
Selam selam selam!!!
Bölümü yazmaya başlarken elimi yaktığım için devam edemdim. Üstümde nazar var galibaaaaa... Tek elle yazmak işkence gibiydi. Ama sonunda bitirdim ve buradayız. uzunca bir bölüm oldu.
Keyifli okumalar!!

21. BÖLÜM - PART 2
Emre'yle oturduğumuz banktan kalktıktan sonra el ele yürümeye devam ettik. Ailesiyle ilgili konuşmaya bunu sözlü olarak beyan etmesek bile bir süre ara verdik. Hayatındaki diğer detayları daha sonra soracaktım. Bunun onun için daha iyi olacağımı düşünüyordum. Hepsini bir anda sorsaydım anlattığı her saniye biraz daha kötü hissedeceğini biliyordum.
Babası ölmüştü. Bir babaannesi, halası ve hatta kuzeni bile varmış. Bugüne kadar bildiğim tek akrabası teyzesiydi ve onun da bir çocuğu yoktu. Kendini yıllar sonra bambaşka bir şeyin içinde bulmasının onu nasıl bir buhrana soktuğunu ve bu yüzden de her şeyden nasıl kaçmak istediğini anlayabiliyordum. Az önce bile anlattığı yere kadar çok kötü olmuştu. Fark ettirmemeye çalışsa da ben onu anlardım. Bu yüzden konuyu başka yere çekerek dikkatini dağıtmaya çalıştım ve neyse ki başardım. Az önceki hüzünlü ifadesi şimdi suratında yoktu. Gülümsüyordu. Yanımda olduğu için mutluydu. Ben de öyle. Onunla olduğum için çok mutluydum. Şimdilik kendimi ellerine bıraktım ama daha sonra onu yormadan, rahat hissettiğini düşündüğüm bir anda hikayesinin kalanını öğrenecektim.
Ben hiçbir zaman ona küs kalabilen biri olmadım. Çocukluğumdan beri bunu en fazla bir hafta yürütürdüm. Dahası olmazdı. Yapamıyordum. Ona küsmek beceremediğim bir şeydi. Geri geldiğinde ve hikayesini bilmediğimde ona kızgın olmam gerektiği anlarda bile bu durum böyleydi. Kriptonitim gibi bir şeydi. Ona karşı koyamıyordum. Kızamıyordum. Fazla uzak duramıyordum. Onu bunca zamana kadar ne kadar inkâr etmeye çalışsam da hâlâ çok seviyordum ve bir gün olsun sevmeyi bırakmamıştım. O gittiğinde bile bırakmamıştım. Bırakamamıştım. Sadece kendimi kandırmıştım.
Benim Emre’ye olan sevgim sadece aşktan ibaret değildi. Zaten en çok da bu sebepten ötürü onu tekrar hayatıma alırken buldum kendimi. O benim tüm çocukluğumdu ve bir insan çocukluğuna uzun bir süre küsemezdi.
Şimdi ise mutluydum. O vardı. Hayatımdaydı. Bir daha gideceğini düşünmüyordum. Hikâyesini dinlerken bunu bir kez daha anladım. Hâlâ iletişimi bıraktığı için çok üzgündüm, hâlâ içimde bir yerde bir hüzün ve geç kalınmış bir zaman vardı ama onu da artık anlayabiliyordum. Herkesin her olaya verebileceği tepki farklıydı. O kaçmayı seçmişti. Ama kaçtığı kişi ben değildim. Kaçtığı kişi kendiydi. Kendinden kaçtığı için benden de gitmişti. Çünkü ben de onun bir parçasıydım. Ben de onun çocukluğuydum. Artık daha iyi anlayabiliyordum.
Onun yerinde olsaydım ben nasıl tepki verirdim kestiremiyordum. Zaten onun yerinde olmak bile istemiyordum. Düşüncesi bile beni kahrediyordu. Aile konusunda şanslı olduğum için şükretmeliydim. Ama onun için çok üzülüyordum.
Hasan amca babam gibi bir adam olsaydı Emre bu duruma gelmezdi. Eğer onu bir kez olsun sevseydi Emre onu ondan daha çok severdi. Babası olmadığını öğrendiğinde ondan kaçmazdı. Onu yine sevmeye, babası gibi görmeye devam ederdi. Böyle birini üzdüğü, kalbini kırdığı için onu hiç affetmeyecektim. Emre’nin gitmesinden en büyük rolü olduğu için ondan her zaman nefret edecektim.
Emre’yi çok seviyordum. Ne olursa olsun ondan vazgeçmeyecektim. Onu hep sevecektim. Onunla mutluysam mutlu olmaya devam edecektim. Gerisinin bu saatten sonra hiçbir önemi yoktu. Şimdi önemliydi ve ben onunla şimdiyi doya doya yaşamak istiyordum ve yaşayacaktım.
Yarınlar her zaman olmaz. Keşke dememek için onunla el ele yürümeye devam edecektim.
Kimsenin olmadığı boş bir kumsala yaklaştığımızda gün de kendini çoktan ikindi vakitlerine bırakmıştı. Emre’nin elini bırakıp sporlarımı çıkardım ve elime aldım, ardından koşmaya başladım. Kumda çıplak ayakla hareket etmeyi seviyordum.
“Nereye?” diye bağırdı arkamdan.
“Sıkıldım senden, kaçıyorum.”
Kahkahasını işittim. “Yakalarım ki.” Koşarken hafifçe arkamı dönüp ne yaptığım baktım. Dizini kırmış benimi gibi ayakkabılarını çıkarıyordu.
Önüme döndüm. Geçiştirir gibi “Aynen aynen,” dediğimde artık o da koşuyordu. Şimdi daha hızlı olmam lazımdı. Benim bir adımım onun üç adımına eşdeğerdi.
Bir süre ben koştum, o kovaladı. Beni bilerek yakalamadığının elbette ki farkındaydım. Yavaş hareket edip süreci biraz daha uzatıyor, daha fazla eğlenmemi istiyordu. Biraz daha böyle devam ettikten sonra sıkılmış gibi “Bu kadarı yeter bence,” diyerek hemen arkamda bitti.
Daha ben ne olduğunu anlamadan Emre tek elini kalçalarıma sararak beni kucağına aldığında bir anlık şokla çığlık attım, hemen sonrasında kendimi kollarımı boynuna dolarken buldum. Nasıl bu kadar çabuk oldu her şey anlamamıştım. Beni kaldırırken sanki hiçbir şey taşımıyormuş gibi rahattı. Hayrete düşmüş gibi suratına baktım.
Diğer eli belime biraz daha sarılırken ayakkabılarını bir köşeye fırlattı. Ben de kendiminkileri elimdeki küçük poşetle birlikte onunkilerin yanına attım. “Yakaladın,” dedim yüzüne bakarak.
Gülerken gözleri kısıldı. “Hep yakalarım. Bir daha da bırakmam.”
Elimi boynuna biraz daha doladım. “Hiç bırakma.” İstek doluydu sesim. Hiç bırakmasın bir daha beni. Eğer bunu bir daha yaşarsam onu artık affedemeyeceğimi biliyordum çünkü.
“Bırakmam,” dedi o da. Yemin eder gibi konuşmuştu. Ona inandım. “Hayatımın sonuna kadar sen nereye Naz, ben de oraya.” Yüzüyle konumuzu işaret etti. “Hem de bu şekil.”
“Ama ben alışırım.”
İçten bir kahkaha kaçtı dudakları arasından. “Alış güzelim, alış çünkü bu hep böyle olacak.”
Bir elim boynunu sararken diğerinin işaret parmağını dudağımın üzerine götürüp düşünür gibi havaya baktım. “Şimdi o mistik soruyu soracağım,” dediğimde tekrar Emre’ye bakıyordum. Yüzümde silmeyi düşünmediğim gülümsemem vardı. “Hazır mısın?”
Dudaklarının arasında içimi gıdıklatacak tatlı bir kıkırtı çıktı. “Hazırım,” dedi.
Başımı hafifçe boynuma yatırıp tatlı bir sırıtışla “Güzelin miyim gerçekten?” diye sordum. Bu soruyu sormayı çok seviyordum. İnsan bildiğin cevabı duymayı seviyordu.
Normalde düşünmeden evet diyeceğini biliyordum ama bu sefer benimle uğraşmak istediği için düşünüyormuş gibi yapmaya başladı. “Bilmem,” dedi yürümeye devam ederken, yüzüme baktığında. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Öyle misin?”
Kaşlarım çatıldığında yüzümle onu işaret ettim. “Döverim çocuk seni.”
Bu sefer sesli gülüp “Tamam tamam, kızma.” dedi. Yüzüme eğildi ve yanağıma minik bir buse bıraktı. “Öylesin tabii ki, Naz. Tek güzelimsin.” Anında yumuşadım. Çatık kaşlarım gevşedi, dudağımdaki düz ifade kendini tekrar gülümsemeye bıraktı. Ona uzun bir süre kızgın kalmam imkansız gibi bir şeydi. Diğer elimi de boynuna sardım, o yürümeye devam ederken yüzüne doğru biraz daha yaklaştım. Daha azıyla yetinmek istemiyordum.
Yüzümüz arasında çok az bir mesafe bıraktığımda Emre’nin adımları durdu. Sırtımdaki eli tenimde gezinirken fısıldar gibi “Ne yapıyorsun?” diye sordu.
Cevabımı sözlü vermedim. Aramızdaki mesafeyi her saniye biraz daha kapattım ve uzun zamandır yapmak istediğim şeyi dünden sonra bu kez ayık halimle yaptım. Önce gözlerimiz buluştu, ardından dudaklarımın üzerinde içimi yakan sıcak bir nefes hissettim. Sonra hiç beklemeden dudaklarımı dudaklarına bastırdım.
Onu öptüm.
Bir saniye bile düşünmeden öpüşüme karşılık verdi. Önce yavaş ve küçük bir kıvılcım gibi başlayan öpüşü, daha sonra giderek derinleşmeye başladı. Onunla birlikte benim de içimdeki arzu gitgide büyüyordu. Nefes almadan öpmek istiyordum onu çünkü onu öpmek nefes almak gibi bir şeydi. Bunu şimdi daha iyi anlıyordum.
Elleri beni düşürmemek için sırtımda ve bacağımda gezinirken bir elimi boynundan ayırdım ve yanağına götürdüm. Parmaklarım çenesinden elmacık kemiklerine doğru yükseldi. Dokunuşum onu harekete geçirmiş gibi sırtımdaki elini daha iyi tutabilmek etrafıma sararken bacağımdaki elini yavaşça serbest bıraktı ve tek eliyle beni etrafımda hafifçe döndürdü.
Bir saniye olsun dudakları dudaklarımdan çekmediği gibi ayaklarımın yere değmesine de müsaade etmiyordu. Dönmeyi bıraktığında bir eli hâlâ belimdeydi. Diğerini saçlarıma götürdü. Parmakları saçlarımın derinliklerinde gezinirken öpüşmemiz daha ısrarlı bir hale geldi. Ne o ne de ben geri çekilmek istiyorduk.
En sonunda birbirimizi öpmeyi bıraktığımızda dudaklarım dudaklarının üstündeyken gülümsedim. O da öyle. Çok güzel güldü. Minik bir kıkırtı daha duyduğuma emindim. Dudaklarımın üstüne “Seni seviyorum,” dedi. Öptü sonra. Çok tatlı bir buseydi.
“Ben de,” dedim iç çeker gibi. Ardından üst dudağından öptüm. “Ben de seviyorum seni.”
Başını hafifçe geriye yatırıp yüzüme baktı. Nasıl göründüğümü, onu öpmenin bana neler hissettirdiğini merak ediyordu. Gözlerimin içine baktı. “Ağzına çok yakışıyor bu söz haberin olsun.” Ardından hemen kaşlarını çattı. “Ama sadece benim için çıkınca.”
Yanağındaki elimi çene hattından boynuna doğru düz bir çizgi çeker gibi yavaşça aşağı doğru sürükledim. Bunu yaptığım an kasıldığını hissedebiliyordum ama durmadım. Durmak da istemiyordum. Elimi boynuna doladım. Bu hareketimle birlikte saçlarımın arasındaki eli oradan uzaklaştırdı, parmakları kollarımda gezindikten sonra onların da belimdeki yerini almasını sağladı. Dokunuşu ateşten farksızdı. Dokunduğu her nokta cayır cayır yanarken beni hafifçe yere bıraktı. Ayaklarım sonunda kumla temas etmeye başladığında parmak uçlarımdan yükselip “Kıskanç mısın sen biraz?” diye sordum cilveli bir edayla, burnunun üzerine minik bir buse bıraktım.
“Biraz değil….” Belimin her iki yanını da kendine mesken edinmiş parmakları etrafı keşfetmeye başladığında beni kendine doğru bastırdı. Tekrar öpeceğini sandım ama onun yerine saçlarıma sürtünerek kulağıma doğru eğildi ve “Çok…” diye fısıldadı. İçim titredi. “Seni çok fazla kıskanıyorum.”
Hımlar bir ses çıkarıp yanağına öpücük bıraktım. “Demek öyle?” dedim ve yavaşça geri çekildim. Belimdeki ellerini ayırarak her ikisini de tuttum. “İşimiz var seninle o zaman.”
Gülüşü büyüdü. “Seni bilmem ama benim işim sensin.”
Sözlerimde nettim. “Benim de işim sensin.”
Öyle mi?” diye sordu parmaklarımla oynarken, tatlı bir sesle. Bunu söylerken ki ses tonu çok hoşuma gitmişti.
“Öyle.” Başımı yana yatırıp ona baktım. “Hep öyleydi.”
Ellerimi dudaklarına götürdüğünde her ikisinin de sırtına öpücük bıraktı. “Bu hallerin çok güzel de…” dedi kaçamak bir bakış atarak. Oradaki “de” ye kaşlarımı çattım. Ne demek güzel de? “Bana sövmediğinde bir şeyler eksik gibi hissediyorum, Naz. Pavlov'un köpeği deneyini üzerimde mi denemiş olabilir misin acaba?”
Hayrete düştüm. Gerçekten hayrete düştüm. Güzel söz söylesek suç, söylemesek ayrı suçtu. Ellerimi ondan kurtarıp “Sen dayak mı istiyorsun?” dedim parmak uçlarımda yükselip, çatık kaşlarımla ona bakarken. “Rahat mı batıyor oğlum sana?”
İçten bir kahkaha attı. “İşte bu ya, işte bu… Çok iyi geldi, bak yemin ederim.”
Ümitsizce başımı salladım. “Ben sana hiçbir şey demiyorum ya…” dedikten sonra yanından uzaklaşmaya başladım.
“Tamam ya, tamam, kızma,” dedi arkamdan geldiğinde. Hâlâ gülüyordu. Suratının ortasına yeni bir yumruk istediğine yemin edebilirdim. “Dalga geçiyorum.”
“Siktir git, salak.” Ona bakmadan konuştum. Yanıma yaklaşmadan arkamdan yürümeye devam ediyordu. Ayakkabılarımızın gerimizde kalması ikimizin de umurunda olan bir durum değildi. Zaten burada kimse yoktu. İnsanlar genelde önümüzdeki ay buraya gelirdi.
Söylediğime tekrar bir kahkaha attı. “Ağzını bozduğuna göre çıldırttım galiba seni.”
Yüzümü buruşturup “Seninle konuşmuyorum ben,” dedim. Terslenmek istiyorsa keyfi bilirdi. Çok da güzel terslerdim onu. Hayır, bir de bugün terslenmeyeceğim diye kendime söz vermiştim. Bütün sözlerimi bana yedirdiğine inanamıyordum. Beyinsiz aptal!
Yanıma geldi hemen. Elimi tuttuğu gibi “İsteğiniz itinayla reddedilmiştir,” dedikten sonra elimi bırakmadan kolunu omzuna doladı. Omzumun üzerinden ona tip tip baktım. Boştaki elinin işaret ve orta parmağıyla burnumu sıktığında elimi çekmeye çalıştım ama izin vermedi.
“Sinir bozucusun biliyorsun değil mi?”
Güldü hafifçe. “Olabilir. Ama hoşuna gidiyor bu halim, hadi itiraf et.”
“Asla etmem,” dedim hemen. Bunu dememle sırıtışı büyüdü. “Yani kabul ediyorsun.”
“Ben öyle bir şey demedim.” Lafı kendine göre yorumluyordu her seferinde.
“Dedin.”
“Demedim.”
“Dedin.”
“Ya bak çıldırtma beni! Demedim diyorum.”
Bu sefer yanağımı sıkmaya başladı. Omzuna doladığı eliyle de bırakmadığı parmaklarımla oynuyordu. “Çok güzel çıldırıyorsun. Dayanamıyorum.”
“Sen de çok güzel dayak yiyorsun biliyor musun? Ben ve yumruklarım da dayanamıyor. Ha tadına bakmak istersen….” Tutmadığım elimi kaldırıp ona gösterdim. “Bunu hemen halledebiliriz.”
Cıkladı. Biraz daha zorlarsa bunu yapacağımı bildiği için daha fazla zorlamadı beni. Onun yerine adımlarını durdurup bana baktı. Kolunu boynumdan ayırdıktan sonra beni kendine çevirdi. “Ben başka bir şeyin tadına bakmak istiyorum,” dedi sonra hınzır bir sırıtışla, dudaklarıma bakarken.
Onu öptüğüm için artık bunu daha rahat yapacağını biliyordum. Verdiği öpmeme yemini ben onu öpene kadardı ve onu da az önce bayağı bir tutkulu şekilde gerçekleştirmiştim. Hemen dudaklarımın üstünü örttüm elimle. “Bakamazsın.” Çattığım kaşlarımla ona baktım. “Beni sinir etmeden önce düşünecektin.”
Pes etmeyecekti. Ellerini belime doladığı gibi beni kendine çekti. Yüzüme doğru hafifçe eğildiğinde “Bir daha düşünsene,” dedi tok bir sesle. Ses tonu da neydi öyle? Gel beni öp diyordu adeta. Resmen hipnoz olmuş gibiydim ve az kalsın evet diyecektim.
Yutkundum.
Kendimi silkelediğim an “Hayır,” dedim hızlıca. Sonra ellerinden kurtulup koşar adım yanından geçtim, suya yaklaştım. Kendimi kaptırırsam duramayacağımdan korkuyordum. Hiç sırası değildi. Hem şu an istediğim şey başkaydı, buraya kadar gelmişken suya dokunmadan gitmek istemiyordum. Sahilde yürümek güzeldi ama ayağımın suya dokunması daha güzeldi.
Tamam, bu bir bahaneydi ama güzel bir bahane olduğunu inkâr edemezdim.
Soğuk su tenime değdiğinde hafiften irkildim. Havalar tam ısınmadığı için deniz de fazla soğuktu hâlâ ama beni rahatsız etmiyordu. Ayağımı kumda sürttüm yavaşça. Sonra ellerimi açarak etrafımda dönmeye başladım. Saçlarım rüzgârla eşlik edip dans ederken ben de denizin çıkardığı mistik sese gözlerimi kapatmış bir şekilde kulak veriyordum. Emre’nin gülüşümü işittim. Eminim ki şu an eli cebinde, bir ayağını kırmış bir şekilde beni izliyordu.
Biraz saha etrafımda söndükten sonra durdum ve usulca gözlerimi araladım. İlk ona baktım. Ben zaten nerede olursam olayım, her zaman ilk önce ona bakardım. Emre hâlâ aynı yerindeydi ve kafamda canlandırdığım gibi bakıyordu bana.
Ellerimle gelmesini işaret ettim. “Gelsene bu tarafa?”
“Seni izlemeyi tercih ediyorum şu an.”
Yalandan bir sitemle “Oyun bozanlık yapmasana ya,” dedim. “Gel işte. Hatta telefonunu çıkar da müzik aç. Dans edelim.”
Güldü keyiflenmiş gibi. “Bu bir teklif mi?”
“Ee…” dedim alaycı bir edayla. “Sen yapmayınca bana kalıyor böyle şeyler.”
Dizlerini kırıp eğildi. Yanıma gelmeye karar vermiş olmalı ki paçalarını yukarı doğru kıvırmaya başladı. Sonra ayaklandı ve bana doğru yürüme başladı. “Genelde tekliflerim reddediliyor,” dediğinde cebinden telefonunu çıkardı. Az önceki teklifine gönderme yaptığını dudağının kenarına yerleşmiş arsız gülüşünden anlayabiliyordum.
İmasını yok saydım. “Bu yine de teklif etmene engel değil,” derken parmak uçlarımda yükseldim. Yüzümde sahte bir kızgınlık vardı.
Telefon ekranında bir süre gezindikten sonra aradığını bulmuş gibi tebessüm edip bana baktı. “Peki…” dedi harfleri uzatarak. Ardından telefonundan bir tuşa basıp sesi son yaptı. Tanıdık müzik sesi deniz dalgalarıyla birlikte kulağıma ulaşırken hafifçe eğilip telefonunu kumun üzerine doğru fırlattı.
Şaşkınlıkla ona bakıyordum. “Bu ne rahatlık ya… Ya dalga çıksa, gider telefonun. Salak mısın?”
Omuz silkti sadece. “Boş versene,” dedikten sonra bir elini bana uzattı. "Dans edelim sadece."
Yüzümde gülümsemeyle eline uzandım. Tam o sırada şarkının sahibi Buray, “Bu nasıl bir naz…” diye söze girdiğinde kısmış gözlerimle Emre’ye baktım. Naz mı? Gerçekten mi? Sırf adım geçtiği için bu şarkıyı açmıştı. Kıkırdayarak elini tuttum.
Elini tuttuğum gibi beni etrafımda döndürerek kendine doğru çekti. Göğsüm göğsüne çarptığında başımı hafifçe kaldırarak yüzüne baktım. O zaten bana bakıyordu. Yüzüme eğilip burnumun ucundan öptü. “Ah sen deli kız…” dedi sonra şarkıyla aynı anda. “Ne güzel bakıyorsun…”
***
Emre’yle uzun bir süre suyun üzerinde vakit geçirdik. Her ne kadar yüzmek istesem de yanımda giyecek başka bir şey yoktu. Olsa bile Emre hasta olacağım korkusuyla asla izin vermezdi. Sadece ayağımı değdirdiğim halde çıkalım artık diye söylenip durmuştu ama gözlerimin onu ikna eden ona özel efsunlu bir bakış vardı ve en sonunda pes etmek zorunda kalmıştı.
Hava kararmaya başladığında gün batımına yakın birkaç fotoğraf çekiminden sonra sudan çıktık. Daha çok Emre yürüyordu, ben de elimde bir köşeye fırlattığım ayakkabı ve minik poşetimle onun kucağında duruyordum. Yüzmeye geldiğim anlar dışında ıslak ayaklarımın kuma değip kirlenmesi sevmediğimi biliyordu. Suya girip temizlesem yine kuma bulanacak ve yine aynı döngüye girecektim.
Ayaklarımızı kumsaldaki çeşmeden yıkadıktan sonra bankaların olduğu yere kadar en az on dakika boyunca beni kucağında taşıdı. Yolda birçok kez kendi başıma yürüyebileceğimi söylemiştim ama bunu umursamayıp sadece keyfime bakmamı söyledi. Ben de öyle yaptım. Bize değen bakışları umursamadan kollarımı onun boynuna doladım.
Telefonu çalmasaydı beni bütün Mudanya boyunca kucağında taşıyacağını biliyordum ama telefonu çalınca durmak zorunda kaldı. Beni banka oturttu ve ısrarla çalmaya devam eden telefonunu cebinden çıkardı.
Ekrandaki ismi görünce “Bunu açmam lazım,” der demez telefonu kulağına götürdü. Önemli biri olmasaydı benimle olduğu için açmazdı ama mesleği doktor olan birinin pek de böyle bir lüksü yoktu.
“Efendim?” dedi telefondaki kişiye. Bir süre sustu. Konuşan kişi her ne diyorsa bana baktı ve kaşlarını çattı. “Şimdi mi? İşim var benim.”
Gözleri bıkkınlıkla kapandı. Arayan her kimse sinirini bozmuş gibi duruyordu. Hem ne şimdi mi? Biraz daha beni merakta bırakırsa dayanamayıp soracak gibiydim.
“Başkası yok mu oğlum? Bugün beni aramayın dedim ben size.” Sitemle söylendi. Bana arkasını döndüğünde eli ensesine gitti. Daha sonra sustu. Bir süre yine telefondaki kişi konuştu. “Başlayacağım ama sizin yapacağınız işe. Kapat, tamam.”
Telefonu kapatıp bana döndüğünde başımı iki yana salladım. “Ne oldu öyle? Niye sinirlendin? Ne başkası yok mu? Hem arayan kimdi? Ne istiyormuş ve sen neye tamam dedin? Hepsine cevap istiyorum, evet. Başla.”
Bana doğru yaklaştı. Oturmak yerine önüme dikildiğinde burnumu sıktı keyifle. “Yavaş gel, sorgu meleği. Freni açmış kamyona bağladın yine.”
“Maçı uzatmalara götürmek yerine keşke cevap versen de ben de başka soru sormasam. Dökül.”
Söylediklerim onu güldürdü. “Hastaneden aradılar,” dedi yine gülerek ama sonra gülüşü silindi. “Beni çağırıyorlarmış.”
Doğru duyup duymadığımı anlamak ister gibi gözlerimi kıstım. “Ne demek seni çağırıyorlarmış?”
“Acil bir ameliyat varmış.”
Yüzüm düştü istemsizce. Gidecek miydi yani? “Başkası yok mu ya? Dün de sen gittin. Hem de kavganın ortasında. Bugün de doğum günüm ve yine sen gideceksin. Bu hastanenin senden başka çalışanı yok mu?”
Üzülmemden hoşlanmadığı için çenemi hafifçe yukarı kaldırdı ve dudağımın iki kenarını parmaklarıyla yukarıya kaldırdı. “Asma öyle suratını. Gece yine gelirim yanına. Ararım da seni.”
“Gece dışarı nasıl çıkacağım çok pardon?” Parmaklarını yüzümden ittirdim. Keyfim kaçmıştı bir kere. “Hem gelip gelemeyeceğin de meçhul. Başka işin çıkar kesin.”
“Çıkmayacak.” Fazla netti.
Histerik bir şekilde güldüm. “Nereden biliyorsun? Vahiyle iniyor bu bilgiler sana?”
“İşim bittiği gibi yanına geleceğim, söz.” Gülümsemem için yanaklarımı sıkmaya başladı. Somurtmaya devam etsem de bir süre sonra pes ederek “Tamam,” dedim hafifi bir tebessümle. “Gidelim o zaman.” Sonuçta o bir doktordu ve her ne olacağı belli olmuyordu. Eğer onunla ileride evlenirsem düğün günümüzde bile çağırırlardı. İstemsizce titredim. Düşüncesi bile korkunçtu.
Eğilip ayakkabılarımı giyeceğim sırada omzumdan tutarak beni engelledi. “Doğum günü kızını bugün yormayalım,” diyerek beni kucağına aldı tekrar. Zorluk çıkarmayıp kolumu boynuna doladım. Ona sıkıca sarıldım.
Arabasına doğru yürüdüğünde “En son doğum günü pastası kestiğimde on sekizime yeni girmiştim,” dedim, içten bir hüzünle. “Seninle birlikte kesmiştik. Sonra bir daha izin vermedim bana pasta almalarına. Mumu üfleyip dilek dilememi istiyorlar. Sen yoksan neyi dileyebilirdim? Gelmeni dilersem ve gelmezsen diye üfleyemedim bir daha.” Hâlâ onsuz geçirdiğim zamanlara çok üzülüyordum. Bu hüzün içimden hiç geçmeyecekmiş gibiydi.
“Yıllar sonra geldin ama ben yine pasta kesemedim. Pastanın önemi yok ama seninle yapmak istiyorum yine de. Gece gelirsen keselim mi? Dilek de dileriz. Artık dileyebilirim.”
Konuşmam boyunca ona bakmadım. Ellerim boynuna sıkıca sarılmış, başım da göğsüne yaslı bir şekildeydi. Kokusunu içime çektim. İçimdeki çocukluğum varlığıyla hayat buldu. Artık yanında olacağını biliyordu ve bu ona yetiyordu. Artık kızamıyordu. İlk geldiğinde affedemez sanıyordu ama onunla vakit geçirdiği her saniye bu sözlerini unutuyordu. İçimdeki çocuk en çok onu affediyordu.
Konuşmaya devam etmediğimde adımları durdu. Bana baktığını hissettiğimde ona baktım. Ela hareleri hüznü giyinmiş gibi bana bakarken dudaklarının arasından “Özür dilerim,” diyen kısık fısıltılar çıkmıştı. “Ne kadar dilersem dileyim bir şeyleri düzeltemeyeceğimi biliyorum ama… Ama yine de çok özür dilerim, Naz. Gelemediğim her doğum günün, her özel günün için çok özür dilerim. Aptal bir korkak gibi sadece hediye gönderdim sana. Ama gelemedim.”
Benim için özür dilemesi önemli değildi artık, tek isteğim benden bir daha gitmemesiydi. Ama burada takıldığım nokta özür dilemesinden ziyade bana hediye göndermesinden bahsetmesiydi. Benim niye bundan haberim yoktu? Meraklı kıstığım gözlerimle “Sen bana hediye mi gönderdin?” diye sordum. “Haberin olsun, ben dört yıl boyunca senden bir çöp bile almadım.”
Tekrar yürümeye devam ettiğinde başını anlamamış gibi iki yana salladı. “Gönderdim. Hem de her sene.”
“Sen ben diye başkalarına mı hediye gönderdin yoksa?” Kolumu ondan ayırıp omzunun üzerine vurdum sertçe. “Yemin ederim ameliyatta kullandığın bıçaklarla doğrarım seni!”
“Ben niye başkasına hediye göndereyim, Naz? Sana gönderdim sadece. İsimsiz göndermiştim. O O yüzden benden geldiğini anlamamışsındır. Bilmiyorum. Ama dediğim gibi sadece sana gönderdim.”
Bezgin bir şekilde elimle alnıma vurdum. “Ya sen ne kadar salak bir insansın,” dedim dayanamayarak. “Niye isimsiz gönderiyorsun? Adınla göndersene. Çöpe mi atacağım sanki?”
“Atma ihtimalin yüksekti.” İlk gelemediği sene bunu yapabilirdim evet ama şimdi diğerlerini de kaderi buna benzemişti. O yüzden koca bir salaktı.
Bakışlarımı ondan kaçırdım. “Iıı… ben bu şekilde de çöpe atmış olabilirim aslında…” Ona daha sonra da bakmadım. Devamını sorması pek de iyi bir durum olmazdı. Umarım sormazdı.
Ama sormuştu. “Çöpe mi attın?” Sorgulayıcıydı sesi. “Neden?”
Adımları durduğunda arabasını gördüğüm için rahatlamıştım. Kapıyı açması için anahtarını alması gerekiyordu ve ben de kucağındaydım. Bu yüzden beni kaputun üstüne oturtup cebine uzandı. Ama gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. Cevap vermemi bekliyordu.
Kapının kilidini açan tik sesi duyulduğunda “Evet…” dedi Emre başını sallayarak. “Seni bekliyorum.”
Anlamamış gibi yaptım. “Neyi bekliyorsun?”
“Cevap vermeni.”
“Neye cevap vermemi?”
Bana doğru yaklaştı. Etrafta kimse yoktu. O yüzden hareketlerinde fazlasıyla rahattı. İki elini de kaputun üstüne yaslayıp beni bedeninin arasına aldı. “Niye hediyeleri çöpe attığını?”
“İsimsiz gelen hediyeleri ne yapayım Emre? Tabii ki çöpe atacağım.” Fazlasıyla ikna edici olmaya çalıştım ama yemedi.
Yüzün bana doğru eğdi. “Ama ben sanki başka bir neden daha varmış gibi hissediyorum…” Anlamıştı. “Kimden geldiğini sandın?”
Yakınlığı ile yutkundum. “Kim… kimseden…” dedim bocalayarak. “Eğilmez misin şöyle?”
“Niye?” dedi eğlenerek, tekrar yüzüme doğru yaklaştığında. “Aklını mı karıştırıyorum?”
Sen her zaman benim aklımı karıştırıyorsun.
Başımı iki yana salladım inkâr ederek. “Sadece… cevap alırsan bana kaçacak alan bırakmanı rica ediyorum.” Tatlı bir tını kullanmıştım ama Emre'nin kaşları anında çatıldı. Ne demek istediğimi anlamıştı. Arada aptallığı tutsa da zekiydi o, tabii ki anlardı.
“Bana o hediyelerin…” dedi zorlukla.
Onun yerine ben devam ettim. “Evet, eski sevgililerimden birilerinin gönderdiğini düşünüp attım.” Gözlerimi kapatıp sonrasında tekini aralayarak ona bakmaya çalıştım. Aynı zamanda ortamı yumuşatmak için hafifçe tebessüm ediyordum.
“Eski… Sevgili… Dur bir saniye… Sevgili de değil, sevgililer?” Başını hızla iki yana salladı. “Tamam, devamın merak bile etmek istemiyorum.”
Ellerini iki yanımdan ayırıp arkasını döndü. Parmakları ensesini sararken kendi kendine sakinleşmesi için bir şeyler söylüyordu. Bunu fırsat bilerek ayakkabılarımı giyindim çabucak. Derin’in bahsettiği kırmızı boğ alarmı asıl şimdi yanıyordu. Delirmesi an meselesiydi. Onu çok iyi tanıyordum. Şu an bir şeyleri kabullenmeme aşamasındaydı.
Kendimi kaputtan indirdim, tam kaçacağım sırada bana doğru döndü ve önüme dikildi. Bir anda yüzüme doğru “Kaç tane bunlar?” diye sorarken çenesi kasılmıştı. Sadece omuz silktim. Daha önce Uludağ’da da bunun muhabbeti geçmişti aramızda. Eskiden birkaç sevgilim olduğunu bildiği halde soruyordu.
“Naz?” dedi tekrar. Bu sefer düşünür gibi yaptım. “Ne bileyim Emre,” dedim geçiştirerek. “Saymadım.”
“Saymadın?” Kaşları gergince havalandı. Galiba bunu söylememem gerekiyordu.
“Genelde iki haftaya ayrılıyorduk. Ama bence…” Yüzüne baktım. Kıpkırmızı olmuştu. “bence bu detayları bilmene gerek yok, sonuçta bitmiş gitmiş.”
“Yo… Yo…” Sakinleşmek için dudaklarını dişlemeye başladı. “Var bence.”
Gözlerimi devirdim. Ciddi anlamda kaşınıyordu. Duyacaklarından hoşlanmayacağı halde soruyordu. “Ne anlatayım bay kızgın boğa? Hiçbirine aşık olmadığım için ayrılıyordum. Gerçi bir yavşak beni aldattı. Beni aldattığını da benimle aldatmış. Kızla bir olup ağzına sıçmıştık. Göt herif. Bak yine sinirlendim… Onun dışında da zaten dediğim gibi kısa sürüyordu. En uzunu kaç aydı ya… Beş miydi?”
Kendimi kaptırmış devam ediyordum ki Emre birden “Dur,” dedi. Duyduklarına tahammül edememiş gibiydi. “Daha fazla devam etme. Duymak istemiyormuşum.”
Omuz silkerek “Kendin kaşındın,” dedim. “Olmadığın zamanların hesabını da soramazsın. O yüzden çeneni kapat da gidelim. Hasta senin kıskançlık krizlerini beklerse ameliyat masasında can verecek. Bunu hiçbirimiz istemeyiz.”
Hastaneden çağrıldığını bile unutmuştu. Ondan uzaklaştım ve arabaya bindim. Bir süre bomboş etrafı izledi, diyebileceği başka bir şey olmadığı için sonunda pes ederek kendi yerine geçti. Kıskançlıktan deliriyordu ama tek kelime bile edemiyordu. Biraz daha böyle durursa mosmor olacaktı.
Bana bir şey söylemeden aracı çalıştırdı. Ona kaçamak bakışlar attım. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Dudaklarımı dişleyip kendimi engellemeye çalıştım. Emre direksiyonu çevirdikten sonra benden yana döndü. “Gülme,” dedi asabi bir tavırla ama bunu söylemesiyle kendimi daha fazla tutamadım. Bu sefer sesli güldüm. “Bak hâlâ gülüyor.”
“Çok tatlı görünüyorsun ama.”
Burun kıvırdı sadece. “Beş aymış!” derken kendi kendine konuşuyordu. “Seni daha önce fark etmeyen gözümün çapağını sikeyim.”
Bu küfrüne bir şey diyemeyecektim. Bana kör olması onun problemiydi.
***
Hava neredeyse kararmıştı. Sokak lambalarının turuncu ışığı asfalta dökülürken Emre ile ayrılacağımız için üzülmeden edemiyordum. Onunla daha çok vakit geçirmek gibi isteklerim mevcuttu. Ama sonuçta o bir doktordu ve gitmesi gerekiyordu.
Sokağa vardığımızda Emre kırk dakika önceki gerginliğinde değildi. Daha sakindi ve benimle gayet güzel bir şekilde sohbet ediyordu. Gerçi o halini devam ettirseydi burnundan getireceğimi biliyordu.
Araba Ahmet amcaların kafesinin önünde durunca Emre’ye döndüm. “Niye durdun?” dedim merakla.
“Gitmeden poğaça falan alayım dedim. Ameliyat uzun sürer şimdi. Gidene kadar yerim.”
Bizim ev bir arka sokakta olduğu için “İyi, ben de ineyim o zaman,” dedim. Bana aldığı hediyeleri yarın ondan alırdım. “Zaten ev şurası yürürüm. Varınca yaz ama.”
Başını hafifçe sallayarak onayladı beni. Aynı anda arabadan indik. Kapıları elindeki anahtarla kilitledikten sonra yanıma geldi. “Ahmet amcanın tahanlıların seversin sen. Gel sana da alalım.”
Başta gerek yok ya diyecek gibi oldum ama gözümün önüne tahanlının görüntüsü gelince reddedemedim. Çıtır kenarları, buram buram gelen tahin kokusu… An itibariyle canım çekmişti. Konu yemek olunca bende akan sular duruyordu ve Emre de bunu çok iyi biliyordu. Hevesle başımı salladım. “Olur.”
Emre önden yürüdü. Kapıyı açtı. Girecek sandım ama eliyle önce benim geçmem için işaret verdiğinde kıkırdadım. Alaycı bir tonda “Centilmenlik desen var,” derken, yanından geçerek içeri girdim. Ama içeri girmemle kulağımda yankılanıp duran patlama seslerinin bana ulaşması bir oldu.
Konfeti patlama sesi.
Evet. Konfeti.
Her yanda rengarenk kağıt parçaları uçuşuyordu. Balonlar, süslemeler her yerdeydi. “İyi ki doğdun, Nazlı. İyi ki doğdun, Nazlı. İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana…” Herkes tek bir anda aynı şeyi söyleyip ritmik bir şekilde alkış tutarken duyduklarıma mı yoksa karşımdaki kalabalığa mı şaşırayım bilemedim. Herkes ama herkes buradaydı. Annem, babam, abilerim, amcalarım, yengelerim, kuzenlerim -ki buna Serkan bile dahildi- halam, arkadaşlarım -en yakınlarım- ve biricik yeğenim, Nermin teyze. Herkes!
Şaka mıydı? Yoksa rüya mıydı?
Ellerimle ağzımı kapatıp etrafa bakındım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Derin elinde mumlarla dolu kocaman bir pastayla karşımdaydı, yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı. Bir yanında Serkan ve Caner elinde az önce patlatılan konfetileri tutarken diğer yanında da Bensu ve Sedef yapıyordu bunu.
“İnanamıyorum şu an,” diyebildim sadece. Küçük dilimi yutmuş gibiydim. Herkesin unuttuğunu sanıyordum.
Derin elindeki pastayı işaret etti. “Sonra devam edebilirsin inanamamaya. Önce şunları üfle. Sönecek şimdi.”
Başımla onayladım onu. Bir iki adım atıp pastaya yaklaştım. Tam üfleyeceğim sırada bir el, hem de minicik bir el, elbisemin eteğinden çektirmeye başlayınca başımı eğip o minik bedene baktım. “Biylikte üfleyebiliy miyiz, çüntü lütfen.” Dudaklarını büzüp bana baktı.
O an gülmemek için kendimi zor tuttum. Minik dilini yerdim!
Mekândaki herkes onun söylediklerine kahkahayı bastı. Kesinlikle halısının yeğeniydi. Ben de çocukken böyle derdim. Gerçi hâlâ arada derdim. Açelya'nın burnunu sıkıp “Olur tabii Açim,” dedim ve eğilerek onu kucağıma aldım. Kollarını boynuma doladığında gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “Üç deyince tamam mı?”
“Oluy ama dilek diye…”
“Sen de.” Başını hızla salladı. Ardından gözlerini sımsıkı kapattı. Ben de kapadım. İçimde, kalbimin en derinlerindeki fısıltıya kulak verdim.
Ailemle ve arkadaşlarımla mutlu ve sağlıklı bir hayat yaşamak istiyorum. Emre hayatımın her zaman merkezinde olsun ve bir daha gitmesin. Çok mutlu olsun. Beni sevsin. Beni hep sevsin. Geleceğimin her köşesine onunla mutlu anılar sığdırayım. Onunla mutlu bir hayat yaşayayım. Hep el ele, hep yan yana. Her koşulda.
Derin bir nefes alırken yanımda bir hareketlilik hissettiğim için gözlerimi araladım. Başta Açelya kıpırdanıyor sandım ama değildi. Ne ara geldiğini fark edemediğim Emre vardı yanımda ve bana ışıl ışıl parlayan gözleriyle bakıyordu. Yüzüme içten bir tebessüm yerleşti. Ardından gözlerimi ondan ayırıp Açelya'ya baktım. Komutumu bekliyordu.
“Bir…” dedim ağır çekimde. bir onu heyecanlandırıyordu. Kucağımda kıpırdanmaya başladı. “İki…” Emre’ye baktım yine. Onun bakışı zaten bendeydi. Sonra tüm aileme baktım ve son olarak ekledim. “Üç…”
Açelya'yla aynı anda mumları üfledik. Mumlar sönerken herkes bizi alkışlamaya başladı. Telefon flaşları patladı. Bir yandan fotoğraf çeken vardı, bir yandan video. Bense sadece kucağımda Açelya'yla birkaç adım yanında duran ve beni alkışlayan Emre’ye bakıyordum. Dudaklarını oynatarak “İyi ki doğdun,” dedi.
Açelya'yı kucağımdan indirip herkese sırayla sarıldım. İlk sarıldığım kişi babamdı. “Unuttuğunu sandığım için eve gelince sana büyük bir tirip atacaktım babacım, haberin olsun.” Hafif bir sitemle konuştum. Babamın keyifli gülüşü yüzündeydi. Kollarını benden ayırdığında alnımı öptü.
“Annenin doğumundan sonra hayatımın en güzel günü senin doğuşun, Nazlım benim. Nasıl unuturum? Çocuklar işte, parti yapacaklar diye hepimizi alet ettiler.”
Bu fikir çıksa çıksa Derin'den çıkardı. Ona dönüp kaşlarımı yapma bir kızgınlıkla çattığımda çenesiyle abimleri işaret etti. Onlar mı yapmıştı?
Yok artık!
Giray abime baktım. “Şeytansın sen, herkesin unuttuğunu sanıp delireyim diye yaptın değil mi?” Serdar abimin çalışmaktan çok vakti olmazdı. Onun aklına da bu fikri Giray abimin soktuğuna emindim.
Yüzünde hayvani bir sırıtış vardı. “Evet, o yüzden yaptım.” Bu durumdan fazlasıyla memnun görünüyordu. “Ve sen de hâlâ bebesin.”
Ellerimi belimde birleştirdim. “Yirmi dört oldum ben!”
“Yani? Bir şey değişmiyor, hâlâ ve hâlâ bebesin.” Omzuma hafifçe vurup karşımda dikildi ve bana sıkıca sarıldı. “İyi ki doğmuş ama bu bebe. Yoksa kiminle uğraşırdım.”
Sarılışına karşılık verdim. Başımı omzuma yaslayarak “İçin rahat olsun. Seninle daha çok uğraşacağım, sadece eve gitmeyi bekle abicim,” diye kulağına fısıldadım. Tabii ki Emre hakkında bildiklerini benden sakladığı için ona da tirip atacaktım ama sonra, bugün sadece eğlenmeyi planlıyordum.
Giray abim bunu her zamanki şımarıklıklarımdan biri sandığı için çok üstelemedi. Ondan ayrıldıktan sonra Serdar abime, sonra da anneme sarıldım. Beni doğurduğu için dünyanın en şanslı kadını olduğunu söylediğinde neredeyse buradaki kalabalıklığı umursamadan yere çöküp hüngür hüngür ağlayacaktım. Asıl o benim annem olduğum için ben çok şanslıydım. Böyle bir aileye sahip olduğum için benden şanslısı yoktu. Her birini çok ama çok seviyordum.
Sırasıyla kalan herkese sarıldım. Derin, Serkan ve Caner en sona kalmışlardı. Serkan tam bana sarılacakken Derin onu kenara ittirdiği için az kalsın yere kapaklanacaktı. Hazırlıksız yakalanmıştı. Duruşunu düzeltip Derin’e ters ters baktı. “Hayvan mısın kızım?”
Derin onu pek de umursuyor gibi değildi. “Sıranı bekle,” derken burnunu kırıştırdı. Ardından kolunu açtı ve en sevdiğim gülümsemesini bana gönderdi. Aynı şekilde ben de kolumu açıp ona sarıldım.
“Aylardır görüşmüyor gibiyiz,” dedik aynı anda. Çevremizde dikilenler senkronizasyon tepkimize gülerken Derin’le onları umursamadık ve sarılmaya devam ettik. Kulağıma iyi ki doğduğumu ve beni sevdiğine dair söylediği mutlu sözlerinden sonra bir şeyler döndüğünün farkında olduğunu ve ona anlatmadığım için canımı okuyacağı tehditlerini de ekledi, ardından yanağımı öpüp bana konuşma fırsatı vermeden benden ayrıldı. Ben konuşursam onun da bana anlatmaya vakit bulamadığı Caner meselesi yüzünden aynı tehdidi sıralayacağımı gayet iyi biliyordu. Bu, sonranın meselesiydi.
Bu sefer Serkan’la sarıldık. “İyi ki geldin!” dedim hemen.
Benden ayrıldığında yüzünde gülümseme vardı. “Asıl sen iyi ki doğdun. Ama bir dahakine sen geliyorsun. Her seferinde ben mi geleceğim, kızım? İşim gücüm var.”
“Kes be, geleceksin tabii.”
“Sen gelmeden gelmem bir daha.”
Derin hemen araya atladı. “Dünyanın en güzel haberi falan. Nazlı’yı asla göndermezsem sen de asla gelemezsin. Ben de muşmula suratını görmemiş olurum. Bayıldım!”
Serkan ona dönüp “Sen araya atlamazsan olmaz değil mi?” dediğinde Derin sadece sırıtıyordu.
“Sizin birbirinizle alıp veremediğiniz ne?” diyen Serdar abimdi.
Büyük bir keyifle cevapladım onu. “Beni paylaşamıyorlar, abicim.”
“Bu kızın egosunu hep siz şişiriyorsunuz.” Giray abim başını ümitsizce iki yana sallayıp kolasını yudumlarken kaçamak bakışlarını da Elif ablaya gönderiyordu. Araları hâlâ bozuktu.
Caner önüme geldiğinde Giray abime baktı. “Bu konuda sana katılıyorum.”
Giray abim çatık kaşlarla ona döndü. “Sen konuşma dümbelek.” Neden böyle bir şey dediğin anlamamıştım. Ama Giray abim bu sefer Derin’le ikisine bakınca olayı hemen çözdüm. Sanırım Derin’den hoşlandığını anlamıştı ve abilik görevini yapmaya niyetliydi.
Bunu bana yapar mıydı? Eğer Emre olmasaydı daha da fenasını yapardı ama Emre’yle aramdaki ilişkiyi öğrendiğinde gelip bana çocuğa düzgün davran, onun gibisini bok bulursun tiradı çekeceğini elbette ki biliyordum. Konu Emre ve ben olunca ondan her şeyi beklerdim.
Caner abimin tepkisine sırıttı. Beni işaret edip “Peki arkadaşıma sarılabilir miyim?” dedi.
Giray abim ve Emre aynı anda çıkıştı. “Hayır!”
Abimi umursamayıp Emre’ye döndüm. Abartma der gibi kaş göz işareti yaptığımda sadece omuz silkti. Onun arabadaki konuşmamızdan sonra üstünde kalan kıskançlığını boş verip önüme döndüm ve Caner’e sarıldım. Ama Giray abim pek yerinde durmadı. “Yeter bu kadar,” derken Caner’i benden uzaklaştırdı.
“Dağ ayısı herif ya,” diye söylenmeden edememiştim. Büyük bir minnetle Serdar abime baktım. “İyi ki bunun gibi değilsin en sevdiğim abim!”
Serdar abim söylediğime güldü. “Arkadaşın olduğu için sorun etmiyorum, Nazlıcım.” Alt metni şuydu; sevgilinin Allah yar ve yardımcısı olsun. Çünkü ben olmayacağım. Bu da Emre’nin sorunuydu.
Caner elini kalbinin üstüne götürdü. “Dünya ahiret bacımdır.”
“Şu çocuğu rahat bırakın ya…” Sedef küçük bir kahkaha attı. “Sabahtan beridir sizden çekiyor.”
“Konuş be kızım!” Giray abim Caner’e baktığında Caner dudaklarına sahte bir fermuar çekti. “Ben susayım en iyisi.”
Derin ağzının içinden konuştu. “Bence de sus.”
Ortada dönen muhabbetten hiçbir şey anlamıyordum. Galiba çok fazla şey kaçırmıştım.
Bunu anlayan Bensu “Aşko meraktan delirdiğine eminim, sonra detay geçeriz korkma,” dedi bana bakarak.
“Her şeyi anlatacaksınız.”
Derin kolunu omzuma atıp Emre’yle arama girdi. “Sen de öyle,” dedi tehditkâr bir sesle, gözleriyle arkamı işaret ederek. Galiba bize bu gece uyku yoktu.
Elif abla “Bu gece bizde kalsanıza,” diye orta fikir attığında bütün kızlar ona baktık ve bir an bile düşünmeden hevesle başımızı salladık. Böyle bir geceye ihtiyacımız vardı.
“Bu fikre bayıldım aşko, onaylıyorum ve hiçbirinizden tek bir itiraz bile kabul etmiyorum.”
Bensu’ya itiraz etmek ölüm fermanını imzalamak gibi bir şeydi. O yüzden “Bana uyar,” dedim hemen.
“Ben dünden hazırım zaten,” diyen Derin’di.
Sedef ise son eklemeyi yaptı. “Ev zaten benim, orada olacağım yani.”
Biz kendi sohbetimize dalmışken “Ohoo…” dedi birden Serkan. Tüm bakışlar ona döndü. “Bunlar bizi sattı bile.”
“Bayağı hem de,” diyerek destekledi onu Emre. Derin’in omzunun üzerinden ona baktım. “Bir şeyi mi dedin?” İğneleyici bir tondaydı sesim.
“Ağzımı açtıysam şerefsizim,” dedi hemen.
Derin yanımda olduğu için onu duymuştu. Kahkaha atmaya başladı. “Ne yaptın buna?”
“Akşamı bekle,” dedim keyifli bir tonda.
Giray abim “Bu bebe evden gideceğine göre siz de bizim eve gelin.” dedi meydan okurcasına. Ardından yüzünü buruşturarak Caner’e baktı. “Sen de gel bari.”
Caner gülerek cevapladı onu. “Geleyim bari.”
“Ben zaten sizde kalıyorum,” dedi Serkan.
Emre ise hemen kabul etti. “İşim yok, gelirim ben de.”
Kaşlarım belle belirsiz çatılırken, “Ne demek işin yok?” diyerek araya girdim. Bunu tamamen unutmuştum. Anında gözlerim büyüdü. “Senin hani ameliya-” diye başladığım sözümü abimle onun surat ifadesinden dolayı bitiremedim. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Beni kandırmışlardı ve ben ortamın bende yarattığı şok etkisin yüzünden bunu daha yeni fark edebiliyordum. “Pisliksin ya, gerçekten pisliksin.”
Giray abim hayvani bir şekilde kahkaha attı. “Bu kızın jetonlar köşeli, bilgiler sonrada düşüyor beynine. Günaydın.”
“Arayan öküz sen miydin? Tabii sendin. Başka kim olacak? İkiniz…” Emre’yle Giray abimi işaret ettim. “Mümkünse bir daha yan yana gelmeyin.”
Emre ona yapacaklarımı bildiği için sıyrılmaya çalıştı. “Bütün suç tamamen Giray’ın. Ameliyat fikrini kendisi attı ortaya,” dedi ama bana yemezlerdi.
“Yavşak, sen demedin mi ben oyalarım diye?”
“Geri kalan tüm organizasyon sana ait.”
“Siktir git oradan. Götünü kurtarmaya çalışma.”
Onları daha fazla dinlemek istemediğim için araya girdim. “Susun artık, konuştukça batıyorsunuz şu an... Al birini vur ötekine.”
Elif abla beni destekledi. “Kesinlikle katılıyorum.” Onun derdi tamamen abimdi.
Bu durumdan en fazla keyif alan ise Bensu’ydu. “Akşam güzel bir dedikodu dönecek. Avuç içlerim kaşınıyor şu an.”
“Benim de benim de!” Derin kollarını benden ayırıp neşeyle annemlerin yanına doğru ilerledi ve müziğin sesini açtı.
Derken bir süre daha birbirimizle uğraşıp durduk. Abim Elif ablaya kaçamak bakışlar atmaya devam ederken Emre de aynısını bana yapıyordu. Bütün ailemiz burada olduğu için beni köşeye sıkıştıramamaktan oldukça hoşnutsuzdu. Kıvranması hoşuma gidiyordu. Beni hastaneye gidiyorum diye kandırmayacaktı. Boşu boşuna üzülmüştüm. Aslında oyalanmalarından bunu anlamalıydım. Beni eve bırakıp hastaneye dönmesi uzun saatler alırdı. Kimse o zamana kadar ameliyatı bekletecek değildi ve koca hastanede bir sürü çalışan vardı. Üzülmekten buna odaklanamamıştım. Hem bugün doğum günüm diye kimsenin onu aramaması konusunda tembihlediğine eminim. Konu bensem yapardı.
Daha sonra pastamı kestim. Derin ve Sedef herkese dağıtırken çalan müzikle Açelya’yı kucağıma almış dans ediyordum. Birçok fotoğraf çekildi. Emre’nin de her fırsatta beni çektiğini fark etmiştim.
Daha sonra ailelerimiz mekânı biz gençlere bırakmak istedikleri için beni son kez kutladıktan sonra gittiler. Halam işi olduğu için erken çıkmıştı. Gitmeden bana Emre ile aramda dönenlerin sorgusunu daha sonra yapacağını söylemeyi unutmamıştı. Zeki bir kadın olduğu için tek bir bakışıyla aramızda bir şeylerin değiştiğini fark etmişti bile.
Bizle biraz daha durduktan sonra Sibel abla ve Serdar abim birlikte ayrılmak zorunda kaldılar. Açelya’nın uyku saati gelmişti ve eğer uyumazsa sabah huysuz birine dönüşüyordu. Benim gibi.
Kalan herkes kendi halinde eğleniyordu. Abim ve Emre bir köşede sohbet ederken ben Derin’le el ele tutuşmuş dans ediyordum. Sedef de Elif ablayı zorla yanımıza çekti. Serkan ise Caner'le konuşuyordu. Derken birden kapının açılma sesi geldiğinde hepimiz o yöne döndük.
İçeri girenleri gördüğüm an şaşırmadan edememiştim. “Parti var dediler, geldik,” diyen İbrahim’i kıvırcık saçlarının arasına yerleştirdiği parti şapkasıyla görmeyi tabii ki beklemiyordum. Hemen arkasından Levent, Selim ve Ayça girdi.
“Siz nereden çıktınız!” dedim neşeyle yanlarına vardığımda.
“Onları bilmem ama ben ameliyattan çıktım.” İbrahim şapkasını kafasından çıkarıp benimkine taktı.
“Nasıl ya?” diyen kapının köşesinde duran Bensu’ydu. Biri onu aradığı için telefon görüşmesi yapmıştı. “Şu an hastanede yatması gerekmiyor mu?”
İbrahim gülmeye başladığında ben de ona eşlik ettim. Bensu onu tanımadığı için söylediğini yanlış anlamıştı. “Doktor o,” dedim Bensu’nun sorusunu yanıtlayarak. “Emre’yle aynı yerde çalışıyorlar.”
“Haa…” diye mırıldandı başını iki yana sallayarak. “Bu ara her yerden bir doktor çıkıyor.” Kendi kendine söylenip içeceği ile birlikte masaya geri döndü.
İbrahim gözünü kısarak Bensu’nun gittiği yere baktı. “Arkadaşın biraz sinirli mi?”
“Bulaşmak istemezsin.” Ama Bensu’nun başka bir şey için bunu dendiğini anlamıştım. Benim bilmediğim farklı bir şey olmalıydı.
“Aklıma yazdım…” Güldükten sonra bana hediyesini uzattı. “Daha çok özür hediyesi. Bizimkiyle benim unuttuğum bir şey yüzünden minik bir sorun yaşamışsın.”
Bu tamamen aklımdan çıkmıştı. Yüzümdeki gülümseme silindiğinde Emre de yanıma geldi. “Seni Parga’ya sürgün etmek gibi şahane planları var,” derken oldukça keyifliydi.
Başımla onayladım onu. “Aynen öyle.”
İbrahim “Eee… Ne demişler?.. Ziyaretin kısası makbuldür,” diyerek geri geri giderken, Levent onu omzundan yakaladı.
“Ama neyse ki hastanede değiliz ve ben senin zorbalanmanı keyifle izleyeceğim bro.”
“Ben de öyle.” Selim güldükten sonra başıyla bana selam verdi. “Nice mutlu yaşlarına Nazlı.”
Gülüşüne aynı şekilde karşılık verip “Teşekkür ederim,” dedim. “Şimdilik İbrahim’i rahat bırakıyorum. Bugün kimseyle uğraşmak yok ama bir dahakine aynı sözü vermeyeceğim.”
İbrahim hemen Levent'in kollarından kurtuldu. “Ben sözünden vazgeçmeden içeri kaçayım,” diyerek masaların yanına geçti.
Emre ona ümitsizce baktıktan sonra Levent ve Selim’le sarıldılar. O sırada ben de İbrahim’in elime yerleştirdiği kutuyu bir kenara bırakarak Ayça'yla sarıldım.
“Hoş geldin!” dedim şakıyarak. “ Seni görmek güzel.”
Kollarını benden ayırdığında “Seni de öyle,” dedi aynı tebessümle. “Ve iyi ki doğdun! Tanıştığımıza gerçekten fazlasıyla memnunum.”
“Ben de öyle. Ve sana harika bir teklifim var…” Bu fikre tam olarak şimdi kapılmıştım. Erkekleri gerimizde bırakarak onu bizim kızların yanına sürükledim.
“Nedir?” dedi hemen.
“Bu gece kızlar gecesi yapıyoruz ve sen de doğum günü kızı tarafından davetlisin.”
Birbiriyle konuşan Bensu ve Derin’in yanında durduğumuzda Ayça “Bilemedim ki,” diye mırıldandı ne söyleyeceğini bilerek.
“Çıtırından emrivaki yapmış olabilirim ama inan bana harika bir gece olacak. İşin yoksa kesinlikle bize katılmalısın.”
Bensu masadaki bardaklardan birine içecek doldurup Ayça'ya uzattığında “Nazlı’ya katılıyorum aşko. Erkeksiz ultra ötesi mükemmel bir gece olacak. Katıl bize…” dedi ve elini uzattı. “Bensu ben bu arada.”
Ayça ona uzatılan eli tebessümle tuttu ve “Ayça,” dedi kendini tanıtarak. Gözleri hafifçe kısılmıştı. “Ve sanırım katılacağım. Sevgilim tek başına dönebilir.”
Derin ona gülümsedikten sonra elini uzattı. “Derin ben de. Nazlı'nın kuzeniyim…” Meraklı bakışı ikimiz arasında gidip geliyordu. “Siz nereden tanışıyorsunuz?” Alt metni, ben Nazlı'nın bütün arkadaşlarını tanıdığımı sanıyordumdu.
Ayça Derin’in elini sıktı. “Selim sayesinde ya. Toplu yemeğe gitmiştik. Nazlı da Emre’yle geldi. O zaman tanıştık.”
“Sana onun kliniğini yeniden dekor ettiğimden bahsetmiştim.” Bunu anlatmamış olsaydım beni kızgın yağda hoşlardı.
“Doğru, hatırladım. Ne kadar bu geri zekâlı aracılığıyla tanışmış olsanız da…” Emre’den bahsediyordu. “Nazlı seni sevdiğini söyledi.”
Ayça Derin’in Emre için böyle söylediğini anlamıştı, meraklı gözleri etrafımızda gezindi. “Emre iyi çocuktur aslında.”
“Sen onu bir de bana sor.”
“Onlar böyle anlaşıyor,” diyerek Ayça'nın merakını giderdim. Başta tuhaf gelse de sonra Derin'le aramdaki kuzen ilişkisini anlayınca normal karşıladı.
Daha sonra Elif abla ve Sedef'le Ayça'yı tanıştırdım ve akşamki eğlencemize onu da davet ettiğimi söyledim. Memnuniyetle kabul ettiler. Onların karakterini bildiğimi için Ayça'yı davet ederken rahattım. Ben birini sevdiysem onlar da o kişiyi sevebileceklerini biliyordu. İçimden bir ses ise Ayça'yla daha sık görüşeceğimizi söylüyordu. Beş kişilik grubumuz altı olmaya yakındı.
Kızlarla kendi aramızda erkekler yokmuş gibi sohbet ederken kahkahalarımız havada uçuşuyordu. Ayça da bir süre sonra bize tamamen ayak uydurmuştu. Sohbet ediyor, zıplıyor, çalan şarkılara eşlik ediyorduk. Erkekler kendi halinde bir köşedeydi ve ne yaptıklarıyla o an için ilgilenmiyordum. Ta ki Emre’yle göz göze gelene kadar. Sanki her saniye beni izlemiş gibi bakıyordu bana.
Aklıma gelen fikirler kızların yanından uzaklaşıp Emre’yi yanıma çağırdım. Biraz da özlemiştim, evet. Yerinden kalkıp hemen geldi. “Sonunda,” dedi beni bir köşeye sürüklerken. “Özledim seni.”
“Hmm…” dedim cilveli bir edayla. Kuytu bir köşede olduğumuz için pek görünmüyorduk. “Ne kadar özledin?”
Yüzüme doğru eğildiğinde “Gösterebilirim,” dedi derinden gelen sesiyle. Biraz daha bu ses tonuyla konuşursa ondan çok ben kendimi tutamayacak gibiydim ve hiç sırası değildi.
Onu geriye doğru ittirdim. “Abim burada, yerinde dur.”
“Umurumda değil. Tam şu an gidip ona seni sevdiğimi söyleyebilirim.”
Kolundan tuttum. “Hayır, yapmayacaksın.” Bunu daha sonra ona söylemek istiyordum. “Ben senden başka bir şey isteyecektim aslında.”
Kıpırdanmayı bıraktı. Yüzüme dalmışken “Ne istersen…” dedi, ne dilersem dileyeyim yapacakmış gibi. Ama isteyeceğim şey pek de hoşuna gidecek bir şey değildi.
Emin olmaya çalıştım. “Ne istesem mi?”
“Ne istersen? Mesela seni öpmemi isteyebilirsin…”
Omzunun üzerine vurdum. “Cıvıtma hemen!”
“Konu sensen söz veremem.”
Başımı iki yana sallayarak güldüm. Kızamıyordum da. Çok güzel bakıyordu bana. “Ben…” dedim dudaklarımı ıslatarak. Başımı omzuna yatırdım ve onun beni tatlı bulacağı şekilde sırıttım. “Şarkı söylemeni istiyorum. Söyler misin?”
Emre’nin gözleri büyürken “Hayatta olmaz,” dedi hemen.
Kaşlarımı kaldırdım. “Hayatta olmaz?”
“Baş başa olunca sana dilediğini söyleyeyim Naz ama beni bunların diline düşürme be kızım.”
“Hayatta olmaz?”
“Çenelerinden kurtulamam.”
Bozuk plağa bağlamıştım. “Hayatta olmaz?”
“Naz…”
“İyi!” dedim en sonunda pes ederek. “Söylemezsen söyleme.”
Yanından geçip gideceğim sırada kolumdan tuttu. “Tamam…” dedi bana daha fazla direnmeyerek. Ona doğru döndüm. “Söyleyeceğim… ama bir şartla.”
Keyfim yerine gelmiş gibi sırıttım. “Nedir?”
Kolumu bırakıp iki elini de belime doladı. “Bir öpücüğünü alırım.”
Hayretle ona bakmaya başladım. “Hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun değil mi?”
“Huyum kurusun.”
Ona istediğini vermekte sorun görmüyordum. En az ben de onun kadar istekliydim çünkü. Parmak uçlarımda yükselip dudaklarına minik bir buse kondurduktan sonra geri çekildim. Yetmemişti ama olsun.
“Oldu mu?”
Cevap vermek yerine yüzüme doğru eğilip alnıma öpücük bıraktığında bu hareketi hoşuma gittiği için elimi beline doladım ve ona sıkıca sarıldım. Başım göğsüne yaslı şekilde bir süre öyle kaldım. Çok güzeldi. Kalbi evim gibiydi. Gibi değil.
Kalbi evimdi.
Kokusu içimde ilkbahar gibi çiçekler açtırırken onun da elleri etrafıma sarılmıştı. Saçlarımın arasından öptü bu sefer. “İyi ki doğmuşsun.” Bunu sürekli söylemekten sıkılmayacaktı.
Elim beline sarılı vaziyette kendimi geriye yatırıp yüzüne baktığımda dudaklarıma cilveli bir gülümseme yerleşti. “Hangi şarkıyı söyleyeceksin?” diye sorarken oldukça eğleniyordum.
“Gerçekten söylemem gerekiyor mu?” Son kez şansını denemeye çalışıyordu.
Başımı sallayarak onayladım. “Kesinlikle gerekiyor.”
“İbrahim’e yanlış adres vermeliydim…” derken bu durumdan pek de memnun değil gibiydi. O yüzden onu daha fazla zorlamak istemedim.
“Söylemek istemiyorsan sorun değil,” dedim gülümseyerek. “Seni zorlamayacağım, darılmaca da yok. Söz.” Söylediklerimde ciddiydim.
“Hayır, söyleyeceğim,” dedi teklifimi reddederek. Parmaklarını saçlarımın ucuna doladığında diğer eli de çenemin üzerine gitti. “Senin için İbrahim’in boş çenesine bile katlanabilirim.”
Elimi belinden ayırıp yanaklarını sıktım. “Ya… Çok seviyorum seni!”
Yüzümde can bulmuş gülümsemeyle elini tuttum ve ona konuşma fırsatı bırakmadan kendimle birlikte herkesin arasına sürükledim. “Hey, millet!” dediğim an tüm bakışlar beni buldu. “Emre bugün doğan harika bir kız için, yani ben… Şarkı söyleyecek. O yüzden hepiniz telefonları kapatıyorsunuz. Video, fotoğraf çekeni görürsem fena bozuşuruz…” Topuklarımın üzerinden İbrahim’e dönüp işaret parmağımı uyarı niteliğinde ona uzattım. “Özellikle sen İbrahim. Zaten mimlisin, sakın asabımı bozacak davranışlar sergileme.”
İbrahim’in keyif alan gülümsemesi yüzünden silindi. “Ama oyunbozanlıktır bu!” Ona ters ters baktığım an sonunda pes etmek zorunda kaldı. “İyi tamam… En azından agamın gizlediği sesini dinleyeceğim. Bu da bir lütuf.”
“Sesi bir harika!” diyen Bensu’ydu. İbrahim ona doğru dönüp “Ciddi mi?” diye sordu.
“Uludağ’da bi–” Lafını bitirmesine izin vermeyip Bensu’nun koluna çimdik attım. Bu konunun konuşulacağı yer burası değildi. O gün yaşadığım şoku daha önce yaşadığımı hatırlamıyordum. Bensu uyarımı anladığından çenesini kapattı.
Emre şimdiden kabul ettiğine pişmanmış gibi duruyordu ama geri adım atmayacağını biliyordum. Bir bar sandalyesi çekip oturduğunda Derin nereden çıkardığını bilmediğim gitarı ona uzatınca “Onu nereden buldun be?” diye sordum.
Emre Derin’in elinden gitarı aldı. O akorlara bakarken Derin bana dönüp “Bunu isteyeceğini bilecek kadar seni tanıyorum,” dedi. “Nermin Teyze’den istedim.”
“Ya sen bir harikasın!”
Saçlarını geriye doğru savurdu. “Bana bilmediğim bir şey söyle.”
“Kendini beğenmiş.” Serkan başını ümitsizce sallarken Derin’e sataşmaktan geri durmadı.
Caner hemen araya atladı. “Güzel çünkü.” O bunu söylediği an abim Caner'in ensesine şaplak atınca Derin de abimin omzuna vurdu.
“Karışma artık şu çocuğa.”
“Sen sus kız.”
Elif abla abimin tavırlarına daha fazla dayanamamıştı. “Bence sen sus, Giray. Mümkünse bütün gece.”
Abim anında dudaklarına sahte bir fermuar çekip “Sen iste yeter, Elifim,” dediğinde kıkırdamadan edemedim. Elif abla onu dize getirebilen tek kişiydi.
“Ortam fena yalnız,” dedi İbrahim kurabiyeleri ağzına tıkarken. Burada olmaktan oldukça memnunmuş gibi görünüyordu.
Levent de “Hem de çok fena,” diye onu onaylarken kaçamak bakışlarının Bensu’yu bulduğunu gördüğümde gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi açıldı. Yok artık!
Ben neden hep böyle anlara şahit oluyordum ki?
Emre’nin gitardan çıkardığı ses dikkatimi dağıttı an odağımı tamamen ona verdim. Şu dakikadan itibaren ilgilendiğim tek şey kendisiydi. Benim için hangi şarkıyı söyleyeceğini fazlasıyla merak ediyordum. Tüm bakışlar onu buldu. Onunsa tek yaptığı benim ona baktığım gibi bana bakmaktı.
“Adın geçtiği için çocukluğunda sürekli bu şarkıyı dinlerdin,” diye söze başladı, o günlere gitmiş gibi yüzüne yerleşen gülümsemeyle beni işaret ediyordu. Hangi şarkıdan bahsettiğini anlamıştım. “Bugüne çok yakışacağını düşünüyorum. İyi ki doğdun, iyi ki hayatımdasın.”
İyi ki…
İyi ki sen de benim hayatımdasın.
Ellerimi göğsümde birleştirmiş içimde çocukluğumun attığı neşeli kahkahaların getirdiği büyük bir aşkla gözlerine bakıyordum. Sadece ben varmışım gibi bana bakarak gitarı çalmaya başladı. Müziği duyanlar yerinde hareketlenmişti. Abim Elif ablanın yanına gidip ona elini uzattı. “Bu dansı bana lütfeder misiniz?” derken ondan beklenmeyecek kadar kibardı.
Elif abla ona her ne kadar sinirli olsa da uzak duramadığı için uzattığı eli tutup onunla dans etmeye başladı. Onlardan hemen sonra Selim ve Ayça dansa kalktı.
“Ben bal arısı gibiydim senden önce
Bak pervanelere döndüm seni görünce…
Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam…”
Emre’nin sesi mekânı sardığında silmeyi düşünmediğim gülümsemeyle yerimde kıpırdanıyordum. Sesi çok güzeldi. O kadar güzeldi ki, bir daha benim dışımda kimsenin dinlemesine müsaade etmeyecek gibiydim. Sadece bana özel kalmalıydı.
“Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel,
Seni almazsam gözlerim açık gider…
Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel,
Yoluna adadım ömrümü ben gel kaçma güzel…”
İbrahim “Vay anasını avradını sayın seyirciler… Sese bak!” diye şoklardan şok girerken ben gözlerimi Emre’den ayıramıyorum. O an için onun dışındakilerin varlığı umurumda bile değildi. Bir el tarafından dürtüklenmeseydim transa girdiğimin farkında olamayacak kadar dalmıştım Emre’yi izlemeye.
Omzumun üzerinden beni sarsıp duran Serkan'a döndüm. “Ne var be?! Rahat ver iki saniye.”
“Dans etsene benimle, tek kaldım.”
Ona gözümü devirdim. Dans etmek istediğim tek kişi şu an şarkı söylüyordu. “Edemem,” dedim. Çenemle Emre’yi gösterdim. “Gördüğün gibi meşgulüm.”
Etraftakilere baktığımda dediği gibi onun ve İbrahim dışındaki herkesin dans ettiğini gördüm. Caner ve Derin’in dans etmesine ne kadar şaşırmadıysam Levent ve Bensu’yu dans ederken görmek beni bir o kadar şaşırtmıştı. Ne ara?
“Hadi be Nazlı…”
Omuz silkip tekrar önüme döndüm ve Emre’yi izlemeye devam ettim. O bu şarkıyı sırf benim için söylüyorken odağımı başka yere vermek istemiyordum. Gözümün içine bakarak “Nazlı güzel,” demesi çok hoşuma gidiyordu. Daha dün bana Nazlı dedi diye saatlerce ağlamıştım ama şimdi bir önemi yoktu. Bana Naz demesini çok seviyordum ama tam adımla bana bu şarkıyı söylemesi beni mutluluktan ağlatacaktı.
Şarkıyı söylemeye devam etti. Göğüs kafesimde dört dönen kelebeklerin ömrünü bir değil, bin güne çıkartacak kadar güzel bakan gözleri, içimi kıpırdatan sözleri vardı.
Nakaratı birkaç kez daha tekrar edip şarkıyı bitirdiğinde, dans edenler birbirinden ayrıldı ve onu alkışlamaya başladı. Hemen yanına gittim, buradaki kimseyi umursamadan kollarımı boynuna doladım. “Teşekkür ederim,” derken sesimin mutluluktan titremesine engel olamamıştım. Gitarı kenara bırakıp bir elini belime doladığında gülümseyen sesini işittim.
Benden uzaklaştığında bir elimi tuttu. “Gelsene benle,” dediğinde çoktan ayaklanmış bile. Beni kendisiyle sürüklediği an abim arkamızdan “Nereye?” diye seslendi.
Emre ona dönmeden sorusunu cevapladı. “Kardeşini kısa bir anlığına kaçırıyorum.”
Abimin cevabı ise beni zerre şaşırtmamıştı. “Getirme geri, çöpe at gitsin.”
“Siktir git.”
Kafeden çıktığımızda o önde, ben arkasında yürümeye devam ettik. Son söylediğini söylemeseydi ben söyleyecektim. Abim bazen sinirimi bozmakta sınır tanımıyordu.
Yol boyunca hiç konuşmadan çocukken en çok oynadığımız parka geldik. Parkın ortasına geldiğimizde durdu ve bana döndü. Etraftaki sokak lambalarının aydınlattığı alan dışında her yer karanlıktı. Kimse yoktu, saati kaçtı bilmiyorum ama bu sessizlik on ikiye yaklaştığını gösteriyordu.
Tuttuğu elimi bırakıp elini havaya kaldırdı. “Benimle dans eder misin?” dedi, içinde kalmış gibi. Benim gibi o da o ortamda benimle dans etmek istemişti. Büyük bir heyecanla bir ayağımı arkaya atıp dizimi kırdım ve uzattığı elin üstüne parmaklarımı bıraktım.
“Sonsuza dek.”
Parmaklarımı sıkıca tuttu ve beni kendine doğru çekti. Göğsüm göğsüne değdiğinde ikimiz de kıkırdadık. “Müzik yok,” dedim ne söylediğimi bile anlamayarak.
“Müzik var. Sen varsın.”
Güldüm hafifçe. “Sesim kötü ama.”
Boştaki elini belime dolayıp benimle dans etmeye başladığında ben de diğer elimi omzunun üstüne yerleştirdim. “Sen güzelsin. Sesin benim için dünyanın en güzel tınısına sahip.”
Kimsenin olmadığı boş bir parkta dakikalar boyunca dans ettik. Beni etrafımda döndürdü. Kulağıma şarkılar fısıldadı. Beni ne kadar sevdiğinden bahsetti. Çok güzeldi. Her ânı, her dakikası, her saniyesi bambaşkaydı. Yirmi dört yıllık hayatımın en güzel doğum günüydü.
Derken birden yüzüme damlayan birkaç su damlası hissettim. Bunun sayısı her saniye giderek artarken iki elim de Emre’nin boynuna dolanmış bir şekilde yüzüne bakıp “Yağmur yağıyor,” dedim, dudaklarımdan minik kıkırtılar döküldü.
“Yağmur yağıyor,” dedi o da aynı gülüşle.
İkimiz de parktan uzaklaşıp kendimizi ıslanmayacağımız bir yere atmak yerine her saniye bastıran yağmurun altında dans etmeye devam ettik.
“Çok güzel yağıyor!” diye bağırdım elimi boynunda ayırırken, etrafımda dönmeye başladığımda.
Arkamdan elini belime doladığında kısa bir anlığına şaşırsam da güldüm sonrasında. Belime sardığı kollarıyla beni etrafımda döndürdü. “Sen daha güzelsin!”
Beni tekrar yere bıraktı. Arkamı dönüp yüzüne baktım. Baştan aşağı sırılsıklam olmuştuk ikimiz de. Islak saçlarım yüzüme yapıştığında gözlerine baktım. Aşık olduğum gözlerine. “Romantik komedi filmlerinde en sevdiğim sahne ne biliyor musun?” dediğimde merakla başını salladı.
Ona doğru bir adım attım. Sonra bir adım daha. Aramızdaki mesafeyi tamamen kapattım. Parmak uçlarımda yükselerek parmaklarımı ıslanmış saçlarına götürdüm. Önce onlarla oynadım. Sonra parmaklarımı şakaklarından alnına doğru yüzünden akan suların eşliğinde sürükledim. Her iki parmağım da yanaklarını buldu.
“Göstereyim,” dememle Emre’nin ellerinin yüzümü sarması ve dudaklarının dudaklarımı bulması bir oldu.
Evet, tam olarak yapacağım şey buydu ve Emre bana bırakmadan kendi yapmıştı bunu.
Öpüşüne karşılık verdim.
Yirmi dört yaşıma girdiğim günün son dakikalarını sevdiğim adam ile dakikalar boyunca öpüşerek bitirdim.
BÖLÜM SONU...
***
Onları yazmayı özlemişim!!!
Nazlı artık istese bile Emre'den uzak duramayacağının farkında. Ben bu yola onu süründürürüz diye başlamışken kendisi bana bile resti çekip aşkına sarıldı.
Konu sevdikleri olunca fazla affedici birisi.
Yazmak istediğim belli başlı birkaç sahne kaldı, ondan sonra onlara yavaş yavaş veda edeceğiz... Otuzları bulur diyordum ama bulmaya da bilir. Süreç bize gösterecek.
Şimdilik görüşmek üzere...
Kendinize iyi bakın,
Esen kalın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.56k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |