Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@ervaerdal

Yatak başlığına sırtımı dayamış vaziyette oturuyor, bir yandan da bir saniyeliğine olsun beni yalnız bırakmayan Lena'nın endişe dolu nasihatlerini dinliyordum. Sahip olduğum güç hiç beklemediğim bir anda aniden tükenmişti. Lena'nın sözlerini algılayacak, dahası ona birazcık susmasını söyleyecek gücüm dahi yoktu. Üzerimdeki her şey bedenime korkunç bir ağırlık yapıyordu. "Perla'nın hediye ettiği kolyeyi çıkarsam sorun olur mu?" diye sordum güçlükle. Lena yalnızca kendisinin duyduğu sözlerine ara verdi ve hiç düşünmeden, "Neden sorun olsun kızım? Çıkarmak istiyorsan çıkar elbet," diye cevapladı beni.

"Sen çıkartabilir misin peki?"

"Tabii, tabii, bekle bakayım," dedi ve zarif kolyenin boynumla olan bağını kopardı. Büyük bir dikkatle onu izliyordum. "Timun Bey'in verdiği, Alisa'ya ait kolyeyi de çıkarsam..." Sözlerimin devamını getirememiştim ama Lena beni anlamış ve çoktan diğer kolyeyi de boynumdan çıkarmak için bir hamle yapmıştı. Sonunda iki kolye de boynumu terk ettiğinde bedenim az da olsa rahatlayabilmişti.

"Atlas geldiğinde kolyelerini ona veririm, kızım," dedi Lena. "Bir an önce gelseler iyi olacak, gittikçe kötüleşiyor gibisin."

"Yaptığımız başarısız büyünün sonucu olabilir," diye mırıldandım. Lena beni duymuş ama sözlerime karşılık söyleyecek bir şey bulamamıştı. "Eğer üşümüyorsan pencerenin camını hafiften açabilirim, temiz hava iyi gelecektir."

"Üşümüyorum, açabilirsin," dedim ve başımı kendime doğru çektiğim dizlerimin üstüne yasladım. Lena'nın hareket edişinin seslerini geldi kulağıma ve sonrasında da pencerenin açılış sesi. Yalnızca Lena'nın çıkardığı sesler de onun pencerenin önünde durmasıyla sona ermiş ve odaya sessizlik hâkim olmuştu. Oluşan sessizlik biraz daha devam etseydi uykunun kollarına teslim olacaktım ama kapının açılış sesi buna mâni oldu. İçeriye, Atlas'la beraber orta yaşlı bir kadın şifacı girmişti. Hafif bir baş selamı verip işine koyuldu. Yanında getirdiği keselerin birini seçti, kesenin içinden bir tutam büyü tozunu avuçları arasına aldı ve o tozları üzerime dökmek yerine arasında büyü tozları bulunan avuçlarını boynuma, nabzımın attığı yere, bastırdı. Elini geri çektikten sonra, bir süre, boynumun o kısmında bir değişimin meydana gelmesini bekledi.

"Zehirlenme belirtisi yok, aynı şekilde büyünün tesirinin bir belirtisi de yok," dedi kadın. Ardından Atlas'a döndü yüzünü. "Bahsini geçirdiğiniz büyünün bir sonucu olmalı, Efendim. Böyle bir durumda, maalesef, yapabileceğimiz bir şey yok, biliyorsunuz."

"Tamam, tamam çıkabilirsin," dedi Lena. Şifacı kadın eşyalarını toplayıp odadan çıktı. "Kesinlikle büyünün sonucu bu. Valmir böylesi bir durum için sizi uyarmadı mı?"

"Yalnızca, Alisa'nın bedeninde değişimler meydana gelirse onunla iletişime geçmemizi söyledi," dedi Atlas. "Alisa eğer senin için sorun olmayacaksa Lena senin yanında dururken ben, Valmir ile iletişime geçeyim. Belki, birkaç önerisi vardır."

"Tabii, sen git," dedim. "Lena burada ne de olsa."

"Benim çalışma odama geç Atlas. Eğer Valmir bir içecek falan hazırlatırsa odamdaki dolapların birinde birçok malzeme bulunuyor, bakıp bulursun," dedi Lena. Atlas da odadan çıkıp gitti ve yeniden Lena ile baş başa kaldık. "Sen de birazcık uyumaya çalış, kızım. Bedenin dinlenmeli ki güç toplayabilesin." Sırtımı yatak başlığından ayırdım ve yatakta yatar pozisyona geçtim. Sadece birkaç dakikada gözlerim kendiliğinden kapanmaya başlamıştı.

Bilincim açıktı, çevredeki sesleri rahatlıkla duyabiliyordum ama gözlerimi açacak gücü kendimde bulamıyordum. Kendimi zorlamayı kesip gözlerim kapalı bir hâlde bir süre daha yatakta yatmaya devam ettim. Kaç saattir uyuyor olduğumu bilmiyordum ama uyumak bedenime iyi gelmişti. En azından ortaya çıkan belirtiler bedenimi terk etmişti. Kasılmalar, midemdeki yanmalar devam etmiyordu ama yine de gücüm yerine gelmemişti. Hareket etmek hâlâ fazlasıyla zor geliyordu. Tonlarını düşük tutmaya çalışan seslere daha fazla tepkisiz kalamadım ve gözlerimi açtım. Yüzümün dönük olduğu tarafta kimse yoktu. Kendimi zorla yataktan kaldırmak yerine bir müddet odadaki sesleri dinledim.

"Önemli olan, bunun kalıcı hastalığa dönüşüp dönüşmeyecek olması," dedi Perla. "Eğer bugün ortaya çıkan belirtiler, ilerideki günlerde de kendini göstermeye devam ederse bu, onu ölüme bile sürükleyebilir."

"Şifacı, zehirlenmeden bir iz bulunmadığını söylememiş olsaydı birinin onu zehirlediğini söylerdim," dedi Lena. "Ortaya çıkan belirtiler zehirlenmeyle bayağı uyuşuyordu ama bedeninde zehir namına hiçbir şey yokmuş. Umalım ki, bu durum bu şekilde devam etmez." Kısa bir an soluklandı. "Yazık kızcağıza, başına gelmeyen kalmadı. Daha fazla belaya bulanmadan önce onu kendi diyarına göndermenin bir yolunu bulmak gerek."

"Doğru söylüyorsun Lena ama daha hızlı nasıl hareket edebiliriz bilmiyorum," dedi Perla. "Yapabileceğimiz her şeyi yapıyoruz zaten ama düşman, hep, bir şekilde bizden önce olmayı başarıyor. Tüm bunlar bir yana diğer Alisa'nın ne hâlde olduğunu da düşünmeden edemiyorum."

"Umalım ki, onun yanında da ona yardımcı olmaya çalışan birileri bulunuyor olsun."

Hareketsiz kalmayı kestim ve yavaşça yattığım yerden doğruldum. Sol tarafta da birkaç hareketlenme oldu ama dönüp bakmadım. "Alisa nasılsın? Kendini daha iyi hissediyor musun?" Perla yüzünü göstermeden önce sorularını sıraladı. Ben daha onu cevaplayamadan yanıma kadar geldi.

"Daha iyiyim. Bedenimdeki kasılmalar geçmiş ama hâlâ fazla halsiz hissediyorum."

"Olur o kadar, zamanla o da geçecektir," dedi Perla. "Biraz daha ayılıp kendine gel, sonra da yemen için bir şeyler hazırlatırız."

"Atlas, Valmir ile konuştu mu? Defteri bulmamız için bize yardım edecek miymiş?"

"Kızım, bir dur!" dedi Lena. "Defterden önce kendi hâlini düşün. Biraz daha toparlan, defter bir şekilde bulunur."

Perla defter hakkında hiçbir soru sormadı. Demek ki, çoktan öğrenmişti. Yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. "Atlas, Valmir ile konuştu. Valmir doğruca Alsondro'ya gitmemiz gerektiğini söylemiş. Alsondro, büyülerin ve büyücülerin ana toprağı. Oradaki büyü kitaplarından yararlanacağız ama bunun için önce senin iyileşmeni bekleyeceğiz. Bir an önce yola koyulmak istiyorsan kendine güzelce bakmalısın."

"Ben iyiyim, ayrıca bu, yaptığımız büyünün bir sonucu muymuş? Valmir bunun hakkında da bir şeyler söyledi mi?"

"Valmir'in bir şey söylemesine gerek yok çünkü emin olmanın bir yolu yok," dedi Perla. "Bedeninde zehire veya bir büyüye rastlanmamış. Geriye kalan en sağlam seçenek bunun, yaptığınız büyünün sonucu olması."

"Perla, sözlerinle Alisa'yı daha da yoruyorsun. Bırak, kız kendine gelsin önce," dedi Lena. "Evladım, sen de izlenecek yeni yola odaklanmak yerine önce kendine odaklan. Sen iyileşmeden hareket edilmeyecek. Birkaç gün iyice dinlen, sonrasında Alsondro'ya gitmek için yola çıkarsınız."

Perla, sanki Lena'dan azar işitmemiş gibi, "Lena haklı," dedi. "Birkaç gün buralardayız, yola hemen çıkmayacağız. Hem bu esnada seni gözetleriz. Yeni etkiler de ortaya çıkabilir, göz önünde tutulman gerek."

"Yola çıkma konusunda neden çoğul konuşuyorsun Perla?" diye sordum.

Yüzünde, ona çok yakışan tebessümü oluştu. "Bu sefer kalabalık bir ekibiz. Artık, Atlas'ın sıkıcı yoldaşlığına maruz kalmayacaksın. Seni bu zulümden kurtaracağız."

"Neden kalabalık bir ekiple hareket edeceğiz? Yoksa oraya gidiş yolu tehlike dolu mu?"

"Çok tehlikeli sayılmaz ancak birkaç kişi fazladan gitmekte fayda var," dedi Perla. "Ayrıca yoldan ziyade oraya girmek daha zor olacaktır. Alsondro'nun sahiplerini o topraklara girebilmek için ikna etmemiz gerekecek."

"Alsondro sahiplerini ikna etmek mi? Bu topraklara, Katrin'e girmek isteyen kişilerin de bizi mi ikna etmesi gerekiyor, anlayamıyorum."

"Hayır ancak Alsondro buraya benzemez. Dedim ya, orası büyülerin ana toprağı. Oraya kötü bir niyetle girmek istemediğimizden emin olana dek bizi topraklarından içeri almayacaklardır," diye açıkladı Perla. "Kendileriyle tanışıklığımız var. Bunun, onları ikna etmekte faydası olacaktır. Alsondro'ya girebilsek dahi hareketlerimize gereğinden fazla dikkat etmeliyiz. Büyüler sayesinde sınırları korunan bir bölge orası. Orada biz yabancıların büyü yapması kesinlikle yasak, dengenin bozulmasından çekiniyorlar. Peşimizde bir düşman var, hâliyle bu kurallar biraz bizi zorlayacak."

"Söylediklerine dayanarak, o bölgede güvende olmamız gerekmiyor mu? Bu şartlar altında düşmanın Alsondro'ya girebilmesi mümkün mü?"

"Hiçbir şeyden emin olamayız Alisa. Bakarsın düşman, Alsondro topraklarında yaşayan bir büyücü çıkar," dedi Perla. "Orada büyü yapamayacak oluşumuz kendimizi savunmamız açısından tehlike oluşturabilir. Ancak büyü hazırlıkları yapamıyor oluşumuz, oraya zihinsel açıdan kendimizi hazırlayıp gitmemize engel değil. Düşmanın orada bulunduğunu varsayarak hareket edeceğiz, etmeliyiz."

Lena, Perla'nın arkasında bir bölge gibi belirdi. "Perla, neden Alsondro'ya gitmeden önce Henna ile görüşmüyorsunuz? Bu konuda size en çok yardımı dokunacak kişi o. Ne de olsa Henna'nın orada fazlaca tanıdığı ve dostu var."

Benim aksime, duyduğu şeyler Perla'nın hoşuna gitmişti. "Benim aklımdan tamamen çıkmış bu. Beni boş verin, Atlas'ın nasıl aklına gelmedi bu? Annesi, eski Alsondro yöneticilerinin uzun yıllardır dostuydu. Lakin Henna Hanım, artık bu konuda konuşmuyor sanıyordum. Hatta ve hatta yanında büyü konusunun açılması bile canını sıkıyor diye biliyorum."

"Yaşadıkları onu bu hâle getirdi," dedi Lena kederle. "Ama bu size yardım etmesine engel değil. O, gerçeği öğrendiğinde yanı başındaydım, fazlasıyla sarsıldı. Geçen onca zamanın ardından yeniden böyle bir olayın yaşanması kimsenin beklediği bir şey değildi. Savaş çanları çalmadan önce sınırlarımızı korumakla yükümlüyüz. O yüzden yardımcı olacaktır, bildiği ne varsa anlatacaktır."

"Gitmeden önce Atlas'a söyler ve Henna Hanım'a haber yollarız. Bu sayede beklemeden Alsondro'ya girebiliriz."

"Her neyse," diye konuşmayı böldü Lena, "bunlar gelecek zamanın konusu. Şimdi bırakalım da Alisa dinlensin ve iyileşsin."

"Eğer böyle devame ederse yarına bir şeyim kalmaz. Yarın akşama doğru yola çıkabiliriz." Aksi olsaydı da aynı cümleleri kurardım ama ilginçtir ki, bedenimdeki yaşadığım sarsıcı durumun izleri azar azar ama hızlı hızlı siliniyordu. "Atlas nerede? Henna Hanım'ın yanına uğrayacağımızı ona bildirelim ve sabaha karşı Henna Hanım'ın yanına uğramak için yola çıkalım."

Lena, Perla'nın arkasından yaklaşarak onun omzuna dokundu. "Hadi kızım sen Atlas'ı buraya çağır. Bu kızın yerinde rahat durmayacağı belli."

Perla yerinden kalkarken, "Ben yokken benim bilmediğim şeyler hakkında konuşmayın," dedi ve Atlas her nerede ise oraya doğru yol aldı.

Lena'nın benimle bir şeyler konuşmak istediği her hâlinden belliydi ama konuyu açacak cesareti bulamıyor gibiydi. "Bana bir şey söyleyecek gibisin." Kapalı kapıya bir bakış atıp, biraz önce Perla'nın oturuyor olduğu yere oturdu. "Böylesi bir durumun içinde kendi derdime düşmüş olmam bencilce ancak insan kendine söz geçiremiyor kızım. Gün geçtikçe öğrendiğin şeyler artıyor değil mi?"

Onun, sözleriyle nereye varmak istediğini kestirememiştim. "Evet, etrafımdaki çoğu kişi yabancılık çekmemem adına bildikleri bazı şeyleri benimle paylaşıyor." Kısa bir mola verdim sözlerime ve onun konuşmasını bekledim ancak o, beklediğim hamleyi yapacak gibi durmuyordu. "Bana ne söylemek istiyorsun Lena? Dolaylı yollara başvurmadan, doğruca söyleyebilirsin. Eğer alınacağım bir şeyse bile çekinme."

"Yok kızım, neden seni kendime dargın düşüreyim ki?" dedi. "Sana söylenen şeyler ve duydukların, seni benden uzaklaştırır diye korkuyorum. Eğer sana benim hakkımda bir hikâye anlatılırsa o hikâyeyi bir de benim tarafımdan dinlemeni rica ediyorum."

Onun dokunsalar ağlayacak hâli, ne yapacağını bilemez bir hâle soktu beni. O, ruhunda böyle bir kaygıyı neden taşıyordu? Kendisini bana samimi göstermeye mi çalışıyordu yoksa bu çırpınışının çok başka, derin bir sebebi mi vardı? Çaresiz görüntüsü bana birçok şey hissettirdi. Bunların arasında bilememenin getirdiği acizlik, hissettiğim en rahatsız edici olanıydı. Hâlâ nasıl gerçekleştiğini bilmediğim olay, onu, belli ki, yeniden ve yeniden köşeye kıstırmıştı. Boğulmaktan korktuğu için miydi tüm bu çırpınışları yoksa boğuluyormuş gibi görünmek istediğinden miydi?

Açık açık düşüncelerimi söyleyemesem de, "Elbette, öyle bir durumda seni de elbette dinlerim. Bunu dile getirmene bile gerek yoktu," dedim. Sözlerim onu asla rahatlatmadı. Aksine cebelleştiği çaresizliği katbekat arttı. Gözlerinde görüyordum; söylemek istediklerinin daha fazlası vardı ama ona engel olan şey gözlerimin seçebileceği boyutta değildi, sanki, özellikle gizliyordu o sebebi.

"Atlas gelince ben gideyim. Bir daha ne zaman görüşüyoruz bilemem ama o gün geldiğinde, seni daha iyi görmeyi umacağım," dedi. "Henna'nın yanına gittiğinizde, onun size yardım etmesini, özellikle istediğimi de dile getirirsen sevinirim. En azından, küçük de olsa bir katkım, yardımım dokunsun."

"Senin Alsondro hakkında söyleyebileceğin bir şey yok mu? Oraya hiç gitmedin mi?"

"Alsondro görüp görebileceğin en mucizevi topraklara sahiptir. Birkaç kere gitmiştim gençliğimde, gördüklerim bugün hâlâ daha zihnimi terk edebilmiş değil," dedi. "Ancak kızım, size verebileceğim hiçbir tavsiye yok. Ben o topraklara, o topraklarda yaşayan birinin sayesinde girmiştim. Henna'ya bu yüzden ihtiyacınız var işte."

Henna Hanım'a ihtiyaç duyuyor oluşumuz hiç hoşuma gitmiyordu. Onun ve eşinin yıllar önce, bu topraklarda büyülere ev sahipliği yapmış olması onlara, özellikle de Henna Hanım'a, bakış açımı değiştirmişti. Atlas'ın, annesinden yardım alacak olmamıza vereceği tepkiyi de kestiremiyordum. Zira o gün, ailesinin eskiden bu topraklardaki büyü ve şifa yönetimini kontrol ettiğini söyledikten sonra, dahası bununla birlikte bazı şeylerin farkına vardıktan sonra ailesiyle arasına benim bile pekâlâ fark edebileceğim bir soğukluk girmişti. Öncesinde annesine gerçeği açıklayıp onu bu bataklığa sürüklemekten ölesiye korkan Atlas'ın gözünü korkutan şeyler artık değişmeye başlamıştı. Kendi kendime mücadelesini verdiğim, benim sebep olmadığım ama benimle ilgisi olan şeylerden ötürü duyduğum, ruhumu sömüren sorumluluk hissi, Atlas'ın da ruhunda yerini almaya başlamıştı o gün. Bunu sesli bir şekilde dile getirmekten hiç mi hiç çekinmemişti ve sanıyordum ki, o günden sonra ailesiyle hic görüşmemişti, ta ki babası bugün ansızın yanımıza gelene kadar.

"Henna Hanım'ın Alsondro ile bir bağı varsa Atlas'ın kolaylıkla oraya girmesi gerekmez mi?"

"Atlas'ın büyülere karşı hiçbir zaman büyük bir ilgisi olmadı, annesinin aksine. O, küçüklüğünde o topraklara gitmeyi inatla reddetti. Biraz büyüdüğünde ise büyülerden iyice soğumasını sağlayacak şeyler yaşadıktan sonra o toprakları merak ediyorsa bile, sanırım, oralara gitmeye cesaret edemedi."

"Yine de o, Henna Hanım'ın çocuğu, bunun bir önemi yok mu veyahut Katrin Hükümdarı olmasının da mı bir önemi yok?"

"Eğer sen eline geçen gücü kullanmazsan sahip olduğun sanların bir önemi kalmaz. Biz böyle bir dünyada yaşıyoruz Alisa," dedi Lena. "Atlas ise benim gördüğüm kadarınca, hiçbir zaman elindeki gücü kullanmaya meraklı bir genç değildi. Yöneticiler, Atlas'ın neden yeniden başa geçmesini istediler sanıyorsun? Katrin, bu diyarın en kıymetli bölgelerinden biridir. Atlas, bu kıymeti rahatlıkla görebilen ama o kıymetten kendine pay çıkartmaya çalışmayan birisi. Yöneticiler sırf bu yüzden senin hükümdar olmanı istemedi çünkü güç, sonsuz güç senin gözünü kolaylıkla boyayan bir seçenek. Katrin için sağlam olmayan hükümdar demek topraklarımızı bekleyen kötülüklerin habercisidir. Kısacası, Atlas, bugüne kadar hükümdarlığını kullanarak güç sahibi olmaya çalışsaydı Alsondro'ya girişiniz pek kolay olurdu ama aynı zamanda, üst üste iki seçimde yöneticilerin onayını alamazdı."

"Öyleyse biz şimdi, Alsondro'ya girebilmek adına sahip olduğumuz gücü kullanacağız."

Bakışlarıyla sessizce onayladı beni. Sahip olduğumuz gücün Henna Hanım olması kaderin kışkırtıcı bir oyunuydu. Baktığım her yüz alabileceğim yanlış kararları, besleyebileceğim yanlış hisleri, göremeyeceğim yanlış doğruları hatırlatıyordu bana. Bundan dolayı Henna Hanım'ın yanına gitmek istemiyordum. Nitekim isteğimin bir önemi olmadığını da biliyordum.

"Lena," dedim, "neden hikâyeyi ilk anlatan kişi sen olmuyorsun da o hikâyeyi bir de senden dinlememi istiyorsun?"

"Böylesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum," dedi. "Bazen, eskimiş alışkanlıklarını değiştirmek güç gelir insana."

Benimle göz göze gelmek istemedi, etrafa boş boş bakındı. Sonra kenardaki masayı işaret etti. "Kolyelerin orada, gitmeden önce onları yanına almayı unutma." Masaya şöyle bir bakıp önüme döndüm. "Tabii, unutmam."

Sonrasında odada durmaktan sıkıldım ve Lena ile birlikte sarayın bahçesine indik. Perla ve Atlas'ın, saray çalışanları sayesinde nerede olduğumuzu öğreneceğini umuyorduk. Bahçede dolaşmak yerine kameriyeye geçtik. Çoktan akşam olmuştu, ateş böcekleri uçuşup duruyordu etrafta. Lena ile aramızdaki sessizlik devam etti. Ne o konuşmak için bir girişimde bulundu ne de ben. Süregelen sessizlik Lena'nın ayağa kalkmasıyla sona erdi. "Çok oyalanmadan içeri geçin, Alisa'nın hâlâ dinlenmeye ihtiyacı var." Başka bir söz etmeden yanımızdan ayrıldı.

Perla gelip yanıma oturdu. "Neden dışarı çıktın? Üşümüyor musun?"

"Hayır, üşümüyorum. Biraz hava almak istedim. Odada canım sıkıldı."

"Perla iyi olduğunu söyledi ama pek iyi görünmüyorsun," dedi Atlas.

"Daha iyiyim, gerçekten. Biraz yorgunum ama böyle devam ederse o da çabucak geçecek gibi duruyor."

Atlas yanımıza gelip oturmak yerine kameriyenin demirine yaslandı. "Yola ancak birkaç gün sonra çıkabiliriz."

"Neden?" diye sordu Perla. "Yapmamız gereken bir hazırlık yok sonuçta. Ben oyalanmadan yola çıkma taraftarıyım."

"Lena, Alsondro'ya gitmeden önce Henna Hanım'la görüşmemizi önerdi," dedim. "Oraya girmemiz konusunda bize yardımcı olabilirmiş."

"Yarın annemin yanına uğrar ve bilmemiz gereken bir şey varsa öğrenirim," dedi Atlas. "Sen Perla ile saraya geri dön ve dinlenmeye çalış. Hem Aren hâlâ orada, seni merak etmiştir."

"İstersen ben de seninle gelebilirim," dedim. "Perla saraya dönüp, iyi olduğum haberini Aren'e verebilir." Beni onaylanmasını istediğimden Perla'ya dönüp baktım. Neden böyle bir istekte bulunduğumu anlamasa bile isteğime uydu. "Tabii, tabii, ben o kısmı hallederim. Buradan az da olsa uzaklaşmak Alisa'ya iyi gelebilir."

"Geçit oluşturup gidecektim annemin yanına," dedi Atlas, odağında Perla vardı. "Alisa'nın bu hâlde geçitle seyehat etmesinin ona bir zararı dokunur mu? Eğer sorun oluşturmayacaksa birlikte gitmemizde bir sakınca yok."

"Eğer bu, büyünün sonucu ise bir zararı dokunmayacaktır," dedi Perla. "Zaten geçidi Valmir'in hazırladığı büyü tozuyla oluşturacaksın, bir sorun teşkil edeceğini sanmam. Bu sırada ben de saraya dönüp ekibi ve en azından yolculuk esnasında işimize yarayacak birkaç büyüyü hazırlarım. Siz döndüğünüzde de yola çıkarız."

Aradan, neredeyse bir saat geçtikten sonra Lenorların sarayına gelmiş ve Henna Hanım'la görüşmek üzere onun odasına geçmiştik. Pencerenin önündeki köşesinde oturan kadın, belki benimle değil ama oğluyla uzun bir aradan sonra görüşebildiği için huzura ermişti. Onun tüm gerçeği artık biliyor oluşu bedenime dikenler batırıyordu. Rahat değildim ama böyle olacağını bile bile buraya gelmeyi istemiştim, pişman değildim.

"Gelişinizin ardında yatan gerçeği açıklayacak mısınız?" diye sordu. Oğlunun gelişine yeteri kadar sevinmişti, artık, onun için gerçeğe odaklanma vakti gelmişti. "Patlak veren olayların arasında buraya öylesine gelecek vakte sahip olmadığınızı biliyorum."

"Alsondro'ya gideceğiz," dedi Atlas. "Büyü kitaplarına ihtiyacımız var. Sorun, sandığımızdan daha geniş bir alana yayılmış durumda."

Rengini yitirmiş şeffaf gözlerinde ne gibi hislerin barındığını görememiştim ama hislerini anlayabilmek için gözlerini görmeme ihtiyaç yoktu, ses tonu her şeyi ele veriyordu. "Sizler için Alsondro sahiplerine bir mektup yollayabilirim. Geçmişte aileleriyle aramdaki bağdan ötürü beni kırmayacaklardır. Bu yeterli olur mu?"

"Sen daha iyi bilirsin anne."

"Aileleriyle edindiğim dostluğun hatırına yeterli olacaktır. Ancak büyü kitaplarına erişmenize ben bile yardımcı olamam," dedi Henna Hanım. "Bu, eski dostluğun ötesinde kalan bir durum. Öte yandan zararlı bir amaca hizmet etmediğinizi anladıklarında büyü kitaplarını size teslim edeceklerdir diye umuyorum."

"Amacımızı açık açık söylemediğimiz müddetçe büyü kitaplarını bize vermeyeceklerdir," dedi Atlas. "Hatta bir şeyler gizlediğimiz anlaşıldığında o topraklarda tehlike altında olacağızdır. Bunun için yapabileceğin bir şeyler yok mu? Mesele Alsondro'ya girmek değil, oradan sorunsuzca çıkabilmek."

"Büyü kitaplarını onlara geri teslim edene dek, büyü kitaplarıyla eş değer kıymette bir eşyayı onlara vererek güvenlerini kazanabilirsiniz. Böylece, büyü kitaplarıyla işiniz bittiğinde kitapları onlara geri vereceğinize dair bir güvenceleri olmuş olur."

"Büyü kitaplarının yerini tutacak bir eşyaya sahip miyiz ki?" diyerek araya girdim.

"Bilmem, sahip misiniz?" dedi Henna Hanım. "Sahip değilseniz o eşyaya sahip olduktan sonra yola çıkın."

"Demek istediğim, bu, nasıl bir eşya olabilir?" diye sordum. "Onları nasıl bir eşya ikna edebilir ki?"

"Büyü kitapları, o topraklarda bulunan en değerli eşyalardır," dedi Henna Hanım. "Siz de bu topraklarda bulunan en değerli eşyayı onlara götürün."

Bu topraklarda bulunan en değerli eşyayı ben bilmiyordum. Atlas'ın bildiğini düşünerek ona baktım. "Bu aralar herkesin bilmece gibi konuşası var sanırım." Henna Hanım oğlunun isyanından hiç etkilenmedi. "Başka bir seçeneğiniz de var elbette. Katrin'e hükmeden iki hükümdarsınız. Bir eşyayı onlara teslim etmek yerine biriniz, diğerleriyle büyü kitaplarını almaya gider ve sonrasında kitapları Valmir'e götürür; biriniz de büyü kitapları Alsondro'ya geri teslim edilene dek onların topraklarında bir güvence olarak tutulur."

"Birimizin Alsondro'da esir olarak tutulmasını mı öneriyorsun?" diye sordu Atlas. "Bu, diğer seçenekten nasıl daha mantıklı olabilir anne?"

"Belki de iki seçenek de aynı şeyi ifade ediyordur Atlas," dedi Henna Hanım. "Kitap, Valmir'in eline geçtikten sonra en fazla birkaç güne ihtiyacınız var. Bu süre zarfında birinizin Alsondro'da bulunması onların itiraz edeceği bir seçenek olmayacaktır."

"Ben Alsondro'da dururum," dedim. "Sen, diğerlerine önderlik edersin. Sonuçta bu diyara ben değil sen hâkimsin. Ne yapılacağını sen daha iyi bilirsin ve ayrıca daha hızlı hareket edersiniz."

Henna Hanım, Atlas'ın konuşmasına müsaade etmedi. "Atlas neden bana bir kâğıt ve kalem getirmiyorsun? Mektubun, siz oraya varmadan evvel Alsondro'ya gitmesi lazım."

"En çok işine yarayacak şeyleri hâlâ odanda bulundurmuyor musun?"

Annesine ne kadar söylense de iki basit malzemeyi almak için odadan çıktı. Eğer sarayın içine hâkim olsaydım kâğıt ve kalemi bilhassa ben getirirdim. Sarayın içini hiç bilmememe rağmen bunu teklif etmediğim için pişman olmuştum bile. Öyle ki, sarayda kaybolmak Henna Hanım ile yalnız kalmaktan daha az korkutucuydu.

"Valmir'in, büyüyü yapmadan çok önce büyünün işe yaramayacağını anlamış ve size haber vermiş olması gerekirdi," dedi Henna Hanım. "Sanıyorum ki, zaten o haberi size verdi ama siz pek önemsemediniz. Büyüyle uğraşmak basite indirgenecek bir şey değil, bunu bir an önce öğrenmeli ve bilen kişilerin uyarılarına kulak vermelisin. Bir sonraki sefere bu aptal cesaretini canınla ödeyebilirsin, dikkatli ol!"

"Uyarınız için teşekkürler Henna Hanım," dedim. "Ancak gerçeklere rağmen umuda tutunduğum ve denemek istediğim için pişman değilim ve biliyorum ki, hiçbir zaman da pişman olmayacağım."

"Bir gün benim gibi birine dönüştüğünde de kendinden bu kadar emin olarak konuşabilecek misin, merak ediyorum," dedi. "Merak ediyorum etmesine ama o günlerin gelmesini hiç istemiyorum çünkü senin aksine ben kenarda sırasını bekleyen tehlikelerin gayet farkındayım."

"Belki de o tehlikelerin farkında olmanızın nedeni günün birinde benim gibi yanlış tercihler yapmış olmanızdır."

Sözlerim, ona geçmişi yâd ettirdi. Geçen kısa bir sürenin sonunda Atlas odaya geri gelebildi. Henna Hanım eline geçen kâğıda ezbere bildiği bir şeyi yazıyormuş gibi hiç duraksamadan bir şeyler yazıverdi. İşi bittiğinde kâğıdı özenle katladı ve Atlas'a uzattı. "Gerisini sen halledersin, değil mi?"

"Elbette," dedi Atlas. "Burada işimiz bittiğine göre geri dönelim artık."

"Ne olur ne olmaz diye yol boyunca pek temkinli olun. Beklenmedik bir durumla karşılaşabilirsiniz."

"Aklın bizde kalmasın," dedi Atlas. "Almamız gereken her türlü önlemi almış bulunmaktayız."

                                      ...

"Saraydan çıkmadan önce içeceğin tamamını iç. Valmir içeceğin tarifini verdi bana. Malzemeler yanımızda bulunacak zaten, gerektiğinde yenisini yaparım."

Perla'nın sözlerine itaat ettim ve cam şişeyi unutmamak adına yanıma aldım. Masanın kenarında hazırda bekleyen keseleri önümdeki küçük kutuya yerleştirip kutunun ağzını kapadım ve kutuyu Perla'ya uzattım. "Gerekli her şeyi aldık mı?" Masanın üzerindeki gereksiz eşyaları şimdilik bir çekmeceye tıkıştırdım.

"En önemlileri büyü keseleri ve silahlarımız, onlar da hazır zaten. Senin içeceğinin malzemelerini de aldık, bir şey unuttuysak bile önemli değil. Asıl ihtiyaçlarımızı almış bulunmaktayız."

Perla, içerisine büyü malzemelerini koyduğu kutuları bez çantaya yerleştirdi. Bir şey unuttuk mu diye son kez odaya bakındım ama gözüme çarpan bir şey olmadı. Perla çantadan çıkardığı kadife kutuyu bana uzattı. "Kolyelerini Alisa'nın odasında bırakmışsın. Neyse ki Lena'nın aklına geldi ve ben buraya dönmeden önce onları bana teslim etti." Kutuyu alıp kapağını açtım, iki kolye de buradaydı. Onları boynuma takmak yerine kutuyu bana ait çantanın içine yerleştirdim. "Teşekkürler, bahçeye indiğimizde kolyeler tamamen aklımdan çıkıvermiş."

"Hadi öyleyse şunları atlarımıza yerleştirelim," dedi Perla. "Öğle vakti olmadan şehir merkezinden uzaklaşmış olsak iyi olacak. O vakitlerde de müsait bir yerde dinleniyor oluruz."

Çantayı elime alıp Perla'nın peşine takıldım. Sarayın bahçesinden hazır hâlde bizi bekleyen atların yanına vardık ve elimizdeki malzemeleri heybeye yerleştirdik. Diğerleri gelmeden önce, yanıma aldığım, Valmir'in hazırladığı şişedeki sıvıyı içtim. Bunun, büyünün sebep olduğu etkileri azaltmasını umuyorduk.

"Şansımıza bugün hava çok güzel," dedi Perla. "İlerleyen saatlerde ne olur bilemem tabii."

Güneş doğalı birkaç saat olmuştu. Güneş, henüz, ışıklarıyla bize zorluk çıkaracak bir noktada değildi. Rahatsız edici bir sıcak yoktu aksine hava ılımandı. Devamlı doğuya ilerleyecek ve orman yolundan hiç sapmayacaktık. Yalnızca gece olduğunda ormanın içine sapacak ve dinlenecek uygun bir yer arayacaktık, ki hazırlanan plana uygun ilerlersek ormanda dinleneceğimiz yerler bile belliydi. Şehir merkezinden çıkıncaya dek bir sorun yoktu ancak sonrasında bizi neler beklediğini bilmemiz mümkün değildi. Yolculukta bize, Aren, Pamir ve Perla eşlik edecekti. Ural sınır hattını gözlemleyecekti, Kunter ise ne olur ne olmaz diye hazırladığı süvarilerle beraber sınır bölgesine varmak için çoktan yola çıkmıştı. Aslında yol çoktan temizlenmişti ancak peşimizdeki kimliği belirsiz düşman, bizi fazla fazla önlem almaya zorluyordu. İşin kötü yanı bu önlemler Alsondro sahipleri tarafından oldukça yanlış anlaşılmaya açıktı. Saldırı altında olduklarını düşünüp işimizi zorlaştırabilirlerdi. Bu noktadaki tek umudumuz Henna Hanım'ın yolladığı mektuptu.

Önden giden kalabalık, düşmanın harekete geçmesini sağlayabilir diye bu sefer on koruyucu ruh beraberinde ilerleyecektik. Bunun yanı sıra, diğer yolculukta bize eşlik eden beş kartal yine görev başındaydı. Fazla kalabalıktık. Bu, beni rahatlatmıyor tersine bir tehlikenin ortasındaymış gibi beni geriyordu. Yeniden bana eşlik edecek Reyl'e baktım, hâlinden memnun görünüyordu.

"Valmir'in zahmet edip atları bizden önce buraya yollamış olması akıl alır bir durum değil," dedim.

"Ondan hiç bahsetme," dedi Perla, sitemliydi. "Atların siz olmadan döndüğünü görünce neredeyse kalpten gidecektim. Oysa sizi gözetliyor, Valmir'in yanında olduğunuzu biliyordum ama yine de o görüntü karşısında kendimi korkmaktan alıkoyamadım."

"Valmir tuhaf bir adam. Daha da tuhaf olanı onun usta bir büyücü olması."

"Bu tuhaf hâlini yaşlılığına veriyorum," dedi Perla. "Gençliğinde nasıldı bilmiyorum ama böyle olmadığını varsayıyorum."

"Onu yakından tanımıyor musun?" diye sordum.

"Hayır, onunla çok samimi değiliz," dedi Perla. "Zaten samimi olsak onun bildiği çoğu şeyi ben de biliyor olurdum ve ona ihtiyacımız pek olmazdı."

"Benden gizli ne işler karıştırıyorsunuz?"

Perla'nın arkasından yanımıza yaklaşan bedeni ancak sesini duyduğumda fark ettim. Sarı saçları omuzlarına uzanan, yeşil gözlü, yüzünün sevimliliğinin aksine yapılı bir bedeni olan genç bir kızdı. Tanımadığım bu genç kızın sesini duymak Perla'yı pek mutlu etmemişti. Kız, Perla'nın yanında durduğunda gözleri bana değdi ve başını eğdi. "İyi günler dilerim Kraliçem." Ona minik bir tebessüm etmekle yetindim.

"Ne işin var burada Narya?"

"Yola çıkacağınızı duydum ve size veda etmeye geldim," dedi kız. "Sırf sizden biraz küçüğüm diye her şeyi benden gizlemeniz hiç adil değil."

"Mühim bir meseleden dolayı Alsondro'ya gideceğiz," dedi Perla. Zorla açıklama yaptığı kolaylıkla anlaşılıyordu. "Ne zamana döneceğimiz henüz belli değil. O zamana kadar babamın sinirini bozacak bir şeylere bulaşma lütfen."

"Aman ne hoş!" dedi Narya. "Yine tüm eğlenceyi kaçırıyorum demek!"

"Bu bir seyehat değil Narya. Öyle bir şey olsa neden seni geride bırakayım?"

"Merkezde mirasçıların hiçbiri yok, hepiniz gidiyorsunuz işte. Amacınız eğlence olmasa bile eğlenceli anlar yaşayacağınız ortada."

"Narya!" diye ikaz etti Perla.

"Yol güvenli değil, bir sorun teşkil etmeseydi senin gelmende bir sakınca görmezdik Narya," dedim.

"Ben de sizler gibi kendimi korumayı biliyorum, on yaşında bir çocuk değilim."

Gerimizden, sarayın girişinin önünden gelen konuşma seslerini duyunca arkama doğru döndüm. Gelenler Pamir ve Aren'di. Benden hemen sonra Perla ve Narya da sesleri duymuş ve o tarafa dikkat kesilmişti.

"Duyduğuma göre yine bensiz yolculuk yapacakmışsınız," dedi Narya. Hem Pamir hem Aren, Narya'yı gördüğüne sevinmiş duruyordu.

"Bu, senin katılmak isteyeceğin tarzda bir yolculuk olmayacak Narya," dedi Aren. "Geride kalıp gündelik hayatına devam edeceğin için şanslı hissetmelisin."

"Bakıyorum da geride kalmaya pek meraklısın," dedi Perla. "Laflarını duyanlar seni zorla götürdüğümüzü zannedecek."

"Oysa yolculuk haberini ilk aldığında pek mesut görünüyordu," dedi Pamir. Pamir'in, kendisi yerine sevgilisine destek çıktığını gören Aren, "İnanılır gibi değilsiniz," diye mırıldandı. Elindeki torbayı kendi atının üzerine yerleştirdi. "Bunlar ne? Lara senin hazırlattığını söyledi ama içinde ne olduğunu söylemedi."

"Yemek yiyerek zaman kaybetmemek adına tokluk büyüsü hazırlattım," dedi Perla gururla. "Her bir dakikamız müthiş kıymetli." Pamir, bu sefer sevgilisine destek çıkmak bir yana dursun aramızda en çok dehşete düşen kişi olmuştu. "Böyle bir şeye gerek var mıydı?"

Narya daha fazla dayanamadı ve bir kahkaha patlattı. "Ablam diye demiyorum her koşula uygun dâhiyane fikirleri vardır." Perla yaptığı şeyin çok olağan olduğu konusunda ısrarcıydı. "Bir köşeye çekilip zor bela yemek yapmaya çalışmaktan dahası bir köşede ekmek kemirmekten daha iyi bir fikir olduğu konusunda hemfikir olmalıyız, aksini kabul etmem mümkün değil."

"Perla'yı bu yolculuğa dâhil ederek iyi mi ettik yoksa kötü mü hâlâ kararsızım," dedi Aren. "Yolculuğun ortasında hepimize zorla uykusuzluk büyüsü içirecek gibi bir hâli var."

"Bugüne kadar yaptığın yolculuklarda arkanı kimin kolladığını ne çabuk unuttun Aren. Hiçbiriniz onca emek harcadığım bu büyüleri hak etmiyor ama neyse ki ben fazla paylaşımcı biriyim."

"Alsondro'ya gidiş nedeninizi ne zaman benimle paylaşırsınız?" diye sordu Narya.

"Mühim bir mesele dedim ya Narya."

"O mühim mesele ne, onu merak ediyorum," diye ısrar etti Narya. "Madem sizinle gelemiyorum bari neden gittiğinizi öğreneyim."

"Döndüğümüzde, uygun bir an yakaladığımızda gidiş nedenimizi seninle paylaşırız Narya," dedi Pamir, "ama şu an olmaz."

"Babamın ağzını aradım ama o da pek bir şey bilmiyor gibi," dedi Narya.

"Narya!" dedi Perla. "Neden biz seninle gerçeği paylaşana dek uslu uslu durmuyorsun?"

"Aman ne yaparsınız yapın. Siz dönene dek koca saray benimdir," dedi ve hiç kimseye veda etmeden, ablası dâhil, arkasını döndü ve çekip gitti. Onun bu tavırları kimse tarafından garipsenmedi.

"Kız kardeşim Narya," dedi Perla. "Anlamışsındır zaten."

"Seninle bir bağı olduğu görünüşünden bile belli."

"Karakterinden belli olmasın da," diye söylendi. Kardeşiyle arasında bir sorun varmış gibi görünmüyordu, yalnızca, onun hareketlerini pek onaylamıyor gibiydi.

"Alisa," dedi Aren, "sana tanınan ayrıcalıklar artık canımı sıkmaya başladı."

Ne demek istediğini anlayamamıştım. Soru soran bakışlarımı ona çevirdim. "Pamir, Reyl'i benim sürmeme bile izin vermiyor ama görüyorum ki aynı şey senin için geçerli değil."

"Reyl senden hoşlanmıyor Aren," dedi Pamir. "Bu durumda sahibi olarak yapabileceğim tek şey onu senden korumak."

Onlar tatlı tartışmalarına devam ederken Atlas da yeni yaratılan koruyucu ruhlar ile aramıza katıldı. "Herkesin keyfi gayet yerinde görünüyor."

"Benim keyfim yerinde değil," dedi Aren. "Çok güvendiğin gözlerin daha şimdiden seni yanıltmaya başlamış."

"Narya bizimle gelemiyor ama anlaşılan kendisi, yolculuğu bize zehir etme görevini Aren'e devretmiş," dedi Perla ve sesli bir kahkaha attı. Pamir de Perla'ya eşlik ettiğinde gülümsemeden edemedim.

"Bari sen bunlara uyma Alisa," dedi Aren. "Yolculuğun hangimize zehir olacağı bariz değil mi?"

"Çok daha iyi görünüyorsun," dedi Atlas. Onu, önce başımla onayladım. "Belirtilerin tamamı bu sabah itibariyle yok oldu. Nedenini anlayamadım ama işime geldi. En azından yolculukta benden kaynaklı bir sorun çıkmayacak."

"Valmir'in verdiği içecek de etkisini şehirden çıkmaya yakın göstermeye başlar," dedi Perla. "Hiç olmazsa bugün iyi bir yolculuk deneyimi yaşayacaksın. Yarın gerekirse içeceğin yenisini yapıveririm."

"Sanırım içeceği içmeme gerek dahi yoktu. Sabah uyandığımdan beri bedenimde bir sorun gözlemlemedim."

"Böylesi daha iyi, emin ol. Yolculuk esnasında birden belirtilerin gün yüzüne çıkmasını istemeyiz," dedi Atlas.

"Hadi, hadi, daha da oyalanmadan yola koyulalım," dedi Aren.

Aren'in çağrısıyla atıma yerleştim, herkes hazır olunca koruyucu ruhlar etrafımızı sardı ve yavaşça yol almaya başladık. Henüz hızımızı arttırmamız gereken vakitlerde değildik, bir süre salına salına ilerleyebilirdik. Perla atını bana yaklaştırdı ve atlarımızı yan yana sürmeye başladık. Atlas yolu gözlemlemek adına bizden biraz daha öndeydi. Diğer iki erkek ise arkamızdan ilerliyordu.

"Kendi diyarında sık sık yolculuk yapar mıydın?"

"Evet, gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi çok severim. Vakit bulduğumda, sürekli bir yerlere giderdim. Çoğu zaman sevdiklerim de bana eşlik ederdi," dedim.

"Alsondro'yu gezebilme şansımız olursa sana oraları da gezdirelim," dedi Perla. "Göreceğin yerler seni mest edecek, Alsondro'nun büyüleyici güzelliğe sahip toprakları var."

"O büyüleyici topraklar Katrin'de de bulunuyor," dedim. "Atlas beni Büyülü Orman'a götürmüştü, muazzamdı. Daha nice böyle yer vardır burada."

"Katrin başlı başına büyüleyici. Birkaç yerini görsen birkaç gün kendine gelemezsin," dedi Perla. "Bunun yanı sıra görmek istemeyeceğin yerlere de sahip, elbette."

"Öyle mi?" diye sordum. "Nasıl yerler var ki? Valmir'in yanına giderken çorak bir arazinin üstünden geçmiştik. Buranın sahip olduğu en verimsiz ve kötü toprakların orası olduğunu düşünmüştüm."

"Hayır, hayır. Orası basit bir arazi, daha kötüleri var. Çok tehlikeli bir ormana sahiplik ediyor bölgemiz, ki zaten oraya girmek yasak."

"Ne? Neden? Tehlikeli olduğu için mi?"

"Sayılır," dedi Perla, "ama tek sebebi o değil, başka sebepler de var. Aman, boş ver şimdi bunları. Biz Valmir'e kitapları götürüp geri Alsondro'ya getirene kadar Alsondro'da tek başına kalabileceğine emin misin? Kendini rahatsız ve güvensiz hissedeceksen Alsondro sahipleri ile konuşup, seninle beraber orada durmam konusunda onları ikna etmeye çalışabiliriz."

"Bunlarla kafanı doldurma Perla," dedim. "Siz kendi üstünüze düşeni yapın, ben de kendi üstüme düşeni yapayım. Birkaç gün idare edebilirim. Ayrıca onlar Henna Hanım'ın dostlarının çocukları değil mi? Henna Hanım ile anlaşan kişilerle bir sorun yaşayacağımı sanmıyorum."

"O işler öyle olmuyor Alisa," dedi. "Mesela Narya gerçeği öğrendikten sonra seninle arasına mesafe koyacak. Ablamın anlaştığı kişiyle ben de anlaşabilirim diye düşünmeyecek bile."

"Narya'nın benimle anlaşamayacağı konusunda nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"O benim kız kardeşim. Olaylara vereceği tepkileri tahmin etmek hiç zor değil," dedi Perla. "Bir de o, olaylara benim baktığım pencereden hiç bakmıyor, her şeyi çok farklı yorumluyor. Tuhaf bir kız ama asla kötü değil. Yani sana bir kötülüğü dokunmaz, merak etme."

"Bana bir kötülüğü dokunacağını sanmıyorum zaten," dedim. "Ayrıca benden daha çok kendini telkin ediyor gibisin."

Bıkkınca nefesini verdi, etraftaki seslere rağmen bunu rahatlıkla duyabildim. "Birinin peşinden sürüklenip gitmeye çok müsait bir yapısı var, hele bir de bir şeylere sinirlendiyse. Öfkesini kontrol edemiyor ve bu ister istemez beni endişelendiriyor."

Kısa süren sessizliği yine kendisi bozdu. "Senin kardeşin yoktu değil mi?"

"Yok," dedim. "Sanırım bundan dolayı sana, Narya konusunda verebileceğim bir tavsiye de yok."

Sonrasında sessizliğin hüküm sürdüğü bir anın içine yuvarlandık. Güneş iyice kendini belli ettikçe biz de şehri iyice gerimizde bıraktık. Ayrılmadığımız orman yolu sebebiyle ağaçlar ve binbir çeşit bitki dışında bir şey görmemiz mümkün olmuyordu. Bazı anlar ormanın derinliklerinden gelen su sesleri duyuyor, geri kalan anlarda tepemizde uçuşan kartallara ek, ormanı yuva bellemiş kuşların sesini de duyabiliyorduk ama çoğu zaman güzel seslerin sahiplerini görme şansı yakalayamıyorduk. At nallarının devamlı tıkırtısı ve yırtıcı kartalların ara ara haykırışları, ormandaki minik bedenlerin korkup uçuşmasına neden oluyordu. Ara sıra yol kenarındaki çiçeklerin, belli belirsiz, kendilerine has kokularını duyuyordum. Özellikle rüzgâr çok sert olmayacak şekilde estiğinde kendilerini daha da bir belli ediyordular.

Güzel ve sakin geçen yolculuk, güneşin büsbütün tepeye yerleşmesiyle beraber yavaş yavaş güzelliğini kaybetmeye başladı ve ilk zamanlarda kendi tercihimiz olan hızımızın yavaşlığını zorunlu kıldı. Hızlarıyla rüzgâr gibi esmeye alışmış koruyucu ruhlar yavaşlayan atlarımıza uyum sağlamakta zorluk çekiyordu; bunu, Valmir'in yanına giderken de fark etmiştim. Saatler birbirini kovaladıkça belirtilerin ortaya çıkmasını ve bedenimdeki gücü tüketmesini beklemiştim ama o belirtiler bir daha bedenime uğramayacak gibi duruyordu.

Bu saate kadar orman yolunda kimseye denk gelmemiştik. Perla'ya yaklaştım. "Bu yol pek kullanılmıyor mu? Şu an kadar kimseyi görmemiş olmamız normal mi?" diye sordum.

"Halk orman yollarını kullanmayı gerekmedikçe tercih etmez. Genelde hükümdarlar ve bir de büyücüler kullanır," dedi Perla. "Biraz sakıncalı bir yoldur, başına ne geleceğini kestiremezsin. O yüzden, sağlam bir güvencesi olmayanlar bu yollardan uzak durur."

İlerleyen saatlerin ardından hızımızı gittikçe arttırdık. Ağaç dalları güneşi aralarına almış ve bizi, onun yakıcı sıcaklığından korumaya başlamıştı. Bununla beraber rüzgâr şiddetini arttırmıştı; bu, beklediğimiz bir şey değildi. Yine de hızımızı kesmedik ve güneş kaybolana dek ilerlemeye devam ettik. Orman karanlığa gömülmeden hemen önce ormanın içine saptık ve belirlenen dinlenme noktasına doğru yol aldık. Çadır kurabileceğimiz düzlük bir alana sahip noktaya vardığımızda, yorulmuş olmamıza rağmen çadırları kurduk ve ondan sonra dinlenmek namına bedenlerimizi bulduğumuz ilk yere bıraktık.

"Sanırsın yıllardır uzun yola çıkmıyorum, o derece hamlamışım," dedi Perla. "Bak, gördünüz mü? Böyle bir durumda kendimize nasıl yemek hazırlayabiliriz ki? Benim ileri görüşlülüğümü fazla hafife alıyorsunuz."

"Sana laf atan tek kişi Aren'di, Perla," dedi Pamir. "Bizi neden işin içine katıyorsun?"

"Bu ikisini yanımıza alarak fena hata ettik," dedi Aren. O, yorulmuş gözükmüyordu. Daha doğrusu Perla ve benim dışımda kimse yorgun durmuyordu. Perla, uzattığım bacaklarımın üzerine kafasını koydu. "Üzgünüm Alisa ama bu kızın, sana içecek hazırlayabilmesi için çok iyi dinlenmesi gerekiyor." Yorgunluğuma nazaran hissettiğim keyifle arkamdaki ağacın kalın gövdesine bedenimi yasladım.

"Gidip sevgilinin bacağına uzanabilirsin," dedi Aren. "Hasta kızı neden yoruyorsun?"

"Çünkü ona içeceğini ben hazırlayacağım," dedi Perla. "Her iyiliğin bir bedeli vardır." Sadece birkaç saniye içinde ciddiyetini koruyamadı ve kahkahasını ormanla buluşturdu. "Aren seninle samimi olmamı çok kıskanıyor, sen de görüyorsun değil mi?" diye sessizce sordu.

"Belki de benim seninle samimi olmamı kıskanıyordur," dedim.

"İnanamıyorum, eğer öyleyse ormana dinlenmek için her girdiğimizde birkaç tane çiçek toplamalı ve geri dönüş yolunda ona bir buket hediye etmeliyim."

Biz derin bir muhabbetin pençesine düşmüşken zaman arsızca akıverdi. Geceyi uyanık vaziyette yarıladığımızda hava da gittikçe soğumuştu. Uyumak ve soğuktan korunmak için herkes kendi çadırına geçti. Nöbet tutmak için birinin ayık kalmasına gerek yoktu çünkü bu görevi bizlerin yerine üstlenecek koruyucu ruhlar vardı. Bitkin düşmüş olsam da uykunun beni kolları arasına alması bir tık uzun sürdü.

Güneş kendini belli eder etmez uyanmış ve geri kalan yolu gitmek için hazırlıklara başlamıştık. Alsondro'ya varmamıza hâlâ daha birkaç gün vardı. Bu döngü önümüzdeki bir iki gün boyunca devam edecekti. Atların ağaca başladığımız iplerini çözünce atlara binip orman yoluna dönmeye başladık. İlk başta bizi dehşete soksa da Perla'nın akıl edip hazırlattığı tokluk büyüleri işimize yaramıştı. Uyandığımızda hepimiz birer şişe tokluk büyüsü içmiştik. Perla, bunun bizi en az akşama kadar tok tutacağını söylemişti.

Orman yoluna çıkış yaptığımızda, yolun üzerinde birikmiş tozları uçuracak hıza ulaştık. Gece oluncaya dek devam edecek bu durum, önümüzdeki iki gün boyunca sürdü. Havanın karanlığı, birbirimizi seçemeyecek raddeye gelinceye dek orman yolundan ilerlediğimiz, gece olduğunda dinlenme noktalarına geçiş yaptığımız, biraz muhabbetin ardından uykunun kollarına sarıldığımız iki günün ardından Katrin sınırlarına birkaç saatlik mesafe uzaklıktaydık.

Ormanın sona erdiği nokta Alsondro topraklarının başlangıç noktasıydı. Hızımızın bir an olsun azalmadığı şu saatlerde havanın durumu hiç iç açıcı değildi. Gökte, birkaç saat içinde etrafı kasıp kavuracak fırtınanın habercisi olan şimşekler çakıyor, havanın rengi gittikçe soluyordu. Hedefe ulaşmış sayıldığımız için havanın durumunu pek umursamıyorduk. Dakikalar geçtikçe yağmur, hafiften hafiften çişelemeye, geçen bir saatin ardındansa bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı. Görüş alanımı yağmur damlalarından koruyabilmek adına omzumdaki pelerinin başlığını kafama geçirdim. Neredeyse bir saat boyunca bu şartlar altında atlarımızı sürmeye devam ettik. Sonrasında ise bu çilenin son bulduğunu gösteren o noktaya, ormanın sonuna vardık. Yağmur yağmayı kesmiş sayılırdı, yalnızca, arada bir küçük yağmur damlaları narince bedenime dokunuyordu ama göğün hâline bakılırsa akşama doğru yeniden şiddetli bir yağmur bastırabilirdi.

Ormanın bitimiyle başlayan o kıymetli bölgenin önünde bir kalabalık meydana gelmişti. Bölgenin bu tarafında, ormanın son bulduğu yerde bekleyen süvarileri ve onların başında dikilen adamı pekâlâ tanıyordum. Bölgenin diğer tarafında, Alsondro topraklarının başladığı kısımda sıralanan kişilerin ise kim olduklarını yalnızca tahmin edebilirdim. Kendi atlılarının önünde âdeta bir lider gibi dikilen dört kişi, uzunca bir müddet orada dikilmiş ve bizi beklemiş gibi duruyordu. Öyle ki delicesine yağmış yağmur bile onları işinden alıkoyamamıştı. Durdurduğumuzun atlardan inip kendi adamlarımızın yanında yerimizi aldık. Kunter, Atlas'a her ne söylediyse Atlas bizi gerisinde bırakıp dört kişinin karşısına geçti.

Topraklarının sahipliğini yapan orta yaşlardaki bu kişilerin biri kadın geri kalanları erkekti. Bakışlarından düşman ya da dost oldukları bir türlü anlaşılmayan dört kişi, düşmansa bile düşmanlıklarına rağmen, Katrin Hükümdarı karşısında saygıyla eğildi.

"Topraklarımıza hoşgeldiniz Efendimiz." Atlas, onların kendisinden sakınmadığı saygıyı onlardan sakınmadı ve hafifçe eğildi. Ancak karşısındaki kadın, onun konuşmasına fırsat vermedi. "Değerli dostumuz Henna'nın mektubu ulaştı elimize. Onun isteğiyle beraber sizin isteğinize de buyur edeceğiz ancak her ihtimale karşı elimizde bir teminatın bulunmasını rica ediyoruz." Gözlerini kırpmadan Atlas'tan gelecek yanıtı beklemeye başladı. O an, yanımdaki Perla'nın bakışlarını üzerimde hissettim ve ona döndüm. Tedirgindi, ona samimiyetle gülümsedim ve bunun onun için yeterli olmasını umdum.

Atlas'ın yanına gitmek için adımlar atmaya başladığımda dörtlünün bakışları bana kaydı. Başımdaki pelerinin uçlarını geriye çekip yüzümü görünür kıldım ve onlardan önce davranıp onları selamladım. "Büyü kitapları ait oldukları yere dönene dek beni esir tutunuz. Umarım bu yeterli olur." Diğerlerinin bakışlarını görmedim ancak kadının bakışlarına şaşkınlık yerleşti. Şaşkınlığını üzerinden atınca diğerlerine eşlik etti ve bana, başıyla saygı dolu bir selam yolladı. "Sizler de topraklarımıza hoşgeldiniz Efendim."

Kadının sağ tarafında duran, dörtlünün arasında en uzun boylu olan adam, "Bizi rahatlatacak büyüklükte bir teklif. Kitaplar elimize ulaşana dek sizi sarayımızda ağırlayalım," dedi. Gözlerini Atlas'a çevirdi. "Anlaştığımızı varsayıyorum."

"Elbette."

"Yanıma eşyalarımı almamda bir sakınca var mı?" diye sordum.

"Siz yanınıza kişisel eşyalarınızı alabilirsiniz Efendim," diyerek beni cevapladı kadın. Bakışları önce arkadakilere sonrasında Atlas'a değdi. "Ancak sizlerden, topraklarımıza girmeden önce silahlarınızı geride bırakmanızı rica ediyoruz." Sanıyorum ki sonradan, arkada dikilen bedenler arasında Perla'yı fark etti. "Büyüler de dâhil."

Biraz önce konuşan adam yeniden söze girdi. "Efendim siz de silahlarınızla beraber bu topraklara giremezsiniz." Belimdeki silahlara gözünü dikmiş adamın ricasını yerine getirdim ve bıçağımla hançerimi yerinden çıkarıp Atlas'a uzattım.

Alsondro topraklarında yer alan saraylardan birine giriş yaptıktan sonra bakışlarındaki karartı haricinde bir periyi andıran kadının yönlendirmesiyle bir odaya geçmiş ve yağmurun ıslattığı üstümü değiştirmiştim. Bana verilen odadan çıkıp yemek masasının kurulduğu büyük bir salona indirilmeden önce, hâlâ odanın içerisindeyken, çantama koyduğum kutudaki iki kolyeyi boynuma geçirmiş ve kolyeleri, boğazlı kazağımın kumaşının altına saklamıştım. Bunu neden yaptığımı tam olarak bilmesem de Alsondro sahiplerinin bende uyandırdığı hisler bunu yapmamı emretmişti.

Alsondro'nun dört sahibiyle birlikte yemek masasına yerleşmiştik ve ortamdaki yabancılığın izin verdiği kadarıyla yemeklerimizi yiyorduk. Aralarından hiçbiri masasına iki ucundaki baş köşeye oturmamıştı ve kendilerince, üstünlük sağlamak gibi bir niyetleri olmadığını belli etmişlerdi. Yine de onlardan yayılan, ortamın buz kesmesine sebebiyet veren keskin bir his, salonda kara bir bulut gibi yavaş yavaş hareket ediyordu. O kara bulutun odaya iyice yayılmadan önce çekip gitmesini sağlamaları için fazladan emek harcamaları gerekirdi.

"Tüm bu önlemin sizinle bir ilgisi olmadığını belirtmek isterim," dedi kadın. "Kısa zaman önce topraklarımıza bir yabancı girdi ve aldığımız tedbirlerin sıkılığını arttırmak durumunda kaldık."

"Bu anlaşılabilir bir durum," dedim.

Aralarında en genç gözüken adam, "Katrin'i saran göğde güçlü bir hüzme birikmiş durumda ve gün geçtikçe o hüzme bu tarafa doğru yayılıyor," dedi.

Haberimin olmadığı bu duruma karşı duyduğum şaşkınlığı içimde yaşamaya çalıştım. "Buraya geliş sebebimizin ve büyü kitaplarını karıştırma isteğimizin nedeni de bu zaten."

"Bunun yapılan yasaklı büyülerle alakalı olduğunu siz de biliyorsunuzdur, sorun bir an önce çözülmeli," dedi kadın. "Son günlerde Alsondro'yu çevreleyen koruma kalkanı zarar görmeye başlamış durumda. Eğer hüzme yayılmaya devam eder ve Antropedos'a kadar ulaşırsa bu hüzmeden önce çözmemiz gereken daha büyük bir sorun ortaya çıkar."

"Bu tehlike karşısında biz insanları yatıştırmak kolaydır ancak Antropedos sakinlerini yatıştırmak mümkün olmayacaktır," dedi genç adam.

Antropedos sakinleri insan değil miydi? Yeni bir ırkla mı karşı karşıyaydım? Bilmediğim önemli gerçekleri biliyormuş gibi davrandım. "Büyü kitaplarının yardımcı olacağını umuyoruz."

"Biz de bu süreçte buna sebep olan kişiyi bulmaya çalışalım," dedi kadın. "Bu kişi, bizim topraklarımızda yaşamış ve ardından Katrin'e kaçmış birisi olabilir. Bu denli yasak büyüye erişebilmiş olmasının sebebi de bu olsa gerek."

Yemek daha fazla uzamamıştı, yemeğin sona ermesiyle bana ayrılan odaya çıkmıştım. Aklım diğerlerinde idi. Düşman herkes olabilirdi, bununla beraber bu bir tuzak olabilirdi. Eğer onlar emin adımlarla, kendilerine hazırlanmış tuzağa yürüyorsa kurtulmaları epey zor olacaktı.

Odadaki pencerenin önünde göğün geceyle buluşmasını izlemiş, bu esnada diğerleri haricinde hiçbir şeyi düşünememiştim. Umut etmek ve beklemek dışında bana sunulmuş başka bir seçenek yoktu. Yıldızlar gökteki yerlerine sırasıyla geçti ve kendilerine bahşedilen ışıltıyı, az ya da çok olmasını umursamadan, etrafa yaydılar. Hepsini değil çok azını seyrettim. Olağanüstü farklılıklar yoktu ama hiçbiri bir diğeriyle tamamen aynı da değildi. Pencerenin camını açtım ve ılık ılık esen rüzgâra kavuştum. Tamamı kendimle ilgili olan endişelerimin yanına benimle ilgisi olmayan endişeler yerleşti. Uyuyabilecek durumda değildim ama sabaha nasıl kavuşacağımı da bilemiyordum. Zaman bekleyerek geçmiyordu.

Hâlâ pencerenin önünde durup dışarıyı izlediğim vakitlerde önüme bir kâğıt parçası düştü. Önce çevreye bakındım ama bir kuş dahi göremedim. Oylanmadan kâğıdı açtım.

-Kitapların himaye edildiği kütüphaneye henüz varamadık, oraya anca yarın ulaşır ve ardından Valmir'e gideriz. Gidiş dönüş yolunu da düşündüğümüzde yaklaşık bir hafta burada duracak gibi görünüyorsun, umarım senin için bir sakıncası yoktur. İçeceklerini de yanına alamadın, umarım gün geçtikçe kötüleşmezsin. Bu arada bizi merak etme, biz kalabalığız, bir şey olursa birbirimizi koruruz. Sen kendi canına sahip çık, bir sorun çıkarsa sana öğrettiğim şekilde bizimle iletişime geç. O topraklarda iletişim büyüsüne izin var.
Perla Burin

Elime ulaşan notu birkaç kez okuyup sonrasında cebime yerleştirdim. En azından artık iyi olduklarını biliyordum. Bu, bir miktar beni rahatlatmıştı ama hâlâ uyuyabileceğimi düşünmüyordum. Pencereyi kapatıp yatağa geçtim ve uykunun bedenime uğramasını bekledim.

                                        ...

Bu sarayda kapana kısılalı üç gün olmuştu. Perla'nın bana yolladığı notlar sayesinde, onların büyü kitaplarını aldığını ve şu an Valmir'in yanında, Valmir'le beraber kitapları kurcaladıklarını biliyordum. Aradıkları bilgiyi bulduklarında yeniden Alsondro'ya gelecekler ve kitapları teslim edecekler. O gün, ben de bu saraya veda edeceğim. Sarayda günler sıkıcı geçiyordu. Alsondro sahipleri pek fazla karşıma çıkmıyor, kendi işleriyle uğraşıyorlardı, ki başlarında çözümleri gereken büyük bir sorun vardı. Katrin'in tepesindeki hüzmeye sebep olan büyüleri yapan kişinin peşindeydiler ancak bu üç günde onlar da bir şey bulamamıştı, hiçbir gelişme yoktu.

Günlerdir yaptığım, yapabildiğim tek aktivite sarayın bahçesinde gezinmekti. Güneş tepeyi yavaştan terk etmeye başladığında bahçeye çıkıyor ve boş boş dolanıp vaktin geçmesini sağlıyordum. Güneş battığında saraya geçiyor, akşam yemeği esnasında Alsondro sahiplerinden birkaç küçük bilgi alıyor, sonrasında odama geçip bir sonraki günün gelmesini bekliyordum. Perla'nın ara ara gönderdiği notlar günümü güzelleştiren tek şeydi. Bu sayede hem onların iyi olduğunu öğreniyor hem neler yaptıklarını öğreniyor hem nerede olduklarını öğreniyor hem de hissettiğim yalnızlıktan kısa süreliğine kurtulabiliyordum.

Tüm bunlar bir yana belirtiler yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Fazla şiddetli değildi ancak bir şeylerin yapılması gerekiyordu. Onları strese sokmamak adına bu haberi Perla'ya iletmemiştim. Ne de olsa geri döndüklerinde yanlarında içecek bulunuyor olacaktı. Yalnızca birkaç gün daha idare etmem gerekiyordu.

Bahçenin arka tarafındaki taşlı yoldan belki onuncu belki de yüzüncü kez geçişimdi. Sıkılmış ve bunalmıştım, bir an önce Katrin'e dönmek istiyordum. Kafamı kaldırıp etrafa bakmak istemiyordum, bahçede yeşeren güzellikler bile beni cezbetmiyordu. Kafamı yerden kaldırmadan yürürken, basmak üzere olduğum taşın üzerine bir kâğıt düştü. Bunu, birinin görüp girmediğini anlamak için etrafıma baktım ama kimse yoktu. Hızlıca kâğıdı yerden aldım ve açtım.

-Haberler iyi ya da kötü, bir önemi yok. Kitapları teslim etmek ve seni almak için Alsondro'ya dönüyoruz. Nihayet, birkaç gün sonra yüz yüze görüşebileceğiz. Ancak Katrin'den gelen haberler oldukça kötü. Ural, Alisa'nın kaybolan eşyalarının sayısının gittikçe arttığını haber etti. Ben çok kafa yormuyorum. Bu sorunla, Katrin'e döndüğümüzde ilgilenebiliriz. Her neyse, umarım sarayda her şey yolundadır ve sen iyisindir.
Perla Burin

Kâğıdı cebime koydum ve sarayın içine yöneldim. Kötü gelişmelerin olduğu belliydi. Haberler güzel olsaydı Perla açık açık söyledi. Birileriyle karşılaşmamak adına doğruca odamın olduğu kata çıkmaya başladım. Son basamağı da çıktıktan sonra sol tarafa döndüm ve odama geçtim. Odanın kapısını kapadıktan sonra, duvara dayalı aynaya yansıyan bedeni görünce arkama dönmek için bir hamle yapmak istedim ama arkamdaki beden benden daha hızlı davranıp elindeki şırıngayı koluma sapladı. Gücümü yavaş yavaş kaybetmeye başladığım ve yere çöktüğüm bir anda boğazıma uzanan bir el boynumdaki kolyeyi çekip aldı. Kapının açılıp kapanma sesini işittiğimde bedenimi daha fazla taşıyamadım.

Gözlerim kendiliğinden açıldığında ve görüntüler, zihnime ağır ağır uğradığında bedenimdeki zayıflığa rağmen ayağa kalktım. Bedenimin şu ana kadar uzandığı yere baktım sonra ise aynanın karşısına geçtim. Timun Bey'in emanet ettiği kolye artık yerinde değildi. Hissettiğim dehşet beni, odanın içinde kâğıt kalem aramaya itti. Aradıklarımı nihayet bulabildiğimde titreyen ellerimin izin verdiği müddetçe bir şeyler yazmaya çalıştım.

-Maskeli adam burada, bir şekilde sarayın içine kadar girebilmiş ya da o, zaten burada yaşayan birisi, bilemiyorum ancak Timun Bey'in bana verdiği kolyeyi aldı ve ortadan kayboldu. Sorulması gereken bir sürü soru var fakat onları, sizin buraya dönüşünüze saklayacağım. Ne yapmam gerektiğini bilmemekle beraber yanıtınızı bekliyor olacağım.
Alisa Almedal

Loading...
0%