@ervaerdal
|
Dehşetin kollarının bedenimi sarmaladığı anlarda dakikalar geçmek bilmiyor, yüreğimdeki korku bir türlü dinmiyordu. Henüz notumun onlara ulaştığından bile emin değilken kendi elime bir notun düşmesini bekliyordum. Muhtemelen onlar bana geri dönüş yapamadan benim aşağıya inmem gerekecek ve bana işkence gibi gelen bir yemek faslı gerçekleşecekti. Maskeli adamın amacından ziyade kim olduğunu merak ediyor; onun, Alsondro sahiplerinden ya da bu saraya kolaylıkla girebilecek kişilerden biri olma ihtimalini düşünmeden edemiyordum. Vaktin çabucak geçmesini istiyor ama akıp giden zamanın benim aleyhime olduğunu da fark edebiliyordum. Odada anlamsızca dikilmek yerine alt kata inip etrafa bir göz gezdirmenin ve her zamankinden daha farklı bir durumun yaşanıp yaşanmadığını kontrol etmenin daha iyi olacağını düşündüm. Odanın dışına çıktıktan itibaren attığım her bir adımda huzursuzluğum katbekat artıyordu. Her bir noktam tehlikeyi sezmişti. Şu saatten sonra beni, bu saraydan çekip gitmek dışında hiçbir şey rahatlatamazdı. Alt kata indiğimde olabildiğince yavaş hareket edip etrafı kontrol etmeye çalıştım ama gözüme çarpan önemli bir detay bulamadım. Ziyadesiyle dikkat çektiğimi düşünerek her akşam yemek yemek için buluştuğumuz salona geçtim. İçerinin boş olacağını düşünmüş, hatta bu yüzden kafamda, diğerlerinin erken geldiğim için beni garipseyeceği bir senaryo kurmuştum lakin Alsondro sahipliğini yapan dört kardeşten tek kız olan Selina, odanın sol çaprazında kalan duvarı boylu boyunca kaplayan pencerenin önünde durmuş dışarıyı seyrediyordu. Açılan kapının sesini pekâlâ duyduğunu düşünüyorum ancak arkasına dönmek adına hiçbir hamle yapmadı. Kısa süreli tutsaklığım sayesinde onları yakından tanıma fırsatı bulmuş, Alsondro hakkında bana yetecek kadar bilgi edinmiştim. Dört kardeş tarafından göz ardı edilemeyecek büyüklükte bir bölgenin yönetilmesini beklemiyordum. Yargıya varmak için erken olsa bile onların, bu toprakları beraber yönetme konusunda noksan oldukları bir noktayı şimdiye kadar görememiştim. Selina açık kumral saçları, saçlarına nazaran daha koyu gözleri ve bedeninin her noktasına sıra sıra dizilmiş benleriyle göz alıcı bir kadındı. Onu ilk gördüğümde gözlerinde fark ettiğim karartının bizimle ilgili olmadığını bu süreçte anlayabilmiştim. Nasıl bir tehlikenin kokusunu seziyordu bilmiyordum ancak o da tıpkı bu diyardaki herkes gibi topraklarının geleceği konusunda büyük endişelere kapılmış hâldeydi. Marnin kardeşler arasında en konuşkan olanıydı. Zihnine uğrayan fikirleri başkalarıyla paylaşmaktan çekinmiyordu ama aynı özen ve hassasiyeti dinleme konusunda da gösteriyordu. Eğer yanlış bir analiz yapmadıysam o hem iyi bir konuşmacı hem de iyi bir dinleyiciydi. Marnin'in ikizi Malin ise, şüphesiz, dört kardeş arasındaki en huzur kaçıran isimdi. Kardeşleri görünüşlerinden ayırt etmek bir tık zordu çünkü hepsinin sahip olduğu özellikler neredeyse aynıydı. Malin'i diğerlerinden ayırt etmek için boyuna bakmak yeterliydi. Nitekim kendisi en uzun kardeşti. O, Alsondro sınırlarına vardığımızda konuşmaya dahil olan tek erkekti. Sunduğumuz anlaşmayı hızlıca ve gözlerindeki büyük bir istekle kabul etmişti. Bunun altında farklı anlamlar aramayacaktım ama maskeli adamı gördükten sonra bu saraydaki birini şüpheli konuma yerleştirecek olsam bu Malin olurdu. Malin'in, uyarılarını dikkate aldığı tek kişi ise abisi Yamin'di. Yamin yaşça büyük olmasının yanı sıra en akılcı olandı. Onu, konuştuğu zaman sözlerinden eğer konuşmuyorsa da uzun saçlarından ayırt edebiliyordum, ki konuştuğunu nadiren görüyordum. O daha çok dinlemeyi ve analiz etmeyi tercih ediyordu. Selina dönüp bana bakmamış olsa da onun yanına ilerledim ve tıpkı onun gibi, yeşillikleri mücevher gibi parlayan nefes kesici manzaraya baktım. Bu, ilk geldiğimde dikkatimi çekmemişti ancak ilerleyen günlerde gözümü alamadığım bir detay hâline gelmişti. Buradaki her bitki, ağacın dallarına uzanan her yaprak parıl parıl parlıyordu. Burası bana gittiğimiz Büyülü Orman'ı anımsattmıştı. "Ne kadar iyimser olmaya çalışsam da yüreğimde derin bir korku beliriyor ve o korkunun yüreğime fısıldayışını duyabiliyorum," dedi Selina. "Sen de bir hükümdarsın, aynı şeyleri sen de hissediyor musun? Senin de yüreğine topraklarımızın acı çeken fısıltıları uğruyor mu?" Manzarayı izlemeyi kesip ona doğru döndüm. Bugün her zamankinden daha farklı görünüyordu. Umutsuzdu, bu ses tonuna bile yansıyordu lakin umutsuzluğunun onu tesir altına almasının nedeni neydi bilmiyordum. "Uğruyor lakin tüm bunlara bir büyü yumağının sebep olduğunu düşünmek istemiyorum." "Yumak... Doğru, ipleri kördüğüm hâline gelmiş bir yumak." "Bu kördüğümü çözmek bizim beceriksiz ellerimize kaldı sanırım," dedim. "Bir şeyler bulabildiniz mi? Aradığımız kişinin bu topraklarda yaşadığına dair basit bir kanıt ya da herhangi bir şey bulabildiniz mi?" "Hayır, daha da kötüsü ne büyüsü yaptığını bile bilmiyoruz." Biz biliyorduk ama bunun bulmacayı çözmek için bize bir faydası dokunmuyordu. Bu, onlara yarar sağlayacak bir bilgi olabilirdi ama bunu onlarla paylaşmanın bir yolu yoktu. İçeri giren Yamin bizi burada muhabbet ederken görmeyi beklemediğinden şaşırmıştı. Gözleri bir süre boynumda oyalandı ama ben, isteğim dışında çıkarılan kolyenin boynumda bir iz bırakmadığına emindim. Kolyenin artık bende olmadığını yeniden hatırladığımda Timun Bey'e bunu nasıl açıklayacağımı düşündüm. O adam hakkında kafamda soru işaretleri olsa da kızına değer veren biri olduğu belliydi. Kızına teslim etmesi gereken kolyenin kaybı onu pekâlâ sarsacaktı. Selina abisine selam verdikten sonra beni yemek masasına davet etti. Günlerdir oturduğum sandalyeye oturup diğerlerinin gelmesini bekledim. Tam karşıma oturan Selina'nın dakikalar geçtikçe solan ve düşen yüzü sandığımdan daha fazla bilgiye hâkim olduğunu gösteriyordu. Geçen birkaç dakikanın ardından Malin ve Marnin de bize katılmış ve böylece sessiz geçecek yemeğin ilk dakikaları başlamıştı. Odaya erkenden çıkmanın yollarını arıyor ama onları ikna edecek güçlükte bir sebep bulamıyordum. Bugün bu salondan erkenden çıkamayacağımı anlayınca sessizce yemeğimi yemeye başladım. Bugün herkes haddinden fazla sessizdi. Benim bilmediğim bir şeyi öğrenmiş olabileceklerini düşünmeden edemedim. Dışarıdan gelen patırtılar hepimizin dikkatini çekmişti. Yamin'in yerinden kalktığı vakit salonun kapısı açıldı ve içeriye yüzüne endişe bulaşmış bir görevli giriverdi. "Efendim, saray görevleri, Katrin topraklarından Aldo kızı Perla'yı saraya yakın bir bölgede baygın ve yaralı hâlde bulmuşlar." Yerimden hızla kalktım. Selina da yerinden kalkmış ve yalnızca, "Ne?" diyebilmişti. "Bu nasıl mümkün olabilir? Onlar hâlâ Katrin topraklarındaydı. Yoksa geçitle mi gelmiş buraya?" Salonun çıkışına ilerlerken, "Nerede o?" diye sordum. Görevli kadın beni bu kattaki bir odaya doğru yönlendirdi. Arkamdan gelen adım seslerini duyuyor ama kim olduklarına bakma gereği duymuyordum. Bir yatak odasına girdiğimizde Perla'yı yatağın üzerinde baygın yatarken gördüm ve hızlıca yanına ilerledim. Vücudunun belli başlı yerlerinde kesikler vardı ama görebildiğim kadarıyla kesikler çok derin değildi. "Sarayın şifacısını çağırın," dedi Yamin. "Bela bu topraklara kadar sıçradığına göre birilerinin hazırladığı planın bir sınırı yok demektir," dedi Selina. Sonrasında ise abisini odadan çıkardı ve yanıma geldi. Ne yapacağını bilemez bir hâlde, yalnızca, Perla'nın elini tutuyor ve şifacının gelmesini bekliyordum. Şifacı odaya geldikten hemen sonra, Selina, "Bu esnada biz dışarıda beklesek daha iyi olacak," dedi ve bakışlarıyla odanın dışını işaret etti. Bir bildiği olduğunu düşünerek isteğine uydum ve odadan dışarı çıktım. Benim ardımdan odadan çıkan Selina odanın kapısını sessizce kapattı ve birlikte salona geri döndük. Salonda yalnızca Yamin duruyordu ve bizi görünce, "Diğerlerine şu anlık haber yollamayalım, zaten dönüş yolundadırlar. Onları daha fazla strese boğmayalım," dedi. "Perla onlardan habersiz hareket ettiyse çoktan strese kapılmışlardır bile. Haber etmekte fayda var," diye itiraz ettim. "En azından Perla'nın nerede olduğunu öğrenmiş olurlar." "Abim haklı Efendim," dedi Selina. "Haber yollayarak onlara iyiliğinizden çok kötülüğünüz dokunur." "O hâlde Perla'nın uyanmasını bekleyeceğim ve onun sözlerine göre hareket edeceğim," dedim. "Sonuçta henüz ne olduğunu bilmiyoruz." Selina endişe dolu gözlerle abisine baktı. "Koruma kalkanını güçlendirmemiz gerekiyor. Böyle devam ederse kalkanın bir önemi kalmayacak." Huzursuzca şifacıdan bir haber beklemeye başladım. Yamin, kız kardeşinin sözlerinin ardından, "Yarın sabaha bir toplantı düzenleyeceğim, kararları orada alırız," dedi ve salondan çıktı. "Perla'nın bu topraklara habersiz girmesi imkânsız, geçidi kullanmış olmalı," dedi Selina. "Ancak yasak olduğunu bile bile geçidi kullanmasına ne sebep olmuş olabilir ki?" "Geçen gün yemekte topraklarınıza bir yabancının girdiğini ve bu yüzden güvenlik önlemlerini arttırdığınızı söylemiştin. Bir defa yapılan şey pekâlâ birkaç defa daha yapılabilir." "Elbette ancak Perla'nın böyle bir şeyi tercih edeceğini sanmıyorum. Sonuçta onun da korumakla yükümlü olduğu toprakları var," dedi Selina. "Beni yanlış anlamayın, onu suçlamaya çalışmıyorum." Kapının önünde beliren görevlinin bir şey demesine gerek dahi yoktu, yerimden hızla kalkıp Perla'nın bulunduğu odaya koşar adımlarla gittim. Kapıyı açtıktan sonra onu uyanmış vaziyette görünce rahat bir nefes verdim. Yatağa yaklaşırken, "Bize biraz müsaade eder misiniz?" diye sordum. Neyse ki Selina sözümü diretmedi ve şifacıyla birlikte odadan çıktı. Yatağın bir ucuna oturdum. "Sen iyi misin? Neler oluyor böyle?" "Sakin ol, sakin ol Alisa," dedi Perla. Sesi görüntüsüne nazaran daha dinç çıkıyordu. "Gönderdiğin not elimize ulaştığında senin yanına gelmenin mantıklı olacağını düşünüp bunu bizimkilerle paylaştım. Tahmin edersin ki hepsi itiraz etti ama ben yine kendi bildiğimi okudum. Buraya hızlıca gelmenin tek yolu geçit oluşturmaktı ama geçidi kullandığım esnada bir saldırıya maruz kaldım. Sanıyorum ki bu, peşimizdeki düşmanın bir işiydi." "Bana yalnızca ne yapacağımı bildirmeniz yeterliydi. Neden böyle bir tehlikeye kendini attın? Selina bana geçit oluşturmanın yasak olduğunu söyledi." "Doğru, bölgeler arasında geçit oluşturmak yasak ama başka çarem yoktu," dedi. "Merak etme, bana saldıran kişinin durumu daha kötü." Sözü biter bitmez bir kahkaha attı. Ona inanamayan gözlerle baktım. "Böyle bir durumda kurduğun şu cümleye bak. Diğerlerine haber yollamalı mıyız?" "Bana kalırsa hayır, yollamayın. Daha doğrusu buraya vardığımı bildiren bir haber yollayayım ama ne olduğunu şu anlık bilmelerine gerek yok. Ne de olsa buraya geldiklerinde öğrenecekler." "Beni çok korkuttun," dedim. "Burası senin diyarın, yaşananlara sen daha çok hâkimsin ama böyle aksilikler karşısında soğukkanlılığını korumayı öğrenememişsin." "Doğru ama sen söz konusuydun ve senin çoğu şeye dair bir bilgin olmadığı için kendini koruyamayacağını düşünüp endişelendim," dedi Perla. "Hazır bu konuya değinmişken, neler oldu tam olarak?" "Önce biraz dinlen," dedim. Ancak o, ikna olacak gibi değildi. "Şu an dinlenmenin hiç sırası değil. Maskeli adam kim ayrıca? Atlas'a sordum ama net bir cevap vermedi." "Bir süredir beni gözetleyen birisi. Hep uzaktan görüyordum, ilk kez bu kadar yakınıma girdi. Ayrıca Timun Bey'in verdiği kolyeyi aldı benden. Bu ne anlama geliyor?" "Belki bu maskeli adamın peşimizdeki düşmanla bir alakası yoktur. Senin Alisa olduğunu düşünerek sana zarar vermek isteyen birisi de olabilir," dedi Perla. "Ancak kolyenin bu durumla ilgisini çözemedim. Timun Bey'e sormakta fayda var. Belki önemli bir anlamı vardır kolyenin." "Onun bu olaya tepkisi ne olur bilemiyorum," dedim. Ses tonumdan tedirginlik akıyordu. "Sonuçta kızına hediye etmesi gereken bir kolyeydi. Kaybolmasına sinirlenebilir, daha da önemlisi üzülebilir. Bana kolyenin bir aile yadigârı olduğunu söylemişti." "Bunu sorun edeceğini sanmam," dedi Perla. Sözlerine devam etmesi biraz zaman aldı. "Nasıl bir belanın içinde olduğumuzu biliyor, sorunu çözmeye ve zarar gören şeyleri korumaya çalıştığımızı da biliyor. O yüzden sorun etmeyecektir. Hem kolye zarar görmüş gibi konuşmayalım. Maskeli adam onu senden aldığına göre kıymetli bir şey olduğunu düşünüyor; yok etmeye cesaret edemez." "Umarım dediğin gibidir Perla," dedim. "Her şeyin elimizden kayıp gittiğini hissediyorum. En azından kolyeye bir zarar gelmesin." Onun konuşmayacağını anladığımda, "Büyü kitaplarında aradığımız şeyi bulabildiniz mi?" diye sordum. Uzunca bir süre sessiz kaldı. "Bunu sonra, kendi topraklarımıza döndüğümüzde, konuşalım. Hem kendimi biraz yorgun hissediyorum. Biraz dinlensem senin için sorun olur mu?" Bir sorun vardı, anlamıştım. Üzerine gitmek yerine, "O hâlde sen güzelce dinlen. Hatta istersen önce bir şeyler ye," dedim. "Hayır, dinlensem yeter. Canım bir şey istemiyor." "Selina ile konuşup odanın önüne bir görevli koymasını rica edeceğim. Bir şeye ihtiyacın olursa ondan istersin." Başını olumluca salladı. Onu daha da yormak istemediğim için yerimden kalkıp odanın dışına çıktım. Selina'yı kapının hemen yanında dikilirken buldum. "Odanın önünde bir çalışanınız beklese olur mu? Perla bir şeye ihtiyaç duyarsa ondan isteyiverir." "Elbette," dedi. "O nasıl peki?" "Tuhaf bir şekilde gayet iyi görünüyor. Biraz dinlenirse kendini çabucak toparlayacaktır," dedim. "Tam da sizin tahmin ettiğiniz gibi geçidi kullanarak buraya gelmiş ve bir saldırıya uğramış." Yüzü, sıkıntılı bir hâl aldı. "Buraya gelmek için neden bu kadar acele etmiş? Diğerlerinin yanından ayrılma sebebi neymiş?" "Henüz bunları sormadım," diye yalan söyledim. "İyi gözükse de sonuç itibariyle bir saldırıya maruz kaldı. Biraz dinlenmesini istedim. Kendisini daha iyi hissettiğinde öğreniriz, acelesi yok." "Diğerlerine haber yollayacak mıyız?" "Perla gerek olmadığını söyledi. Onun sözüne güveneceğim." Başını hafif hafif salladı. "Ben Perla'ya göz kulak olması için birini görevlendireyim." Koridorda kaybolduğunda bir müddet arkasından boş boş baktım. Zihnime ağırlık yapan onca soruyla beraber üst kata yöneldim. Odamın içine girdiğimde kendini gizlemeye çalışan tedirginliğim ortaya çıktı. Büyük bir korkunun içindeydim bununla beraber gün geçtikçe artan gizemler bedenimi korkunç bir şekilde yoruyordu ama uyuyup dinlenebileceğimi hiç sanmıyordum. Her şey bir yana hem Alsondro sahiplerinin hem de Perla'nın gizlediği bazı şeyler vardı, görebiliyordum. Perla'nın gizlemeye çalıştığı şeyin, kitapların istediğimiz cevapları barındırmıyor oluşu olduğunu tahmin ediyordum ama Alsondro sahiplerini böylesine suspus eden şeyi tahmin dahi edemiyordum. Maskeli adamın bu topraktalara dahası bu saraya nasıl girdiği meçhuldü. Eğer Alsondro topraklarında yaşayan biriyse nasıl oluyor da rahatlıkla Katrin topraklarına girebiliyordu? Eğer Katrin topraklarında yaşayan biriyse nasıl oluyordu da rahatlıkla Alsondro topraklarına girebiliyordu? Her iki bölgeye de rahatça erişebilmesi, onun bir hükümdar olabileceği ihtimalini ortaya çıkartıyordu ama bir hükümdar nasıl olur da kimsenin dikkatini çekmeden benim peşime düşebilirdi? Boynumda hissettiğim hafiflik yüreğime baş etmesi zor bir ağırlık yayıyordu. İster istemez kendimi sorumlu hissediyordum. Esen rüzgâr beni hiç bilmediğim bir yere doğru sürüklüyordu. Kendimi zorla uykuya teslim etmek için yatağa ilerlediğim vakit yatağın üzerinde duran küçük notu fark ettim. Kırmızı kâğıda yazılmış notu acele hareketlerle elime aldım ve okumaya başladım. -Alisa, gönderdiğin nottan sonra Perla yanına hızlıca gelebilmek adına yasak olmasına rağmen bir geçit oluşturdu. Önlem amacıyla ona takip büyüsü yapmıştık ama bir süredir Perla'nın izini süremiyoruz ve gönderdiğimiz notlara da cevap vermiyor. Eğer senin yanına vardıysa bize haber yolla. Eğer hâlâ saraya gelemediyse bu bilgiyi Alsondro sahipleriyle paylaş ve güvenlik önlemi almalarını söyle. Bölge tehlike altında olabilir.
-Perla yaklaşık bir saat önce buraya geldi. Yorgun hissettiği için gelir gelmez uykuya daldı, bu yüzden notlarınızı görmemiştir. Bense size haber yollamayı akıl edemedim, kusura bakmayın.
Uyandığımda gece yarısını geçiyordu. Yeniden uyuyamayacağımı bildiğimden kendimi zorlamaya çalışmak yerine doğruca yataktan kalktım. Sessiz olmaya çalışarak odadan çıktım. Perla'nın yanına gidip nasıl olduğuna bakmak istiyordum. Uyuyorsa bile onun bıraktığım hâlde olduğunu görüp odadan geri çıkardım. Alt kata indiğimde sol taraftaki koridora bağlanan balkonun ışıklarının yandığını görünce o tarafa doğru ilerledim. Balkona çıktığımda Yamin'i tek başına otururken buldum. Beni anında fark etmiş ve önündeki masanın üstüne serilmiş kâğıtları katlamaya başlamıştı. "Toplamana gerek yok, gidiyorum zaten. Işığın açık olduğunu görünce merakıma yenik düştüm." "Sorun değil gelebilirsin," dedi. "Sabah gerçekleşecek toplantı için birkaç hazırlık yapıyordum." "Aslında Perla'ya bakmak için inmiştim." "Odasında, hâlâ uyuyor. Merak etme görevliler belli aralıklarla onun durumu hakkında bize bilgi veriyor." "Bunu duymak güzel," dedim. Odaya yeniden dönmek yerine onun karşısına geçip oturdum. Onun yerine Marnin'in burada olmasını isterdim çünkü dört kardeş arasından aradığım cevapları bana verebilecek tek kişi oydu ancak Marnin'in yemekteki sinmiş hâli, onun da bu saatten sonra benimle bir şey paylaşmayacağını gösteriyordu. "Halkınızın yeni bir hükümdarı hoş karşılaması beklediğim bir durum değildi," dedi. "Tabii halkın verdiği tepkiyi görmem mümkün olmadı. Fakat en azından benim aldığım haberler bu yönde." Varmak istediği noktayı anlayamamıştım. Özellikle de çok fazla konuşkan olmayan birinin, birden farklı bir konu açmaya çalışması tuhaftı. Onunla Alisa'nın tanışıp tanımadığını, eğer tanışıyorlarsa bile aralarında nasıl bir ilişkinin olduğunu bilmiyordum. Yanlış bir söz söylemekten çekiniyordum, bu yalnızca her şeyi daha da mahvetmeye yarardı. "Öyle ya da böyle bu karara alışmaları ve bu kararı benimsemeleri gerekiyordu," dedim. "Kaldı ki doğanın geri dönüşü, onların isyan bayrağını çekmelerini gerektirecek bir geri dönüş değildi. Baba Ran kararın doğruluğundan oldukça emin." "Doğru, Katrin'in iyileşmeye başladığı haberi de çoktan buralara kadar ulaştı," dedi. "Bu, isyana başvuracak kişileri dizginlemeye yetmiştir. Öte yandan bu iyileşmenin hepimize fayda sağlayacağı aşikâr, ne de olsa bugüne kadar hepimizin arzusu Katrin'in bir an önce eski hâline dönmesi yönündeydi. Ancak bu iyileşmeyle beraber, tepeden yükselen lanetin varlığı da söz konusu, bunu göz ardı edemeyiz." "Elbette edemeyiz ancak bu lanetin alınan kararlarla bir ilgisinin olmadığını da çok iyi biliyoruz. Buna neyin sebep olduğunu bilmemekle beraber bunun tam olarak ne zaman oluşmaya başladığını da bilmiyoruz. Bu, iyileşme ile lanetin zamansız bir çakışması. Yapabileceğimiz tek şey laneti kırmak. Nitekim odaklanmamız gereken tek kısım da burası." "Hükümdar olmayı kafaya koyduğundan beri kişiliğinin değiştiği, ciddileşmeye başladığın kulağıma gelen bir dedikodu idi ama görüyorum ki bir dedikodudan daha fazlasıymış," dedi Yamin. "Bu kararından sonra seninle hiç görüşemedik lakin değişeceğini ve bu işi ciddiye alacağını tahmin edemezdim, ki bence bu kimsenin beklediği bir şey değildi." "Değiştiğimi düşünmüyorum, yalnızca, artık ilgilenmem gereken işlerin ağırlığı var üzerimde. Belki bu beni kendi özümden uzaklaştırıyor olabilir, bilemiyorum." Yüzünde tuhaf, anlamlandıramadığım bir tebessüm oluştu. "O ağırlıktan biraz olsun kurtulabilmek adına mı çıkardın kolyeni?" Dumura uğradım, Alisa'nın onunla kurduğu iletişim ve ilişki sandığımdan daha kuvvetliydi. Birinin gelip beni bu durumun içinden kurtarmasını bekledim ama kimsenin geldiği yoktu. "Burada başına bir şey gelmesinden korktum, o yüzden de çıkarma kararı aldım." Açılan konunun beni rahatsız ettiğini anlamasın diye epey uğraştım. "Sen de çok iyi biliyorsun ki Alisa, burada herkes ve her şey Katrin'de olduğundan daha güvendedir. Böyle bir korkuya kapılman manasız." "Bilmek korkuyu yok etmeye yetmiyor," dedim. "Sonuçta öylesine bir kolye değil, babamın hediyesi o. Zarar görmemesi için normalden daha fazla dikkatli olmalıyım." "Elbette öylesine bir kolye değil, onu diğerlerinden ayıran bir özelliği var. Korumaya çalışmanı anlıyorum. Yalnızca, burada zarar görme ihtimalinin olmadığını hatırlatıyorum sana." Gerçeği öğrendiğinde, kolyenin, çoktan, bu topraklardayken zarar gördüğünü öğrendiğinde ne tepki verecekti merak ediyordum. "Fazladan önlem almanın bir zararı olmaz. Ayrıca şu an kolye hakkında konuşmanın sırası değil." Sözleriyle bana karşı çıkmasa da bakışları başka şeyler anlatıyordu. "Perla ile konuştuğunuzu varsayıyorum. Neden diğerlerinin yanından ayrılmış ve buraya geçitle gelmiş?" "Yorgun hissettiğini söylediği için ne olduğunu detaylıca konuşamadık," dedim. "Yalnızca, geçitten geçerken saldırıya uğradığını ve bunu düzenleyen kişinin Katrin'in tepesindeki hüzmeye sebep olan kişi olduğunu düşündüğünü söyledi, o kadar." "Yasak olmasına rağmen geçit oluşturduğuna göre önemli bir şey olmuş olsa gerek," dedi. "Biliyorsun ki sebebi her ne olmuş olursa olsun bunun bir cezası olacak." Hiçbir şey söylemedim. Saldırıya uğramış birisine bir de ceza verecek olmalarını anlayamıyordum. Bana kalırsa önce iyileşmesini beklemeli ve ondan sonra cezasını kesmeleri gerekirdi. "Atlas ile nasıl anlaşmaya vardığınızı merak ediyorum. Aynı zamanda bu ikili hükümdarlığın nereye kadar devam edeceğini de merak ediyorum. Yoksa yönetmelikte bir değişikliğe mi gideceksiniz?" "Oturup Katrin yönetimi hakkında mı konuşacağız?" Sesim asabi çıkmıştı ve bu fark edilmeyecek türden değildi. Odaya çıkıp kendimle baş başa kalmanın daha doğru olacağına karar verdiğim vakit ayağa kalktım. "Ben odaya çıksam iyi olacak hem sen de yarım kalan işini tamamlarsın." Benimle birlikte o da yerinden kalktı. Sarayın içinden gelen sesler söyleyeceklerime engel oldu. Yamin benden önce davrandı ve balkondan çıktı. Koridora çıktığımda bu yöne gelen birkaç görevliyi gördüm. Yamin'in önünde durduklarında önce reverans yaptılar sonrasında aralarından biri birkaç adım öne çıkıp, "Efendim, Katrin Hükümdarı yoldaşlarıyla teşrif ettiler," dedi ve geriye çekildi. Yamin hareket etmeden önce dönüp bana baktı, ardından merdivenlere yöneldi. Onun peşi sıra ben de ilerledim. Bu kadar erken geleceklerini beklemiyordum, ki bunun mümkün olduğunu dahi bilmiyordum. Sıra sıra dizilmiş beş saray görevlisi önümüzden ilerleyip bizi sarayın önüne doğru götürürken kalbim hızlı hızlı atıyordu. Perla'nın verdiği tepkilere dayanarak büyü kitaplarının işe yaramadığını düşünüyordum. Bunun vermiş olduğu bir hayal kırıklığı da vardı ancak henüz yargıya varmak için erkendi. Sarayın önüne çıktığımızda, Kunter'in hazırladığı süvariler dâhil Alsondro topraklarına gelmek için hazırlanan herkesin sarayın önünde beklediğini gördüm. Bunun yanı sıra sarayı gözeten muhafızlar da etrafı çevrelemişti. Yamin, gecenin karanlığını aydınlatan ayın altında durdu ve Katrin Hükümdarı'nı karşısına alıp küçük bir baş selamı verdi. Yamin'in arkasında, onların karşısında dikildiğimde Pamir'in merak dolu bakışlarıyla karşılaştım. Perla'ya uyup söylediğim yalan bedenimi bir yılan misali sardı. "Bu kadar erken dönmenizi beklemiyorduk," dedi Yamin. "Haberimiz olsaydı sizi karşılamak için hazırlık yapardık." "Sınırda dikilen onlarca adamın bulunuyor zaten, ayrı bir karşılamaya gerek yoktu," dedi Atlas. "Çok zaman kaybettiğimizi düşündüğümüzden bu sefer farklı bir yolu tercih ettik." Kısa bir an duraksadı. "Kitapları ait oldukları yere teslim ettik. Bu iyiliğiniz unutulmayacak." "Bölgemiz güvende olduğu müddetçe ve bölgemizi güvende tutmak adına her türlü yardımı yapmaya hazırız," dedi Yamin. "Geçmişten günümüze bu, karşılıklı olarak bu şekilde ilerledi. Değişmesi beklenemez." Atlas'ın bakışları bana değdiğinde yola çıkma vaktimiz geldiğini anladım. "Perla uyuyor," dedim telaşla. "Bu saatte mi?" diye sordu Pamir. Gerçeği bilen Yamin, beni kurtarmak adına, "Sabaha kadar burada konaklayın, gerekirse tan ağarınca yola çıkarsınız," dedi. Atlas, Yamin'in teklifini çok düşünmeden kabul etmiş ve böylece tüm herkes saraydaki yerini almıştı. Yamin'in özel olarak Atlas ile konuşmak istediği şeyler olduğundan ikisi farklı bir odaya geçmişti; biz ise Aren, Kunter ve Pamir ile beraber, odalara dağılmak yerine biraz önce Yamin ile konuştuğum balkona çıkmış ve masanın etrafına kurulmuştuk. Onların yolculuğunun nasıl geçtiğini dinledikten sonra daha fazla dayanamadım ve Perla'nın uyanıp olayı anlatmasını beklemek yerine onlara gerçeği ben açıklama kararı aldım. "Perla geçitle buraya geleceği esnada bir saldırıya uğramış ama durumu gayet iyi," dedim hızlıca. "Vücudunda derin olmayan birkaç kesik var. Şifacı çoktan onunla ve yaralarıyla ilgilendi, sabaha daha da iyi olacaktır." Aren, yalan söylediğim için bana yargılarcasına bakarken, Pamir, "O şimdi nerede?" diye sordu. "Bu kattaki bir odada, bırak da dinlenmeye devam etsin. Yolculuk esnasında yeterince dinlenememiştir zaten," dedim ve Aren'e döndüm. "Endişeye kapılıp acele etmeyin diye siz dönene dek size söylememe kararı almıştık. Ciddi bir şey olsaydı sizinle paylaşırdım, biliyorsun." Yanıtım Kunter hariç hiçbirini tatmin etmedi. Onlardan gerçeği gizlememezi umursamayan Kunter, "Doğru olanı yapmışsınız. Yolculuk esnasında kafamızda yeterince sorun barınıyordu, bir de Perla'nın durumunu öğrenseydik ister istemez yanlış kararlar alacaktık," dedi. Aren bizimle aynı düşünceyi paylaşmasa bile bir şey söyleme gereği duymadı. İlerleyen dakikalarda Pamir daha fazla sabredememişti ve onu Perla'nın uyuduğu odaya götürmek zorunda kalmıştım. Onu Perla'nın yanında bırakıp balkona geri dönmüştüm ama sormak istediğim o soruyu bir türlü sormaya cesaret edememiştim. Aren'in de maskeli adam hakkında konuşmak istediğini görebiliyordum ancak o da konuşmak için bir girişimde bulunmuyordu. Aren'in sessiz sedasız hâlleri işlerin umduğumuz gibi gitmediğini gösteriyordu, nitekim Perla'nın sözleri de buna işaret ediyordu fakat kendimi umut etmekten alıkoyamıyordum. "Sabaha karşı Perla'yı uyandırmalı ve Katrin'e dönmek için yola çıkmalıyız," dedi Kunter. "Umarım Perla'nın bedeninde bu yolculuğu gerçekleştirecek güç vardır." "Ciddi bir şeyi yoksa çabucak toparlar kendini Perla," dedi Aren. "Birkaç saate kalmaz yola koyuluruz." "O hâlde ben odadaki eşyalarımı toplayayım," dedim ve onların yanından ayrıldım. Odaya geçtiğimde önce kendi eşyalarımı topladım sonrasında hâlâ etrafta duran notları yok ettim. Unuttuğum bir şey var mı diye etrafa son kez bakındım, gözüme bir şey çarpmayınca etrafa bakınmayı kestim ve çantamı hazır ettim. Odanın kapısı sessizce tıklanınca çantayla uğraşmayı kestim ve açılan kapıya döndüm. Atlas içeri girdiğinde, "Ben de eşyalarımı topluyordum. Aren birkaç saate yola çıkacağımızı söyledi," dedim. "Burada fazla bile oyalandık," dedi Atlas. "Sen iyi misin?" "Evet, neden sordun ki?" "Maskeli adamın buraya kadar geldiğini ve kolyeyi senden aldığını söylüyorsun," dedi. "Bu işlemi kibarca gerçekleştirmedi diye düşünüyorum." "Bir şeyim yok," dedim. "Yalnızca, ne olduğunu bilmediğim bir sıvı enjekte etti bana ancak şu ana dek bir yan etkisini görmedim." "Döndüğümüzde bir şifacıya götürelim seni." "Perla'nın duru-" "Biliyorum, Aren söyledi bana. Perla'yı birazcık tanıdıysam bunu yapmanı o istemiştir, kendini suçlama. Aren'i de tavrından ötürü suçlama, sanırsam aklı hâlâ Valmir'in sözlerinde." "Ne söyledi ki Valmir?" "Döndüğümüzde uzunca konuşalım Alisa." Onun sözlerine uydum ve sessizliğe gömüldüm. Birkaç saat sonra Perla'nın uyanması ve güneşin doğuşuyla beraber yola koyulmuştuk. Alsondro sahiplerinden yalnızca Yamin bizi uğurlamıştı, diğerleri ortalıklarda görünmemişti. Bu toprakları tamamen terk edene kadar Alsondro süvarileri de bizimle birlikte gelecekti. O yüzden bir hayli kalabalıktık. Perla'nın bedeninden saldırının izleri silinmişti ve oldukça dinç görünüyordu. Bu, hepimizin içini rahatlatmıştı ve sakince yol alabilmemezi sağlamıştı. Hayvan cıvıltıları ve nehirden akan suların şırıltısı kulağımıza dolsa da etrafa bir sükunet hâkimdi. Bu sessizlik, yeri geldiğinde herkesin kendini evine kapadığı bir anın sessizliğini anımsatsa da yeri geldiğinde bir ölüm sessizliğini anımsatıyordu. Samimi, huzur dolu, yüreği ferahlatan bir sessizlik değildi; çoğunlukla insana sıkıntı veren bir sessizlikti. Alsondro'nun çıkışına yaklaştıkça âdeta etrafımızı kara bulutlar sarıyordu. Herkesin fark ettiği bu durum kimsenin fark etmediği bir durum gibiydi; tepki veren kimse yoktu. Huzursuzluğunu hissettiğim tek kişi üzerinde yolculuk ettiğim atım Reyl idi. Diğerleri bu huzursuzluğa kapılmışsa bile bunu gizlemekte ustalaşmıştılar. Nihayet Alsondro'dan çıkabildiğimizde kara bulutlar hâlâ tepemizdeydi ancak artık hızımı arttırmamızı engelleyen bir etken yoktu. Onları erkenden Alsondro topraklarına getirmiş kısa yolu kullanmak yerine geldiğimiz yolu kullanarak geri dönüyorduk. Çoğu zaman kestirme demek tehlike demekti, o yüzden bu seçimlerini yargılamadan atımı sürmeye devam ettim. Güneşin tepeyi yavaş yavaş terk ettiği anlarda hızımızı yavaşlatmıştık. Yalnızca o dakikalarda Perla ile konuşmaya fırsat bulmuştuk. Görüntüsünün yaydığı güce ters düşen cılız bir ses tonu yoktu. Bu, içimi daha da rahatlatmıştı. Süvariler, ruh koruyucular ve gökteki beş kartalla yolculuğumuz üç gün boyunca daha devam etmiş ve üç günün ardından nihayet Katrin sınırına varmıştık. Güneşin tepeye doğru süzüldüğü, parlaklığını yeni yeni sergilemeye başladığı vakitlerdeydik. Katrin'i altına alan göğe çok dikkatli bakıldığında birkaç noktada belli belirsiz gümüş parlak bir çizgi görülüyordu: Lanetin çizgisi. Yapılan büyüler artık gözle görülür bir şekilde Katrin'e zarar veriyor, onu yıpratıyordu ve biliyordum ki, devam ederse Katrin'i yok edebilecek güçte bir lanetti bu. Büyü kitaplarının en azından bu konuda bize yardımcı olmuş olmasını diledim. Benim fark ettiğim gümüş çizgi herkesçe fark edilmişti ama önemli olan halkın fark edip etmediğiydi. Halkın endişeye kapılması önümüze konacak büyük bir kaya olurdu. "Bu çizgi biz Katrin'i terk ederken yoktu," dedi Perla. İyice yavaşlattığı atıyla yanımda ilerliyordu. "Sadece birkaç günde bu hâle gelmesi iyiye işaret değil." "Son zamanlarda iyiye işaret eden ne gördük ki zaten?" diye sordum. "Varsa yoksa bela ve musibet." "Gördüğümüz belalar bunun yanında bir hiç," dedi Perla. "Bir hafta sonraki hâli ne olur düşünmek bile istemiyorum." "O çizgiyi bir süreliğine gizlemenin bir yolu yok mu?" "Gizlesek bile varlığını orada sürdürmeye devam edecek, dahası gitgide büyüyecek," dedi. "Halkın fark etmemesi için böyle dediğini anlıyorum ama halktan daha büyük bir derdimiz var; bunu nasıl yok edeceğimizi bilmiyoruz." "Büyü kitapları bu konuda bize yardımcı olamaz mı?" "Olamaz," dedi ama nedenini açıklamadı. Saraya vardığımızda akşam bir toplantı yapmaya karar verdik ve o vakte kadar herkes bir köşeye çekildi. Atlas ile beraber herkesten önce toplantı odasına geçtiğimizde o, birkaç belgeyi incelemeye başlamıştı. "Büyü kitapları işe yaramadı mı?" diye sordum. Uğraşması gereken işler olduğunun farkındaydım ancak benim de bilmem gereken bazı şeyler vardı. Benim düşündüğümün aksine dikkatini dağıtmamı ve işini bölmemi umursamadı bile. "Büyü kitapları tahrif edilmiş." Üzerimdeki şaşkınlığı attığım ilk vakit, "Ne demek tahrif edilmiş? Alsondro sahiplerinin bundan haberi yok muymuş?" diye sordum. "Kitaplar olduğu gibi durduğu için hiçbirinin dikkatini çekmemiş. Bu anlaşabilir bir durum, sonuçta kimse, kütüphanesindeki kitapların içeriği bozulmuş mu diye sürekli olarak kitaplarını kontrol etmiyordur. Yalnız, bunun koskoca Alsondro Kütüphanesi'nde gerçekleşmesi anlaşılır bir durum değil," dedi Atlas. "Kitaplar bize verildiğinde kitapları incelememek de bizim hatamız. Ancak onları Valmir'e teslim ettiğimizde durum anlaşıldı. Sonrasında doğrudan Alsondro sahipleriyle iletişime geçtik. Olayın ne zaman ve nasıl gerçekleştiği meçhul, bunu çözene dek bölgelerdeki korumayı arttıracağız. Alsondro'da ise kütüphaneyi korumakla yükümlü kişiler yargıya taşınacak." "Kitapların saf içeriğine nasıl erişeceğiz? Daha da önemlisi kitapların saf hâline erişebilmek mümkün mü?" "Mümkün Alisa," dedi ama ses tonunda hiç heyecan veya sevinç yoktu. "Ancak kitaplara işlemiş mührü bozarsak kitapların saf içeriğine ulaşabiliriz. Nitekim bu hemen hallolabilecek bir durum değil." Birkaç yıkım gerçekleşti içimde ama bunu dışarıdan görebilmek mümkün değildi. "Ayrıca aradığımız bilginin o kitaplarda yer aldığı konusu da meçhul, biliyorsun," diye devam etti Atlas. "Şimdilik bunları boş verelim ve seni bir şifacıya gösterelim. Neyin enjekte edildiğini bilmiyoruz, ciddi bir şey olabilir." Çoktan ilgilenmeyi kestiği belgeleri bir köşeye itti ve oturduğu yerden kalktı. Beraber toplantı odasından çıktık ve bir kat aşağı inip oradaki bir odaya geçtik. Odanın her tarafına yayılmış bitkiler ve cam şişelerin içine konmuş renkli sıvılarla burası şifacının mahzeni gibi duruyordu. "Burası büyü malzemelerini depoladığınız yer mi?" Gördüğüm bitkilere, ki çoğu solmuş duruyordu, dokunmaktan korktuğum için onlara uzaktan bakmakla yetiniyordum. "Öyle de diyebilirsin." Birkaç dakikanın ardından açılan kapıdan içeri şifacı girdi ve sanki sorunun ne olduğunu biliyormuş gibi hiçbir şey sormadan beni odadaki tekli koltuklardan birine oturttu ve yanında bulunan büyü tozlarını üzerimde yavaşça gezdirdi. Sonrasında ise parmağımdan birkaç damla kanı küçük bir cam kaseye damlattı. Pencere önüne kurulmuş masanın yanına gidip üzerinde birkaç damla kan bulunan kaseye bilmediğim birkaç şey damlattı ve pür dikkat kanın alacağı şekli incelemeye başladı. Uzaktan onun mimiklerine bakarak bir sorun olup olmadığını anlamaya çalıştım. İstediği yanıtı aldıktan sonra bize döndü. "Kraliçe'nin bedeninde de kanında da normalin dışında bir durum gözlemlemedim Efendim. Yalnızca bayıltmak için kullanılmış basit bir sıvı enjekte edilmiş, endişelenmeye gerek yok." "Tamam, çıkabilirsin." Kadın aldığı emirden sonra beklemeden odadan çıktı. "O hâlde yalnızca kolyeyi almak için bayılttı beni," dedim. "Öyle görünüyor. Timun Bey'le konuşup kolyenin bir özelliği olup olmadığını öğreniriz." "Belki de en baştan beri amacı buydu," dedim. "Eğer kolyenin önemli bir özelliği varsa bu yüzden onu benden almak istemiş olabilir. Belki bu saatten sonra onu bir daha görmem." "Bu kadar iyimser olma, amacı sadece kolyeye ulaşmak olamayabilir," dedi Atlas. "Kolyeyi kullanarak sana zarar vermeye çalışabilir. Eğer kolyeyi bir yerde bulursan alıp boynuna takmadan önce bana bildir." "Kolyeyi bulursam ilk işim onu boynuma takmak olmaz zaten," dedim. "Aptal değilim, endişelenme." Hafifçe tebessüm etti. "Biliyorum, yalnızca yaşananlar zihnini allak bullak etmiş olabilir diye uyarmak istedim." Odadan çıktıktan sonra yeniden toplantı odasına geçtik. "Kitaplardaki mührü nasıl bozacağız?" Onun ilgisini yönelttiği belgelere bir göz attım ama hiçbir şey anlamadığımı anlayınca bakışlarımı onlardan çektim. "Valmir bu konuda bize yardım edecek. Aynı zamanda bu Alsondro'nun da bir sorunu olduğu için Alsondro sahipleriyle beraber hareket edeceğiz." "Bu sorunu yalnızca onların çözmesi gerekmiyor mu?" "Kimin? Alsondro sahiplerinin mi?" "Evet, ne de olsa kitaplar onlara ait." "Kitaplar onlara ait ama kitaplar yalnızca onların işine yaramıyor. Sorunu çözmelerini uzaktan izlemek bencillik olur," dedi Atlas. "Ayrıca bunu bir çıkar ilişkisi gibi düşün. Bugün biz onlara yardım edeceğiz, yarın onlar bize yardım edecek." Elindeki kalemi masaya bırakıp bana baktı. "Sarayda, onların yanındayken bir sorun mu yaşadın?" "Hayır, bir sorun yaşamadım." "O hâlde onlarla ittifak etmemiz seni neden rahatsız ediyor?" "Rahatsız etmiyor," diye itiraz ettim. "Sadece sorunun biz müdahale etmeden çözülmesini istiyorum. Her sorunla bizim ilgilenmeniz çok saçma ve sinir bozucu." Sözlerim onu güldürdü. "Alisa istersen biz sorunu çözene dek hiçbir yardımda bulunmayıp etrafta gezinebilirsin ve kimse de buna söz edemez." "Yardımım dokunmazsa kendimi kötü hissederim, ki yardımımın dokunduğunda da pek emin değilim." "Dokunuyor, dokunuyor," dedi. "Kafanı bunlarla yorma ve ne yapmak istiyorsan onu yap. Sorunu çözmek bizim görevimiz." "Ben öyle düşünmüyorum, ayrıyeten yardımım dokunmazsa olaylardan geri kalırım, biliyorsun biraz meraklıyım. Eğer her akşam biri gelip beni güncellerse bu etrafta gezinme işini düşünebilirim." Atlas'ın bakışlarıyla buluştuğumda, "Sadece şakaydı," dedim. "Gergin zamanlarında rahatlamak için bana bulaşman gerçekten çok hoş," dedi. "Bana, kendimi işe yarar hissettiriyor." "Senin stresle baş etme yöntemin de benimle alay etmek mi?" "Hayır," dedi beklemeden, "özel olarak seninle değil herhangi biriyle alay etmek." Keyif aldığı her hâlinden belliydi. Toplantı saatinin giderek yaklaşması bu anın çok uzun sürmeyeceğini gösteriyordu. "Toplantı bittikten sonra zaten yarım olan eğlencemizden geriye hiçbir şey kalmayacak gibi hissediyorum." "Bazen farkında olduğun bazı şeylerden bile isteye uzaklaşıyorsun gibime geliyor," dedi. "Bu, senin endişelerinle baş etmek için geliştirdiğin bir mekanizma ise bir şey diyemem ancak bitmesinden korktuğun o an vakti gelince bitecek. Bunun kaygısıyla yaşamak yerine o anın kıymetini, o anı yaşarken bilmeye ne dersin? Zamanın sana hissettirdikleri geçici. Onları kalıcı hâle getirmeye çabalamak kaybetmekten korktuğun o anı hiç yaşayamamana neden olabilir." "Peki ya ben o hisleri kalıcı hâle getirmeye çabalamadığım için o hisler zamandan bağımsız hareket edemiyorsa, o zaman ne olacak?" "Ancak aynı şey hissettiğin korku ve endişe için geçerli değil, değil mi?," diye sordu. "Korkuların sen mutlu bir anın içinde olsan bile zihninin bir köşesinde yaşamını devam ettiriyor, nitekim endişelerin de öyle ama mutluluğunu kötü bir anın içinde yaşatmaya devam edemiyorsun. O hâlde korku ve endişenin zamandan bağımsız hareket etmesine ne sebep oluyor?" "Ben müdahale etmeye çalışsam bile zaman hislerime işliyor," dedim. "Bunu değiştirmenin bir yolu olduğunu sanmıyorum." "Zaman hislerine işlemiyor aksine sen bunun olmasını sağlıyorsun. Eğer zaman hislerine işliyor olsaydı huzurun da korkun ve endişen gibi kalıcı olurdu." "Diyelim ki gerçekten de senin söylediğin gibi, o zaman bu durumu nasıl düzelteceğim?" "Korkunun bedenindeki hükmünü kaldırarak," dedi Atlas. "Umarım bunu nasıl yapacağını da bana sormazsın." "Ne var soracak olsam? Oysa soruları cevaplandırmaktan keyif alıyor gibi görünüyorsun." "Sorularını cevaplamaktan bıktığım için demiyorum ancak bazı cevapları kendin bulman gerekir," dedi. Toplantının başlamasına az kaldığından konu burada kapandı. Atlas incelediği belgeleri masanın üzerinden kaldırdı. "Kendini yorgun hissediyorsan toplantıya katılmayabilirsin. Gerekirse sonra sana özet geçerim." Teklifini üzerinde düşünmeden reddettim. Bundan sonra izleyeceğimiz yolu merak ediyordum, ayrıca bedenimde yorgunluğa dair biz iz yoktu. Yaptığımız başarısız büyünün daha farklı bir sonucu olur mu diye beklemiştim ancak ilk günlerde ortaya çıkan belirtiler dahi bedenimden gitgide siliniyordu. Etkinin bu denli kısa sürmesi beklediğim bir şey değildi, nitekim olması gereken şeyin de bu olduğunu hiç ama hiç sanmıyordum. "Geri kalan yöneticilerin ilgisini çekmemesi adına babama ve Timun Bey'e bir toplantı gerçekleştireceğimiz haberini yollamadım," dedi Atlas. "Olanları onlarla sonrasında paylaşırız. Şimdilik mirasçılarla fikir alışverişi yapmak yeterli olacaktır. Birkaç gün içinde yeni bir toplantı düzenleriz, hem Valmir'i de davet ederiz. Bu yolda ona fazlasıyla ihtiyacımız olacak." "Sen nasıl uygun görüyorsan öyle yapalım ancak bu kolye mevzusunu bir an önce Timun Bey'e açıklamalıyız." Açılan kapıdan içeriye Kunter ile birlikte Perla girdi. Herkesin kendi köşesine çekildiği bu birkaç saatte dinlenmedikleri gözlerindeki yorgunluktan fazlasıyla belliydi. "Bu konuyu konuşmak için yarın Timun Bey'i akşam yemeğine davet edebiliriz," dedi Atlas. Timun Bey'le tek başıma yüzleşmeyecek olmak güzel ve içimi rahatlatan bir fikirdi. Bakışlarımla onayladım fikrini. "Timun Bey ile neyi konuşacaksınız?" diye sordu Perla ve gelip yanıma oturdu. "Kolyenin başına gelenleri," dedim. "Hem belki Timun Bey'in kolye hakkında paylaşacağı ilginç bir bilgi vardır." Bu sırada Kunter karşımdaki sandalyeye oturdu, dikkati konuştuğumuz konudaydı. "Kesinlikle, o kolyenin normal bir kolye olmadığı bir gerçek. Yoksa kim niye peşine düşsün ki?" "Kolyenin ifade ettiği anlamdan ziyade sarayın içine kadar girip o kolyeyi almaya cesaret eden kişinin kim olduğunu düşünmeliyiz," dedi Atlas. "Alsondro sahiplerinin saraya giren bir yabancının farkına varmaması tuhaf," diye söze girdi Kunter. "Her bir köşesi efsunla korunan bir yer orası. O kişi daha saraya girer girmez bu durumu anlamaları gerekirdi." "Orada bulunduğum süre zarfında, günler öncesinde topraklarına yabancı birinin girdiğini ve bu yüzden güvenlik tedbirlerini arttırdıklarını söylemişlerdi." "Bak bu fazlasıyla ilginç!" dedi Perla. "Alsondro'ya gizlice girmek Katrin'e gizlice girmekten daha zordur. O toprakların nasıl korunduğuna inanamazsın! Bu iş sandığımdan daha da karmaşık bir hâle geliyor." "Alsondro'ya giren o yabancı saraya giren kişi olabilir," dedi Kunter. "Sana o yabancının Alsondro'dan çıkıp gittiğini söylediler mi? Yoksa sen oradayken de hâlâ o topraklarda geziniyor muymuş?" "Bu konuda bir şey söylemediler," dedim. "Zaten toprakları hakkında benimle pek bir şey paylaşmıyorlardı." Kapı yeniden açıldı ve eksik olan mirasçıların hepsi birden odaya girdi ve masanın etrafındaki sandalyelerden boş olanlara yerleştiler. "Artık bir hükümdar olduğun için seninle özel gördükleri bilgileri paylaşmayı reddetmişlerdir," dedi Perla. "Ancak Yamin'in seninle bu tarz bilgileri paylaşmamış olması normal değil. Büyük ihtimalle sendeki değişimi fark etti ve bunu hükümdar olmuş olmana yordu." "Konudan sapmayalım, bunları sonra konuşuruz," dedim. "Asıl konuya geçmeden önce, bundan sonrası için muhafızlar yerine koruyucu ruhlarla ilerlemeyi öneriyorum," dedi Kunter. "İhanet ihtimali göz ardı edilemeyecek derecede tehlike oluşturuyor. Bunun önüne geçmenin tek yolu bu." "Ve ayrıca Alisa'ya kalıcı bir koruyucu ruh yaratmanın vakti geldi," diye araya girdi Aren. "Birinin durmaksızın onu gözetlemesi lazım ve bunu biz yapamayacağımıza göre bu konuda da tek seçeneğimiz koruyucu ruhlar." "İsterseniz Alisa için koruyucu ruhu ben yapabilirim," dedi Perla. "Onun adına bir koruyucu ruh yapmak yerine Alisa'ya koruyucu ruh yaratmayı öğretmen daha sağlıklı olacaktır Perla," dedi Atlas. "Lakin muhafızların yerine geçecek koruyucu ruhları nasıl oluşturacağımız muamma. Koruyucu ruhları yaratması için aramızdan birini seçip, onun koruyucu ruhları dürüst bir şekilde yarattığına mı güveneceğiz?" "Bunun için Valmir iyi bir seçenek olmaz mı?" diye sordu Pamir. "Hepimizin bir araya gelip koruyucu ruhların yaratılma aşamalarına şahitlik etmesi mümkün değil. Bu açıdan Valmir'e güvenmek en doğru seçenek olacaktır." "Onun kelimenin tam anlamıyla bizim tarafımızda olduğu ne malum?" diye sordu Perla. "Şüpheciliği bir kenara bırakırsak elimizdeki en iyi seçenek bu," diye ısrarcı oldu Pamir. "Eğer Demitre eskisi gibi dinç ve sağlam olsaydı bunu ondan da isteyebilirdik ama şu an için elimizdeki tek güvenilir seçenek Valmir." Toplantı odasında birkaç saniyeliğine soğuk rüzgârlar esti. Perla'nın gözlerinden geçenleri göremesem bile çöken omuzları hemen yanı başımdaydı, fark etmemek söz konusu değildi. "Herkesin ortak kararı buysa itiraz etmemin bir manası yok." Pamir ağzına aldığı ismin ağırlığını yeni yeni bedeninde hissetmeye başlamıştı. Bense yine bir bilinmezliğin içine düşmüş ve yine kendimi sessizliğin kollarına teslim etmiştim. "Valmir'in koruyucu ruhları yaratacak olmasına başka birinin itiraz edeceğini düşünmüyorum," dedi Aren. "Şimdi tek engel Valmir'in kendisi. Yine de onun bu teklife itiraz edeceğini sanmıyorum." "Etmeyecektir zaten," dedi Atlas. "Bölgenin geldiği durumdan dolayı yardımcı olmak için can atıyor. Sonuçta burası onun da yuvası, topraklarını koruma zorunluluğunu tüm hücrelerinde hissediyordur." Toplantının ilerleyen dakikalarında, birkaç gün sonra Valmir ile beraber detaylı yeni bir toplantı yapılacağı için izleyeceğimiz yol hakkında konuşmayı gerekli görmemiş ve toplantıyı kısa kesmiştik. Sarayın giriş kısmına bakan balkonlardan birine geçmiş ve kendi kendime durum değerlendirmesi yapıyordum. Zamanın yavaştan da olsa geçmesiyle birlikte kendimi buraya birazcık da olsa ait hissetmeye başlamıştım. Gelinen hâl canımı sıkıyordu; yalnızca evime hızlıca dönebilmek için değil bu toprakların iyileşmesi için de bu lanetten kurtulmak istiyordum. Kendi sorunlarımın yanı sıra Katrin'in sorunlarını da benimsemeye başlamıştım ancak bu oluşan bağın yararından çok zararını hissediyordum ama yine de Katrin için epey kafa yormaya devam ediyordum. Her şey, özellikle de başımıza gelenler, o kadar karmaşıktı ki birkaç gün sonra nelerle karşılaşacağımı kestirebilmem mümkün olmuyordu. Son yaz yağmurları kapıya dayanmıştı, güz gelmekte olduğunu belli ediyordu. Yapraklar yavaşça kuruyacak, ağaçlar kendilerine ağırlık yapan o kuru yapraklardan birer birer arınacaktı. Güneş tepelerin arasından yine belirecek, kızıllıklarını etrafa yine yayacaktı ancak kızgınlığı bu sefer bizi ısıtmaya yetmeyecekti. Dayanmaya çalıştığım bu hüzne, hüznün mevsimi geldiğinde de dayanabilecek miydim, emin değildim. Belki de doğadaki kuruyan yapraklarla birlikte yüreğimdeki yaprak görevi gören hisler de kurumaya başlayacaktı. Kuru yaprakların dallarından koptuğu gibi kuruyan bazı hislerim de ait olduğu bedenden kopup gidecekti. Öngörebilmenin bir yolu yoktu, yaşayıp görecektim ancak biliyordum ki her şey bir şekilde geçip gidecekti. Gözlerim, gecenin bu saatinde sarayın diğer tarafındaki ağaçlık alanda ilerleyen, bir eliyle asaya benzer bir değneği, bir eliyle gaz lambasını tutan birini seçti ancak kafasına çektiği kukuletasından ötürü yüzünü göremedim. Tüm ilgimin odağı hâline gelen kişi oldukça ağır adımlarla ilerliyor, yere eydiği kafasını bir saniyeliğine dahi olsun kaldırmıyordu. Birkaç saniyenin ardından durup, yere eğdiği kafasını kaldırdı ve sanki burada dikildiğimi biliyormuş gibi doğrudan bana baktı. O esnada elinde tuttuğu lamba sayesinde yüzünü seçebildim; bu, bu bölgenin şifacısı idi. Hâlâ bana bakmaya devam ederken elindeki asayı rahatsız edici bir yavaşlıkla kaldırdı ve hemen çaprazımdaki, dalları balkonun korkuluklarına sarkmış ağacı işaret etti. Bakışlarım onun işaretini takip edip ağaca döndüğünde, yolculuklarımızda bize eşlik eden kartallardan birini ağacın kalın dallarından birine sığınmış hâlde gördüm. Bu gözcü kartallar, koruyucu ruhların aksine yolculuktan dönüldüğü zaman yok edilmiyor ve her yolculukta sürekli kullanılıyordu. Diğer dördü bahçenin geri kalan kısımlarında olmalıydı nitekim hiçbiri gözüme çarpmıyordu. Yüzümü yaşlı kadından tarafa döndüğümde suratını aydınlatan gaz lambası sayesinde yüzündeki garip tebessümle karşılaştım. Sanki üzerine düşen görevi tamamlamış gibi yeniden kafasını yere eğip yolda ağır ağır yürümeye devam etti. Yaşlı kadının tavırlarına hiç anlam veremesem de hızlıca balkondan ayrıldım ve sarayın çıkışına ilerledim. Önümdeki bahçeyi de hızlı adımlarla aştım ve muhafızlardan dış kapıyı açmalarını emrettim. Büyük demir kapı geçebileceğim kadar açıldığında tamamen açılmasını beklemeden kendimi dışarı attım ve ağaçlık alana çıktım. Bölgenin şifacısının izlediği yola baktığımda orada kimseyi göremedim. Bu kadar kısa sürede bu yolu aşmış olma ihtimali yoktu. Yoksa yoldan ilerlemek yerine ağaçlık alanın içine doğru mu sapmıştı? Birkaç adım daha atarak hem yola dikkatlice baktım hem de görebildiğim kadarıyla ağaçlık alanın karanlığa gömülmüş iç kısımlarına göz gezdirdim. Bırakın yaşlı kadını herhangi bir canlıdan bile iz yoktu. Gecenin bu vaktinde daha fazla yolda durmadım ve sarayın bahçesine geçtim. Bu hareketim büyük olasılıkla muhafızların gözüne çarpmıştı ama bunu belli etme şansları yoktu. Umutsuzca sarayın içine ilerledim ve odamın bulunduğu kata çıktım lakin odama ilerlerken, geçtiğim koridora bağlı balkonda Atlas'ı görünce odama geçmek yerine balkona çıktım. Çıkardığım sesleri duyan Atlas başını usulca bu yana çevirdi. "Nerelerdeydin?" Onun yanındaki yerimi aldığımda kollarımı balkonun demirine yasladım. "Şifacıyı sarayın önündeki yolda yürürken gördüm, onun yanına gitmek için aşağı indim ama ben oraya vardığımda o çoktan gözden kaybolmuştu bile." "Bölgenin şifacısı mı?" diye sordu şaşkınlıkla. "Bu saatte buradan geçmesini sağlayan ne gibi bir işi olabilir ki?" "Ben de bilmiyorum ama hareketleri tuhaftı, ki zaten o gün yanına gittiğimizde de hâl ve hareketleri çok göze çarpıyordu. Bence bu kadında bir iş var, hiç güvenilesi durmuyor." "Madem güvenilesi durmuyor ne diye yanına gitmeye çalışıyorsun?" "Burada ne işi olduğunu sormak için," dedim. "Bana öyle bakma, bazı soruların cevaplarının bize verilmesi gerek. Her sorunun cevabını kendimiz bulamayız. Cevapların sahipleri bir noktada olaya dahil olmalı ve üstlerine düşen görevi yerine getirmeli." "Güvenmediğin birinin yanına cevap alma umuduyla öylece gidemezsin," dedi Atlas. "Daha yeni bir saldırıya uğradın, temkinli olmalısın." "Oluyorum zaten, sarayın önünde, onca muhafızın arasında bana saldıracak hâli yok ya!" dedim. "Oraya gitmenin tehlikeli olduğunu düşünseydim gitmezdim." "Tehlikeyi yalnızca fiziksel saldırı zannediyorsun değil mi?" diye sordu. "Bu diyardaki kötülükleri ne zaman belleyip ona uygun davranacaksın merak ediyorum." "Siz ne zaman o kötülüklerden bahsederseniz ben de o zaman o kötülükleri öğrenmiş olurum. Bilgi ilahi bir güç tarafından beynimize yerleştirilmiyor. Bildiklerinizi benimle paylaşmazsanız yaşaya yaşaya öğrenmek dışında bir seçeneğim kalmıyor," dedim. "Tahmin edersin ki yaşayarak öğrenmek de zaman gerektiriyor; bolca, çokça zaman." "Gördüğün ve yaşadığın şeylerin senin için yeterli olduğunu düşünmüştüm," dedi Atlas. "Dahasını öğrenmek istediğini bilmiyordum." "Az ile yetinmemem gerektiğini sen söylemiştin," dedim. "Valmir'in size ne söylediğini artık benimle de paylaşacak mısın? Aren, Valmir'in yanından döndüğünüzden bu yana hiç kendisi gibi davranmıyor." "Onun biraz kafasını dinlemeye ve neyin ne olduğunu düşünmeye ihtiyacı var sanırım," dedi Atlas düşünceli düşünceli. "Valmir büyü kitaplarının içeriğinin bozulması dışında net bir şey söylemedi. Olası, zaten biliyor olduğumuz, birkaç seçeneği hatırlattı ve her şeye şüpheyle yaklaşmamız gerektiği konusunda bizi tembih etti. Düşmanın hâlâ bulunamıyor oluşu, yapılan büyülerin korkunç büyüklüğü ve bundan nasibini, en iyi şekilde, alan kişinin sen oluşundan ötürü, bazı seçeneklerde baş şüpheli sensin. Bunu zaten biliyorsundur. Valmir'in hatırlatma gereği duyduğu bu seçenek Aren'in aklını karıştırmış olmalı." "Aren benden mi şüpheleniyor?" diye sordum şaşkınlıkla. "Oysa daha ilk gün beni gördüğünde bakışlarımdan bile Alisa olmadığımın anlaşıldığını söylemişti. Ayrıca Alisa neden böyle bir şey yapmak istesin ki?" "Son birkaç yıldır Alisa'nın en büyük arzusu ve hırsı hükümdar olmaktı," dedi Atlas. "Şu ana baktığımızda sen, Alisa'nın bu arzusuna kavuşmuş durumdasın. Aramızdan birilerinin senin bu diyardaki Alisa olduğunu düşünmekte hakları olduğunu savunuyorum." "Yine de Aren'in böyle düşünmesi..." Düşüncelerim, rüzgârın sağır edici şiddetine maruz kalan bir yaprak yığını gibi dağılmıştı. "Sen ne düşünüyorsun? Birilerinin öyle düşünmekte hakkı olduğunu savunuyorsun, peki sen de mi öyle düşünüyorsun?" "Hayır, ben o sularda değilim," dedi. "Nitekim ne olduğunu bilebilecek kadar bilge de değilim." ... Sabahın en erken sularında, bize bir süre daha yetecek kadar, büyülerde kullandığımız özel bitkileri toplamak için Perla ile beraber Büyülü Orman'a gelmiştik. Aslında bu bizim görevimiz değildi ancak Perla vakit geçirmek adına bana böyle bir teklifle gelmişti ve ben de reddetmemiştim. Buraya yalnızca gece vakti gelmiştim ve şimdi görüyordum ki Büyülü Orman her vakitte büyüleyici görünüyordu. Her yanda ekili duran çiçekler güneş ışıkları varken parlamıyor olsa da onları eşsiz kılan şey parıltıları değildi; kendilerine has görüntü ve kokularıydı. Bunu şimdi anlıyordum oysa buraya ilk gelişimde burayı eşsiz kılan şeyin bu çiçeklerin renkli parıltıları sanmıştım. Perla hangi bitkilerden toplamamız gerektiğini bana göstermiş olsa da ben bazen amacımdan sapıyor ve etraftaki diğer bitkilerin arasında koşturuyordum. Perla bana nazaran daha sakin bir hâldeydi ama Büyülü Orman'ın etkisi altına ara sıra o da giriyordu. O, gerekli bitkileri her bulduğunda ne işe yaradıklarından bahsediyor, benim ona gösterdiğim bitkileri hiç sıkılmadan usanmadan bana uzun uzun tanıtıyordu. "Hales Çiçeği'ni ilk kez burada görmüştüm. Şelalenin aktığı kısımda bir Helris Ağacı'nın dibindeydi. Tabii sen daha iyi biliyorsundur oraları," dedim. "Ayrıca Atlas bana buralarda yaratıkların bulunduğunu söylemişti, bu doğru mu? Yoksa beni korkutmaya mı çalışıyordu?" "O Hales Çiçeği Büyülü Orman'ın kalbidir, elbette biliyorum. Demek Atlas ormanın o bölümünü gezdirdi sana. Ben olsam ben de ilk oraya götürürdüm seni. Orası daha bir eşsiz güzellikte, oralarda dolaşmayı pek severim," dedi Perla. "Ve evet, ormanın belli başlı yerlerinde farklı canlılar yaşıyor ancak bu, bu ormana özgü değil. Her ormanda farklı canlılar görmek mümkün. Atlas seni o konuda kandırmamış ancak onlara yaratık diyerek seni korkutmaya çalıştığı da bir gerçek." Bitkilerin donattığı küçük alanın ortasına kendimi bıraktım. "Zarar veriyorlar mı? Yoksa onlarla dost olmanın bir yolu var mı?" Perla elinde tuttuğu, benim sepetimin aksine gerekli bitkilerle dolu sepetiyle yanıma yaklaştı ve sepetini bir kenara koyup yanımdaki yerine aldı. "Bir genelleme yapmak çok zor çünkü tehlike altında hissettiklerinde hepsi saldırı pozisyonuna geçiyor, ki bu oldukça normal bir çaba. Onların bir hayvan olduğunu varsay ve ona göre hareket et." "O gün Atlas bana, tüm bitkilerin bir ağacın köküne bağlı olduğunu ve kendilerini o ağaçtan beslediklerine dair bir şeyler söylemişti," dedim. "Bu, tüm diyar için geçerli mi? Yoksa bu ormana özgü bir durum mu bu?" Perla cevap vermeden önce derince soluklandı. "Bu ormana özgü bir şey," dedi. Sesi nedenini bilmediğim bir şekilde kırgın çıkmıştı. "Yalnızca bu ormandaki bitkiler beslenmek ve güçlenmek için bir ağacın köküne bağlı. Diğer ormanlarda böyle bir duruma rastlayamazsın." Durup yeniden nefeslendi, nefesi titrekti. "Umarım hiçbir zaman böyle bir duruma yeniden rastlamayız." "Neden? Bu kötü bir şey mi ki?" "Kötü, çok kötü bir şey Alisa; yıpratıcı, zarar verici," dedi Perla. "Tüm bunlar bölgemizin geçmek zorunda kaldığı o korkunç, kabus gibi zamanları hatırlatıyor bana." "Anlamıyorum," dedim. "Bu neden kötü bir şey olsun ki? Bitkilerin, büyülü koca bir ağacın kökünden beslenmesinin ne gibi kötü bir tarafı var ki?" Perla etrafına bakındı, sanki gözleri birini arıyor gibiydi. "Bunu onun yuvasında konuşmak kötü hissettiriyor," dedi. "O ağaç gücünü bir büyücüden alıyor. Bitkiler gitgide canlandıkça, güç topladıkça onun bedeni gittikçe soluyor ve kuruyor." "Neden?" diye sordum dehşetle. "Neden böyle bir şeye gerek duyuldu?" "Ceza," dedi Perla. "Bu Büyülü Orman'ın sahibidir Demitre. Bu ormanı o yaratmış ve tüm bitkileri özenle o ekmiştir. Nefes aldığı her an sahip olduğu tüm gücü bu orman için kullanmıştı. Bu orman onun yuvası hâline gelmişti. Öyle ki bu ormanı korumak, hükümdarlar değişse bile, hep, Demitre'nin görevi olarak kalmıştır. O, bu ormanın annesiydi." "Yani tüm bunları," dedim etrafımdaki çiçekleri göstererek. "Tüm bunları o mu yarattı?" "Evet, en çok ilgisini çeken şey bitkilerdi, doğaydı. Kendisi de yeni bir tane, kendisine ait olacak bir tane, yaratmak istemiş ve burayı yaratmış." "Peki onun cezaya çarptırılmasına ne sebep oldu? Kulağa yaptığı şeyler çok masum geliyor." "Öyle zaten," dedi Perla. "Yaptığı tek şey bu ormanı korumaktı, bir zamana kadar. Sonrasında başka bir şey yapıyor, başka masum bir şey, tabii bana göre. O dönemki yönetim ve asıl önemlisi Baba Ran, Demitre'nin sahip olduğu gücü yalnızca orman için kullanmasına karar veriyor. Kendisi çok başarılı bir büyücüdür ancak bu karardan sonra büyü gücünü yalnızca bu orman için kullanmak zorunda kalıyor. Demitre o zamanlar bu topraklarda sevdiği adam Elyas ile birlikte yaşıyordu. Yönetimin bu kararı almasından yıllar sonra Elyas ölümcül bir hastalık olan moren hastalığına yakalanıyor. Demitre ne olacağını çok iyi bilmesine rağmen, yine de, sevdiği adamı kurtarabilmek adına o dönemlerde bile yasaklı olan Renom Büyüsü'nü yapıyor. Büyü çok çabuk ters tepiyor ve hem Elyas yapılan başarısız büyünün etkisiyle erkenden ölüyor hem de Demitre'nin bedeni lanetleniyor." Kısa bir es verdi Perla. "O dönemki yönetim, yani Baba Ran Demitre'yi yasaklı bir büyü yaptığı için yargıya taşıyor ve Demitre'nin bedeninindeki tüm gücün, kendi yarattığı bu ormana sonsuza dek hayat vermesi için, ormandaki tüm bitkilerin bağlandığı ağaca aktarılmasına karar veriliyor." "Böyle bir cezanın yönetimce verildiğini düşünemezdim. Bir büyünün lanetli bir etkisi gibi geliyordu kulağa," dedim. "Onun bedeninin lanetlendiğini söyledin. Lanetli bir bedende koca ormanı besleyecek kadar güç bulunması çok garip." "Hayır, hayır," dedi Perla. "Yaptığı büyünün etkisi olan o lanetten kurtulmayı başarıyor lakin bunu nasıl yaptığını bilmiyoruz. Onun bedeni bu ormana hapsolana dek gayet sağlıklı ve dinçti." "Bu ceza ne zaman son bulacak?" diye sordum. "Yasaklı büyü yapmanın böyle korkunç sonuçları olduğunu bilmiyordum." "Hiçbir zaman son bulmayacak. Baba Ran'ın aldığı karara hiçbir yönetim itiraz edemez, ağır sonuçları olur," dedi. "Onun bedenindeki güç tükenene kadar bu ceza devam edecek. Sonrasını tahmin edebiliyorsundur." Tahmin ediyordum ancak o son, tahmin etmek isteyeceğim bir son değildi. "Bu çok acımasızca," dedim. Bakışlarıyla beni onayladı. "Katrin'de acımasızca olan tek şey Demitre'ye yapılan bu haksızlık değil, daha niceleri var." "Bu kararı alan diğer yöneticiler kim? Onlar hâlâ hayatta mı?" "Bazıları hâlâ hayatta bazıları ise çoktan bu diyardan göçüp gitti," dedi. "Katı bir yönetimin olduğu bir yerde çiçeklerin açması beklenemez. Katrin hâlâ sağlamsa bir zamanlar onun için çabalayan insanlar sayesinde sağlamdır. Yoksa yapılan korkunç büyüler ve alınan acımasız kararlar bu toprakların sonu olurdu." "Demitre hâlâ bu ormanda mı?" "Evet, o ağacın bir köküymüş gibi ağacın dibinden ayrılamıyor." Atlas'ın sözleri zihnimde belirince duraksadım. "Sanki o gün Atlas, istersem bu ormanın sahibinin yanına beni götürebileceğini söylemişti." "Demitre'nin yanına gitmek yasak değil," dedi Perla. Yüzünde minicik bir tebessüm meydana geldi. "Nitekim onun o solmuş hâli benim görmek isteyeceğim bir görüntü değil. Fakat onunla tanışmak istersen vakit bulduğumuz bir anda seni onun yanına götürebilirim." "Olur," dedim istekle. "Bir gün onunla tanışmayı çok isterim." "Hadi, hava kararmadan gerekli bitkilerin hepsini toplayalım ve saraya dönelim. Akşama misafiriniz var." Perla toprak zeminin üzerinden kalkıp işinin başına koyuldu. Benim oturduğum yerden kalkmam biraz zamanımı aldı. Sanırım artık Atlas'ın neden hükümdar olmaya pek istekli olmadığını, bu işi öylesine bir görevmiş gibi yerine getirdiğini anlıyordum. Korkuyordu, aldığı kararların yayacağı o zehirli dumandan korkuyordu. Geride durmak istiyor fakat bir yandan da topraklarını başkalarına teslim edip Katrin'i kaderine terk etmek istemiyordu. Sanırım böyleydi, en azından bana böyle hissettirmişti. Çevresindeki diğer insanların da Atlas'ın hükümdarlığını devam ettirmesini istemelerinin, yeni bir hükümdar riskine girmemelerinin nedeni de bu olmalıydı. Öte yandan Dimitre'ye yapılanların haksızlık olup olmadığı tartışılırdı ama ben kuralları çiğnemiş olmasına karşın yine de böyle bir cezayı hak etmediğini düşünüyordum. Hayattan mahrum bırakılmıştı; en büyük arzusu, huzur bulduğu o masum ve zararsız isteği zaman geçtikçe ona mezar oluyordu. Zaten kaybedilmiş bir sevgili ve lanetlenmiş bir beden yeterli büyüklükte bir ceza değil miydi? Katrin'de nefes alan her bir canlının ruhunun bulandığı kederin sebebi belli olmuştu. Anlamıştım, Demitre'nin başına gelenler bir ön gösterim bile değildi. "Sen bize katılmayacak mısın?" "Katılmasam daha iyi. Kolye mevzusunu konuşacaksınız, benlik bir şey yok," dedi. "Hem saraya dönüp babamı ve Narya'yı kontrol etmeliyim. Narya çoktan ortalığı karıştırmıştır. Onu nasıl ikna edeceğiz bilmiyorum." "Gerçeği öğrenmesi tehlike oluşturmayacaksa ona da gerçeği açıklayabilirsiniz," dedim. "Bana soğuk davranacaksa bile bu benim için sorun değil." "Onu tanıyorum, sana soğuk yapmak dışında bir sorun çıkarmayacaktır ama henüz erken. Zorunda kalmadıkça başkalarıyla bunu paylaşmayalım," dedi. "Mirasçılar yardım konusunda yeterli, daha fazla insana ihtiyaç yok." "Onunla pek benzemiyorsunuz, yani benim görebildiğim kadarıyla." "Bunu herkes söyler," dedi. "Aslında çok ortak yönümüz var. İkimiz de çok açık sözlüyüz ama onun yaptığı bazen patavatsızlık oluyor. Bu da insanların bizim çok farklı olduğumuzu düşünmesini sağlıyor." "Yanımıza geldiği gün anladığım kadarıyla tek isteği sizinle birlikte takılmak," dedim. "Kendini dışlanmış hissediyor olabilir. Bu yüzden de çevresine karşı aksi davranıyordur." "Bu analizleri ben de çoktan yaptım ama sanki başka bir şeyler var gibi Alisa," dedi Perla. "Narya'yı rahatsız eden tek şey bu olamaz." "O, her şeyini sana anlatmaz mı?" "Maalesef hayır," dedi. "Çoğu şeyi benimle paylaşma gereği duymuyor. Bu da bu tarz sorunlara sebebiyet veriyor işte." Elindeki son bitkiyi de sepetine koyduğunda bana döndü. "Artık dönelim, geç saatlere kalmayalım. Hava karardıkça yollar tehlikeli hâle geliyor." "Geçitle döneceğimizi sanıyordum," dedim. Yerdeki sepeti elime alıp onun yanına gittim. "Geçitler de bir yoldur, unutma. O yüzden geceleri geçit oluşturmaktan olabildiğince kaçın." Sabah buraya gelmek için de bir geçit oluşturmuştuk. Açıkçası bu fikir hoşuma gitmemişti çünkü Perla'nın yaşadığı saldırıyı hâlâ atlatamadığını düşünmüştüm ancak Perla, geçit kullanırken yaşadığı ilk saldırının bu olmadığını söyleyerek beni ikna etmeye çalışmıştı. Onun sözüne güvenmiş ve geçit oluşturmasına karışmamıştım. Şimdi yeniden oluşturduğu geçidi kullanırken her zamankinden daha fazla kaygılıydım. Saraya vardığımızda elindeki sepeti bana uzattı. "Bunların şimdilik bu sarayda kalması daha iyi. Saraya bu sepetle dönersem babam bir sorun olduğunu düşünecektir." Uzattığı sepeti de diğer elime aldım. "Tamamdır, ben bunları aşağı indiririm. Zaten yolu biliyorum." Perla bana veda edip yeni bir geçit oluşturdu ve kendi sarayına döndü. Onun gidişinin hemen ardından odadan çıkıp elimdeki sepetlerle alt kata indim. Dün Atlas'ın beni tedavi ettirmek amacıyla getirdiği odanın önüne geldiğimde elimdeki sepetlerden birini yere koydum ve her ihtimale karşı kapıyı tıklattım. "Koskoca bir hükümdar kendine ait saraydaki bir odanın içine girmeden önce kapıyı mı tıklattı yoksa ben mi yanlış gördüm?" Atlas'ı umursamadım ve kapıyı açıp diğer sepeti de elime alarak içeri girdim. "Senin benimle uğraşmak dışında bir işin yok mu?" Sepetleri masanın üzerine koyduktan sonra içindeki bitkileri bir görevlinin yerleştirmesinin daha doğru olacağını düşündüm çünkü her ne kadar Perla bitkileri tanıtmış olsa da hâlâ çoğu bitkinin adını ve ne işe yaradığını bilmiyordum. "Var, hatta senin hükümdar oluşundan kaynaklı halletmem gereken işler arttı," dedi. "Büyü işlerinin peşinden koşmak yerine belge ve yönetim işleriyle uğraşsan keşke." "Senin toprağın, senin sorumluluğun." "Oysa kendi diyarına dönüşün için hazırlık yapmış olurdun." "Doğru diyorsun, bu gidişle bir iki yıla anca diyarıma dönebileceğim," dedim. "Her neyse, kolyenin başına gelenleri Timun Bey'e sen anlatırsın değil mi?" "Neden?" diye sordu. "Sen yemeğe katılmayacak mısın?" "Katılacağım ama durumu açıklayabileceğimi sanmıyorum." "Timun Bey anlayış gösterecektir, senin bir suçun yok," dedi ve odanın çıkışına ilerledi. "Ayrıca gerçekleri biliyor olmasına ve senin başının belada olduğunu tahmin edebiliyor olmasına rağmen kolyenin sende kalmasını isteyen oydu. Bir suçlu arıyorsa pekâlâ kendisini suçlayabilir." Onun peşinden ben de odadan çıkıp kapıyı kapattım. Üst kata çıkan merdivenlere yöneldik beraber. "Kolyenin bende kalmasını istemesinin nedeni beni düşünüyor olmasıydı." "Tamam, yine benim dediğim kapıya çıkıyoruz. O iyiliği bir karşılık bekleyerek yaptıysa ya da bir gün senin yüzüne vurmak amacıyla yaptıysa yine dönüp kendisini suçlayabilir." Akşam yemeğinin yeneceği salona geçtiğimizde, bir an için bu yemeğe katılmamayı düşündüm. Bunun bir bencillik olacağını bildiğimden bu düşüncem bir istek olarak zihnimde kalmaya devam etti. Yemek masasında Atlas'ın karşısına oturdum. Ben bir şey diyemeden salonun kapısı açıldı ve Timun Bey içeri girdi. Atlas ayağa kalkmak adına hiçbir şey yapmadı, ben de ona uydum, ki bu büyük bir saygısızlıktı. Ben kendi içimde yaptığım kabalığa kızarken Timun Bey bunu umursamış gibi durmuyordu. Kendisine ayrılan yere otururken, "İyi akşamlar," dedi. O günkü yıkılışıyla şu anki hâlini kıyaslayınca kendine gelmiş duruyordu. "İyi akşamlar Timun Bey." Yemeklerin servis edilmesinin üzerinden dakikalar geçene kadar kimse konuşmadı. Neden sonra Timun Bey, "Gönderdiğiniz nota, beni yemeğe davet etmenizin bir nedeni olduğunu yazmışsınız," dedi. "Önemli bir şey yoktur umarım." "Açıkçası bunun önemli olup olmadığına siz karar vereceksiniz Timun Bey," dedi Atlas. Timun Bey'in yaşından ötürü grileşen kaşları çatıldı ama ağzını açıp bir şey demek yerine sabırla Atlas'ın konuşmasına devam etmesini bekledi. "Geçtiğimiz günlerde Alisa beklenmedik bir saldırıya uğradı ve işin ilginç tarafı ona saldıran kişi, sizin Alisa'ya verdiğiniz kolyeyi aldıktan sonra gözden kayboldu." Timun Bey'in bakışları bana döndü ve boynuma baktı. "Birisi o kolyeyi neden almak ister anlamıyorum. O kolye ailemizin bir yadigârıdır. Ailemizden biri dışında kimsenin ilgisini çekmeyecek bir kolyeydi," dedi, şaşkındı. "Atlas, bu bir tehdit olabilir. Düşmanın size istediği gibi yaklaşıp zarar verebileceğini açıkça gösteren bir tehdit. Olayın kolyeyle alakası olduğunu sanmıyorum. Düşman size, dibinize kadar, en özel alanlarınıza kadar gidebileceğini göstermek istemiş olabilir." |
0% |