23. Bölüm

16. Bölüm

Esmacayım
esmacayim

Selam selam selamm...

Biraz geciken bir bölüm oldu ama olabildiğince uzun yazdım.

Bu ara hastanelerden çıkamıyoruz çok şükür, evde yeni eczane açacak kadar ilaç stoğu yaptık. Hastane git gel sirkülasyonu da bölüm yazdırmıyordu. Bir de diğer kitap olunca yani anca...

Kitabın isminin yanında yazan "Düzenleniyor" ibaresini de görmüşsünüzdür. Kitabı genel bir düzenlemeye aldım. İlk bölümlerin biraz toparlamak istiyorum. Genel kurgu akışında herhangi bir şey olmayacak. İmla hataları, mantık hataları veya eksik hissettiğim yerler varsa biraz düzeltmek istiyorum. İlk iki bölümü düzenleyince bile eski halinden daha iyi olduğunu fark ettim. Daha okunaklı olsun istiyorum. Her geçen gün kalemimi geliştirmek için çalışıyorum.

Neyse efenimler. Bölümü sevdim. Nazlı ve asabi hallerini özlemişim. Emre yine Emre yani. Gözü kapalı bile yürüyor... Umarım seversiniz.

Yorumlarınızı bekliyorum.

Keyifli okumalar..

16. BÖLÜM

Nazlı Aladağ

Bir film izlediğimde veyahut bir kitap okuduğumda en sevdiğim bölümler kesinlikle bir şeylerin itiraf edildiği ve ortadaki sır yumağının kaybolduğu bölümler olurdu. Ortada sır kalmayınca herkes kartlarını açık oynardı. Tüm dertler ve sorunlar ortaya dökülürdü. Arada açıklanmayan bir şey kalmamış olurdu. Belirsizlikten nefret ederdim. Netliği severdim.

Şimdi ise aldığım itiraftan sonra izlediğim ve okuduğumda yaşamış olduğum o keyfi alamıyordum. Olayın merkezinde insanın kendi olunca işler o kadar basit olmuyormuş. Kafan allak bullak oluyormuş ve sen de aklını kaçırıyormuşsun. İtiraf sahnelerinde konuşun da bitsin kardeşim, kaçmayın falan derdim hep; şimdi ise kaçan ben oluyordum. Onları artık anlıyordum ve bu benim ciddi anlamda sinirlerimi bozuyordu.

Sevdiğin birinin seni sevmesi elbette ki güzel bir şeydi. Bundan hoşlanmayan varsa gidip en yakın akıl hastanesine bir randevu almalıydı. Ben pekâlâ seviniyordum; eğer ona kırgın olmasaydım, kanatlanıp uçacak kadar heyecanlanırdım ama dediğim gibi ona fazla kırgındım, hatta kızgın. Bazen sevmek yetmezdi. Bazen güven gerekirdi. Onun ise bende kredisi bitmişti. Sorun tam olarak buydu. Beni üzen nokta buydu. Ona güvenmemek kalbimi kırıyordu ve onu beni sevmesi o kırıkları onaramıyordu.

Dün yaşadığım şoktan sonra sabah nasıl uyandım bilmiyordum. Beni öpmüş olmasına hâlâ ama hâlâ inanamıyordum. Sabah uyandığımda bunun bir rüya olduğunu bile düşündüm. Derin'i uykusundan uyandırarak, rüya görüp görmediğimi soracak kadar kafayı sıyırmıştım. Onu uyandırdığım için Emre ve bana bir dizi küfretti. Ardından da kafasının altındaki yastığı kaldırıp suratıma fırlattıktan sonra yarı açık gözlerini kapattı ve uykusuna geri döndü.

Ondan gelen mesajı görmemek için babamlara toplantıda olacağımı ve aramalarını söyleyerek telefonu sessize aldım. Sonra da odadaki işlerimi hallettikten sonra Derin de uyanınca kahvaltı için kafeye indik. Emre kahvaltı boyunca ortalıkta görünmedi. Benim aksime erken kalkan biri olurdu ama şimdi görünürlerde yoktu. Dün gece beni odamın önüne bıraktığı an onu son görüşüm oldu ve açıkçası kaçıp gittiğini bile düşünmeye başlamıştım. Bu düşünce zihnimden geçince istemeden de olsa üzülmüştüm. Beni sevdiğini sanması düşüncesi bile kalbimi kırmıştı. İşte bu yüzden ondan kaçıyordum. Kafamın içinde onun beni sevdiğini söyledikten sonra pişman olduğu fikrini geçirirken bile mahvoluyordum.

Ben hep kafada kurardım ve hep en kötü senaryoları düşünürdüm. Gerçekte olması beni sarsardı. Ve her şey için artık çok geçti. Bu saatten sonra bana beni sevmediğini söylerse dağılacağımı biliyordum. Onun kalbime bu kadar girmesine müsaade ettiğim için kendime çok kızgındım.

Sonra keyfim kaçmış bir şekilde kahvaltımı geri döndüm. Bir yandan da bilgisayarımdan projeler üzerinde çalışıyordum. Derin'e onun kaçıp gittiğine dair fikrimi söylediğimde birden arkamdan sesini işitince önce söylediklerimi duyduğu için utanmış, sonra da gitmediği için yüzümde istemsiz bir tebessümle kalakalmıştım. Yanıma oturduğu gibi gülüşümü o fark etmeden hemen sildim. Bunu ona belli etmeyecektim. O kadar da değildi. Ama Derin'in gözünden elbette ki kaçmamıştı.

Normalde yarın gidecekti ama birden bugün gideceğini öğrendiğimde biraz üzülsem de ona yansıtmadım. Umurumda değilmiş gibi davrandım. Aptal itirafın yapmasaydı onunla çok rahat takılır, birkaç fotoğraf çeker ve gayet de eğlenirdim. Ama bunu bile elimden almıştı. Geldiğinden beri yeni yeni onunla az da olsa eskisi gibi olmaya başlamıştım ama itirafı bizi başa sarmıştı. Yine onu tersliyor ve ondan uzak durmaya çalışıyordum.

Kafeden onunla görüşmeyeceğimi söyleyerek çıktım, o ise beni sinirlendirdiği için fazla eğleniyordu. Hareketleri beni şoklardan şoka sokuyordu. Beni sevdiğini söylediğinden beri fazla yakın davranıyordu. Her hareketi başımı döndürüyordu. Biraz daha böyle devam ederse düşüp bayılacağımı biliyordum ama yine de kendimi tutmaya çalışıyordum.

Toplantım boyunca beni izledi. Otelin içindeki ustalarla olan konuşmamız bitince bahçeye çıktık. Kendi aramızda tabletlerden bir şeyler üzerinde tartışıyorduk. Tüm konuşma boyunca gözlerinin sırtımı deldiğini hissedebiliyordum. Ara ara Bensu kolumu sıkıp kaş göz işareti yapıyordu ama onu da dinlemiyordum. Benim dışımda herkesin eğleniyor olması fazla sinir bozucuydu.

Toplantı bitince ona bakmadan içeri geçtim. Bensu odasına çıkarken otelin dinlenme bölümüne geçip oturdum. Beklediğim bir mail vardı ve gelip gelmediğine bakmak için telefonu cebimden çıkarıp interneti açtım. Anında bir dizi mesaj önüme düşünce kaşlarım çatıldı. Hepsi de Emre'dendi. Son mesajında gideceğini ve beni görmek istediğini yazmıştı. Her ne kadar ben de onu görmek istesem de gitmeyecektim. Bir de ayağına çağırıyor, bok kafalı!

Ona gelmeyeceğimi söylediğimde bu sefer kendi gelip bana aşık olduğunu herkese söyleyeceğini söylüyordu. Şimdi de tehditlere başlamıştık. Aman ne güzel! En sonunda pes eden taraf ben olmuştum ve şimdi de dünkü yer dediği yere paşa paşa gidiyordum.

Beni ilk öptü yere.

Biri kesinlikle aklımla oynuyordu, artık bundan emindim. O beni öpmüş olamazdı. O bana aşık da olamazdı. Tamam, gayet güzel kızdım ama güzellik başka bir şeydi. Aklım almıyordu. Söve söve ona giderken kafamın içinde son yazdığı seni seviyorum mesajı dönüp duruyordu ve bu kaçırdığı aklımın daha da kaçmasına sebep oluyordu.

Bana seni seviyorum yazan başka insanlar da olmuştu ama hiçbiri kalbime böyle bir etki yaratmamıştı. Oldukça sinir bozucuydu, çünkü düşünemiyordum. Beynim duruyordu. Onun karşısında zayıf düşmekten korkuyordum.

Yeri tekmeleye tekmeleye ona doğru giderken sonunda görüş alanıma girdi. Adımlarım istemsiz yavaşlamıştı. Arkası bana dönüktü ve elindeki telefonla ilgileniyordu. O itirafı yapmasaydı kesinlikle şu an yapacağım ilk şey ona fark ettirmeden sırtına atlayıp saçlarını çekiştirmek olurdu. Ama şimdi söve söve ona doğru ilerliyordum.

Geldiğimi hissetmiş olmalı ki gülümseyerek bana doğru döndü. Adımlarımı durdurup kollarımı birbirine geçirdim. Kafamı iki yana sallarken aynı zamanda bir ayağımın parmak uçlarını art arda kaldırıp indiriyordum. "Eee," dedim bezgince. "Geldim. Gidebilir miyim artık?"

Gülümsemesi daha da büyüdü. "Fazla asabiyiz yine," dediğinde sadece gözümü devirdim. Bana doğru yaklaştı. Aramızda bir adımdan az bir mesafe kalınca gerilmiş ve kaçmak istemiştim ama birden kollarını bana doladığında ne yapacağımı şaşırmıştım. Kollarım göğsüme sarılı halde kaldığından kapana kısılmıştım. Onunsa bir kolu boynuma bir kolu belime dolanmıştı.

"Özlemişim," diye fısıldadı çenesini boyun girintime yasladığında. "Sana sarılmayı."

"Bırak beni."

"Biraz daha böyle kalalım."

Yüzüm montuna gömüldüğünde başımı yana çevirdim. Yüzümü göğsüyle omzu arasına yatırdıktan sonra ellerimi serbest bıraktım. İki yanımda öylece dikilen ellerimi beline dolamak istesem de kendime engel oldum.

"Kaldık işte," diye fısıldadım. "Şimdi bırak."

Olumsuz bir mırıltı çıkardığında oflayarak nefesimi bıraktım. İstesem çıkardım kolları arasından, bunu biliyordum ama aptal kalbim aklıma kilit vurduğundan onun komutuna ayak uyduruyordum. Aptal kalp! Aptal Nazlı!

Boynuma sardığı kolu gevşediğinde hafifçe çekilmem için bana alan tanıdı. Biraz kenara çekildim ama boynumdan çektiği kolunu da belime doladığında bakışlarımız tekrar kesişti. Hareketleri karşısında titriyordum. Aramızda bir karış mesafe ya vardı ya yoktu. Benden uzundu. Ona bakmak için kafamı kaldırmak zorunda kaldım. Onunsa bakışları zaten benim üzerimdeydi.

Gülümsüyordu. Çok güzel gülümsüyordu ve bende ağzının ortasına çakma isteği uyandırıyordu.

"Bugün çok güzel görünüyordun," dedi bakışları yüzümde gezinirken. Gurur dolu bir ifadesi vardı. "Seni çalışırken izlemek oldukça keyifliydi."

"İşin gücün mü yok, niye beni izliyorsun ki sen zaten," diye söylendim ağzımın içinde. Gözlerimi ondan kaçırmıştım. Fazla yakındık ve ona bakmak zihnimi çözülmesi imkansız bir karmaşaya sürüklüyordu.

Kafasını hafifçe sağa yatırıp yüzüme odaklandı. Dudağının iki kenarı biraz daha gülerse Everest'e rakip olacaktı. Ve o biraz daha gülüyordu. Yaramaz ifadesi fazla sinir bozucu bir tatlılığa sahipti. "İşim sensin," dedi gözlerimin içine bakarken. Belki bilmem kaçıncı kez kuruyordu şu cümleyi. Her söylediğinde kalakalıyordum.

"Şunu demeyi kes," diye tısladım dişlerimin arasından ama bu onu sadece güldürdü. Belimi biraz daha çekerek beni kendine bastırdı. Kalbim deli gibi çarparken gözlerim büyüdü. İmdat kere imdat artık! Yemin ederim düşüp bayılmamı istiyordu. Böyle bir şey olsa doktor olduğu için direkt müdahale edebileceğini bildiğinden de keyif alıyordu.

"Neyi?" diye fısıldadı dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında. Teni saçlarımda sürtünüyordu. "En önemli işim seni sevmek. Bunu mu?"

Gözlerim biraz daha büyüdü. Geri çekildiğinde surat ifademi görür görmez arsızca sırıttı. Kesinlikle itirafından sonra bambaşka birisi olmuştu. İzlediğim dizideki Prens'in dediği gibi aklımı delirecektim. Yemin ederim ki aklımı delirecektim. Her lafıyla bana biraz daha yürüyordu. Kendimi paralel evrendeymişim gibi hissediyordum. Her şey koca bir şaka gibi geliyordu. Sanki birazdan uyanacaktım ve rüya bitecekti. Bana bu kadar yakın olan kişinin çocukluk arkadaşım Emre olduğuna inanamıyordum. Hiç onluk hareketler değildi. Ya bu çocuk ağırbaşlıydı aloo? Ne olmuştu buna? Geldiğinden beri giderek daha başka biri oluyordu. Sadece benim yanımda böyleydi, bunu fark edebiliyordum. Diğer herkesin yanında yine eskisi gibiydi. O yüzden tuhaf geliyordu. Gerçek değil gibi geliyordu.

İki elimi göğsüne yaslayarak onu ittim. "Arsız geri zekâlı!" diyerek bu sefer kendimi ondan kurtardım. Belime sardığı elleri boşlukta kalmıştı. Aramıza biraz mesafe açtım. "Benimle uğraşmayı bırak artık. Çalışıyorum burada. Saçmalıklarına ayıracak vaktim yok."

Yüzündeki gülümseme silindi. Kaşları çatılmıştı. "Saçmalık değil." derken kelimeleri bastıra bastıra söyledi. "Seni sevmek saçmalık değil Naz."

"Saçmalık."

"Değil. Bana inanmadığının farkı-"

"Evet, inanmıyorum." Hızlıca söyledim. Söylediklerim yüzünden yüzü asılır gibi oldu ama kendini hemen toparladı. Pes etmeyecek gibi duruyordu ve biraz daha devam ederse kendimi serbest bırakmaktan korkuyordum.

Tekrar bana doğru bir adım attı. Bir eli önüme dökülen saçlarıma gitti. Saçlarımla oynamayı seviyordu. Uçlarını parmağına doladı. "Seni inandıracağım," diye fısıldadı. "Ben kimseye bir şeyleri inandırmak için uğraşmam, bilirsin," dediğinde fark etmeden başımı hafifçe aşağı yukarı salladım ve bu onu gülümsetti.

"Bir sana Naz," dedi diğer elini de saçlarıma yaklaştırarak. Bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Bir sana uğraşırım, bir seni ikna etmek isterim. Yapacağım da." Bütün bedenim her hareketiyle titredi. Omurgamın ürperdiğini hissettim.

"Ben..." dedim ama devam edemedim. Dilimi yutmuş gibiydim. Omuzlarım hafifçe titrerken, kendime gelmek için gözlerimi bir saniyeliğine kapatıp başımı iki yana salladım. "gitmem lazım."

"Geri döndüğünde dışarı çıkalım mı?" Beklentiyle bakıyordu. Araya girmeme izin vermeden devam etti. "Hiç baş başa bir şey yapmadık. Seninle vakit geçirmeyi özledim. Film izleyelim. Uzun zamandır adamakıllı bir şeyler izlemedim. Sensiz içimden gelmedi. Sonra Mudanya'ya gidelim. Sen seversin denizi. Yürürüz sahilde. Bir parkta oturalım bir gün. Sen kitap okursun, ben seni izlerim. Piknik yapmayı seversin. Onu da yapalım. Gölyazı'ya yıllardır gitmiyordum. Oraya da gideriz. Sandallara bineriz. Hep binmek isterdin. Bir şeyler yeriz sandaldan inince. Sen seversin oranın gözlemelerini. Olur mu, Naz?" Her kelimesi beni ağlatacak gibiydi. Gözlerim dolmuştu. "Gidelim, olur mu?"

Gözlerimi ondan kaçırdım. Yıllar çok şey götürmüştü, biz birlikte birçok ânı kaçırmıştık. Sessiz kaldım. Yüzü düşse de bir şey demedi. İki yanımda duran ellerime uzanıp tuttu. "Ağlama, Naz," dedi yumuşak bir sesle. "İstemezsen yapmayız bir şeyler. Sen gül sadece."

"Sen gidince..." dedim kehribarlarımı elalarına dikerken. Merakla bana baktı. "bir daha hiç gitmedim Gölyazı'ya. Binmedim bir daha sandala." Elimi tutan ellerinden kurtuldum. "Birlikte Avatar 2 çıkınca izleyecektik hatırlıyor musun?" dediğimde bakışlarını kısa bir anlığına benden kaçırdı. Çok sevdiğim bir animasyondu. Onunla defalarca kez izlemiştik. O yüzden söylemeye çalıştığım şeyi anlamıştı. "Yıllardır bekledik, hatta sen gelmez bence artık bile demiştin. Geldi Emre. İkinci film bile geldi ama ben hâlâ izlemedim. Gidemedim. Sen yoktun. Seninle izleyeceğim diye söz vermiştim ama sen gelmedin. Sen bana verdiğin sözleri tutmazken ben yine de sözümde durdum. Hem de..." dediğimde ümitsizce gülümsedim. "O kız için. Ben bunu aşamıyorum, Emre. Ben bunu affedemiyorum."

"Naz," dedi tekrar ellerime uzanmak için ama izin vermedim, geri çekildim. "Onun için gitmedim. Yemin ederim ki ondan değil."

"Ne için peki!" diye bağırdım bir yanardağ misali öfkeyle patlarken. Belirsizlik içinde kalmaktan nefret ediyordum. "Niye gittin?"

Gözlerini kaçırdığında alayla gülümsedim. "Bir cevabın bile yok," dediğimde ümitsizce başımı iki yana salladım. "Kime neyi soruyorsam zaten." Ona arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Sözlerine inanmıyordum. Bu kalbimi kırıyordu.

Öfkeyle zemini tekmeleyip ilerlerken birden bir el kolumu tuttu ve beni kendine çekti. Sırtım göğsüne çarptı. Bir elini kollarıma, diğer elini karıma doladı. Gitmeme izin vermiyordu ama bana cevap da vermiyordu. "Naz, bana kızgın gitme." Yalvarır gibiydi. "Anlatamam, şimdi anlatamam. Geri dönmek zorunda kaldığımdan seni o cümlelerle baş başa bırakamam. Kalbini kıramam. Yapamam, anlıyor musun, Naz? Şimdi yapamam."

Hareketsiz kaldım. Kalbimi kırmaktan söz ederken neyden bahsediyordu? Sesi fazla çaresizdi ve ben onu hiç böyle görmemiştim. Onu böyle görmek benim de canımı acıttı. Acısını kalbimde hissettim. Anlatamayacak kadar onu böyle üzen şey neydi? Bunu söylerken bile beni üzmemekten bahsediyor, benim duygularımı düşünüyordu. O yüzden daha fazla üstüne gitmek istemedim. Zaten geri dönecekti ve onun kavgalı şekilde ayrılıp araba kullanmasını istemiyordum. Kafamda türlü türlü felaket senaryosu kuruyordum.

"Tamam," diye mırıldandım pes ederek. "Sonra konuşalım."

Yüzünü görmesem bile bana daha da sıkı sarılmasından tebessüm ettiğini hissedebiliyordum. Çenesini boyun girintime yerleştirdi ve saçlarıma öpücük bıraktı. "Seni seviyorum," dedi tok bir sesle. Gözlerim tekrar doldu çünkü o bunu söylemekten vazgeçmezken ben ona bu cümleyi hiç kuramayacakmışım gibi hissediyordum. 'Sen bana geç geldin, ben sana erken,' diyordu bir şarkı. Sanki o sözleri yaşatıyorduk.

"Gitmek istiyorum," dedim. "İşlerim var."

"Olur," dedi ama beni hâlâ bırakmadı. Sesi gülümsüyordu. Yine duygularını içine atmış, normalmiş gibi davranmaya başlamıştı. "Ama önce..." diye devam ettiğinde son harfi uzatıp belimi saran elini bıraktı ve saniyeler sonra ne ara çıkardığını fark etmediğim telefonunu kaldırıp ileriye doğru uzattı.

Ön kamera açıktı.

"Önce fotoğraf çekelim." Daha ne olduğunu anlamadan telefonun deklanşörü ardı ardına ses çıkardı. Şaşkın bir şekilde ekrana baktım.

Ne yaptığını fark ettiğim an gözlerim büyüdü. "Hayır çekmeyelim!" diye yerimde kıpırdanıp durdum, ondan kurtulmaya çalıştım ama beni daha da sıkı tutarak kahkaha attı ve birkaç tane daha çekti.

"Onları sileceksin!" diye tısladım, gözlerim tehditkâr bir şekilde kısıldı. "İstemiyorum fotoğraf falan ya! Çirkin çıktım hepsinde! Gebertirim seni, yemin ederim ki elimde kalırsın!"

O ise umursamaz bir şekilde, çarpık gülümsemesiyle ekrana bakıyordu. "Hayatta silmem." Kamerayı etrafımızda dolaştırıyordu. Bir eli kollarıma sarılı olduğundan ve oldukça da güçlü olduğundan pençelerinden kurtulup telefona uzanamıyordum ve şimdi de...

"Video mu çekiyorsun bir de!" diyerek çemkirdim birden. Bu onu daha da güldürdü. Sinir bozucu bir şekilde keyif alıyordu. "Bak yemin ederim saçlarını yolarım, kariyerine kel doktor olarak devam edersin."

Kıkırdayarak başını iki yana salladı. "Silmem. Kel de seversin sen beni."

"Hayatta sevmem."

"Seversin seversin."

"Bırak beni."

"Hayır."

Dişlerimi sıktım. "Peki, bunu sen istedin o zaman!" dediğim gibi dişlerimi koluna geçirdim.

Onu ısırmamla bana sarılı kolunu çekmesi bir oldu. "Ah!" diye acıyla inleyip bir adım geri çekildi. Zerre üzülmemiştim. Aksine keyiflenmiştim.

Ona dönerek zafer kazanmış gibi sırıttım. Şok içinde bana bakıyordu; gözleri büyüdüğünde elini sanki acısı gidecekmiş gibi sallıyordu. "Psikopat mısın kızım!"

Elimi göğsümün üzerine götürüp aşağı doğru süpürür gibi yaptım. "Oh olsun!" dedim başımı sallayarak. Ardından sinsice ona doğru bir adım yaklaştım. "Şimdi ver o telefonu, sileceğim her şeyi."

Yanına biraz daha sokuldum. Sağ tarafıma eğilerek telefona uzandım ama o benden hızlıydı. Isırdığım eli hâlâ kızarmış ve sızlıyor olmalıydı, buna rağmen refleksleri kusursuzdu. Telefonu ustaca kaçırdı ve havaya kaldırdı.

"Hayatta silemezsin." Gözlerinde muzip bir parıltı vardı. Oyun oynamaktan keyif aldığı fark edilmeyecek gibi değildi.

Parmak uçlarımda yükselerek telefona uzandım. Daha da yukarı kaldırdı. "Ver şunu!"

Başını hafifçe yüzme doğru eğdi. Dudaklarının kenarı çarpık bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Alsana."

"Ya, Emre , ya!" diye sızlandım son heceyi uzatırken. "Ver şunu. Çirkin de çıktım zaten." Biraz daha parmak ucumda yükseldim, hatta yerimde bile zıpladım ama hiçbir sonuca varamadım. Lanet olasıca boyu ve kolu fazla uzundu. Uzanamadığım için sinir krizi geçirmek üzereydim. O ise kahkaha atarak eğlendiğini belli ediyordu.

"Sen istesem de çirkin çıkamazsın, Naz," dedi aniden. Sözlerine hazırlıksız yakalandığım için dengemi kaybettim ve üzerine doğru düştüm. Bir eli belimi sarıp beni dengede tutunca "Yakaladım," dedi fısıltıyla. Yumuşak bir nefes tenime çarptı. Şu an aramızda mesafe niyetine bir şey kalmamıştı ve ben düşüp bayılacaktım.

Bakışları dudaklarıma doğru kaydı. Keza benimki de onunkilere. Zaman durmuş gibi hissediyordum. Rüzgârın esintisi saçlarımı uçuşturuyor, her bir teli yüzümde savuruyordu ama onlardan kurtulmak için tek bir hamle bile yapmıyordum. Çünkü aradığınız aklıma şu anda ulaşılamıyordu. Uzun süreliğine tatile çıkmıştı, bir süre daha ulaşılamayacaktı. Onun yokluğunu kalbim doldurmaya çalışıyordu ve şu an kendisinin yaptığı tek şey, yerinden çıkacakmışçasına atmaktı. Başka bir halta yaradığı yoktu.

Hey, seni gidi aptal kalp! Sence ikimiz yan yana gelince mantıklı düşünebilir miydik? Aptallaşıyoruz aloo! Hemen uzaklaş ve geri çekil. Hemen!

Dudakları bana doğru yaklaşıyordu. Hayır, hayır, hayır.

Hazır değildim.

Ama kaçamıyordum da.

Biraz daha eğildi. Gerginliğimi belli ettirmemek için gözlerimi açık tutmaya çalıştım ama fark etmeden nefesimi tutmuştum bile. Göğsümde bir yerler düğümlenmişti sanki. Kalbim, tenime değen sıcak nefesinden mi yoksa beynimin alarm zillerinden mi bu kadar hızlı atıyordu, bilmiyordum.

Ve sonra beklemediğim bir hamle yaptı.

Beni yine öpeceğini sanırken burnumun ucuna küçük bir buse bıraktı. Geri çekildiğinde gözlerimin içine bakarak "Nefes al, Naz," dedi muzip şekilde. "Ve atkısız çıkma, burnun kızarmış."

Hâlâ hareketinin ve yakınlığının etkisindeydim. Şu an kafam allak bullaktı, çünkü beni öpmesini istemiştim. Kesinlikle çok istemiştim. İnkâr etsem bile kaçmayarak ona izin verdiğimi belli etmiştim ama yine de yapmamıştı. Dün ben onu öpene kadar bir daha dudaklarımdan öpmeyeceğini söylemişti ve sözünü tutuyordu. Bu düşünce mideme düğümler atarken nefesimi sonunda bıraktım.

Kendime gelir gelmez kafamı iki yana sallayarak ondan uzaklaştım. Gözlerimi ona değdirmemeye çalıştım çünkü fena halde utanıyordum. Allah'ın cezası pislik! Bundan resmen keyif alıyordu. Kesinlikle onu en temizinden dövmeliydim.

"Gidiyorum ben!" dedim bir çırpıda. Sonra arkamı döndüm. Adımlarımı hızlandırarak yürümeye başladım ama tabii ki beni rahat bırakmadı. Kahkaha atarak peşimden geldi. Bir adım arkamdan yürüyordu. Sonra yanımda belirdi. Ondan yana bakmadım. Yerdeki taşlara odaklanarak ilerlerken, telefonunu bir anda yüzüme doğru uzatması irkilmeme sebep oldu. Hâlâ bir şeyler çekmeye çalışmasına inanamıyordum. Beyinsiz aptal!

Elimle yüzümü kapatıp yürümeye devam ettim. "Çekmesene ya!"

Ama beni dinlemedi. Birden yüzümü kapattığım ellerimden birini tutup kaldırdı ve kameraya doğru tuttu. Hareketine anlam veremezken adımlarım yavaşlamıştı. "Kendisi fazla inatçı ama inadını yeneceğim," dedi kameraya doğru. Şaşkın bakışlarım ona döndü. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Ellerimi kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi. "Ve annecim, dediğim gibi tutmam gereken eli tutuyorum. Oğlunu bilirsin. Biraz fazla hızlı."

Adımlarım durdu. Duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Annecim derken? Annesinin konumuzla alakası neydi tam olarak? Benimle birlikte o da durdu, kameranın yönünü değiştirmiş olmalı ki telefonun arka kamerasını bana dönük tutuyordu. "Müstakbel gelinin şok girdi. Onu kendine getirmem gerek."

Müstakbel gelinin mi?

Aklımı delirecektim.

Gözlerimi şokla birkaç kez kırpıştırdım. Teki seğirmeye başladığında Emre telefonu kapatıp cebine attı ve yavaşça yapacağım şeyi anlamış gibi ellerimi bıraktı. "Bana. Hemen. Ne. Döndüğünü. Anlatıyorsun! Hemen!"

Önüme geçti ve bana doğru döndü. "Annem seni sevdiğimi biliyor," dedi bir çırpıda. Söylediği afallamama neden oldu. Durduğum yerde kısa bir anlığına sendeledim. Ne demek Nermin Teyze onun beni sevdiğini biliyordu? Böyle bir şey gerçek olamazdı. Kelimeler zihnimde can buldukça biraz daha şoka giriyordum.

Sonunda konuşabilecek hâle geldiğimde "Ne?!" diye bağırdım. Gözlerin yaramaz bir ateşle parlarken geriye doğru yürüdü.

"Annemi bilirsin." Sesi o kadar umursamazdı ki sinir krizi geçirecektim. Ne dediğinin farkında mıydı? "Ondan bir şey kaçmaz. Ve ona senin elini tutacağımı söyledim."

"İyi bok yedin!" Ellerimi saçlarıma geçirdim. Oturup ağlayacaktım. Çok utanmıştım. Çok utanmıştım. Çok utanmıştım. Nermin teyzeyle bir daha nasıl yan yana gelecektim. "Videoları ona göstermek gibi bir saçmalık yaparsan," derken işaret parmağımı ona doğru uzatıp uyarır gibi salladım. "Seni mahvederim. Bak dünden beridir seni dövmek istiyorum. Bu sefer cidden yaparım."

Tehdidim ondan sinek ısırığı etkisi yaratmıştı. Dişlerini göstererek sırıtıyordu. "Söz veremem."

Ona doğru uzandım. "Ver o telefonu!"

Geri adım attı. "Vermeyeceğimi söyledim, " diyerek bana arkasını döndü. Islık çalarak ilerliyordu. O kadar rahat davranıyordu ki burada anormal olan tek kişi benmişim gibi hissettiriyordu. Ellerimi iki yanımda yumruk yaparak öfkeyle çığlık attım. Çığlığıma gülmesi karışınca peşinden koşmaya başladım. Ayağımda sporlarım olduğu için şanslıydım. Koşarken daha rahattım. Geldiğimi fark edince adımlarını hızlandırdı. Ama gülmeye devam ediyordu.

Yanıma vardığımda cebine koyduğu kolunu çekiştirdim ama bana mısın demedi. Gülerek yürümeye devam etti. "Emre, lütfeenn!" dedim gözlerimi birkaç kez kırparken. Bakışları bana döndü. Başımı omzuna yaslayıp sevecen bir şekilde gülümsedim. Bu hareketim yutkunmasına sebep olsa da gülerek kafasını iki yana sana salladı. İşe yaraması gerekiyordu!

Yüzümdeki gülümseme silindi. Kaşlarım da çatılınca bakışlarım ciddileşti. Zor yoldan deneyecektik, aman ne güzel! Bunu fark etmiş olmalı ki kolunu benden kurtardı ve yavaş adımlarla koşmaya başladı. O koşunca ben de koştum. Yüzüm hafif esen rüzgârla gıdıklanmıştı. Gözlerimin üzerinde uçuşan saçlarım görüş alanımı kapatsa da bunu umursamadan peşinden koşmaya devam ettim. İkimiz de giderek hızlanıyorduk.

"Bu sefer o bakışın işe yaramaz Naz. Silmeyeceğim," diye bağırdı önümde koşmaya devam ederken. Sesinde eğlendiğini belli eden tını boş yolda kendini daha da belli ediyordu. Otelin yakınlarında olan arabasına yaklaştığımızda telefonunu cebinden çıkarıp nispet yapar gibi havaya kaldırdı.

Arabanın yanına vardığımızda ona biraz daha yaklaşmıştım. Arabanın etrafında dönerek koşmaya başladık. O telefonu havada sallayıp gülerken ben de onu yakalamaya çalışıyordum. İyice çocuklaşmıştık. Yıllar öncesine gider gibi olduğumu hissettiğimde yüzümde tebessüm oluşmaya başlamıştı bile. Keza onun da aynı fikirde olduğunu düşünüyordum.

Kaputun bir tarafında o vardı, diğer tarafında da ben. Ellerimi kaputa sert bir şekilde bastırıp ona doğru eğildim. "Kimseye göstermeyeceksin!"

"Annem bu tatlı hallerini görmesin mi Naz'cığım?" Tek kaşı havalandı.

"Sinirlerimi bozuyorsun."

Omuz silkerek sırıttı. "Hoşuma gidiyor."

Onun üstüne atlamak gibi şahane ötesi planlarım vardı ama ortamı kaplayan telefon sesi bana engel oldu. Onun elindeki telefon çalışıyordu. Havada tuttuğu telefonu indirdi ve ekranda yazan isme baktı. Sonra da aramaya cevaplandırıp telefonu kulağına götürdü. "Efendim," dediğinde bakışları üzerimdeydi. Gülümsüyordu.

"Döneceğim birazdan," dedi telefondaki kişiye. Kiminle konuşuyordu? Cinsi neydi? Niye aramıştı? Tabii ki merak ediyordum. "Nöbetim var. Bir arkadaşımın işi vardı, ben kalacağım onun yerine." Kime açıklama yapıyordu böyle? Bana bile söylememişti. Gerçi ben de sormamıştım. Tek yaptığım kavga etmekti.

"Karşımda," dediğinde oldukça keyifli görünüyordu. Kaşlarımı daha da çatarken, "Beni dövecekmiş gibi bakıyor," diye devam ettiğinde köşeli jetonlarım daha yeni benden bahsettiğini anlayabilmişti. Ben ne alakaydım? "Söylerim söylerim... Sizinkilere selam söyle, gelince haberleşiriz."

Telefonu kapatıp cebine attığında "Kiminle konuştun sen?" diye sordum hemen. Yaptığımı fark edince dilimi ısırdım. Hesap soruyordum ve bu onun hoşuna gidiyordu. Aptalsın Nazlı!

Kaputun etrafından dolanıp yanıma geldi. Tek kaşı havalanırken, "Ne o?" dedi sırıtarak. "Merak mı ettin?"

Kollarımı birbirine geçirdim. "Benden bahsettin az önce, tabii ki de merak ettim," dedim çokbilmişçe. Parmak uçlarımda yükselip kafamı salladım. Aferin Nazlı, ipleri eline verme sakın. "Burada mevzubahis olan benim."

Önümde durdu. Gülümsemesi daha da büyümüştü. Tavrım hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Elleri kafamın üzerine gidince saçlarımı karıştırdı. "Kıskanınca tatlı oluyorsun," dedi dudakları muzurca kıvrılırken. Söyledikleriyle eş oranda yüzüm buruştu. Kafamı iki yana sallayarak geriledim.

"Saçlarımı rahat bıraksana ya!" dedim sızlanarak. "Hem ben seni niye kıskanayım?"

"Şimdi bu konu hakkında tartışmaya başlarsak önce inkâr mekanizman devreye girer. Sonra kabul edersin. Sonra kesinlikle kavga ederiz ve sen kesinlikle benim ağzıma çok pis sıçarsın. Sonra yine sakinleşiriz, ben seninle uğraşırım ve sen yine sinirlenirsin. Kesinlikle araya birkaç kez beni dövme fikirleri eklemeden geçmezsin. Bundan zevk alıyorsun. Sonra..." dediğinde sırıttı. Aklında ne canlanıyorsa hemen silmeliydi. Bakışları bakış değildi. "Sonrası da bende kalsın."

Gözlerimi devirdim. "Çok biliyorsun sen."

Nefesini bıraktığında "Hiç gidesim yok," dedi birden. Özlem dolu bakışları vardı. "Seninle daha çok kalmak isterdim."

Burdan sonra söyleyecek bir şeyim olmadı. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Kavga ederken kendimi rahat hissediyordum, çünkü eskisi gibi oluyorduk ama konu onun bana olan sevgisini belli etmeye gelince dilim lâl kesiliyordu. Kalbim sessiz bir savaş verirken gözlerim çok şey söylüyordu. O bunu anlıyor muydu bilmiyorum ama ben de gitmesin istiyordum. Ama kalsa bile onunla insan gibi konuşmayacağımı da biliyordum. Kavga ederdim. Ondan kaçmaya çalışırdım. O yüzden gidecek olması bir açıdan iyi olmuştu. En azından kendimle baş başa kalıp bir şeyleri daha rahat kafayla düşünebilecektim. O buradayken düşünmeyi unutuyordum. O buradayken kalbimin yaptığı tek eylem sevmek oluyordu.

Bir şey demesem de buna alınmadı. "Giray'la konuştum," dedi konuyu değiştirerek. "Telefonun sessizde sanırım. Aramış, açmamışsın."

"Kesin işi düştü," diye söylendim. İşi düşmezse aramazdı kolay kolay. İnsan bir der, canım kardeşim, güzeller güzelim nasılsın; keyfin yerinde mi ama yok, paşamızın umurunda bile olmayalım. "Annemlere de işim var dedim yani."

"Seni merak etmiş," dediğinde gözlerim büyüdü. Kendimi gösterdim. "Beni?" Gökten taş yağacaktı. "Merak etmiş?"

"Giray seni seviyor, biliyorsun."

Şımarık bir gülümseme belirdi suratımda. "Sevsin bir zahmet, başka kız kardeşi mi var? Bende onlardan iki tane var." Söylediklerim onu güldürdü. Abilerime olan düşkünlüğümü biliyordu. Onlarla dalga geçsem de yerleri hep ayrıydı. "Neyse..." dedim istemeye istemeye. "Sen de git artık, geç kalacaksın."

"Peki." Bana bakıyordu. "Aradığım zaman aç."

"İşlerim var."

Kaşları çatıldı. "Naz..."

Ellerimi geçiştirir gibi salladım. "Bakarız."

"Varınca yazarım."

"Ne yaparsan yap. İlgilenmiyorum." Merak ederdim. Çok ederdim.

Montumun açık fermuar kısmından tutup beni kendine çekti. Tek kolunu boynuma doladığında başımı göğsünün üzerine yasladım. Saçlarımın tepesine minik bir buse bırakıp çenesini başıma yasladı. Sarılmak istesem de kendime engel oldum. "Yazacağım," dedi fısıltıyla. Ardından benden uzaklaştı.

Eğilip açık fermuarımı kapattı. Çocukken de çok yapardı bunu. Fermuarı boynumun biraz aşağısına kadar çekince "Üşüme daha fazla, hadi içeri gir," dedi gülümseyerek. Daha fazla kapıda beklememi istemiyordu. Ama o gitmeden gitmeyeceğimi de biliyordu. O yüzden daha fazla bir şey demeden benden uzaklaşarak cebinden çıkardığı anahtarın düğmesine bastı. Klik sesi gelir gelmez arabanın kapısını açtı ve bana son kez bakarak arabanın içine bindi.

Arabanın motor sesi kulaklarıma ulaştığında gerçekten gidecek olmasıyla yüzleştim. Camı yavaşça aşağı indirdi. "Çabuk dön, özletme kendini," dedi tatlı bir tınıyla. Veda eder gibi elini kaldırıp bir kez salladığında saniyeler içinde aracı yanımdan uzaklaştı.

Ve gitmişti. Arkasından gidişini izlemek beni üzmüştü. Beş gün sonra yine denk gelecektik biliyordum ama onu görmemek de görmek kadar acı veriyordu. Şu an üzülüyordum. Buraya gelmişti, bilgisayarımı getirdiği için çok sevinmiştim. Sonra bana aşk itirafı yapmış, tüm dengemi sarsmıştı. Beni öpmüştü. Evet beni öpmüştü. Sonra kavga etmiştik. Ona bağırıp çağırmış, karşısında ağlayıp durmuştum. O ise sakinleştirmek uğraşmıştı. Bana beni sevdiğini söylemişti. Bunların hepsinin yaşanmış olmasına inanamıyordum.

Arabası görüş alanımdan tamamen kayboldu. Bu kadar üzülmem çok saçmaydı, biliyordum evet ama elimden bir şey gelmiyordu. Eğer bilgisayarımı unutmasaydım hiç gelmeyecekti. Bunun farkında olduğum halde üzülmeye devam ediyordum.

Arkamı dönüp ilerlerken telefonu cebimden çıkardım. Abimi arasam iyi olacaktı. En azından onunla kavga etmek kafamı dağıtırdı.

Ekranı açmamla önüme yeni mesajların düşmesi bir oldu. Gelen mesajı okuduğum an asık suratım anında gülümsemeyle şekil buldu.

Aptal.

Ve ben bu aptalı maalesef ki seviyordum.

Emre Körü: Umarım hemen içeri girmişsindir. Hava giderek soğuyor. Ve sen sürekli bir şeyler almayı unutuyorsun. Akşam dışarı çıkarsan sıkı sıkı giyinmeyi unutma. Atkısız sakın çıkma.

Emre Kötü: Kimseyle de yağmurda ıslanma. Çünkü neden ıslanasın?

Emre Körü: Verdiğim ilaçları kendini kötü hissedersen hemen iç. Çabuk hasta olursun sen. Kendine hiç dikkat etmiyorsun.

Emre Körü: Ve lütfen çabuk dön. Seni şimdiden çok özledim.

Emre Körü: Seni seviyorum.

Emre Körü: Seni sevmek yaptığım en doğru şey.

***

Beş günün ardından sonunda evime sağ salim varabilmiştim. İnanılmaz yorucu bir hafta olmuştu benim için. Hem de her anlamda. Bir haftada yaşamadığım şey kalmamıştı.

İş açısından deneyim edinebileceğim güzel bir süreç oldu. Yaptığım diğer sunumlarda göze daha da girmiştim ve bunun geri dönüşlerini alacağıma emindim. Gerçekleştirmek istediğim ve kimseye söylemediğim hayalime adım adım yaklaştığıma inanıyordum.

Proje bizim direktiflerimize göre ilerlemeye devam edecekti. Ustalar çalışmaya devam ederken kısa bir sürede bitmiş halini göreceğimize emindim. Yeni sezonun en iyi otellerinden biri olacaktı. Ve bu işte benim de bir katkım olduğu için kendimi inanılmaz mutlu ve gururlu hissediyordum.

İş dışında da güzel anlarım oldu. Emre gidince başta üzülmüştüm evet ama daha sonra bir şeyleri düşünmeye de zaman bulabilmiştim. Kendisi zaten hiç de gitmiş gibi değildi. Boş bulduğu her vakitte ya arıyor ya da mesaj atıyordu. Açmazsam bu sefer Derin'i arıyordu. Derin de ona sövüp bana patlıyordu ve aramasını cevaplamak zorunda kalıyordum. Keyfi yerindeydi. Sadece yoğundu. Uzun süren nöbetleri olduğunu her söylediğinde ona üzülüyordum ama beni her sinir edişinde "İyi olmuş sana, sürün böyle," diyerek telefonu suratına kapatıyordum.

Onun dışında Derin ve Bensu'yla güzel vakit geçirmiştik. Gece bizim odamızda abur cubur eşliğinde pijama partisi vermiş, çığlık çığlığa şarkılar söyleyip durmuştuk. Hatta bir ara ikisi de benimle dalga geçercesine Emre'nin bana söylediği şarkıyı birbirlerine bakarak söylemişlerdi. İkisinin suratına yastık atmam hiç bir işe yaramamış, aksine onları daha çok güldürmüştü. İyice ortalığa maskara olmuştum.

Bir de Caner vardı ki onunla da güzel vakit geçirmiştik. Derin'e daha çok adım atıyordu. Yakında aldığı nefese yürüyecek diye korkmuyor değildim. Derin bu sefer onun hareketlerinin farkındaydı. Bensu söylemeseydi farkına varabileceğini sanmıyordum. Sınavları yüzünden kendini dış dünyaya kapatmıştı. Burada bile geceleri ders çalışıyordu. O yüzden şu an onun adına mutluydum. Onu utanırken izlemek beni inanılmaz keyiflendiriyordu. Biraz da ben onunla dalga geçeyim, hakkımdı yani.

Hep beraber Bakacak'a gitmiş, fotoğraflar çekip etrafı turlamıştık. Arda bana mesafeli yaklaşıyordu. Emre ile aramızdakileri anlamış olmalı ki yaptığı şey için utandığını anlayabiliyordum. Kendini kötü hissetmemesi adına onunla normal şekilde konuşmaya devam ettim ve bu, onu oldukça sevindirmişti. Onunla arkadaş olmakta bir sıkıntı görmüyordum. O da benimle sadece arkadaş olmak isterse olurdum ama arkadaşlık dışındaki duyguları devam edecekse kendi yoluna bakmalıydı çünkü ben onu o şekilde sevemezdim. Ben bu hayatta sadece bir kişiyi seviyordum ve her zaman da onu sevecekmişim gibi hissediyordum.

Eve girer girmez anne ve babama sıkıca sarıldım. Onları çok özlemiştim. Sarıldıkça bunun daha da farkına varıyordum. Her gün arıyordum ikisini de ama yan yana olmak bir başkaydı. Annem neyse ki kaçırdığım tüm dedikoduları bana telefonda anlatıyordu. Onun atladığı yerleri de halam söylüyordu. Halam da bu ara yoğun olduğundan denk gelemiyorduk bir türlü. Emre ile aramızda olanları ona telefonda anlatmak zorunda kalmıştım. Duyar duymaz attığı çığlığı hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. En kısa zamanda yan yana gelip yüz yüze konuşmamız gerektiğini söyledi. Bu konuda ona katılıyordum. Onun aklına ihtiyacım vardı.

Annemlerle oturma odasında biraz sohbet ettikten sonra yorgun olduğumu söyleyerek yanlarından uzaklaştım. Gerçekten de çok yorulmuştum. Bütün hafta tır gibi üzerimden geçmişti. Odama bavulumu atınca yaptığım ilk iş kendimi sırt üstü yatağa bırakmak oldu. Oteldeki yataklar inanılmaz rahattı ama hiçbir şey insanının kendi yatağının yerini tutmazdı. Odamı özlemiştim. Her köşesi ben kokuyordu.

Biraz tembellik yaprak uzanmaya devam ettikten sonra artık kalkmam gerektiğini düşündüm ve dolabıma uzanıp üzerimdekilerden kurtuldum. Siyah eşofmanlarımı giydiğim gibi rahatlık vücuduma yayılmaya başlamıştı bile. Bütün gün odamda takılmak gibi planlarım vardı. Bozanı gebertirdim.

Çalışma masamın üzerine dizilmiş duvar raflarından rastgele bir kitap alıp yatağıma geçtim. Romantik komedi okumak beynimi toparlayacaktı. Sürekli iş, toplantı, kaos arasında insanın böyle dinlenme alanlarına ihtiyacı olabiliyordu. Kafamı yoran şeyler zaten çokken bir de kitap yorsun istemiyordum. Gerçi kitaplar bazen beni sinir hastası yapabiliyordu. Sakinleştirmesi gerekirken bazen çok fena geriyor, bazen de ağlatıyordu. Tamam, sık sık ağlatıyordu. Fazla duygusal olmak benim suçum değildi.

Neredeyse bir saat kadar kitap okudum. Sık sık gülmüştüm. Bir ara sırıtmaktan çenem çıkacaktı. Bu süre zarfında kimse beni rahatsız etmedi. Babam televizyon izliyordu, annem de üst kata çıkmıştı. Abim hâlâ okuldaydı. Onu daha görememiştim. Yalan yok, biraz özlemiş olabilirdim ama biraz. Çok değil. Tabii ki bunu ona söylemek gibi bir düşüncem yoktu, hemen şımarırdı. Kendimden biliyordum.

Telefondan bildirim sesi gelince kitabın arasına ayraç koyup yatağa bıraktım. Abim yüzünden bildirimleri tekrar açmıştım. Kapattığım için telefonda uzunca bir süre tartışmamız aklıma geldikçe gözlerimi devirmeme neden oluyordu. Haber alamayınca haklı olarak geriliyorlardı ama bana da fazla bildirim geliyordu, ayar oluyordum. Komodinin üzerindeki telefona uzanıp gelen bildirimi açtım. Mesajı atan ismi gördüğüm gibi yerimden doğruldum.

Emre'dendi.

Onu da görmemiştim hâlâ. Bugün geleceğimi biliyordu ve ben; onunla yan yana gelmeye hazır mıyım, bilmiyordum. Onsuz geçirdiğim beş gün deli gibi düşündüm. Bana yaptığı itirafı, beni öpmesini, kavgalarımızı, gitmesini, affedemeyişimi ve yakın temaslarını. Her birini tekrar tekrar düşündükçe aklımı kaçıracakmışım gibi hissetmiştim. Telefonda konuşmak kolaydı yine, şimdi yüz yüze gelince ne yapacaktım, nasıl tepki verecektim kestiremiyordum. Ben dengesizin tekiydim. Her an her şeyi yapabilirdim.

Emre Körü: Nöbetim uzadı, yarın görüşelim mutlaka.

Emre Körü: Özledim seni.

Mesajına bir süre baktım. Ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Sadece aptal gibi bazı şeylere izin veriyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Kendimden bağımsız hareket ediyordum. Ama biraz daha kaçmak istiyordum. Sonra onunla konuşmam gerekenler olacaktı. Sonu kavgayla biteceğine emin olduğum bir konuşma. Artık bir şeylerin netleşmesi gerekiyordu.

Yarın işe gidiyorum. Müsait değilim.

Anında mavi tik oldu ve Yazıyor ibaresi göründü.

Emre Körü: İş çıkışı alırım seni.

Alma.

Kendim gelirim.

Emre Körü: Bu konu tartışmaya kapalı.

Emre Körü: Şimdi ameliyata girmem gerek. Kendine iyi bak.

Emre Körü: Seni seviyorum.

Telefonu kapatıp yatağa gelişine fırlattım. Her seferinde bana beni sevdiğini söylemesi yüzümdeki gülümsemeyi büyütüyordu ve bunu her fark ettiğimde kafam bir tane geçiriyordum. Saniyesinde mum gibi eriyordum. Süründürecektik onu, Nazlı. Yumuşuma. Kendine gel!

Başımı yatak başlığına yaslamamla odamın kapısının açılması bir oldu. "Nazlı, nazlı, nazlı!" diye girdi odaya Derin. Sesindeki heyecana anlam veremedim.

Başımı yasladığım yerden kaldırmadan gözümü devirdim. "Kızım bensiz yapamıyor musun sen?" diye söylendim. Dinç olması inanılmazdı. İnsanda biraz yol yorgunluğu olurdu, ben erken yaşlanmış olmalıydım.

"Boş yapma da dinle," dedi yanıma otururken. Heyecanlı duruyordu. Yerimden doğrulup kafamı salladım. Merak etmiştim. "Düğün varmış." Ellerini birbirine çarparken yerinde zıpladı.

Gözlerim büyüdüğünde "Kimin?" diye sordum hemen. Heyecanım üstümdeki tüm yorgunluğu almıştı. Konu düğün olunca bizde akan sular dururdu. Derin'le düğünleri çok severdik. "Yoksa bana..."

"Evet," diyerek sözlerimi tamamladı. "Cemile ablanın oğlunun. İki gün önce Manisa'da kına olmuş, düğün de bugünmüş."

"Vay..." Üst dudağımı altı dudağımın arasına alarak kafamı salladım. "Semih evleniyor demek." Semih bizim sokağın başında oturan Cemile ablanın oğluydu. Benden iki yaş büyüktü. Çocukken onunla az oyun oynayıp kavga etmemiştik. Şimdiyse evleniyordu. Nişanı üzerinden bir sene geçmişti. Askerden gelince düğün yapacaktı. Bu ara o kadar yoğundum ki onun askerden geldiğini bile bilmiyordum. Kesinlikle paslanmıştım. Eskiden herkes hakkında her şeyi bilirdim.

"Kesinlikle gidiyoruz."

İnanamaz bir şekilde ona baktım. "Tabii ki gidiyoruz. Yemekten sonra bizde hazırlanalım."

Kafasını heyecanla sallayarak ayaklandı ve odadan çıktı. Evine gidip hazırlanma vaktine kadar biraz ders çalışacaktı. Ben de tembelliğe devam etmeyi düşünüyordum.

***

"Saçım nasıl olmuş?" Derin'in sorusuyla bakışlarımı aynadan çekip ona döndüm. Saçının ön kısmını örüp taç gibi başına dolamıştı, kalan kısımları da dalgalı şekilde omzundan aşağı salmıştı. Üzerinde geniş V yaka dizlerinde biten siyah bir elbise vardı. Şık ve sade duruyordu. Beğenmiştim.

"Güzel güzel," dedim memnuniyetle. "Benimkini de yapsana." Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp başımı omzuna yatırmam yetmişti. Kedi bakışlarıma asla hayır diyemezdi.

Akşam suları olunca ikimiz de erkenden bir şeyler yedikten sonra kendimizi benim odama kapattık. O süre zarfına kadar abim eve gelmiş, onunla kavgalı bir hasret gidermiştik. Bir haftada onunla kavga etmeyi özlemem inanılır gibi değildi. Annem yine başını tutup söylenmeye başlamıştı. Babamsa keyifle bizi izliyordu. Sık sık bu hallerimizi özlediğini dile getirmesi annemi daha da çileden çıkarttı. Şimdi Derin'le benim odamdaydık. Hava çoktan kararmıştı. Oda havalansın diye açtığım camdan soğuk hava dalgaları içeriyi ziyaret ediyordu. Yine de aman aman bir soğukluk yoktu. Uludağ'dan sonra hamam gibi bile geliyordu.

Derin elindeki düzleştiriciyle yanıma geldi. Kaşlarıyla sandalyeye oturmamı istediğinde hemen isteğini yerine getirdim. Çok özel bir şey istemiyordum. Kafasına göre takılabilirdi. Düğüne gitme amacım tamamen eğlenmekti. Düğün ortamı görmeyi özlemiştim. Ne zamandır kimse evlenmiyordu.

"Emre de gelecek mi düğüne, biliyor musun?" Düzleştiriciyi saçlarımın arasında gezdirirken aynadan bana bakıyordu. Semih'le arkadaş oldukları için gelme ihtimali olduğundan sormuştu.

"Nöbeti varmış, sanmıyorum yani."

Keyifle gülümsedi. "Orada birkaç kişiyle dans et de fotoğrafını çekip ona atayım."

"Aynen," dedim alayla. "Sonra da tüm herkesin dilinde dolaşayım. Aman istemez."

"Sen bunu takmazsın ki."

"Babam da gelecek ya hani," dedim hatırlatmak ister gibi. Anladığına dair mırıltı çıkardığında gülmüştü. "Adam kafayı yedi beni istediler diye. Başkasıyla görse iyice delirecek. İki tane abim var, biri benimle dans etsin bir zahmet."

"Giray abi Elif ablayı dansa kaldırmazsa bir bok bilmiyorum."

Aynaya bakarken kafamı salladım. "Net kaldırır," dedim eğlenerek. "Onlar kaçta gelecek biliyor musun?"

Sadi amcamlar, babaannem ve dedem bizim arabayla gidecekler. Annenle baban Serdar abiyle gideceklermiş. Sedef'le Elif abla da bizimle gelecek. Giray abi ve müthiş planları." Kafasını keyifle iki yana salladı.

Kaşlarım havalandı. Bütün bunlardan haberim yoktu. "Abime bak," dedim sırtımı sandalyeye yaslarken. Ani hareketim yüzünden düzleştirici birden saçımı yakınca kısa çaplı bir çığlık attım. "Kızım bir rahat dursana," dedi Derin sitemli bir şekilde. Heyecanlanınca kendimden geçiyordum. Uslu uslu kafamı sallayıp hareket etmeyi bıraktım.

Saçlarım sonunda bitince yerimden ayaklanıp boy aynasının karşısına geçtim. Kendimi baştan aşağı inceledim. Derin saçlarımın uçlarını düzleştiriciyle kıvırıp bir tutamını arkada gümüş, küçük bir tokayla tutturmuştu. Üzerimde de ince askılı, arkası çapraz şeklinde birleşen, zümrüt yeşili bir elbise vardı. Dizlerimin biraz üzerinde bitiyordu. Bu rengi kendime yakıştırıyordum ve şu an oldukça güzel görünüyordum. Sade ama zarif.

"Güzelsin güzel." Derin'e dönüp öpücük attım. Hemen karşılık verdi.

"En az senin kadar."

Kapı bir kez çalınca ikimizin de bakışları oraya döndü. Bizim evde kapı çalma adeti pek olmadığından kaşlarım havalanmıştı. "Gelebilirsin," dedim merakla. Komutumla içeri giren abimi görmek bende kısa çaplı bir şok etkisi yarattı. Üzerinde beyaz bir gömlekle siyah bir pantolon vardı. Yeni tıraş olmuşa benziyordu. "Sen kapı çalmayı bilir miydin?"

Gözlerini devirdi. "Çok boş konuşuyorsun Nazlı," derken ikimizi de baştan aşağı süzdü. Yüzü anında buruşmuştu. "Çok çirkin olmuşsunuz." Bu sefer gözlerini deviren ben ve Derin olmuştuk. Abim ve terörü tam gaz devam ediyordu.

"Neyse ki gereksiz fikirlerini kâle almıyoruz. Niye geldin?"

"Badana işiniz bittiyse gidelim diyorum, geç kalacağız."

Masamın üzerindeki makyaj fırçasını alıp arkama sakladıktan sonra sinsice ona doğru yaklaştım. Derdi gitmek değildi, Elif ablayı görmekti. "Daha başlamadık," dedim muzipçe. Başımı sağa yatırıp dişlerimi göstererek gülümsedim. "Seni bekliyorduk." Arkamdaki fırçayı çıkardım ve hızlıca burnuna doğru götürdüm. "İstemez misin?" dediğimde artık kahkaha atıyordum. Diğer taraftan Derin de ona yaklaşıp başka bir fırçayı yanağına sürmeye başlamıştı bile. "Bu renk tam senin rengin Giray abi."

Abim yaptığımızın farkına vardığı gibi geri çekildi. "İkiniz de fena kaşınıyorsunuz!" dedi kaşlarını çatarak. "Burada bırakırım, tek gelirsiniz."

"Sıkıysa yap, bak Elif ablaya seninle ilgili neler söylüyorum."

"Nazlı," dedi tıslarcasına. "Kaşınma güzel kardeşim."

Derin arkada kıs kıs gülüyordu. "Yanaklara pembe yakışmış Giray abi, yüzüne renk gelmiş resmen," dediğinde daha fazla kahkaha attı. Yanakları cidden pembeleşmişti. Benim fırçanın ucunda bir şey yoktu. Derin'in benden daha vicdansız olması beni keyiflendirmişti.

"Siz ikiniz," dedi abim bakışlarını ikimiz arasında gezdirirken. Bir eliyle de yanaklarını silmeye çalışıyordu. "niye biraz daha kalmadınız orada. Ailecek kafa dinliyorduk. Yan yana gelince adamın ayarlarıyla oynuyorsunuz resmen."

"Dedi beni özledi diye arayan abi bozuntusu."

"Aynı şekilde beni de." Derin'le birbirimize dönüp ellerimizi çaktık.

İnanamazcasına ikimize baktıktan sonra "Siz iflah olmazsınız, ne haliniz varsa görün," diyerek yanımızdan uzaklaştı. Arkasından "Makyaj temizleme suyuyla pamuk ister misin?" diye bağırdım ama umursamadı, sadece ümitsizce kafasını salladı. Oysa onun iyiliğini düşünüyordum ben. Ah şu abiler...

Abim odadan çıktığında "Nemlendirici mi verseydik?" dedi Derin bana dönerek. Oldukça ciddi duruyordu. "Sinirleri gevşerdi belki."

"Onun sinirleri bir tek Elif abla gevşetir." İstemsizce güldüm. Makyaj masama yaklaşıp kaşlarımla onu işaret ettim. "O yüzden makyajları halledelim. Yoksa gerçekten bizi beklemez, basar gider." Bunu yapabileceğini bildiğinden beni onayladı. Yanıma yaklaştığında hızlıca suratımıza bir şeyler sürmeye başladık. Zaten sade bir şey yapacaktık, uzun sürmezdi. Kapatıcı, allık, maskara ve ruj benim için yeterliydi. Derin ekstra olarak bb krem de sürmüştü.

İşimiz bitince topluca aşağı indik. Ayakkabı olarak beyaz sporları tercih ettim. Topuklu falan giyecek değildim. Bütün gece oynayacaktım ve ayaklarımın haşat olmasını istemiyordum. Derin de benim gibi düşünüyor olmalı ki o da beyaz sporlarını giymeye karar verdi.

Dışarısı daha da kararmıştı. Sedef ve Elif abla arabanın yanında bizi bekliyordu. Sedef siyah bir tulum giymişken Elif abla da siyah, kalın askılı dizlerinde biten bir elbise giymişti. İkisini de beğenmiştim. Yanlarına doğru hareket ettiğimiz sırada babamın Serdar abimin arabasına geçmeden önce anneme dönüp "Acaba kızları evde mi bıraksaydık," dediğini duydum. Güzel olmamızdan fazla şikayetçiydi ve öğrendiğime göre Meral abla ve oğlu Melih de düğüne gelecekmiş. Asıl huysuzluğu bundandı. Melih ve Semih arkadaşlardı. O yüzden gelmemesi tuhaf olurdu. Bugün eğleneceğim derken, yine aksiyonlu bir gece ile baş başa kaldığımı fark edince düşüp bayılacağımı hissettim. Ne olacaksa olsun artık, yaşayıp görecektik.

Abim ve Elif abla kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladıklarında onları rahat bırakmak adına ben, Sedef ve Derin arabaya geçtik. Derin'le ortamızda oturan Sedef'in ilk işi bana dönüp "Boş bir anımızda her şeyi anlatıyorsun," demek oldu. Emre ile aramızda olanların devamını merak ediyordu. Sonra Derin'e döndü. "Ve sen de."

Derin şaşırmıştı. "Ben mi?"

"Evet aşko, sen de." Elleri heyecanla havalandı. "Çatladım meraktan. Acil kız gecesi yapmamız lazım."

Derin "Yarın?" diye fikir sununca hemen reddettim.

"Yarın olmaz. Emre işten sonra beni alacakmış."

İkisinin de bakışları bana döndü. Sedef "Ne?!" diye şaşırırken Derin "Benim niye haberim yok?!" diyerek yükseldi. Tam cevap vereceğim sırada ön kapılar açılınca susmak zorunda kaldım.

Elif abla ve abim yerlerine geçerken "Sonra," diye mırıldandım ikisine de. Abimin yanında konuşacak değildim. Emre ile yakın olmaları beni daha da geriyordu.

Abim arabayı çalıştırırken bakışları Elif abladaydı. Derin ve ben kıs kıs gülerken Sedef kaşlarını çatıyordu. Ablası adına mutlu olması yine de onu kıskanmaktan alıkoymuyordu. Anne babasının ölümünden sonra her ikisi de birbirine daha sıkı tutunmuşlardı. Bu yüzden aralarındaki bağ çok daha farklıydı.

Yol Elif ablanın Derin ve bana Uludağ'ın nasıl geçtiği ile ilgili sorduğu sorularla geçti. Abim biraz daha kalmamız gerektiği hakkında muhteşem fikirlerinden tekrar bahsetmeden geçmedi. Derin'le yaptığımız tek şey ona göz devirmek oldu. Elif abla ve Sedef ise gülüyordu. Sonra müzik açmış arkadaki üçlü olarak bağırarak şarkı söylemiştik. Abim bu halimize gülmek dışında yol ve Elif ablaya bakıyordu. Bir ara onun elini tutup kendine doğru çektiğinde üçümüz de görmemiş gibi yapmıştık ama o an heyecandan nefesimi tutmadım desem yalan olurdu. Elini dudaklarına doğru götürüp öptüğünde bu ânı onlara fark ettirmeden videoya aldım. İleride evlenirler de bana yeni yeğenler yaparlarsa ananız ve babanızın ilk anlarına şahit oldu halanız, sizin için videolar bile çekti diyerek gösterecektim her birine. Bu kadar da vefalıydım.

Düğün salonuna vardığımızda Elif abla ve abim el ele içeri girdiklerinde üçümüz de bir anda durduk. Şok içinde birbirimize bakıyorduk. Bu kadarını kesinlikle beklemiyordum. Ben bile beklemiyordum. Yan yana inanılmaz güzel duruyorlardı. İkisinin büyük kapıdan içeri girerken fotoğrafını çektim.

"Bunlar uçuyor, yakında istemeye geliriz Sedef'çim," dedi Derin kapıdan geçtiği sırada Sedef'in koluna girerken. Sedef suratını büküyordu. "Artık ben bile böyle bir hamleyi bekliyorum aşkolar, ablam elden gidiyor."

Diğer koluna da ben girdim. Ona doğru eğilirken "Yabancıya gitmiyor kız," dedim sırıtarak. "Ona bak sen." Sedef huysuz homurtular çıkarda da ses etmedi. Peşimizden yürümeye devam etti.

Altın varaklı görünümlü büyük salona girdiğimizde bizi karşılayan ilk şey büyük kalabalık olmuştu. Salonun şaşası yüzümü buruştursa da ses etmedim. Benim düğünüm değildi, o yüzden salonun görünümü umurumda değildi. Umurumda olan bana göz kırpan büyük pistti. Orada bütün kurtlarım dökmeyi planlıyordum.

Bizimkilerin yanına geçerken bizi karşılayan düğün sahiplerinden tut tüm mahalleliye denk gelip selamlaşmıştık. Hatta benim dedikodu kazanları beni görüp el bile sallamışlardı. Uzaktan "Nerelerdesin kız Nazlı?" dediklerinde elimi geçiştirir gibi sallayarak "İşler peşimi bırakmıyor ki gençler," dedim. Bir ara dedikodu yapalım diyerek sözleştikten sonra onlara veda ederek amcamların yanına doğru yürüdük. Dedeme, babaanneme, her iki amcama ve yengelerime selam verdikten sonra Derin ve Sedef'le onların masasının yanındaki boş masaya geçip oturduk. Annemler daha gelmemişti, onlar gelince amcamların yanındaki boş yere geçecekti. Halam dışında tüm aile gelmiştik resmen. Dedem bile buradaydı ki adamla aynı apartmanda olmamıza rağmen doğru düzgün denk gelemiyorduk. Onu da özlemiştim. Ama bu sefer çiçeği kaparsa fena bozuşurduk.

Geçen sene yine mahalleden biri evlenmişti. Hepimiz çiçeği yakalamak için toplanmıştık. Çiçek fıratılmıştı ve tuhaf bir şekilde bana doğru geliyordu. Kalbim heyecandan küt küt attığı sırada elimi biraz daha havaya kaldırdım. Tam yakalıyordum ki dedem aniden önüme geçip çiçeği havada kapınca salonda büyük bir sessizlik oluştu ve saniyeler sonra kahkaha tufanı koptu. Ben ise donmuş vaziyette ona bakıyordum. Derin kendime gelmem için beni sarsarken gülme krizine girmişti. "Dedem bahtının önüne geçti, geçmiş olsun," dediğinde yanındaki Sedef de onunla kahkaha atmıştı.

Ne yapacağını merak ettiğimiz için hepimizin bakışları dedeme döndü. Çiçeği babaanneme götürdüğünde gözüm dolmuştu. Hareketi o kadar tatlıydı ki mum misali eriyecektim. Önünde diz çöküp çiçeği ona uzatmasıyla heyecanla çığlık attım, çığlığımla tekrar büyük bir alkış tufanı kopmuştu. Bazıları ıslık bile çalmıştı. Adam ağrıyan dizine rağmen Şaziye'min önünde eğilince mutluluktan hüngür hüngür ağlama isteğine kapılmıştım. Şevket dedem işini biliyordu. Babam da ancak böyle bir adamın oğlu olabilirdi zaten.

O çiçek olayına en çok sevinen kişi de elbette ki babam olmuştu. Ben yakalasaydım hastanelerden serum yerdi, o derece tepesi atıyordu. Hele şimdi yine oraya geçersem düşer bayılırdı. Benim de zaten çok çiçek yakalamak gibi bir niyetim yoktu. Bu düğündeki hedefim çiçeği Elif ablaya yakalatmaktı. Başıma bela almak istemiyordum.

"Dede!" diye bağırdım dedeme doğru, bana dönünce işaret parmağımı kaldırıp salladım. "Çiçekten uzak dur, valla kavga ederim seninle."

"Sus kız," dedi kafasını sallarken. "Otur oturduğun yerde."

"Asıl sen otur." Kaşlarım çatıldı. "abimi evlendirmem lazım." Kolum biri tarafından çimdiklenince çığlık attım. Sedef'in yanımda olduğunu unutmuştum, hay aksi.

"Nazlı, sus."

Omuz silkerek dedeme döndüm. Bakışları ileride birileriyle konuşan abim ve Elif ablaya kaydı. İkisi hâlâ el eleydi ve artık tüm mahalle aralarındaki ilişkiden haberdar olmuştu. Dedem tekrar bana döndü. Keyfi yerine gelmişti. "Sen dedene bırak o işi."

Onu onaylamak için baş parmağımı kaldırdığımda ikimiz de güldük. Artık emindim, bu gece çiçek Elif ablanın ellerinde olacaktı.

Bir süre sonra Elif abla ve abim yanımıza gelip oturdular. Benim bir yanım boştu, Diğer yanımda da Derin vardı. Onun yanında Sedef, Sedef'in yanında da Elif abla ve abim oturuyordu. Kendi aramızda sohbet ediyor, fotoğraflar çekiyorduk. Ortamı kaplayan müzik sesiyle Derin'le sırt sırta verip oynuyorduk. Gelin ve damat gelirse daha eğlenceli olacaktı.

Annemler görüş alanıma girince Açelya üzerindeki pembe tütülü elbisesiyle koşarak dedeme doğru gidiyordu. Ama benim suratım anında kireç kesildi. Nermin teyze annemle gülerek sohbet ediyor ve bize doğru yaklaşıyordu. Buyurun cenaze namazına.

Hazır değildim! Aptal Emre, bana en azından bu bilgiyi hemen vermemeliydi. Kadının suratına bakarsam utançtan bayılacağımı biliyordum. Onu gördüğüm ilk yerde saçlarını yolup kel bırakacaktım, evet bunu yapacaktım. Çoktan hak etmişti.

"Selam gençler," dedi Nermin teyze bize bakarak, daha çok bana. Siyah saçlarını tepeden toplamıştı. Ona gülümsedim. "Nasılsınız?"

"İyiyiz Nermin teyze, seni sormalı." Sesimi olabildiğince sakin tuttum.

Ellerini salladı. "Eh işte, Nazlı'm, her zamanki gibi... Ne zamandır da görüşemiyoruz, gel bir gün bize." Sonra diğerlerine döndü. "Siz de gelin. Ne diyorsunuz siz... Heh, kız gecesi. Gelin bize, ben benimkileri atarım evden."

Emre'nin evden atılma fikri Derin'in hoşuna gitmiş olmalı ki hemen araya atladı. "Sen iste yeter ki Nermincim. Hemen geliriz."

Nermin Teyze onun tepkisine güldü. Sonra abimle Elif ablaya döndü. "Çok güzel duruyorsunuz çocuklar," dedi iç çeker gibi. Elif ablanın yanakları kızarmıştı. Abimse pişkince sırıtıyordu. "Darısı benimkinin başına." Bana attığı kaçamak bakışlarını kesinlikle hissetmiştim.

Emre seni geberteceğim!

Derin kolumu sıkarken sırıtıyordu. Nermin Teyze'nin Emre'nin beni sevdiğini bildiğini o da biliyordu, söylemiştim. Sedef anlamadığı için bize tuhaf bakışlar atıyordu.

"Senin oğlun işkolik be Nermin Teyzem," dedi abim. "İşinden kendine zaman ayırmıyor ki yıllardır."

Yani abicim şöyle ki...

Derin, Elif abla ve Sedef kahkaha atmıştı. Abim onun söylediklerine güldüğünü sanarken kızların asıl güldüğü şey çok başkaydı. Şarkı ne diyordu: Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor...

Nermin teyze bana son kez kaçamak bakış atıp bıyık altından güldükten sonra annemlerin yanına geçti. Abim dışında üçünün de bakışları benim üzerimdeydi. Konu nasıl dönüp dolaşıp bana geliyordu asla anlamayacaktım.

Sonunda gözler benim üzerimden çekilince herkes sohbetine döndü. Açelya da gelip kucağıma oturdu. Beni özlediğine dair bir sürü şey sıralayıp ona zamana ayırmadığım için kısa çaplı bir trip atmıştı ama sonra tekrar neşeyle yerinde kıpırdanmaya başladı. Birlikte bir sürü tuhaf suratlar yapıp fotoğraflar çektik. Sonra Efe'yi görünce beni sattı. Halası kılıklı.

Çalan hareketli müzik kapanınca salonu insan sesi kapladı ve sonrasında onlar da sustu. Herkes etrafına bakıyordu. Pist boşaltıldı, çocuklar annelerinin yanına gönderildi ve gelin damat için giriş müziği çalınmaya başlandı. Sonunda artık oynayabilecektik.

Büyük kapıdan kameramanlar eşliğinde gelin ve damat kol kola içeri girince büyük bir alkış koptu. Uzakta da olsam onları görebilmiştim. Gelin çok güzeldi. Beyaz gelinliği içinde kuğu gibi duruyordu. Kumral saçları sırtına dökülüyordu ve aralarına ışıltılar yerleştirmişti. Duvağı yere kadar uzanıyordu. Semih de siyah damatlığının içinde bir o kadar yakışıklı görünüyordu. Siyah saçları özenle taranmıştı. İkisinin heyecanını buradan bile hissedebiliyordum.

Pistin ortasına geldiklerinde gelinin bir eli damadın omzuna diğeri de eline dolandı. Damat da boştaki elini kızın beline sardı ve şarkı eşliğinde dans etmeye başladılar. Tatlı duruyorlardı. Gözlerimden kalpler çıkarta çıkarta onları izliyordum.

Derin kolumu sıkınca ona döndüm. "Canım evlenmek çekti," diye fısıldadı kulağıma hülyalı hülyalı. Söylediğine kahkaha atarken kulağına yaklaştım. "Caner'le konuşayım istersen."

Kaşları çatılmıştı ama sonra alayla sırıttı. "Düğün yapıp hevesimi aldıktan sonra boşarım. Olur yani, söyle sen."

"Arkadaşımın duygularıyla oynama izin vermem." Elimi kalbime götürdüm. "Ben o kadar vicdansız değilim."

"Sen o kadar vicdansızsın."

"Doğru," dediğimde ikimiz de güldük. Yanımızdaki Sedef telefonla biriyle mesajlaşıyordu. Sırıtmasından konuştuğu kişinin sevgilisi Akif olduğunu anlayabiliyorduk. Kaşlarımla Derin'e onu işaret ettiğim. "Senden önce düğün yapacak."

Kahkaha attı. "Elif abladan bile önce gidebilir."

"Kesinlikle yapar," dedim sırıtarak. "Bahanesi de sizden önce ben sevgiliydim olur."

Sedef kafasını telefondan kaldırıp bize baktı. "Duyuyorum yalnız." Kaşları çatıktı.

"Duy diye yanında konuşuyoruz bebeğim." Derin kolunu ona dolayıp yanağından öptü. Sedef yüzünü buruştursa da sonrasında gülmeden edemedi.

O sırada dans müziği bitince bir yenisi başladı ve mikrofondan biri "Diğer çiftlerimizi de sahneye alalım. Gelin ve damadı tek başına bırakmayalım," gibisinden bir şeyler söyledi ve bunu duyan abim anında ayağa kalkıp elif ablaya elini uzattı.

"Benimle dans eder misin?"

Elif ablanın yanakları kızarsa da "Elbette," dedi ve hemen elini tutup ayaklandı. Arkalarından onları izlerken "Hep benim sayemde oldu bunlar," dedim gururlu bir anne gibi. "Ben olmasam mal abim her şeyi biraz daha geciktirirdi."

"Sen ve susmak bilmeyen çenen..." Derin'in sözlerine gözümü devirip önüme döndüm.

Annem elini çenesine yerleştirmiş abimi izliyordu. Sonrasında babam ona elini uzatınca onlar da ayaklandılar. Dedem bile babaannemi dansa kaldırdı. Serdar abim de Sibel ablayla dans ediyordu. Açelya'nin da Efeyle dans ettiğini görünce ağlamaklı bir ifadeyle Derin'e döndüm. "Açi bile dans ediyor, ağlayacağım ama..."

"Üçümüzün sap gibi kaldığına inanamıyorum."

Ben surat asarken Sedef hiç oralı değildi. "Sevgilim dışındakilerle dans etmiyorum aşkolar, çok da dert yandığım söylenemez." Sözlerine burun kıvırdım.

Derin'in birden yerinden ayaklandı. Kardeşi Kadir'in yanımıza geldiğini görünce kolunu sıkı sıkı tuttum. "Beni satamazsın."

"Satarım," Sinsice sırıtıyordu. Kardeş dedik kalleş çıktı. Bu bana yapılmazdı. Sandalyenin arasından çıkınca kolunu benden kurtardığında bir anda kaşları çatıldı. "Saat üç yönünde sana doğru yaklaşan biri var."

Kafamı çevirmeden "Kim?" diye sordum. Umarım korktuğum başıma gelmiyordu.

"Melih."

Dişlerimi sıktım. "Canına mı susadı bu?" Salona geldiğinden beri beni izlediği fark edilmeyecek gibi değildi. Ama abim yanımda olduğu için yaklaşamıyordu. Onun pistte olması Melih için bir fırsat olmuştu.

"Ben kaçtım." Derin Kadir'in yanına doğru yürüdüğünde bakışlarımı masaya çevirdim. Ona bunun hesabını soracaktım ama sonraya saklıyordum. Sedef zaten başka alemdeydi. Tuvalete mi kaçsaydım acaba diye bile düşündüm birkaç saniyeliğine. O kadar da değil. Abartma Nazlı sen de. Ortada kaçmamı gerektiren bir şey yoktu.

"Nazlı..." Duyduğum sesle nefesimi bırakıp kafamı kaldırdım. Tam karşımda duruyor ve bana gülümseyerek bakıyordu. Kumral saçları alnına dökülüyordu. Üzerinde beyaz gömlek ve krem bir pantolon vardı. "Nasılsın?"

"İyiyim ne olsun, seni sormalı?"

"İyi ben de." Baştan aşağı beni süzdü. "Çok güzel görünüyorsun."

Tebessüm etmekle yetindim. Hadi git. Babam gelince fenalık geçirecekti.

"Şey..." dedi ellerini ensesine götürüp kaşırken. Ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. Heyecanlı görünüyordu. "Benimle dans etmek..."

Sözleri bir anda başka bir ses tarafından kesildi ve duyduğum sesle ağzım az kasın iki karış açılacaktı. "İstemez," dedi sesin sahibi. Telefonuyla uğraşan Sedef bile bir anda kafasını kaldırdı.

Elini Melih'in omzuna koyup onu kenara çekti. Siyah gömlek pantolon giymiş, üstteki iki düğmesini açmıştı. Kahve saçları alnına dökülüyordu. Ela gözleri beni bulduğunda "Seninle dans etmek istemez, uza şimdi," diyerek yanıma geldi ve bana elini uzattı.

Şok olmuş bir şekilde Emre'ye bakıyordum. "Nöbetin yok muydu senin?"

"Artık yok."

"Nasıl artık yok?"

Gülümsedi. "Hadi gel," dediğinde masanın üzerindeki elimi tutup beni ayağa kaldırdı. "Dans edelim."

BÖLÜM SONU...

***

Sen nereden çıktın çocuk...

Bölümü nasıl buldunuz?

Emre ve Nazlı hakkında ne düşünüyorsunuz? İleride neler olacak acaba...

Sürekli bir tartışma ve sakinleşme arasında gitgelli bir ilişkileri var. Bunun sebebi aralarında konuşamadıkları şeyler olduğunun ikisi de farkında. Bakalım çözebilecekler mi?

Bu arada "OKYANUS OLAN MELEK" adlı bir texting kurgusu yayımladım. Bir aydan önce yazmıştım. Gece gece atasım gelmişti attım. Okyanus nasıl olunur merak ediyorsanız beklerim. Ha, sık sık ona vakit ayırır mıyım, sanmıyorum. Önceliğim iki kurgum. Texting olduğu için onu yazmak rahat olur. Boşluk bulursam yazarım.

17. bölümde görüşelim. Neler olacağını ben de merak ediyorum kgjdhfdhgfj

Kendinize iyi bakın.

Esen kalın...

Bölüm : 09.03.2025 22:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...