21. Bölüm

15. Bölüm - Part 1

Esmacayım
esmacayim

Selam selam selammm...

Ben geldim.

Biraz geç geldim biliyorum ama diğer kitabıma bölüm atmam gerekiyordu ve artı olarak bu ara bitmek bilmeyen misafir furyası ile cebelleşip duruyordum.

Bölüm de uzadığından ve sizi daha fazla bekletmek istemediğimden Nazlı ve Emre'nin olduğu part 1i atmak istedim. Bu bölüm sadece ikisi var.

Ben keyif aldım. Nazlı bacım bir çıtır süründürecek gibi ama yapacak bir şey yok. Kız evi Naz evi derler. Emre de kendisine Naz demeyi pek bir sever. Naz diyecekse çekecek de nazını...

Hadi keyifli okumalar efenimler. Yorumlarını bekliyorummm...

15. BÖLÜM - PART 1

Birini sevmek karşılık beklemeden yapılan bir eylemdi. Severdin işte. Güzel severdin. Özel severdin. En çok onu severdin. Severdin işte, çok severdin. Çok seviyordum.

Onu yirmi üç yıldır tanıyor, beş yıla yakındır da seviyordum. Her hareketini ezbere bilirdim. Dudağının kenarının kıvrılışından tut, yüzünü astığı surattan, kaşlarının çatılmasından, her mimiğinden neyi nasıl hissettiğini anlardım ben onun.

Aşkın tanımını yapmamı isteseler ezbere bilmek derdim bu yüzden. Aşk karşındakini ezbere bilmekti. Ona bakmaktı aşk. O gülünce gülmek, o üzülünce üzülmek, o ağlayınca ağlamaktı. Aşk benim için sadece oydu. Ama aşk bile affedemezdi hemen öyle. Ben onu affedemedim. Ben ona hâlâ paramparçaydım. Kin tutan biri olmamıştım hiç ama konu onun beni bırakması olunca affetmek denen eylem öyle kolay uğrayamıyordu bana.

Ben onu çok seviyordum ama ona artık güvenmiyordum.

Şimdi bir yağmurun altında sırılsıklam olurken ikimiz, elleri yüzümü kavramış bir şekilde öpüyordu beni. Böyle bir anın hayalini bile kuramamıştım. Ki o kadar imkansızdı benim için onun beni sevmesi. Hep sadece ben sevecekmişim gibi hissediyordum. Evet, farkındaydım son zamanlarda bana olan hareketlerinin, bakışlarının, tavırlarının, imalı sözlerinin… Her birinin farkındaydım. Çünkü tanıyordum onu. Biliyordum, bir şeyi nasıl hissederse altı kapalı yapmazdı bunu. Seviyorsa bunu belli eder, gösterirdi. Küçük numaralarla uğraşmazdı. Düz adamdı. Ama yine de inanmak istememiştim. Çünkü inanırsam kendimi kaybederdim. Çünkü inanırsam yine kırılırdım. Çünkü inanırsam ona yenilirdim. O benim en güzel yenilgimdi, bilirdim.

Dudakları dudaklarımın üzerinde gezinirken ona karşılık vermedim. Şoka girmiştim. Ne kadar zamandır böyle dikiliyoruz, beni ne kadar zamanıdır öpüyordu farkında bile değildim. Zaman algımı yitirmiştim.

Kendime geldiğim ilk an ellerimi göğsünün üzerine koyup onu kendimden ittirerek uzaklaştırdım. “Sen…” dedim gözlerimi açıp ona bakarken. Sesim şok içindeydi. Onunsa gözlerinin içi gülüyordu. “Sen bunu nasıl yaparsın?”

“İstersen tekrar gösterebilirim,” dedi arsızca sırıtırken. “Hiç pişman değilim.”

Hayretle ona baktım. “Dalga mı geçiyorsun?”

“Hayır,” dediğinde bana doğru bir adım atarak yaklaştı ama hemen gerileyip ondan tekrar uzaklaştım. “Seni seviyorum ben. Sen de beni seviyorsun. Biliyorum.”

“Saçmalamayı kes!” diye yükseldim. Şiddetle bastıran yağmur sonunda yavaş yavaş dinmeye başlıyordu. Ellerimle yüzüme yapışan saçları uzaklaştırdım ve ona öfkeyle baktım. “Senin beni sevdiğin falan yok. Kendine başka eğlence ara.” Gözlerimin yandığını hissettim. Sesim giderek kısıldı. “Bu yaptığın doğru değildi.”

“Bu yaptım belki de en doğru şeydi,” dediğinde tekrar bana doğru bir adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Çenemi tutup kaldırdığında gözlerimiz buluştu. “Ve ben,” diye devam etti her kelimeyi bastıra bastıra söyleyerek. “Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Bu yalan değil. Bu hiçbir zaman yalan olmadı. Sen hayatımdaki tek gerçeksin, Naz.”

“Sana neden inanayım ki?” Sesim fısıltıdan farksızdı. Başımı yana doğru çevirerek yüzümün üzerindeki ellerinden kurtuldum. “Ben daha iki hafta önceye kadar seni bir başkasıyla sevgili sanıyordum Emre. Söyle ben sana neden inanayım ki? O kız sürekli senin etrafında dolanırken neden inanayım? Söylesene.”

Gözleri benden birkaç saniyeliğine uzaklaştı. Haklı olduğumu biliyordu. “Sürekli peşimde evet, çünkü takıntılı ruh hastasının teki o,” dedi bir süre sonra bunalmış bir sesle. Daha ona takıntılı demesine şaşırmaya fırsat bulamadan “Ve bizim ayrılmamız iki hafta önce değildi, Naz. Dört yıl önceydi,” demesiyle dumura uğramıştım.

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. “Dört mü yıl önce?” Islak saçlarımı aceleyle kulaklarımın arasına sıkıştırdım. Yağmur sonunda durmuştu. “Ne demek dört yıl önce! O kız niye o gün beni tuvalette sıkıştırıp üstüme geldi, bir de üstüne senin aklını karıştırdığıma dair şeyler saçmaladı?”

Nefesini dışarıya bıraktı. Soğuk havada yayılan soluğu üşüdüğümü hissettirdi. “Takıntılı dedim sana. Bir daha senin karşına çıkmayacak. Onu uyardım.” Elini bana uzattı ama sinirle ittirdim.

“Sıkıyorsa çıksın,” diye tısladım dişlerimin arasından. “Hem onu geç sen, daha buraya geldiğin ilk gün sarılmadı mı o sana, bu nasıl ayrılmak?” Hâlâ o anı unutamamıştım. Onu sevmediğimi kendime hatırlatıp duruyor, ikisinin sarılmasının beni üzmemesi gerektiğini, ilgilendirmediğin söyleyip duruyordum ama kalbimin kırılmasına söz geçiremiyordum. Çok üzülüyordum. Çok üzülmüştüm.

“Kendin de diyorsun, o sarıldı. Sarhoştu ve bağırıp çağırıyordu sokağın ortasında. Ben de kimse görmeden evine götürdüm. Yoksa daha fazla rezillik çıkaracaktı. İlk geldiğim günden sokakta olay çıkmasına sebep olmak istemedim. Evinde bıraktıktan sonra da beni rahat bırakmasını istedim ama peşimde dolanıp durmaya devam etti.” İki yanımda duran ellerime uzanıp tuttu ve yavaşça kaldırdı. Sessizliğimi fırsat bilerek devam etti. “Ben seni seviyorum,” dediğinde kalbim sıkıştı. “Geç fark ettim ve buna çok pişmanım. Bunu telafi etmek elimden gelen her şeyi yaparım. Hem sen de beni seviyorsun. Bunu biliyorum.”

“Nasıl kandın böyle bir kanıya,” dedim ondan gözlerimi kaçırarak. Durduk yere bunu söylemesi tuhaf geliyordu.

Gülümsemesi dudaklarında yayıldığı sırada “Beni sevdiğini söylediğimde inkar etmedin,” dedi keyifle. Etmezdim ki. Çünkü seviyordum. Sessiz kalıp gözlerimi kaçırdığım da gülümsemesi daha da büyüdü. “Derin’le olan konuşmanıza kulak misafir oldum,” diye devam etti. Kaşlarımı çattığım sırada hangi konuşmamızdan bahsettiğini anlamaya çalışıyordum. “Bugünkü yemekten sonra ikiniz de asansöre gidiyordunuz. İşin bitince biraz gezelim demek için peşinden geliyordum ki adım geçince kenarda bekledim.” Dudaklarım şaşkınlıktan aralanırken sanki çok iyi halt etmiş gibi bunu keyifle anlatıyordu.

Yemekten sonra proje için iş arkadaşlarımla bir araya gelmeden önce yukarı çıkacaktım. Asansörü beklediğimiz sırada Derin bana dönüp “Emre yemek boyunca Arda’ya onu öldürecekmiş gibi baktı,” dedi. Ona bakınca soluğumu bıraktım. “Derdi ne anlamıyorum,” ki diye söylendim. Aslında anlıyordum.

“Seni kıskanıyor geri zekâlı.” Kafama bir tane geçirdiğinde “Kesecek misin artık çeneni. Kaç kere diyorum saçmala diye. Beni niye kıskansın?” dedim öfkeyle. Aptala yatmak o an işime geliyordu.

“Seni sevdiği için olabilir mi?”

“Aynen,” dedim alayla. “Kaplumbağalar da uçuyordu falan filan.”

“Hee, uçuyor,” dediğinde ona şaka mı yapıyorsun der gibi baktım. “Açi’nin sizin evdeyken izlediği bir çizgi film vardı. İbi miydi neydi. Oradaki kaplumbağa uçuyor gayet. Tosiydi adı galiba.” Kendi söylediğine kendi kahkaha atarken ben tepkisizce ona bakıyordum. “Gerçekten mi,” dedim sonra dayanamayarak. Ümitsizce kafamı iki yana salladım. “Gülmem mi gerekiyor şimdi?”

“Hayır canım aptal kuzenim,” dedi keyifle. “İnanmam gerekiyor. O beyinsiz seni bayağı bayağı seviyor. Kör herifin gözleri açıldı sonunda.”

Asansör sonunda geldiğinde “O hiçbir zaman beni benim onu sevdiğim gibi sevmeyecek. O yüzden bu konuyu açma bir daha bana,” diyerek içeriye geçtim. Odaya geçene kadar Derin bir şeyler dese de onu dinlemedim.

“Sen…” diye söylendim ağlar gibi. Çok utanmıştım. Çok utanmıştım. Çok utanmıştım. “Sen niye insanları gizli gizli dinliyorsun ya? Çok ayıp bu yaptığın. Hem yanlış duymuşsundur.”

Söylediklerim onu güldürmüş, üstelik kahkaha atmasına sebep olmuştu. Şu an sadece saçını başını yolmak istiyordum.

“Seni şu an çok pis öpmek istiyorum,” dedi birden. Ellerimle dudaklarımı kapattım ve bir adım geri attım. Şaka gibi bir andı. Koca bir şaka ve birazdan Derin kesin üzerime bir kova su fırlatarak uyandıracaktı beni.

“Sıkıyorsa yap!” Ellerimi dudaklarımdan çekmeden söylendim. “Bak seni nasıl dövüyorum.”

“Döv,” dedi gülerek. “Senden geliyorsa başım gözüm üstüne.”

Sözleri beni çıldırtıyordu. Böyle şeyler söyleyip kafamı bulandırmamalıydı. Beni, beni sevdiğine inandırmamalıydı. İnanırsam kesin kalbimi kırardı. Kırardı, biliyorum. Ben ona çok kırılırdım ve bir daha toparlanamazdım.

“Gidiyorum ben. Seni dinlemek istemiyorum daha fazla,” dedim yüzüne bakmadan arkamı dönerek. İlerlediğim sırada birden kolumdan tuttu ve beni kendine doğru çekerek sırtımı göğsüne yasladı. “Böyle gitme,” diye kulağıma doğru fısıldadığında bir elini karnıma, diğer elini kollarıma dolayarak bana sarıldı. Biraz daha böyle devam ederse kesinlikle düşüp bayılmam an meselesiydi.

“Bırak,” dedim güçsüz bir fısıltıyla. İstersem kollarının arasından çıkabilirdim ama her şey o kadar rüya gibi geliyordu ki sanki bu an uzasın diye bekliyordum.

“Bırakmam.” Tereddüt etmeden söyledi. Sanki bıraktığı anda kaybolacakmışım gibi daha da sıkı sarıldı. “Seni geç bulmuşken bırakmam.” Burnu saçlarımın arasında gezinirken kokumu almak ister gibi iç çekiyordu. “Ve yanlış falan anlamadım. Beni seviyorsun. Bunu biliyorum. O an bunu duymamış olsam bile gözlerinden anlardım, Naz. Seni tanıyorum ben.”

Söyledikleri beni sinirlendirmişti. Hızlıca kollarından kurtulup “Tanımıyorsun!” diye bağırarak ona döndüm. “Anlarmış! Hah!” Ellerimi öfkeyle iki yana kaldırdım. “Anlasaydın, bugüne kadar anlardın; anlasaydın, sana bakınca gözlerimdeki ışıltının nasıl daha da parladığını anlardın. Sen beş yıldır anladın mı bir şeyleri Emre!” Ellerimi göğsüme koyup onu ittiğimde afalladığından geriye doğru sarsılmıştı. “Söylesene anladın mı!” Tekrar ittim. “Öyle kolay yani seni anlıyorum demek,” dedim sinirlerim bozulmuş şekilde kısa bir kahkaha atarak. “İyiymiş.”

Bozguna uğramıştı. “Beş yıl mı?” diye fısıldadı. Ellerini ıslak saçlarına geçirdiğinde gözlerini bana değdiremiyordu. O an fark ettim. Ona olan anlık sinirim yüzünden onu beş yıldır sevdiğimi itiraf etmiştim. Aptaldım. Çok aptaldım. Bunu yapmamalıydım. Yapmamalıydım.

Ağlamaya başladım. Neden ağladığımı bile bilmiyordum. Onun beni sevdiğini söylemesi beni mutlu etmeliydi ama gülemiyordum bile. Tek yaptığım deli gibi ağlamaktı. Bana yaklaştı. Kaçmak istedim ama gidemedim. Durdum öyle. Yüzüm yağmurdan dolayı sırılsıklam olduğundan ağladığım belli olmaz sanıyordum ama bunu anlamış ve ellerini kaldırarak yüzümü avuçları arasına almıştı.

“Naz, ağlama lütfen,” dedi parmaklarıyla gözyaşlarımı silerken. “Sen ağladıkça içimde bir şeyler kopuyor, dayanamıyorum.” Sesi titriyordu. Yüzünü biraz daha bana yaklaştırdığında beni tekrar öpeceğini sandım ama onun yerine alnını alnıma yasladığında rahatladım. Gözlerim usulca kapanırken yakınlığının ne kadar güzel olduğunu hissettim.

“Sana paramparçayım ben,” dedim titreyen sesimle.

Elleri ıslak saçlarımda gezinirken “Biliyorum,” diyebildi sadece fısıltıyla. “Seni çok kırdım. Seni beş yıldır çok kırmışım.”

Burnu burnuma dokundu. Giderek daha da üşümeye başladım. Sabaha hasta olacaktım belki de bilmiyorum ama umurumda bile değildi. Şu an tek odağım dudaklarımız arasında kalan bu kısa mesafeydi. Birimiz biraz hareket etsek tekrar birleşecek gibiydiler. O an onu öpmek istedim. Çok istedim. Bir şeyi hiç bu kadar istememiştim. Ama yapmadım, kendime hakim oldum. Bana yaklaştığında ve tekrar öpeceğini anladığımda başımı yana çevirerek bu hareketine engel olup ondan uzaklaştım.

Öğrenmek istediğim ve bugüne kadar sormadığım sorular vardı. Bu yüzden ondan kaçtığımda yüzünde oluşan hayal kırıklığını yok saydım. Beni bu kadar kırmasına saysındı. “Niye ayrıldınız?” diye sordum birden. Böyle bu soru beklemediği için gözlerini kaçırdı.

Bakışları yağmur yüzünden sırılsıklam olmuş vücudumda gezinirken titrediğimi fark etti. “Naz,” diye mırıldandı. “Üşüyorsun. Başka zaman konuşalım.”

“Hayır,” diye direttim. “Şimdi konuşacağız.”

İnadımın devam edeceğini anladığında pes ederek soluğunu bıraktı. Sanki beni buna hazırlarmış gibi hemen konuşmadı ve biraz bekledi.

Bir süre sonra “Aldattı,” diyebildi. Kaçırdığı gözleri beni buldu. “Ne?” diye şok içinde mırıldandığımda araya girdi ve sözlerini devam ettirdi. “Ve onunla ilgili konuşmak istemiyorum artık. Hayatımdaki en büyük hataydı.”

Şok olmuştum. Böyle bir şey beklemiyordum. Emre gibi birini nasıl aldatabilirdi? Bir de üstüne o gün tuvalette benim üstüme gelmiş ve benim yüzümden ayrıldıklarını ima etmişti. İma da değil, tam olarak öyle demişti. O kızın karşıma çıktığı ilk an saçlarını yolmayı planlıyordum.

Dört yıl önce ayrıldıklarını söylemişti ve buradan gitmesi üzerinden dört yıl geçmişti. Taşlar yerine oturmaya başlayınca ve aklıma bir şeyler dank edince “Sen,” dedim gözlerinin içine bakarak. Sesim titriyordu. Devamını getirmeye korkuyordum. Evet demesinden korkuyordum. Çok korkuyordum ama sormak zorunda olduğumu biliyordum. “Sen onun yüzünden…” Yutkundum. “Sen onun yüzünden mi gittin ve bir daha gelmedin?”

Cevap vermedi. Sustu. Sadece sustu ve gözlerini benden kaçırdı. Susmanın da bir cevap olduğunu bilmiyordu. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Gözlerim yanıyordu. Göğsüm sıkışır gibi olduğunda “Öyleymiş… Demek bu yüzdenmiş,” dedim çatallı bir sesle. Başımı kaldırıp ona baktım. Öfke iliklerime kadar işlemişti.

“Sen… sen aptal bir kızın yaptığı iğrençlik yüzünden mi çocukluğumuzu tek kalemde sildin?” Ellerimi öfkeyle havaya kaldırdım. “Bunun için mi gelmedin geri? Sana… Emre sana inanamıyorum ya! İnanamıyorum!”

Bütün vücuduma işlenen hayal kırıklığını daha fazla tutamadım. Onu geride bırakıp ilerlemeye başladım. Adımlarım o kadar sertti ki sanki bu taş yol birazdan çatlayacak gibiydi. Titriyordum. Sadece üşüdüğümden değil öfkenden de titriyordum artık. Bunu nasıl yapardı?

Birkaç saniye sonra kolumu bir el çekse de durmadım, yürümeye devam ettim. Elimi kendime doğru çektiğimde “Bırak!” diyerek öfkeyle bağırdım.

Önüme geçip sert bir sesle “Bırakmam!” diyerek karşılık verdi. “Her şeyi kafanda yorumlayıp peşin hüküm vererek gidemezsin, Naz!” Sinirliydi ama siniri bana değildi. Kendineydi.

Duraksadım. Kolumu kurtarıp birkaç adım geriledim. “Seni çok sevdim!” diye bağırdım. Bu geç kalınmış bir itiraftı ve o an, onun tüm bedeni bu sözlerimle sarsılmıştı. Omuzları gerildi, nefesi hızlandı, bakışları kitlendi. Bunu hazmetmek için susmasını fırsat bilerek devam ettim. “Seni sevdiğimi ilk ne zaman anladım biliyor musun?” Gözlerinde merak vardı. Merakını giderecek, sonra da yanından defolup gidecektim.

Ciğerlerime oksijen deposu olan ağaç dolu bu patikada olduğunu hatırlatmak ister gibi nefes çektim. Ama oksijen hiçbir halta yaramadığı gibi göğsümde bir yerde sıkışıp beni boktan bir hisle baş başa bıraktı. Biraz bekledim. Kendimi buna hazırlamaya çalıştım. Hazır hisseder gibi olduğumda da söze girdim.

“Lise mezuniyetimde…” Sesim geçmişin içimde ukde bıraktığı yarıklardan yankılandı. “seninle dans etmiştik. O an çalan şarkı yüzünden mi bilmiyorum ama sana başka baktım işte. Ondan sonra da eskisi gibi bakamadım, arkadaş değildin artık gözümde…” Başımı hafifçe yana eğerek iç çektim. Kelimeler dudaklarımın arasından çıktıkça bayılacak gibi hissediyordum ama kendimi tutmak zorundaydım. Gözlerimi gözlerinden çekmedim. “Üniversiteye başladığımda ve okulda benden hoşlanan insanlar olduğunda hiçbiriyle ilgilenmedim. İlgimi çekmediler. Nedenini de sen ara tatilde eve döndüğünde anladım. Sana…” dediğimde gözlerimi kaçırdım. O an yıllar öncesine, ona aşık olduğumu söylemek için onu aradığım o güne gittim. Sanki birazdan bir yerden Gökçe’yle el ele karşıma çıkacak ve sözlerimi bana yutturacaktı.

Sonra tekrar gözlerine baktım. Ben kaçmaktan nefret ederdim. “Sana aşık oldum ben Emre,” dedim en net halimle. Gözleri büyüdü. Beni usulca dinliyordu. Gözlerinde acı görsem de neyse ki sözlerimi kesmeye kalkmadı, yoksa devam edebileceğimi sanmıyordum. “Artık bundan o kadar emin olamasam da… Beni biliyorsun. Ben bir şeyi içimde tutamam. Belli ederim hemen,” diye devam ederken histerik bir şekilde güldüm. Başımı iki yana salladım, kendi aptallığıma gülüyordum. “Sonra bunu sana söylemeye karar verdim. Ne pahasına olursa olsun. Belki benimle olan arkadaşlığı bitirirdin, belki eskisi gibi olamazdık bilmiyorum ama yapacaktım işte öyle bir çılgınlık.” Sertçe nefes alıp verdim. O an için, o ana gidince yaşadığım heyecan gözlerimde canlandı. Gülümsemem büyüdü, sanki birazdan yok olmayacakmış gibi.

“Heyecanla evden çıktım. İçim içime sığmıyordu. Sonra seni gördüm. Sonra da… elini tutup bana doğru yürüdüğün Gökçe’yi.” Bir adım ona yaklaştım, artık nefesim kesiliyordu. “Sen benim o an dünyam başıma yıkılırken neler hissettiğimi biliyor musun? Senin bakışlarından anlarım dedin. Sen anladın mı o gün, o kızla el ele karşıma çıktığında bende yarattığın depremi?” Kısa bir nefes alırken ona baktım. Bir şey diyemiyordu. “Ben söyleyeyim,” diye devam ettim o konuşmayınca. “Anlamadın. Sen beni ne anlayabildin ne de görebildin Emre.”

“Naz… Ben…” dedi pişmanlık dolu bir sesle. Ellerimi kaldırıp onu susturdum.

“Seni suçlamıyorum yanlış anlama. Bu konuda seni hiç suçlamadım. Başkasını sevebilirsin, kalp bu. Ona söz geçmezdi ki.”

“Ben suçluyorum kendimi.” Sesi oldukça kısıktı.

Onun sözlerini dinlemedim. Kanatmam gereken bir yaram vardı. “Sonra sizi el ele görünce–”

Lafımı böldü. “Hataydı,” dese de duymamış gibi yapıp devam ettim.

“El ele görünce çekip gittim. Sen bana her şey anlatırdın ama sevgilin olduğunu ben görmüştüm. Önceden söylememiştin. Bana bir şey söylemezsen sana trip atardım ama o konuda hiç atmadım ve sen bunu fark etmedin bile.”

“Hataydı.”

“Umurumda değil.”

“Hataydı diyorum Naz. O kız en büyük hataydı. Sana kör olmam en büyük hataydı. Ben çok…”

“Sana umurumda değil dedim!” diyerek bağırdım. Sonra sesimi yumuşatmaya çalıştım. “İzin ver bitireyim.” Gözlerimden birkaç damla yaş aktığında giderek daha fazla titriyordum. “İkinizi sürekli yan yana görünce artık sana edecek bir itirafım kalmadı,” dediğimde sesim biraz daha kısıldı. “Kendime sakladım duygularımı. Unutmaya çalıştım. Gözüme gözüme soksanız da unutmaya çalıştım ama yapamadım. Yine de bunu sana tek bir an bile hissettirmedim.” Başımı eğip kederle güldüm. “Hep eskiden nasılsam öyle davrandım. Çünkü sen benim çocukluğumdun. Gözümü açtığım ilk andan beri hayatımdaydın.” Tekrar ağlamaya başladığımda ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. “Ama sen ne yaptın!” diyerek bağırdım tekrar. “Siktir olup gittin. Ve ben ne öğreniyorum! O kız yüzünden gittiğini. Seni aldatan biri için gittiğini!”

Bana doğru “Naz,” diyerek bir adım attığında “Yaklaşma!” diye bağırdım. “Uzak dur benden! Ben… Ya ben her gece ağladım ya. Yıllarca ağladım. Cama çıktım, yoktun. Sokakta gözlerim seni aradı, yoktun. Sürekli gittiğimiz yerle gittim, yoktun. Bir arama bekledim, yoktu. Sen yoktun Emre. Yoktun! Yoktun! Yoktun! Okulumu değiştirdim ben senin yüzünden biliyor musun?” dediğim an gözlerini kaçırdı. Biliyordu. Öğrenmişti. “Çekip gittim buradan. Geri geldim ve sen yine yoksun. Sen hiç yoktun Emre. Hem de kim için? O kız için. Hata diyip durduğun biri için dört yıldır nasıl gelmezsin sen! Ben senin gelmeni beklediğimde ve seni bir zaman sonra artık unuttuğumda kalbim ne kadar kırıldı biliyor musun? Bilmiyorsun ama gelmişsin bana seni anlarım diyorsun. Sen var ya beni zerre anlamazsın. Öyle ben seni seviyorum demekle silemezsin bir şeyleri. Zerre inanmıyorum bu saatten sonra da sözlerine.”

Benden böyle bir tepki bekliyor muydu bilmiyorum ama omuzları çökmüştü. İtirafından sonra hemen kollarına atlayacağımı düşünüyorsa daha çok beklerdi. Benim onu seviyor olmam bir şeyleri öyle hemen değiştirmezdi. Kırılan çok parçam vardı, toparlanıp birleştirilirse dahi bir halta benzemeyecek.

Ona diyecek bir şey kalmadı. Artık gitmek, odama geçip bu anı idrak edebilmek istiyordum. Çünkü idrak edemediğim her an sözlerimle onun ağzına bir nevi sıçmıştım. Hak etmedim diyemezdi. Ki bu sayede konuşma boyunca beni dinlemiş araya çok fazla girmemeye çalışmıştı. Başka zaman kartlarımı bu kadar açık oynamayacağımı tahmin edebiliyordu.

Gideceğimi anladığında önüme gelip ellerimi tuttu. Ondan kaçmaya çalışsam da izin vermedi ve beni yavaşça kendine doğru çekti. “Seni seviyorum,” dedi sadece. Benim saatlerdir ona bağırıp çağırmama karşılık dediği tek şey buydu ve ben bu söze nasıl cevap verilir bilmiyordum. “Hatalıyım, biliyorum. Seni çok kırdım. Onu da biliyorum. Çok pişmanım. Köpek gibi pişmanım. Zamanı geri alamam. Keşke alabilsem ama yapamam.” Omuzları hafifçe düştü. Sesinden bile pişmanlığını hissedebiliyordum.

“Ama beklerim Naz. Beni affetmen için beklerim. Çabalarım. Elimden geleni yaparım ama seni bir daha kaybedemem. Bu hatayı bir daha yapamam. Seni yeni bulmuşken bırakamam.”

Ellerimi ondan çektim. Sözlerine güvenmiyordum. “Gidiyorum ben,” diye mırıldandım. Artık daha fazla kalmak istemedim. Çok fazla üşümüştüm.

Üşüdüğümü anlamış olmalı ki “Tamam,” dedi soluğunu bırakarak. “Gidelim. Ama sonra yine konuşacağız. Kaçmana izin vermem.”

Kafamı alayla salladım. “Aynen aynen…” dedikten sonra arkamı dönüp otele doğru yürümeye başladım. Ellerim titriyordu artık. Ona dönmeden “Hasta olursam sen bittin geri zekâlı!” diye bağırdım. “Ölümlerden ölüm beğen.”

Keyifle kahkaha atarken “Ben bakarım sana. İşim bu,” diyerek peşimden geldi ama yanıma geçmedi, bir adım arkamda duruyordu. Bizim yüksek tansiyonlu kavgamız en fazla bu kadar sürüyordu. Yine normal halimize dönmüştük. Ama hemen yumuşayacağımı sanıyorsa yanılıyordu. Sürüm sürüm süründürecektim onu.

Gözlerimi devirirken "Hastaların dikkatine! Doktorunuz ayağınıza geldi,” dedim dayanamayarak. "İşiyle övünmeyi çok sever.”

“İşim sensin, övünelim bir zahmet,” dediği an durdum. Bilerek yapıyordu. Yemin ederim ki bilerek yapıyordu.

Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatınca kulağıma doğru "Hoşuna gitti," diye fısıldadı. "Kabul et."

Dudaklarım aralandı ama konuşamadım. Nutkum tutuluyordu. Evet, hoşuma gitti, inkâr falan etmeyecektim. Ama ona da söylemeyecektim. “Kes be,” diye söylendim ve yanından uzaklaşmaya başladım tekrar. “Dayak istiyor beyinsiz.”

Yine kahkaha attığında artık çıldırma noktasına gelmeye başlıyordum. Her şeyden keyif almak zorunda mıydı? İmdat kere imdat artık! Arsız herifin tekiydi. Az önce söylediklerimden sonra hâlâ gülüp bana yürüyebiliyordu. Ben mal gibi olmuştum şurada. Onun girdiği hallere bak! Beni öptü ya, beni öptü! Ben bunun şokunu uzun bir süre atlatamazdım. Odama gidip kafamı kuma gömer gibi yastığıma gömmek ve çığlık atmak istiyordum.

“Sen beni dövmek için pek meraklısın, hep böyle yapacaksan ilerisi için kendime koruma önlemi almam gerekecek.”

Yüzümü buruşturdum. “İlerisi aynen. Fazla hayal kurma, sonra giderler falan. Tek kalırsın o yolda. O yüzden sen böyle geride kalmaya devam et.”

Bir anda sesi kesildi. Keyfi kaçmıştı anlaşılan ama umurumda bile değildi. Sürünsün köpek. Ben az çekmemiştim. Biraz da o çeksin. Ona dönmeden “Ne o–” diye söze girecektim ki bir anda yanıma yaklaşıp bir eliyle sırtımı diğeriyle bacaklarımı sararak beni kucağına almasıyla anlık bir çığlık attım.

“Ne yapıyorsun ya!” diye bağırdım kucağında olduğumu idrak ettiğim ilk an.

“Ne geride kalırım ne de o yolda tek kalırım. Benim yolum sensin ve ben o yolu her zaman seninle gideceğim.” Arsızca sırıtarak kaşlarıyla konumum işaret etti. “Aynı bu şekilde.”

“İndir beni,” diye tısladım dişlerimin arasından.

“İndirmiyorum.”

“İndirsene ya!”

“İndirmiyorum dedim. Boşuna yorma güzel çeneni.”

“Böyle mi gideceğiz yani,” dedim hayret dolu bir sesle. “Kucağında mı taşıyacaksın tüm yolu? Manyak mısın?”

“Hayır,” dedi çok net bir şekilde. Dudağının bir kenarını kıvırırken “Aşığım,” diye ekledi. Söyleyeceğim ne varsa boğazımda yapıştı kaldı. Hani küçük dilini mi yuttun derlerdi ya, tam olarak öyle bir şey olmuştu. Küçük dilimi yutmuş, konuşamıyordum. Allahım çok imdat ama artık ya! Yüreğime indiriyordu sürekli böyle. Ne biçim kalp doktoruydu bu? Kalbimin ritmini düzeltmesi gerektiği yerde bozuyordu.

Gözlerimi ondan kaçırdım. “Bilerek yapıyor,” diye geveledim ağzımın içinde. “Pislik.”

Yürümeye devam ederken “Bir şey mi dedin?” dedi keyif dolu bir sesle. Duymazdan geliyordu.

“Dedim ki,” dedim gözünün içine bakarak. “Taşı eşek gibi. Belki bir işe yararsın.”

Yürümeye devam ediyordu. Gözleri dudaklarıma kaydı. Sözlerim onu güldürmüştü. “Ömrümün sonuna kadar bu şekilde işe yaramak isterim,” dediğinde ikimizin de bakışları kitlendi. Kucağında olduğumdan yüzü yüzüme oldukça yakındı. Bu yakın mesafe kalbim için hiç iyi değildi. Deli gibi atıyordu, her bir atışını elimi üzerine koymadan bile hissedebiliyordum. Şu an onun kucağında olmasaydım düşüp bayılacağıma emindim. Her şey gözümde koca bir rüya gibiydi hâlâ.

“Bu sefer de başkası için kaçarsın bir beş yıl falan. Çok güvenemedim sana.” Dilimin kemiği yoktu. Nasıl hissediyorsam ona aynı şekilde filtresiz iletiyordum. Ben buydum. Bunu çok iyi biliyordu.

Yüzündeki gülümseme silindi. “Ben kaçmadım. Gitmem gerekti sadece.”

“Kesin öyledir,” diye mırıldandım. Yüzümde alaycı bir ifade belirdi. “Git sen bunu geride bıraktığın yaşımdaki Nazlı’ya anlat. O salak olduğundan hemen inanır.”

Yorgun bir iç çekti. Verecek bir cevabı yoktu. Ya da dediği gibi konuşmayı sonraya saklıyordu. Çünkü devam edersek kavga tekrar büyüyecekti. Ve ben biraz daha böyle sırılsıklam durursam hasta olacaktım. Otel görüş alanıma girdiğinde rahatlamıştım. Ondan bir an önce kurtulmam gerekiyordu.

Otelin kapısına yaklaştığında “Geldik, indir beni,” dedim ona bakarak ama yüzüme bile bakmadan yürümeye devam etti. “Alooo! Kime diyorum?”

Kapıdan içeri geçti. Birkaç kez daha beni indirmesini söylesem de duymazdan geliyordu. Asansöre doğru yürüdü ve önüne gelince ben hâlâ kucağındayken düğmesine bastı. Otelden girdiğimiz andan beri bir sürü göz bize dönmüştü. Oturup buna ağlayacaktım. Hâlâ da gelen geçen bakmaya devam ediyordu. Onlardan biri de Leyla'ydı. Gözlerinin içindeki kıskançlığı ta buradan bile görebiliyordum. Emre'ye yürümeye çalıştığının farkındaydım ve şu an hayalleri beni onun kucağında görünce suya düşmüştü. Yüzme falan da bilmiyordu. Bana da iyi boğulmalar dilemek düşerdi.

“Rezil olduk ya,” diye söylendim Emre’ye dönerek. “İndirsene beni!”

Boş bakışları beni buldu. “Ne zamandan beri insanların boş fikirlerini önemsemeye başladın.”

“Şu andan itibaren.”

“O da senin problemin o zaman.”

“indir beni!”

“İndirmiyorum.”

Tekrar konuşacağım sırada asansörün açılma sesini işitince susmak zorunda kaldım. Bu işkence bir an önce bitmeliydi. Bakışlarımı asansöre çevirince boş olduğunu görmek rahatlamamı sağladı. Biraz daha beni rezil etmesini istemiyordum. Çalışmaya gelmiştim buraya, düştüğüm hallere bak. Tamam, hoşuma gitmiyor değildi ama çok yanlış bir zamanlamaydı ve bu onun umurunda değildi.

Asansör kapısı kapanacağı sırada “Kaçıncı katta odan?” diye sordu.

“Sana ne?” dedim mızmızlanarak.

“Naz…” Sakinleşmek ister gibi nefesini bıraktı. “Söylüyor musun yoksa seni kalacağım odaya götürmek zorunda kalacağım.”

Sözlerini duyar duymaz anında gözlerim büyüdü. “Dördüncü kat,” dedim hemen. “Dördüncü kattayım.”

Dudaklarının kenarı kıvrılınca keyifle gülümsedi. “Bazen seni tehdit etmek gerekiyormuş.”

“Kes be!”

“Sinirlenince çok tatlı oluyorsun.” Sözleriyle yutkunup bakışlarımı ondan çektim. Daha fazla sözlerine düşmek istemiyordum. Bunu hep söylüyordu ama bu sefer başka söylüyordu. Beni sevdiğini söyleyerek söylediği her sözü kalbime başka şekilde işliyordu ve kalbim çoktan ona aitken kırılmaya oldukça müsaitti. Sözleri kalbime dokunuyordu. Ve bir insan dokunabildiğini kırabilirdi de. Kalbim tekrar kırılsın istemedim.

Asansör durana kadar ikimiz de sustuk. Asansörden inince beni indirmesi için diretme gereksinimi bile duymamıştım çünkü yine indirmeyecekti. İnat etmişti. Daha fazla uzatmamak için kaldığım odanın numarasını söyledim.

Boş koridorda ilerlemeye başladı. Odamın önüne geldiğimizde beni sonunda indirdi. Ona bir şey demeyip arkamı döndüm. Yüzüne bakmak istemiyordum, bakarsam gidemeyeceğimi biliyordum. Cebimdeki kartı çıkardım. Tam okutacağım sırada karnıma sarılan ellerini hissedince tüm bedenim hareketsiz kaldı. Başını eğip çenesini omzuma yasladı. Sanki nefes alıyormuş gibi kokumu almaya çalıştığında yutkunmuştum. Bu hayatta aklımı durduran tek kişi oydu. Ve şu an aradığınız aklıma ulaşamıyordum. Uzun bir süre de ulaşabileceğimi sanmıyordum.

“Böyle gitme,” diye fısıldadı. “Bana son kez bakmadan arkanı dönüp gitme. Her şeyle baş edebilirim ama bana bakmadan gitmenle baş edemem, Naz. Bunu bana yapma.”

Bunu yapan o değil miydi?

Bana bir hoşça kal bile demeden giden o değil miydi?

Gözlerim dolduğu sırada “Bırak beni,” diyebildim zorlukla çıkarabildiğim sesimle. Ama dinlemedi. Elleri daha da sıkı sardı karnımı. “Lütfen…”

Son sözümle ellerini gevşetti. Daha fazla zorluk çıkarmak istemiyordu. Elleri üzerimden ayrılınca bir adım geri attığını hissettim. Ona döndüm. Onu üzmek istemedim. Bilmiyorum, kıyamadım belki. Sesindeki hüzün kalbime dokunuyordu. Onu üzüldüğüm gibi üzmek istiyordum ama o üzülünce üzülen yine ben oluyordum.

Ona döndüğüm gibi yüzü gülümsedi. Kısa bir baş hareketiyle “Gidebilir miyim artık,” diye mırıldandım.

Bana yaklaştığını hissettiğim an bir adım geriledim. Sırtım kapıyı buldu. Kaçacak yerim kalmadı. Tekrar bir adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Elleri çenemi kavradı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bakışlarım dudaklarına kayınca yutkunur gibi oldum. Beni yine öpmeyecekti değil mi? Öperse düşer bayılırdım. Yemin ederim ki bu sefer kesin bayılırdım. Biraz daha yaklaştı. Geri git, geri git, geri git diye içten içe söylenmeye devam ettiğim halde daha da yaklaşıyordu. Gözlerim bir anda kapandı. Tüm bedenim titriyordu. Kaşlarımın arasındaki iki çizgiyi hisseder gibi oldum. Birkaç saniye sonra işittiğim gülümsemesi ardından yanağımda hissettiğim öpücüğüyle gözlerim şaşkınlıkla açılmaya başladı.

Yanağımı öpmüştü.

“Bir daha sen istemeden seni o şekilde öpmeyeceğim,” dediğinde gerilemeye başladı. Gülümsemesi büyüdüğünde ve dudağında yayıldığında “Hatta sen öpeceksin,” diyerek parmağıyla kızardığına emin olduğum burnumun ucuna dokunup ilerlemeye başladı.

Girdiğim transtan çıktığım gibi “Çok beklersin!” diyerek bağırdım ona doğru.

Kahkahası koridorda yayıldı. Yürümeye devam ederken “Hasta olmadan içeri gir,” dedi ve benden tamamen uzaklaştı.

Sinirden durduğum yerde tepinmeye başladım. “Geri zekâlı beyinsiz! Aklımı durdurdu, sonra da defolup gitti!”

Söylene söylene arkamı dönüp odamın kapısını açtım ve içeri girdim. Derin içeride yoktu. Canerlerle takıldığını düşünüp onu aramayı sonraya bıraktım ve bavuluma yönelip birkaç parça kıyafet çıkardım. Bir an önce sıcak bir duş almam gerekiyordu.

Geceliklerimi çıkardığımda boş gözlerle duvara baktım. Hâlâ bu yaşananları idrak edemiyordum. Bana aşık olduğunu söyledi. Emre bana aşık olduğunu söyledi. Beni sevdiğini söyledi. Beni öptü. Dudaklarımdan öptü ve rüyada falan değildim. Her şey gerçekti.

Beni seviyordu, tıpkı benim sevdiğim gibi. Sırılsıklam.

Devam Edecek...

***

Nazlı esti gürledi ama bir çıtır kendince haklı sebepleri vardı. Ama ne kadar sinir olursa olsun, ne kadar kırgın olursa olsun onu sevmediğini inkâr etmeyip ona söyledi.

Emre onun şokunu tek kalınca bir yaşar. Beş yıl sevildiğini beklemiyordu. Yeni bir şey sanıyordu. Köroğlan. Nazlı'ylayken de Nazlı ona kızsa bile o yanında diye mutlu oluyor. Biraz aşk sarhoşu. Sürekli seni seviyorum diyerek kızın beyin hücrelerini durdurdu.

Bir çıtır sürünmece okuyacağız.

Part 2 de kız kıza bu anı bir çekiştireceğiz. Bakalım neler olacak...

Hadi esen kalınn...

Bölüm : 16.02.2025 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...