12. Bölüm

9. Bölüm

Esmacayım
esmacayim

Uzunca bir bölümle geldim. En azından bölüm arası yorumlarınızı görsem gerçekten çok sevinirim. İşten fırsat bulmaya çalıştıkça yazıyorum. 🥹

Keyifli okumalar...

9. BÖLÜM

Bir şeyi çok seversem onu kendime takıntı yapardım ben. Eğer seversem fazla severdim. Sevdiğim bir diziyi tekrar tekrar izlerdim mesela, bir şarkı hoşuma gittiyse sıkılana kadar tekrara verirdim, riske girmez markete girdiğimde hep aynı çikolatayı alırdım. Neyi seviyorsam ona yönelirdim. Fazla severdim ben.

Her şeyin fazlası zarardı derdi annem bana. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Seviyordum işte. Çocukken yer fıstığını çok sevmemdendi mesela fazla kaçırıp hastanelik olmam. Büyük bir alerjik reaksiyon geçirmiştim. Hatta hastaneye biraz daha geç kalsaydım ölebilirmişim bile, öyle demişti doktorlar. O zaman annemin dediği şeyin ne kadar doğru olduğunu anlamıştım. O zaman yer fıstığı yemeyi bırakmıştım. Sevgim bana zarar veriyorsa onu terk etmeyi öğrenmiştim.

Bir tek Emre'den vazgeçememiştim. Ona olan sevgimin boyutunu hesap edemeyecek kadar çok seviyordum onu. O sevgi beni paramparça etse de bitirememiştim kafamda. Gittiğinde bile seviyordum onu. Kendime itiraf edemesem de seviyordum. Sadece kendimden gizliyordum. Kendimi kandırmayı öğrenmiştim o süre zarfında.

Düştüğümde, dizlerim kanadığında, canım yandığında, yardım etsin diye o an gözlerim onu aradığında ve bulamadığında hiçbir yerde, alışmıştım yokluğuna. Alışmıştım yalnız kalkmaya.

Gittiği ilk yıllar sürekli aklımdaydı. Onun yüzünden bu şehirden kaçıp başka bir şehirde üniversite okuduğum bir dönemde yine deli gibi aklıma düşmüştü. Vize zamanıydı o zamanlar. Sınav dönemi öğrencilerin en sevdiği şeydi dizi film izlemek istemek. Deli gibi izleyesi gelirdi. Ben de öyle bir aptallık yapmıştım. Açıp bir film izlemiştim. İzlemez olaydım.

Film güzel gidiyordu, keyif alıyordum izlerken. Son yarım saate yaklaşınca bir bakmışım gözlerim doluyor. Biz buraya nasıl gelmiştik, e gülüp eğleniyorduk az önce? Son dakikalara girdiğimizde deli gibi ağlamaya başlamıştım ama ne ağlamak. Yurt odasını ayağa kaldırmıştım bile diyebilirdim. Filmde çocuk gidiyordu. Bir tren istasyonunda birbirlerine olan aşklarını itiraf etmişlerdi. Sonra kıza en kısa zamanda geleceğini söylemişti ama hiç gelmemişti. Mailleşiyorlardı bir süre ama sonra mailler de kesilmeye başlamıştı. Kız sürekli çocuğun yolunu gözlüyordu, istedikleri üniversiteyi kazanmıştı ama çocuk hiç gelmemişti.

Yavaş yavaş unutmaya başlamıştı onu, hayatın akışına kapılmıştı lakin bir gün onun isminde biriyle karşılaşınca o ismi duyar duymaz yine anıları zihninde canlanmış, ardından da ağlamaya başlamıştı. Gidip telefonla aramıştı onu, yine açan olmamıştı, telefon kullanım dışıydı. Ben de seni özlemedim, diye ağlamıştı açılmayan telefona. Seni öldü bileceğim diye yakarmıştı. Çocuk gelmemişti, çocuk ölmüştü. Kız on beş yıl sonra çocuğun erkek kardeşinden öğrenmişti öldüğünü. Öldüğü için gelememiş meğer. Kahrolmuştum. Her şey o kadar yarım, o kadar eksik kalmıştı ki ağlamaktan içim çıkmıştı. Ben zaten fazla duygusal birisiydim, dayanamamıştım.

Kendimi kızın yerine koyunca iyice götü başı dağıtmıştım. Emre de aramayı kesmişti beni. Hiç aramıyordu. Arkadaşıydım onun. Özlemiştim. O beni özlememiş miydi? Niye aramıyordu? Onunla konuşmak istiyordum. Filmden sonra o kadar kötü olmuştum ki onu görmezsem rahat edemeyecekmişim, sanki nefes alamayacakmışım gibi hissediyordum. Kalbim sıkışıyordu sanki.

Dayanamadım sonra. Oda arkadaşlarımla filmi izlediğim gece yaptığımız dertleşmeden sonra kalkıp Ankara'ya bilet aldım ve yanına gittim. Uzaktan onu izledim. Mutluydu. Gülüyordu. Aradığımda telefona bakmayıp kapatacak kadar meşguldü. Hayatı gayet yolundaydı. Ben gereksiz bir ayrıntıymışım hayatında sadece. Unuttuğu geçmişinden bir parçaymışım meğer. Sonra geri döndüm zaten. Vizelerim de bok gibi geçti. Ben hep yüksek notlar alırdım ama ortalama bir şeyler almıştım bu sefer.

Günler geçti. Belki onu aradığımı fark eder de arar diye bekledim ama o hiç aramadı. Numaramı silmiş bile olabilirdi. Bu düşünce aklımdan geçtiğinde kahkaha atarak ağlamıştım. Fazla sevmek, fazla zararlıydı.

Ağlaya ağlaya yurt odamda şarkı söyleyip duruyordum. İyice arabeske bağlayan bir mala dönmüştüm. Aşk işi kadar boktan bir duygu yoktu. Her şeyi fazla seven bana aşık olmak denen şey bok vardı da uğramıştı. Girdiğim hallere bak! Canım yanıyordu. Kalbim acıyordu. Unutulmuştum.

“...Gelmedi o, bekledim bak

Günlerim geçti o

Dönmedi o

Gelmez bekleme görmez gözleri

Sevmez o…”

“Hangi pezevenk gelmediyse onun ben ağzının orta yerine sıçacağım şimdi Nazlı!” diye bağırdı yan yataktaki oda arkadaşlarımdan Dilara. Siyah saçlarını kalemle kafasında toplamış bana sinirle bakıyordu.

Yatağımdan doğrulurken dudağımı büzmüş ona bakıyordum. Ders çalıştığından konsantrasyonunu bozmuş olmalıydım. Haklı olsa da o an bunu düşünemeyecek kadar malca bir duyguyla boğuşuyordum. Yurt odasında aşk acısı çekmek de haramdı. Evime gidip ağlamak istiyordum.

“Kusura bakma Diloşum,” dedim çatallı bir sesle. “Bazen yurtta kaldığımı unutuyorum ben.”

“Aşkım valla sınavım olmasa sorun değil ama çalışmam lazım.”

Kafamı iki yana salladım hızlıca. “Haklısın, benim düşüncesizliğim.”

Daha sonra üzerime ceketimi alıp yurt odasından çıktım. Bahçede boş bir yere geçip oturduktan sonra yaşadığım takıntılı duyguyu düşündüm. Hem ağladım, hem sinirlendim hem de bol bol zihnimde tarttım yaşadığım bu saçmalığı. Hayatımı iyice etkilediğini fark ediyordum. Bu iyiye işaret değildi. Bazı şeyleri aşmam gerekiyordu. Onu aşmam gerekiyordu. Kendime daha fazla zarar vermemem gerekiyordu.

O geceki iç muhakememden sonra yavaş yavaş aşmaya başladım onu. Hayatıma devam edebildim en azından. Gün geçtikçe aklımdaki varlığı onun beni sildiği gibi yok olmaya başladı. Artık açmıyordum eski resimleri. Yazları sokağa döndüğümde onun evini görünce üzülmüyordum, birlikte oynadığımız yerleri görünce kalbim acımıyordu. Yokluğuna alışmıştım. Zaman geçmişti ve unutmuştum artık varlığını. Zihnime bile düşmüyordu. Ta ki geri dönene kadar…

Geri döndüğünde her şey başa döndü sanki. Resetledi resmen kafamı. Kendime çizdiğim tüm sınırları yerle bir etti. Beni yerle bir etti. Yine o çok sevdikçe takıntılaşan Nazlı'ya çevirdi her zerremi. Ve ben hatırladıkça onu sevdiğimi, tekrar acı çekmeye başladım.

Şimdi yine karşımdaydı. Aramızda tek nefeslik mesafe vardı. Kalbim sıkışıyordu. Bakışlarım dudaklarına kaydıkça kaçmak istiyordum buradan. Kaçmak istiyordum ondan. Kaçmak istiyordum her şeyden ama yapamıyordum, uzaklaşamıyordum.

“Büyümüşsün,” dediği andan sonra ikimiz de konuşmadık. Sözler havada asılı kalmış, yankılanıyordu sanki. Öylece birbirimize bakıyorduk, gözlerimiz sessiz bir savaş verir gibi kitlenmişti. O an hissettiğim tek şey, kalbimin ritimleriydi. Ansızın yutkundum, biraz daha böyle kalırsam yelkenleri suya indireceğimi fark ettim. Çünkü yapardım, çünkü aptaldım.

Kendime gelmek için kafamı iki yana sallayıp bir adım geri attım. Geri adım atmamla sanki aramızdaki zincir kopmuştu. Böylelikle o da afallarcasına uzaklaştı benden. Elleri saçlarına gitti. Parmakları tutamları arasında geziniyordu. Bu hareketini iyi bilirdim. Genelde ne yapacağını bilmediğinde, ya da zihni bir şeylerle dolduğunda hep böyle yapardı. Bense olduğum yerde kalmış ellerimle oynuyordum. Tüm vücuduma yayılan ince bir titreme hissettim. Ceketimi içeride bıraktığımı hatırlayıp bir tur sövdüm yarım aklıma. O anın şokundan almak aklıma bile gelmemişti ve şu an böyle donmaya mahkumdum.

Bakışlarımı Emre'den uzaklaştırarak boş caddeden geçen arabalara çevirdim. Harelerimi ona değdirmekten çekiniyordum. Az önce yaşadığım anın tuhaflığı yüzünden utancım her geçen saniye derinleşiyordu. Aklıma tuvalette yaşadığım şey gelince utancım iki katına çıkıyordu. Yanlıştı, ona böyle yaklaşmam yanlıştı. Sevgilisi vardı.

Gökçe'nin söylediği şeyler zihnimde yankılandıkça kaşlarım yeniden çatıldı. Düştüğüm durumun iğrençliğinden oturup ağlayacaktım. Ben kimsenin arasına giren biri değildim. Yapmazdım da. Onu seviyor olmam bana bunu yapma hakkı vermezdi bir kere. Düşündükçe delirecektim. Tüm vücudum sinirle kaplanmaya başladı. Emre'ye bakmadan yanından geçip ilerledim. Şayet onunla konuşursam fena patlayacağımı biliyordum.

“Naz, ben bırakacağım dedim sana,” diye gelmeye başladı peşimden. Onu dinlemedim. Adımları daha da hızlandırdım ama soğuk havanın bedenime yaptığı sert darbeler yüzünden tir tir titriyordum. “Naz, dur artık!”

Durmadım. Durmayacaktım. Duramazdım. Ellerimle kollarımı sardım ve yürümeye devam ettim. Gözlerimde tekrar yaşlar akarken bana doğru yaklaşan taksiyi görünce elimi kaldırdım. Bir an önce eve gidip kendimi yatağa atmak ve sabaha kadar ağlamak istiyordum. Taksi yanıma yaklaştığında Emre’nin de arkamdan geldiğini hissediyordum. O yaklaştıkça sanki bedenim de varlığını hissediyor gibiydi.

Taksi önümde durduğunda kapı kolunu tutup açmamla kapının sert bir şekilde kapanması bir oldu. Kapının tepesinde elini görünce kızgın bakışlarla hızlıca ona doğru döndüm. Lakin buna anında pişman oldum. Arabayla onun arasında kalmıştım ve mesafemiz korkutucu derecede yakındı. Bir eli boynumun yanından uzanıp arabaya yaslanıyordu. Nefesi nefesime karışıyordu. Yüzündeki belirsiz ifadeyi anlamaya çalışırken bakışlarım istemsizce dudaklarına kaydı ve irkilmeme sebep oldu. Bu yanlıştı, bu çok yanlıştı.

Bu yakınlığımızı fark etmiş olmalı ki taksiciye eliyle işaret yapıp gitmesini sağladı. Araç gaza basıp ilerlerken sessizlik ikimiz arasında öylece dikildi. Benden bir adım uzaklaştığında nefes alabildim. O ana kadar nefesimi tuttuğumun bile farkında değildim.

“Ne yaptığını sanıyorsun!” diye bağırdım onu geriye doğru iterken. “Seninle gelmek istemiyorum diyorum, bunun neresini anlamıyorsun sen?!”

“Asıl sen beni niye anlamıyorsun!” diye bağırdı o da birden. Sesi irkilmeme neden oldu. Bunu hissetmiş gibi sesi daha da yumuşadı sonra. “Tamam, bana kızgınsın, anlıyorum,” dedi başını hafifçe eğerek. “Bu kadar tepki vermeni saçma bulsam da bir şey demiyorum ama seni eve tek göndermeyeceğim, Naz. Seni getirdiğim yerden sensiz gitmeyeceğim.”

Normal bir günde olsa son söylediği cümleye takılıp mutluluktan bayılırdım ama az önce işittiğim laflardan sonra tepki vermemle ilgili söylediği cümleye sinirlenmiştim. “Saçma buluyorsun?” dedim hiddetle, kaşlarımı çatarken.

“Evet, saçma buluyorum.”

Ellerimi havaya kaldırdım gülerken. Tamamen sinirden gülüyordum. Çenem kasıldığında gülüşüm yüzümden silindi. Bakışlarım sertleşti. Bedenimi ona doğru döndürürken ellerimi göğsüne yaslayıp onu geriye doğru ittim. “Sen az önce benim işittiğim lafları bilmeden gelip bana tepkini saçma buluyorum falan diyemezsin, tamam mı!” diye bağırıp onu bir kez daha ittim. Tüm bedenim sinirden titriyordu.

Rüzgâr serin bir dokunuşuyla saçlarımı yüzümde savurdu. Gözlerimi ondan ayırmadan bir hamleyle saçlarımı geriye attım. Söylediğim şeye şaşkınlıkla bakıyordu. Ne duymuştum değil mi? Ne işitmiş olabilirdim ki ben? “Bir daha böyle yerlere beni değil, sevgilini getir,” dedim. Sinirden sesim titriyordu. “Beni ne kadar çirkin bir durumun içine soktuğunun farkında bile değilsin!”

Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Gözlerindeki bariz merağı görebiliyordum. Bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi. Sonunda konuşup “Ne saçmalıyorsun sen, Naz?” dediğinde yine saçmalamaktan bahsettiği için sinirden elim ayağım titredi. Koca bir aptaldan başka bir şey değildi!

“Siktir git, Emre!” dedim onu bir kez daha itip yanından uzaklaşmaya başlarken. Arkamı dönüp ilerlerken ona söyleniyordum. “Götüne girsin saçmalık. Saçmalıyormuşum?! Bu beyinle nasıl doktor oldu bu aptal!”

Kolumun üzerinde ellerini hissettiğimde beni yine durduğu için yüzünün ortasına yumruk atma isteğiyle dolup taşsam da sabır çekerek nefes alıp kolumu kendime doğru çekmeye çalıştım, ama yapamadım. İzin vermedi.

“Kolumu bırak!” dedim ona dönmeden. Bugün kolumu haşat etmişlerdi. Cildimin hassas olduğunu bildiğinden çok sıkı tutmuyordu lakin Gökçe kolumun içinden geçtiği için onun tuttuğu yerler sızlıyordu.

“Sen az önce ne zırvaladığından bahset önce.” Önüme geçtiğinde bakışlarında sabrının tükendiğini görebiliyordum ama umurumda bile değildi. “Ne sevgilisi, ne çirkin durumu?”

Sorularına cevap vermedim. Sadece “kolumu bırak,” dedim. Bu sefer ikiletmedi. Bıraktı. Canımın yandığını düşünmüş olsa gerek ki bakışlarını yüzümden çekip kollarıma çevirdi. Gördüğü şeyle bedeni kasıldı. Gözleri irileşince yavaşça koluma uzandı.

“Bu nasıl oldu?” dediğinde sesi oldukça endişeli çıkmıştı. Kendini suçlayacak gibi olduğunu hissettiğim an hemen araya girdim. “Sen yapmadın,” dedim.

“Kim yaptı!” Sesi oldukça hiddetli çıkmıştı. “Tuvaletten geldiğinden beri bir şeyler diyorsun, zerre anlamıyorum. Düzgün anlat şunu. Birini mi gördün, sana bir şey mi yaptı? Kolun niye bu halde?” Durdu. Bakışları bedenime kaydığında üşüdüğümü hissetmiş olsa gerek ki üzerindeki ceketi çıkardı hızlıca. “Donuyorsun da. Giy şunu.”

“İstemiyorum,” dedim bana uzattığı ceketi kendimden yana uzaklaştırırken. Kendi üşüyecekti. Ama bu hareketim onu daha da sinirlendirdi.

“Senin isteyip istememen umurumda değil, Naz.” Ceketi omzuma yerleştirip zorla kollarımdan geçirdi. “Üşümenle ilgileniyorum ben.” Ceketin iki yanını önümde birleştirdiğinde bakışları yüzümde oyalanıyordu. “Şimdi arabaya geçiyoruz,” dediğinde kaşları hâlâ çatıktı. “ve bana her şeyi anlatıyorsun.”

“Seninle gelmek istemiyorum,” dedim mırıltıyla. Birkaç adım ondan uzaklaştım tekrar. Ceketi tuttuğu ellerini bırakmıştı ama ses etmedi. Daha çok söylediğim şey yüzünden bezgin bir şekilde bana bakıyordu. İnatsam fazla inattım. Bu huyum bazen beni yorsa da elimden bir şey gelmiyordu.

“Naz… İkiletme.” Sesindeki sabırsızlık gitgide artıyordu.

“Gelmiyorum dedim.”

“Arabaya bin.”

“Hayır.”

“Şu dört yılda nasıl bu kadar inatçı olabildin!” Eli burun kemiğine gidince nefesini bıraktı.

“Gelseydin bilirdin!”

“Başlama yine!”

“Başlattırma sen de!”

“Naz…” dedi sanki son kez uyarmak ister gibi. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı, başını eğip sabır çekiyor gibiydi. “Arabaya bin.” Aramızdaki mesafeyi tekrar azalttı. Normalde sabırlı ve sakin bir kişiliği vardı ama benim inadım onu bile çıldırtacak noktaya getirebiliyordu. Bir omzumu yukarı kaldırıp kafamı olumsuzca iki yana salladım. “Seninle gelmiyorum, Emre. Zorlama.”

“Gelmiyorsun,” dediğinde, sesi daha çok teyit eder gibiydi. “Öyle mi?”

“Evet,” dedim çenemi inatla kaldırırken. “Öyle.”

Diliyle dudaklarını yalayıp ıslattı. “Öyle diyorsan,” dedi, sesi tehlikeli bir sakinlikteydi. Dudaklarını büzmüş, kafasını hafif sağa yatırarak aşağı yukarı sallıyordu. Bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinde birazdan beni sinir edecek bir şey yapacağına dair bir bakış görür gibi oldum. Geri adım atmak istedim ama çok geçti. Kafasını bir tur daha sallarken “E bunu sen istedin o zaman,” dediği anda bacaklarımdan ve kolumdan tuttuğu gibi birden havaya kaldırdı beni. Yaşadığım şoku idrak etmeye çalışırken beni omzuna attığını ilerlemeye başladığında algılayabilmiştim.

Resmen beni kaldırıp omzuna atmıştı!

“Emre saçmalama!” diye bağırdım sonunda konuşurken. “İndir beni hemen!”

“Arabaya geçince ineriz.” Sesinden keyif aldığı belliydi. Bu beni iyice sinir ediyordu. Sırtına vurdum, söylenip durdum ama bana mısın bile demedi. Söylediğim şeylere cevap verme tenezzülü bile göstermedi. Arabayı park ettiği yere kadar beni omzunda götürdü. Ağzına sıçtığımın caddesinde tek insan yoktu. Gerçi olmaması daha iyiydi. İyice rezil, kepaze olacaktım. Çıktığım hallere bak, omuz tepelerinde gezdiğime inanamıyordum!

Sonunda arabanın önüne geldiğimizde kapıyı açar açmaz beni yavaşça yere bıraktı. Ellerimle önüme düşen saçlarımı bir çırpıda yüzümden kurtarırken ateş saçan gözlerle ona bakıyordum. “Neydi bu şimdi!” dedim öfkeyle. Dediğimi sallamadı. Çenesiyle açık kapıdan içeriyi gösterdi. “Bin.”

“Bi’ siktir git ya.”

“Senin de ağzın iyice bozulmuş,” dediğinde alay eder gibiydi sesi. Sinirlenmem umurunda bile değildi. Binmeyecektim işte, inat değil mi kardeşim. Binmeyecektim.

Başımı yan yatırıp ondan uzaklaşmak için hareketlendim ama kolu tam önüme uzanınca kaçacak yerim kalmadı. Diğer yanımda arabanın açık kapısı duruyordu. Onunla araba arasında sıkışıp kalmıştım. Yine. Bu fazla sakıncalıydı. Ben hemen yumuşardım. Maldım. Faza maldım ve ondan hemen kaçmalıydım.

Kafasını hafifçe eğip yüzüme baktı. Birkaç saniye beni incelerken bakışları o kadar yoğun gibi gelmişti ki sanki asırlar geçmiş gibiydi. Yutkunduğumu hissettim. “Bin,” diye yinelediğinde kendime gelmiştim. Sesinde garip bir ton vardı, anlamlandıramadım. Bir adım geri atmak istedim, başaramadım. Gidecek, kaçacak yerim kalmamıştı. Ona fazla yakın olduğumdan yapabileceğim tek şeyin arabaya binmek olduğunu hissettiğimde sadece çığlık atmak istemiştim. O da böyle düşündüğümü anlamış olmalı ki dudağının kenarını sağa yatırmış sırıtıyordu. Pislik herif!

Daha fazla sorun çıkarmadan arabaya bindim. Sonunda der gibi nefesini bırakarak kapıyı kapatıp hızlıca arabanın etrafından döndü ve yerine geçti. Birkaç saniye sonra da araba çalıştı, mekandan uzaklaştık.

Yol boyunca araçta koca bir sessizlik vardı. Bir ara telefonundan bir yerin konumu gibi bir şeye baktığını fark ettim ama ses etmedim. Açıkçası bununla ilgilenmiyordum. Tek istediğim bir an önce evime gidip ağlamaktı. Küçükken de böyleydim ben. Bir şey beni üzerse odama gider, yorganımın altına saklanarak ağlardım. Ama sonra Emre gelirdi yanıma. Elinde çikolata olur, arkasında saklardı; bana en sevdiğim çikolatalardan alırdı. Sonra üzüntüm hemen geçer, mutlu olurdum. O olduğunda depresyona girip günlerce kapımı kapatmama gerek kalmazdı çünkü o izin vermez, beni mutlu ederdi. Ama o gittiğinde her şey değişmişti. Ben üzüntümü atabilmek için gidecek biri bulamayınca karşımda, yalnızlıkla otururdum masaya. Kendimi odama kapatır, günlerce düşünüp durur, bazen toparlanır bazen elden bir şey gelmez diyerek atardım kendimi hayatın kollarına, bir şekilde akışa bırakırdım her şeyi.

Yaklaşık on dakika sonra araba bilmediğim bir yerde durdu. meraklı bakışlarla ona döndüm. Benzin mi bitti acaba diye düşünüyordum ki ibrelerden deponun hâlâ dolu olduğunu gördüm. Ona neden durduğunu sormak için dudaklarımı araladım lakin o arabanın kapısını açınca kafamı sallayarak ona baktım. “Nereye?” diye sordum merakla. Tuttuğu kapı kolunu bırakıp gözlerime baktı. “Hemen geleceğim, bekle,” dediğinde sesi daha çok sakın kaçma der gibiydi.

Emre arabadan çıkıp ilerlerken ben de o gelene kadar telefonuma bakmaya başladım. Derin’den bir sürü mesaj vardı. Bu gece Emre’yle dışarı çıkacağımı ona kısa bir mesajla anlatmıştım. Uzun uzun anlatmaya vaktim yoktu. Meraktan deliye döndüğüne emindim. Mesajlarını hızlıca geçip “Bu gece sizde kalacağım, her şeyi konuşuruz,” diye kısaca mesaj attıktan sonra diğer mesajlara baktım. Caner’den mesaj geldiğini görünce kaşlarım merakla havalandı. Hızlıca mesaja tıkladım.

Caner: Perşembe işin yoksa dışarı çıkalım. Kuzenlerin varsa onlar da gelsin.

Caner: Ne hayırsız arkadaşsın. Okulu buraya aldık, insan bir neler yapıyorsun diye arar?

Caner: Gerçi ben de aramadım.

Caner: Neyse haber et beni.

Mesajları okuyunca yüzüme koca bir sırıtış yerleşti. Ulan Caner, sanki anlamadım yani. Kolay kolay buluşalım diye mesaj atmazdı o. Genelde denk gelirsek buluşurduk ya da topluca buluşma kararı alırsak. Çok nadirdi hadi çıkıp bir şeyler yapalım dememiz. Ben onun derdini anlamıştım. Sen gel ama Derin gelsin asıl demek istiyordu. Serkan buradayken onları tanıştırdığım gün sürekli bakışlarını Derin’e çevirdiğinde fark etmiştim onu beğendiğini. Basbayağı hoşlanmıştı. Kuzenim de yani hoşlanılmayacak bir kız değildi şimdi. Ateş ediyordu. İnanılmaz güzeldi. Güzel değil diyenin gözü çıkardı.

Nazlı: Perşembe beş gibi gelebilirim, çalışıyorum.

Nazlı: Serkan da geri döndü İstanbul’a.

Anında mesajlarım mavi tik olmuştu. Telefonun başında mı bekliyordu bu?

Caner: Derin peki?

Gülmekten çenem çıkacaktı. Diyorum kardeşim ben, benden bir şey kaçmaz diyorum. Boşuna tüm dedikoduları benden almıyorlardı. Kısa bir kahkaha atarak klavyeye uzandım tekrar.

Nazlı: Kütüphaneye gidebilir, ders çalışıyor.

Nazlı: Ama sorarım.

Caner: Haber bekliyorum o zaman senden.

Nazlı: Bekle bakalım :d

Gülmeye devam ederken Caner’le havadan sudan konuşmaya başladık. O sırada arabanın kapısı açıldığında bakışlarım kısa bir anlığına oraya kaydı. Emre elinde küçük bir poşetle gelmişti. Ne olduğuna bakmadan elimdeki telefona döndüm. Arabayı çalıştırıp ilerlemeye başladı. Bakışlarını üzerimde hissediyorum.

Suratımda hâlâ büyük bir sırıtış vardı. Keyiflenmiştim gece gece. Derin sorun çıkarmazsa kesinlikle çöpçatanlık yapmayı düşünüyordum. Caner harbi bir adamdı. Götü boklu Can’dan sonra aşk bahçeme, biricik kuzenime iyi bile gelebilirdi. Ne deniyordu… CanDer Fan Clup başkanlığına adaylığımı koyuyor, kolları sıvıyordum.

“Sen kiminle konuşuyorsun,” diye bir ses işittiğimde elimdeki telefondan bakışlarımı çekip kafamı Emre’ye doğru çevirdim. Gözlerimiz buluşunca kaşlarımı çatık bir şekilde kafamı iki yana sallıyordum. Onun ise elleri direksiyonda, bakışları bende, yüzünde ise tuhaf bir ifadeyle öylece bana bakıyordu.

Sinirli miydi o?

Bu sefer onu sinirlendirecek bir şey yapmamıştım valla. Öylece uslu uslu susuyor, telefonumla ilgileniyordum. Az önce nereye gittiyse orada sinirlenecek bir şey mi yaşamıştı ki?

“Arkadaşımla,” dedim gayet normal bir şekilde.

Kaşları merakla havalandı. Önüne kısa bir bakış atıp köşeyi döndükten sonra tekrar bana baktı. “Nasıl bir arkadaş?”

“Ne yapacaksın?”

“Nüfusuma alacağım, Naz,” dedi alayla. “Merak ediyoruz ki soruyoruz.”

Kısa bir gülümseme kaçtı dudaklarımdan. “Levent’ten sonra Caner’i de kuma olarak alırsın artık,” dediğimde sesim oldukça keyifli çıkmıştı. Onun ise kaşları çatılmıştı. Alt tarafı dalga geçiyorduk, bir de bayıl Emre.

“Demek lavuğun adı Caner,” diye bir şeyler geveledi ağzının içinde. Daha sonra bana bakmayı bırakıp önüne döndü. Elleri sıkıca direksiyonu kavrıyordu. Dediğim şeyden çok Caner’in adına takılmasına şaşırmıştım. Ne alakaydı şimdi?

“Neyine sinirlendin şimdi bu kadar?” diye sordum hayret içinde.

“Sinirlenmedim.”

Gözlerimi devirdim. “Belli.”

“Sen onu bunu boş ver,” dediğinde tekrar bana döndü. “İçeride neler oldu, onu anlat artık.”

“Anlatacak bir şey yok,” diye mırıldandım ağzımın içinde. Bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm. Bunu konuşmak istemiyordum. İyice boka saracaktı her şey. Gerek yoktu. Kafamı öne doğru eğdiğimde saçlarım yüzüme düştü. Onlara dokunmadım. Öylece bekledim.

“Anlatacak bence çok şey var.” Oldukça sinirli çıkmıştı sesi. “Kolunu o hale getiren kim?”

“Seni ilgilendirmez.” dedim hemen. Ona doğru dönüp çatık kaşlara baktığımda “En çok beni ilgilendirir!” diye çıkışmasıyla öylece afalladım. Gözlerim şaşkınca açılırken bakışlarımı kaçırdım ondan. Böyle şeyler dememeliydi. Ondan uzak duracağıma söz vermiştim bu sefer kendime.

“İlgilendirmez!” diye direttim sonunda konuşarak. Transa giriyordum her seferinde.

“İlgilendirir!”

“İlgilendirmez diyorum!”

“Ben de ilgilendirir diyorum. Boş yapmayı kes de kim böyle yaptı onu söyle? Hangi sikik beyinli sana zarar vermeye cesaret edebiliyor!”

"Ben mi boş yapıyorum!” diye yükseldim sinirle. ”Asıl sen boş yapıyorsun şu an! Hem bana ağzı bozuk diyene bak sen?” Ümitsizce kafamı iki yana salladım. “Ne yapacaksın,” derken çenem ile onu işaret ettim. “Sevgiline mi dalacaksın?” Bir saniyeliğine durdum. Gözlerinde bir karartı geçer gibi oldu. “Bir de bunun için aramıza girme nutuğu çeksin bana, aman istemez!”

Boş bakışlarla bana bakıyordu. Dediklerimi anlamamış gibiydi. Sırtı gerilmiş, bakışları sertleşmişti. Arabayı durdurduğunda önüne dönüp biraz durdu. Bir şeyler düşünüyora benziyordu. O ara ben de dışarı bakarken onların evinin önünde olduğumuzu gördüm. Ne ara gelmiştik biz bu sokağa? Fark etmemiştim. Onunla kavga edince zaman harbi çabuk geçiyordu.

“Benim sevgilim falan yok,” diye söylendi sonunda konuşurken. Şaşkınca ona döndüm. Nasıl yok? E ucube kız ne diye bana saldırdı? Zaten sevgili olduklarını düşündüğüm için ağzımı açıp tek kelime edememiştim. Utancımdan pasif kalmıştım. “Kimsenin de arasına girdiğin falan yok. Ben seninle gitmek istedim ve seninle gittim. Bu kadar. Dahası yok.” Yavaşça kafasını benden yana çevirdi. “Başkalarının dedikleri şeyi de kafana takıp canını sıkma. Kimse senin gözyaşlarını akıtacak kadar değerli falan değil,” derken gözlerimin içine baktı yoğun bir şekilde. “Anladın mı? Hiç kimse.”

Konuşmak için dudaklarımı araladım lakin tek kelime edemedim. Ne diyecektim? Mal gibi kalmıştım. Öylece ona bakıyordum. Ne zaman ayrıldınız, niye ayrıldınız, aranızda bir şey mi geçti? Ayrıldıysanız o kız niye sürekli senin olduğun her yerde? Niye bu sokağa geliyor hâlâ? Geri döndüğün günün gecesi niye sana öylece sarıldı? gibisinden çok soru vardı aklımda ama soramadım. Kalbim el vermedi. Ağır geliyordu.

“Sen merak etme, bir daha yanına yaklaşıp böyle saçmalıklar yapamaz. İzin vermem buna,” dedi güven verici bir sesle. Sevgilim yok demişti ama kimden bahsettiğimi anlamıştı. Zaten Gökçe dışında hayatında bildiğim başka biri yoktu.

Ellerini kucağımdaki elini üzerine koyduğunda bir titreme geldi bedenime. Gerilmiştim. “Neyse ne,” dedim elimi ondan kaçırıp kapı koluna uzanırken. “Beni böyle saçma bir duruma sokma, yeter.”

“Üzgünüm,” diye mırıldandı. Kafamla onaylamakla yetindim sadece. Başka bir şey demedim. Burada yapacak başka bir şeyim kalmamıştı. Gitmek için arkamı dönüyordum ki “Naz,” demesiyle durdum, ona döndüm. Efendim der gibi kafamı salladım iki yana. Direksiyonun önündeki küçük poşete uzandı. Yoldayken arabayı durdurup aldığı poşetti. İçinde ne olduğunu sorgulamamıştım hiç. “Al,” dedi poşeti bana uzatırken. “Kolun için.”

Ona anlamamış gibi baktım. “Ne bu?” diye sordum poşeti açarken. Gördüğüm şeyle şaşkınca ona doğru döndüm. İçinde merhem gibi bir şey vardı. Yoldayken baktığı konum nöbetçi eczane miydi? Sırf kolum kızardı için mi almıştı bunu? Şaka mıydı? Şuraya düşüp bayılırdım, işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Onu unutmama gram yardımcı olmuyordu.

“Eve gidince sür,” dediğinde sesi uyarır gibiydi. Sürüp sürmediğimi teyit edeceğine adım gibi emindim. “Ha bir de,” derken cebine uzandı. Kaşlarımı merakla havaya kaldırmış ne yapmaya çalıştığına bakıyordum. “Bunu da al,” dedi. Elindekini bana uzattı. Gördüğüm şeyle ağlama isteği sardı her yanımı. “En sevdiklerinden.”

Elinde çikolata vardı. Merhem alırken markete de uğramıştı anlaşılan. Moralim bozuk olduğunda ve eve gidip ağlamaya devam edeceğimi anladığında eskiden yaptığı gibi çikolata almıştı bana. Oturup buna ağlayabilirdim.

Yavaşça çikolataya uzandım. “Teşekkür ederim,” dedim mırıldanarak. Sesim oldukça güçsüz çıkmıştı. Gülümsedi. Kafasını salladı sadece. Biraz daha bakışlarım onda oyalandığında daha fazla durmaya gerek kalmadığını düşündüm. Tekrar gözlerine bakarak konuştum. "Ben gideyim madem.”

Kaşlarıyla kapıyı işaret etti. “Git madem.” Gülümsedi yine.

Kapıyı açıp bedenimi araçtan çıkardım. O da benimle indi. “Her şeye rağmen eğlendim, teşekkürler,” dedim kapattığım kapının üstünden ona bakarken. Yalan değildi. Gerçekten eğlenmiştim. İbrahim tam kafamın dengi bir arkadaştı. Beni güldürmüştü bayağı. Ayça’ya zaten görür görmez kanım kaynamıştı. Ceren ve Asya ile de oldukça güzel anlaşmıştım. Diğerlerini de sevmiştim. Hastane dışında doktor tanımak da güzel bir deneyimdi. Zaten hepsi genç olduğundan öyle kasıntı değillerdi. Yaşlanınca olan bir şeydi bu galiba. Mesleğin getirisi falandı herhalde.

“Asıl ben teşekkür ederim, geldiğin için.” Kapısını kapatıp yanıma geldi. Elindekinin düğmesine basıp arabayı kitlediğinde aklıma dank diye bana giydirdiği ceketi gelince üstümden çıkarmak için hareketlendim lakin beni durdurdu. Ceketin eteklerini tutup “üstünde kalsın sonra alırım,” dediğinde gerek yok der gibi cıkladım.

“Evim şurası zaten. Abartma.” Ceketi çıkarıp ona verdim. Sonra aklıma kendiminki gelince ağlamaklı oldum. “Benimkini de bana gönder bir şekilde,” dedim kaşları çatık bir şekilde. “Bir dünya para baydım ona.”

Ceketi aldığında sadece güldü. Salak. Çok güzel gülüyordu. Ne diye gülüyordu? Ağlayasım geliyordu o böyle güldükçe. Unutmak istedikçe daha da düşüyordum ona. Ama valla bu sondu. Bu geceden sonra yok olacaktı ona aşık Nazlı. Eskiden yaptığım gibi yapacaktım. Bu sefer de onun varlığına alışarak aşkımı unutacaktım. Dersimi almıştım.

Çenesiyle evimi işaret etti. “Hadi git, daha fazla üşüme. Ceketi aldırırım ben.”

Onu başımla onayladım. Son kez teşekkür ettikten sonra ona bir daha bakmadan ilerlemeye başladım. Arkamdan bir şeyler mırıldanıyor gibiydi ama çok anlayamadım. Direkt olarak kendimi apartmandan içeriye attım. Derin'in yanına gidip ağlamak istiyordum sadece.

Dünyanın en mal aşık insanıydım.

***

Eğdirmem başımı kimselere ama sana yerle bir oldum, diyordu şarkıda Bengü. Kendimi anlatan daha iyi bir cümle bulabileceğimi sanmıyordum. Tam olarak şöyle bir kafadaydım. Herkese karşı asi olup konu kalbimi çalan kişi olunca harbi yerle bir oluyordum. Onu her gördüğümde beynim duruyordu. Aklımı manyak bulandırıyordu. Lakin kendime verdiğim sözü tutmaya çalışıyordum. Onu sevince takıntılaşıp kendime zarar verdiğim yanlarımdan kurtulmak için çabalıyordum. Bunu da ondan kaçarak yapıyordum. Uzak durup kendimi alıştırıyordum.

Onu görmeyeli üç gün olmuştu. Biraz da olsa ondan uzaklaşmayı başarabilmiştim. Beynimi resetlemesine müsaade etmeden onu seven yanlarıma o olunca susmasını, hayatına devam edebilmesini öğretiyordum.

Onu artık sevmiyorum diyemezdim, bu tamamen kendimi kandırmak olurdu. Tek istediğim onun önceden sevdiğim bir arkadaşım olarak kalmasıydı hayatımda. Onu hayatımdan silemezdim. Ki istemezdim de. Çocukluğumdu o bir kere. Ama ona olan aşkımı maziye gömebilirdim. Bunun için elimden geleni yapmaya hazırdım. Onu görünce elim ayağım tutulsun istemiyordum. Normal konuşmak istiyordum. Eh, bir zamanlar da ona aşıktım işte, diyebilmeyi istiyordum.

Ben ona artık aşık olmak istemiyordum.

O geceden sonra Derin’in yanına gitmiş, tüm gece ağlamış, Emre’nin aldığı çikolatayı akan gözyaşlarım eşliğinde camdan dışarıyı izleyerek yemiştim. Derin sabaha kadar beni teselli etmişti. Gökçe ucubesine de bir dizi sövmüştü. Bir daha bu sokağa gelirse saçını başını yolacağını bile söylemişti.

Gökçe'nin onun seni kardeşi olarak görüyor, hep öyleydin onun için demesini, Emre'nin bana masada çocuk iması yapmasını aşamıyordum. Onun gözünde çocuk olma düşüncesi psikolojimi bozmuştu. Beni sevmesini beklememiştim hiç ama abim gibi davranması kalbimi bombok etmişti. Bir de üstüne eski sevgilisinden deli gibi ayar yemiştim. Onun eski sevgilisi olduğunu da yeni öğrenmiştim. Hayır yani, ayrıldıysa ne bok yemeye kızın hâlâ peşinde dolanmasına izin veriyordu? Aşık mıydı ki hâlâ? Bu da olabilirdi.

Arkadaşlarının da mekana ya sevgilisini ya da kardeşini getirme mevzusu vardı bir de. Bu da kafama sonradan dank eden bir şeydi. Bir tur da buna dellendim. Kafamda kurdum da kurdum. Sevgilisi olamayacağıma göre kardeşi gibi gördüğü beni götürmüştür düşüncesi bütün gece ağlamamı şiddetlendirdi. Onu unutacağım artık diye Derin'in dizlerinde ağlayıp durdum. Bir daha böyle ağlamak istemediğimi söyledim. En çok da bu yüzden unutmalıydım onu. Çünkü ben o gelmeden önce ağlamıyordum bu kadar. O geri döndüğünden beri gözümdeki yaşlar hiç eksilmemişti.

Onun beni sevmek gibi bir zorunluluğu yoktu ama benim kalbimin onu artık unutması gerekiyordu.

Metroda başımı cama yaslarken boş bakışlarla yolu izliyordum. Bugün perşembeydi ve Caner’le dışarı çıkacaktık. İşten çıkınca buluşacağımız yere geleceğimi söylemiştim. Derin de kütüphaneden gelecekti. Ona gelmek isteyip istemediğini sorduğumda direkt kabul etmişti gelmeyi, kafam dağılır en azından diye düşünüyordu. Ders çalışmaktan beyni bulanmıştı garibimin.

Metro Özlüce durağına geldiğinde kucağımdaki pembe küçük çantamı koluma takıp ayaklandım. Caner'in üniversitesine yakındı burası. Bana da birkaç durak uzaklıktaydı. Orta yerde buluşmaya karar verdik.

Metrodan inince yüzüme çarpan esintiyle buluşacağımız yere doğru ilerlemeye başladım. Hava oldukça güzeldi. Tek tük bulut vardı, güneş aydınlatıyordu her yeri. Yine de hafif bir soğukluk vardı. O yüzden pembe kazağın üstüne kot bir ceket çekmiştim. Saçlarımı da salmıştım. Rüzgârın yaptığı hafif esintiye uçuşuyorlardı. Bu hissi oldukça seviyordum. Huzurlu hissettiriyordu. Dudağımın bir kenarı kıvrılırken kulağımda çalan müzikle ilerlemeye devam ettim.

Yaklaşık beş dakika sonra buluşacağımız yere varınca gözlerimle Caner’i aradım. Genelde cam tarafına oturmayı sevdiğinden bakışlarım ilk o tarafa gitmişti. Ve yanılmamıştım. Oradaydı. Hatta Derin ve tanımadığım biriyle oturuyordu. Derin ne ara gelmişti?

Adımlarımı onlara doğru çevirirken kulaklığı çıkarıp çantama attım. Derin'in arkası bana dönüktü. Caner beni görünce ayaklandı. O ayaklanınca yanındaki kişinin de bakışları bana döndü. “Hoş geldin Nazlı Hanım,” dedi Caner bana sarılırken. Sesindeki sıcaklık biraz da alayla karışıktı. Gülümsedim. “Hoş buldum,” dedim, ondan ayrılırken omzuna hafifçe vurdum.

Sonra Derin'e döndüm. “Sen ne ara geldin?” diye merakla sordum. Derin o sıra ayağa kalkmıştı. Birbirimize sıkıca sarıldık. Dün gece bizde yatmış olması ona delice sarılmamı engelleyemezdi. Biz birbirimizi günde bin kez de görsek böyle özlercesine sarılırdık.

“Beş dakika oldu ya,” dedi Derin benden kollarını ayırırken. Yüzünde hafif bir yorgunluk vardı. “Beynim helak oldu çalışmaktan, biraz erken kalktım.”

Ona kıyamam der gibi baktım. “İyi yapmışsın.”

Derin'in yanındaki boşluğa geçtiğimde bakışlarım karşımda duran tanımadığım çocuğu buldu. Sarı saçlı yeşil gözlü bir şeydi. “Merhaba,” dedi ellerini bana bana doğru uzatırken. “Arda ben.”

Ellerini sıktım. “Nazlı ben de.”

Hepimiz yerlerimize oturduğumuzda Caner bana dönerek “Arda bölümden arkadaşım, sen gelmeden hemen önce burada karşılaştık,” diyerek benim onun neden burada olduğunu düşündüğüme dair sorularım olacağını düşündüğünden ben sormadan yanıtladı. Ben çok takmazdım, o yüzden sorun etmedim. Kısaca gülümsedim. Sonra Arda'ya döndü. “Nazlı da liseden arkadaşım,” diyerek tanıttı. “Derin'le kuzenler.”

“Çok memnun oldum,” dedi Arda gözlerini kısarak güldüğünde. Sevecen bir tipi vardı.

“Ben de öyle.”

Caner önündeki kahveyi yudumlarken “Günün nasıl geçti?” diye sordu merakla. O sırada ben de içecek sipariş vermek için garsona işaret yapıyordum. “Yoğun,” diye onu yanıtlarken yanıma yaklaşan garsondan çay istedim. Çay her şeydi. “Anam ağladı tüm gün. Şu otel projesi bitse de kafam rahatlasa.”

“Ne iş yapıyorsun ki?” Arda'nın meraklı bakışları üzerimdeydi.

“İç mimarım.”

“Vay, güzelmiş. Hayal gücün geniştir o zaman.”

“Onun hayal gücü hep geniştir,” diye dalga geçti benimle Derin. Ona dönüp kaşlarımı çatarken “Ne?” dedi kafasını sallarken. “Yalan mı?”

“Nazlı kafasında kurmayı pek bi’ sever,” diyen Caner'e sen de mi bürütüs der gibi baktım. Tamam yani öyle olabilirdi belki ama niye üstüme geliyorsunuz arkadaşlar? Ben de böyleydim işte.

“Beni salın,’ dedim mırıldanarak. “Uğraşamam sizinle.”

Derin gülerken kahvesini avuçları arasına aldı. “Tamam be ağlama. Asıl sen şeyden bahset, şu Uludağ projesi ne zaman bitiyor, ondan. Gidiyor musun haftaya?” Onu kafamla onayladım. “Evet,” dedim. “Gidiyorum.” Çayım önüme geldiğinde garsona kısa bir teşekkür edip tekrar Derin’e döndüm. “Ama ne zaman biter orası meçhul.”

Caner merakla bize baktı. “Ne projesi? Şu yeni yapılan otel mi?”

Kafamı olumlu anlamda sallarken çayımı yudumladım. “Bir bitemedi. Sürünüyoruz aylardır.”

“O otele biz de gitmiyor muyduk?” diye sordu Arda kaşlarını kaldırıp Caner'e baktığında. Şaşkın bir şekilde ikisine baktım. Onlar da mı geliyordu? Hadi canım ordan?

“Aynen, biz de gidiyoruz.” Onlara merakla bakmaya devam ederken Caner olayı açıklamak için bize döndü. “Staj gibi bir şey. Süreci inceleyecekmişiz. Altyapıyı geliştirme, iyileştirme, işlevselliği analiz etme gibisinden durumlara bakıp sunum hazırlayacağız falan filan. İyi bari, sen de geliyorsan benim ödeve bir el atarsın be Nazlı.”

Hayretle ona baktım. “Sana inanamıyorum Caner,” dedim ümitsizce gözlerimi ona dikerken. “Hâlâ ödevlerini bana kitlemeye çalışıyorsun, valla şaka gibisin.”

Derin'in kahkahasını işittim. “Siz lisedeyken senin ödevlerini yaptığı için diz boyu küfretmesi aklıma geldi.” Dediği şeyi hatırlayınca sinirden bedenim titredi. Ben de ne malmışım, ödevini yaptığıma inanamıyordum hâlâ.

“Ben harbi niye bu salağın ödevlerini yapıyordum?”

“Salak olduğun için?” dedi Derin çok ciddi bir şekilde. Sonra güldü.

“Harbi salakmışım.”

“Öyle demesek,” diye araya girdi Caner. “Hayırsever bir arkadaşımdın sadece.” Yüzüne sevecen bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı ama yemezlerdi. “Yine öyle bir arkadaş olur musun?”

“Siktir git, Caner.”

Arda kahkaha atmaya başladı. Bu halimiz onu keyiflendirmiş olmalıydı. “Ne arsızsın Cano,” dedi kafasını iki yana salamaya devam ederken.

“Di'mi?” diye onayladım onu. “Haftaya gelince onu benden uzak tut Arda. Lütfeeennn,” dedim yalvarırcasına. “Yoksa işimi gücümü bırakıp onla uğraşırım kesin.”

Arda göz kırpıp “Merak etme, bende o iş,” dedi gülmeye devam ederken. “Başına bir sürü iş kakarım.”

“Yazıklar olsun cidden…”

"Kes be, salak.”

“Ay çok eğlenceli olacak gibi duruyor,” diye araya girdi Derin. “Ben de mi gelsem?” Bana doğru döndüğünde kafasını yan yatırmış gülümsüyordu. Ben başıma gelecek şeyi biliyordum. “Ben de gelsem olur mu Nazlı, noluurrr? Sen patron sorun etmez demiştin sanki bir ara. Valla ederse parasını öderim. Geleyim. Kafamı dağıtayım, psikolojim bozuldu çalışmaktan.”

“Üff, yalvarma salak,” diye söylendim kafamı iki yana sallarken. “Bir de para verecekmiş mal, benimle kalırsın sorun olmaz.”

Derin hızlıca kollarını boynuma doladı. Yanağıma öpücük bırakırken teşekkür edip duruyordu. Onun kafa dağıtmasını ondan çok ben istiyordum. Zaten teklif etmeyi düşünüyordum. Bana gerek kalmadan kendi istemişti.

Caner'e döndüğümde yüzünde koca bir sırıtış gördüm. Salak, Derin'in de geleceğine sevinmişti. Geldiğimizden beridir ona kaçamak bakışlar atıp durması elbette ki gözümden kaçmamıştı.

“E o zaman böyle dörtlü takılırız,” dedi Arda gülümseyerek bana baktığında. Gözlerimi kısarak ona baktım. Neyse, sonra yorumlayacaktım.

“İş güçle uğraşacağım ben, siz eğlenirsiniz.”

“Aman kuzen yani sen de, akşamları da çalışmazsın. Valla güzel olacak. İnanıyorum.”

“Sen…” dedi Caner, sonra dili sürçmüş gibi kafasını hızlıca iki yana salladı. “Yani siz varsanız tabii ki güzel olur. Nazlı atarlı giderlidir ama kafa kızdır. Sen de onun gibi duruyorsun. Her türlü güzel olur.”

“Ben atarlı mı duruyorum!” dedi Derin şaşkınca ona bakarken. Caner dudaklarını ısırıp gözlerini kapattı kısa bir süreliğine. Kafasına vurmak istiyor gibi duruyordu. Mal, iltifat etmek isterken bile her şeyi eline yüzüne bulaştırıyordu.

“Yok, öyle demek istemedim. Yani biraz atarlı gib‐ Yok yani kafa kızsın ona değinmek istedim.” Ağzında bir şeyler geveleyip durdu. Arda ve ben onun bu hallerine kahkaha atarken Derin de çatık kaşlarını serbest bırakmış gülmeye başlamıştı. Onunla dalga geçiyordu.

“Şaka yapıyorum,” derken hâlâ gülüyordu. Caner rahatlar gibi nefesini bıraktı. Vücudu gevşemişti. “Ama bir kıza böyle konuşma, tribinden kurtulamazsın.”

Caner'in bakışlarında sen sabaha kadar trip at, çekmeyenin ağzına sıçsınlar bakışı vardı lakin sadece gülümsedi. “Daha dikkatli oluruz.”

“İnşallah.”

“Bilardo sever misiniz?” diye sordu Arda konuyu değiştirerek. Gözlerim hevesle açıldı. Çok severdim. Az oynamazdım üniversitedeyken. “Oynamak isterseniz, bildiğim bir yer var, oraya gidebiliriz.”

“Valla bana uyar,” dedim heyecanla.

“Ben aşırı beceriksizim ama oynarım,” dedi Derin omuz silkerek. Caner gözlerini ona dikti. “İstersen takım olalım. Ben sana öğretirim,” dedi büyük bir beklentiyle.

Caner bildiği yoldan emin adımlarla ilerliyordu.

Derin sırtını sandalyeye yaslarken onu onayladı. “Nazlı zaten berbat öğretiyor. Kavga ederiz biz.”

“Top niye bana atıldı şimdi?” dedim hayretle. Nasıl berbat öğretiyordum? Benden iyisini bulamazlardı bir kere. Hiç kıymet bilmiyorlardı, hiç. Azıcık sabırsız bir kişiliğim varsa ne olmuştu yani?

“Yalan mı?” diye sordu Derin kaşlarını kaldırarak.

“Külliyen hem de.”

“Bana ilk okey öğrettiğin günü hatırlatayım istersen?” Gözlerim büyürken hızlıca kafamı iki yana salladım. “Hiç gerek yok.” Kafasının orta yerine okey taşını yapıştırmıştım sinirden. Benim yüzümden iki gün alnı kızarık gezdiği için bana diz boyu sövmüştü. Ama ne yapayım yani, kırk kez dedim çift el açtıysa üçlü taş koyamaz diye ama o inatla devam etti. Ben de dayanamayıp kafasına yapıştırdım taşı.

“Kafana taş atmıştır kesin,” diye güldü alayla Caner.

“Alnım iki gün kızarık gezdim.” Aklına o anlar gelince kaşlarını çatmıştı. Ben de dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerimi onlardan kaçırıyordum. “Gelen geçen ne oldu diye sorup durdu. Salak Serkan'a da malzeme çıktı tabii. Fotoğrafımı çekip damgalı hayvanlarına döndün, diyerek her saniye alay etti benimle.”

“Niye hiç şaşırmıyorum?” Caner alayla gülüyordu. “Benim de kafamın orta yerine kalem atmıştı sesin bok gibi dediğim için.” Kafasını iki yana sallayıp gülmeye devam etti. Ama yani hak etmişti. Öğle arası sınıfta müzik dinliyorduk, benim canım da şarkıya eşlik etmek istemişti belki, ne var bunda? Sesim kötüyse kötü, kanasın kulakları, umurumda bile değildi.

“E sen hak etmişsin,” dedi Derin bana destek olarak. Caner onun dediği ile öylece kalınca benle Arda kahkaha atmıştık. Birbirimize laf söylerdik ama kimseye de yedirmezdik.

“İyi yapmışım,” diye araya girdim. “bak yine aklıma geldi. Keyiflendim.”

“Lisede sizinle beraber okumak isterdim, benimki fena sıkıcı geçmişti.” Arda'nın dediğine üzülmüştüm. Ben hayvan gibi eğlenmiştim. O günler aklıma geldikçe özlemle iç çekiyordum sürekli. Herkesin böyle anılarının olmasını isterdim.

“Benim varlığım sayesinde hep eğlendi bunlar.” Caner dediğim şeye gözlerini devirse de itiraz etmedi. Manyak eğlenceli bir insandım o zamanlar. Özgüvenliydim. Her delikten çıkardım. Kafa dengiydim. Açık sözlüydüm. Eğlenmeyi bilirdim. Sonra mala bağladım. Yani özetle aşık olmayın. Mal oluyorsunuz. “Bak misal Derin farklı yerdeydi, pek sevmiyordu o okulu.”

“Maalesef,” dedi Derin dediğimi onaylarken. “Nazlı okul ortamını anlattıkça fena kıskanıyordum.”

“Keşke sen de gelseydin bizim okula.”

“Puanım yetmiyordu.” Nefesini bırakırken bana döndü. “Salak Emre beni de mi çalıştırsaydı ya? Gerçi ben o zamanlar da onu sevmiyordum, aman kalsın.”

“Onun yanına her gittiğimde bana küsüyordun.” O anlar aklıma gelince gülmeye başladım. Emre ona da ders çalıştırmayı teklif etmişti ama Derin ısrarla reddetmişti. Gerek yok, diyip burun kıvırmıştı.

“Gayet haklıydım,” derken gözünü devirdi. “Beni sürekli satıyordun.”

“Emre kim?” diye sordu merakla Caner. Derin beni gösterip “Onun arkadaşı, bizim karşı apartmanda oturuyor,” dedi, yüzünü buruşturarak. Ardından hızlıca kafasını iki yana salladı. “Kesinlikle benim arkadaşım değil.”

“Bizim lisede okudu ya bilirsin sen,” diye girdim araya. “benim başladığın sene son sınıftaydı. Okul birincisi oldu hani.”

“Hee,” dedi Caner hatırlamış gibi. “Tanıyorum onu ben ya, muhabbetimiz vardı okuldayken az çok.” Kafasını sallarken kahvesini yudumladı. “Zeki çocuk vesselam. Nazlı’nın ona sürekli soru götürdüğünü hatırlıyorum.”

“Sadece okulda mı?” derken tekrar yüzünü buruşturdu Derin. “Onların evinde bile çalışıyorlardı. Arada Emre onlara geliyordu.”

“Bak o kadarından haberim yoktu.” Caner’in kaşları şaşkınlıkla havalandı. Emre’yle ilgili her detayı onlara anlatmıyordum. “Sahi ne oldu o çocuğa? Tıpı kazandı diye biliyorum.”

Kafamla onayladım onu. “Bitirdi bile. Burada, şehir hastanesinde çalışıyor son iki aydır.”

Bakışlarım Arda'ya kayınca garibim, hiçbir şey anlamadığından bizi dinliyordu öyle. Bu his çok boktandı. Arada insan kendini fazlalık gibi bile hissedebiliyordu. O yüzden Emre konusunu kapatmaya karar verdim. “Neyse,” dedim hepsine bakarak. “Herkes hazırsa bilardoya gidelim.”

“Ben okeyim,” dedi Derin ayaklanarak. Diğerleri de onaylayınca topluca kalktık. Ödemeye gelince Caner ve Arda ödeme yapma konusunda ısrar edince siz daha öğrencisiniz pis fakirler muhabbeti yaparak zorla tüm parayı kendim ödedim. Mırın kırın etseler de bilardo ücreti bizden o zaman, diye söylenerek sustular. Alt tarafı bir içecekti yani, ne ağladılar.

Ah şu erkekler…

****

Saat akşam dokuzu geçiyordu. Çok fena yorulmuştum ama yalan yok, değmişti. Kafamı dağıtmak o kadar iyi gelmişti ki anlatamazdım. Bilardo keyifli geçmişti. Aşırı manyak eğlenmiştim. Arda ile inanılmaz iyi bir takım olmuştuk. Kafa çocuktu, iyi anlaşmıştık. Bam bam bam vuruyordu toplara. Kendisi zaten bilardo ustası gibi bir şey olduğundan asla pas geçmiyordu hiçbir atışı. Sayesinde biz kazanmıştık.

Caner ve Derin kaybetmiş olsa da çok kaybetmiş değil gibilerdi. Caner bulduğu her fırsatta ona yürüdü bile diyebilirim. Derin pek iyi oynamadığı için ona istekayı nasıl tutması gerektiğini öğretti sürekli. Manyak yakın temas içinde olduklarında televizyon dizisi shipçileri gibi gözlerimden kalpler çıkararak onları izliyordum. Misal fan girl biri olsaydım ve onlar da dizi karakteri olsaydı tam Caner'in eğilip Derin'in elini tutarak ona topa vurmayı öğrettiği âna bir edit patlatırdım. Arkaya da bir müzik koydum mu tamamdır. Tiktokta binlerce beğeni gelirdi. Yani öyle bir yakışmaktı.

Derin az biraz utanmış gibiydi ama çok ses etmedi. Elinden geldiğince ona çok yakın durmamaya çalıştı çünkü Can denen tek hücreliden ayrıları neredeyse iki ay olmuştu. O yüzden birine hemen yakınlık kurmak istemiyordu. Benim elden de pek bir şey gelmiyordu. Sizden olur, valla olur, bak yeminle çok güzel olur, diye bas bas bağırsa da gözlerim bana el mecbur susup edebimle izlemek düşüyordu. Yine de CanDer shiplemeye tam gaz devamdı. Davamdan dönmezdim.

Arda ise oyun boyunca bana oyunun püf noktalarını anlatmıştı. Oyun sırasında güzel sohbet etmiştik. Kullanadığımız programlar hakkında konuştuk. Primavere P6, Revit ve çok nadir de olsa kullandığım diğer uygulamalar olan ANSYS ve MATLAB’dan bahsettim kısaca. O da bunlardan bazılarını kullanıyormuş. Uludağ’da fırsatım olursa birlikte bakalım biraz dediğinde kabul ettim. Keyifli bile olabilirdi. Dışarıdan bakınca çok iş insanı gibi durmuyor olabilirdim lakin iş yapmayı da, işle ilgili sohbet etmeyi de çok severdim. Sevdiğim işi yapınca hiçbiri beni bunaltmıyordu.

Daha sonra oyun bitince bir yerde oturup bir şeyler yedik. Şimdiyse Arda arabasıyla bizi evimize bırakıyordu. O ve Caner önde otururken ben ve Derin arkada oturmuş çalan müziğe eşlik ederek benim telefondan kıyafet bakıyorduk.

“Lütfen, görmeyeyim seni,” derken Derin’le birbirimize bakıp bağrışıyorduk. “Bir yerlerde karşıma çıkma, konuşmayalım, bakışmayalım, ne olursunn…” Ah be Sezen abla, bu kadar müthiş şarkılar yapıp bize zarar vermek zorunda mıydın? Bu şarkıyı çok severdim. Eşlik etmeden duramadım. Ki zaten Derin’le arabada şarkı söylemek en büyük hobilerimizdendi. Video çekip durmuştuk. Gün içinde çektiğim fotoğraflarla birlikte çektiğim videoyu da instagrama atmıştım. Arda'yı da takibe alıp diğerleriyle birlikte etiketlemiştim.

Derin’le şarkıya eşlik ederken instagramdan gelen bildirimle uygulamaya tıklayıp bildirimi inceledim. Mesajdı. Serkan’dan olduğunu görünce Derin’e gösterip keyifle sırıttım. Kuduruyordu kesinlikle.

“Açsana,” dedi Derin telefonu işaret edip sırıtırken. “Biraz eğleneyim n’olur.” Keyifle gülerken onu onaylayıp mesajı açtım.

SerkanYılmaz_: Size yazıklar olsun!

SerkanYılmaz_: Ben burada sürünürken siz orada keyif yapıyormuşsunuz!

SerkanYılmaz_: Bir de aranıza başka bir dördüncü almışsınız, rezilsiniz!

SerkanYılmaz_: Hem kim o limonata kafa?

Serkan Yılmaz_: Alacağın olsun yani Nazlı. Kuzen dedik bağrımıza bastık, senin kahpeliğe bak? Ben bunu unutmam, diyeyim.

Derin’le onun yazdığı her kelimeyi tek tek okurken kahkaha atmaktan bayılacaktık. Sırtımı arabaya yaslayıp öküz gibi gülüyordum. Bakışlarım birden dikiz aynasında bana bakan Arda’ya kayınca hızlıca gözlerimi ondan kaçırıp telefona döndüm.

“Nasıl da kudurmuş,” dedi Derin keyifle gülmeye devam ederken. “Haftaya Uludağ’a gittiğimizi görürse kalp krizi geçirir herhalde.”

“Ayılıp bayılmazsa ben de bir halt bilmiyorum.”

“Şuna cevap yazsana biraz daha kudursun.” Gülerken ona kafamı sallayıp tekrar telefona uzandım. Klavyelere dokunurken aynı zamanda arkada çalan Tarkan’ın şarkısına eşlik ediyordum. “Çiçek gibi tazecik, kıymetli bi' tanecik, ana sütü gibi tertemiz…”

Nazlı_Aladağ: Bayılsana, bakim nasıl bayılıyorsun?

Nazlı_Aladağ: Seni unuttuk yeni arkadaş bulduk, kudur şimdi.

Nazlı_Aladağ: Haftaya da Uludağ’dayız. Şimdi de bunu düşünüp bayıl.

Nazlı_Aladağ: Neyse ben eve geçicem şimdi. Gece cevap veririm. Zaten anca o zaman kendine gelirsin. Dayımlara da selam söyle. <3

Derin yazdıklarıma gülerken arabanın bizim sokağa yaklaştığını fark edince yavaşça toparlanmaya başladık. Caner daha önce buralara geldiği için evimizin olduğu yeri biliyordu. Arda’ya girmesi gerektiği arayı gösterdi. Ortalama bir dakika sonra da bizim apartmanın önüne gelince bizi bıraktıkları için onlara teşekkür ederek araçtan indik, peşimizden onlar da indiler.

“Güzel bir gündü,” dedi Arda gülümseyerek. Harbi sempatik çocuktu.

“İyi ki geldiniz,” diyen Caner’in bakışları Derin’deydi. Daha çok ona diyor gibiydi. Gibisi fazla, direkt olarak ona diyordu. Ben sadece aradaki figürandım. Sadece kuzenim için figüran olmayı kabul edebilecek biri olduğumdan dudaklarım kıvrılmış bir şekilde onları izliyordum.

“Beni davet ettiğiniz için ciddenbsağ olun, kitap yiyecektim yoksa.” Derin bunu hayal etmiş olmalıydı ki yüzünü buruşturdu hemen. Onun bu dediğine gülerken “Valla fena eğlendim, arada yapalım böyle,” dedim, sesimden de gayet eğlenmiş olduğum belli oluyordu. “Ama ben artık eve kaçayım, yoruldum çünkü.” Derin de beni onaylar bir mırıltı çıkardı. Gerçi o eve geçtikten bir saat sonra yine ders çalışacaktı.

Onlarla vedalaşmak için yanlarına yaklaştım. Derin ikisiyle sadece el sıkıştı. Ben de Arda’yla el sıkıştıktan sonra Caner’e sarıldım. Arda’yla bugün tanışmıştım ona böyle yakın olmazdım ama Caner’le arkadaşlığımız çok başkaydı.

Kollarımı Caner’den ayırdığımda gözüme değen bir çift ela gözle kalakaldım. Caner ve Arda bize veda eder gibisinden bir şeyler söyleyip araca geçerken ben sadece o gözlere bakıyordum.

Hemen biraz ileride ellerinde siyah bir ceketle bana doğru bakıyordu. Kafamı birkaç saniyeliğine yanımdaki araca çevirdiğimde Caner ve Arda’nın bize son kez el salladığını gördüm. Hafif bir tebessümle ellerimi kaldırıp salladıktan sonra onların sokaktan uzaklaşmasıyla durduğum yerde öylece kaldım.

Yapabilirsin Nazlı, dedim kendime. Onu üç gündür görmüyorsun, alıştırmış olman gerekiyordu artık kendini dedim. Dedim de dedim. Derin bana seslendiğinde ona cevap vermedim. Kafamı yavaşça kaldırıp Emre’nin dikildiği yere doğru çevirdim sadece. Bir süre sonra ondan da ses gelmedi zaten. Baktığım kişiyi görmüş olmalıydı ki sustu.

Emre hâlâ aynı yerde dikiliyordu. Öylece boşluğa bakıyordu. Araç sokaktan kaybolunca bakışları beni buldu tekrar. Kaşları çatık, yüzü asılmış gibiydi. Adımlarını bize doğru çevirdiğinde Derin içeri geçeceğini, benim de geç kalmamı söyleyerek uzaklaştı yanımızdan. Yine ikimiz kalmıştık bu sokakta, çıkışı da kaçışı da kolay olmazdı.

Aramızdaki mesafe kapanınca derin bir nefes aldım. “N'aber Emre?” dedim normal davranmaya çalışarak. Aferin Nazlı, böyle. Yavaş yavaş kendimize geleceğiz. “Görüşemedik ne zamandır.”

“Kaçmasaydın, görüşürdük,” dedi düz bir sesle. Sinirlenmiş gibi duruyordu.

Bakışlarımı ondan çekip ayaklarıma doğru çevirdim. Fark etmiş olduğuna inanmıyordum. Evet kaçmıştım ama sor niye kaçmıştım? Unutmam lazım seni, izin ver. Eskisi gibi olalım istiyorsan unutmalıydım aşk denen zımbırtıyı. “Kaçmadım,” diye mırıldandım.

“Çok kötü bir oyuncusun.” Bana doğru yaklaştığını hissettim. “Yalan söyleyince göz teması kuramazsın sen,” derken çenemden tutup yavaşça kaldırdı. Siktir kere siktir yani ama ya. Bir uzaklaş. Bir git ya, git. Kalbimle zoru vardı ama valla olmazdı. Bu sefer olmazdı. Gözlerini gözlerime değdirince bu sefer güçlü durmaya çalıştım.

Kafamı hızla iki yana sallarken ondan uzaklaştım. “Ne düşünürsen düşün,” dedim hemen. “Ben eve gideceğim, üşüdüm.”

Dediğim şeyi umursamadan “Kimdi o?” diye sorduğunda kafamı kim kimdi der gibi salladım. “Az önce sarıldığın?”

“Arkadaşım,” dedim omuz silkelerken.

Kaşları merakla havalandı. “Normal bir arkadaş mı?”

“Yok anormal arkadaş,” dedim hayretle. “Ne saçmalıyorsun gece gece Allah aşkına?”

Tekrar bana doğru yaklaştı, o yaklaştıkça ben uzaklaşmaya başladım. Niye geliyordu böyle? Tekrar yaklaştı, tekrar geriye doğru bir adım attım, tekrar yaklaştı tekrar geriye doğru derken tam arkamdaki apartmanın kapısına sırtım değince kalakaldım. Kaçacak yer bulamadım ve o tekrar yaklaştı. Gitsene ya, diye çığlık atsam da için için; susmuş, ona bakıyordum.

“Sen,” dedi tok bir sesle. Elleri tekrar çenemi bulunca nefes almayı bıraktım. Sınırlarımı fazla zorluyordu. “Geldiğimden beri bana niye hiç sarılmadın?” Çenemin üzerindeki parmakları yanaklarıma uzanınca dokunuşuyla titredim. “Oysa,” dedi parmakları yanaklarımı okşarken. “Ben seni deli gibi özlemiştim.”

Sadece yutkundum.

BÖLÜM SONU...

***

Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı bekliyorum.

Yeni bölümde görüşmek üzere...

Bölüm : 07.12.2024 19:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...