@esmacayim
|
1. BÖLÜM Kalp eğer doğru olduğunu düşündüğü kişiyi bulduysa söz geçiremezsin derdi babaannem Şaziye Sultan. Bunu en ön sıradan tecrübe edince ona hak vermek zorunda kalmıştım. Vermiştik bu kalbi birine sonra veryansın uğraşıp durmuştuk. Şimdiki aklım olsa verir miydim bu kalbi ona diye çok düşünmüştüm ama işte aşk akıl işi değildi. Onu sevmeye başladığımda kaç yaşındaydım bilmiyordum ama onu sevdiğimi anladığımda 18 yaşındaydım. O ise beni hiç sevmemişti. Sonra da gitmişti buralardan. Oysa kolay kolay temelli çıkan olmazdı bu sokaktan. Aradan yıllar geçmişti, onu sevmeyi bırakmıştım artık. Ya da öyle olduğunu sanmıştım ama sevmiyorum diyordum kendi kendime. Unuttum artık onu diyerek yok sayıyordum. Nazlı’ydım ben. Unuttum dediysem kendimi buna inandırırdım. Dediğim dedik, bir o kadar da inatçıydım. Ama kırık kalp nasıl tamir edilir, pek anlamazdım. Nazlı’ydım ben. Nazlı Aladağ. Babasının Nazlı kızı. Annesinin tatlı belası, abilerinin kıymetlisi. Onunsa hiçbir şeyi. Babam koymuştu adımı. Hep bir kızı olsun istiyormuş. İki abimden sonra ben doğduğumda çok sevindiğini söylemişti annem. Beni el üstünde tutuyordu. Abimler beni çok şımarttığından yakınsalar da babam her seferinde onlara ağızlarının payını veriyordu. “Tek kızım var benim,” diyordu. “Tabii şımartacağım.” Bir aile apartmanında kalıyorduk. Hal böyle olunca kavga gürültü eğlence gırgır şamata hiç eksik olmuyordu. İlk katta babaannem, dedem ve halam Yasemin, 3. katta biz, 2. ve son katta da amcalarım kendi aileleriyle kalıyordu. Bizim evin en küçüğü bendim. 23 yaşına gelsem de hepsinin gözünde hâlâ 3 yaşındaydım. Bir zamanlar bu apartmanın en haylazlarından biri olunca da hiç büyümüyordum gözlerinde. Kuzenim Derin’le ortalığı ayağa kaldırırdık çoğu zaman. Şimdi sıramızı bizden küçüklere savmıştık. O gidince durgunlaşmıştım. Daha sakin biri olmuştum. Kırılmıştı çünkü küçük kalbim. O kırmıştı. Herkes bendeki değişimin farkındaydı ama nedenini bir türlü anlayamamışlardı. Aradan neredeyse 4 yıl geçmişti. 4 yıl olmuştu onu görmeyeli. Eskiden yazları görürdüm. Sonra gitmiş, bir daha da gelmemişti. Gözlerim çok aramıştı onu. Yaz olacak ve üniversiteden geri gelecek diye çok beklemiştim. Çok beklemiştim balkona çıkınca odasının ışığının yanmasını, sokakta herkese selam vererek geçmesini. Ama ne o lamba yanmıştı ne de o bir sonraki yaz buraya geri dönmüştü. Tamamen gitmişti. Bir süre sonra alışmıştım yokluğuna. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur diyerek unuttuğumu sanmıştım artık onu. Büyümüştüm de zaten. O zaman çocuktum diyip geçiştirmiştim onu sevmelerimi. Uzun zamandır aklımın ucundan bile geçmiyordu varlığı. Gönlümden harbi ırak olmuştu. Unutmuştum onu. Hayatıma birileri bile girip çıkmıştı. Bugün yine zihnime düşmesinini tek sebebi onun geri döndüğümü öğrenmiş olmamdandı. Evet, geri dönmüştü. Onu eskiden sevdiğimi bilen tek kişi olan Derin aramıştı beni. “Emre geri döndü,” demişti. Öylece kalakalmıştım. Bunca yıl sonra niye geldi diye düşünmekten içim içimi yese de “Napalım kızım, geldiyse geldi,” demiştim ona. Onu artık sevmediğime zar zor ikna etmiştim Derin’i. Ağladığım her saniyeme şahit olan da onu unutmama yardımcı olan da oydu. “Burada kalacakmış artık. Gördüğüm ilk yerde saçlarına girişsem mi?” “Ne yapıyorsa yapsın bize ne Derin, sakın öyle bir şey yapayım da deme,” dedim onu uyararak. “İşim var benim. Kapatmam lazım. Akşam bizim parkta buluşalım.” “Öf tamam tamam yapmayız korkma. Akşama çekirdek kola?” “E zaten.” “Tamam gelirken alırım. Akşam tüm dedikoduları da geçerim ben sana.” “Bitanesin.” “Biliyorum.” “Tamam kes şımarma.” dediğimde kahkaha attı.” Kapatıyorum.” Telefonu kapattıktan sonra yatağımın bir tarafına gelişine fırlattım. Bok yemiş de geri gelmiş diye iç geçirdim. Umarım karşıma çıkmazdı hiç. Evi tam karşı apartmanda olduğundan o dediğin biraz zordu, Nazlıcım. Sinirle ayağa kalktığımda aynadaki yüzümü görünce baktım öylece kendime. “Gelsin Nazlı,” dedi aynadaki halim. “Gelsin bize ne? Unuttuk biz onu. 4 yıl oldu.” Derince bir nefes alarak kendime geldim. Sonra odamdan çıkıp soluğu mutfakta aldım. Mis gibi kokular burnuma ulaşınca her şeyi unuttum ve midemin çalan sesine kulak verdim. “Annelerin bir tanesi. Yine döktürmüş ya,” diye konuştum midemin bayram eden sesindeki neşeyi yansıtarak, annemin yanına gelince yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. “Günaydınlar Zeliş Sultan.” Annem gülümsedi, yanağımı öptüğünde “Sana da günaydın başımın belası.” dedi. Elindeki kahvaltılıkları masaya bırakıp bana döndü tekrardan. “Nasıl oldu da erken uyandın bugün?” “Arkadaşlarla buluşmak için sözleştim.” “Zaten gel kahvaltı hazırla desek uyanmazsın.” “Anne ya…” dedim yalandan bi sitemle. “İşe gitmediğim diğer izin günlerimde söz verdiğimde hep hazırlıyordum. Hakkımı yeme.” Çayları doldurduğunda kahkaha sesi mutfağı kaplamıştı. “Tamam tamam kızma. Şaka yapıyorum.” İç mimarlık mezunuydum. Amcamın bir tanıdığının şirketinde işe başlamış, yaklaşık 1 sene kadar da orada çalışıyordum. Keyifli ve yorucu arasında gidip gelen bir iş hayatım vardı ama seviyordum işimi. Bugün izin günümdü. Normalde izin günlerimde camış gibi öğlene kadar uyurdum. Arkadaşlarımla buluşmasam veya o gün sofra hazırlayacağıma dair evdekilere söz vermemiş olsam kesin uyuyor olurdum. Masadaki sigara böreklerinden birine uzandığımda annem hızlıca elime vurdu. “Nazlı kaç kez ayakta yeme diyorum sana. Git elini yüzünü yıka. Abini de uyandır. Hep beraber oturun sofraya.” “Of anne ya!” yüzümü buruşturmuştum. “Anneye of denmez.” “Abimi sen uyandırsan?” dedim tatlı tatlı. “Kavga ederiz biz yine.” “Hadi Nazlım, hadi güzel kızım, işim var daha benim.” Oflaya oflaya mutfaktan çıktım. Abimi uyandırmadan önce banyoya girmeye karar verdim. Ellerimi ve yüzümü yıkadım, ardından şarkı mırıldanarak dişlerimi fırçaladım. Abime biraz daha uyuma fırsatı vermek adına oyalanıyordum. Bu kadar muhteşem kardeşi olduğu için çok şanslıydı. Zirâ odasına girdiğim an uykusunu yerle bir edecektim. Ne kadar fazla uyursa o kadar yararınaydı. Banyoda işim bittikten sonra soluğu abimin odasının önünde aldım, kapıyı çalmadan çat diye açtım. Öküz gibi boylu boyunca uzandığını görünce hiç şaşırmamıştım. Ne zaman erken kalkardı ki zaten… “Abii!” diye seslendim ama bana mısın demiyordu. Yanına gidip sarstım ama asla kalkmıyordu. “Abiii… Kalksana aloo! sabah oldu.” “5 dakika daha,” diye mırıldanınca tepem atmıştı, daha ne kadar oyalanalım be adam, işimiz gücümüz var bizim de. Birkaç kez daha sarsmıştım ama yorganı kafasına çekip beni sallamamıştı. Daha da sinirlenmiştim. Asla kalkmayacağını anladığımda “Aaa… Elif abla, sen mi geldin? Hoş geldin, nasılsın?” diye yalandan bağırdım. Abim Elif ablanın adını duyar duymaz üzerindeki yorganı çekip gözlerini faltaşı gibi açmıştı, hızlıca yatağından fırladı bile diyebilirdim. “Elif mi geldi, hani?” dedi sersem sersem. Gözleri tamamen açıldığında ve Elif ablanın bu saatte burada olmayacağını anladığında ve de yine onu kandırdığımı fark ettiğinde “Bittin sen, Nazlı!” diyerek ağzında bir şeyler geveledi, ben de el mecbur hızlıca topuklamak adına koşar adım hareketlendim yanından. Kapıdan çıkarken ona döndüm, dalga geçerek “Öyle uyanmazsan, böyle uyandırırlar,” dedim ve hızlıca odama gidip kapıyı kilitledim. Peşimden koşsa da kapıyı kilitlediğimden içeri girememişti. Arkadan annemin “Nazlı, Giray! Sabah sabah başlamayın yine,” sesi gelse de ikimiz de takmadık onu. “Aç şu kapıyı Nazlı!” Kapıya vurmaya başlamıştı. Kır bir de, mal. “Aynen açarım, bekle sen!” “Senin benimle derdin ne sabah sabah?” “Uyansaydın sen de, bana ne,” diye bağırırken gardrobumun yanına gidip bugün giyeceğim kıyafetleri çıkardım. Kısa siyah deri etekle birlikte siyah kalın ama ince çorapmış gibi duran uzun çoraplarımı giydikten sonra krem salaş bir kazak giyindim.Hızlıca koyu kestane tonlarında olan uzun ve kendiliğinden dalgalı olan saçlarımı at kuyruğu şeklinde bağladım ve makyajıma başladım. Rujumu sürmeyi kahvaltıdan sonraya bıraktım. Son kez kehribar rengi gözlerime rimeli geçtikten sonra dolaptan siyah deri kürklü kabanımı da elime aldım ve odamdan çıktım. Onun mızmızlanmalarına daha fazla cevap vermeyince abimin sesi kesilmişti. Odadan çıktığımda da kapının önünde değildi zaten. Kesinlikle annemin yanıma gidip bıktım senin şu kızından naraları atıyordu. 26 yaşına gelmiş ama hâlâ velet gibi davranıyordu. Kime çektiğim belli oluyordu. Mutfağa girdiğimde annem, babam ve abim masanın etrafında oturmuş kahvaltılarını yapıyor olduklarını gördüm. Neşeyle yanlarına yaklaştım. Abim mutfaktan girdiğimi gördüğünde bana pis pis bakmaya başlamıştı. “Sen görürsün sonra,” diye ağzında gevelediğini fark ettiğimde kabanımı sandalyenin üzerine asıp “Babacımmm… şu oğluna bir şey söyle, beni tehdit ediyor,” diyerek babamın yanındaki sandalyeye oturup ona sırnaştım. “Giray, uğraşma kızımla,” diyerek onu uyarınca babama sıkıca sarılıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. “Canım babam ya bitanesin.” “Sen de öylesin prensesim.” “Çok şımarttınız bu kızı çok.” Kafasını olumsuzca iki yana sallayıp boş yapıyordu. “Bir kere çağırınca kalksaydın sende.” “Nazlı, Giray tamam susun. Sofrada yapmayın bari.” Annemin siteminden sonra ikimiz de susup kahvaltımıza döndük. Ama birbirimize ters ters bakmaya devam ediyorduk. Hatta ona dilimi bile çıkartmıştım. Sabır çekip durmuştu. Giray abim en küçük abimdi. 26 yaşında bir türlü evlendiremediğimiz canım abim, evde kalınca başımızı yiyordu. Mahalleden neredeyse 3 yıldır komşumuz olan Elif abladan hoşlanıyordu. Elif abla iyi kızdı, severdim onu. Abimle aynı yaştaydı. ikisi de mahalleye yakın bir okulda öğretmenlik yapıyordu. Elif abla atanınca taşınmıştı buraya. Abim de görür görmez tutulmuştu ona, tutulmayacak kız da değildi şimdi. Sarı saçları, masmavi gözleri vardı. İnanılmaz güzel birisiydi. Kalbi de bir kendi kadar güzeldi. Abimin onu sevdiğini de bilen bir bendim, bir de benim bildiğim her şeyden haberdar olan kuzenim Derin'di. Abim matematik öğretmenliği yapıyordu evdeki şu tüm ciddiyetsiz hallerine rağmen. Elif abla da ingilizce öğretmeniydi. Abim ne kadar ona aşıksa Elif abla da bir o kadar boş değildi ona karşı. Onu görünce arada heyecandan eli ayağı birbirine giriyordu. Bir de beraber aynı evde kaldığı kardeşi Sedef de iyi anlaştığım arkadaşlarımdan biri olunca da bazen onun evine gidiyordum. Çaktırmadan abimi sorduğu oluyordu bana. Arada e artık sevgili olup evlenin de iki düğün yapıp göbek atalım, çürüdü bu mahalle düğünsüzlükten dememek için kendimi zor tutsam da günün sonunda abimin ağzıma sıçacağını bildiğimden köşeme çekilip Derin'le çekirdek kola eşliğinde ikisinin dedikodusunu yapıyorduk. Herkesin dedikodusunu yapıyorduk. Bir de büyük abim vardı. Serdar. Kendisi 29 yaşında ve evliydi. Sibel ablayla çocukluklarından beri birbirlerini seviyorlardı. Her anlarına şahit oldum bile diyebilirdim. 4 yıldır da evliydiler. Bir de bana benzeyen küçük bir kızları vardı. Abim evlenince senden kurtulurum sanıyordum, şimdi birdiniz iki oldunuz diyordu. Canım yeğenim iyi ki bana çekmişti. Bezdir onu aşk bahçem, daha da bezdir. Serdar Abim ve Sibel abla da bu sokakta kalıyordu. Birkaç ev vardı aramızda. Anlayacağınız üzere bu sokağa giren kolay kolay çıkamıyordu. Giden de şöyle paşa paşa geri dönüyordu. Yeteri kadar yediğimi düşündükten sonra "Ben doydum canım ailem ve diğerleri. Kalkıyorum. Arkadaşlarım bekler beni,” diyerek ayaklandım. Abimin delici bakışları beni bulmuştu ama sallamadım. “Paran var mı Nazlım?” Oy canım babam ya. Çalışsam da hâlâ param var mı yok mu sorardı. “Var babacım,” diyip, yanına giderek yanağından öptüm kocaman. “Daha yeni maaş aldım.” “Olsun sen yine biterse söyle.” “Emredersiniz Gökhan bey,” dedim neşeyle. Sonra annemin yanına geçip onu da öptüm. “Ellerine sağlık Valide Sultanım. Söz bir dahaki kahvaltı ve bulaşıklar benden.” “Ben bunu unutmam diyeyim.” “Ne zaman unuttun ki?” Düşünür gibi yaptı. Sonra kafasını gülerek iki yana salladı. “Hiçbir zaman.” Sofradaki herkes gülmüştü. Seviyordum hepsini ya. Çok seviyordum. Şu an bana e hani ben diye bakan canım abimi bile. Kavga etsek de çok severdik birbirimizi. Bana aşırı düşkündü. “Ay tamam ağlama, seni de öperiz,”diyip yanına gidip öptüm onu da. Gülümsediğini görsem de “öf kızım ya yalama yaptın suratımı,” diye söylenmişti. “Isırmadığıma dua et sen.” “Sıkıyosa yapsana.” “Gör bakalım nasıl yapıyorum,” diyip kollarımı arkadan boynuna sardım. “Kızım bir yerinde dursana,”diyerek çekiştirmeye başladı beni. “Bu çocuklar beni kalpten götürecek Gökhan,” diyordu annem. “Boşver Zelişim, eğleniyor çocuklar.” “Bıraksana kızım, hayvan mısın?” “Bırakmıyorum, kaşınmasaydın sen de.” “Nazlım,” demişti babam. “Geç kalmıyor muydun sen?” “Oha… valla geç kalıyorum.” diyerek abimin boynundan kollarımı ayırıp oturduğum sandalyenin üzerinden kabanımı aldım. Abim kendi kendine arkamdan söyleniyordu, onu sallamayıp odama koştum. Telefonumu, çantamı ve kulaklığımı odamdan aldıktan sonra hızlıca bordo rujumu sürüp hole doğru koştum. Ayakkabılıktan dizlerimde biten botlarımı da çıkardıktan sonra panduflarımdan kurtulup hızlıca giyindim onları ve kendimi apartmanın dışına attım. Caddede yürürken kulaklığımı kulağıma geçiriyordum ki annemin bana seslendiğini işittim. “Nazlı… Nazlı…” Kafamı kaldırıp bizim eve doğru bakınca onu camda gördüm. “Bereni de tak kafan üşümesin.” Elindeki ipe bağladığı poşetle 3. kattan kırmızı beremi bana gönderiyordu. “Ay unuttum ben onu, canım annem ya.” Annemin uzattığı poşetten beremi çıkarır çıkarmaz ona öpücük atıp el salladım. “Gecikirsen haber ver,” diyordu. “Tamam,” diyip tekrar el salladıktan sonra beremi kafama geçirdim, ardından durağa doğru yürümeye başladım. Yürürken etrafı izliyordum. Bu mahallenin her bir köşesinde binlerce anım vardı. Apartmanın olduğu kadar mahallenin de haylaz çocuğuydum ben. Herkesle oynardım. Tüm oyunları da ben kurardım. Hatta sürekli oyun oynayalım diye beni çağırırlardı. Annem bu yüzden az kızmazdı bana. “Tüm mahalleyi sen topluyorsun başıma.” derdi sürekli. Onu hiç sallamazdım. Ben genelde kimseyi sallamazdım. “Kız Nazlı nereye böyle.” Ayşe Teyze ve dedikoducu tayfasıydı bunu soran. Mahallede ne var ne yok, kim kiminle evlenmiş, kim kime kaçmış, kim kimi boşuyor her şeyi bilirlerdi. Benim de dedikodu merkezimdiler. Çoğu şeyi onlardan öğrenirdim. Durup onlara döndüm. “Arkadaşlarla buluşcam Ayşe Teyze, sizden ne haber, var mı dedikodu?” “Olmaz mı…” diyerek ellerini salladı Ayşe Teyzenin ekürisi Zekiye Teyze. “Geçen Fatma'nın kızı istemeye gelmiş diyorlar.” “Hadi canım, kim? Cevat abi mi?” “Kız sen nerden biliyorsun onları?” diye sordu merakla Ayşe Teyze. Çok bilmişçe baktım onlara. “Ayıp ettiniz, benden kaçar mı?” “Bize niye söylemiyorsun kız Nazlı, biz sana her şeyi söylüyoruz olmaz böyle.” “Söz,” dedim elimi kalbime götürerek. “Bir dahaki dedikoduyu Derin'den sonra direkt size söyleyeceğim.” “Ha unutmam buni,” diyen Rize’li çiçeğimiz Gülnihal Teyzemdi. “Bileyrum Teyzem, unutmazsun.” Hepsine el salladım gülümseyerek. “Bu kız kaçar.” “İyi eğlenceler Nazlı kızım.” Hepsiyle vedalaştıktan sonra tam oradan uzaklaşmaya başladım ki Gülnihal Teyze’nin “kız Hasan’ın uşak gelmiş ta Ankara’dan. Koskoca doktor olmuş diyılar. E artık dizlerum içun ona ciderum da. İyi etmiş, aferin o uşağa,” demesiyle adımlarım yavaşladı. Gerçekten geri dönmüş. Kafamı iki yana sallayıp ilerlemeye başladım. Dönerse dönsün dedim kendi kendime. Artık sevmiyordum onu, unutmuştum çoktan. Şu an kalbimin sıkışması sadece onun geri gelmiş olmasına şaşırmamdan kaynaklanıyordu. Başka bir şeyden değil. Durağa vardığımda telefondan otobüsün gelmesine kaç dakika var diye baktım. Daha on dakikam olduğunu görünce biraz sosyal medyada gezinmeye karar verdim. Arkadaşlarımın attığı reelslara tek tek baktıktan sonra otobüsümün yaklaştığını görünce kartımı çıkarıp otobüse bindim. Yol boyunca müzik dinleyip yolu izledim. Setbaşı’na vardığımda otobüsten indim. Etrafı seyrederek her zaman buluştuğumuz kafeye doğru yürümeye başladım. Bursa’nın kışları yüzüme çarpan soğuğunu ve soğuk renklerle kaplı olan bu manzarasını çok seviyordum. Huzur veriyordu bana. Liseden arkadaşlarımla buluşacaktım bugün. Her yıl mutlaka bir iki kez buluşurduk. Onca zaman görüşmesek bile sanki o buluşma anında hep yan yanaymışız, araya sanki hiç zaman girmemiş gibi sohbet ederdik aynı samimiyetle. Gülüp eğlenir, sonra yemek yer, dağılırdık. Bazılarıyla ayrı ayrı olarak da görüşüyorduk bazen. Kafenin önüne vardığımda bana doğru yürüyen Caner’i gördüm. Kumral saçlarının bir tutamı alnına düşmüştü. Yine sakalsızdı. Sakalı kendine hiç yakıştırmaz ve aska bırakmazdı. Beni görünce gülümsedi. “Oo… Naber Nazlı Hanım,” diyip kollarını açıp bana sarıldı, neşeyle karşılık verdim ona. Caner sevdiğim bir arkadaşımdı. Benden 1 yaş büyüktü ama o ilk senesinde okulu sallamadığı için kalmıştı, ben liseye başladığımda aynı sınıfta okumuştuk. Lisede önümde oturmuştu ilk 2 yıl boyunca. Sonra ben eşit ağırlığa geçince ayrı sınıflara düşmüştük. Yine de sürekli görüşürdük. Zamanında az kopyalaşmamıştık. Beraber çok fazla vakit geçirmiştik. O en son bıraktığımda hâlâ üniversiteyi okuyordu. Aptal biri değildi, oldukça zekiydi. Çalışınca çok iyi yapıyordu ki Endüstri mühendisliğini kazanmıştı. Ama hem dersleri zordu hem de üniversiteyi asla sallamıyordu. Oradan da kalmış ve sürekli okulu uzatmıştı dünya yansa umurumda olmaz diyen arkadaşım. Bursa'ya da en son yatay geçiş yapacağım diyordu ama durum ne alemde bilmiyordum, hiç haberleşememiştik. Kollarımı ondan ayırdıktan sonra “İyilik sizi sormalı Caner Bey, ne var ne yok?” diye sordum merakla. “Ne olsun be Nazlı, sürünüyoruz.” “Bitmedi mi hâlâ şu okul?” diye sordum hayret edercesine. “Geçiş yaptın mı bari Uludağ'a? Hiç haberleşemedik.” “Ne bitmesi, yine uzattık çok şükür.” diyerek yine ne oldu dememe izin vermeden ellerini geçiştirir gibi salladı. “Uzun hikâye. Geçiş de yaptım Uludağ’a. Neyse hadi içeri girelim üşüme daha fazla. Sonra konuşuruz.” Kafamı olumlu anlamda aşağı yukarı salladıktan sonra önde ben, arkamda o, kafeden içeriye geçtik. Bizimkileri az ileride koyu bir sohbete dalmış bir halde görünce adımlarımızı o yöne çevirdik. “İşte ben de ne yapayım, mecbur otostop çektim,” diye konuşan Merve’ye “hiç şaşırmadım, biliyor musun,” diyerek yanıt verdiğimde hızlıca arkasını döndü, beni görünce gözleri kocaman açıldı. Neşeyle ayaklanıp kollarını açtı. “Ay Nazlı kuşum.” Birbirimize sıkıca sarıldık. “Çok özledim Mervoşum.” “Ben de aşkım, ben de.” “Ay saçlarını ne zaman boyadın, aşık oldum.” Kumral, omzuna dökülen saçlarıyla oynadım. Eskiden daha sarıydı. Öyle de yakışıyordu ama bu yeni haline de bayılmıştım. “Aşkım İki gün oldu boyayalı, beğendin mi?” Son harfi uzatmıştı heyecanla. “Bayıldım, yıkılıyor.” Daha sonra diğerleriyle sarılıp selamlaştık. Caner bana ve kendine bir sandalye çekince oturup sohbete dahil olduk. Totalde 7 kişilik bir arkadaş grubuyduk. Ben, Cener, Merve, Duru, Cihan ve Banu buradaydık ama yine bir kişimiz eksikti. Merve Hemşirelik okumuş, ardından da Bursa’ya atanmıştı. Üç ay kadardır da çalışıyordu ve çok çalışıyordu. Boş günlerimizi denk getirdiğimizde ayda bir görüşebiliyorduk onunla. Duru İzmir’de İktisat üzerine yüksek lisans yapıyordu. Tatil olduğu için buraya gelmişti, neyseki buluşmayı denk getirebilmiştik. Banu, Antalya’da turizm okumuştu. Orada yaşıyordu artık. Birkaç günlüğüne gelmişti buraya. Cihan hukuk okumuştu. İstanbul’da okumuş, mesleğini de İstanbul’da devam ettirmek için orada yaşamaya karar vermişti. O da Banu gibi bizim için birkaç günlüğüne buraya gelmişti. Bir de Ali vardı, o da Caner gibi okulu uzatmış ve okumaya devam ediyordu. Erzurum’da Makine Mühendisliğini kazanmıştı, Bir gün bitirecek inşallah diye ümit ediyorduk. Üniversiteler ara dönem tatiline girdiği için Bursa’ya gelmişti. “Ali nerede?” diye sordum cevabına emin olduğum halde. Tabii ki geç gelecekti. “Sence?” “Kaçta geliyor bu sefer, biz çıkınca mı?” diye sordum bıkkın bir şekilde. “Yok yok,” diye araya girdi Cihan. “Bu sefer geç kalmaz, akşam playstationa gideceğiz beraber.” Caner kaşlarını çattı. “Benim niye haberim yok lan, piç miyim?” “Artık var işte.” Omuz silkmişti. “Geliyosun di’mi?” “Herhalde.” Onların oyun muhabbetine burun kıvırıp Merve’ye döndüm. “Eee… Sen niye otostop çekiyordun?” “Geçen sene oldu bu üniversite son sınıftayken.. Yurttaki kızlarla konsere gitmiştik. E biz 4 mal fotoğraf çekinmekten son otobüsü kaçırmışız. Sonra yolda kaldık. Taksiye binecek para da kalmamış cepte. Ay sonuna geldik, e bizim para da hakkın rahmetine kavuştu. Yürü yürü gitsek olmayacak, ilerisi pek tekin durmuyordu. Biz de el mecbur otostop çektik.” “Ay valla sizinki de iyi cesaret,” dedim şaşkınlıkla. “Sonra ne oldu, durdu mu biri?” “Durdu durdu,” dedi kahvesinden yudum alırken. O sırada Caner bana ve kendisine çay söylemişti. Garson onu önümüze koydu. Herkes çay sever biri olduğumu bilirdi. “Genç bir kadındı,” diye devam etti Merve. “Bizi görünce direkt aldı arabasına. Minibüs durağına kadar götürse bile yeterdi. Onların seferleri daha fazlaydı ama kadın Allah razı olsun yurdun önüne kadar bıraktı hepimizi. Gece gece bizi duraklarda bırakmak istemediğini söyledi.” “Ne iyi yapmış ya,” dedi Duru. “Şerefsiz bol ortalıkta.” “Çok haklısın,” diye destekledi onu Banu. “Virüs gibiler.” “Araba aldığımda ben de canım hemcinslerimi yolda bırakmayacağım asla,” dediğimde hepsi bana gülmüştü. “Sen önce ehliyet al,” diyen Caner’di. Ona dönüp kaşlarımı çattım. “Aldık onu canım,” dedim alayla. “Hadi canım!” Şaşırmıştı Cihan. “İyi sürebiliyor musun bari?” Sesindeki dalgayı ciddiye almadım. Abim bana araba sürmeyi öğretmeye çalıştığında nasıl sinir krizi geçirdiğini bir mallık yapıp anlatmıştım onlara. Sürekli bunun dalgasını yapıyorlardı. “Süremeseydim vermezlerdi o ehliyeti kardeşim.” “Sen bunları sallama aşkım, hayırlı olsun.” Merve’ye dönüp öpücük attım. “Teşekkürler Mervoşum.” Banu ve Duru da hayırlı olsun dileklerini iletmişti. Erkeklerin tebriklerineyse burun kıvırmıştım. Bir süre daha sohbet etmiştik. Lise yıllarından, yaptığımız haylazlıklardan, dersi ekip kaynatmalarımızdan, mezniyetimizden kısacası her şeyden konuşmuştuk. Kahkahamız hiç eksik olmamıştı masadan. Bir süre sonra Ali de aramıza katılmıştı. Hep geç uyandığından buluşmalara geç gelirdi, yine öyle olmuştu. “Ee,” diye döndü Duru bana. “Senin Mert’le ilişki nasıl? Ayrıldın mı ondan da?” “Malın teki çıktı,” dedim iğretiyle kafamı iki yana sallarken. “Hayır yani bir insan bu kadar aptal olamaz ya. Tipine kandım ama kafası bomboş. Beyninden almışlar, tipine vermişler diyebilirim. İki sohbet edelim diyoruz, bomboş bakıyor. Patladım en son. Ben ayrılmak istiyorum diyip bitirdim.” “Şu geçen yaz tanıştırdığın lavuktan mı bahsediyorsunuz?” diye sordu Caner merakla. Onu olumlu anlamda yanıtladığımda sandalyeye yayılarak pişkince sırıttı. “E ben sana onun görür görmez bu herif beyinsiz demiştim.” “Öf sus,” dedim, onun daha fazla ben demiştim naralarını dinlemek istemiyordum. Her erkek arkadaşımla dalga geçiyordu ve ne dediyse çıkıyordu. Gün sonunda bir bakmışım ayrılmış oluyordum. Bir süre daha konuştuk. Herkes acıkınca yemek yemek için ayaklanıp farklı bir yere geçtik. Orada da bir süre daha oyalandıktan sonra günü tamamladık. En yakın zamanda tekrar bir buluşma yapalım diye sözleşikten sonra vedalaşıp ayrıldım yanlarından. Erkekler beraber bir yere geçecekti, kızlar da evlerine gidecekti. Onları gerçekten özlemiştim. Güzel vakit geçirmiştik. Otobüs durağına geçerken bugün çektiğimiz fotoğraftan en beğendiğimi instagramda story olarak atıp hepsini etiketledim. Kalan fotoğrafları da ortak grubumuzdan onlara attım. O sırada beklediğim otobüsüm de gelince hızlıca kendimi içine atıp buluğum ilk boş yere oturdum ve yolun bitmesini, ardın da evime varmayı bekledim. Yarım saatten fazla süren otobüs yolculuğum sonunda sona erince evime doğru yürüdüm. O sırada kulağımda Dedüblüman’dan “Belki” çalıyordu. Hızlı adımlarla eve doğru ilerlerken karşımdan benim olduğum yere doğru gelen birini gördüm. Adımlarım yavaşladı istemsizce. Kalp atışlarım hızlandı gibi oldu. Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Şarkı devam ediyordu. Susturmak istedim, başaramadım. Duyamadım, gidişin sessizdi. Bilemem ki ben yarın Sessizce döner misin? Sanmam ki… Adımlarım ona yaklaştıkça bakışlarımı ondan çekmek istedim, beceremedim. Değişmiş ve değişmemiş gibiydi. Değişmişti; eskiden sakalları yoktu, şimdiyse kirli sakal bırakmıştı. Değişmemişti; yürüyüşü, hareketleri hâlâ aynı gibiydi, ezberimdeki gibi, koyu kahve saçları hâlâ dağınık duruyordu. Sahi, eğer onun döndüğünü duymamış olsaydım nasıl tepki verirdim şimdi? İnanabilir miydim gerçekten döndüğüne? Yoksa hayal gördüğümü mü düşünürdüm? Şu an bile hâlâ gerçek olduğuna inanamıyordum. Dönmüştü ve karşımdaydı. Acaba niye dönmüştü? Abimle en sonki 4 yıl önceki konuşmasında bir daha dönmem gibi demişti oysa. Ne değişmişti? Sıkılmış mıydı başka şehirde? Özlemiş miydi buraları? Daha beni fark etmemişti, elindeki telefonla ilgileniyordu. Görmemiş gibi yapsam ne olurdu? Konuşmak zorunda değildim ki hem? Ki o benimle konuşacak mıydı ki sanki? Bir vedayı çok görmüş, sonrasında da bırakıp gitmişti çocukluk arkadaşlarını. Onu görmemiş gibi yapıp gözlerimi çekecektim ki “Kız Nazlı, nerden böyle?” diye birden camdan konuşan mobese Cevriye ablanın sesi sokağı sarınca ağlamak istedim. Şimdi sırası mıydı abla ya gözünü seveyim? Yürümeyi bırakıp, kulaklığımın tekini çıkardım, Cevriye Ablaya dönünce bıkkınca nefesimi verdim. “Arkadaşlarla buluştum abla.” Onun bakışlarının bana döndüğünü hissediyordum. Adım sesleri durmuş gibiydi sanki. “Fıstık gibi olmuşsun kız,” dedi beni süzerek. “Yok mu birileri? Geçenki gelen kimdi?” Şimdi durup şurada ağlayacaktım. Cevriye abla ve onu ilgilendirmeyen her şeye burnunu sokma hobisi çok yanlış bir zamanda beni bulmuştu. “Arkadaşım abla, arkadaşım.” Ona hızlıca el salladım beni salması adına. “Hadi ben kaçar, annem bekler beni.” Arkamı döner dönmez bakışlarım onunla buluştu. Hâlâ aynı yerde dikiliyordu. Gitmemişti. Niye gitmemişti? Gözlerim gözlerine değince usulca nefes verip yürümeye devam ettim. O da adımlarını bana doğru yöneltti. Gözleri hâlâ üzerimdeydi. Aramızdaki mesafe kapanınca tam yanından çekip gidecektim ki adımlarını durdurdu, durmak zorunda kaldım. “Merhaba,” dedi ela gözlerini gözlerimden ayırmayarak. Kaşlarım çatılmıştı. Niye konuşmaya çalışıyorsun ki sanki? Benden bir cevap alamayınca tekrar konuştu. “Hatırlamadın mı beni, Naz?” “Nazlı,” diye düzelttim onu. Sorduğu soruya cevap verme gereksinimi duymadım. “Adım Nazlı.” Gülmüştü. “Eskiden de sana Naz derdim, Naz.” “Eskiden evet. Eski yani. Geçmiş gitmiş.” Eskiden Naz demesi çok hoşuma giderdi. Çünkü bir tek o Naz derdi bana. Çok özel hissettirirdi. Artık desin istemiyordum. “Hâlâ eski Naz'sın.” “Değilim,” dedim keskin bir tonla. Eski Nazlı severdi onu, çok aşıktı ona. “Çok zaman geçti üstünden. Büyüdüm ben.” “Evet,” dediğinde gözleri gözlerimi buldu. Gözlerimin içine bakarak konuştu. “Büyümüşsün.” “Niye geldin?” Sesim istemsiz sitemli bir şekilde çıkmıştı. “Sıkılmıştın buralardan, öyle diyordun abime en son?” abime dediğim kısmı özellikle bastırmıştım. “Naz, sen bana sinirli misin?” “Ben sana niye sinirli olayım, Emre?” dedim kendimle çelişip, sinirli konuşurken. “Sen benim hayatımda mısın ki sana karşı herhangi bir duygu besleyeyim?” Şaşırmıştı. “Biz beraber büyüdük, Naz. Değil miyim hayatında?” “Değilsin!” dedim bir hışımla. “4 yıl oldu, Emre. 4 yıl. Öyle senin her yaz burada olmandan bahsetmiyorum ben. 4 yıldır hiç gelmedin sen. Arayıp sormadın bile. Sence sen benim hayatımda mısın?” “Naz…” Sesinde pişmanlık vardı. Umurumda da değildi. “Nazlı. Adım Nazlı. Şunu demeyi kes.” “Ben seni aradım ama açmadın ki hiç.” “Çünkü sana kızgındım,” dedim sitemle. “Bir daha dönmeyeceğini söylemişsin abime. Ben bunu senden değil, ondan öğrendim. Kırılmıştım. Ama sen bir daha hiç aramadın. 4 yıl sonra gelmen bir şeyi değiştirmiyor yani. Şu an bu sokağa gelen herhangi birisin benim için. Ben o çocukluk arkadaşımı geçmişte bıraktım, sonra da büyüdüm.” “Naz, seni böyle kırdığımı bilmiyordum ben, cidden çok özür dil-” “Dileme,” diyerek lafını kestim. “Artık kırgınlık beslemiyorum sana karşı. Neyse, annem bekliyor. Gidiyorum ben.” Konuşmasına fırsat vermeden yanından çekip gittim. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Böyle bir tepki beklemiyor olsa gerekti. Ama haketmişti. Benim ilk aşkımdan önce o benim çocukluk arkadaşımdı. Beni böyle bırakıp gitmesi çok kırmıştı kalbimi. Ben onun gelmeyeceğini bile abimden öğrenmiştim ya. Haksızlıktı bu bana. Evet, daha sonra aramıştı ama çok kırılmıştım, açmak istememiştim o an telefonlarını. Ama aradan zaman geçince özlemeye başlamıştım, o ise hiç aramamıştı. Unutmuştu beni. Öyle eskisi gibi olmamı bekleyemezdi benden. Buna hakkı yoktu. Eve geldiğimde ayakkabılarımdan kurtulup panduflarımı giydim ve hızlıca odama attım kendimi. Eşyalarımı da gelişine bir yerlere fırlatmıştım. Üstümde sinir vardı. Günümü resmen çöp etmişti. Neden şimdi karşıma çıkmıştı ki? Ben daha karşıma çıkma ihtimaline alıştırmamıştım kendimi. Hazır değildim buna. Şu an burda oluşunun bile idrak edemiyordum. Cidden geldiğini duymamış olsaydım nasıl tepki verirdim kestiremiyordum bile. İyi bile idare ettiğimi düşünüyordum. Kıyafetlerimden kurtulurken ona sövmeye devam ediyordum. “Hâlâ eski Nazsın dedi ya, aptal sen beni en son gördüğünde ergen velet sayılırdım ben,” dediğimde üzerimdeki kazağı çıkarıp yatağa fırlatıyordum. “Geri zekâlı! Ay sinirlerimi bozdu ya, şuraya çöküp ağlayacağım sinirden resmen!” Siyah renkte olan sweetimi söylene söylene giyiyordum. Etek ve çorabımı da çıkarıp siyah eşofman altımı giyindikten sonra sinirle kıyafetlerimi topladım. Telefonumla birlikte odamdan çıktım. Annem evde değildi, üst kata yengeme çaya çıkacağına söylemişti ben eve girerken. Abim de dışarıda arkadaşlarıyla buluşmuştu. Bugün haftasonu diye çalışmıyordu. Babam ise kafeye geçmişti. Yıllardır işlettiği bir kafe vardı, metro durağına yakın bir yerlerde. Evimizden de birkaç sokak yukarıdaydı. Neredeyse her gün giderdi. Yanında çalışanı olsa da bazen boş günlerimde Derin'le birlikte ona yardıma giderdik. Keyifli geçerdi. Oturma odasına geçtiğimde televizyonu açtım ama izleyecek bir şey bulamadığım için youtubea bağlandım ve muhteşem yüzyıldan herhangi bir bölüm açıp abur cuburlarımla beraber koltuğa yayılarak bölümü izlemeye başladım. Entrika kafamı dağıtırdı en azından diye düşündüm. Bölümü izlerken Hatice Sultan’a sövmekten derdimi unutmuştum. Hayatımda şu kadın kadar mıymıntı ağlak birini görmemiştim. Sinirlerimle oynamıştı resmen. Neyseki Hürrem Kraliçem hamleleri ve laf sokmalarıyla sinirlerimi az da olsa almıştı. Müthiş bir kadındı. Yeni bir bölüm daha izleyecektim ki çalan zille bölümü durdurup oflaya oflaya kapıyı açmaya gittim. “Neden kimse anahtarını yanına almıyo-” diye söyleniyordum ki karşımda gördüğüm kişiyle öylece bakakaldım. Karşımda Serkan'ı görmek beklediğim son şey bile değildi. “Serkan?” dedim şaşkınlıkla. “Nazlım.” “Ay sen ne zaman geldin?” diyerek kollarımı boynuna doladım heyecanla. “İnsan haber verir, geri zekâlı.” Serkan dayımın oğluydu. Benim de Derin'den sonra en sevdiğim kuzenimdi. Benden ve Derin'den bir yaş büyüktü. Onlar İstanbul'da yaşıyordu. İstanbul buraya yakın olduğu için her iki taraf da böyle çat kapı birbirimize gidebiliyorduk. Uzun zamandır iki taraftan da giden gelen olmuyordu. Serkan'la da en son geçen hafta telefonda görüntülü konuşmuştuk. Onu görmeyi cidden özlemiştim. “Sürpriz yapmak istedim.” Sarılma faslını bitirdikten sonra onu içeriye aldım. “Ee hangi rüzgâr attı seni buraya?” “Özledik geldik işte kızım, sen gelmeyi unutunca biz gelelim dedik.” “Boş muyuz sanki?” dedim sitemle. “Çalışıyoruz.” Kıyafetlerimi baştan aşağı süzdü. “Görüyoruz.” Sesi aynen kesin öyledir der gibi çıkmıştı. Koltuğa oturduğumda kafamı iki yana bıkkınca salladım. “Var ya iyi ki bir izin günündeyim, herkes de bir imalar bir imalar…” “Tamam tamam sinirlenme,” dedi yanıma oturduğunda, gülerek abur cuburlarıma uzandı. “Halam nerede?” “Amcamlara gitti. Gelir birazdan.” “Ben açım.” “Ne yapayım?” Omuz silkip dizimi tekrar oynamıştım. “Yok mu yemek?” “Git bak var mı?” “Misafirim kızım ben.” “Ya bi kes,” dedim. Abur cuburlarımı ondan alıp dizime odaklandım. “Misafirmiş. Ben daha misafirim şu evde.” “Hadi be Nazlım. Valla çok açım.” “Gelir gelmez beni yoruyorsun Serkan. Geri mi gitsen acaba?” Televizyonu kapattım bıkkın bir şekilde. Ayaklandığımı görünce sevinmişti. Kaşlarımla kapıyı işaret ettim. “Düş önüme.” İkimiz de birlikte mutfağa girdiğimizde annemin çoktan hazırlamış olduğu yemeklerden biraz ısıtıp önüne koydum. Hazır ona doldurmuşken kendimde yiyeyim bari diye düşündüm. Birlikte bir şeyler yiyip dayımlar ve bizimkiler hakkında sohbet ettik. Dayım İstanbul'da olmaktan her gün şikayet ediyormuş yine. O kalabalığa yıllardır alışamıyordu ama inatla da orada yaşamaya devam ediyordu. Bir düzenleri vardı orada, e haliyle de bozmak istemiyorlardı. Bu yine de şikayet etmesine engel değildi. Serkan, dayısının şirketinde mimarlık yapıyordu. 2 hafta izin aldığını ve o iki haftayı Bursa'da bizimle geçirmek istediğini söyledi. Bunu erkenden haber vermediği için ona biraz kızmıştım. En azından bana söyleseydi yıllık izin ayarlardım. Yarın bunu halletmeye çalışacaktım. O buradayken işe gitmek istemiyordum. Yemeğimizi bitirdikten sonra bulaşıkları Serkan’nın makineye dizmesini istemiştim. Paşa paşa yapmıştı. Ben de masayı sildikten sonra oturma odasına geçip bir şeyler izledik. Serkan Muhteşem Yüzyıl’ı sevmezdi pek ama benim yüzümden izlemek zorunda kalmıştı. Bir iki saat de onun isteğiyle Breaking Bad’den birkaç bölüm izledikten sonra annem eve gelmişti. Serkan’ı görünce hem çok şaşırmış hem de çok sevinmişti. Daha önce haber vermediğim için de bana bir posta kızmıştı ama birlikte takılıyorduk, aç da bırakmadım biricik yeğenini dediğimde daha fazla üstelememiş, konuyu kapatmıştı. Hava kararmıştı. Abim ve babam da eve gelmişti. Serkan’ı görünce onlar da çok sevinmişti. Koyu bir sohbete dalmışlardı ardından. Bir baktım topluca maç izlemeye başlamışlardı. Abim, babam, dayım ve Serkan ne zaman yan yana gelse sonu bir şekilde futbola bağlanıyordu. Sıkıntıdan patlıyordum ki zil sesi duyunca “Sonunda,” diye mırıldandım. Annem ayaklanıyordu ama onu durdurdum. “Ben bakarım,” dedim ayağa kalkarak. “Derin gelmiştir, parka geçeriz biz.” “Geleyim mi?” Serkan’a dönüp burnumu kırıştırdım. “Maçını izle sen.” Sesimdeki siteme sırıtmıştı. “Peki sen bilirsin.” “Hainsin.” Maçı bırakıp gelmek istemediğini biliyordum. Beni sattığının farkındaydı, daha sonra ağzına sıçmamam için bu teklifi yapmıştı ama yemezlerdi. “Sal çocuğu,” diyen abime “Sen bi sus ya kara kedi. İnşallah yenilirsiniz,” diye söylenerek yanlarından uzaklaştım. Arkamdan abim “ lafını geri al!” diye bağırmıştı Kapıyı açtığımda annemin “Üstüne bir şeyler al, üşütme,” diye seslendiğini işittim. “Tamam,” diye seslenerek bana kaşlarını çatarak bakan Derin’e kollarımı açtım sarılmak için. “Açmasaydın.” “Ağlama anlatacağım, sarıl önce.” Beni kırmayıp kollarını açtı. Birbirimize sarıldıktan sonra ceketimi aldım ve evden çıktık. Serkan’ın geldiğini ve abimle klasik tartışmamızı yaptığımı ondan geç kaldığımı açıklama faslını bitirdikten sonra gün içinde neler yaptığımı anlattım ona. O sırada parka varmıştık. Her zaman oturduğumuz banklara geçip yayıldık. “Onu bunu boş ver bu Emre malını gördün mü sen hiç?” “Gördüm maalesef. Sinirlerimle oynadı iki dakikada.” “Oha!” dedi heyecanla. “Ne oldu lan?” “Ben eve gelirken karşılaştık işte, bana selam verip bir de tanımadın mı beni Naz dedi.” “E senin kafan atmıştır Naz dediği için.” Kola ve çekirdeği bana uzatıp heyecanla dinlemeye devam etti beni. Kafamı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. “Hem de ne atma. Bana öyle deme, adım Nazlı dedim. O ne dedi biliyor musun?” “Ne dedi?” “Eskiden de öyle diyordum, Naz dedi. İyice delirdim. Eskidendi o geçmiş gitmiş dedim gelmiş bana diyor hâlâ eski Naz’sın sen.” “Siktirsin ordan. Nereden biliyormuş eskisi gibi olduğunu. Bir hoşça kal bile demeden defoldu gitti.” “Ben de öyle dedim. Sonra diyor sen bana sinirli mısın Naz? Bir çakacaktım orada.” “Keşke çaksaydın.” Çekirdeğini çıtladı. “Ne siniri alt tarafı 4 yıldır arayıp sormadın.” “Dedim ki ben sana niye sinirli olayım. Sen benim hayatımda mısın ki? Öyle kalakaldı.” “Çakmışsın lafı! Ay kızım müthişsin,” dedi gözlerini kocaman açarak. “Geçmez bir süre onun acısı.” “Umurumda değil. Bir daha karşıma çıkmaz umarım.” “O dediğin biraz zor…” Sesi ümitsizce çıkmıştı. “Temelli gelmiş. Şehir hastanesinde asistanlık yapacakmış dediler. E malum evi de tam karşımızda. İnşallah sürekli nöbetler de ağzına sıçarlar.” İstemsiz bir kahkaha kaçmıştı dudaklarımın arasında. Derin de gülmeye başladı. Benim derdime benden daha çok sinirlenip üzülüyor, sövülmesi gerekene benden daha çok sövüyordu. Tam tersi durumda ben de onun için aynısını yapıyordum. Aramızdaki bağ çok başkaydı. “Neyse siktir et Emre'yi. Senin Can'la durum ne alemde?” Can Derin’in sevgilisiydi. Üniversitede tanışmışlardı. Bir yıldır birlikteydiler. Derin geçen yaz mezun olmuştu. Can okulu uzattığından önümüzdeki yaz mezun olacaktı. Eskisi gibi görüşemiyorlardı. Şu aralar da araları pek iyi değildi. Sürekli tartışıyorlardı. Derin izin verse gidip dalacaktım o çocuğa ama sorunlarını kendi aralarında halletmek istediğini söylemişti. “Bok gibi, az önce yine kavga ettik telefonda.” “Yine ne oldu?” dedim. Kaşlarımı çatarken çekirdeğimi çıtlayıp kolamı yudumluyordum. “Ne yaptı o beyinsiz? Öf ayrıl diyorum işte kızım.” “Tamam bir sakin ol Anlatıyorum. Deli gibi evde KPSS çalıştığımı biliyorsun.” Kafamı aşağı yukarı salladım olumlu anlamda. Ayaklarımı önümdeki taşa doğru uzattım. Birazdan sinirleneceğimi bildiğimden gevşemeye çalışıyordum. “Yok neymiş ona çok vakit ayıramıyormuşum. Ulan sanki sıçtığımın sınavı yüzünden kendime vakit ayırabiliyorum da. Gelmiş bana boş yapıyor. Dersten vakit ayırabildiğim günlerde de o yok işim var yok dersteyim diyip duruyordu. Ben bir şey diyor muydum, demiyordum anasını satayım! Her boka kavga çıkarıyor. Zaten stresli bir dönemdeyim.” Derin Sınıf öğretmenliği okumuştu. Atanmak için gece gündüz KPSS çalışıyordu. Evde çalışmaktan psikolojisi bozulmuştu. Arada ben böyle zorla dışarı çıkartıyordum da beynine az temiz hava giriyordu. O Can’ı da zaten hiç sevmezdim, gram anlayış göstermiyordu kıza. Az ayrıl şu çocuktan kızım dememiştim ama işte kalp işi çok boktandı. Dinlemiyordu beni. Bir kere ayrılmışlardı. Sonra bir baktım bir hafta sonra “Nazlı ben bir bok yedim,” diyerek yanıma geldi. Sonra "biz barıştık,” dedi. Onu odamdan dışarı attım sinirden. Beş dakika sonra da yanına gidip sövdüm. Ardından da saldım onu. Şimdi yine böyle sorun çıkarmasına hiç şaşırmamıştım. Tam bir prensesti. Aman ona vakit ayırın, ilgisizlikten ölecek. “Biraz daha böyle devam ederse ayrılacağım cidden.” Gözlerimi devirdim. “Bir hafta sonra bana barıştık biz diye gelirsin.” “Öf sen de gelme üstüme.” Omzumdan beni itti. Oturduğum yerde sarıldım. Çekirdeklerimin birazı dökülmüştü. “Ayrılırsam bir daha dönmem, bu son şansı.” “Göreceğiz.” İkimizin de boktan ilişki konusunun bir yere varamayacağını anladığımızda konuyu kapattık ve mahalledekileri çekiştirdik. Derin sınavdan dolayı dizi izleyemediğinden benim izlediğim güncel dizilerden konuştuk. Sonra aşık olduğumuz kitap karakterlerini övdük. Sevmediğimiz herkesi çekiştirdik. Saatler geçmişti. Geç olduğunu anladığımızda ikimiz de gitmeye karar verdik. Parktan çıkıp sokağa doğru kol kola ilerlerken deli gibi gülüyorduk. Kuzeninizle beraber aynı yerde büyüdüyseniz en iyi dostunuz o olurdu. Biz de öyleydik. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmezdi. Beraber güler, beraber ağlardık. Birimiz düştüğünde diğeri kaldırırdı. Tüm özelimizi birbirimize anlatır, birbirimize tavsiye verir, yanlış kararları için karşımızdakine söverek destek olurduk. Onunla büyüdüğüm için çok şanslı hissediyordum. Sokağa vardığımızda ileride bir çift görür gibi oldum. Karanlıktan kim olduklarını kestirememiştim. Hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Sonra kız birden çocuğa sarılmıştı. Derin’le kim bunlar der gibi birbirimize bakıyorduk. Evde yapacağımız yeni dedikodumuz oldu galiba diye düşünüyorduk ki erkeğin Emre olduğunu fark edince ikimiz de öylece kalakalmıştık. Karşıdan gelen arabanın farları yüzünü göstermişti. Yüzümün düştüğünü hissettim. Kalbim acır gibi oldu sanki. Neydi bu sızı hiç anlamıyordum. Neden böyle hissediyordum? Sanki içimden bir parça alınmış gibiydi. O eksik parçanın olduğu yer kabuk bağlayamamış, ardından da kanamış gibiydi. Oysa böyle hissetmemem gerekiyordu artık. Kimdi o kız? Ne yapıyorlardı bu saatte bu sokakta? Emre niye geri dönmüştü buraya? Niye geçen 4 yılda kanayan yaralarımın yerlerini gösteriyordu tekrar bana. Onu sevmiyordum ben artık. Öyle demiştim kendime. Kendimi mi kandırmıştım? Aklımda çok soru vardı, aklımda çok fazla soru vardı. “Hadi eve gidelim, Nazlı.” Derin’in sesini duyunca transtan çıkmıştım. “Üzülüyorsun biliyorum.” “Üzülmüyorum!” dedim fısıldarcasına bağırırken. “kaç kere dedim sana unuttum ben artık onu. Sadece şaşırdım o kadar.” “Tamam sakin ol. İçeri girelim, sonra konuşuruz.” Yorgun bir şekilde onu onayladım. Tekrar yürümeye başladık. Onlara yaklaştıkça yüzleri de sesleri de netleşiyordu. “Seni çok özledim,” diyordu kız ağlayarak. “Lütfen beni bir di-” “Tamam Gökçe, ağlama. Sonra konuşuruz bunları dedim. Hadi arabaya bin. Eve götüreyim seni.” Gökçe. O kızdı. 4 yıl önce beni tanıştırdığı sevgilisiydi Gökçe. Canım ne çok yanmıştı o gün. Oysa ne hayallerim vardı ona giderken. Sevgilisiyle tanışmayı hiç beklememiştim. İkisi de siyah bir arabaya bindi. Gözlerimi bile kırpmadan onları izliyordum. O ise beni görmemişti daha. Hiç görmemişti o beni. Arabaya çalışmaya başladığında o güne geri gider gibi oldum. Gözlerim dolar gibi oldu sanki. Arabanın farları açıldı. Işıklar sokağı aydınlattığında Emre arabayı ilerletmek için hareketlendi ama ardından durdu. Göz göze geldik o an. Boğazım sıkıştı sanki. Bana baktı öylece. O baktıkça gözlerim doldu. Arabayı sürmüyordu. Sadece bana bakıyordu. Arabayı bana doğru sürdüğünde yanımda duracağını hissettim ve o beni durdurmadan çekip gitmeye karar verdim. Derin de arkamdan geldi. “Naz,” dediğini duyar gibi oldum. Arkamı dönmedim. Apartmandan girerken zihnimi saran tek şey 4 yıl önce o ikisinin el ele tutuştuğu an olmuştu. Onlar el ele ilerlerken ben çekip gitmiştim yanlarından. 4 yıl geçmişti ve değişen bir şey olmamıştı. O ikisi yine yan yanayken ben yine gözleri dolmuş bir şekilde çekip gitmiştim yanlarından. Onu sevmek kalbimin bana yaptığı en büyük yanlıştı. Bunu yine fark etmek istemezdim. Onu tekrar sevmeyecektim. Bu sefer olmazdı, ondan uzak duracaktım. Bu geceyi bir daha yaşamayacaktım. Onun için bir daha asla ağlamayacaktım. Ağlamayacaktım.
|
0% |