmesi ve ondan sonra hareket etmesi gerekiyormuş."

"Tüm bunları nereden biliyorsun? Ondan, daha önce, bir ricada bulunmadığını söylemiştin."

"Bulunmadım," dedi, "ama bulunan birisinin hemen yanındaydım."

Hikâyenin tamamını merak etsem de anlatmayacağını anlamıştım. Kartlardan biri bedenimizi yasladığımız ağacın dalına konunca irkildim. "Bu kartallar sayesinde onlar bizi görebiliyor mu?"

"Evet, basit bir takip büyüsü. Biz... Daha doğrusu ben, diğerlerinin yanına dönene dek beni takip etmeye devam edeceklerdir."

"Düşman da aynı yöntemle bizi gözetlemeyi amaçlıyor olabilir, değil mi?"

"Yol boyunca, bu yüzden, etrafa göz gezdirdim ama görebildiğim hiçbir yerde bir hayvana rastlamadım," dedi. "Düşmanın daha farklı ve güvenli yöntemleri var gibi."

"Bilge'nin yanına vardığımızda düşmanın bize saldırma ihtimali var mı?"

"Fazlasıyla riskli bir hareket olur," dedi. "Bilge, kendini tehdit altında hissedip, kendini ve bölgesini korumak için bizim cesaret edemeyeceğimiz büyülere başvurabilir. Düşmanın bu ihtimali göze alacağını sanmıyorum. O, belli ki, kendi yarattığı güvenli yollardan ilerlemeyi tercih ediyor."

"Şu anda bize saldırması için gayet uygun bir anda değil miyiz? Onun neyi beklediğini anlayamıyorum."

"Ya aklında bozulması imkânsız bir plan var ya da güvendiği başka bir şey var. Bunu bilmenin imkânı yok. Onun başvuracağı yolları düşünmeyi bırak. Bizim yalnızca tetikte olmamız lazım," dedi. "Kendini hazır hissediyorsan yola devam edelim."

Birkaç dakika içinde orman yoluna çıktık ve atlarımızı bir tık daha fazla hızlı sürmeye başladık. Yetişmemiz gereken bir yer yoktu ama bir düşman gerçeği ile karşı karşıyaydık. Ondan önce davranmalı ve kendimizi, Bilge'nin güvenli olduğunu düşündüğüm kollarına bırakmalıydık. Zaman geçtikçe atların toprak yolda bıraktığı sesin şiddeti artıyordu. Orman yolunun kenarındaki beyaz yapıyı gördüğümüzde hızımızı yavaşlatmak yerine iyice arttırdık ve dakikalar sonra bir kaleyi andıran yapının önüne gelebildik. Yapının etrafını koruyan hiçbir canlı görünmüyordu etrafta ve bu beni biraz tedirgin etmişti. Yapının ölü sessizliği ise, sanki, buranın yıllar önce terk edildiğini gösteriyordu. Atlas'ın peşi sıra ben de atımdan indim ve onun yanına yaklaştım. "Burada birinin yaşadığına emin misin?" Atlas hiç tedirgin olmuş durmuyordu. Atları evin ölü görüntüsünün aksine oldukça canlı duran bahçeye bıraktıktan sonra evin dış kapısına yanaştık. Kapı daha biz çalmadan rahatsız edici bir yavaşlıkla ve gürültüyle açıldı.

Önce Atlas, onun ardından da ben girdim içeriye ve biz içeri girer girmez kapı, yine aynı yavaşlık ve gürültüyle kapanıverdi. Koruyucu ruhların hepsi dışarıda kalmıştı ama Atlas, sanki olması gereken şey buymuş gibi rahattı. Tedirginlik yalnızca benim bedenimdeydi. Önümüzdeki boş ve geniş koridorun sonunda yukarı çıkan merdivenler bulunuyordu ve biz de doğrudan oraya ilerliyorduk.

"Bir sorun yok, sakinleş biraz," dedi Atlas. "Dışarıda, burada olduğundan daha rahat bir hâldeydin. Şu anda, düşmana en uzak olduğun bölgedesin. Endişe etmeni gerektirecek bir durum yok."

Eskiye nazaran biraz rahatlamış olsam da tedirginliği üzerimden tam anlamıyla atabilmiş değildim. İçerisi de evin dışı gibiydi; yıllar önce terk edilmiş ve bir daha hiç kullanılmamış gibi. Beyaz duvarlarda, duvardan bir tık solgun beyazlıkta birçok hayvan büstü asılıydı. Yukarı çıktıkça, alt kattaki ışık kaynağının yaydığı ışıktan daha solgun bir ışık yayılıyordu etrafa. Kalbim durmaksızın, hızlı hızlı çarpıyordu; evin içindeki sessizlik, kalbimin uyumsuz çarpıntısını duyulur kılıyordu. Yukarı kata çıktığımızda merdivenin bitimiyle küçücük koridorun ortasında bir odanın kapısı belirmişti. Küçük kare koridorda o kapı haricinde hiçbir şey yer almıyordu. Odanın kapısı bizden önce davranmış ve kendi kendine açılmıştı; daire şeklindeki, ortasında camdan küçük bir masanın, masanın üzerinde neredeyse masayla aynı boyutta bir kürenin, masanın gerisinde bir tahtı andıran şatafatlı bir sandalyenin ve sandalyenin üzerinde, hayatla uzun yıllardır mücadele ettiği belli olan yaşlı bir adamın oturduğu geniş oda gözlerimizin önüne serilmişti.

Evin geri kalanı gibi beyazlara bürünmüş yaşlı adamın, önündeki cam küresinden biz buraya gelene dek bizi izlediği ortadaydı. Odaya girdiğimizde o da oturduğu sandalyeden kalktı ve insanı boyun eğmeye iten görkemiyle karşımıza dikildi. Griye bulanan saçları omuzlarından dökülüyor ve yine griye kaçan gözleri yılların yorgunluğunu gizleme gereği duymadan, bitkince ışıldıyordu. Tüm gücün, dirayetin ve azametin sahibi olmasına karşın tüm hürmetiyle karşımızda eğildi. "Efendilerimizi karşımızda görmek ne büyük bir şeref!" Gözleri, Atlas'ın üzerinde çok oyalanmadı ama bana döndüğünde bakışları biraz üstümde gezindi ve yabancısı olduğum bir duygu gözlerinden akıp geçti. Benim gerçek Alisa olmadığımı anladığını düşündüm ama bunun bir sorun teşkil edip etmediğini anlamam mümkün olmadı. "Atlas, sen kolay kolay buralara uğramazdın," dedi. Sesine yapışmış bir güç söz konusuydu. "Nitekim, sen de öyle Alisa."

"Kendini, bizim buraya gelişimize hazırladığın gibi, her hâlükârda, hakikati öğrenmek için de hazırlık yapmışsındır," dedi Atlas. "Aksi düşünülemez bile."

Keyifli bir kahkaha attı. "Doğrusu, artık, dünyada olup bitenle eskisi kadar ilgilenmiyorum. Zaman, karşı koyup direnemeyeceğimiz güçlü bir silah," dedi Bilge. "Yılların büyücüsünün bile direnemeyeceği güçlükte bir silah." Göz ucuyla bana baktı. "Aranızdaki sorunu çözebilmiş olmanız bölgenin geleceği açısından büyük önem teşkil ediyor."

Herkes, bölgenin geleceğinden neden bu denli endişe duyuyordu? Bunu anlayabilmem veya anlamlandırabilmem mümkün değildi ama arka planda daha farklı şeylerin döndüğüne inanıyordum.

"Rol yapmak için yanlış kişiyi seçiyorsun Valmir," dedi Atlas. "Yolunda gitmeyen bazı şeylerin olduğunu çoktan anladığını biliyorum. Aynı şekilde yardıma ihtiyacımız olduğunu da biliyorsun."

"Bir şeylerin eskisi gibi olmadığını anlayabiliyorum," dedi Valmir. "Ancak bu işlerin sarpa sardığı anlamına gelir mi, orasını bilemiyorum. Bunca yıllık büyücülüğün getirdiği bilgelik; bana, çok yanlış noktalara odaklandığınızı söylüyor."

"O hâlde, asıl odaklanmamız gereken noktayı söylemeye ne dersin?"

Geriye dönüp küçük masasının yanına gitti ve masanın kenarına, âdeta saklar vaziyette koyduğu asasını eline aldı. Asayı masanın ucuna iki kere dokundurdu ve masanın etrafında iki sandalye daha oluşuverdi. "Hadi gelin, tüm meseleleri rahat rahat konuşalım." Atlas geçmem için başıyla işaret verince gidip sandalyelerin birine oturdum. Arkamdan gelen Atlas da yerine oturduğunda, Valmir, "Ben bedava iş yapmam, bilirsin Atlas," dedi. "Sizden isteğim, sorunu kendiniz çözmeniz. Merak etmeyin, size yardım edeceğim ama istediğiniz o cevabı siz kendiniz bulacaksınız."

"Ne bu şimdi?" diye sordu Atlas. Bilge'nin isteği onu memnun etmemişti.

"Hiçbir şey eskisi gibi değil, nitekim ben de öyle. Yaşlandım ve artık eskisi gibi efor harcamak istemiyorum." Valmir, Atlas'ın yargı dolu bakışlarına maruz kalınca, "Bir gün gideceğim Atlas ve sizin, kendi sorunlarınızı kendi kendinize çözmeyi öğrenmeniz gerekiyor. Benim yapabildiğim her şeyi, pekâlâ siz de yapabilirsiniz," diye devam etti.

"Bölgemizi mahveden asıl şey, herkesin kafasına göre büyü yapmış olmasıyken, hâlâ, herkesi büyü yapmaları için nasıl cesaretlendirebiliyorsun, anlamıyorum," dedi Atlas.

"Siz, herkes değilsiniz," dedi Valmir. "Ancak, siz, büyüleri kitabınızdan silerseniz herkesin bu yola başvurmasına neden olursunuz. Büyünün, yönetimce kontrol altına alınması lazım."

"Bana, başka zaman akıl vermeye devam edebilirsin," dedi Atlas. "Bugün buraya geliş nedenimiz bu değil."

"Sen nasıl istersen Atlas," dedi Valmir. "Oysa ki, söylediğim şeylerde aradığınız cevaplar gizliydi."

"Biraz daha açık konuşabilir misiniz?" diye sordum. "En azından ben, bu dile alışkın değilim."

"Zamanla alışırsın," dedi Valmir. "Sonuçta, ileride alışmanız gereken daha büyük gerçeklerle yüzleşeceksiniz."

Bilge'nin her kelimesini kafamda tartsam bile bir sonuca ulaşamıyordum. O, bildiğim bir dili konuşmuyordu. Buna sinirlenme hakkım yoktu sanırsam ama öfke, çoktan, kanıma sızmıştı.

"Valmir," dedi Atlas sabırsızca, "bu kızın kendi diyarına dönmesi gerek. Yardımcı olmayacaksan söyle, ona göre başka yollara başvuralım."

"Madem öyle diyorsun, ben gerekli malzemeleri hazırlayayım. O vakte kadar, siz de aşağıdaki odalara yerleşin ve dinlenin," dedi Valmir. "Belli ki, söylemeye çalıştığım şeyi önce göstermem gerekiyor."

"Bizden başka bir şey istemeyecek misin?" diye sordum.

"Hayır, gerekli tüm malzemeye sahibim," dedi Valmir. "Şimdi, sizden beni yalnız bırakmanızı rica ediyorum. Her şey hazır olduğunda size seslenirim."

Bu, onun son sözleri olmuştu. Sonrasında aşağı kata inmiş ve bir odanın içine geçmiştik. Burası küçük bir odaydı ve içinde, duvardaki heykel ve büstleri saymazsak, bir koltuk ve bir masadan başka bir şey yoktu. Odadaki pencereden, atlarımızı ve koruyucu ruhlarımızı görebilmek adına dışarı baktığımda pencerenin evin ön kısmına bakmadığını fark edince geri yerime oturdum. "Bilge hiç beklediğim gibi biri çıkmadı." Oturduğu koltukta hem kafasını dinlemeye çalışan hem de günün yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışan Atlas, "Nasıl bir şey bekliyordun peki?" diye sordu.

"Bulmaca çözdürür gibi sorunu çözdürmeye çalışacağı aklıma gelmezdi."

"Doğrusu, bu benim de aklıma gelmezdi," dedi Atlas. "Görmeyeli yeni teknikler geliştirmiş kendisine."

Başka zaman olsa onun bu sözleri beni güldürebilirdi ama olumsuzluklar yeniden etrafımı sarmaya başlamıştı ve eve geri dönmekten başka bir şeyi düşünemez hâle gelmiştim. "Gerekli malzemelere sahipse büyüyü hazırlaması ne kadar sürer?"

"Alisa, büyünün nasıl yapıldığını bilsem buraya gelmemize gerek kalır mıydı?"

"Yine de bana kıyasla büyüler hakkında daha fazla şey biliyorsun," dedim. "Bir tahmin yürütebilirsin."

"Hazırlaması en fazla birkaç saat sürer ama sonrasında büyüyü hemen yapar mı bilemiyorum."

Aldığım yanıt beni tatmin etmemişti ama Atlas'ı daha fazla sıkboğaz etmek istemediğimden sessizce Bilge'nin bizi çağırmasını beklemeye başladım. Saatler geçti ve biz, bu süre boyunca o odanın içinde, yeri geldiğinde sessizce yeri geldiğinde açılan konunun getirdiği gürültüyle oturduk. Güneş yerini aya bıraktı ve gecenin karanlığıyla birlikte ortaya çıkan hayvanlar, dipsiz karanlığa seslerini bıraktılar. Tüm bunlar olurken atlardan ve koruyucu ruhlardan hâlâ bir haber alamamakla birlikte bizi takip eden kartallara ne olduğu hakkında da bir fikrim yoktu. Pencerenin önünde, yelin ahenkle ağaçların arasında dolaşmasını seyrederken odanın kapısı açılıverdi. Geriye dönüp baktığımda kapının önünde kimseyi göremedim.

"Bir büyücüye kıyasla fazla uyuşuksun Valmir," dedi Atlas.

Bilge'den beklediğimiz haber gelmişti, beklemeden odadan çıkıp üst kata geçtik. Kendisine ayırdığı odanın içinde, onu bıraktığımız hâlde duruyordu ama odanın tamamı bıraktığımız gibi değildi; masanın üzerinde bir kalabalık vardı. Bu, benim eve dönüş anahtarımdı. Kalbimin atışlarını tüm bedenimde hissetmeye başladım. O ritimsiz atışlarla beraber bedenim ufaktan ufaktan uyuşmaya başladı. Eliyle önündeki sandalyeleri işaret etti. "Oturun bakalım." Yitirdiğim algılarıma rağmen onun sözüne uydum ve saatler önce oturduğum yere yeniden oturdum. Atlas ona ayrılan yere oturmak yerine yanımıza kadar gelip başımızda dikildi.

"İsterseniz sabahı bekleyebiliriz," dedi Valmir, "ama büyüyü hemen yapamamı isterseniz de önümüzde bir engel yok."

Başımı yana çevirip Atlas'a baktım ama o, "Sen nasıl istersen," demekle yetindi. Bedenimin hiçbir zerresinde biraz daha bekleyecek takat yoktu. Bastırmaya çalıştığım özlemim, bedenimin zedelenmeye başlayan kısımlarından akmak üzereydi. "Madem bir engel yok, o hâlde hemen yapalım." Valmir oturduğu yerden kalkınca, benim elim de boynuma gitti ve Timun Bey'in bana emanet ettiği kolyeyi yavaşça yerinden çıkardım. Durdukça elimde ağırlaşan kolyeyi Atlas'a uzattım. "Onu, benim yerime Timun Bey'e sen verirsin."

Atlas aldığı kolyeye birkaç saniye bakındı ama bir geri dönüş yapmadı. Nereye gittiğine odaklanamadığım Valmir masaya geri döndüğünde, "Bildiğin üzere büyüler, özellikle de böylesi büyüler, aktif hâle getirildiklerinde zararlı ışıklar saçıyor. Bedeninin zarar görmemesi için odanın dışında beklemeye ne dersin Atlas?" diye sordu.

"Elbette," dedi Atlas. Yerimden kalktım ve bunca zaman bana yardımcı olmaya çalışan adama döndüm. "Her ne kadar iyiliğinin karşılığını hiçbir zaman vermeyecek olsam da beni buraya kadar yalnız bırakmadığın için teşekkürler."

"Hiçbirimiz bir karşılık bekleyerek yardımcı olmaya çalışmadık, biliyorsun."

Söylemek istediğim onlarca şey vardı, minnetimi dile getirmenin birçok yolu vardı ama tüm diğer eksiklikler gibi bazı sözleri de eksik ettim ondan ve boynuma dolanan borcun verdiği ağırlıkla sarıldım ona. Diğer tüm herkesle olduğu gibi ilk ve son kez sarıldık.

"Diğerlerine de duyduğum minneti yeniden ilet, lütfen."

Vedalaşmamız sona erince o, odadan çıktı ve Bilge ile baş başa kaldık. Masanın üzerindeki küçük cam şişeyi gösterdi. "Tek yapman gereken bu sıvıyı içmek."

Tüm hislerim birbiriyle yarış hâline girmişti ve hepsi birbirini alt etmeye çalışıyordu; hiçbiri birbirine karşı bir acıma hissetmiyordu ve günün sonunda ruhum, zarar gören tek şey oluyordu. Birbirini katletmek için sıraya giren hislerim, ellerimi gözle görülür bir şekilde titretiyordu. Neyin sebep olduğunu anlamadığım fırtınada yüreğim dalgalanıyordu. Ellerim titreye titreye cam şişeyi aldım ve kapağını zorlansam da bir şekilde açtım. Daha fazla beklemenin yalnızca ziyan olduğunu bildiğimden gözlerimi kapattım ve şişedeki tüm sıvıyı kafama diktim.

Birkaç saniye, belki de birkaç dakika geçti aradan ama bir değişiklik gerçekleşmiş gibi hissedemedim, gözlerimi açmaya cesaret edemedim. Zar zor bir araya topladığım cesaretimle gözlerimi açtım ve karşımda dikilen Valmir ile göz göze geldim. Yüzünde acı bir tebessüm vardı. "Bazen sözler yeteri kadar etkili olamıyor. O sözleri hayata geçirecek ve değerli kılacak olayların yaşanmasına gerek duyuluyor."

"Neden hâlâ buradayım?"

"Öyle ki, tüm vaktini, tüm yaşamını, tüm benliğini bir alana yönlendirmiş kimselerin bile sözlerinin bir kıymeti olmuyor. İnsanın, bazı şeyleri ancak yaşayarak öğrenmesi gerekiyor. Mesela ben, bu cümle bana gençlik yıllarımda kurulmuş olmasına rağmen bu hakikate, yalnızca, buna benzer olaylar yaşadığımda erişebildim."

Yaşlar gözlerimden akmaya başladığında, ruhum gerçekler karşısında dayanamayıp firar etti ve bedenime bahşedilen, yalnızca, arta kalan hislerim oldu. "Bir anlam ifade etmeyen sözlerini kendine saklayıp, benim neden hâlâ burada olduğumu söylemeye ne dersin?"

"Büyü işe yaramadı," dedi sakinlikle. "Kuşkusuz, bunun olacağını ben biliyordum ve sizi bu konuda uyardım da ama siz, kendi zihninizde bir yalana tutunmuştunuz bile. Büyünün işe yaramamasının birkaç nedeni olabilir ama bu nedenleri öğrenmek ve sonrasında kabullenmek, şu an için, sizlerin yapabileceği bir şey değil."

"Çok yardımcı oldun, sağ ol!" dedim hiddetle. "Sen olmasaydın büyünün işe yaramadığını anlayamazdım."

Arkamı döndüm ve odanın çıkışına doğru ilerledim. Hüsranım öfkeye, öfkem hüsrana dönüşüyordu. Burada kalmaya devam etmek, Bilge'ye duyduğum öfkeyi arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Ben odadan çıkamadan, Valmir, "Hakikate erişmek bir lütuftur, bunu sakın unutma," dedi. Sözleri zihnimi tırmalıyordu. Bu ızdıraba son vermek adına kapıyı hızla açtım ve kendimi odanın dışına attım. Tırabzana yaslanmış Valmir'i bekleyen Atlas'ın kaşları, beni görmeyi beklemediğinden dolayı şaşkınlıkla çatıldı.

"Artık buradan çekip gidebilir miyiz?"

Benim sorumu es geçti. "Neler oluyor?" diye sordu.

"Neler olduğunu geri dönerken de anlatabilirim," dedim. Saatler boyu süren yolculukta yorulmayan bedenim şimdi iflas etmişti. Basamakları teker teker inmeye başladığımda, "Bugün burada konaklayın, bu saatte yola çıkmanız fazla tehlikeli. Hem belki, yarın olduğunda ve Alisa sakinleştiğinde detaylıca konuşabiliriz," dedi Valmir.

Onları orada bırakıp basamakları inmeye devam ettim ve dış kapının önüne geldiğimde Atlas'ı beklemeye başladım. Kafamın içinde dönüp duran melodi, yakın olmalarına rağmen onları duymama engel oluyordu. Atlas, nihayet, yanıma geldiğinde dış kapıyı çekip açtım ama Atlas'ın kolumu tutan eli evin dışına çıkmama mâni oldu.

"Bugün burada kalalım. Bedenin bu seferi kaldıramayacak kadar yorgun," dedi. "Boşuna kendine eziyet etme."

"Yarın olunca bir şeylerin değişeceğini düşünüyor olamazsın."

"Deneyip görelim," dedi.

Açtığım kapıyı sakince geri kapattım. Atlas, bulunduğumuz kattaki yatak odalarından birine beni soktu. Yorgun bedenimi yatağın üzerine yerleştirdim. Atlas odadan çıkıp gitmek yerine yatağın kenarına oturdu. "Başka bir yol daha buluruz, gerekirse diğer topraklardaki büyü kitaplarına erişiriz. Şimdilik bunları düşünme ve sabaha dek iyice dinlen."

Ona cevap veremeyecek kadar yorgundum, o yüzden, yalnızca sustum. Onun odadan çıkmasını ve böylelikle kendimle yalnız kalmayı bekledim ama o, odadan çıkmak bir yana yatağın kenarından bile kalkmadı. Bir yanım beni, uyanık kalıp gerçekle yüzleşmeye iteklerken, düşünmek ve yüzleşmek istemeyen tarafım beni uykuya itiyordu.

                                         ...

Dışarıdan gelen sesler yüzünden gözlerimi açmak zorunda kaldım. Bir an nerede olduğumu düşündüm, sonrasında ise hatırladıklarım beni yeni bir keder hortumuna doğru çekti. Yorgunca, yattığım yerden doğruldum ve zorla bedenimi ayağa kaldırıp odadaki pencereye ilerledim. Dışarıda müthiş bir fırtına vardı. Eğer inat etseydim ve bunun sonucunda yola çıkmış olsaydık şimdi kendime lanetler yağdırıyor olurdum. Yatağa geri döndüm ve vücudumu yatağın başlığına yasladım. Atlas ben uyuduktan sonra odadan çıkmış olmalıydı. Dışarı çıkıp onu aramak istemiyordum çünkü Bilge'yi görme ihtimalim vardı ve ben davamda haksız olsam bile Bilge ile karşılaşmak istemiyordum. Ona duyduğum öfkede kendimce haklıydım ve bunu hiçbir şey değiştiremezdi.

Fırtınanın gürültüsü iyice artınca bizimle buraya kadar sürüklenmek zorunda kalan yoldaşlarımızı düşündüm. Bizi gözetleyen kartallar dışarıda kaldığı için Perla ve diğerleri büyünün işe yaramadığını henüz bilmiyorlardı. Başvurabileceğimiz başka yolların olup olmadığını bilmiyordum ama bir şekilde yeni bir yol oluşturmalıydık. Yatağın yanı başındaki komodinin üzerinde duran kolyeyi fark edince, son kez olduğunu umut ederek, onu boynuma geri taktım. Timun Bey'in emanet ettiği kolye, Perla'nın hediyesinin yanında yerini alınca ruhuma bir ağırlık çöktü. Bu kolye, bana kendimi sorumlu hissettiriyordu. Onu takarak gerçek sahibine haksızlık ediyormuşum gibi geliyordu. Odanın içinde beklemeyi kestim ve Atlas'ı bulma umuduyla odadan çıktım. Merdivenlerin önüne geldiğimde merdivenin sağ tarafında duran kapıdan Valmir çıktı. Ona öfke duyarak, ona haksızlık ettiğimin farkındaydım; onu bir kurban olarak seçmiştim ama yine de yatıştırıcı sesiyle kuracağı cümleleri duymak istemiyordum.

"Atlas yukarıda seni bekliyor. Saraya geri dönebilmeniz için güvenli bir geçit oluşturdum. Bu hâlde o yolları aşmanızın imkânı yok," dedi Valmir.

Belli belirsiz bir teşekkür edip, merdivenlere doğru yöneldim ama onun sözleri henüz bitmemişti.

"Yüreğine dolan suların taşmasına müsaade et. Böylece kendine gelirsin ve farkına varman gereken şeylerin, nihayet farkına varabilirsin."

"Hep böyle bilmece gibi mi konuşursun?" diye sordum.

"Bunu, öyle adlandırıyorsan evet, hep böyle konuşurum," dedi. "Ama bana sorarsan asıl bilmece senin içinde. Etrafına doluşan büyü topçukları gerçeğe ulaşmamı engelliyor. Neden eve geri dönüş yolunu bulmaya odaklanmak yerine ruhunu çevreleyen büyülerden kurtulmanın bir yolunu aramaya çalışmıyorsunuz?"

"Seni anlıyorum, şuraya git diyorsun ama ben oraya nasıl gidiliyor bilmiyorum."

"Hadi üst kata çıkalım," dedi ve basamakları, yaşının izin verdiği hızla aştı. Üst kattaki odaya girdiğimizde odanın içine açılmış geçidi ve bizi bekleyen Atlas'ı gördüm. Masasının yanına geçen Valmir, "Alsondro'ya gitmelisiniz, büyü kitaplarına ihtiyacımız var," dedi. "Ama öncesinde saraya dönmeli ve neler olduğuna dair birkaç ipucu bulmalısınız. Alisa'nın odasını karıştırdığınızı hiç sanmıyorum, etrafa iyice göz gezdirmelisiniz. Neye karşılık büyü yapacağımızı öğrenmeliyiz."

"Alsondro, büyü kitaplarının bulunduğu yer mi?" diye sordum.

"Katrina'dasın Alisa; bu dünyanın, en büyük ve en verimli kıtasında, yüzyıllar önce üç parçaya ayrılmış bir kıtada," dedi Valmir. "Katrin, üzerinde bulunduğun yer, Katrina'nın en gözde parçası ve Alsondro, ben olsam onun hakkında, 'Büyü kitaplarının bulunduğu yer,' demezdim. Orası, büyülerin ana toprağı, büyünün doğduğu yer. En kadim büyücülerin toprağı ancak onlar, pek sevecen değiller, en azından, artık değiller. Her neyse, dediklerimi unutmayın. Özellikle de, sen Alisa, gözünü dört aç. Hatırlamaya çalış, buraya geldiğinde dikkatini çeken her şeyi hatırlamaya çalış. Ulaşabileceğimiz her bir detay çok kıymetli."

"Pekâlâ, bir gelişme olursa seninle iletişime geçeriz Valmir," dedi Atlas.

"Evet, evet," dedi Valmir. "Bu arada, hüsranla sonuçlanmış olsa bile bir büyü yaptık ve bu çabamızın katlanmamız gereken sonuçları olacak. Alisa, senden ve kendimden bahsediyorum. Eğer bedeninde değişimler gözlemlersen bundan benim de haberim olsun."

Valmir'in uyarı ve nasihatleri son bulduğunda geçide girip saraya döndük. Sabahın erken saatlerinde olduğumuzdan ikimiz de kendi odalarımıza çekildik. Ancak bir süre sonra dolu zihnimin istirahat etmeme müsaade etmeyeceğini anlayınca odadan çıkıp, aynı kattaki kapalı balkona çıktım ve bir sandalyeye oturup etrafa göz gezdirdim. Zihnimin geri planında, buraya geldiğim günden bu yana dikkatimi çeken veya çekmesi gereken şeyleri oynattım. Düşünmenin bir sınırı yoktu ama ben o sınırı yaratmak, sonrasında da ona ulaşmak için kendimi zorlayabildiğim kadar zorlamak istedim. Baş ağrısı kendini göstermeye başladığında dahi durmadım ve her şeyi yeniden ve yeniden zihnimde oynattım. Ulaştığım şeyler beni tatmin edene dek aynı işlemi onlarca kez tekrarladım ama ulaştıklarım, hiçbir zaman beni tatmin etmedi çünkü ulaştıklarım basit şeylerden ibaretti. Cevap, gözümün önünde duran basit bir şeyde saklı olmamalıydı.

Önümdeki masaya konan fincan dikkatimi dağıttı. Kafamı kaldırıp gelen kişiye baktığımda Lara'yı gördüm. "Kralımızın emri," diyerek geri çekildi. O, balkondan çıktıktan sonra zihnimi yeniden zorladım. Yine aynı sonuca ulaştığımda pes ettim ve önümde duran çayı yudumladım. Sonunda dayanamayıp yerimden kalktım ve balkonun çıkışına ilerledim. Balkon kapısının hemen kenarında dikilen Lara'ya, "Atlas'ı buraya çağırabilir misin?" diye sordum. İstekleri emir kategorisine koyan Lara, emri aldıktan hemen sonra Atlas'ın odasına doğru gitti. Lara gittikten sonra ben de balkona geçtim. Sabırla Atlas'ın gelmesini beklemeye başladım. Kapalı kapının açıldığını işittiğimde kafamı balkonun girişine çevirdim ve onun içeri girişini seyrettim. Atlas balkondan içeri girdiğinde, "Aklıma yalnızca bir şey geliyor," dedim.

"Hey, bekle bir saniye," dedi Atlas. "Senin dinlendiğini sanıyordum."

"Gece yeterince dinlendim," dedim. Bu esnada o, karşıma geçip oturdu. "Buraya ilk geldiğim gün, neler olduğunu anlamak adına Alisa'nın odasını karıştırmaya başlamıştım ve çekmecelerden birinde bir defter bulmuştum ama o sırada odaya giren Lena'dan ötürü, o defteri okuma fırsatım olmamıştı. Belki o defter Alisa'nın günlüğüdür ve onun, bizim aksimize, fark ettiği bazı şeyler vardır. O defteri alıp okumakta fayda var. Bunun dışında aklıma hiçbir şey gelmiyor, gözüme hiçbir şey çarpmıyor."

"Bu, şimdilik işimize yarayabilir. Birkaç saat içinde saraya gitmek için yola çıkarız" dedi Atlas. "Eğer defterden bir şey çıkmazsa yaşadıklarımızda fark edilmeyi bekleyen onlarca detay olduğuna eminim. Birden zihnine ve bedenine yüklenme, zamanı gelince aradığımız her cevabı bulacağız."

"Atlas, yaşananlardan dolayı beni sakinleştirmeye çalışmanı anlıyorum ama ecele etmemiz gerekiyormuş gibi geliyor. Sanki, cevaba hemen ulaşamazsak her şey için çok geç kalacakmışız gibi bir his var içimde."

"İçinde oluşan hislerin hepsine kulak asıyor musun böyle?"

"Yalnızca önemli olduğunu düşündüklerime," dedim. "Ayrıca konuyu dağıtmaya çalışma. Diğerlerine ne zaman haber vereceğiz?"

"Hepsinin, çoktan haberi olmuştur zaten," dedi Atlas. "Hatta bazıları buraya gelmek için yola çıkmıştır bile."

"Onların gelmesini mi bekleyeceğiz?"

"Hayır," dedi direkt. "Birkaç saat sonra saraya gitmek için yola çıkacağız ve o zamana kadar gelemezlerse bu bizi ilgilendirmiyor. Bizimle konuşmak için bizim buraya geri dönmemezi bekleyebilirler." Önümdeki fincanı işaret etti. "Biraz içip güç toplamaya ne dersin?"

Çaydan birkaç yudum daha aldıktan sonra, "Bilge, yaptığımız büyünün sonuçları olacağını söylemişti ya, o sonuçlar ne zaman ortaya çıkar?" diye sordum.

"Bu, değişkenlik gösteren bir durum," dedi Atlas. "Bazen anında gösterir; bazen günler sonra, bazen haftalar, bazen aylar, bazense yıllar sonra. Ortada bir kaide yok yalnız Bilge'nin de dediği gibi, bedeninde bir değişiklik hissettiğin ilk an önce bize söyle, sonrasında bunu Bilge'ye danışırız."

"Ne gibi sonuçları olabiliyor peki?"

Cevap vermeden önce bir süre duraksadı. Bir an, cevabı iyice düşündüğü için duraksadığını düşünsem de gözlerinin içinde yeşeren hisler, duraksamasının nedeninin zihninde beliren anılar olduğunu gözler önüne sermişti. Ona zaman tanıdım, dahası sorduğum soru yüzünden pişmanlık duydum. Üstelik, ruhunu murdar eden anılarından bihaberdim.

En sonunda konuşabildiğinde, "Genellikle fiziksel sonuçları oluyor; bedende bir hastalık oluşturuyor ya da bedenin bir parçasını, doğrudan, kullanılamaz hâle getiriyor," dedi. "Büyünün boyutuna bağlı olarak bu, kişinin ölümüne kadar gidebiliyor ama bu yapılan büyünün böyle bir riski yokmuş. Sen uyanmadan önce Valmir ile bunu konuşuyorduk. Valmir; senin, küçük bir hastalıkla bunu atlatabileceğini söyledi."

Sarayın bahçesinden gelen gürültü, dikkatimizi o yöne çevirdi. Balkon, sarayın ön cephesine bakıyordu. Bahçeye giren faytondan Aren ve Fedor Bey indi. Hiç kimseyle yüz yüze gelmek istemiyordum ama bir yandan da artık aşinası olduğum yüzleri görmek için can atıyordum. Düşüncelerim benden izinsiz yüzüme yansıdı ve bu Atlas tarafından fark edildi. "Birileriyle görüşmek istemiyorsan görüşmek zorunda değilsin. İstemediğini dile getirmen yeterli."

"Sorun değil," dedim. "Kaçmanın veya saklanmanın kimseye bir yararı yok. Ayrıca, eminim ki, yardımcı olmak isteyeceklerdir."

"Nasıl istersen," dedi Atlas. "Yola çıkmadan önce çayını bitirmiş ol ya da daha iyisi, bir şeyler atıştır ve öyle yola çıkalım."

"Çayı içsem yeter," dedim. "Midem başka bir şeyi kaldıramayacaktır."

Balkonun kapısı aniden açıldı ve balkondan içeri Aren ve Fedor Bey girdi. Fedor Bey son gördüğümden bu yana pek değişmiş değildi. Onunla yıldızlarımız bir türlü uyuşmamıştı ve aramızdaki o çarpık bağ; Atlas'ın, eskiden bu topraklarda büyü hâkimiyetine sahip kişilerin kendi ailesi olduğunu söylediği gün, benim için, tamamen kopmuştu. İstesem de ona güvenemiyordum.

Fedor Bey'in aksine Aren'in yüzünün her zerresinde endişenin kalıntıları bulunuyordu. Bir günün ardından onunla yeniden göz göze gelebildiğimde, göz yaşları gözlerime hücum etti ama kendilerini serbest bırakmadılar. "Ne ters gitti?" Hâlâ üzerimde duran bakışları benden bir cevap beklediğini gösterse de o cevabı benim yerime Atlas verdi. "Büyü işe yaramadı, sebebini henüz bilmiyoruz."

Atlas'ın yanındaki boş sandalyede yerini alan Fedor Bey, "Sebebini bilmiyor musunuz? Bu da ne demek oluyor?" diye sordu. "Valmir size yardımcı olmadı mı?"

"Oldu baba ancak o da buna sebep olan şeyi göremedi," dedi Atlas ama daha fazla detay vermeyi reddetti. Boşlukta süzülen küçük ihtimaller, Atlas'ın, babasına duyduğu güveni gittikçe zedeliyordu.

"Bölgedeki en kadim büyücü bile gerçekleri göremiyorsa bölgenin geleceğini kim bilir neler bekliyordur?"

Fedor Bey'in şikayetleri devam ederken omzumda bir el hissettim. "Fedor Bey, olayın inceliklerine daha sonra da değinebiliriz. Önce, durumu düzeltmek için neler yapacağımıza bakalım."

"İçerisinde bulunduğumuz durum, sandığımdan daha büyük bir tehlikeye işaret ediyor," dedi Fedor Bey. "Böylesi bir zamanda, durup yaşananları sindirmeye çalışmak ahmaklık olur. Bir an önce harekete geçmeli ve Valmir'in buyruğu her ne ise onu yerine getirmeliyiz."

Dehşete düşmüş görüntüsü, yalnızca, bölgenin geleceğinden ötürü duyduğu endişeden kaynaklanıyor olabilirdi ama onun endişesi, saklamaya çalıştığı silahın yerinin tespit edilme ihtimalinden de kaynaklanan bir endişe olabilirdi. Perdenin arkasına gizlenmeye çalışan bir gerçek, maskenin ardına saklanmaya çalışan bir yüz vardı ve zaman; bize, o maskenin sahibinin herhangi biri olabileceğini gösterecek niteliğe sahip tek gerçeklikti.

Çevremdeki yüzlere baktığımda o maskeyi takabilecek kişileri ayırt edemezdim çünkü ben, bu topraklara adımımı attığım ilk an, şeklini gizlemeye çalışmayan bir ön yargının bile isteye kurbanı olmuştum. Gördüğüm herkes hakkında çoktan bir yargıya varmıştım ve bu peşin hüküm; beyaz olanı siyah gibi, siyah olanı beyaz gibi, kimisini ise olduğu gibi gösteriyordu bana. Ben, uzunca bir müddet, tutsağı olduğum bu yargıdan ötürü, ruhuna fırça darbesi bıraktığım bedenleri fark edemeyecektim. Bu, farkında olduğum ama değiştiremeyeceğim bir gerçekti.

Fedor Bey, haksız fırça darbelerimden nasibini almamışsa bile kendi ruhuna layık gördüğü renk, benim ondan kopmama yetecek çirkinlikteydi. Eğer ki, ruhun yansıması bedende ayna etkisi yaratıyorsa ve var olan, bana olduğu gibi görünmüyorsa ömrümün sonuna dek, bedenime işleyen büyük bir utançla yaşayacaktım. Ancak tüm benliğimle inandığım bir şey vardı ki; herkes kendi ruhuna yakıştırdığı rengi bedeninde taşırdı.

Atlas, babasıyla bu konuyu konuşuyor olmaktan hiç memnun değildi ve bunu belli etmemek adına hiçbir şey yapmıyordu; hoşnutsuzluğunu gizleme çabasına girmiyordu. "Baba, zaten biz de bunun için uğraşıyoruz. Olayı bir şekilde çözüme kavuşturacağız. Sizin bu esnada yapabileceğiniz en iyi şey bölgenin güvenliğini sağlamak olacaktır." Fedor Bey'in takındığı tavır, birazdan bir baba-oğul tartışması yaşanabileceğinin sinyallerini veriyordu.

Duruma el atmak ve Fedor Bey'i bu mevzudan uzak tutmak için, "Bölüyorum ama bizim artık yola çıkmamız gerekiyor. Bilge'nin bizden bazı istekleri var, onları yerine getirmeliyiz," dedim.

Fedor Bey ne hissetti bilmiyorum ama itiraz etme girişiminde bulunmadı. Onun sessizliğinden aldığım güçle ayağa kalktım ve balkondan çıktım. Odama uğramadan, doğruca sarayın çıkışına ilerleme amacındaydım ama Aren'in bana seslenişini duyunca adam atmayı kestim ve ona döndüm.

"Nereye gideceksiniz bilmiyorum ama bugün dinlenip yarın yola çıkmanız daha sağlıklı olur," dedi.

"Uzak bir yere gitmiyoruz Aren," dedim. "Alisa'nın sarayına uğrayacağız. En geç gece yarısında yeniden burada oluruz."

"Saraya mı uğrayacaksınız? Neden?"

"Aradığımız bir eşya var, hatta sen daha iyi bilirsin," dedim. "Alisa günlük tutar mıydı? Bir bilgin var mı?"

"Yani, arada sırada bir şeyler yazdığına şahit oldum ama yine de pek emin değilim. Belki yazdıkları rastgele şeylerdir, bilemiyorum," dedi. "Bunu size Valmir mi söyledi?"

"Hayır ama onun sözleri doğrultusunda aklıma bu geldi. Buraya ilk geldiğimde, Alisa'nın odasının çekmecesinde bir defter bulmuştum ama açıp okuma şansım hiç olmadı. İçinde işimize yarayacak bilgiler olabilir, şansımızı denemekte fayda var."

"Eğer defterden bir şey çıkmazsa Lena'ya danışın. O, Alisa hakkında hepimizden daha fazla şey biliyor. Alisa'nın gizli gizli tuttuğu bir günlük varsa bile bundan haberdardır."

"Aklımda bulundururum," dedim. Bu esnada balkondan çıkan Atlas yanımıza doğru geldi. "Sen burada mı duracaksın?" diye sordum Aren'e.

"Evet, yeniden saraya dönmek olmaz. Siz buraya döndüğünüzde olanları detaylıca konuşuruz," dedi. "Hem o vakte kadar sarayın ve çevresinin güvenliğinin kontrolünü elime alırım. Bu saatten sonra bir güvenlik açığı vermemeliyiz."

"Görüşürüz öyleyse," dedim ve onu geride bırakıp alt kata inen merdivenlere yöneldim ama bu sefer de Atlas durdurdu beni. "Geçit oluşturacağım. Valmir, güvenli bir geçit büyüsü yaptı bizler için. Atla giderek fazla zaman kaybederiz." Demek Valmir, süslü cümleler kurmak dışında işe yarar bir şeyler de yapabiliyordu. Atlas'la birlikte onun çalışma odasına geçtik. Valmir'in ona verdiği büyü tozlarını kullanarak bir geçit oluşturdu ve geçitten geçmem için beni bekledi. Düşünmeden geçide girdim. Birkaç saniye sonra Alisa'nın odasındaydık.

Oda, onu bıraktığım gibiydi. Buradaki ilk günüm zihnime doldu ve bu odanın bedenimde bıraktığı his tüylerimi diken diken yaptı. Çok düşünmemeye çalışarak defterin bulunduğu çekmeceyi açtım ama o gün gördüğüm defteri orada göremedim. Belki yanlış hatırlıyorumdur diye düşünüp diğer çekmeceleri de teker teker açtım ama hiçbirinde o defter yoktu. "Buradaydı," diye kendi kendime sessizce söylendim. Çekmecelerden umudu kesip odadaki dolabın kapağını açıp dolabın içini kurcaladım, sonrasında odanın içinde açılıp kapanan, içine bir şey konulacak her yere ayrı ayrı baktım ama hiçbir yerde defterden iz bulamadım. "Bu ne demek oluyor şimdi?"

"Belki Lena almıştır," dedi Atlas. Daha çok beni rahatlatmaya çalışıyor gibiydi. "Gidip onunla konuşalım. Hatta sen burada bekle, ben onu bulup buraya getireyim."

Atlas sözleri bitince odadan çıkıp gitti. Onlar gelene kadar odayı birkaç kez daha üstünkörü araştırdım. Kapı açıldığında içini karıştırdığım çekmeceyi kapayıp ayağa kalktım.

"Alisa!" dedi Lena, haykırır gibi. "Neler oluyor böyle? Ben, bizim kız buraya gelemese bile sen kendi diyarına dönebilmişsindir diye düşünmüştüm."

"Merhaba Lena," dedim. "Olanları sonra da konuşabiliriz. Burada, şu çekmecede, bir defter vardı. Onu gördün mü acaba? Buraya ilk geldiğimde buradaydı ama şimdi odanın hiçbir yerinde bulamıyorum."

Lena gösterdiğim çekmeyece baktı, kaşları hafifçe çatıldı. "O çekmecede miydi bilmiyorum ancak Alisa'ya ait bir defter vardı bu odada. Ne yapacaksınız ki o defterle?"

"Belki bir ipucu bulabiliriz diye düşünmüştü Alisa," diye yanıtladı Atlas. "Bu olay yaşandıktan itibaren bu odaya kimler girdi?"

"Birkaç görevli ve benden başka kimse girmedi," dedi Lena. "Alisa'nın bir şeyler bildiğini mi ima ediyorsunuz siz?"

"Biz de hiçbir şeyden emin değiliz Lena," dedi Atlas. "Yalnızca işimize yarayacak bilgilere ulaşmanın her türlü yolunu deniyoruz. Bu olay yaşanmadan önce Alisa bir şeylerin farkına vardıysa, illa ki, bir yerlere ipucu falan sıkıştırmıştır. Senin aklına bir şeyler geliyor mu?"

Lena kara kara düşündü. "Hayır, o defter dışında aklıma bir şey gelmiyor. Defterin yerinde olmaması sarayda yeni bir hain olduğu anlamına mı geliyor?" Sesi bıkkın, umutsuz, yorgun ve birazcık korku doluydu.

"Aynen öyle," dedi Atlas. "Ya saray çalışanlarından ya da saray sahiplerinden biri hain."

Atlas'ın ima ettiği şeyi Lena, pekâlâ, anlamıştı. Bu, onun yüreğine bir korku salmadı. "Benden şüpheleniyorsanız bile şüphelenmeye devam edebilirsiniz ancak lütfen, bu defterin kaybolma mevzusundan abimin haberi olmasın. Yine ve yeniden, abimin suçlamaları ile baş edebileceğimi sanmıyorum."

"Belki de, asıl suçlu abindir Lena," dedi Atlas. "Bu sana özel bir şey değil. Öyle bir durumun içindeyiz ki, doğal olarak, herkes en yakınındaki kişiden şüphelenecektir. Öyle ki ben, çoktan, annemi bile şüpheliler listesine ekledim."

Kendisi suçlandığında tepki vermeyen Lena'nın yüzünde, Henna Hanım'dan bahsedilince acının en derin ifadesi oluştu. "Şüphe insanı diri tutar, biliyorum ama onca şeyden sonra annene karşı besleyeceğin şüphe, ona karşı işleyeceğin affedilmez bir suçtur Atlas."

"Bir kardeş katilinden şüphelenebilirsin, yönetimin verdiği gücün etkisiyle yanlış kararlar almış birinden şüphelenebilirsin ama anneni bu şüphelerin odağından uzak tut, o masum," diye sözlerine devam etti Lena. "Onun büyülerle olan geçmişi bile onu kirletemez."

"Lena, sakin ol," dedi Atlas. "Annemi suçlamıyorum. Yalnızca, onun hareketlerini de süzgeçten geçiriyorum, o kadar,"

"Yaptığında yanlış bir şey yok ama bu oyunda, masum birine zarar gelecek diye içim içimi yiyor."

"Defter, sarayın başka bir kısmında olabilir mi?" diye sorarak, dağılan konuyu toparlamaya çalıştım.

"Sanmıyorum, kızım," dedi Lena. "Valmir, bu konuda bize yardım edemez mi? Böyle bir şey yaşanacağı hiç aklıma gelmedi. Bilseydim Perla'dan bu odaya bir gözetme büyüsü yapmasını rica ederim."

"Saraya dönünce onunla iletişime geçer ve yapabileceği bir şey var mıymış öğreniriz."

Onların konuşması devam ederken bedenim ağırlaşmaya başladı. Bir an düşüp bayılacağımı düşünsem de midemdeki yanma hissi kendini belli edince koşar adımlarla odanın içindeki banyoya geçtim. Kusma isteğinden ziyade midemde, yukarı doğru tırmanan, boğazımı delip geçen, nefes almamı zorlaştıran bir acı vardı. O an, şiddetli bir öksürük krizine tutuldum. Tüm bedenimin kasılmasına neden olan o sıcacık kırmızı sıvı ağzımın içine birikti.


 

Loading...
0%