15. Bölüm

11. Bölüm

Esmacayım
esmacayim

Size uzunca bir bölümle geldim.

Yazarken gerçekten çok keyif aldım. Umarım siz de beğenirsiniz.

İyi okumalar...

11. BÖLÜM

Çocuklar düştüğünde, canı yandığında, dizleri kanadığında, bunu gördüğü için de çok fazla ağladığında bir kol arardı sığınmak için. Ona destek versin ki kesilsin ağlamaları. Çeksin biraz nazını ki kendini değerli hissetsin, dindiriversin gözyaşlarını. Bir kol yeterdi ona. Biraz da güzel söz.

Ben düştüğümde Emre'ye yapışmadan önce babama koşardım ilk. Çünkü kız çocuklarının ilk aşkıydı babaları. Babacım, derdim bak uf oldu dizlerim. Sarılırdı bana böyle kocaman. Nazlı kızım derdi. Ağlama sen hiç. Kızarım ben seni yere düşüren taşlara. Sonra da yanağımı öper, kucağında taşırdı beni her yere. Eve gidince de papatyalı yara bandı takardı dizlerime, elime çikolatayı da verdi mi tamamdı; susardı bütün ağlamalarım. Ben de onu öperdim. Çok öperdim. Canım babam derdim. İyi ki varsın. Sen varsan acımaz hiçbir yerim. Acırsa yine öpersin, geçer diye nazlanırdım. O da gülerdi. Benim nazım en çok ona geçerdi.

Benim babam dağ gibi adamdı, devrilmezdi. Düşmezdi hiç. Ondan güçlüsü yoktu hayatımda. Peki niye şimdi bu soğuk koridorda onu bekliyordum? Bu kilitli kapının arkasında ne işi vardı onun? Hadi baba, kalk artık. Evimize gidelim. Sana yakışmıyor burası. Benim göğüs kafesimin içi sıkışıyordu sana sarılamadığım için. Baba gel artık, acıyor bak dizlerim. Kalbine takıldım, toparlanamıyorum. Seni yere yığan kalbin, beni de devirdi seninle. Hadi kalk, kız ona. Çok kız. Üzmesin nazlı kızını. Çok üzülüyorum baba. Kalk n'olur. Kalkmazsan kalkamam. Ben değilim güçlü, benim gücü sende. Gelmezsen gelemem kendime. Gel ki sarılayım her zerrene.

Kendimi Elif ablaların evinde dışarıya nasıl attım hiç bilmiyordum. Derin'in söylediklerinden sonra ayağıma ayakkabı bile giymeden öyle hızla indim ki merdivenden sokağın ortasında etrafımda baba diye sayıklayıp döndüğümü çok sonra farkına varmıştım. Ellerim havalanmış şakaklarımı bulurken ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum. Babam evde olurdu hep. Eve gidince onu görmem gerekiyordu. Nerede olduğunu bilmediğim bir hastanede değil, evimizde. Babam evde olurdu. Babam niye evde değildi?

Birinin adımı seslendiğini işitiyordum ama kendimde değildim; etrafımda ağlayarak sayıklıyor, babamı görmek istediğimi söylüyordum. Gecenin soğukluğu tüm bedenime tesir ederken bunu umursayacak kafada değildim. Tir tir titresem de, ayaklarım soğuk betonda sürtünüp canımı yaksa da beni tutan ellerden kendimi uzaklaştırmaya çalıştım. Babama gitmek istiyordum, burada dikilmek değil.

"Naz ne oldu?" dedi korkan sesi yüzümü avuçları arasına alırken. "Neyin var, niye bu haldesin?"

"Babama gitmek istiyorum," diye sayıklayıp duruyordum boşluğa diktiğim bakışlarla ağlayıp dururken. "Babamı istiyorum." Dudaklarım arasından firar eden hıçkırık bir şeyler için son noktamdı. Kendimi ellerinden kurtarıp koşar adım ilerlemeye başladım lakin çok değil, birkaç saniye sonra kendimi yine aynı kollar arasında buldum. Beni tutuyor, neyim olduğunu soruyordu. Babam vardı, şu an can çekişen. Benim babam vardı, nerede olduğunu bile öğrenemediğim. Benim yaram vardı.

"Naz, sakin ol. Hadi güzelim," dedi saçlarımın arasına ellerini geçirirken. "Bir şey mi oldu Gökhan amcaya?"

"Ba...babam..." Dudaklarımın titrediğini hissediyordum. Kızardığını hissettiğim gözlerimi gözlerine diktim. Yüzünde büyük bir endişeyle bana bakıyordu. Elleri yüzümün arasındaydı. "Emre, babam..."

"Nazlı!" Bana doğru ağlayarak koşan sesi işittim. Kafamı yorgunca Derin'e doğru çevirdim. Elif abla ve Sedef de hemen arkasından koşturuyordu. Ben anın şokuyla evden birden çıkarken onlar da o şokla öylece kalmışlardı. Kendilerine gelince de peşimden gelmişlerdi.

Emre ellerini üzerimden çekti yavaşça. Derin'in de ağladığını görünce çok kötü bir şey olduğunu anlamış gibiydi. Meraklı bakışları bizim aramızda gezerken ben yine gitmek için hareketlendim. Babama gitmek istiyordum ama nerede olduğunu dahi bilmiyordum. Umurumda değildi. Koşa koşa da olsa giderdim ben ona.

"Nazlı!" dedi tekrar Derin ağlayarak, arkamdan bağırıyordu öylece. Emre yine peşimden koşup beni durdurduğunda onu itmeye çalıştım. Benim babama gitmeme gerekiyordu. Zaman kaybettiriyorlardı bana. Bana ihtiyacı vardı onun, biliyordum. Hissediyordum. Kızıydım ben onun. Hissederdim. En çok ben hissederdim. Çünkü kanıyordu içim.

"Naz, dur artık, lütfen." Sesi yalvarır tondaydı. "Nereye istersen götürürüm ben seni. Yeter ki dur."

"Emre babama gitmek istiyorum."

"Tamam," dedi hızlıca kafasıyla beni onaylarken. "Tamam, ağlama. Gideriz."

Elimden tuttuğu gibi beni arabaya doğru sürüklemeye başladı. İtiraz etmedim, peşinden yorgunca ilerledim. Götürürüm derse götürürdü, bilirdim. Arabasının önüne geldiğimizde ön kapıyı benim için açıp oturmama yardım etti. Gözleri bir saniye bile üzerimden ayrılmıyordu. Nasıl bu hale geldiğimi merak ediyordu. Omuzlarım çökmüş ağlamaya devam ederken Derin, Sedef ve Elif abla da hemen peşimizden gelip arka koltuğa geçtiler. Ben ağlamaya devam ederken Emre gergin bir halde ne olduğunu bile anlama fırsatı bulamadan kapımı kapatıp yerini aldıktan sonra arabayı çalıştırmaya başladı.

"Ne oldu?" diye sordu araba mahalleden çıktığında gözlerini arka koltuktaki Derin'e dikerken. Ben konuşacak halde değildim. "Gökhan amcaya bir şey mi oldu?"

"Ka... Kalp krizi geçirmiş," dedi Derin titreyen sesiyle. Daha da ağlamama sebep oldu sözleri. Aklımda dolandıkça ona bir şey oldu kelimesi kafayı yiyecek gibi hissediyordum. Daha sabah sarılmıştım ona, kahvaltıda. Bir ara baba kız bir şey yapalım, ne zaman yapmıyorduk konuşması bile geçmişti aramızda. Delirecektim. "Yakın bir hastaneden senin çalıştığın hastaneye götürmüşler. Lütfen hızlı ol."

Emre duyması gerekeni duymuş gibi arabayı daha da hızlı sürmeye başladı. Bakışları üzerimde gezinirken Elif ablanın da eli destek vermek istercesine omzumda geziniyordu. "İyi olacak baban, bir tanem. Güçlü adamdır Gökhan amca." Burnumu çekerken dediği şey için dua edip durdum. İyi olmak zorundaydı, yoksa yaşayamazdım.

Emre telefonuna uzandı ben ağlamaya devam ederken. Birini aradığında bakışlarım sadece yoldaydı. Otobana doğru sürüyordu. Hastaneye daha çabuk varacaktık böylelikle. Birkaç dakikaya orada olurduk. Ben de babama giderdim. Bir an önce ona ben geldim demek istiyordum. Anneme sarılmak istiyordum. Onun da benim kadar kötü bir halde olduğunu biliyordum.

"Levent, nöbettesin değil mi?" dedi Emre hızlıca telefondaki kişiye. Telefonda onaylar bir ses duyar gibi oldum. "Gökhan Aladağ isimli bir hasta gelecek hastaneye, kalp krizi, sizde mi vaka?"

"Acile geldi, ameliyata alacaklarmış birazdan," dediğinde telefondaki ses, kalbimin yerinden çıkacağını hissettim. "İbrahim var. O girecek Hikmet hocayla. Ne oldu ki? Tanıdık mı?"

"Ameliyat mı?" diye yükseldim ağlamaya devam ederken. Ellerimin deli gibi titrediğini hissediyordum. "Emre çok mu kötü durumu, n'olur bir şey söylesin."

Emre beni sakinleştirmek için elini saçlarımın arasına geçirdi. "Naz'ın babası," dedi Levent'e. "Birazdan orada oluruz biz. Kapatıyorum şimdi."

Telefon kapandığında dolmuş gözlerimle korku içinde ona bakıyordum. Saçlarım arasında olan eli yanağıma doğru uzanırken beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Korkma," diye fısıldadı. "Hikmet hoca alanının en iyilerindedir. Gökhan amcaya iyi bakacak."

Yanağımdaki eline kendimi yasladığımda akan yaşlarıma engel olamıyordum. "Ya bir şey..." Nefesimi bıraktım hıçkırık arasında. "Ya bir şey olursa?"

"Olmayacak," dedi hemen. "Söz veriyorum sana." Elleriyle son kez yanağımı okşadıktan sonra direksiyona sardı onu da acele etmek için. "Oraya varır varmaz ben de gireceğim içeri. Korkma sakın."

"Amcamın geçen izlediği boks maçını hatırlıyor musun, Nazlı?" diye araya girerek sordu çatallaşan sesi arasında beni sakinleştirmek isteyen Derin. Ağlarken onu onaylar bir mırıltı çıkardım. "Nasıl unuturum, sövüp durmuştu hepsine," derken o anı hatırlayıp istemsiz bir gülümseme kaçırdım ağlamalarım arasından. Gözyaşlarımı silip kafamı hafifçe Derin'e doğru çevirdim. "Ben daha iyi deviririm diyordu."

Derin'in dudaklarını birbirine bastırıp ısırırken ağlamamak için kendini zorluyordu. Kafasını salladı gülmeye çalışırken. "Bak ben çıkayım bir ringe, adam bırakmam da demişti."

"Evet," dedim gülerken. "Ekarte edermiş hepsini."

"Hepsinde güçlüyüm diyip durdu. Dediği gibi de güçlü, çok güçlü. Bak gör," dediğinde elini omzumun üzerine koydu. İki elimle de onu sardım. "Hiçbir şey olmayacak ona. Hep beraber o hastaneden çıkıp eve gideceğiz."

"Bir şey olmaz, di'mi?" Yalvarır gibi çıktı sesim. Aksini söylemesin kimse diyordum. Yoksa dayanamazdım.

"Olmaz tabii aşko," diye araya girdi Sedef. "Gökhan amca taşı sıksa suyunu çıkarır. Hiçbir şey olmaz ona."

"İnşallah sağ salim döneceğiz hep beraber kuzum."

"İnşallah Elif abla."

Araç otobana girince Emre kemerimi takmamı istedi. İtiraz etmeden dediğini yaptım. Yol boyunca ellerimle yüzümü kapatmış dua ediyordum. Babamla olan konuşmalarım gözümün önüne geldikçe ağlamalarım birikiyordu kehribarlarımda ama ağlayamazdım daha fazla. Güçlü olmam gerekiyordu. Bana çok kızardı sonra gözünü açtığında. Eh be Nazlım, ne diye akıtıyorsun yaşlarını. Sen üzülünce ben daha üzülüyorum, biliyorsun derdi. Tek bir gözyaşımı görmeye dayanamazdı. O şimdi iyi değilken bir de beni bu halde görürse daha kötü olabilirdi. O yüzden o iyi olana kadar kendime engel olmalıydım. Dimdik durmalıydım. Ama yapamıyordum. Sanki tüm gücüm oymuş da o zayıf düşünce ben devrilmişim gibi hissediyordum. İstesem de kalkamıyordum.

Araba sonunda hastaneye girdiğinde sabırsızlıkla inmemiz gereken binanın önüne gelmesini bekledim. Kalp Damar Hastanesi yazan blokta durunca kemerimi açar açmaz aracın içinden hızlıca dışarı attım kendimi. Arkamdan seslenseler de hiçbirini dinlemeyip yalın ayak hastanenin içine doğru koşmaya başladım.

Hastane kapısından geçer geçmez üzerimdeki bakışları umursamadan etrafımda dönmeye başladım. "Babam nerede?" diye fısıldıyordum kendi kendime. Biri yanıma yaklaşınca onu durdurdum hemen. "Babam nerede biliyor musun?" diye sordum telaşla. Bana çatık kaşlarla bakıyordu. "Nereden bileyim senin baban kim, git danışmaya sor," diye beni tersleyip yoluna devam etti. Başkasını durdurup yine aynı soruyu sordum. O da yoluna devam etti. Kimse bana cevap vermiyordu. Niye cevap vermiyordu? Benim babama gitmem gerekiyordu.

"Nazlı!"

"Naz!"

Bana seslenen sesleri umursamadan birilerini durduruyordum sürekli. Benim babam hiç böyle hastanelik olmamıştı ki. Bilmiyordum nereye götürülür. Ameliyathane önünde hiç birini beklemedim ben. Nerede olunur bilmezdim.

"Naz, nereye gidiyordun gözünü seveyim," diye kolumdan tutup durdurdu beni telaşlı sesi. "Ayağında bir şey yok, üstünde bir şey yok. Hasta olacaksın. Yapma böyle, n'olur."

"Babamı arıyorum, Emre. İzin ver!" derken kolumu çekiştiriyordum. Aklımı kaçırmış gibi durduğumun farkındaydım.

"Önce üstüne bir şey giydirelim, götüreceğim ben seni, söz."

Hızlıca kafamı iki yana salladım. "İstemiyorum bir şey. Ben babamı istiyorum. Sadece babamı."

İnadımı hiçbir şeyin kıramayacağını anladığında pes ederek nefesini bıraktı. "Tamam, önce oraya gideceğiz." Üstündeki siyah ceketi çıkarır çıkarmaz üstüme geçirdi. Boş bakışlarla kolumdan geçirmesini izliyordum. Daha sonra ayağımda bir şey olmadığı için beni kucağına almak istemişti ama mani oldum. Sabır dileyerek elimden tutup beni sürüklemeye başladı. Bir adım arkasından giderken Sedef'le Elif ablaya bir şeyler söyledi ama ne dediğine odaklanamadım. Boşluğa dalan gözlerle hastane koridorunda koşturan insanları izliyordum yürürken. Derin de hemen arkamdaydı.

Asansörün önüne geldiğimizde art arda düğmesine basıp durdum. Ellerim gerginlikten ter içindeydi. Sonunda asansör durduğunda hızlıca kendimi içine attım. Bizden sonra Derin de bindi. Elif abla ve Sedef burada değildi. Emre onları bir yere göndermiş olmalıydı.

Asansörün içindeki düğmelere basıp durdum ama hiçbiri yanmıyordu. "Bozuk bu!" dedim çatılan kaşlarımla Emre'ye dönerken. "Başka birine binelim."

İnmek için hareketlenirken kolumdan tutup beni durdurdu. "O öyle çalışmaz, dur," dediğinde cebinden bir şey çıkarıyordu. O sırada Elif abla ve Sedef koşturarak yanımıza geldi. Sedef'in elinde poşet vardı. Geldiğim zaman böyle bir şey görmemiştim ya da aklım yerinde olmadığından farkına varmamıştım bilmiyordum ama şu an buna odaklanmayacaktım. Bir an önce babama gitmek istiyordum sadece. Yerimde tepinmeye başladım. Emre elindeki kimlik kartı okutup düğmelerden birine basınca bozuk olduğunu sandığım asansör sonunda çalışmıştı. Aptal şey! Normal çalışamıyor muydu?

Asansör sonunda durduğunda kapısı açılır açılmaz gitmek için hareketlendim. Emre asansörün içinde bıraktığı elimi tekrar tutup uzunca koridorda beni götürürken gergince etrafımı izliyordum. Beyaz ışıklar her yeri aydınlatıyordu. Telaşla koşuşturanlar, ağlayıp duran insanlar geçip duruyordu yanımdan. Yüreğimdeki yangını sakinleştirmeye çalıştım adım attığım her saniyede. Koridor az ileride ikiye ayrıldığında sağdakine döndük. Görüş alanıma kilitli bir kapı, önünde sandalyeler ve orada oturup telaşla bekleyen annemleri görünce elimi Emre'nin elinden çekip koşmaya başladım. Annem, abilerim, amcamlar, halam herkes buradaydı. Küçük kuzenlerimden dolayı Sadi amcamın eşi Yeşim yengem, Açelya'dan dolayı da Sibel abla evde kalmıştı sanırım. Babaannem ve dedeme de o anın telaşından haber verdiklerini sanmıyordum. Yaşlı olduklarından yüreklerine inerdi ikisinin de. Durumu stabilleşince haber verirlerdi.

"Anne!" dedim ağlayan sesimle yanına yaklaştığımda. Sesimi duyar duymaz ayaklandı. Diğer tüm bakışlar sesimi duyunca bize doğru döndü. Derin anne ve babasının yanına gidip sarılırken ben de ağladığını gördüğüm anneme koştum. Yanına vardığım an sıkıca sarıldım ona. Kolları belimi dolandığında birbirimize sarılıp öylece ağlıyorduk. "Anne... Babam..." derken devam edemedim. Hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. "Anne iyi mi?"

"Ağlama annem," dedi elleriyle saçlarımı okşarken. Oysa kendi de ağlıyordu. "İyi olacak, merak etme." Kollarını belimden ayırdığında elleri yüzümü avuçları arasına aldı. Parmak uçlarıyla yaşlarımı silerken ben de aynısını ona yaptım. "Güçlüdür baban. O yüzden ağlama." Titrek bir nefes çekti içine. "Seni ağlarken görürse kızacağını biliyorsun."

"Seni de öyle," dediğimde histerik bir gülümseme kaçtı dudaklarımdan. Saçlarımı son kez okşarken birkaç adım arkamda olan Emre'yi fark edince benden uzaklaşıp ona doğru hareketlendi çabucak. "Emre oğlum," dedi yanına vardığında elini tutarken. "Gökhan'ım içeride. Lütfen onu yalnız bırakma. Bizim kapıda beklediğimizi söyle ona." Her kelimesini söylediğinde daha da ağlıyordu annem. O ağladıkça ben de ağlıyordum. Annemin ağlaması buradaki herkesi ağlatmıştı.

Emre boştaki elini annemin çökmüş omzuna yaslarken gülümsemeye çalıştı. O an düşündüm, bu işi yaparken hep böyle etrafı çevrili insanlarla mı karşılaşıyordu? Zor değil miydi? Sakinliği nasıl koruyordu? Şu an olduğu gibi nasıl yapıyordu bunu? "Merak etme Zeliş teyze, gireceğim ben de içeriye şimdi." Nefesini bıraktığında annemin omzunun üzerindeki bakışları beni buldu. Sanki bunu bana tekrar hatırlatmak istiyor gibiydi. "Hikmet hoca var içeride. Oldukça iyi bir doktordur. Siz sadece metanetinizi koruyup dualarınızı eksik etmeyin ondan."

"Sağ ol oğlum," dedi annem Emre'nin yanağını okşarken. "İyi ki varsınız."

Emre annemi boş sandalyeye oturttuktan sonra hafifçe tebessüm edip içeri gitmek için hareketlenmeye başladı lakin bir şey hatırlamış gibi adımlarını tekrar durdurdu. Bana döndü. Daha sonra bakışları aşağıya, ayaklarıma doğru kaydı. Yorgunca solurken birkaç adım arkamızda dikilen Sedef'in yanına gidip elindeki poşeti aldı. Sonra tekrar bana yaklaştı. Önümde durunca anlam arayan gözlerle onu inceliyordum. Poşetin içindekileri çıkardı bakışlarıma cevap vermeyerek. Elindeki önü kapalı hastane terliğini görünce öylece bakakaldım. Dolan gözlerim daha da doldu. "Emre," diye fısıldadım. Terlikleri ayağımın dibine koyduğunda sadece onu izliyordum. "Giy şunu," dedi daha fazla bu şekilde gezmemi istemediğini belli eden sesiyle. Demek Sedef ve Elif ablayı ayağıma bir şeyler alması için göndermişti. Ben bu haldeyken kendimi düşünemediğim için bunu benim için o yapıyordu. Dediğini yapıp terlikleri ayağıma geçirdim. Son kez saçımı okşarken "babanla döneceğim buraya," dedi sadece benim duyabileceğim bir fısıltıyla. Sonra cevabımı beklemeden koşar adım yanımdan uzaklaştı.

Onun gidişini birkaç saniye izledikten sonra bedenimi soğuk duvara doğru çevirdim. Gözlerim yere çömelmiş bir dizini kendine çekerken diğerini ileri doğru uzatmış öylece boşluğu izleyen Giray abimi görünce dudaklarımı birbirine bastırarak yanına doğru ilerledim. Yamacına tünediğimde kızarmış gözleri beni buldu. Geldiğim andan beri ne tek kelime etmiş ne de hareketlenmişti. İkimiz de konuşmadık, başımı omzuna yasladım öylece. Elleri saçlarım arasına gittiğinde beni kendine daha da yasladı.

Elif abla ve Sedef annemin yanına oturdular. Annem Elif ablanın destek vermek için dizlerine yerleştirdiği elini tutup ona baktı yaşlı gözlerle. Derin de annesi Aynur yengeme sarılmış ağlamaya devam ediyordu. Sadi amcamla Ahmet amcam bir köşede kendi aralarında konuşuyordu. Serdar abimle halam da oturdukları sandalyede öylece bir haber gelsin diye bekliyordu.

"Nasıl oldu?" diye konuştum bir süre sonra çatallaşan sesimle. Kendim bile anlayamıyordum sesimden çıkanı. Ağlamaktan kısılmıştı.

"İşten eve gelmek için dükkandan çıkarken bir anda devrilmiş." Sesindeki güçsüz ton canımı yakmıştı. Giray abim kolay kolay bu hale gelmezdi. "Sadık amca haber verdi. Nasıl başka hastaneye gittik, sonra nasıl buraya geldik inan bana zerre anlamadım."

"İyi olacak ama," derken gözlerimi gözlerine değdirdim ümitle. "değil mi?"

Saçlarımı okşayıp öpücük bıraktı şakaklarıma. "Olacak tabii."

"İyileşirse senle hiç kavga etmem." Burnumu çektim gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken. "Söz."

"Babam tartışmamızı izlemeyi sever. Sakin olursak kesin sıkılır," dediğinde gülüyordu.

"O zaman her gün kavga ederim seninle. Yeter ki bana sarılsın yine."

"Gelecek, çıkacak şu kapının ardından," derken sanki buna kendini ikna etmek ister gibi söylemişti. "korkma abicim, tamam mı?"

Dudaklarımı birbirine geçirip hıçkırıklarımı susturmaya çalıştım. "Siz varsanız korkmam."

Saçlarıma tekrar öpücük bıraktıktan sonra beni kendine daha da yasladı. Uzun bir süre öyle kaldık. Zaman o kadar geçmiyordu ki aklımı kaçıracak gibi hissettim bir süre sonra. Ayağa kalkıp durdum. Kapının önünde dikildim. Biri gelsin diye bekledim. Biri çıksın, bana, bize bir açıklama yapsın diye bekledim ama Allah'ın tek bir kulu bile çıkmadı şu kapıdan. Derin gelip dikildiğim yerde kollarının arasına aldı beni. Derman kalmayan gözlerimden tekrar yaşlar aktı. İçeride sanki ben vardım. Ben yatmıştım o masaya da kalkamıyordum sanki. Çok yorulmuştum.

Bir süre daha bir haber gelsin diye bekledik. Elif ablayla Sedef herkes için içecek bir şeyler getirirken ben dikildiğim yerde kapıyı izliyordum. Kaç zaman geçti Emre'nin içeri girmesi üzerinden bilmiyordum, zaman algımı yitirmiştim. Tek istediğim bir an önce babamı bana getirmesiydi.

Soğuk koridorda kilitli kapıyı izlemeye devam ettim. Halam geldi bir ara, kendimi toparlamamı söyledi benden farksız bir halde olduğu halde. Sonra Serdar abim geldi yanıma. Saçlarımı okşayıp öpücük bırakmıştı şakaklarıma. Babama bir şey olmayacağını, korkmamam gerektiğini söyledi. Ne kadar inatçı bir adam olduğunu unutmam gerektiğini ekledi sonra. İnadımı ondan almıştım ben zaten. Babamın kızıydım. Gurur duyuyordum bundan.

Yorgunca kapıyı izlemeye devam ederken birden kilitli kapı orta yerinden ikiye doğru açılınca hızlıca ayağa attım kendimi. Görmek istediğim kişiyi gözlerim bulunca yüzüme yerleşen neşeyi gizlemeden gözümde biriken yaşları elimin tersiyle silip yanına doğru yaklaştım. Annemler de benimle birlikte hareketlenince üzerinde yeşil renkli hastane kıyafeti olan Emre'nin önünde dikildik.

"Gökhan'ım nasıl?" diye sordu hızlıca annem. Benim sanki o an dilim lâl kesilmişti, konuşmayı unutmuştum. "İyi mi o Emre oğlum? Bir şey de lütfen."

Emre yüzüne yerleşen gülümsemeyle herkesi inceledi. Sonra sanki konuşmak istediği kişide, bende durdu bakışları. Kafasını salladı önce. Herkes nefesini rahatlamış bir şekilde bırakırken o sadece bana bakıyordu. Bak tuttum sözümü diyordu gözleri. "Gayet iyi," dedi sonunda. Abimler, halam, annem herkes birbirine sarılırken Derin'in kolları yandan bir şekilde beni sarıyordu, ben ise dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamı susturmaya çalışıyordum. Bakışlarımda sadece minnet vardı.

"Görebilir miyiz peki kardeşim?" diye sordu Giray abim elini Emre'nin omzuna yasladığında.

Emre kafasını olumsuzca sallayınca bakışlarım kitlendi. "Şimdi yoğun bakıma aldık," dediğinde endişeye kapıldım. Ama iyi demişti? Ne yoğun bakımıydı bu şimdi? Herkes telaşa kapılırken Emre endişelenmemiz gerektiğine dair bir şeyler söyleyip devam etti: "Kontrol amaçlı orada, korkmayın," dediğinde nefesini bıraktım sakinleyerek. "Koroner damarı, yani kalbi besleyen damarlarından biri tıkanmıştı. Ameliyatta tıkanan damarı açmak için stent yerleştirdik. Tıkanıklık giderildi, kan akışı da normale döndü. Sadece dediğim gibi birkaç saat yoğun bakımda takip edeceğiz. Durumu normal seyretmeye devam ederse normal odaya alacağız. O zaman görebilirsiniz. Ama fazla kalabalık yapmadan."

"Merak etme oğlum. Kalabalık yapmayız. Sen bana Gökhan'ımı sağ salim getirdin ya geri," dedi annem Emre'nin elini iki elinin arasına aldığında. "umarım gönlündeki her şey nasip olur sana." Annemin son söylediklerinden sonra Emre'nin bakışları tekrar beni bulmuştu. Sadece kafasını salladı onaylamak ister gibi gözümün içine baktığında. Daha sonra birkaç bilgi daha verdikten sonra annemlerin yanından uzaklaşıp bana doğru yürüdü.

Herkes birbirine sarılıp şükür duaları ederken ameliyathanenin önünde uzaklaşmaya, Emre'nin beklemek için onları gönderdiği yere doğru hareketlenmeye başladılar. Derin, koridordan çıkmadan önce bana bakarken Emre'nin yanıma yaklaştığını görünce çenesiyle ileriyi işaret edip gideceğini söyledi. Onu kafamla onlaylamakla yetindim.

Boş koridorda Emre ve ben kaldık sadece, bana doğru yürümeye devam etti. Aramızda bir adımlık mesafe kaldığında durdu. "Naz..." dedi fısıltıyla, elimi tutmak ister gibi iki yanımda duran ellerime bakarken. Ne halde olduğumu anlamak için beni baştan aşağı süzdü. Gözleri tekrar gözlerimi bulunca devam etti: "İyi misin?"

"Çok korktum," dediğimde sesim fısıltıdan farksız çıkmıştı. "çok korktum Emre. Ya ona bir şey—"

Sözlerimi bitirmeme izin vermedi. "Şşş... Sakin ol," derken ellerini saçlarımın arasına götürdü. "Bir şey olmasına izin vermeyeceğimi söyledim sana. Kafanı kötü düşüncelerle meşgul etme."

"Onu bana geri getirdin."

"Söz verdi—" Lafını bitirmesine müsaade etmeden kollarımı boynuna doladım. Parmak uçlarımdan yükselirken çenemi omzuna yasladım. Bedeni kaskatı kesilirken saçlarımın arasına aldığı elleri boşlukta kalmış, lakin birkaç saniye sonra belimi sarmıştı. "Teşekkür ederim," diye yineledim sürekli. "Teşekkür ederim, teşekkür ederim..."

Ellerim boynunu daha sıkı sararken bu hastaneye geldiğim andan beri kendimi ilk kez bu denli güvende hissetmiştim. Bir anlığına her şeyi unutmuştum. Tüm korkumu, kafamın içinde beni yiyip bitiren düşünceleri, kalabalık içinde hissettiğim o yalnızlık hissini her şeyi unutmuştum. Köşeye kısılıp ağladığım saniyeleri kollarımı onun boynuna doladığım andan sonra unutmuştum. Unutmuştum bütün ağlamarımı. Güven kötüyü silip unuttururdu. Ona sarılmak güven duygusunu hissettiriyordu. Ona dört yıl sonra sarılmak ev gibi hissettiriyordu. Ev insanın güvende olduğu tek yerdi. Ev bazen insanlardı.

"Naz," dedi tok bir sesle. Derin nefes alışverişi alnımın üstünde dolaşırken bir şeyler söylemek istiyor ama devam edemiyor gibiydi. Ellerini sırtımda yavaşça gezdirdi. "Sen üzülürsen ben de üzülürüm. Sen mutlu olursan ben de olurum. Bana teşekkür etmek istiyorsan hep mutlu olmaya çalış, olur mu?"

Söyledikleri kalbimin bir köşesinde deli gibi yankılanırken bedenimin titremesine mani olamamıştım. Ne yapacağımı bilemediğimden kollarımı ondan ayırıp uzaklaşmaya çalışmıştım lakin mani olmuş, bana daha da sıkı sarılmıştı. İhtiyaçmış gibiydi sarılması. Özlem vardı. Bana neden sarılmadın geldiğimden beri, demişti birkaç gün önceki tartışmamızda. Şimdi ona dört yıl sonra ilk kez sarılınca benden uzaklaşmak, bu anı bitirmek istemiyordu.

"Biraz daha kalalım böyle," diye fısıldadı kulaklarıma doğru. "Lütfen..." Saçlarım dudakları arasına dolanırken daha fazla inat edemedim, gardımı indirdim. Boynuna doladığım elleri çekip beline sardım. Başımı göğsüne yaslarken sadece bu anda kalmak istiyordum. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Kokusu kafamı dağıtıyordu, unutturuyordu her şeyi. Ona sarılmak, beni kendime getiriyordu. Ona sarılmak aynı zamanda kendimi kaybetmemi sağlıyordu. Ona sarılmak çok fazla özlem içeriyordu. Çok özlemiştim.

Kollarım belini sıkı sıkı sarmaya devam ederken kafamın üstüne çenesini yerleştirdi. "Özlemişim," diye ağzının içinde bir şeyler mırıldanırken saçlarımın arasına öpücük bıraktı. İçimde tarifsiz bir kıpırtı hissettim. Bıraksalar sonsuza kadar böyle kalabilirdim belki ama arkamızda kalan ameliyat kapısının açılma sesini işitince istemsizce kollarımı çözüp ondan uzaklaşmak zorunda kaldım. İkimiz de aynı anda kapıya doğru döndük. Üzerinde Emre ile aynı renkte hastane kıyafeti olan İbrahim, kapıdan çıkar çıkmaz bakışlarını bize çevirdi. Gecenin bir vakti boş koridorda ikimizi tek görüdüğüne şaşırmış gibi duruyordu. Merakla yanımıza doğru yaklaşmaya başladı.

"Nazlı?" dedi kaşlarını kaldırarak. Adımları önümüzde son bulduğunda bakışları Emre ile aramızda gidip geliyordu. "Ziyarete mi geldin?"

"Gecenin bu vakti mi?" diye alayla karşılık verdim. Harelerim üzerimdeki gri, ayıcıklı pijamalarıma kaydı. Hem de bu halde diye devam etmek istedim ama sustum. Kendimi Elif ablalardan nasıl attığımı hatırlamıyordum bile.

"Naz'ın babasıydı," dedi Emre, İbrahim'in merakını gidermek istercesine. "Ameliyatına girdiğimiz."

"He, sen ondan benim yerime girmek istedin," diye ekledi İbrahim olayın arkasındaki nedeni çözmüş gibi. Ben ise onun söylediklerine anlamamış gözlerle bakıyordum. Beni aydınlatmak için açıklama yapmaya başladı: "Ben ameliyata girmeden önce ellerimi yıkıyordum. Sonra bir baktım Emre geldi telaşla yanıma, benim yerime ameliyata girmek istediğini söyledi. Ben tabii şaşırdım. Daha yeni gitmişti ne ara geri döndü diye düşünüyordum o sıra." Kısa çaplı gülümsedi. "Eğer istersem daha sonra onun gireceği ameliyatlardan birine girebileceğimi teklif edince daha da meraklanmaya başladım. Hiç onluk hareket değildi. Ki bu çocuk, bu tarz bir ameliyata ilk defa girmiyor, ne özelliği var merak ettim. Sonra şaşırsam da çok üstelemedim, kabul ettim," Elini emrenin omzuna koyup sarsakladı. "Bizimki pek bir şeyi istemez de kimseden." Emre'nin pek yardım isteyecek biri olmadığını elbette ki iyi biliyodum. Eskiden beri böyleydi. Kendi işini kendi görürdü hep. Bunu da pek konuşmazdı. Ki şu an bile İbrahim'in söylediklerine göz devirip duruyordu. Bu kadar uzun konuşup her datayı anlattığı için ona dalabilirdi her an.

İbrahim onun bezgin bakışlarını umursamayıp yüzündeki gülümsemeyi sildi. Yanıma doğru yaklaşınca bir elini destek vermek için omzuma yerleştirdiğinde ifadesi oldukça ciddiydi. Pek onluk değil gibiydi. "Çok geçmiş olsun bu arada," dedi tüm içtenliğiyle. Onu kafamla onayladım, kısa çaplı bir teşekkür ederken sesim oldukça yorgun çıkmıştı. Kafamda İbrahim'in dedikleri dönüp duruyordu. Ameliyatı yapacak doktorun oldukça iyi olduğunı bildiği halde benim için girmişti o ameliyata. Sırf aklım babamda daha fazla kalmasın diye.

"Ha bu arada," dedi İbrahim bakışalarını Emre'ye çevirirken. Elleri kıvırcık saçları arasına götürdüğüne bakışlarında bariz bir şaşkınlık vardı. "O hız neydi öyle?" Bana döndü gözlerini açarken. "Bu çocuk bir hız yapmış ama görmeliydin. Dans eder gibi dikiş atıyordu." Emre'nin sırtını sıvazladı keyifle. Gözlerimin içi güldü ona bakarken. Gülümsemem yüzüme de yansıyınca İbrahim'in açıklamasına sövmek yerine o da tebessüm etti ben güldüğüm için. Sen mutlu olursan ben de olurum. "Hikmet hoca bile bu kadarını beklemiyordu. O hızla, sıfır hata..." İki eliyle de Emre'nin omzunu kavrayıp salladı. "Müthiştin kardeşim."

Emre bir adım çekilerek kendini ondan uzaklaştırdı. "Çok yorgunum İbrahim, başka zamana kardeşim, hadi." Sesi yorgundu. Onu biraz daha dinlemek zorunda kalırsa dalacak gibi duruyordu.

"Harbi uykusuzluğunun kaçıncı saati bu, otuz sekiz falan mı? Son ameliyattan çıkıp eve gittin, bir baktım geri geldin."

"Otuz sekiz mi saat?!" diye yükseldim şaşkınlıkla. "Vampir misin sen!"

"Kont Drakula!" diye diye yanıtladı hemen İbrahim Emre'nin önünde dikilip ağzına yaklaştığında. "Bakayım sivri dişlerine."

"İbrahim," dedi Emre dişlerinin arasında sinirle solurken. "Siktir git kardeşim."

"Asıl sen gidiyorsun uyumaya," diye girdim araya, kararlı bir ses tonuyla. "Sizin asistan odanız falan var mı?" Emre'nin umurunda olmadığını bildiğimden İbrahim'e dönüp sordum. Kafasını sallayıp onayladı beni. "Üçüncü katta."

"Düş önüme," dedim çenemle ileriyi işaret ederken. "Birkaç saat uyu."

"Uykum yok," diye söylendi. Ama gözlerinden dökülen yorgunluk bunun aksini söylüyordu. Beni tek başıma bırakmak istemediğini biliyordum. Babam normal odaya alınana kadar kalmayı düşünüyordu ama bu halde kendisi kötü olacak belki de hastalanacaktı. Babamın ameliyatına o da girdiği, bunu benim için yaptığı için babamın en kısa zamanda gözlerini açacağına inanıyordum. Emre'nin dudaklarından onun iyi olduğunu duydum ya bu bana yeterdi. Gözyaşlarımı silmiş, gücümü geri almıştım. Korkumu içimde bir yere gizlemiştim. Artık ağlamayacaktım. Çünkü birkaç saate onu görecektim. Buna tüm kalbimle inanıyordum. O yüzden Emre gidip biraz dinlenmeliydi.

"Bok yok," diye bağırdım, kollarından tutup çekiştirirken. "Gözlerinden uyku akıyor. Hemen uyuyorsun."

"Naz..." dedi ama lafını böldüm. "Valla uyumaya gitmezsen kulaklarından çekip hastane koridorundan odaya kadar sürüklerim seni."

"Yalnız bu fikre bayıldım." dedi İbrahim biraz durakladıktan sonra kahkaha atarak. "Hayal ettim de müthiş olur, yapsana Nazlı."

"Kes zevzekliği İbrahim," diye çıkıştı Emre. Yorgun olduğunda birinin onunla uğraşmasından zerre haz etmezdi. Bir tek bana sesi çıkmıyordu bu konuda. "defol şuradan."

"Hay hay," diyerek uzaklaşmaya başladı İbrahim. Ancak birkaç adım sonra yeniden dönüp bana baktı. "Geçmiş olsun tekrardan. Birkaç saate yoğun bakımdan çıkar baban, merak etme. Odaya geçince ziyarete gelirim ben de."

Minnetle kafamı salladım. "Çok sağ ol."

İbrahim koridordan uzaklaştığında yine Emre ile baş başa kaldık. Beni o halde sokakta gördüğünde demek eve uyumaya gelmişti. Kaç saat çalıştığı halde sırf ben daha fazla korkmayayım diye İbrahim yerine ameliyata girmiş, bana söz verdiği için de hızlı yapmıştı ameliyatı. Şimdiyse uykusu olduğu halde gitmek istemiyordu. Benimle beklemek istiyordu. Onu tanıyordum. Küçükken de yapardı bunu. Dizim kanadığında, karnım ağrıdığında, suratıma top çarptığı için burnum kanadığında derse girmez; tüm o süre zarfında benimle revirde beklerdi. Oysa kaçırdığı dersleri hep önemli olanlardı. Yine de umurunda olmazdı. Beni beklemeye devam ederdi. İyi olduğuma emin olunca da sınıfıma bıraktıktan sonra dersine dönerdi. Önceliği ben olurdum hep.

İşaret parmağımı uyarıyla havaya kaldırıp salladım. "Uyumaya gidiyorsun ve tek bir itiraz istemiyorum." Sesim oldukça kararlıydı.

"Eğer sen de gelirsen yanıma, giderim," dediğinde öylece ona baktım. Sesi yorgun, bir o kadar da ciddiydi. Ben ne yapacaktım ki orada? Hem annemler beklerdi beni. Emre bunu hissetmiş gibi devam etti. "Giray'a yanımda olduğuna dair mesaj atarım, sorun olmaz."

"Emre ben..."

"Senin de dinlenmen gerekiyor," dediğinde iki elini omzumun üzerine yerleştirdi. Gözlerini gözlerime dikti. "Seni biliyorum ben, babanı görene kadar kapatmazsın gözlerini. Seni yorgun görmek istemeyeceğini bildiğin halde uyumayacaksın. En azından o uyanana kadar gözünü dinlendir benimle. Zaten kendine geldiği ilk an bana haber verecekler. Birlikte gideriz, olmaz mı?"

Ne kadar uyumak istemesem de söylediklerinde haklıydı. Babam beni yorgun görürse üzülürdü. "Peki," diye mırıldandım sonunda. Tavrı beni yumuşatmıştı. Bugün ona itiraz edecek halde değildim. Ne derse uyuyordum. Kabul etmeme sevindiğini belli eden sıcak gülümsemesiyle ellerimden tutup beni koridorda sürüklemeye başladı.

Sinir bozucu asansöre vardığımızda cebindeki kartı okutup üçüncü kata bastı. Asansör hareket ettiği süre zarfınca ikimiz de konuşmadık, oldukça yorgun duruyorduk. Hele o, dile kolay bile olmayan otuz sekiz saat boyunca ayaktaydı. Kesinlikle vampir olmalıydı. Ben kabul etmesem uyumamaya devam edecekti. Manyak mıydı neydi? Asansör durması gerektiği yerde durunca kapılar açılır açılmaz bir adım önümde, tutmayı bırakmadığı elimle yürümeye devam etti.

Asansörden inince üç farklı köşede üç sürgülü kapı girişi ile karşılaştım. Her biri farklı bir kliniğe açılıyordu. Camlı kapının ardından koşuşturan hemşireleri görüyordum. Hepsi bir telaş içindeydi. Zor bir sektördü sağlık. Benim gelebileceğim bir stres değildi kesinlikle. Bu sektörde olsaydım bir ayda bırakırdım gibi geliyordu. Gibisi ve bir ay kısmı fazlaydı. İlk haftaya topuklardım. Gözlerimi onlardan ayırıp önüme döndüm. Beyaz bir kapının önüne geldiğimizde Emre durdu, o durunca ben de adımları kestim. Strese girmiştim şimdiden. Kapıyı açıp içeri girmemi işaret etti. Buraya çalışanlar dışında birinin girip girmeyeceğini bilmiyordum ama sorgulama fırsatı bulamadım. Tereddüt ederek içeriye geçtim. Emre peşimden odaya girdiği gibi düğmelerden birine basıp her yeri aydınlattı.

Duvarları mavi renge boyanmış oda ile karşılaştım ilk önce. Ne büyüktü ne de küçük. Çalışanlar için dinlenme alanı olduğu belliydi. Duvar diplerinde birkaç masa ve bilgisayar vardı. Masanın üzerinde de dosyalar, kağıtlar, notlar, kalemler duruyordu. Masaların yanında da oturacak birkaç koltuk vardı. Küçük bir mutfak olan bölgede çay, kahve makineleri duruyordu. Vardiyalı çalışanlar için olmazsa olmazlardandı kesinlikle. Arka tarafta da başka bir kapı yer alıyordu. Büyük ihtimalle uyumak için oraya gidiyorlardı. Emre bırakmadığı elimle kapıyı kapatıp beni diğer kapıya doğru götürdü.

Diğer kapıyı açtığında karşılıklı ranzalı iki yatak gördüm. Küçük bir odaydı ama düzenliydi. Nöbet yorgunluğunda bu yatağa uzanmanın hissi çok başkadır eminim onlar için. Tereddütle içeriye geçtim. Neyse ki içeride kimse yoktu. Kapıyı arkamdan kapatır kapatmaz Emre beni boştaki yataklardan birine sürükledi. "Sen burada uyu biraz," dediğinde gözlerimi ondan kaçırdım. Ona uyup gelmiştim ama ya biri bir şey derse? Ona sorun çıksın istemiyordum. Emre tedirginliğimi fark etmiş olmalı ki "Kimse sorun etmeyecek," diye söylendi. Beni bu kadar iyi tanıyor olmasına şaşırıyordum hâlâ. Ne düşündüğümü bile konuşmadan anlayabiliyordu. Oysa dört sene geçince bazı şeyleri unutmuştur diye düşünüyordum.

"Sen de uyu ama," dedim yatağa otururken. Karşımdaki yatağa geçti. "Eğer uyumazsan gebertirim seni," dediğimde küçük bir kahkaha attı. Yapacağımı biliyordu. "Sen kafanı koyduktan hemen sonra uyuyacağım, söz," diyerek beni ikna etmeye çalıştı.

Ayağımdaki terliği çıkarıp dediğini yaptım. Yatağa uzanana kadar bakışlarını üzerimden çekmedi. Sonra o da benim gibi yatağa uzandı. Telefonunu cebinden çıkarıp birkaç mesaj attıktan sonra, ki abime yazdığını düşünüyordum, bakışlarını bana çevirdi tekrar.

"Uyu," diye fısıldadı. Gözlerim dediklerine itaat eder gibi kısılmaya başladı. Sabah erken uyanmıştım, günün yorgunluğu bedenimi esir almıştı. Şimdiyse gece yarısını geçiyordu saat. Normalde evde olsaydım çoktan uyumuş olurdum. Bedenim çabuk yorulurdu. Adım gibi nazlıydı o da. Ama bugün babamın durumu her şeyi alt üst etmişti. Uyku aklımın ucundan dolanan son şey bile değildi. Kafam allak bullak olmuştu son birkaç saattir, hiçbir şeyi anlayamamıştım. Eğer Emre beni buraya getirmeseydi kimseyi dinlemez, sabaha kadar babamı beklerdim o soğuk koridorda. Babam gözünü açana kadar gözümü dahi kırpmaz, ondan haber gelene kadar öylece beklerdim. Annem de abilerim de beni eve göndermek isterlerdi ama dinlemezdim onları. İnatçıydım ben. Bunu yapacağımı bildiğinden beni getirmişti buraya. Eğer bedenim zayıf düşerse çabuk hastalanacağımı biliyordu.

Gözlerim ne zaman tamamen kapandı, hangi ara uykuya daldım bilmiyorum ama derinlerde bir yerde birinin adımı seslendiğini işitiyordum. "Naz, hadi güzelim. Uyan," diyor gibiydi ses. Anlamsız mırıltılar çıkarıyordum. Saçlarımın üzerinde gezinen eli hissettim. Onu iki avucumun arasına alıp sıkarken yanağımla yastığın arasına götürüyordum. Bana ait olmayan eli yanağıma yaslarken gülümsüyor gibiydim. Diğer yanağımı okşayan başka bir el hissettim sonra. Ardından eli saçlarımın arasına gitti. Birkaç tutam saçı kulaklarımın arasına sıkıştırıyordu. Gözlerimi açmak istiyordum ama hareketleri o kadar huzur veriyordu ki uyanmayı reddediyordum. "Daha fazla uyumanı ben de istiyorum ama seni biraz daha geç uyandırırsam ağzıma fena sıçarsın, Naz. Hadi uyan."

"Hı hı..." dedim uykulu bir sesle.

"Baban uyandı güzelim, seni bekliyor. Hadi kalk."

Duyduğum kelimelerle gözlerim birden açıldı. Sersemlemiş bir halde aramızda bir karış mesafe olan Emre'ye bakınca kalbimin deli gibi attığını hissettim. Beni uyandırmak için yatağın yanına diz çökmüştü, elleri saçlarımın arasına geçirerek bana sesleniyordu öylece. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp açarken yerimden doğruldum yavaşça. "Babam..." diye mırıldandım kafamın yerine gelmesini beklerken. "Uyandı mı gerçekten?" Ellerimle gözlerimi ovalayıp ayağa kalktım çabucak.

"Birkaç saat oldu normal odaya alalı." Gözlerimin üzerinde gezinen ellerim donunca şaşkın bir şekilde ona baktım. "Birkaç saat mi? Saat kaç ki şu an?"

"Sabahın yedisi."

"Ben kaç saat uyudum?!" diye yükseldim sinirle solurken. "Hani uyandıracaktın?"

"Çok güzel uyuyordun, kaldırmak istemedim," dedi iç çeker gibi. Sesi öyle yumuşaktı ki istemsizce gözlerimi kaçırdım. Berbat bir haldeydim, kendimi görmeden de biliyordum bunu. Böyle dememeliydi, içimde kıpırtıların olmasına sebep olmamalıydı. "Hem baban da seni kaldırmamı söyledi. Kötü bir halde olduğunu biliyor."

"Yine de kaldırmalıydın," dedim ona kızgın bir bakış atarak.

"Bana kalsa biraz daha kaldırmazdım ama söveceğini biliyorum."

"Söverim tabii," dedim ayağıma terlikleri geçirirken Ardından kapıya yürüdüm. Kapı kolunu tutarak ona döndüm. "Beni babama götür." Kafasını salladı. Yanıma doğru yürüdüğünde kapıyı açtım. Tam ilerlemek için hareket ediyordum ki gördüğüm yüzlerle öylece kalakaldım. İbrahim, Levent ve Selim üzerindeki beyaz önlüklerle tam karşımdaydılar. Ellerinde kahve kupaları vardı. Koltuklarda oturmuş dosya inceliyorlardı. Kapının açılmasıyla üçünün de gözleri beni bulmuştu.

"Uyuyan güzel uyanmış," dedi İbrahim, alaycı bir şekilde. Elindeki kalemi parmakları etrafında döndürüyordu. Gerçekten utançtan yere çöküp ağlayabilirdim ama buna zamanım yoktu. Bunu daha sonra yapmayı planlıyordum.

"Daha çok Külkesi gibi şu an." Levent bakışlarını bilgisayardan çekip beni baştan aşağı süzdü. Üzerimde ayıcıklı pijamalarım, ayaklarımdaki hastane terliği, Emre'nin üzerime giydirdiği ceketi, bonus olarak da birbirine girmiş dağınık saçlarım ve şiştiğine emin olduğum gözlerimle inanılmaz korkunç göründüğümü tahmin edebiliyordum.

"Kibritçi kız da olabilir." Selim'in söylediğiyle diğer ikisi gülmeye başladı.

"Utanmak için fazla yanlış zamandayız, o yüzden lütfen susun ve görmezden gelin," dedim yalvarır tonla. Acelem olmasa kendimi camdan atardım. Önceliğim babamdı. Babamın iyi olduğunu gördükten sonra utanmaya devam edecektim.

Emre söylediklerime gülerken alev saçan gözlerimi ona çevirdiğimde gülüşü boğazında kaldı. Dudaklarını birbirine bastırıp, bir adım geri atarken çenesiyle ileriyi işaret etti. Diğerlerine bakmadan koşar adım odadan çıktım. Arkamdan Levent'in "Bu herifi tanıdığım günden beri ilk defa onu tek bir bakışıyla korkutan birini görüyorum," dediğini duyar gibi oldum. Emre ve benden bahsediyordu olmalıydı. Bu, yüzümde tebessüm oluşturdu istemsizce. Elimle saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken Emre'nin gelmesini bekledim.

Odadan çıktığı gibi "Nerede?" diye sordum hemen. "Bu katta," dedi kapıyı kapatırken. "Tam karşımızdaki klinik."

Adımlarımı dediği yere çevirdim. Kapının önüne gelince açılmasını bekledim ama açılmadı. Kafamı her iki yana çevirirken duvarın üstünde şifreli yeri görünce saçımı yolmak istedim. Olması gerekenin bu olduğunu bilsem de acele ettiğimi için her yere bir kartla veya şifreyle girmek sinirlerimi bozuyordu.

Emre asansör için kullandığı kartı şifreli yerin üzerine okuttu sabırsızlığımı fark edince. Kapı açıldığı gibi ona dönmeden ilerledim. Arkamdan "Üç yüz on yedi numaralı odada," dediğinde hızlıca o kapıyı aramaya başladım. Kapının önüne gelince durdum. Elim kapının üzerinde titrerken nefes alıp vermeye, kendimi hazırlamaya çalıştım. Gözümde biriken yaşları silip gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. Babam beni ağlarken görmemeliydi. Birkaç kez daha nefes egzersizi yaptım. Hazır olduğumu hissettiğim an kapı kolunu aşağıya doğru çektim.

Kapıyı açtığım gibi o tanıdık koku sardı her yanımı. İnsan kokusunu da kendiyle götürürdü, hastanede olsa bile. Sonra babama değdi gözlerim. Annem ve abilerimle gülüşüyordu. Kapıyı sesiyle hepsinin bakışları beni buldu. "Baba..." dedim daha şimdiden çatallaşan sesimle. Yüzüne yerleştirdiği tebessümle "Nazlım," dediği an, kapıyı bıraktığım gibi yanına koştum ve yatağına oturup kollarımı boynuna doladım. "Çok korkuttun beni. Çok ama çok korkuttun. Bu sana yakışmadı Gökhan bey," diye söylendim ağlamaklı bir tonla. "Yapma bir daha sakın bunu."

Elleriyle saçlarımı okşadı. "Güzel kızım, ağlama." Kollarımı ondan ayırdığımda yavaşça uzaklaştım. Yüzümü avuçları arasına aldı, gözlerimde biriken yaşları silerken yüzüne sıcak bir tebessüm yerleştirdi. "Bak buradayım, bir yere gitmiyorum. Kalbim biraz heyecan istemiş işte. Ne yapalım?"

"Baba!" diye söylendim sitemle. "Ne heyecanı ya, delirtme beni." Anneme döndüm çatık kaşlarla. "Anne bir şey söyler misin kocana?"

Annem ümitsizce kafasını iki yana salladı. "Baban işte kızım." Atsak atılmaz satsak satılmaz der gibi söylemişti. "O da böyle bir model."

"Adam için heyecan her şey," diye dalga geçer gibi konuştu Giray abim koltukta yayılırken. Eski gamsızlığına geri dönmüştü.

"Biraz daha heyecan derse bizim küçük velet dalacak ona ama." Serdar abimin söylediklerine kaşlarımı çattım. "Sensin küçük velet. Kaç yaşına geldim hâlâ velet diyorsun bana."

"Veletsin çünkü."

"Abimle aynı fikirdeyim."

"Ya baba bir şey söyle şunlara," diye söylendim mızmızlanarak babama döndüğümde.

"İşte özlediğim ortam!" dedi babam yatağa kendini daha da yaslayıp sırıtmaya devam ederken. "Bayılıyorum şu halinize." Babamın söylediklerine annem ümitsizce gülerken ben de gülmeden edemedim. Ben de özlemiştim. "Ama kızımla uğraşmayın, bozuşuruz," diye devam etmesiyle keyfim iyice yerine gelmişti.

"Yine pabucumuz dama atıldı, mükemmel," diye söylendi Giray abim, ona dönüp dilimi çıkardım.

"Hiç sekmez."

"Ağlamaya devam edin."

Kapının kapanma sesini işitince hepimizin bakışları oraya döndü. Emre ellerini önlüğünün cebine koymuş gülümseyerek bizi izliyordu. Üzerindeki beyaz önlüğü daha şimdi fark ediyordum. Öğrenciliğinin ilk yıllarında birkaç kez önlükle fotoğrafını görmüştüm. Onun dışında hep günlük kıyafetlerle görüyordum. İlk defa kanlı canlı karşımda önlüğüyle duruyordu. Ona gerçekten çok yakışıyordu. Çocukluğumuzda doktor olma hayali kuran Emre yoktu şimdi karşımda, o hayalini gerçekleştirmiş doktor bir Emre vardı.

"Neşeniz daim olsun," dedi bize doğru yaklaşırken. "Nasılsın Gökhan amca?"

"Gayet iyiyim oğlum." Gözlerini gülümseyerek Emre'ye dikerken iki yanıma düşen saçlarımı elleri arasına aldı. Beni sakinleştirmek istediğinde hep saçlarımla oynardı. "Sayenizde."

"İşimiz bu."

"Benim kız uğraştırmadı inşallah seni?" dediğinde kaşlarımı çatmıştım. Ben ne alakaydım ama şimdi!

"Yani..." dedi Emre gülmemek için kendini zor tutarken. "Her zamanki Naz işte."

"Yani uğraştırdı." Elimde bir şey olsaydı şu an Giray abimin kafasına fırlatabilirdim.

"Kes be!" dedim bezgince.

"Yalan mı? Emre seni bir yerde uyutacağını söylediğinde topluca dua ettik ona. Yoksa hepimizin beynini yiyecektin. Az kafa dinledik."

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Normalde olsa onun söylediklerine alınmazdım, hep böyleydik birbirimize karşı ama dün gece yaşadıklarımdan sonra sözleri beni istemsizce üzmüştü. Kendimde değildim ki. Babamdı o. Konu sevdiklerim olunca ne yaptığımı bilmiyordum ben.

Giray abim üzüldüğümü fark etmiş olmalı ki hemen yerinden ayaklanıp yanıma yaklaştı. "Şaka yaptım, Nazlı," dedi saçlarımı karıştırırken. Ellerini üstümden uzaklaştırdım. "Üzül diye demedim. Özür dilerim." Kafamı salladım sadece. Duygusallığıma verdiğimden onu affediyordum.

"Uğraşmayın kızımla," dedi babam, üzülmeme dayanamazdı. "Uğraştırıyorsa uğraştırsın. Abileri değil misiniz? Tabii ki uğraşacaksınız."

"Di'mi babacım," dedim kollarımı beline sarıp başımı göğsüne yasladığımda. "Uğraşsınlar. İşleri ne?"

"Öyle tabii... Bir tane kız kardeşleri var."

"Bir ikincisini düşünemiyorum," diye mırıldandı Serdar abim. Kafamı kaldırıp ona sert bakışlarla bakmaya başladığımda tekrar aynı şeyleri yaşamamak için dudaklarına sahte bir fermuar çekip yerine tünedi tekrar. Hepsine korku saldığım için keyfim yerine gelmişti.

Emre; babamı muayene ettikten sonra iki gece daha burada kalacağını, daha sonra durumu iyiye seyretmeye devam ederse taburcu olacağını söyledi. Hayat düzeni eskiye nazaran biraz değişecekti. Sürekli kan sulandırıcı kullanacağını, en az altı ayda bir de kardiyolojiye muayene olması gerektiğini belirtti ilk olarak. Ağır egzersizler yapması kesinlikle yasaktı. Yağ ve tuzdan olabildiğince uzak duracak, en azından azaltacaktı. Babam tüm bu süreci dinlediğinde mırın kırın etmeye başladı lakin annemin çatık kaşlarıyla karşılaşınca çenesini kapattı.

Babam düşerken kafasını da yere sert çarptığından dikiş atılıp pansuman yapılmış ameliyat sırasında. Bunu duyar duymaz daha sıkı sarılsım babama. Neyseki çekilen görüntülerde beyninde bir sorun görüntülenmemiş. Sadece bir süre pansuman yapılması gerektiğini ekledi Emre. Bunun için hastaneye gelmesine gerek olmadığını, kendisinin bize gelip yapacağını söyledi. Annem ona içten bir şekilde teşekkür edip durdu. Giray abim de "aramızdan birinin doktor olmasının bir gün işe yarayacağını biliyordum," diyerek konuyu dalgaya vurdu. Tam bir aptaldı.

Bir süre kendi aramızda konuştuk. Babam olayı nasıl yaşadığını anlattığında kalbim sıkıştı tekrar. Kolunda uyuşukluk hissetmiş, kalbinin olduğu taraf sıkışınca da bir anda yere atmış kendini. Allahtan etraftaki esnaf tanıdıklar erken fark edip ambulansı aramıştı. Geç kalsaydık ne olurdu düşünmek bile istemiyordum. Önce iş yerine yakın küçük bir hastaneye götürülmüş, ondan sonra da stent işlemi için bu hastaneye transfer edilmişti. Şimdi neyse ki karşımdaydı, gülüyordu. Ona sarılabiliyordum. Başka bir şey istemiyordum.

Babam normal odaya alındığında halamlar onu gördükten sonra eve gitmek zorunda kalmışlardı. Doktorlar fazla kalabalık olmasını istemiyordu. Şimdi de beni eve göndermeye çalışıyorlardı. Ne kadar gitmek istemesem de anne ve babamın zoruyla Emre ile odadan postalanmıştım. Burada olmama gerek olmadığını, eve gidip duş almamı ve kendime gelmemi söylemişlerdi. Gitmeyi reddettiğimde abilerim tipimle dalga geçip durdular. Mağara kaçkınına benziyormuşum onlara göre. Normalde olsa söverdim ama haksız olmadıklarından sesimi çıkarmamıştım.

Odadan çıkmadan önce Giray abime dönüp "Elif ablayla olan ilişkini söylerken adama tekrar kalp krizi geçirtmeden yap şunu," dediğimde gözlerini faltaşı gibi açıp yerinden ayaklanmıştı. Bana mağara kaçkını demeyecekti. Haklı olsa bile. "Nazlı," dedi dişleri arasından. "Bittin sen!"

"Elif mi, hangi Elif?" dedi annem heyecanla. "Şu bizim sokakta olan kız mı?" Kapıyı tutmuş ona kafamı salladığımda abimin her an beni peşleme ihtimaline karşı tetikte bekliyordum. "Ay oğlum ilk defa bir işe yarayıp bana güzel gelin bulmuş!" Annemin neşesi odayı kaplayınca babam da Elif ablayı sevdiğine; iyi, kendi halinde biri olduğuna dair bir şeyler söylüyordu.

"Anne hastanede çıkınca istemeye gidelim mi?" dedim neşeyle.

"Nazlı defol git şuradan!"

"Ay valla uyar bana."

"Anne!" Abimin uyarı dolu sesiyle kendimi odadan attım.

Hemşirelerin tedavi yapmak için koşturduğu koridorda onlara gülümseyip kolay gelsin dileklerimi ilettim. Sakin adımlarla ilerlerken Emre'nin de gülümseme sesini arkamdan işitiyordum. Normalde bugün çalışmayacakmış. Dün benimle gelince hâlâ hastanede kalmaya devam etmişti. Gün içinde İbrahim ve başhekimleri ilgilenecekmiş babamla. Emre de yarın gelecekmiş. Şimdi de birlikte eve doğru gidiyorduk. Ben eve gidip kendime çeki düzen verdikten sonra geri gelecektim. İşe gideceğimi sanmıyordum. Ki zaten geç kalmıştım. Saat dokuza geliyordu. Eve gidince arayıp izin alırdım. Sorun edeceklerini düşünmüyordum. Patronum konu sağlık olunca, bize oldukça yardımcı oluyordu. Zaten birkaç güne gideceğimiz Uludağ projesi vardı. Gerçi babam daha eve gelmemişken nasıl giderdim bilmiyorum ama sonrasını sonra düşünecektim. Önceliğim bugünümdü.

Hastaneden çıktığımızda soğuk direkt olarak suratıma çarpmıştı. Üzerimde ceketi önümde birleştirip sıkı sıkı sardım. Sabahın bu saatleri her zaman çok soğuk oluyordu. Emre önüme geldiği gibi "Arabayı yerinden çıkarıp hemen geliyorum," diyerek uzaklaştı yanımdan. Ellerimi birbirine bastırıp gelmesini bekledim. Bir an önce eve gidip sıcak suyun altına bırakmak istiyordum kendimi.

Yerimde gidip gelirken "Nazlı?" diye bir ses işittim. Tanıdıktı. Duymak isteyeceğim bir ses de değildi. Kafamı yavaşça kaldırıp bana seslenen sese döndüm. Oydu. Melih.

"Melih?" dedim kaşlarımı havaya kaldırarak. Yüzüm donuktu. Sahte de olsa tebessüm edecek halim yoktu. Eski komşumuzdu Melih. İki sene önce aynı sokakta kalıyorduk. Sonra iyi bir şirkette iş bulup, işleri de ilerletince ailesiyle birlikte sokaktan taşınmış, daha zengin bir semte yerleşmişlerdi. Onu görmeyeli bayağı oluyordu. Benden hoşlanıyordu çocukluğumuzdan beri. Emre'nin gidişiyle de az yaklaşmaya çalışmamıştı bana ama yüz vermemiştim. Fazla yılışıktı. Hiç tam anlamıyla açılmamıştı ama hareketleri her zaman kendisini ele veriyordu.

"Ay Nazlı, nasılsın güzel kızım?" dedi hemen yanındaki annesi Meral abla. "Ne kadar büyümüşsün," dediğinde ellerimden tuttu. "daha da güzelleşmişsin iki yılda." Bir an kendimi gösterip ben mi demek istedim. Şu tipimle bunu demiş olamazdı. Bok gibi bir haldeydim.

"İyi olmaya çalışıyorum, sen nasılsın Meral abla?"

"İyiyim kuzum, ne olsun. Rutin kontroller işte."

"Ne işin var burada?" diye sordu merakla araya giren Melih. "Hasta mısın?" Önümde durduğunda istemsizce bir adım geri attım.

"Babam ameliyat oldu," diye mırıldandım.

"Babanın neyi var? İyidir inşallah?"

"Gökhan ameliyat mı oldu?" Meral abla şaşkın bakışlarını üzerime dikmişti. Emre'nin bir an önce gelmesini dileyerek cevapladım onları. "Dün akşam kalp krizi geçirdi, sonra ameliyata aldılar işte. Şimdi iyi çok şükür. İki güne çıkabilirmiş."

"Ay çok şükür," dedi Meral abla rahatlamış sesiyle. "Rabbim korumuş." Ellerini omzuna koydu destek vermek için. "Sen iyi misin kızım? Solgun duruyorsun."

"İyiyim Meral abla, sağ ol. Yorgunum sadece. Eve gidecektim şimdi."

"Tek mi gidiyorsun? Benim oğlan bıraksın seni istersen," dediğinde hızlıca kafamı iki yana salladım. Aman eksik kalsın. Yol boyunca bana yürüyecekti bu çocuk. Gerçi başka birine aşık olmuş da olabilirdi, orasını bilemeyecektim. İlgilenmiyordum da. "Tek değilim, Emre var. Nermin teyzenin oğlu. Onunla döneceğim, çok sağ olun yine de."

"O çocuk döndü mü geri?" diye sordu Melih merakla. Başımla onaylamakla yetindim.

"Ben annenleri de bir ziyaret edeyim o zaman hazır gelmişken," dedi ellerimi son kez sıkarken. "Kaç gündür de aklımda sen vardın," diye devam ettiğinde kaşlarım çatılmıştı. Ben ne alakaydım? İki yıl içinde birden nereden düşmüştüm zihnine? "Hayırlı bir iş için." Dedikleri zihnimde yankılanınca ima ettiğini anlamam uzun sürmemişti, adımlarım istemsizce gerilerken ellerimi cebime attım. Hiç sırası değildi Meral ablacım. Hem de hiç değildi.

Korna sesi işitince hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyordum. Sonunda gelebilmişti. "Ben gideyim artık," dedim arabayı işaret ederken. Emre'nin bakışları üzerimdeydi. "Geçmiş olsun sana da Meral abla."

"Sağ ol güzel kızım, kendine iyi bak. Konuşalım yine." Ellerini omzuna iki kez vurduktan sonra ona seslenen eşi Rüstem abiye doğru ilerlemeye başladı. Melih'le ikimiz ayakta dikilince burada daha fazla dikilmenin anlamsız olduğuna karar verdim. "E hoşça kal," dedim hareketlenmeye başlarken. "Kendine iyi bak Melih."

"Nazlı," dedi kolumdan yavaşça tuttuğunda. Ona döndüm tekrar. "Seni uzun zaman sonra kısa da olsa yüz yüze görmek güzeldi." Gülümsedi kolumu bırakırken. Bense bir adım gerilemiştim. "Sosyal medyada az çok görüyordum ama yüz yüze bir başka. Bir gün müsaitsen konuşalım mı?"

"Ne konuşacağız?" dedim anlamayarak. Onunla pek vakit geçirmezdim ki ben. Çocukluğumdan beri her adımım Emre'nin yanında atmıştı benim. İlk okulda onunla aynı sınıftaydık, yan yana oturuyorduk ama sonra ikinci sınıfta farklı sıralara geçtik. Liselerimiz farklıydı. Sokakta oyun oynarken bile o sadece erkeklerle oynarken ben Derin ve Emre'yle oynardım. Benimle uzun uzun konuşmak için çabaladığı dönem üniversiteye başladığım ilk yıldı. Anlamış ama pas vermemiştim. Sokakta herkesle nasıl konuşuyorsam onunla da öyle konuşuyordum. Zaten Emre gidince de okul değiştirip şehirden gitmiştim, sadece yazları görebiliyordum. İki yıl sonra da onlar gitmişti. Dediği gibi sadece sosyal medyada birbirimizi görüyorduk, bu kadardı.

"Eskileri konuşuruz."

"Meşgulüm maalesef. Babamın durumu malum, işlerim de oldukça yoğun. Pek vaktim olacağını sanmıyorum," diye geçiştirdim onu. Yalan da değildi dediklerim. Nefes alacak vaktim yoktu.

"Anladım," diye mırıldandığında başka bir sesin adımı seslendiğini işittim.

"Naz!" Arkamı döndüm. Emre camdan başını dışarı çıkarırken direksiyonu sıkı sıkı tutmuş bana bakıyordu. "Gelmiyor musun?"

"Geliyorum," diye seslendim. Melih'e döndüm tekrar. "Ben gideyim artık."

"Peki, hoşça kal, müsait olursan görüşelim ama mutlaka." Kafamı belli belirsiz salladım hızlıca. "Annemin de annenle konuşmak istediği şeyler seni rahatsız ederse kafana takma olur mu?" dediğinde beni öylece geride bırakıp ilerlemeye başladı. Şu an şuraya çöküp ağlamamam için bana tek bir sebep söylemeliydi biri. Olmazdı ama. Hiç sırası değildi.

"Naz!" diye seslendi Emre tekrar. Burnumdan soluyarak arabaya doğru ilerledim. Boş koltuğa kendimi bıraktığımda donuk bakışlarla önüme bakıyordum. Emre arabayı çalıştırıp hareket ettiği süre zarfınca bakışlarını üzerimde gezdirdi.

"Kimdi onlar?" diye sordu merakla.

"Eski komşumuz, Melih'le annesi Meral Abla," diye mırıldandım ona bakmayarak. Meral ablanın dedikleri kafamın içinde dönüp dururken saçımı başımı yolmak istedim. İnşallah abimin yanında saçma sapan konuyu açmazdı. Bin sene alay konusu olurdum.

"Şu meymenetsiz Melih miydi o?"

"Ben de pek sevmem çocuğu da," dedim ona hayretle dönerken. "ne diye meymenetsiz diyorsun çocuğa? Ne yaptı sana?"

"Bir şey yapmasına gerek yok, hoşlandığım birisi değil," derken bana döndü. "Ne diyordu sana gitmeden. Annesi gidince ne konuştunuz?"

"Benimle görüşmek istiyormuş," dedim mırıltıyla. Kaşları çatıldı. "O niyeymiş?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Emre," dedim ağlamaklı tonla. İçimde biriken patlamayı dışarı vurmak üzereydim. "Galiba bana görücü geliyor ya."

Emre şaşkın bir şekilde bana bakarken dudakları arasından çıkan tek kelime "Ne?" olmuştu. Bence de, ne?

BÖLÜM SONU...

***

Ne demek görücü geliyo????

Bölümü nasıl buldunuz? Emre ve Nazlı'nın arası giderek daha mı yakınlaşıyo ne? Emre bu görücü muhabbetine nasıl tepki verecek?

Peki Gökhan bey amcamın heyecan merakı? Nazlı'nın yüreğine indirecek.

Gökhan amcamın Nazlı'ya olan düşkünlüğüne her seferinde çok ayrı bir düşüyorum.

Bakalım sonra ne olacak? Daha Uludağ projemiz ve ona katılacak Arda ve bir adet Canerimiz var.

Yeni bölümde görüşelim yine.

Esen kalın..

Bölüm : 06.01.2025 16:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...