@esmacayim
|
2. BÖLÜM Sevgi kalbi beslerdi. Yani bir zamanlar öyle düşünürdüm. Şimdiyse tam bir zırvalıktan ibaret olduğunu düşünüyordum. Seven kalp karşılık bulamayınca acı çeker, eksik hissederdi. Kalbi besleyen tek şey sevilmekti. Sevmek acı verirdi. Acı veriyordu. Emre Alaca... Benim ilk aşkım. O yokken, buralardan gitmişken “aşk değildi bu, sadece alışkanlıktı,” diyerek kandırmıştım ilk zamanlar kendimi. Sonra bu da ikna etmemişti beni. Onunla büyümüştüm ben. Biri beni üzdüğünde abilerimden önce ona koşardım. Yere düştüğümde yaralarımı o sarardı. Anlamadığım soruları koşar ilk ona sorardım. O gidince ve ben beni üzenleri söyleyecek, düştüğümde yaralarımı saracak, aklımı kurcalayan soruları koşup soracak bir Emre göremeyince karşımda boşluğa düşmüştüm. Onu en son gördüğü yazdan sonra hiçbir yaz geri dönmemişti buralara, unutmak zorunda kalmıştım. Geri döndüğünü öğrenene kadar bunu başardığımı da sanmıştım oysa ki. Emre bir zamanlar onu sevdiğim gibi sevmiyordu beni. Hiç sevmemişti. Hiç de sevmeyecekti. Onun için çocukluk arkadaşından daha fazlası değildim. Giray abimle de aynı yaşta olduğu için beni kardeşi gibi bile görüyor olabilirdi. Ama ben yine sevmiştim onu. Kalbime söz geçirememiştim. Kalbim için doğru kişi oydu. Ama onun bundan haberi yoktu. Lise mezuniyetime gelmişti. Gelmesi için çok ısrar etmiştim, kıramamıştı beni. O gün çok yakışıklı görünüyordu. Siyah bir gömlek, siyah bir pantolon, dağınık saçlarla inanılmaz iyi görünüyordu. Benim de üzerimde siyah dizlerimin üzerinde biten ince askılı bir elbise vardı. Saçlarımın kenarlarından örüp uçlarını dalgalandırmış, omuzlarıma salmışım. Yan yana inanılmaz iyi durmuştuk. O an çekilen fotoğrafımız hâlâ telefonumda saklıydı. Derin bizi dans ederken videoya bile almıştı. Onu özlediğim dönemler açar açar bakardım. Abilerimden sonra onu dansa kaldırmıştım. İki elimle tek elinden tutup kendime doğru çekmiş “Hadi Emre ya, senle de dans edelim,” demiştim ısrar dolu bir gülümsemeyle. Yine kırmamıştı beni, bayıldığım gülümsemesiyle birlikte benimle dans edenlerin arasına karışmıştı. O sırada şarkı değişmiş, Maran Marangöz'den “aşık oldum ben sana” çalmaya başlamıştı. Aşık oldum ben sana, diyordu şarkı. Gözlerine baka baka… O zamanlar ona aşık olduğumun farkında bile değildim. Dans ederken ona o kadar yakındım ki kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Gözlerini kimseden kaçırmayan ben, o an onun gözlerinin içine bakamamıştım heyecandan. Kalbim yerinden çıkacaktı sanki. O günden sonra da ona farklı bakmaya başlamıştım. Arkadaş gibi değildi benim için. Arkadaştan daha öte olmuştu. Üniversiteden sonraki ilk yazımdı. O buralardan gidince İstanbul'a yatay geçiş yapmıştım ama o sıralar Bursa'da okuyordum. O da Ankara'dan gelmişti. Hacettepe’de tıp okuyordu. Üniversitede farklı farklı insanlar görsem de hiçbiri ilgimi çekmemişti. Benimle sevgili olmak isteyenler olmuştu ama hepsini reddetmiştim. O geri dönünceye ve onu görünceye kadar bunu neden yaptığımı hiç fark etmemiştim. Onu gördüğüm ve kalbimin deli gibi attığı o ilk an, herkesi neden reddettiğimi anlamıştım. Ona aşık olmuştum. Ona aşık olduğumu anlar anlamaz içimde tutmak istememiştim bu duyguyu. İçimde saklayıp acı çekmek istememiştim. Onu görünce gözlerimi sürekli kaçırmak istememiştim. Bana sürekli sende bir şeyler var, bir şey mi oldu, yanlış bir şeyler mi yaptım demesini istememiştim. Ona açılmaya karar vermiştim sonra. Eğer reddedilirsem çocukluğumuz zarar görebilir, arkadaşlığımız bitebilirdi. Ama böyle de yaşayamazdım. Böyle daha çok dikkat çekiyordum. Onu sevdiğimi fark etmişken sevmiyormuş gibi yapamazdım. Onu severken herhangi bir arkadaşımmış gibi davranamazdım ona. Evin içinde kendi kendime konuşma provası yapmıştım günlerce. Her seferinde dilim tutuluyor, heyecandan konuşmayı unutuyordum. En sonunda hazır hissettiğim o ilk an koşarak evden çıkmıştım. Ama kalbim nasıl atıyor… İçim içime sığmıyordu sanki. Reddedilme korkusu da her yanımı sarmıştı ama yine de çok heyecanlıydım. Belki sever o da beni diye bir ümit beslemiştim yüreğimde, ta ki onu bir kızla bana doğru el ele yürüdüğünü görene dek. Ona onu sevdiğimi söylemeye gittiğim gün onu bir kızla el ele tutuşurken görmüştüm. Yüreğimdeki o ümit sanki bir gökdelenin tepesinden aşağı itilmiş, sanki düştüğü yerde tek parçası dahi kalmamış, sanki oracıkta can çekişerek yok olmuş gibiydi. Önce adımlarım yavaşlamıştı. Daha sonra yüzümdeki heyecan dolu gülümseme yavaş yavaş solmuştu. Gözlerim dolmuş, ellerim titremişti. Beni görünce el sallamıştı. “Gelme, nolur,” demişti kalbim ama o dinlememiş, gülümseyerek yanıma gelmişti o kızla. El ele. “Naber, Naz?” demişti. Benim gözlerim ikisinin birleşen ellerindeydi sadece. “Naz?” demişti tekrar. “İyi misin, bir sorun mu var?” Gözlerimin daha da dolacağını hissetmiştim. Bakışlarımı ikisinin birleşen ellerinden kaçırıp Emre'nin gözlerinin içine baktım. Gözlerinin içi gülüyordu. Gözlerinin içinin gülmesi benim canımı yakıyordu. “İyiyim.” Yutkunmuştum. “Kız arkadaşın mı?” diye sordum yanındaki kızı göstererek. Kalbim acımıştı bunu sorarken. “Evet,” dedi. Sesindeki tını onu çok sever gibi çıkmıştı. Ağlamak istemiştim. Deli gibi ağlamak istemiştim. Bir de açılacaktım ona. Böyle güzel bakmazdı ki o bana, böyle güzel gülmezdi. Böyle içi gitmezdi bana. Aptaldım. Neyini ümidiydi bu? Sen ne sandın ki Nazlı? Kollarını sana açacağını mı? "Tanıştırayım sizi. Kız arkadaşım Gökçe.” Kız arkadaşına bakıp gülümsedi. Sonra da beni gösterdi. “Nazlı da bizim karşı komşumuz. Beraber büyüdük biz.” Bu kadarmışım meğer onun için. Karşı komşusu. Arkadaşım bile dememişti. Beraber büyüdük demişti. Aynı sokakta beraber büyüyen herhangi iki kişi gibiymişiz meğer onun için. Canım daha ne kadar acıyabilir dedikçe daha çok acımıştı. “Merhaba.” diyerek elini uzattı Gökçe gülümseyerek. “Tanıştığımıza memnun oldum, Nazlı.” Gülümsemişti. Çok güzel kızdı. Sapsarı saçları, yemyeşil gözleri vardı. Yan yana güzel duruyorlardı. Bunun düşüncesi bile kalbimi kırıyordu. “Ben… ben de memnun oldum.” Sesim titremişti. Ellerini sıktım hızlıca. “Benim gitmem gerek.” Daha fazla duramazdım burada. Kaşlarımla ilerideki evimi gösterdim. “Annem bekler beni. iyi günler size.” Tek kelime etmelerine izin vermeden koşar adım yanlarından kaçmıştım. Sonra deli gibi ağlamıştım. Kalbim çok kırılmıştı. O beni sevmek zorunda değildi ama yine de kalbime söz geçirememiştim işte. Çok üzülmüştüm. Komşunun kızı. Sadece komşu kızıydım. Sonra yıllar geçmiş, o gitmiş, ben aşkımı kalbime gömmüştüm. Onu unuttuğumu sanmıştım. 4 yıl sonra aynı o günkü gibi ikisini yan yana görmek nefesimi kesmişti. Ağlamak istemiştim ama kendime söz vermiştim. Onun için bir daha ağlamayacaktım. O yokken onu nasıl sevmediğime kendimi ikna ettiysem yine öyle yaşamaya devam edecektim. O gece sokakta ikisini görüp eve girdikten sonra kendimi odama kapatmış, kimseyi de yanıma almamıştım. Uyumaya çalışmıştım. Derin yanıma gelmek için ısrar etse de kabul etmemiştim. Biraz yalnız kalmaya ve bunu tek başıma aşmaya ihtiyacım vardı. O buralardan gittiğinde ben daha sevgilisi olduğuna idrak edemeden yokluğu ile karşılaşmıştım. Çekip gidişinden sonra olmayışına alışmaya çalışmıştım sadece. Şimdi tekrar gelişi, o kızla onu tekrar görüşüm beni 4 yıl öncesine götürmüş, sanki her şey sil baştan yeniden başlamış gibi hissettirmişti. Bu berbat bir histi. Ertesi gün işe gidip yıllık izin almıştım. Normalde hemen izin alamazdık ama yıllık iznimi hiç kullanmayışım ve durumumu açıklamamdan sonra izin almakta bir sorun yaşamamıştım. İlk iki günü odamda pinekleyerek harcamıştım. Yanıma da kimseyi yaklaştırmıyordum. O sırada Serkan’ı da abime postalamıştım. Onunla takılmıştı. İki günlük depresyon sürecimde kimse ne olduğunu da neden böyle davrandığımı da sorgulamadı. Bu gibi durumlarda bana elleşmemeleri gerektiklerini biliyorlardı. Ben de bu sayede kafamı çabuk toparlıyor, süreci daha rahat atlatıyordum. Biri sorgularsa deli gibi ağlayacağımı biliyordum. İki günün sonunda iyi hissediyordum. Duşumu almış, makyajımı yapmış, saçıma şekil vermiş bir şekilde hazırlanıyordum. Siyah deri bir pantolon, taş rengi crop bir kazak giydikten sonra kazağın birkaç ton koyusu olan kaşe kabanımı da aldıktan sonra odamdan çıktım. Mutfağa adım attığımda herkesin kahvaltı yaptığını gördüm. Kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Babam baş köşedeydi. Bir yanında annem vardı, diğer yanı benim yerimdi. Annemin karşısında Giray abim vardı, ayakta uyuyordu. İşe gideceği için erken kalkmak zorunda kalmıştı. Onun karşısında ise Serkan oturuyordu. Hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. “Babam da işte adamla tartışıyor yok ben çarpmadım sen çarptın diye,” derken bakışları kapının önündeki beni buldu. “Şükür,” dedi nefesini vererek. “bitmiş bunun depresyonu.” Herkesin bakışları bana dönünce gözümü devirdim. “Sana da günaydın, Serkan.” Diğerlerine de günaydın diyerek masaya yaklaştığımda babamın gülen gözleri beni inceliyordu. Konuşmak istiyor ama benden cevap alamayacağını bildiğinden susuyordu. “Sana da günaydın evimin ikinci güzel çiçeği.” “Neden ikinci ya,” diye söylendim yalandan. Sandalyeme oturduğumda annemin delici bakışları beni buldu. Herkes onun bu haline gülmüştü. “Birincisi her zaman karım olur, Nazlım. Kusura bakma.” Yanağına yaklaşıp öpücük bıraktım. Sonra yerimde kalkıp anneme oturduğu yerden sarıldım. Yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. “Annem çiçeklerin en güzeli babacım, haklısın.” Annemin sıcak bakışları beni buldu. Yanağı yanağıma değdiğinde ona sardığım ellerimi tuttu. “Güzelim benim.” Yanaklarıma öpücük bıraktı. “İyisi değil mi?” “Harikayım,” dedim onu tekrar öperek. Yerime geçip oturduğumda bakışlarım Serkan’ı buldu. “Bugün Serkan’ı kaçırıyorum haberiniz olsun.” “Hayret beni hatırladı.” Kafasına bir şaplak atıp portakal suyumu yudumladım. “Bulmuş beğenmiyor.” “Nazlı, yapma kızım,” diye konuşan anneme omuz silktim. “Diyorum ben, senin bu kızın vahşi, bir kabullenemediniz.” “Sen burda mıydın ya,” dedim Giray abime abartılı bir şekilde bakarak. “Nasıl kalktın sen biri uyandırmadan? Yoksa Eli-” “Nazlı!” “Ne?” dedim kafamı anlamamış gibi iki yana sallarken. “Sus güzel kardeşim.” “Niye?” “Arabanın anahtarını istemiyor muydun sen?” Gözlerim parladı. “Artık istiyorum,” dedim neşeyle. Sahte bir fermuar çektim dudağıma. “Sustum.” “Şu an tam olarak ne yaşandı burada?” diyen Serkan’a babam gülerek baktı. “Her zamanki halleri çocuğum. Böyle anlaşıyor bu ikisi, doktorlar ellemeyin dedi.” “Baba!” dedik abimle aynı anda. Bize deli muamelesi yapıyordu. Olmazdı böyle. Gerçi haksız da sayılmazdı. “Öyle valla halasının gülü, bu en sakin halleri.” “Anne yani seninde bizi dertlenerek anlattığın kişiye bak.” Kafamı hayretle iki yana salladım. “Serkan her gün Seda’yı deli ediyor. Bizden farklı değiller.” Serkan “Gayet de normaliz,” dediğinde abimle aynı anda kahkaha atmıştık. “Kızın telefonunu kırmıştın.” “Arabamı çizdi çünkü.” “Erkek arkadaşını tehdit etmişsin.” “Kız arkadaşıma saçma sapan şeyler yazmasaydı o da, hem bu yaşta ne erkek arkadaşı?.” “Yaşının nesi var be!” diye çıkıştım. Benden 2 yaş küçüktü Seda. “Abilik damarına bir çakarım şuradan.” “Neyseki benim damarı kabartacak bir erkek yok,” diye söylenen abime ters ters baktım. “Ay sen bi’ sus.” “Var mı kız yoksa?” Babam öksürünce hepimizin bakışı ona döndü. Onun sofrada olduğunu tamamen unutmuştuk. Bize abartmasanız mı artık bakışı atıyordu. Annem bıyık altından güldü. “Kan çekiyor işte, hepsi aynı bunların.” “Defnem bir sakin aralarında.” Babamın bıkkınca kafasını iki yana sallayarak söylediği bu söze bu sefer hepimiz gülmüştük. Alt katta kalan Sadi amcamın kızıydı Defne. Daha lise 2’ye gidiyordu. Tam bir şeytandı diyebilirim ama babamların yanında melek gibi takılıyordu. Babam bize anlamamış gibi bakıyordu. “O da mı bunlar gibi?” diye söylendi kendi kendine. Annem “daha beter,” diyince hepimiz tekrar kahkaha atmıştık. Bir süre daha evdekiler ve tüm aile hakkında konuştuktan sonra kahvaltıyı tamamladık. Abim hızlıca işe gitmek için evden çıkarken anahtarı bir çırpıda almıştım ondan. Beni atlatıp kaçamazdı. Evden oflaya oflaya çıktı. Çalıştığı okul eve yakındı zaten. Evden çıkmadan “Elif ablayla yürürsünüz işte, ne güzel,” diye kulağına fısıldadığımda saçlarımı çekecekti ki hızlıca kaçtım yanından. Abim gidince telefona uzanıp Derin’i aradım. Çabucak açtı. Serkan’la dışarı çıkacağımızı onu da aşağıda beklediğimizi söyledikten sonra kabanımı giymiş, kendimi arabanın yanına atmıştım. Beyaz arabanın kaputuna kalçamı yasladım. Telefonumla ilgilenirken gelen maillerimi kontrol ediyordum. Bir sürü ıvır zıvır şey vardı. Eve gelince hepsine topluca bakmaya karar verdikten sonra biraz sosyal medyada gezinmeye başladım. Caner’in storysinde onun Parkora’da olduğunu görünce hızlıca aradım onu. “Naber Caner,” dedim telefonu açtığında. “İyilik Nazlı Hanım, sizden naber, nasıl gidiyor?” “Yaşıyoruz işte. Şey soracaktım ben, Parkora’da mısın hâlâ?” “Evet, takılıyorum benim kuzenle. Birazdan gidecekti. Kalkarım diyordum. Ne oldu?” “Hiç gitme işin yoksa, kuzenlerimle gelecektim oraya. Müsaitsen sen de katıl.” “Rahatsız olmazlar mı?” “Olmazlar. Serkan’ı tanıyorsun zaten. Derin de sorun etmez.” İkisini de çok iyi tanıdığımdan böyle bir emrivaki yapmıştım. Derin özel bir şey söylese bile Serkan varken yapmazdı zaten. Bir de üçümüz olunca ve bir etkinlik yapınca hep bir dördüncü arıyorduk. Caner ve Serkan zaten geçen sene ben İstanbul’dayken benim aracılığımla tanışmışlardı. Hatta çok iyi anlaşmış, beni satmışlardı. Az sitem etmemiştim ikisine. “Sen niye hep bir şeyleri unutuyorsun?” diye söylenen Serkan’a dönünce elinde krem rengindeki atkımı gördüm. Bir elinde benim atkım, diğer elinde onun siyah beresi duruyordu. Simsiyah takılmıştı yine. Montu, ayakkabısı, pantolonu kazağı tamamen siyahtı. Bir gün şuna farklı renklerin varlığına da inandıracaktım, güveniyordum kendime. “Halam çıkarken elime tutuşturdu.” “Ay canım annem ya, aklımdan çıkmış. Eve gidince öpeyim onu.” Serkan yanıma gelince atkıyı boynumdan geçirdi. Ona gözlerimi devirdim. Bana çocuk muamelesi yapmaya bayılırdı. Atkıyı boynumda çevirince “Hastalanıp başımıza bela olma,” diye söylendi. Hasta olunca çekilmez oluyordum. Kimse katlanamıyordu bana. “Abartma be!” Omzuna vurdum gülerek. Elindeki bereyi alıp onun kafasına geçirmek istediğimde kafamı kaldırmış ve bana doğru bakan bir çift koyu kahve gözlerle karşılaştım. Karşımda dikilmiş bana bakıyordu. Ne zamandır oradaydı? Gülüşüm solmuştu birden. Gözlerimi ondan kaçırmış hızlıca bereyi Serkan’ın kafasına geçirmiştim. Serkan ters bir şey olduğunu anlayınca ne oldu der gibi kafasını sallamış, cevap alamayınca da arkasını dönmüştü. Emre’nin adımlarının bize doğru hareket ettiğini hissediyordum. Serkan bana dönünce “Bu sizin şu komşu değil miydi?” diye sordu. Kafamı olumlu anlamda salladım. “Ne zaman döndü?” Omuz silktim, konuşmak istemiyordum onun hakkında. “Merhaba,” dedi Emre, bana baktığına emindim ama inatla ona doğru bakmamaya çalışıyordum. “Merhaba kardeşim.” Delici bakışlarımı Serkan’a göndermiştim. Ne diye onunla konuşuyordu şimdi? “Emre ben.” Elini uzattı Serkan’a doğru. “Serkan,” diyerek sıktı ellerini. Gözlerimi Emre’ye çevirdiğimde gülümsediğini gördüm. “Naz’ın kuzeni olan Serkan mısın? Tanıyamadım, kusura bakma.” “Sorun değil,” diyerek kafasını iki yana salladı. “Çok zaman geçti normal.” “4 yıl,” diye araya girdim ilk defa onunla konuşarak. “Pek affedilir bir zaman değil gibi, ha, ne dersin?” “Naz, biraz konuşabilir miyiz?” “Konuş,” Kaşlarımla onu göstermiştim. “Bekliyorum.” “Baş başa.” “Burda konuş ne konuşacaksan.” “Naz… “ Nefesimi verdim sinirle. “Nazlı!” dedim. “Adım Nazlı, şunu demeyi kes artık!” “Nazlı,” diyerek bana döndü Serkan. “Bir sorun mu var?” “Yok sorun falan.” Çantamı savurup arkamı döndüm, burnumdan solumaya devam ediyordum. “Arabaya geçiyorum ben.” Şoför koltuğuna geçtiğimde çantamı rastgele bir yere fırlatmıştım. Emre’nin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Umurumda değildi. Onu affetmeyi bir süre daha düşünmüyordum. Eğer zamanında aramış olsaydı beni, böyle davranmazdım belki ona. Biraz daha yumuşardım. Ama o aramadı hiç. Beni sevmek zorunda değildi. Bunun için kızgın değildim ona. Onun beni sevmemesi onu istemeden seven kalbimi kırmıştı, kalbim için onu suçlayamazdım. Ama o, benim ona olan bağlılığımı kırmıştı haber vermeden buraları terk ederken, paramparça etmişti sevgimi. Ona aşık olan Nazlı onu affetse dahi çocuk Nazlı ona hep kırgın ve kızgın kalacaktı. Serkan onunla konuştuktan bir süre sonra yan koltuğa oturdu. Ağzını açmaya cesaret edemiyordu, çünkü nasıl parlayacağımı biliyordu. İkimiz de Derin gelene kadar konuşmamaya karar verdik benim sakinleşmem adına. Emre de gitmek zorunda kalmıştı. Sinirimin geçmesini bekliyor diye düşünüyordum. Daha sonra yine konuşmayı deneyeceğinden emindim. Bu düşünceler beynimi yemeden bir an önce buradan gitmem ve kafa dağıtmam gerekiyordu. Bunun için de Derin’in bir an önce gelmesi gerekiyordu. Onu nerede kaldı diye aramaya karar verdikten sonra telefonuma uzandım, tam o sırada da Derin üzerinde krem triko takım ve beyaz kabanla apartmandan çıktı, siyah saçlarını salmıştı. Bizi araçta görünce hızlıca arka koltukta yerini aldı. Sonunda gidebilirdik. “Kavga mı ettiniz siz?” Sesi sorgular gibi çıkmıştı. Serkan’la hiç kavga etmediğimizi bilirdi. “Ne bu gerginlik?” “Biz etmedik de,” dedi Serkan çekinir gibi bana bakarken. “Nazlı etti gibi. Ortamdan bi bok anlamadım açıkçası. Bir şeyler döndü, esdi gürledi, sonra da arabaya bindi.” “Emre’yle mi karşılaştınız?” Serkan kafasını olumlu anlamda salladı. İkisini de umursamayıp arabayı çalıştırdım. “Normal o zaman, bu sakin hâli.” “Kapatın şu konuyu.” “Ben niye bir bok bilmiyorum kızım, ben de kuzenin değil miyim?” “İnan bana,” dedim burnumdan solurken. “Şu an senin tribini hiç çekemem.” “Ay ne kıskanç şeysin,” diye araya girdi Derin. “hem sen kendini benimle mi kıyaslıyorsun?” Dikiz aynasından ona bakıyordum hayretler içinde. Kollarını öndeki iki koltuğa yasladıktan sonra kafasını küçümser gibi iki yana salladı. “Biz aynı ligin topçusu değiliz oğlum.” “Şunu ağzına laf veriyorsun ya,” derken bana döndü Serkan. Derin’e dalacak gibi duruyordu. “yazıklar olsun sana.” “Bıktım ikinizden de. Her yan yana geldiğimizde kedi köpek gibisiniz.” Nefesimi bıraktım sakin olmak adına ama bir boka yaradığı yoktu. “Neyseki Caner’i de çağırdım. Uğraşamam ben ikinizle de aynı anda.” “Caner kim?” Konuşacaktım ki kim olduğunu hatırlar gibi mırıltılı bir ses çıkardı sonra. “Şu İstanbul’da tanıştığım arkadaş. Gelsin ya, iyi yapmışsın.” “Ben niye tanımıyorum şu arkadaşı,” diye soran Derin’e Serkan gülerek baktı. “Sen kendini ben mi sandın? Biz aynı ligin topçusu değiliz kızım.” Kendimi şu camdan aşağı atacaktım. “Nazlı ya!” “Kesin ikiniz de sesinizi. Aklıma sıçayım ki ikinizi de aynı anda dışarı çıkarmaya karar verdim.” Camı açtım temiz hava almak adına. “Caner liseden arkadaşım. Mezuniyetimde de fotoğraflarda da gördün Derin. Kafama sıkacağım. Beni salın.” “Hee o çocuk,” dediğinde sinirle .”Hee o çocuk,” dedim. Tek elimi havaya kaldırıp mırıldandım. “Allahım sabır ver.” “Fazla gerginsin.” Seni camdan atmamı istemiyorsan sus der gibi baktım Serkan’a ama Derin de “Bence de fazla gergin, az relaks kuzen,” dediğinde şalterlerim atmıştı. “Toprağa basmalı bence.” “Katılıyorum. Ya da meditasyon yapalım.” “Ben ondan anlamam ama işe yararsa okeyim.”. “Ben şu an var ya ikinize de hiçbir şey demiyorum.” Kafamı hayretle iki yana salladım. “Şaka gibisiniz.” Birbirlerine girerken beni deli ettikleri yetmezmiş gibi bir de birbirleriyle birlik olup beni deli ediyorlardı. Kuzenlerim iflah olmazlardı, tam bir baş belasıydılar. Geri kalan yolu müzikle devam ederken iksinin sessizliği biraz da olsa sakinleşmemi ve kafamı toplamamı sağlamıştı. Çok daha iyi hissediyordum şimdilik. Ama onunla adamakıllı konuşana kadar onu gördüğümde oluşan bu gerginliğin geçeceğini hiç sanmıyordum. Onunla konuşmak için ise hiç hazır değildim. Erteleyebildiğim kadar erteleyecektim. Arabayı düzgün bir yere park ettikten sonra Caner’i aradım. Hemen açtı. Olduğu yeri söyleyince adımlarımızı oraya doğru çevirdik. Derin koşar adım iki elini de koluma dolayarak yürüyünce Serkan’a yandan bakarak dil çıkardı. Serkan kalabalık arasında yürürken tartışacak bir olmadığından sabır dileyerek elleri cebinde diğer yanımdan ilerlemekle yetindi. Caner’in olduğu kafeye vardığımızda onu hemen gördüm. Bize burdayım der gibi el sallayıp ayaklandığında ikisinin arasından hızlıca çıktım ve koşar adım Caner’in yanına gittim. Ona sarıldığımda “beni bunlardan kurtar,” diye yardım dilendim. “Bende o iş merak etme.” Sesindeki alaya çakmak istemiştim ama sessizce kenara geçtim. “Naber kardeşim,” dedi Serkan kafalarını tokuşturarak. “Nasıl gidiyor?” “İyilik bro be, seni sormalı?” Kafasıyla beni işaret etti. “Kızdırmışsınız kankamı.” “O kızmaya meyilli, sallama onu sen.” “Serkan sıçtırma ağzına.” Ağzına sahte bir fermuar çekip kenara çekildi. Derin “Merhaba,” dediğinde Caner’in bakışları ona döndü, gülümseyerek elini uzattı. “Merhaba. Derin’di değil mi?” El sıkıştıklarında Derin kafasını olumlu anlamda salladı.“Nazlı senden çok bahsetmişti.” diye devam etti Caner. İşte şimdi ağlayacaktım Yine başlıyorduk. “İyi anlamda mı, kötü anlamda mı, diye sorduğunda “E çüş,” diye araya girdim. “Niye kötü anlamda bahsedeyim kızım ben?” Caner “İyi anlamda iyi anlamda,” diye gülerek konuştuğunda Derin’in zafer dolu bakışı Serkan’ı buldu. Al gör kimi nasıl konuşuyor diyordu için için. Serkan ona burun kıvırmıştı. “Oturalım mı?” diye tavsiyede bulundum. Bu saçmalık bitmeliydi bir an önce. Hepsi sonunda benimle aynı fikirde olup dörtlü masaya oturdular. Yanımda Derin, karşımda Serkan oturuyordu. Onun yanında da Caner vardı. “Ee dedim Caner’e,” haftaya başlıyorsun değil mi üniversiteye. “Geçen öyle dedin diye hatırlıyorum.”. Kafasını olumlu anlamda salladı. “Başlıyoruz, bitirmek dileğiyle tabii.” Güldüm. “İnşallah.” “Ne okuyorsun?” diye sordu merakla Derin. O sırada garson gelmiş, siparişlerimizi vermiştik. “Endüstri mühendisliği. Bu son yılım. Uzata uzata bi hal olduk.” “Kendin kaşındın, çalışsaydın.” “Orası öyle,” dediğinde kahvesi yudumlayıp bana değil, Derin’e baktı. Onu inceliyordu. Kaşlarım havalandı. Neyse, bunu sonra sorgulayacaktım. “Sen okuyor musun,” diye sordu Derin’e. “Bitirdim ben, kpss çalışıyorum. Sınıf öğretmenliği okudum.” “Allah şimdiden sabır versin, sınava mı çalışılır bu havada?” “Hangi hava da çalışılır Allah aşkına, bi söylesene?” Kahvemi yudumlarken alayla konuştum. “Çok merak ediyorum.” “Hiçbir havada.” “Bence de,” diyerek onu onayladı Derin. “Ama el mecbur çalışıyoruz.” “Onu bunu bırakın bence asıl sabır bunun gelecekti öğrencilerine lazım. Çekilir gibi biri değil.” “Aynısını senin projelerin için gelen iş adamları için düşünüyordum, biliyor musun?” Derin ve Serkan birbirlerine öldürücü bakışlar atmaya devam ediyordu. Ben ise bir yere çöküp ağlayacak gibiydim. Caner de burada ne oluyor der gibi bakıyordu. Keşke sen olsam, Caner. “Bir şey sormak istiyorum,” diye araya girdi Caner. “Siz ikiniz hep mi böylesiniz?” “Hep,” dedim bıkkınca. “Olan bana oluyor.” “Sen de amma abarttın, Nazlı.” Şaka mı yapıyorsun der gibi Serkan’a baktım. “Katılıyorum. Fazla abartıyorsun.” Sağ avucumun içini alnıma vurdum. “Görüyorsun değil, mi?” Elimi kalbime götürdüm. “Bu hassas kalbim bu ikisine zor dayanıyor.” Caner bu halimize gülmüştü. Tuhaf ilişkimizi eğlenceli bulmuş, kendisinin de böyle kuzenleri olmasını hep çok istediğini söylemişti. Ne kadar onların bu tartışmasına kızsam da ikisini gerçekten çok seviyordum. Beraber çok eğleniyorduk. Bu tartışmalar aramızdaki ilişkinin tuzu biberi oluyordu. Arada evet çıldırıyordum ama daha sonra geçiyordu sinirim, işin eğlencesine bakıyordum. Bugün eksta gergin olduğum için sabrım çabuk tükeniyordu sadece. Kahvelerimizi içtikten sonra Caner bowling oynamayı teklif etti. Biz de hiç düşünmeden kabul ettik. Hesapları ödedikten sonra oyun alanına geçtik. Takımları kurarken yine kaos yaşamıştık. Derin ve Serkan en çok benim kuzenim kaosuna girince çıldırmış, ikinizle de takım olmuyorum demiştim. “Caner senle ben takım olalım lütfen, onlar da birbirini yesinler.” “Bana uyar.” Keyifle sırıtmıştı. “Bu eğlenceyi kaçıramam.” “Hah!” diye sitem etmişti Derin. Kaşlarıyla bizi işaret etti Serkan’a. “Şunların havalara bak. Laflarını yedirmemiz yok mu?” “Bence var,” diyen Serkan kolunu Derin’in omzuna attı. “Yenilince ağlamayın.” Caner de kolunu benim omzuma attı. “Kimin ağlayacağını oyun sonunda göreceğiz kardeşim.” “Hodri meydan o zaman.” Öpücük atan Derin’e kaşlarımı kaldırdım. “Hodri Meydan.” Oyun için takımlara ayrıldıktan sonra parayı ödeyip oyun alanına geçtik. Caner’le daha önce de takım olduğum için iyi anlaşıyorduk. Ama Derin ve Serkan için aynı şeyi söylemeyecektim. Biri topu kaçırınca diğeri bağırıyordu. Kavga etmeden duramıyorlardı. Bize meydan okuduktan beş dakika sonra yine aynı hallerine dönmelerine kahkaha atmadan edemedim. Caner’le onları işaret edip birbirimizin omzuna vura vura gülüyorduk. “Senin elinin ayarına sıçayım ben, Serkan. Düzgün at şu topu, kafayı yiyeceğim.” “Diyene bak, sen önce topun atılacağı yeri öğren. Ben miydim her seferinde kenarlara atan?” “Ya bi kes!” “İşime gelmiyor desene sen şuna.” “Tamam tamam,” diye gülerek araya girdi Caner. “Kavga etmeyin.” “Siz gülmeyi kesin önce.” Derin onu öldürecekmiş gibi bakıyordu. Caner biraz tırsmıştı. Kahkasını yutup elini teslim olur gibi havaya kaldırdı geri çekilirken. “Tamam şampiyon.” Saçlarımı savurdum cilveli cilveli topuma yaklaşırken. “Hangisini alsam acaba?” dudaklarımı büzdükten sonra Derin’e öpücük attım. Gözlerini devirdi. Pembe bir topu yerinden çıkarınca yerime geçtim. “Derin ve Serkan için olsun bu da,” diyerek topu lobutlara doğru fırlattım. Bir iki saniye sonra hepsi devrildiğinde çığlık atıp kendimi alkışlayarak yerimde zıpladım. “Strike!” Caner yanıma gelince iki elimizi havada birleştirdik yerimizde zıplayarak.. Serkan ve Derin bize kaşlarını çatarak bakıyorlardı. Açık ara önde olmamız onları delirtmişti. Biraz daha devam etmiş ve oyunu bitirmiştik. Biz kazanmıştık. Derin ve Serkan öğle yemeklerini almak zorunda kalmıştılar. Daha doğrusu Serkan almıştı. Derin “senin işin var be, çalışıyorsun. Ben sınav mağduruyum, param mı var,” diye acıtasyon yaptıktan sonra hesabı ona kitlemişti. Serkan yeter ki sussun diyerek sorun çıkarmamıştı. Biraz daha vakit geçirdikten sonra ayrılma vakti gelmişti. Caner’e veda ettikten sonra arabaya geçtik. Çok eğlenmiş ve bunu daha sonra yapalım demiştik. Derin ve Serkan da “Ya, ne eğlendik,” diyerek söylenmiştiler. Kaybettikleri için bunu kendilerine yediremiyorlardı. İkisinin de yol boyunca birbirine attıkları korkunç bakışlara gülmek istesem de susmuş, radyoyu açmıştım. Keyfim yerindeydi. Çalan şarkıya bağıra bağıra eşlik ettiğimde ikisi de beni izliyordu. Hüküm giymiş hayaller görünmez uzaklarla Günah bunun neresinde sarıldık tuzaklarla Derin müziğe kaptırınca kendini siniri geçmiş bana eşlik etmişti, Ellerini havaya kaldırmış, oturduğu yerde dans ediyordu. Serkan bize kafasını hayretle iki yana sallasa da dudağının kenarından gülümsediğini görebiliyordum. Biraz daha devam ederse dayanamayıp o da bize katılacak gibi duruyordu. A ciğerim söyle neyleyelim Sevmeyelim de taşa mı dönelim Bu yüreği kimlere gösterelim Kim bilir kim yalan yalan yalan… Derin ve ben bas bas bağırmaya devam ediyorduk. Arabanın camını açıp bir elimi dışarı çıkardım. En sevdiğim yere gelince müziğin sesini daha da açtım. Serkan da arka koltuktan bize eşlik etmeye başladı. Derin de telefondan üçümüzü videoya alıyordu. Sen arada sırada uğra bana Hovardayım diye kıyma bana Fikri firardayım uyma bana Oyuna gelme aman aman aman Derin’in telefona bakıp gülerek yüksek sesle şarkıya eşlik ediyordum. Serkan gülerek kafamı öne doğru çeviriyordu. “Önüne bak,” diyerek. Omuz silktiğimde “İksini aynı anda başarırım,” demiştim. Ama abim görse ağzıma sıçardı. Derin bizi etiketleyip videoyu instagrama atmıştı. Abim görünce evde bir posta laf edecekti ama umurumda mıydı, evet maalesef ki umurumdaydı. Arabayı bir dahakine daha zor alacaktım. Neyse ki Elif abla vardı. İkisi birbirine açılana kadar bu kozu kullanabilirdim. Eve vardığımızda birkaç tane de Caner’le toplu halde çektiğimiz fotoğrafları paylaşmıştım. Bu sayede Caner ve Derin de takipleşmişti. Caner’in gün boyu Derin’e olan bakışlarını elbette fark etmiştim. Üzgünüm canım arkadaşım onun boktan bir sevgilisi var demeyi çok istemiştim ama Derin ağzıma sıçardı. Eğer o çocuktan kurtulursa Caner’le aralarını yapmayı aklıma koymuştum ama o süreye kadar elbette ki bu işe karışmayacaktım. Derin o malla mutluysa bana sadece saygı duymak düşerdi. Ama mutlu değildi, sadece bunun farkında değildi. Çocuk toksikliğin vücut bulmuş haliydi. Ailecek bol kahkahalı, günümüzü anlatmalı akşam yemeği faslından sonra abimlerin futbol izleyeceğini anladım ve onlara burun kıvırarak odama geçtim. Abim neyseki araba videomuzu görmemişti. Üst üste paylaşım görünce hızlı hızlı geçerdi storyleri. İşime gelmişti. Gardrobuma yaklaşınca kıyafetlerimden kurtulup geceliğimi giydim ve hızlıca makyajımı temizledim. Masama doğru yaklaşırken saç bandajımı nereye koyduğumu düşünüyordum. Masanın çekmecesinde onu bulunca hızlıca alıp saçlarıma geçirdim. Oda biraz havasızdı. Beş dakika kadar camı açmaya karar verdim. Kulaklığımı alınca cama yaklaştım. Camdan dışarı izlerken müzik dinlemeyi çok severdim. Rastgele bir şarkı açtıktan sonra ellerimi çeneme yaslayıp etrafı izlemeye başladım. Sokak sessizdi. Hava çoktan kararmıştı. Herkes evlerine çekilmişti. Biz küçükken bu sokak gece ya da gündüz dinlemez, her saat sesimiz ile coşardı. Şimdiki gençlik ölmüştü. Açtığım birkaç hareketli müzikten sonra depresif bir şarkı sarmıştı kulaklarımı. Kapatmamış, dinlemeye devam etmiştim. Mutlu günün sonunda hiçbir şey yokken birden hüzünlendiren şeyler dinlemek biz ruh hastaları için hastalıklı bir adetti. Şarkı da biraz beni anlatınca dalıp gitmiştim. Ah be Cem Çınar neden böyle bir şarkı yaptın ki sanki? Eksik bi' şeylerim var, içimde kalmış biraz Özlediğim senli günlerim nefretim oldu inan Şikâyetim bak sana, içimde derin bir yara, ah Seni böyle kimse sevmedi, söyler misin şimdi bana? İstemeye istemeye düşmüştü yine aklıma Emre. O yokken yoktu ki bu kadar aklımda. Geri gelip zihnime düşüp durması koca bir haksızlıktı. Şarkının onu anlatması çok büyük haksızlıktı. Özlediğim senli günlerim nefretim oldu inan derken şarkı ne kadar da şu anki durumumu anlatıyordu. Sen gidemezdin Hani, "Canım" diyemezdin ona? Seven yerlerin mi dondu senin? İnanamadım olanlara "Yapamaz o", dedim Döner bana geri diye Bekledim, bekledim, bekledim Geri gelmeni çok istedim Gözümün önünde Gökçe’yle yaşadığı anlar canlandı. Birbirlerine sarılmaları, seni seviyorum demeleri, el ele tutuşmaları, gülüşmeleri hepsini sanki tekrar yaşıyor gibiydim, sanki hepsi yine canlanmıştı gözümde. Sonra onun gidişini öğrendiğim güne gittim. Şarkıdaki gibi geri gelmesini çok bekledim. Ama o gelmedi. Hiç gelmedi. Çok ağladım, çok üzüldüm, çok canım yandı, çok düştüm, çok kanadım ama o hiç gelmedi, o beni düştüğüm yerden kaldırmadı. “Ağlama, Naz, iyi olacak her şey,” demedi. O bana 4 yıldır hiç Naz demedi. Ben 4 yıldır sesini bir kez bile duyamadım. Ben onun fotoğraflarına bakmayı bıraktığımda yüzünü unutmaktan çok korktum. Ama o hiç gelmedi. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde kafamı usulca kaldırdım. Bir çift ela gözlere takılınca bakışlarım istemsizce kitlendiler. Benim gibi camda duruyordu. Beni izliyordu. Koyu kahve saçları yine dağınıktı. Gözlerini pek net göremesem de yorgun gibi duruyordu. Konuşmak istiyor gibiydi ama ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. Tanıyordum onu ben. Biz eskiden de camdan cama çok konuşurduk onunla. Odalarımız karşılıklıydı. Çocukken geceleri annelerimiz bizi eve zorla götürünce cama çıkar, öyle sohbetimize devam ederdik. O bana okulda öğrendiklerini anlatırdı. Ben de gülümseyerek onu dinlerdim. Ben onu dinlemeyi çok severdim. “Bu dünyada sihir diye bir şey varsa bu; birini anlamak, bir şeyi paylaşmak çabası olmalı,” diye seslendi. İlk başta ne demek istediğini anlamadım. Kaşlarımı çattım. Daha sonra ne yapmaya çalıştığını anladığımda devamını ben getirdim. “Biliyorum bunu başarmak neredeyse imkansız, ama kimin umurunda…” Biz eskiden hep izlediğimiz dizi, filmlerde beğendiğimiz replikleri bir deftere yazar, arada da böyle camdan birbirimize söylerdik. Before Sunrise’tan sevdiğim bir repliği söylemişti. Bu film üçlemesini beraber izlemiştik biz onunla. O günlere gittiğimi hissedince ve istemsiz bir gülümseme yerleşince dudaklarıma hemen sildim onları. Ben ona kızgındım. Ona gülemezdim. “Unutmamışsın.” Gülümsedi. “Unutmam ben.” Hoyratça baktım gözlerine. “İzlediğimi de hissettiğimi de hissettirdiğini de.” “Naz…” Sesi özür diler gibi çıkmıştı. Biraz sustu. Sonra derin bir nefes aldığını gördüm. Dudaklarını araladı konuşmak için. “Bugün hastanede çok yoğundum,” dediğinde anlamamış gibi baktım ona. “Sürekli hastalar gelip gitti. Eski yerimden daha kalabalıkmış.” Bana gününü anlatıyordu. Eskiden yaptığımız gibi. Onu dinlemek istemedim ama bu olayı çok özlemiştim. Bakışlarım ona kitlendi. İstemsiz dinlemeye devam ettim. “Ağır bir vaka vardı. Hasta ölmek üzereydi ama geri döndürmeyi başardık.” Son cümleyi söylediğinde yüzüne bir gülümseme yerleşti. Birini hayata döndürmek çok büyük bir şeydi. “Mesleğini seviyorsun.” “Seviyorum.” Tereddüt etmedi. “Sen ne yaptın bugün?” Sesindeki merakı gizleyemedi. “Eğlendim.” Seni görüp sinirlenmeme rağmen eğlendim ben. Karşıma her çıkışında bana gidişini hatırlatmana rağmen eğlendim. Sabırla nefes aldım. Daha fazla duramayacaktım. Çünkü onunla konuşmaya devam edersem onu sevdiğimi hatırlayacaktım. Bunu istemiyordum. “Yarın birlikte dışarı çıkalım mı?” Lütfen der gibiydi sesi. “Seninle konuşmak istiyorum.” “Hayır,” dedim hızlıca. “İstemiyorum seninle konuşmak. Ben içeri geçiyorum.” “Naz, lütfen.” “İyi geceler Emre,” diyerek ona konuşma fırsatı vermeden camı kapattım. Perdeyi çektikten sonra kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Kulaklığımı tekrar takarken bu anı unutmaya çalışıyordum. Ellerimi iki yanıma saldım. Beyaz tavanı seyrediyordum. Onunla konuşurken kalbim deli gibi atmıştı. Ona tekrar tutulmaktan korkuyordum. Kalbim onun için atmaya başlasın istemiyordum. Bilirdim çünkü, üzülürdü. Sevmek acı verirdi. Kalbi besleyen tek şey sevilmekti. O ise beni hiç sevmeyecekti. BÖLÜM SONU... |
0% |