
Selam selam selammm...
Yine part part böldüm biliyorum ama çok uzayacaktı, bazen uzun bölümler sıkabildiği için ben de bölme kararı aldım ama part 2yi de şu an yazıyorum. Yarın atmak için tüm gece yazarım gibi.
Bu arada kitaplarımla ilgili güncel durumları panoda sık sık paylaşıyorum. Buraya alıntı atmasam bile panoya bölüm öncesi çoğu zaman tatlı minik alıntılar bırakıyorum, merak edenler oradan da bakabilir.
Çok uzatmayacağım. Yorumlarınız bekliyor diyor ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum.
Keyifli okumalar...

19. BÖLÜM - PART 1
Çocukken en sık yaptığım şey Emre’yi darlamaktı. Oyun oynayacaksam onu da benimle oynamaya zorluyordum, bir yere gideceksem onu da peşimde götürüyordum, kitap okuyacaksam her şeyi ona anlatıyordum ve onu bunaltana kadar aşık olduğum tüm karakterleri övüyordum.
Okula gideceksek beni beklemek zorundaydı, beklemezse burnundan getirirdim. Bunu bir kere yapmıştı, o zamanlar ben lise bire gidiyordum. O da lise sondaydı. Beni beklemeden bir anda çekip gitmişti. Bunun için onunla kavga etmiş; kavgadan çok ben bağırıp çağırdım, o ise sessiz kaldı. Sessizliği beni sinir edince, onunla gün boyu konuşmamıştım. Eve de onu beklemeden tek başıma dönmüştüm. Bir hafta boyunca her şeyi burnundan getirmeye devam etmiştim. Şimdiki aklım olsa yapmazdım diyemiyordum, kesin yine yapardım ama daha fazla ılımlı olurdum, en azından neden tek gitmek istediğini sorardım. Şimdiki aklım en azından ona alan bırakmam gerektiğini biraz da olsa düşünebiliyordu.
Bir başkası olsaydı benim bu kadar darlamama katlanamazdı, bana abilerim bile çoğu zaman katlanamıyorken Emre her seferinde yanımda oluyordu. Benim ona alışmamak gibi bir şansım yoktu. Zaten kendini bu kadar alıştırmasaydı o gidince gözüm her seferinde onu aramazdı, böyle içim çıkana kadar ağlarcasına. Ona çok fazla bağlanmıştım. Bana sürekli tolerans gösterdiği için de en çok ona şımarmıştım ve sürekli onun alanlarını ihlal ediyordum. Hep yanında olmak istiyordum. Hep yanımda olsun istiyordum. Gidişi en çok onu yanımda göremediğim için canımı yakmıştı, çünkü insan alışkanlıklarından öyle kolay kopamazdı. Ben Emre’den kopamayınca onunla yaptığım her şeyden kopmak zorunda kalmıştım.
Artık buradaydı, hatta beni seviyordu. Evet, seviyordu. Bundan emindim ve bir an bile hislerinden şüphe duymuyordum. Oysa beni hiç seveceğini düşünmemiştim, aklımın ucundan bile geçmemişti onun da bir gün benim onu sevdiğim gibi beni seveceğini ama seviyordu. Bunu da her saniyesinde gösteriyordu.
Ama beyefendi herhalde beni kendine tekrar alıştırdığını fark etmiş gibi sabahtan beri tek kelime yazmamıştı. Eğer bana şu an şu sosyal medyada sürekli dönen love bombing sonrası ghostlamak denen şeyi uyguluyorsa onu fena halde pataklardım, bu sefer burnuyla da yetinmezdim.
Tamam, ameliyata girdiğini biliyordum ama bu kadar uzun süren ameliyat mı olurdu ya? En son ameliyata gireceğini yazdığında sabah saat yedi bile değildi, şimdi ise saat öğlen üçe geliyordu ve ben projeme odaklanamadığım gibi gözümü sürekli telefonumdan da çekmiyordum. Hâlâ tek bir mesaj yoktu. Sanırım bu duruma alışmam gerekiyordu. Kalp ameliyatları öyle kısa süren bir ameliyat değildi, ince iş istiyordu. Ama ne yapayım, özlemiştim işte.
En son iki gün önce neredeyse tüm günü birlikte geçirdik. Sabah uyandığımda bizim evdeydi, sonra beni işe bıraktı. Tabii onun zoruyla önce kahvaltı ettik ve hatta bana en sevdiğim çiçeklerden bile aldı. Öncesinde yumruk yeme gibi tatlı bir detay vardı ama bunun üstünde durmayacaktım. Sonrasında işten çıktığımda tekrar buluştuk, birlikte yemek yedik ve benim yanlışlıkla yaptığım plandan dolayı onun iş arkadaşı Selim ve Selim’in kız arkadaşı Ayça ile Ayça’nın kliniğinde buluştuk.
Ayça’nın kliniğine geldiğimizde Selim zaten oradaydı. Ayça bizi çok sıcak bir şekilde karşıladı, hatta bana sarılmıştı. Ardından dördümüze içecek bir şeyler ayarladıktan sonra Emre ve Selim'i yanımızdan postalayıp iş konuştuk.
Odası orta büyüklükteydi, bir psikolog odası için yeterliydi. Kafamda belli başlı şekiller oluşturduktan sonra onun da istediği ile birleştirip çantamdan çıkardığım tabletimle kabataslak bir şeyler oluşturdum. Ayça bu halini bile çok beğenmişti. Birkaç güne bitmiş halini yapacağımı anlaştıktan sonra bana fiyat teklifi yaptı. Aslında parayla yapmayacaktım, benim için de yurt dışı projesi için ısınma projeleri olur diye düşünüyordum ama Ayça ısrar edince cüzi bir miktarda anlaşmaya karar verdik.
Sonrasında işimiz bitince dördümüz dışarı çıktık. Emre yol boyunca Selim’le onu tek bıraktım diye bana yalandan söylendi durdu. Arka koltuktaki Selim de benim üzerimden onunla uğraştı. Sen buna nasıl katlanıyorsun, Nazlı? Fazla sevimsiz, ketumluğundan düşüp bayılacak. Onun kadar ciddisini ben hayatımda görmedim. Her şeyden şikayet ediyor ve fazla tahammülsüz gibisinden çok fazla şey sayıp durdu.
Siz onu bir de biz baş başayken görün, arsızlıkta Nirvana'da demek istesem de ben de Emre’yle uğraşmak istediğim için gözlerimi belerterek “Hakikaten ya, ben nasıl katlanıyorum ki buna?” demiştim. İçten içe asıl o sana nasıl katlanıyor diyen düşüncelerimi bir kenara atarken Emre de Selim’le birlik olmama sadece göz devirmekle yetindi.
Yol boyunca Emre ile tatlı tatlı atışmaya devam ettik. Ayça bir ara dayanamayıp “Ya siz sevgili misiniz?” diye sorduğunda kocaman açtığım gözlerimle yerime sindim.
Ben “Hayır tabii ki!” derken Emre de benimle aynı anda “Birileri sorun çıkarmasaydı, evet,” demişti söylenerek. O birileri ben oluyordum. Ve o birileri sorun çıkarmaya devam edecekti. Hoşuma gidiyordu.
Çattığım kaşlarla omzumun üzerinden ona dönüp "Seni döverim bak,” dedim uyarı dolu bakışlar atarken.
“Daha kaç kez yapacaksın bunu?”
Selim şaşkın biçimde koltukların arasından öne doğru kendini eğdi ve şaşkınca açtığı bakışlarla “Arkadaşımı dövdün mü?” diye sordu.
Emre ona koz verdiği için ağzının içinden kendine küfrederken ben sırıtıyordum. “En sevdiğim hobim!” dedim şakıyarak.
“Naz,” dedi Emre söylenir tarzda, bana kısa bir bakış atıp önüne dönerken. “Şunun ağzına laf verme be güzelim, sonra İbrahim'le birlik olup bana sarıyorlar.”
Omuz silktim. “Onları da döverim.”
Emre söylediğime başını iki yana sallayarak gülerken Ayça böyle bir şey söyleyeceğimi beklemediği için bir anda kahkaha attı. Beni tanımadığı için ani tepkilerim tuhaf ve komik geliyor olmalıydı.
“Ben neden şimdi arada kaynadım?” diye geveledi Selim.
Arkamı döndüğümde ona korkutucu bakışlar attım. “Emre’yle sadece ben uğraşabilirim.” Nettim. Eskiden beri benim dışımda kimsenin onunla uğraşmasına izin vermezdim. Herkes onunla uğraşırsa Emre bana tahammül edemez diye düşünür ve onunla uğraşan herkesle uğraşırdım. Sözlerimden sonra Emre’nin bana döndüğünü hissettim, söylediklerime keyiften sırıttığına yemin edebilirdim ama ondan yana bakmadım. Ayça’ya dönüp şirince tebessüm ettim. “Dövmemde sakınca var mı?”
Ayça ciddi olmadığımı anladığı için Selim’e göz ucuyla bakıp sırıttı. “Hiç yok Nazlıcım.”
Kaşlarını çattı Selim. “Aşkım sen niye beni sattın şimdi?”
Ayça’nın kaşları uyarı dolu bir şekilde havalandı. “Arkadaşlarımla birkaç günlüğüne kampa gideceğiz derken sen beni gayet güzel satıyordun?”
“İzin verdin ya.”
“Ben öyle bir şey hatırlamıyorum.”
“Ben hatırlıyorum.”
“Yanlış hatırlıyorsun o zaman.”
Gitmeyeyim mi yani?”
“Git.”
“E izin verdin işte.”
“Vermedim diyorum!”
Selim’in yanlış anlamasına sırıtarak önüme döndüm. Git diyor ama bu git anlamında bir git değildi. Sadece kızların anlayabileceği bir durumdu. Emre’nin gözleri bana ve yola gidip gelirken aklıma gelenle aniden kaşlarımı çatıp bir hışımla ona döndüm. “Sen de gidiyor musun?”
Emre başını olumsuz anlamda salladı. “Benim o gün nöbetim var.”
“Nöbetin olmasa gidecektin yani?”
“Hayır.”
Ayça’yla tartışmasına ara verip bizim sohbetimizin arasına girdi Selim. “Yo, gelecektin ama son dakika birkaç günlük boşluğa ihtiyacım var diyerek kendine nöbet yazdırdın.”
Emre dikiz aynasından Selim’e bakıp kaşlarını çattı. “Oğlum sen niye şu çeneni tutamıyorsun?” dediğinde sesi bezgindi. “Dök her şeyi böyle ortaya, aferin.”
“Bu ne demek oluyor şimdi!” Sesim sertti. “Ne işin var senin?”
“Var bir işim,” diyerek beni geçiştirdi. Anlaşılan söylemeyecekti. İyi, ben de bir daha sormayacaktım o zaman. Önüme dönüp kollarımı birbirine geçirdim ve ona bakmadım. Benden saklayacak ne gibi işi olabilirdi ki? Selim en azından bir yere gidecekse bunu Ayça’ya söylüyordu, o niye bana söylemiyordu?
Daha sonra konuşmadık. Emre normalde olsa onunla konuşamadığım için tepki verip üstüne giderdi ama bu sefer yapmadı, Selim’le hastaneyle ilgili anlamadığım garip kelimeler kullanarak sohbet etti. Söylemek istemediği şey belki bana bile anlatamayacak kadar önemli şeylerdi ama yine de üzülüyordum işte, benden bir şey saklasın istemiyordum. Belki daha sonra söyler, diye düşünerek üstünde durmamaya çalıştım ve Ayça’yla sohbet ettim. Kliniği için tabletimdeki renk paletlerin ona gösterip üstünde durduk.
Günün kalanı güzel geçmişti. Ayça ve ben bowling oynamakta ısrar edince Parkora’da daha önce kuzenlerim ve Caner’le birlikte geldiğimiz yere geçtik. Ayça Selim’e gideceği için, ben de Emre’yle triplendiğim için kızlara karşı erkekler takımı kurduk. Emre ve Selim başta bir ton şey söylese de onlara kulak asmadık. Trip atacaksam o tribi çekmekten başka şansı yoktu, ben de böyle biriydim. Neyse ki sonrasında sorun çıkarmadı ama oynarken de gram acımadı, lobutların her birini deviriyordu. Selim de onun kadar iyiydi. Ama biz de iyiydik. Onlar hırslanınca biz iki katı hırslandık ve küçük bir farkla ikisini de yendik.
Tabii oyun boyunca lobutları her devirdiğimde rakip takımda olmasını umursamadan heyecandan Emre’ye sarıldığım anlar olmuştu. Sırf ona daha çok sarılayım diye beni hırslandırdığını düşünmedim desem yalan olurdu, hırslanınca daha iyi oynardım ve bunu en iyi o biliyordu. Bildiklerini kullanmakta üstüne yoktu.
Daha sonra birkaç tur daha oynadık, başka oyunlara geçtik derken yorulunca bir kafede bir şeyler içtik, sonra da Emre Selim ve Ayça’yı Ayça’nın kliniğinin yakınlarına bıraktıktan sonra dağıldık. Araçta yine baş başa kaldığımızda ona her ne kadar planladığı iş ne diye sormak istesem de kendime söz verdiğim için çenemi tuttum. Bu sefer onun alanlarını ihlal etmeyecektim. Söylemek istiyorsa kendi söylerdi. Tamam, çok merak ediyordum ama yapacak bir şey yoktu. Ben de ona üstüne çalıştığım proje hakkında bir şeyler söylememiştim.
Gidebilme ihtimalimi bilmiyordu.
Kimse bilmiyordu.
Eve vardığımızda saat gece on ikiyi geçiyordu. İkimiz de arabadan indiğimizde ona tüm gün için teşekkür ettikten sonra sarılmış ve veda ederek eve girmiştim. En son da o saatte görüştük, ertesi gün hastaneye gitti ve hâlâ oradaydı. Dün telefonla konuştuğumuzda sesi hasta gibi geliyordu ve bu beni endişelendirmişti. Emre kendine hiç dikkat etmezdi. Hasta olursa bunu umursayacak biri değildi. Onu merak ediyordum ama bir daha telefonda konuşamamıştık. En son konuşmamız dün geceye aitti. Şu saate kadar haber yoktu, sabah yazdığı ameliyat mesajından sonra bir daha sesi çıkmadı.
Derin bir of çekerek kafamı bilgisayarımın üstüne gömdüm. Daha sonra başımı yan yatırıp bakışlarımı camekan bölmeye çevirdim. Gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Her yer ışıl ışıldı. Dışarı izlerken en azından ilham gelsin diye uğraşıyordum ama o da yoktu. Ne ilham vardı ne mesaj, elde var sıfır.
Tekrar içli bir of çektiğimde, “Birileri pes mi ediyor?” diyen tanıdık sesi işittim. Gözlerimi devirmemek için ciddi bir savaş içindeydim ama kazanan Leyla oldu ve ona gözlerimi devirdim. edemedim. Başımı yasladığım yerden kaldırıp Leyla’nın kıskanç gözlerine baktım. Sarının en korkunç tonu olan, o gün Uludağ’da da akar bu dediğim ve akmaya başlayan saçlarını omzundan geriye savurdu. Diğer elindeki kahveyi sıkıca kavramış, bana yukarıdan bakan kibirli bir bakış attı.
“Ne istiyorsun Leyla?” dedim, ona tahammül edemediğim belli ettiğim bir ses tonuyla. “Sadece işine baksan olmaz mı?”
Alayla cıkladı. “Olmaz, biraz eğlenmek istedim.”
Ben bunu yolarım.
Ama kendimi tuttum, elit kişiliğimden ödün vermeyecektim.
Ama yolmak istiyordum!
Onunla kavga etmemek için bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm ve bilgisayarımın şifresini girerken “Git maskotluk yap o zaman,” dedim. Göz ucuyla beni izlediğini hissediyordum. “Daha çok eğlenirsin.”
“Komik kız seni.” Dudaklarının kenarındaki küçümseyici gülümsemeyi silmeden kahvesinden bir yudum aldı. Hareketlerinde acele etmiyordu, anlaşılan biraz daha tepemde dikilip beni sinir etmek gibi kendince muhteşem olduğunu düşündüğü fikirleri vardı.
Parmaklarım klavyede gezinirken “Keşke sen de biraz komik olsan da ben de bu saçmalıklarına gülebilsem,” dedim. “Ama gördüğün üzere çalışkan kısım dışında komik olma kısmı da bana kaldı. Bence her şeye yetişebildiğim için zam istemeliyim.”
Ondan yana omzumun üzerinden küçümser bir bakış attığımda “Bir şeyler istemeye bayılırsın sen,” dedi, yüzündeki gülümseme silinmişti. Kıskançlığı yine suratına yansımıştı.
Tek yaptığı şey zamanımı harcamaktı, başımı tahammülsüz bir şekilde iki yana sallarken tekrar önüme dönüp klavyeme uzandım. “İşine bak,” dedim sadece. “Belki o zaman sen de biraz da olsa göze girersin.” Onunla uğraşacak havada olmadığı için odağımı tamamen bilgisayarıma verdim. Kıskançlıktan kuduruyordu, benim dışımda iki kişi daha yurtdışı projesine aday seçilmesine rağmen o kafayı bana takmıştı. Burada çalışmaya başladığımdan beri benden haz etmediğini her saniyesinde belli ediyordu. Aman, ben de ona meraklıydım zaten.
“Yalaka olayım diyorsun yani?”
Uzatmaya devam edecekti. Ciddi anlamda sinirleniyordum. Bilgisayarın üzerinden ellerimi çektim, omzumun üzerinden ona dönerken “Yalaka birsin zaten, Leyla!” dedim, dişlerimin arasından tıslarken. Beni kendiyle karıştırıyordu, ben bir iş yapacaksam en iysini yapmak için uğraşırdım. Neysem oyumdur, onun aksine bin tane maske takıp ortalıkta gezmiyordum.
Bir anda eliyle bilgisayarımı kapattığında hızlıca ondan yana dönüp kaşlarımı çattım. Yüzünü bana doğru eğdiğinde “Laflarına dikkat et, Nazlı!” dedi neredeyse bağırarak. Alnındaki damarın kabaracak olması gözümden kaçmamıştı.
Bilgisayarımın üzerindeki elini bir çöpmüş gibi kenara ittim. “Sen önce kendi kullandığın lafları seçeceksin, sonra başkasına had bildirmeye kalkacaksın,” dedim iğneleyici bir tonda. “Boş lafın ağırlığı olmaz, Leyla. Masaya laf değil, iş koyacaksın. Öyle alttan alta iğneleme yaparak hiçbir yere varamazsın. Ne söyleyeceksen ya açık açık söyle ya da çeneni kapa ve sus,” Gözlerinin içine baktım. “İş yerindeyiz. Asabımı bozma benim.”
Söylediğim hiçbir şey anlamamış gibi bana doğru biraz da eğildi. “Bozarsam ne olur?” Elindeki bardağı masamın üzerine bıraktığında alayla dudaklarının kenarını yukarı kıvırıp sırıttı. “Şikayet mi edersin?”
Biraz daha devam ederse işteyim demeyecek, saçını başını yolacaktım ama artık, benimle derdi neydi? “Leylacım…” dedim dişlerimi göstererek yapma bir gülümseme gönderirken. Kaşlarımla ileriyi işaret ettiğimde ve “Defol!” dediğimde artık gülümsemiyordum. Sesim de bakışlarım gibi ciddiydi. “Zamanımı harcama benim.”
Leyla tekrar sinirlerimi bozacak şeyler söyleyeceği sırada bir anda masanın üzerindeki telefonum çalınca çenesini açamadan kapadı. Çatık kaşlarımla Leyla’ya bakmaya devam ediyordum. Telefonuma uzandım ve kimin aradığına bakmadan “Ne var?!” dedim, sesim istemsiz sert çıkmıştı.
Telefondan gelen ses yumuşaktı. “Yanlış bir zamanda mı aradım?” diye sabahtandır beklediğim sesi duymak o kadar iyi gelmişti ki birden içimdeki sinir ve öfke yok olmuştu. Gözlerimi Leyla’dan çektim ve koltuğumu cam tarafına doğru döndürüp yüzüme gülümseme yerleştirdim. Leyla artık arkamdaydı ve ilgi alanımda değildi.
Yüzümdeki gülümsemeyi büyütürken “Yok,” dedim. “Aşırı doğru bir zamanda aradın.”
“Niye gerginsin sen?” Sesi sorgular biçimdeydi.
“Gergin değilim,” dedim dudak bükerek. Gergindim!
“Sesin öyle demiyor.”
“Hmm…” dedim cilveyle. “Başka ne diyormuş sesim?”
“Beni özlemiş diyor.” Gülen bir tonda konuştu.
Özlemiştim! Ama kabul etmeyecektim. “Yo,” dedim hemen. “Niye özleyeyim seni?”
“Ben seni özledim.”
Önüme düşen saç tutamlarıma parmağımı dolarken yüzümden silemediğim sırıtışla “Özle madem,” dedim. Ben iyice kaptırıyordum kendimi. Sırtımı koltuğuma biraz daha yasladım. Leyla’nın sesi soluğu kesildiğine göre tepemden defolmuş olmalıydı. “Bu saate kadar ameliyatta mıydın sen?”
Rüzgârın tene yaptığı dokunuş gibi hafif bir kahkaha attı. “Saat mi saydın?” derken eğlendiğini gizlemiyordu. “Çok güzel özlememişsin, hep böyle özlemez misin?”
“Başladın yine,” dedim söylenir gibi. Eline koz verdiysem o kozu asla bırakmıyordu, sonuna kadar üstüme oynuyordu. Beni sinir ettiği için “Başka bir şey diyor musun, işime döneceğim,” dedim ama aslında daha çok konuşmak istiyordum. Sesini duymak iyi gelmişti, sabahtandır merak ediyordum.
“Bu akşam da nöbetteyim, sabah gelirim.” Yani bugün de görüşemeyeceğiz diyordu. Ama ben onu görmeye alışmıştım. Üstelik özlemiştim de.
Dudak büzerek “Yine uykusuz kalma,” dedim. Uykusuz kaldığında üzülüyordum. “Boş vakit bulursan az gözünü dinlendir. Zaten sesin hâlâ iyi gelmiyor. Sonra hasta olacaksın başı-” Lafımı bitiremedim. Şom ağzımı açtığım gibi hapşırması bir oldu. “Al işte!” dedim hiddetle. “Hastalandın bile!”
Burnunu çektiğinde “Yok bir şeyim,” dedi ama tekrar hapşırdı. “Düşünme sen beni. İşine odaklan.”
“Döverim çocuk seni, ne düşünme benisi? Düşünürüm. Olma hasta falan. Hem doktor değil misin sen? İlaç al, bir şey al, hangisi iyiyse onu yap.”
“Eve geldiğimde sen bakarsın bana,” dedi keyifli sırıtışıyla burnunu çekerken.
“Hayatta bakmam.” Yerimden doğruldum. Yalandı. Eskiden hasta olduğunda ona hep ben bakardım. “Hasta insan çekemem.”
“Vicdansızsın.”
Yüzümü astım. Hasta olmasından hoşlanmıyordum. “Nane limon iç.” Sesim yumuşamıştı.
“İçerim içerim. Hadi sen işine dön, sonra ararım yine seni.”
“İç ama…” dedim tekrar, endişeli bir sesle.
“Endişelenme güzelim, hafif bir şey zaten.”
“Endişelenmiyorum!”
Kahkaha attığında “Aynen Naz, hiç endişelenmiyorsun,” dedi, onu düşündüğüm için mutluydu. Ama yine de endişelenmem hoşuna gitmiyordu. Tam cevap vereceğim sırada telefondan bir kadın sesi geldi. “Emre Bey, Ahmet Bey’in orderında eksikler var da, bir bakabilir misiniz?”
“Geliyorum şimdi,” dedi Emre ciddi bir ses tonuyla. Sonra bana geri döndü. “Şimdi kapatmam gerekiyor, sonra konuşalım yine, olur mu?”
“Bakarız,” dedim geçiştirir gibi ama bu benim nezdimde olur demekti, Emre bunu bildiği için bir şey demedi ve konuşmayı bitirdik.
Telefonumu masama bıraktığımda gözlerim çiçeklerime kaydı. Onları bir vazoya koymuştum. Masamın üzerinde pembe pembe çok güzel duruyorlardı. Sırf çiçeklerimle uyumlu durayım diye toz pembe bir blazer ceket bile giyinmiştim. Çiçeklerime uzandım. Her birini tek tek okşarken aklım Emre’deydi. Hasta olmasını kafam takmıştım. Bir de bütün gece çalışacaktı, o aptal kendine hiç dikkat etmiyordu. Dediğimi yapmayacak ve uyumayacaktı, bunu biliyordum. Sonra daha kötü hasta olacaktı. Kendinden önce hep başkalarını düşünürdü.
“Nerelere daldın aşko?” Çiçeklere bakmaya o kadar dalmıştım ki Bensu bir anda benimle konuşunca yerimden sıçradım. Koltuğumla Bensu’ya doğru dönerken “Kızım böyle dan diye gelmesene,” dedim elimi kalbime götürürken. “Ödümü kopardın.”
Yanıma sandalye çekip, oturduğunda “Leyla oldun iyice he,” dedi gülerek. Duyduğum isimle hızlıca kaşlarımı çattım.
“Anma şunun adını. Sinirimi bozdu zaten, aptal!”
Bensu’nun kaşlarını çatıldı. “Ne yaptı?” diye sordu başını merakla sallarken. Geçiştirir gibi elimi salladım. “Boş ver. Geldi, boş yaptı gitti. Beni çekemediğini biliyorsun.” Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırdım. “Nazar falan değdirecek diye korkuyorum. Bundan göz falan yoktur dimi?”
Bensu suratını buruştururken “Aşko sen yine de bir okut üflet kendini, kenafir gözlüdür o,” dedi Leyla'nın olduğu tarafa kötü bakışlar atarak. Leyla masasından bizden tarafa kötü kötü bakıyordu. Bensu ona suratını buruşturup tekrar bana döndü. “Sen niye daldın öyle, onu anlat?”
Yüzüm düştü. “Emre hastalandı galiba ya, dün gece de sesi çok iyi değildi. Üşüttü mü ne oldu bilmiyorum. Bir de bugün nöbette, o kas kafalı kendine hiç dikkat etmiyor. İyice hasta olacak.”
“Aman aşko, dert ettiğin şeye bak,” dedi Bensu beni rahatlatmak ister gibi. “Çocuk hastanede çalışıyor, taktırır kendine iki serum, toparlar. Kafanı yorma sen, projene odaklan.”
“Demesi kolay tabii, seni de aşık olunca göreceğiz.”
Gözünü devirdi Bensu. “Aşko benim kitabımda aşık olmak yok,” derken kendinden fazla emindi. Sandalyesinin etrafında dönüp dururken kızıl saçlarını savurdu. “Ben böyle birini yedi yirmi dört düşünemem bir kere. Tarzım değil.”
Bu sefer ben gözümü devirdim. “Benim Şaziye Sultan ne der bilir misin?” dediğimde gözlerimi ona diktim. İki yana çevirip durduğu sandalyesini durdurdu ve devam etmem için bana odaklandı. “Bu sevgi illeti kalbe bulaştı mı, bir daha asla kendin olamazsın. Yani aşkocum…” Dudaklarımın kenarını muzır bir gülümsemeyle yukarı kıvırdım. “Büyük konuşma. Aşık olmam dersin ama var ya öyle bir olursun aklın şaşar. Hem bilmez misin, en çok senin gibi böyle büyük büyük konuşanlar aşık olurmuş.”
Bensu gözlerini kısarken sırtını sandalyeye biraz daha yaydı. Elleri saçlarının tutamlarında geziniyordu, yüzündeki umursamaz gülümsemeyi silmedi. “Aynen aşko, bak hemen aşık oldum şimdi. Etrafta adam yok kızım, ne aşkı ne sevgisi?” Bir şey düşündüğünden olsa gerek bir iki saniye sustuktan sonra “Tamam,” dedi pes eder gibi nefesini bırakarak. “Arada lovelanmak falan istiyoruz da geçiyor sonra. Ortalık salak erkek kaynıyor ve biliyorsun ki ben onlara tahammül edemiyorum, ertesi günü davalık olacak hale geliyoruz.”
Son söylediğine sesli bir kahkaha attığımda etraftaki birkaç göz bana döndü. Fazla dikkat çekmiştik. Dudaklarımı dişleyerek kusura bakmayın dercesine elimi kaldırdım ve gözlerimi kısarak Bensu’ya döndüm. “Bilmez miyim,” dedim bu sefer kısık sesle gülerken. Bundan altı ay önceydi sanırım, bir çocuktan hoşlanmıştı ama konuşmaya başladığında çocuğun konuşma tarzına bile tilt olduğu için ertesi gün konuşmayı aniden kesti. Çocuğun dışarıdan tipi ne kadar iyiyse beyni de bir o kadar boştu, Dümdüz salaktı, aynı zamanda da fazla yapışkandı. Bensu onu ghostladığı halde her yerden yazıp durmuştu. Kız yazmaması adına birkaç mesaj attıktan sonra tamamen görüldüde bıraktı ama çocuk inatla yazmaya devam etti. En sonunda bir daha yazarsan kendini en yakın mahkemede bulursun diyerek tehdit ettikten sonra bininci farklı uygulamadan da engeli çaktı. O tehditten sonra başka alternatif deneyip yazamadı. Eğer yazsaydı evine mahkeme tebligatı geleceğine emindim. Bensu bunu yapardı.
Bensu daha fazla bu konu üzerinde durmak istemediği için “Senin proje ne alemde?” diye sordu, meraklı gözlerle bana bakarak. “Bulabildin mi bir konsept?”
Oflayarak nefesimi bıraktım. Bilgisayarımı açtığımda “Hayır, ilham yok hâlâ,” dedim mırıltıyla. İki gündür araştırma yapıp duruyordum ama ilham denen şey öyle kolay uğramıyordu. İyi bir iş değil, mükemmel bir iş çıkarmak istiyordum. Biliyordum ki mükemmel olan seçilecekti ve ben seçilmek, hayallerimi gerçekleştirmek istediğim için mükemmelin yanında değil, merkezinden geçmeliydim. Ayağıma kadar gelen şansı bir anda geri plana atamazdım.
Bensu destek olmak istercesine masanın üzerindeki elime uzandı. “Hafta sonu çalışmıyoruz aşko,” derken gözlerini bana dikti. “Bir doğaya çık. Temiz hava al, çakraların falan açılsın. Bak o zaman nasıl geliyor ilham. Karalara bağlama böyle.”
“Aslında güzel fikir,” dedim gülümseyerek. “Abimin arabayı çalar sessiz sakin bir yere kaçarım.”
“Ha şöyle ya, asma suratını. En iyisi yapacaksın, ben sana inanıyorum.”
Yüzüme yerleşen duygusal ifadeyle ağlama pozisyonuna geçmiştim. Bu kızı çok seviyordum. “Ya Bensu…” dedim harfleri uzatırken kollarımı açtığımda. “Salaksın,” dedi omzuna vururken ama açtığım kollarımı boynuna sarmam için sandalyesini bana doğru yaklaştırdı.
“Seviyorum kız seni.” Boynuna sıkıca sarılırken gülüyordum.
O da güldü. “Ben de seni seviyorum bebeğim.”
Birbirimizden ayrıldıktan sonra bilgisayarıma odaklandık ve biraz proje üstüne düşündük, daha sonra Bensu telefon gelince kendi işine döndü. Fazla mesai ile birlikte yaklaşık birkaç saat daha çalıştıktan sonra gün sonu kendimi bitik bir halde buldum.
***
İşten çıktığımda akıl sağlığımı masamda unutmuştum. Bedenimi eve attığımda yorgunluktan geberiyordum. Odama geçip üzerimdekilerden kurtulduktan sonra bilmem kaçıncı kez Emre’ye nasıl olduğuna dair mesaj attım, her seferinde iyi olduğunu söyleyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu ama yine de rahatlayamıyordum. Sevdiklerimin eline diken batsa benim canım yanardı. Görüntülü aramak istesem de işi olduğu için açamıyordu. Bana bile zar zor fırsat bilip yazıyordu.
Kafamı yastığıma gömdüğümde tekrar bildirim sesi gelince bir anda yerimden fırladım ve yamacımdaki telefona uzanıp açtım ama mesajın Emre’den olmadığını görmek kısa bir anlığına yüzümü assa da Derin’in yazdığını görmek daha sonra beni gülümsetti. Beni aşağıda beklediğini yazmıştı. Halamla birlikte ifademi almak gibi bir planları vardı. İki gün önce olanları onlara anlatacak vakit bulamamıştım, projem üstüne çalıştığımdan kendimi odama kapatmıştım. Daha fazla beklemek istemediği için dedemlerin evine gelmemi istiyordu. Ona beş dakikaya orada olacağımı yazdıktan sonra ayaklarımı yere sürte sürte odamdan çıktım.
Oturma odasının önüne geldiğimde “Anne ben aşağı iniyorum,” dedim kapı pervazından. Annem televizyonda yine tuhaf günlük dizilerinden birini izlerken seslenmemle omzunun üzerinden bana döndü.
“Aşağıda ne yapacaksın, aç değil misin?”
Başım iki yana sallarken cıkladım. “Yasom ve Derin çağırıyor, yerim sonra. Mesaiye kalınca atıştırdım zaten.”
“Tamam kuzum, selam söyle.”
“Söylerim,” dedikten sonra anneme öpücük atıp kendimi evden attım ve hızlıca aşağı indim.
Dedemlerin katına geldiğimde zile basmamla kapının açılması bir oldu. Kapıyı bana açan Derin’e “Nöbet mi tutuyorsun kızım?” dedim hayrete düşmüş şekilde.
Derin gözünü devirirken sarılmam için kollarımı açtı. Rutinimizdi ve asla vazgeçmeyecektik. Ayakkabılarımı kapıda çıkardıktan sonra kollarımı ona sardığım an sıkıca sarıldık. Ayrıldığımızda tekrar kaşlarını çattı. “Geç içeri, iki gündür ne bok yedin hepsini anlat.”
Omuz silktim. “Hiç de pişman değilim.”
Tekrar gözünü devirdi. “Olsan şaşardım zaten.” Ona sırıtırken ayakkabılarımı yerden alıp rafa koydum. Derin giymem için önüme koyduğu ev terliklerini giyindikten sonra içeriye uğramadan halamın odasına geçtik. Dedem yine aşağı sokaktaki kahvedeydi. Babaannem ise biricik mahalle dedikodu ekürilerim olan Ayşe teyzelerin yanına geçmişti. Mayıs ayına girdiğimiz için hava artık daha geç kararıyordu. Onlar da bu saate kadar kapının önünde çekirdek çitleyerek dedikodu yapıyordu. Bir ara onlara katılmayı aklımın bir köşesine yazdıktan sonra odasına geçtiğim halamın yatağına kendimi bıraktım. Derin de hemen karşıma geçti.
“Dökül,” dedi ayaklarını yatağın üzerinde bağdaş yaparken, sonra aklına bir şey gelmiş gibi hızlıca elini kaldırdı. “Ya da dur, bekle. Yaso gelmeden başlama, detay kaçırınca sövüyor sonra.” Başını açık kapıya doğru uzattı ve sabırsız bir şekilde “Yaso!” diye bağırdı. “Gel artık, bekleyemiyorum!”
Halamın cevabı gecikmedi. “Sus kız!” diye bağırdı o da mutfaktan. Derin gözünü devirirken ben de gülerek tırnaklarımı inceliyordum.
Emre’nin aldığı çiçeklerimle uyumlu olsun diye iki gündür tırnaklarıma aynı tonlarda oje sürüp kendimi mutlu ediyordum. Aşk kendini tekrar hatırlattığında bambaşka bir insana dönüşmüştüm. Sözde Emre’yi süründürecektim ama ona her yakın olduğumda istemsiz olarak kendimi onun çekimine kaptırıyordum. Aşk ha deyince kenara bırakabilecek bir şey değildi, sen kaçtıkça o da seninle gelirdi. İnsan kalbini göğüs kafesinden çıkaramazdı ya zaten. Sen nereye, aşk oraya.
Emre ilk geldiğinde ve onu unuttum sandığım hatıralarım tekrar zihnimde can bulduğunda aşk da kalbimde maratona çıkan bir koşucu misali atmaya başladı yine. Aşk kendini hatırlatırsa insan ondan istese de kaçamazdı. Ayağı anılara takılsa ağlardı. Kafasını çevirdiğinde gözü ilk onu arardı. Kaç kez dedim artık ona aşık olmayı bırakacağım diye, kaç kez yorulduğumu hissedip ağladım, kaç kez kavga ettim ama yine ona sarılma isteğiyle dolup taştım hatırlamıyordum. Konuşmamak için uğraştım, ondan kaçtım, sürekli tersledim ama yine kendimi bir şekilde onun yanında buldum. Olmuyordu, kalbim ondan istese de uzak duramıyordu. Haklı olup olmamakla ilgilenmiyordum, mutlu olmakla ilgileniyordum ve mutlu olmak bana yakışıyordu. Onunla konuşmak beni mutlu ediyordu. Belki yaptığım aptallıktı, belki biraz daha hesap sormalıydım, belki de ona hiç yaklaşmamalıydım bilmiyordum, tek bildiğim onu sevdiğimdi. Tek bildiğim onu çok fazla sevdiğimdi.
Ve aşk denen şey, insanı hep aptallaştırdı.
Aptal olmanın hoşuma gittiği kadar aşıktım. O yüzden ya, biraz fazla aptaldım.
Lakin bu mutluluğumun bir yerde patlak vereceğinden korkuyordum. Her olayı halı altına süpürüp hiçbir şey olmamış gibi davranmamın yanlış olduğunu bilsem de ânı yaşamak için çabalıyordum, umarım bu tavrım bir gün bana pahalıya mal olmazdı.
Derin ve halam biraz daha odadan odaya birbirine bağırdıktan sonra sonunda halam elindeki tepsiyle odasından içeri girdi. Derin’e doğru öldürücü bakışlar atarken “Boş boş konuşacağına gelip tepsileri alsaydın Derocum!” dedi, yanımıza yaklaşıp bana öpücük atarken kahvemi uzattı. “Sesinin zaten notası yok, amacı yok, tonal boşluk gibi yayılıyor.”
Ben kahvemi tepsinin üzerinden alırken Derin gözünü devirdi. “Türkçe konuş Yaso, Türkçe.”
Halam Derin’i cevapsız bıraktı. Derin de kahvesini aldıktan sonra halam tepsiyi masasının üzerine bıraktı. Kendine masanın önündeki sandalyesini çekerek oturdu. Elindeki kahveyi yudumladığında gözleri beni buldu. “Nasılsın aşkom? Özleştik.”
Kahvemi yudumlarken aptal aşık sırıtışım yüzümdeydi. “Mükemmelim,” dedim kupanın üzerinden ona bakarak. “Ben de özledim, konuşamadık, nasıl geçti İstanbul?”
Halam geçen haftalarda müzik kursundaki öğrencilerinin sergileyeceği festival olduğundan İstanbul’a gitmişti. Dün dönmüştü ama ben çalıştığımdan görüşememiştik. Onunla tüm durumumu telefondan konuşsak da yüz yüze konuşmak ayrı bir şeydi, elime koluma vurmadan tepki veremeyince kendini tatmin olmuş hissetmiyordu.
“Harikaydı aşkom, bir gün birlikte gidelim.”
“Çok isterim! Hem salak Serkan da gelemedi, biz görmüş oluruz onu.”
Derin suratını buruşturdu. “Görmeyiverelim boş ver,” dediğinde halamla birbirimize bakıp kahkaha attık. Derin ve kıskançlıkları tam gaz devam ediyordu. Gülmeye devam etmemiz Derin’in sinirlerini bozunca omzumun üzerinden beni yavaşça ittirdi. “Üf, gülmeyin siz de. Sinir oluyorum ona, ne yapayım.”
Halam ona takılmak için bacak bacak üstüne atarken “Sen de bizimle gelmeyiverirsin aşkom,” dedi. Kahvesinden büyük bir yudum aldığında Derin'in ateş saçan gözleri büyümüştü. “Bensiz hiçbir yere gidemezsiniz!”
“Beni Serkan’la tek bırakmamak için bavula bile girersin sen kızım, sende o ışık var.”
“Veletken aklıma gelmişti aslında da kıyafetlerin yüzünden bavula sığamıyordum.”
Gözlerim şaşkınlıktan açıldı. “Şaka yapıyorsun?” derken gülüyordum.
“Hiç de yapmıyorum,” dedi ciddi ciddi bakarken.
“Sen harbi bana aşıksın kızım.” Sırtımı yatağın başlığına yasladım. Eğlenir gibi bakan gözlerim Derin’in üzerindeydi. Derin beni paylaşmaktan hiç hoşlanmazdı. Onun bizim yaşlarımızda başka kuzeni olmadığı için ben bu kadar rahattım, yoksa onun benim için yaptıklarını ben de ona yapardım. Boştaki elimi kalbime götürüp sahte bir hüzün yerleştirdim dudaklarıma. “Ama benim kalbim dolu, çok üzgünüm.”
Derin yüzünü buruşturduğunda “Senin kalbine sıçayım zaten,” derken halam da aşktan konu açtığım için asıl meseleye geldi. “Kavganızı sonra yapın, ben senin şu çocukla durumunu merak ediyorum. Onu anlat hemen.” İmalı şekilde kaşları havalanırken dudağının bir kenarını yukarı kıvırdı. “Fotoğraf falan paylaşmalar…”
“Siz harbi ne yaptınız o gün, bir türlü anlatamadın. Çatladım şurada!”
Aşk sarhoşu gibi melül melül boşluğa bakıyordum. Elimdeki kahve kupasını sımsıkı sarmıştım. Cevap vermedikçe Derin’in homurtuları yükseldi. “Bu yine başka evrene geçti, imdat!” dedi sabırsızca. “Kızım çatlatma adamı da anlat artık!”
“Şimdi şöyle ki…” dedim sonunda. Yerimden hafifçe doğruldum. istemsiz olarak gözümü onlardan kaçırdım. Daha uyuyakalma mevzusunu bile Derin’e anlatamamıştım. “Eee…” dedi ikisi de aynı anda.
“Anlatacağım ama…” dedim ve devam etmeden önce işaret parmağımı onları uyarır şekilde ikisinin arasında ciddi ciddi gezdirdim. “Aramızda kalacak ama.”
Derin'in gözleri bir anda büyüdü. “Öpüştünüz mü yoksa!”
Halam araya girdi. “Aşko sakın seviştik demeyin.”
Söyledikleriyle şaşkına dönmüştüm. Tam ağzımı açmış inkâr edecektim ki “Ne sevişmesi ya,” diyerek tekrar araya girdi Derin halama bakarak, sonra hızlıca bana döndü. “Kızım daha el ele bile tutuşmadınız siz.”
Gözlerimi kaçırdım. “Aslında… tutuştuk.”
Derin’in gözleri kısıldı. “Yani seviştiniz mi!” derken bir anda bana doğru eğildi.
“Kızım ne sevişmesi be,” dedim hızlıca. “Daha sevgili bile değiliz.”
“Ama el ele bile tutuştuk diyorsun.”
“Çünkü tutuştuk!”
“O zaman öpüştünüz mü?”
“O beni öptü ya en son, bir daha olmadı.”
“Eee o zaman? Öpüşmediniz sevişmed-”
Lafını böldüm. “Biz… Birazcık birlikte uyuyakalmış olabiliriz.”
Bu sefer ikisi aynı anda bağırdı. “Seviştiniz mi!”
Avuç içimi sabır çekerek alnıma vurdum. “Sevişmedik diyorum, imdat ya!”
Derin kahvesini halama uzattı. “Kızım siz o konuma nasıl geldiniz o zaman, düzgün anlat şunu!” dediğinde halam onun bardağını arkasındaki masaya koyup bana baktı. “Evet aşkom, nasıl geldiniz?”
Tekrar “Şimdi şöyle ki…” dedim, kahvemi yudumladığımda Derin hızlıca elimdeki kupayı çekip aldı ve onu da halama uzattı. “Başlatma şimdi şöylene, konuya gir artık!” Halam kendi bardağıyla benimkini de masaya koyduğunda hüzünle kahve bardağına bakıp dudak büktüm. Sonra umursamazca omuz silkip bana bakan iki çift göze döndüm. Ben çay severdim zaten.
“Benim Semih’in düğünden sinirle çekip gittiğimi biliyorsunuz,” dedim ama teyit etmek için halama baktım. Babaannem ona anlatmadan duramazdı. Halam keyifle sırıtarak beni onaylayışı bu düşüncemi destekliyordu. Yaptığım kısa çaplı olay, halamın hoşuna gitmiş gibi sırtını sandalyeye yaydı ve “Harikasın,” diyerek fısıldadı. İçten içe işte benim yeğenim dediğine yemin edebilirdim. Derin de beni onayladıktan sonra devam ettim. “Emre de beni eve bıraktı işte, sonra evlere çekildik.”
Derin lafımı bitirmeme izin vermedi. “Hazır fırsat bu fırsat, evde kimse yokken çocuğu eve mi atayım dedin?” derken yuh der gibi bana bakıyordu.
Gözümü devirdim. “Kızım bir dinle ya, atmadım diyorum!”
“Aşkom odana mı ışınlandı çocuk? Eve atmadıysan nasıl uyuyakaldınız?”
Ellerim artık onlara tahammül edemediğim için saçlarıma gitti. “Yasom sen de mi?” dedim bıkkın bir sesle yerimde kıpırdanırken. Saçlarımı bıraktım ve onlara sinirli bir şekilde gözlerimi kısarak baktım. “Adamakıllı dinleyin!”
İkisi de aynı anda “Tamam tamam,” dedi gülerek. Sinirlendiğimde inadımın tutacağını ve onlar yalvarana kadar anlatmayacağımı iyi biliyorlardı.
İçli bir nefes verdim, onları bir daha beni kesmemeleri için uyarı dolu bakış attıktan sonra “Ben kendi evime, o da kendi evine gittikten bir yarım saat kadar sonra elektrikler gitti,” diye devam ettim. Ev kısmını söylerken ayrı evlere gittiğimizi iyice anlasınlar diye her harfini bastırdım. Elektrik olayını söylediğimde her ikisi de olayı çakmış gibi “Hee…” diye mırıltı çıkardılar. Karanlıktan korktuğumu biliyorlardı.
Daha sonra elektrik gitmeden önce sesler duyduğumu, elektrik gidince de Emre’yi aradığımı söyledim. Bizimkiler gelene kadar kalacaktı ama sonra uyuyakaldığını anlattığımda Derin söverken halam bıyık altından sırıttı. Sonra bizimkilerin geldiğini, götümün nasıl tutuştuğunu ve abime az kalsın yakalanacak olacağımız kısımları anlattıktan sonra geceyi oturma odasında geçirdiğini söyledim.
Sabah abimin Emre’yi ıslattığını anlattığımda Derin keyiften dört köşe oldu ve abime bir sürü iltifatlar sıralayıp durdu. Sonrasında ben onları ıslattım derken iş için evden çıkmamı, Emre’nin beni aldığını ve birlikte kahvaltı yaptığımız kısımları anlattım.
En can alıcı yere geldiğimde sustum. Derin kaşlarını merakla kaldırıp “Eee, nereye kaybolmuş bu çocuk? Senin şanterler atmıştır kesin,” dediğinde onu başımla onayladım. Emre’nin bir anda ortadan kaybolduğu kısmı anlatıyordum.
“Zaten yanıma geldiği gibi suratına yumruğu indirdim,” dedim gözlerimi kaçırarak. Beni korkuttuğu için hak etmişti ama yine de çiçek alması çok tatlıydı. Eşek herif. Seviyordum onu.
Halam ve Derin aynı anda “Ne!” diye tepki verdi. Derin şaşkınlığı geçince odayı inletecek kahkaha attı, sonra bana uzanıp yanağıma sulu bir öpücük bıraktı. “Aferin be! Geldiği ilk gün yapacaktın kızım bunu.” Benden uzaklaştığında hâlâ gülmeye devam ediyordu. “Ay çok iyi, keşke orada olsaydım. Videoya alır, her gün dalga geçerdim.”
Halam inanamamış gibi bana baktı, gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Aşkom niye dövdün çocuğu?”
“Az bile yaptım, dua etsin sonrasında yaptığı şey güzeldi.”
Derin merakla başını salladı. “Ne yaptı?”
Başımı omzuma yatırdım. Yüzümde aşk dolu bir gülümseme olduğuna emindim. Derin bu halime gözünü devirdi. “Çiçek aldı,” dedim, dudak büzerek gülümsemeye devam ettiğimde. “O gün paylaştığım çiçekleri o aldı işte, onun için kaybolmuş.”
“Vay…” dedi halam, hoşuna gittiği her halinden belliydi. “Aferin, gözüme girdi.”
Derin burun kıvırsa da kaçamak bir şekilde tebessüm etti. “Tamam, bu sefer laf çarpıtmayacağım. Bu hamlesi güzeldi.”
“Öyle.” Sesim kendinden geçmişti. Ayağımdaki terlikleri çıkarıp yatağın içine iyice kuruldum. Bacaklarımı karnıma doğru çektim ve etrafını sardım. Ardından günün kalanında neler olduğunu anlattım ve Emre ile ilgili kısımları bitirdim. Asıl bahsetmem gereken başka bir konu vardı ve ben bunu nasıl açacağımı bilmiyordum.
Halam düşüncelere daldı. “Bu çocuk seni seviyor,” dedi bir süre sonra bana bakarak gülümsediğinde. Ellerini yanağıma uzattı ve şefkatle okşadı. “Sen zaten hep onu seviyordun. Davranışları böyle devam ederse şans ver, onunla ilgili konuşunca bile gözlerinin içi parlıyor. Seni böyle görmeyeli yıllar oldu.”
Derin belli belirsiz başını salladı. “Seni üzerse karşısında beni bulur zaten, orası ayrı da… Seni böyle görmek çok güzel, aranızdaki tüm meseleyi kapattıktan sonra sen de istiyorsan şans ver.”
Yüzüm düştü. “Ama o konuyu açmak istemiyorum, açınca hep sinirlenip bağırıyorum. Hem benim kalbim kırılıyor hem de onun kalbini kırıyorum. Onun kalbi kırılınca benim kalbim yine kırılıyor.”
“Bak Nazlı,” dedi halam. Bana genelde ciddi olunca ismimle hitap ederdi. “İstediğin kadar bir şeyleri yok saymaya çalış ama bil ki geciken her deprem, her zaman daha büyük hasar bırakır. Bu konuyu ikiniz de ne kadar uzatırsanız kavganız da o kadar büyük olur. Kalbin kırılması gerekiyorsa bırak kırılsın, yine iyileştirirsin ama böyle uzatırsan kalbin kırılmaktan daha beter bir halde olur. Bu sefer ortada ikinizin de konuşacak bir şeyi kalmayabilir. Ortada bir şey kalsın istiyorsan bazı şeylerden kaçmayı bırakman gerekiyor.”
Ne kadar haklı olduğunu bilsem de korkum kalbimin sokaklarına dadanan bir cellat gibi bir türlü beni rahat bırakmıyordu. Ya konuşunca onu affedemezsem? Ya yapamazsam? Ya daha çok kırılırsam ve kırıldığım gibi kırarsam? Başka bir kız için gitmediğini söylediğinde ona güvenmiştim. Ona güvenmediğimi söylesem de bu konuda güvenmiştim. Çünkü bu konuda güvenmeseydim onunla yan yana bile gelemezdim. Ben bunu affedemezdim. Ne kadar seversem seveyim bir kız için gidişini asla affedemezdim. Öyle değil diyorsa öyle olmak zorundaydı ve ben bu gerçeğe tutunmuştum sadece. Altını kurcalarsam altında kalırım hissi beni her seferinde okyanusa düşmüş kuş misali boğuyordu. Onu affedememe duygusu bile beni mahvediyorken bu konuyu nasıl açardım bilmiyordum.
Derin benim neler hissettiğimi anlayabiliyordu ama o da “Yaso'ma hak veriyordum,” dedi benden yana olmadığını belli ederek. O bile böyle düşünüyorsa benim artık bir şeyleri uzatmadan konuşmam gerektiği apaçık ortadaydı.
Elimi kaldırdım, işaret ve baş parmağımın arasına biraz mesafe bırakarak gözlerimi kıstım ve “Bu konuyu birazcık daha bekletsem, olmaz mı?” diye sordum büyük bir ümitle. En azından şu proje bitene kadar kendimi tahmin edemeyeceğim çeşitli ruh hallerinin içine sokmak istemiyordum.
Halam yine aynı kafada olduğumu sandığı için bezgince “Sen iflah olmazsın,” dedi ama hızlıca ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırarak araya girdim. “Valla keyiften değil…” Dudaklarımı birbirine bastırıp ıslattım. Hazır hissedene kadar vakit kazanmaya çalışıyordum. Bir süre sonra “Benim size bir şeyden bahsetmem lazım,” dedim az da olsa hazır olduğumda, ikisine de tek tek bakarak. Duruşumu dikleştirip başımı yasladığım omzumdan ayırdım. Derin bende bir şeyler olduğunu hemen fark etti. Kaşları çatılmıştı.
“Sorun mu var?”
Başımı olumsuzca salladım. “Aslında… benim için güzel bir haber.”
“Neymiş o?” Soruyu soran halama döndüm. “Ben bir proje için seçilen üç kişiden biri oldum.”
İkisinin de gözleri bir anda parladı. “Hadi canım!” dedi Derin, mutluluğunu yüzüne de yansıtarak. “Cidden mi, oha! Nasıl bir proje?”
“Bizim Uludağ projesini biliyorsunuz…” Başlarını salladılar. “İşte orada iyi iş çıkardığımız için, aynı zamanda da otelin yatırımcılarının ünü sayesinde bir grup bizi keşfetti ve genç yüzlerle çalışmak istediğini söyledi.”
Halam elini bacağımın üzerine uzatıp “E çok güzel bir haber bu aşkom?” dedi dudaklarını yukarıya doğru kıvırarak. “Sevinsene bir tanem. Suratın niye asık?”
“Çünkü proje ülke içinde değil,” dedim başımı öne eğerek. Gitme olasılığımı ilk onlara açmak, evin diğer üyelerine açmak için bana cesaret verir diye düşünüyordum ama şimdi bile kalbim delicesine sıkışıyordu. Onlardan hiç çok fazla uzakta kalmamıştım ve tek başıma bir yere gitme, hem de çok uzak bir yere gitme düşüncesi her ne kadar hayalim olsa da bir yerden sonra beni ürkütüyordu.
“Ne demek ülke içinde değil?” dedi Derin şaşkınlığını sesine yansıtarak. Bağdaş yaptığı ayaklarını birbirinden ayırdı, duruşunu dikleştirdi ve ciddi bir şekilde bana baktı. “Yurt dışına mı gideceksin yani?”
Halam bu duruma sevinmiş gibi duruyordu. “Çok güzel fırsat bu,” dediğinde bana destek olmak için elini saçlarıma götürüp okşadı.
Ellerimi sardığım bacaklarımdan ayırdım. “Üç kişi arasından sadece bir kişi seçilecek, bunun için de bir görev verdiler, iki gündür bunun üzerine çalışıyorum. Bu iki hafta içinde eğer güzel bir iş çıkarıp seçilirsem Paris’e gideceğim. Ama bilmiyorum,” dedim nefesimi yorgunca bırakıp ikisine de tek tek bakarken. Destek almak ister gibi bakıyordum. Derin’in çatık kaşları arada sıkışmışlık halimi gördüğünde yumuşadı. “Bu en büyük hayalim, sen de biliyorsun Derin,” derken Derin’e baktım. Sadece başıyla onayladı. “Bir yandan hayalimi gerçekleştirmek için gitmek istiyorum, diğer yandan da sizinle kalmak. Daha seçilmedim, bunu farkındayım ama bu arada kalmışlık hissi çalışmamı da etkiliyor. Sürekli bocalıyorum.”
Derin yatağın yanına bıraktığım iki elimi de tutup beni kendine doğru çekti. Göz göze geldiğimizde en net haliyle “Hayalinse bunu yapacaksın o zaman, Nazlı,” dedi. “Üniversiteye gittiğimizde de birbirimizden ayrı kaldık ama sonra geri döndük. Bunu da onun gibi bir şey düşün.” Dudaklarına muzip bir gülümseme yerleştiğinde “Hem fena mı olur, belki bu sayede yanına kaçar iki ülke gezerim ben de,” diyerek beni rahatlatmaya çalıştı. Kendimi suçlu gibi hissetmemin doğru olmadığını düşünüyordu. “Hem bu senin hayatın kızım, bizlere göre şekil verecek değilsin ya?”
Halam da onunla aynı fikirdeydi. “Aşkom sen bugüne bugün Yasemin Aladağ’ın yeğenisin, bir şeyi istiyorsan tabii ki peşinden gideceksin, tıpkı benim gibi. Oturuyorsun ve o proje üzerine adamakıllı duruyorsun, sonra da kazanıp beni ve tüm ailemizi gururlandırıyorsun. Kapiş?”
İkisinden de böyle destek görmek beni ağlatacaktı. “Yaa…” dedim ağlamaklı ifadeyle. “Sizi çok seviyorum, gelin buraya.” Kollarımı açtığımda her ikisi de yanıma yaklaştı ve bana sıkıca sarıldılar. Halam bir yanağımdan öperken Derin de diğer yanağımdan öptü. Geri çekildiklerinde Derin merakla “Eğer kazanırsan ne zaman gideceksin ve ne kadar süreliğine?”
Bugün toplantıda bunun hakkında konuşmuştuk. Neyse ki kendimi hazır hissedebileceğim bir zamanı vardı. “Sene sonu ya da yılbaşından sonra, net tarih birkaç aya belli olurmuş. Ve sanırım altı ay kadar sürecek, bir seneyi geçeceğini sanmam.”
Derin ve benim için altı ay ayrı kalmak bile çok zorken beni rahatlatmak için “E iyiymiş,” dedi gülümseyerek. “Hem o zamana daha çok var hem de altı ay çabuk geçer, ki zaten ben seni özlerim. Sınavım bitmiş olacak zaten. Çıkar gelirim yanına.”
Halam da hemen araya atladı. “Ben de gelirim aşkom,” dediğinde Derin’le onun heyecanına güldük. “Böyle hala yeğen Paris’in altını üstüne getiririz.” Elini uyarı dolu şekilde bana uzattı. “Çabuk kazanıyorsun bu projeyi, şimdiden dehşet hayaller kurdum.”
“Delisin sen he,” dedim kahkaha atarak, sırtımı tekrar yatak başlığına yasladığımda.
“Öyleyim tabii,” derken saçlarını geriye savurdu. Ardından tekrar bakışları ciddileşti. “Seninki biliyor mu?” Sorusuna cevap vermeden önce gözlerimi kaçırdım. Derin’in de meraklı gözleri bana döndü. Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Daha aramızdaki meseleyi açamıyordum, bunu nasıl yapacaktım bilmiyorum.
Kuruyan dudaklarımı ıslatıp “İlk size söyledim,” dedim mırıltılı bir sesle. “Nasıl tepki verir bilmiyorum.”
Derin ciddileşti. “Hiçbir bok diyemez,” dediğinde sesi fazla sertti. “Kendisi dört yıl ortada yokken senin altı ayına ağzını bile açamaz, ki sen onun gibi iletişimi bile kesecek biri değilsin. Bak yine sinir geldi tepemden. Vazgeçtim, sen verme buna şans falan.”
“Ama öyle demesene,” dedim, sesim titremişti.
“Sen de beni sinir etme o zaman, ben bile senin için sakin karşılıyorsam o hiçbir bok diyemez.”
Halam Derin’e uzanıp bacağının üzerine vurdu. “Kızın kafasını karıştırma Dero,” dedi çatık kaşlarla. Ardından bana döndü. “Derin de bir konuda haklı, Nazlı.”
Tekrar araya girdi Derin. “Ben her konuda haklıyım.”
“Sus,” dedi halam başını sallayarak. “Pişman ettirme beni söylediğime.” Tekrar bana döndü ve devam etti. “O çocuk iletişimi kestiği için ben de hâlâ ona kızıyorum, altında nasıl bir nedeni olduğunu bilmediğim için makul yaklaşmaya çalışıyorum, belki söyleyemediği kendince bir şeyler vardır, bilemeyiz. Bir de o zamanlar yeni yeni ergenliği atıyordunuz üzerinizden, bu erkekler de zaten biraz daha geç olgunlaşıyor. Yapmış bir eşeklik, nedenini öğrenince ona göre tepkini verirsin sen zaten. Ama ben halledeceğinizi düşünüyorum.” Tepkimi ölçmek için bana baktı. Ben de öyle düşünmek istiyordum. Bunu isteğimi belli etmek için belli belirsiz başımı salladım. “Emre küçüklüğünden beri hep efendi bir çocuktu. Senin peşinden az koşturmadı,” dediğinde ikimiz de birbirimize bakıp güldük. Derin’in homurtularını işitmek beni daha çok güldürdü. Emre’yi biraz da sürekli benim yanımda olduğu için sevmiyordu. Benim ona düşkünlüğüm yüzünden Derin benimle vakit geçiremediğinden yakınıyordu ama gayet de görüşüyorduk.
“Ve sen, Derin’in de dediği gibi iletişimi kesecek biri değilsin. Sık sık telefonda da olsa görüşürsünüz. Zaten altı ay dediğin nedir, geçip gidiyor hemen.”
Sözleri üzerimde etki ettiğini belli etmek ister gibi yüzüme gülümseme yerleştirdi. “Öyle mi dersin?” dediğimde daha fazla emin olmak istiyordum.
Başını art arda salladı. “Öyle öyle.”
Daha fazla konuyu kendi üzerimde tutmak istemediğim için Derin’e döndüm. Biraz da onunla uğraşacaktım. Bugün konuştuklarımızı daha sonra sindirmem gerekecekti. “Sen ve Caner ne alemdesiniz?” diye sorduğumda Derin gözlerini benden kaçırdı. Neden kaçırdığını tabii ki biliyordum. Caner bugün işten çıktığımda beni aramış, Derin’in nelerden hoşlandığını sormuştu. Bunu neden sorduğunu sorduktan sonra başta söylemek istemese de ısrarlarıma dayanamamış iki gün sonra buluşacaklarını söylemişti. Metroda olduğum için çığlık atamadığım için kendimi tepki vermiş gibi hissedememiştim. Sonra eve geldiğimde kendimi yatağa fırlattığım için konu aklımdan çıkmıştı, Derin bir anda beni çağırmasaydı akşam ona mutlaka açacaktım.
“Caner kim?” diye sordu halam merakla, Derin’e dönüp kaşlarını kaldırdığında. Başını öne doğru eğdiğinde yüzünde muzip bir gülümseme vardı. “Aşkom sen sevgili mi yaptın?”
Derin hızlıca araya girdi. “Hayır ya!” dediğinde hiç de inanmamıştım. Sevgili değillerse bile flört ettiklerine kalıbımı basardım.
Halama döndüm ve dedikodu verme heyecanıyla “Caner benim arkadaşım ya, hani liseden. Sen de tanıyorsun,” dedim. Halam kim olduğunu hatırlamak ister gibi gözlerini kıstı. “Derin’le benim aracılığımla tanıştı, sonra kıza tutuldu. Zaten Uludağ’da o da vardı, bir flört ettiler var ya, aklın şaşar.” Pişman olmuş gibi surat astım. “Keşke videoya alsaydım!”
“Yok öyle bir şey!” diye çıkıştı Derin.
Ben de aynı şekilde üste çıktım. “Var öyle bir şey!”
“Yok diyorum.”
“Var diyorum.”
“Yok.”
“Var.”
“Yok.”
“Var.”
“Yok.”
“Yok,” dediğimde yemi yutmadı ve “Evet yok!” dedi ters ters kaşlarını çatarak. Ama işe yaraması gerekiyordu! Var demesi gerekiyordu, hep öyle olurdu!
Yine de inadımı sürdürmeye devam ettim. “İki gün sonra da buluşacaksınız ama yok, aynen,” dediğimde gözleri büyüdü. Başını yan yatırdığında “Sen nereden biliyorsun?” diye sordu.
“Ben bilirim.” Muzır bir şekilde sırıttım ama sonra kaşlarımı çattım. “Hem sana da yazıklar olsun, ben sana her şeyi anlatıyorum ama sen arkadaşımla buluşacağını benden gizliyorsun!”
“Kızım fırsat mı oldu?” dedi bezmiş bir ses tonuyla. “Düğün günü onunla konuştuk, sonrası kaos derken iki gündür de görüşemedik, hangi ara anlatsaydım!”
O gün düğünde demek Caner’le telefonda konuştuğu için dans sırası ortalıkta görünmemişti. Eh, bir yerde haklıydı. Pek konuşacak anımız olmadı yine de “Neyse ne,” dedim elimi geçiştirir gibi sallayarak. “Yani neymiş, varmış öyle bir şey!” Kesinlikle çok fazla eğleniyordum.
“Sinir etme beni, yok diyorum! İnsan gibi görüşeceğiz işte.”
“Date bu kızım date!”
Halam en sonunda dayanamayıp araya girdi. “Biriniz bana konuyu tamamen anlatabilir mi?”
Derin ateş püskürten gözlerini bana göndermeye devam ettiğinde halama Caner ve Derin’le ilgili tüm detayları anlattım. Bazı yerleri süsleyip püsleyip mübalağa yaptığımda Derin öfkeyle köpürdü ve saçlarımı çekmeye yeltendi ama halam ona çabucak engel oldu ve halimize gülerek devam etmemi istedi. Uludağ’da olanlar, Caner’in tavırları falan derken bayağı bir zaman oturup konuştuk, arada da dedikodu yaptıktan sonra telefonumu evde unuttuğum için annem akşam yemeğinin hazır olduğunu halamdan arayarak bana haber verdi, acıktığımı hissettiğim için ikisiyle de daha sonra tekrar konuşmak için sözleştik ve evime geçtim.
Odama vardığımda ilk işim telefona uzanmak oldu. Emre’yi çektirdiğimiz için onu ve hastalığını unutmuştum, mesajıma dönüp dönmediğini veya arayıp aramadığını merak ediyordum. Ekrana baktığımda gördüğüm tek şey mesajdı. Kısa bir iyi olduğuna dair bir yazı vardı. Yüzüm düşmüştü. İçim hiç rahat değildi, ya sesi kötü diye aramıyorsa diye kafamda bin bir türlü şey kurdum. Ne halde olduğunu merak ettiğim için bir kere aradım ama açmadı, saatler sonra ameliyatta olduğuna dair bir mesaj ve sonrasında iyi olduğuna dair bir şeyler ekleyip endişelenmemi yazdı.
Ama elimde değildi, seviyorsan eline diken batsa endişelenirdin.
Devam edecek...
***
Part 2'yi de şu an yazmaya devam ediyorum, yarına yetiştirmeye çalışacağımmm
Bölümü nasıl buldunuz?
Birazcık dedikodu falan ettik, ben eğlendim kgjsdgjdfhkfdh
Emre bu part pek yoktu ama diğer part müthiş sahneler olacak, sadece bekleyin sgıjsdgodshd
Nazlı Emre'nin onun gitme ihmalini bilmediğini sanırken aslında Emre'nin her şeyden haberdar olup salağa yatması... Bakalım neler olacak???
Diğer partta tekrar görüşelim, kendinize iyi bakınnn..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.56k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |