@esmacayim
|
1. BÖLÜM || SESSİZ ÇIĞLIKLAR Remembrance - Balmorhea İnce Buz Üstünde yürüyorum - Cem Adrian, Şebnem Ferah
*** Her nefes alan insanın hikâyesi tek bir şekilde başlardı. Doğarak. Bu kadardı. Herkesin tek ortak noktası doğmaktı. Ama sonra olaylar değişirdi. Yeni yollar ve yeni yokuşlar çıkardı her birinin karşısına, bazen de uçurumlar. Hayat derdik buna, doğum ile ölüm arasında saklanan bir hikâyeye sıkıştırdı. Herkesinki de kendine özgüydü işte. İyisiyle, kötüsüyle onun ekseninde, sonu olan ama sonsuz bir döngüye girerdi. Kimi zaman yerle bir olurdu; bitti her şey, ben bittim, hayatım bitti denilirdi ama düzelirdi, bitişler yeni bir başlangıç getirirdi. Kimi zaman da yaşadığı mutluluğun hiç bitmeyecekmiş gibi hissedeceği uçsuz bir hissiyata kapılırdı ama biterdi. Mutluluk kelimesi asla sonsuza dek sürmezdi. Hayat iyi ve kötü kelimesi arasında sıkışan bir üzülüşler cümbüşüydü. Ve her zaman ne olursa olsun hayat devam ederdi. Yeni güne çalan alarmın sesiyle uyanmıştım ama yatağımdan kalkmak istemiyordum hiç. Başım çatlıyordu. Tüm gece ağlamıştım çünkü. İçime içime bağıran sessiz çığlıkların arasında kaybolmuştum. Yolumu bulamamıştım, üstüne çok da güzel bir baş ağrısı edinmiştim. Ne harika bir gün, ne harika bir başlangıç ama! Alarmı kapattıktan sonra oflayarak yerimden doğruldum. Sırtımı yatağın başlığına yaslarken dün geceyi düşündüm. Hak ediyor muydum ben bu mutsuzluğu? Kendime neden bunu yapmaya devam ediyordum? Neden sürekli böyle güçsüz düşüp yalnızlığımla birlikte onların içinde bana karşı var olmayan bir sevgi duygusuna sarılıyordum? Bazen cidden fazla zavallıca hareket ediyordum. Ama daha küçüktüm işte. Kalbi eksik büyümüş, hayır büyüyememiş bir çocuktum daha ben. Yanlış yapsam da bunlar benim yanlışımdı, öğrenirdim bir gün doğrusunu mühim değildi bu ama kalbimdeki bu sızı hiç geçmeyecekti, bilirdim. Bu on yedi yıllık ağlamalarımın götürdüğü mutluluk geri gelmeyecekti, bilirdim. Ben bir gün büyürdüm de o içimdeki çocuk hep eksik kalacaktı, bilirdim. Keşke bilmeseydim. Komodinin üzerinde duran, kenarları mavi olan küçük aynama uzandım. Yüzüme bakarken sırıtmadan edemedim bu halime, fazla berbat görünüyordum. Kumral saçlarım dağılmış bir haldeydi, yeşil gözlerime hüzün bürünmüş, göz altlarımı da ağlamalarımın sonucu oluşan morluklarla çevrelemişti. Aynayı yerine bıraktıktan sonra elimin tersiyle yüzümü sildim ve ayaklarımı yatağımdan çıkartarak çıplak ayaklarımın parkenin üşütmesine izin verdim. Bugün pazartesiydi ve kahrolası okula gidilecekti. Bu gerçeğe kendimi her hafta dönüşümlü olarak yaptığım hatırlatma evresini tekrar uyguladıktan sonra yatağımın kenarından destek alarak ayağa kalktım, dizlerime kadar çıkan pijamalarımın paçaları tekrar bileklerime düşmüştü. Gözlerimi açamıyordum. Hâlâ deli gibi uykum vardı. Yüzümü yıkarsam kendime geleceğimi bildiğimden bir gözü açık diğer gözü kapalı şekilde odamdan çıkıp banyoya gittim. Ellerimi ve yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Kahvaltı yapmak hiç içimden gelmiyordu, okulda bir şeyler atıştırmaya karar verdikten sonra odama gidip giyinmeye başladım. Sonra biraz yüzüme çeki düzen versem iyi olurdu. Zombi gibi gitmek istemiyordum lanet okula. Bana ucube gibi bakan insan azmış gibi daha fazla gözü üzerime çekmesem iyi olurdu, hem aynaya baktığımda da bir yaratık görmek istemiyordum. Okul kıyafetlerimi giyindikten sonra gardırobun aynasının karşısına geçtim. Siyah bir şort etek, beyaz renkli bir lakostan oluşuyordu okul formalarımız. Lanet olasıca eteği giydikten sonra, lakosu çabucak üzerime geçirdim ve eteğin altına sıkıştırdım. Bizden önceki senelerde etek, gömlek, kravat üçlüsü vardı. İyi ki değişmişti, çünkü sürekli gömlek ütülemekle uğraşmak istemiyordum. Elimle lakosun yakasını düzelttikten sonra masamın üzerindeki tarağı alıp saçlarımı taradım. Kenarlarından küçük bir kısmı örüp arkadan bağladıktan sonra kalan kısımları açık bıraktım. İyi görünüyordum. Güneş kremi sürmeden asla dışarı çıkmazdım. İzmir'in sıcağı insanın cildini mahvediyordu. Masanın üzerinden kremi alıp avcuma sıktıktan sonra yüzüme ve kollarıma sürdüm. Sadece göz altlarım kalmıştı hallolması gereken. Masamın üzerindeki kapatıcıyla da morluklarımı kapattım. Tamamen hazırdım. İşte şimdi gidebilirdim. Dün ödevlerimi yaptıktan sonra hazırlamış olduğum siyah çantamı, kulaklığımı ve şarjdan çıkardığım telefonumu alarak odamdan çıktım. Dış kapının önüne geldiğimde dolaptan siyah spor ayakkabılarımı çıkardım, tam giyiniyordum ki "Kahvaltı yapmayacak mısın?" diye birden bana seslenen annemi sesini işitince arkamı döndüm. Önce biraz şaşırmıştım. Normalde pek umurunda olmazdım çünkü. Aslında hiç olmazdım. Kafamı iki yana salladıktan sonra gözlerimi ondan kaçırdım. "Aç değilim, okulda bir şeyler atıştırırım sonra." Benimle öylesine konuşmak için konuşmasına alışık değilim. İşi düşerse konuşurdu genelde. "Sen bilirsin," diye mırıldandıktan sonra arkasını dönüp gitti. Bu kadar kalması bile bir mucizeydi zaten. Derin bir nefes alıp kafamı iki yana salladım. "Sakin oluyoruz, Esra," diye mırıldanırken kendimi telkin etmeye çalışmak adına kısa bir süreliğine gözlerimi kapatıp açarak üzerimdeki gerginliği atmaya çalıştım, biraz da olsa başarılı olduktan sonra ayakkabılarımı giyindim ve çantamı tek koluma takarak kendimi evin dışına attım. Huzur. Kısa da olsa seni rahatlatmak için uğrayan kelimeye denir. Bugün pek yürümek istemediğim için okula otobüsle geldim, bu yüzden biraz erken gelmiştim ve dersin başlamasına daha yirmi dakika vardı. Dışarısı çok fazla sıcak olduğu için kantine inmeye karar verdim. Sınıfa gitmek istemiyordum. Kulaklığımı takıp müzik dinlesem bile beni rahatsız edecek kişiler olacağı için kantinden oturmam kendi lehimeydi. Aslında değildi ama soğuk bir şeyler içmeye ihtiyacım olduğu için adımlarımı kantine doğru çevirdim. Kantin zemin katın altındaydı. Hızlıca inip uzun olmayan sıradan bir limonata aldıktan sonra boş bir masaya geçip oturdum. Biraz kalabalıktı kantin ama bunu umursamadım. Bazı bakışlar bana dönmüştü ama tekrar önlerine dönüp beni rahat bırakmışlardı neyse ki. Bu okulda kimse tarafından sevilmiyordum, her beni gördüklerinde böyle bakıyorlardı. Onlara ne yapmış olduğum konusunda hiçbir fikrim yoktu. Sırf son iki yıldır okulda en iyi dereceyi yaptığım için birine, hem de hakkında hiçbir şey bilmediğin birine böyle kin besleyip nefret etmek çok saçma ve tuhaftı. Çok umurumda değildi artık, sadece bana ucubeymişim gibi bakmaları rahatsız ediyordu. Keşke onlar da beni umursamasalardı. Derince bir nefes alıp kafamı iki yana salladıktan sonra odağımı ve düşüncemi onlardan çekmeye çalıştım. Biraz da olsa başarılı olduktan sonra çantamdan telefonum ve kulaklığımla birlikte bir kitap çıkardım ve kulaklığımı takıp rastgele bir müzik açtıktan sonra limonatamdan bir yudum alarak kitabımı okumaya başladım. Birkaç sayfa okumuştum ki birinin karşıma dikildiğini fark ettim. Kafamı kitaptan kaldırıp ona baktığımda daha önce bizim sınıfın katındaki sınıflardan, önceki seneden bir ortak seçmeli derste -yanılmıyorsam- denk geldiğim ama adını hatırlamadığım bir çocuk olduğunu gördüm. Elleri dağınık siyah saçlarına gittiğinde mavi gözlerini bana dikmişti. Neden burada olduğunu merak ettiğim için kulaklığımın tekini çıkarıp "Bir şey mi söyleyeceksin?" diye sordum sesimdeki merakı da gizlemeyerek. Çünkü normalde bu okulda kimse benimle pek konuşmak istemezdi. Hatta hiç istemezdi. Sadece nefret ederlerdi. Daha ne olduğunu anlamadan sandalyeyi çekip karşıma oturduğunda kaşlarım çatılmıştı. Ne yaptığını sanıyordu? Ona bu hareketinin hoşuma gitmediğini söyleyecekken "Oturabilir miyim?" demesiyle ona şaka mı yapıyorsun der gibi kaşlarımı kaldırıp baktım. "Zaten oturdun." Sesim sinirli çıkmıştı. Lakayt tavırlardan son iki yıldır zerre hoşlanmıyordum. Sandalyeye sırtını yasladığında laubalice "Evet, öyle oldu biraz," dedi sırıtarak. Telefondaki müziği durdurup ona döndüm. "Ne söyleyeceksin ya da bir şey söyleyecek misin çünkü ben, yanıma gelip oturmana pek de anlam veremiyorum açıkçası." Ellerimi saçlarımın arasına geçirip üzerimdeki gereksiz siniri engellemeye çalıştım ama karşımdaki çocuk kaşlarını kaldırıp sırıtınca bu çabam hiçbir işe yaramamıştı. Daha çok sinirlenmiştim. "Fazla agresifsin." "Fazla patavatsızsın." Bu söylediğime de sırıtmıştı ve benim iyice sinirlerimi bozmaya başlamıştı. "Burak ben." "Yani?" Benimle dalga mı geçiyordu? "Tanışmak istedim." Açıkçası şaşırmıştım. "Neden?" diye sordum dalga geçiyor olacağını hesap etmeyecek kadar aptal olduğumu fark etmeden önce. Bunun için kendime daha sonra kızacaktım. Birinin benimle tanışmak isteme düşüncesi neden umurumdaydı ki zaten? Olmamalıydı. Kollarını birbirine geçirip dudaklarını yukarı doğru kıvırdı bilmişçe konuşacağım birazdan der gibi. "Biriyle tanışmak için bir nedene ihtiyacımızın olması gerektiğini bilmiyordum." "Neredeyse iki yıldır aynı okulda okuduğun biriyle böyle aniden tanışmak için mi? Evet bir nedenimizin olmasına ihtiyacımız var." "Senden hoşlanıyorumdur belki?" Gözlerimi devirdim kafamı iki yana sallayarak. "Bir nedenin olmuş olurdu." Gülmeye başlamıştı. "Zeki birisin," dedi ellerini masanın üzerine koyup mavi gözlerini bana dikerken. Bu saçma muhabbete daha fazla katlanmak istemediğim için kitabımı çantama koydum. "Başka söyleyeceğin bir şey var mı?" "Evet, adın ne?" "Bildiğin soruları sorma bence." Çantamın tekini koluma takıp ayaklandım. "Bildiğimi nereden biliyorsun?" O da ayaklanmıştı. Aptal mıydı aptal numarası mı yapıyordu bilmiyorum ama sinir sistemimle oynadığı apaçık ortadaydı. "Bu yılı da sayarsan son iki yılın birincisi olduğum için olabilir mi?" Ya da neredeyse okuldaki herkes tarafından psikolojik şiddet gören, zorbalığa uğrayan o kişi olduğum için olabilir mi demek istemiştim ama onun yerine yarısını içtiğim limonatayı masada bırakarak Burak'a bir şey söyleme fırsatı vermeden yanından ayrıldım ve kantinden çıktım. Burası özel bir okuldu ve herkes okulda derecede olan kişileri tanırdı. Ki okulda kimseyle muhatap olmadığım için adım çoğunlukla kendini beğenmiş olarak insanlar arasında dedikodu malzemesi olarak kullanılırdı. Çoğu kez kendim de şahit olurdum zaten. Alt sınıflardan ve onlardan daha başarılı olduğum üst sınıflardan da aynı şeyleri işitmiştim. Benden nefret ediyor olmaları umurumda değildi ama beni kendilerince yargılayabileceklerini sanıyorlardı, bu çok sinir bozucuydu. Nasıl bir hayatım olduğunu bilmeden insanlara böyle dışarıdan kötü ithamlarda bulunmaları hiç hoş değildi. Ama onları dikkate almamaya çalışıyordum çünkü daha büyük sorunlarım vardı. Hem böyle yaparak iyi hissetmeleri fazla zavallıcaydı, benim de bu tip insanlarla işim olmazdı. Sadece beni rahat bıraksınlar istiyordum. Çok zor değildi bu, gerçekten değildi. Sınıfa girdiğimde ders zili çalmıştı bile, tam vaktinde gelmiştim. Toplamda yirmi kişiden oluşuyordu sınıflar ve herkes tekli sıralarda oturuyordu. Sanırım bu okulun en sevdiğim özelliğiydi. Son iki yıl burada yaşadıklarımdan sonra biriyle yan yana olma düşüncesi bile işkence gibiydi. Cam tarafındaki sondan ikinci sırama geçip oturdum ve çantamdan kimya notlarımı çıkarıp masaya koydum. Burası çok zorlayıcı bir liseydi. Herhangi bir alan yoktu. Her dersi görüyorduk. Başarısız kişiler yapamazdı zaten burada. Bu okula gelip yoğunluğunu kaldıramadığı için giden az kişi olmamıştı. O yüzden bu okulda okumak istemiştim, çünkü kafamı sadece bu aşırı yoğun sistem dağıtabilirdi. Ama o bile yetersiz kalıyordu bazı zamanlar Bu okulda bursluydum. Ailemin durumu kötü değildi. Hatta beni buraya gönderebilecek bir maddi imkanımız vardı ama ben sınava girerek kazanmak istedim. Onlardan bir şey istemiyordum. Ben onlardan bir şey istemeyi uzun zamandır bırakmıştım. Kendi imkanlarım ve zekâm ile ayakta kalmak istiyordum. Kalem ve defterimi çıkardığımda ön sıramda oturan Selin sırasına gelince göz göze geldik, beni görünce gülümsedi. Gülümsedi? Tuhaftı. "Günaydın." dediğinde daha da şaşırdım. Bu daha da tuhaftı. "Günaydın." Sesim sorgular gibi çıkmıştı ama umursamadım. "Bugün Sibel hoca yılın son grup ödevini verecek diye duydum," dediğinde sohbetin gideceği yeri anlamıştım. Artık tuhaf değildi. "Grup arkadaşın olmamı istiyorsun," diye mırıldandığımda yerine oturup bana döndü. "Bence iyi bir takım oluruz." Notlarında son dönemler sıkıntı yaşadığının farkındaydım. Benimle grup olursa iyi bir puan alacağını ve notlarını toparlayacağını düşünüyordu. "Sibel hoca da kabul ederse benim için sorun teşkil etmez," dedim kafamı iki yana sallarken. "her türlü biriyle grup olmam gerek zaten." Arkadaş değildik ama bu okulda benimle uğraşmayan nadir kişilerden olduğu için onunla grup arkadaşı olmakta bir sakınca görmemiştim. Kabul ettiğimi duyunca neşesi yüzüne yansımıştı. "Çok sevindim kabul etmene, çok teşekkür ederim." Heyecandan ellerini kaldırıp bana sarılacak gibi oldu ama sonra indirdi. Aldırış etmedim. Tuhaf birisiydi. Dersin öğretmeni de sınıfa girince konuşmayı kesip önüne döndü. Sibel hoca hepimize günaydın dedikten sonra tahtanın önüne geçti. Her zamanki gibi üzerinde eksik olmayan beyaz önlüğünü giyinmişti. Bugün de kahverengi saçlarını tepeden at kuyruğu şeklinde bağlayarak toplamıştı. Siyah çerçeveli gözlükleri masanın üzerindeydi, genelde ders notlarını anlatırken takardı onları. Bir keresinde de benimle kariyer planım hakkında konuştuğu sırada yedi yıldır bu mesleği yapıyor olduğunu öğrenmiştim. Mesleğini seviyordu ve bana sevdiğim bir işi yaparsam daha çok mutlu olacağımı konusunda tavsiyeler vermişti. Haklıydı. Sevmediğin şey sana zarar verirdi ve zamanının en büyük katili olurdu. "Evet arkadaşlar, bildiğiniz üzere bugün yılın son ödevini vereceğim. O yüzden bu hafta laboratuvarda çalışmıyoruz. Bir dahaki dersimizde tekrar orada olacağız, zaten size mail olarak haber vereceğim bunu. Konumuza gelecek olursak ilk ve son ödevlerinizi her zaman gruplar halinde verdiğimi biliyorsunuz. Şimdi..." Gözleriyle herkese tek tek baktıktan sonra devam etti: "Grupları benim mi ayarlamamı istersiniz yoksa sizler mi seçmek istersiniz?" Sınıfın geneli kendimizin ayarlamasını istedi. İlk grup ödevinde grupları Sibel hocanın kendisi ayırmıştı ve gruplar kendi içinde büyük bir kargaşa yaşamıştı. Anlaşabilen grup sayısı çok azdı. Kimsenin aynı sorunu tekrar yaşamak istemediği ortadaydı. Benim için sorun yoktu. Grup ödevlerini sevmesem de yapmak zorunda olduğumuz için sorun çıkartmıyordum. "O zaman on beş dakika kadar süre veriyorum, herkes grubunu ayarlasın ve..." sınıftakilere tek tek baktıktan sonra sınıf başkanı Efe'ye döndü. "Efe'ye gruplarını yazdırsın." "Olur hocam," dedi Efe kafasını sallarken. "Konularınızı gün içinde mail olarak atacağım her birinize. Şimdilik dersimiz bu kadar. Efe sen de en geç yirmi dakika içinde listeyi öğretmenler odasına getirirsin. İyi günler çocuklar." Sibel hoca çıkar çıkmaz Selin birden bana döndü. "Ben yazdırıyorum o zaman adımızı." Kafamı salladım. "Olur." Selin Efe'nin yanına giderken defterlerimi toparladım ve çantamı tek koluma takarak sınıftan çıktım. İlk iki dersler blok yapıldığı için sınıfta kalmak istemiyordum hiç. Tek tek gelip bana aynı takımda olalım mı diye sorulacak sorulara da maruz kalmak istemediğimden başka yere gidersem iyi olur diye düşündüm. Selin beni bu konuda büyük bir dertten kurtarmıştı. Diğer öğrencilerin dersleri bitmediği için koridor sessizdi. Nereye gideceğimi düşünürken merdivenlere doğru ilerledim. Kantinde oturmak istemiyordum. Yine aynı saçmalığı yaşayabilirdim. Spor salonunda ders olma ihtimali yüksekti, resim atölyesi de bu saatte dolu oluyordu. Kütüphanede de bana sürekli ucubeymişim gibi bakan tipler bulunuyordu. En mantıklı olan kahvemi alıp arka bahçede kimsenin pek gitmediği yere gidip resim yapmaktı. Rahatsız edilme ihtimalim düşüktü en azından. Soğuk bir kahve almak için kantine gelip etrafıma bakınınca biri tarafından omzumun dürtüldüğünü hissettiğimde sağ tarafıma döndüm ama omzuma dokunan kişi sol tarafımdan önüme geçti. Bıkkınca nefes verip önüme döndüm. Yine kim benimle uğraşmak istiyordu? "Beni mi arıyorsun?" Burak'tı. Bugün bu çocuğun benimle derdi neydi? "Aynen, seni arıyorum," dedim gözlerimi devirirken. "Şimdi izin verirsen kahvemi alacağım." "Hay hay," deyip bana yol verdikten sonra ona bakmadan gidip kahvemi aldım. Tam kantinden çıkıyordum ki o da elinde bir kahveyle peşimden gelip "Sana katılabilir miyim?" diye sordu. Durup ona baktım. "Neden?" "Her şeyde bir neden aramak zorunda mısın?" "Her şeyin bir nedeni vardır çünkü." "Sadece sana katılmak istiyorum..." Ellerini iki yana açtı. "Hepsi bu." "Arkadaşların yok mu senin neden bana katılmak istiyorsun?" Koskoca iki yıldan sonra bugün benimle takılmak istemesi kadar absürt bir şey yoktu. Amacı neydi ve ne istiyordu bilmiyordum ama zerre umurumda değildi. Sadece rahatsız edilmek istemiyordum. "Yakın arkadaşım gelmedi bugün, diğeriyle de takılmak istemedim. Senin arkadaşın yok mu?" "Yok," diye kestirip attıktan sonra merdivenlere doğru yürümeye devam ettim, o da peşimden geldi. "Neden?" "Niye sorguluyorsun?" "Her şeyin bir nedeni vardır çünkü." Gülmüştü. Benim cümlelerimle bana oynuyordu. "Gerek yok çünkü," dedim okul bahçesine çıkarken. Arka bahçede doğru ilerlerken tekrar konuştu. "Neden gerek yok?" Çok fazla soru soruyordu ve sorularından sıkılmıştım. Hareket etmeyi bırakıp ona döndüğümde o da benimle birlikte durmuştu. "Çünkü istemiyorum tamam mı? Ki seni ilgilendirdiğini de sanmıyorum. Daha fazla şeyi sorgulayacaksan beni rahat bırak lütfen. Hatta mümkünse beni tamamen rahat bırak." Adını öğrenmem üzerine toplasan bir saat bile geçmemişken her şeyi sorgulaması beni rahatsız ediyordu. Eğer bir şeyden rahatsız olursam onu söylerdim çünkü daha fazla sinirlenmek istemiyordum. "Tamam tamam, sakin ol," dedi ellerini kaldırırken. "Sormadım say. Ee, nereye gidiyoruz?" Benimle dalga mı geçiyordu? Ona az önce açık açık benimle gelme dediğim halde böyle diretmesine anlam veremiyordum. Kafamı bıkkın bir şekilde iki yana sallayıp yürümeye başladım konuşurken. Fazla arsız bir çocuktu. "Arka bahçedeki çardağa geçip oturacağım." Git desem de gideceğini sanmıyordum ama yanıma gelip en fazla beş dakika durduktan sonra sıkılıp giderdi zaten. "Bana uyar." Kafamı iki yana salladım sabır dilercesine. Cidden benimle gelmeyi planlıyordu. Neden benimle uğraşıyordu bugün? Önceden tek bir konuşmamız olmamıştı. Kendine eğlence mi arıyordu? Banka gelip oturduğumda o da hemen karşıma geçti. Kahvemi masaya bırakır bırakmaz ne çizsem diye düşünmeye başlarken çantamdan eskiz defterimi ve kalemlerimi çıkardım. Her hareketimi dikkatle izleyen Burak, "Ne yapacaksın?" diye sordu merakla. Kalemlerimi gösterdim. "Resim çizeceğim." "Evet hatırladım," dedi neşeli bir sesle. "okulun resim kulübü ve sergisindeydin değil mi sen?" "Evet." Sergi için çok fazla resim yapmıştım. Hatta ders öğretmeni sayesinde satış yaptığım tablolarım da olmuştu. Çoğu da odamın duvarında asılıydı. Çocukluğumdan beri bir şeyler çiziyor ve boyuyordum. Kendimi geliştirmiştim. Zamanımı boşa harcamaktan hoşlanmıyordum çünkü. Sürekli bir şeylerle uğraşmak bana iyi geliyordu. Zamanımı kendim için kullanmak üzüntülerimi unutturuyordu. "Ne çizeceksin şimdi?" diye sordu merakla defterime doğru bakarken. Dudaklarım büzdüm. "Bilmiyorum karalarım bir şeyler derse kadar." "Beni çizebilir misin?" İstediği beni şaşırtmıştı. Neşeli gözleriyle bana bakınca omuz silktim. Çok fazla şey çizmiştim onu da çizebilirdim. "Çizerim ama sadece karakalem. Derse kadar yetişmez renkli çizim." Ellerini havaya kaldırdı tebessümle. "Patron sensin, bana uyar." Resim kalemimi alıp yüz hatlarının orantısını ayarladıktan sonra detayları çizmeye başladım. Güzel gözleri vardı. Kemikli bir yüzü, ona yakışan kemerli bir burnu ve dolgun dudakları vardı. Ben çizerken o da sessizdi. Sağ elimi yana düşen saçlarımın arasından geçirip şakalarıma yaslayınca tekrar ona baktım ve çizmeye devam ettim. "Kaç yıldır çiziyorsun?" diye sordu birden. Çizmeye devam ederken cevapladım onu. "Beş yaşımdan beri ilgim vardı. Dokuz on yaşlarımda kendimi daha da geliştirmeye başladım. Ortalama on iki yıl kadar ilgileniyorum işte." "Vay be!" dedi şaşırarak. "On altı misin şimdi?" "On yedi." Şaşırmıştı. "Ben de öyle. İkimiz de onuncu sınıfız şimdi ama ben bir sene kalmıştım. Sakın ben de bir sene kaldım falan deme bana, inanmam çünkü. Geç mi başladın okula yoksa?" Duraksadım. Kafamı kaldırıp ona baktım. "Devamsızlıktan kaldım." Sesimin kırgın çıkmaması için uğraştım. Çünkü canımın acısı kelimelerime yansırsa gözyaşlarım beni dinlemezdi. Akardı. "Nasıl yani? Bu okulda üçüncü yılın mı? Ama seni ilk senemde görmedim burada?" "Hayır değil, iki yıldır buradayım." "Ortaokulda mı kaldın?" Çok fazla soru soruyordu ve bu sinirlenmeme sebep oluyordu. Bıkkınca "Hayır," dedim. "İrdelemesen mi artık." "Neden?" diye sordu mavilerini bana dikerken. "Seni ilgilendirdiğini sanmıyorum çünkü," diye çıkıştım birden. "Şu aptalca sorularını sormayı bırakırsan sevineceğim." Elleriyle sahte fermuar çekti dudaklarına. "Tamam sormadım say. Sadece son bir soru soracağım." "Neymiş." "Doğum günün ne zaman, yeni mi on yedi oldun?" Ne saçma soruydu bu? Bir insan neden bunu merak ederdi ki? "Ne yapacaksın elinde pastayla kapıma mı geleceksin?" Düşünür gibi yapıp gülümsedi birden. "Hiç fena fikir değilmiş." "Dalga mı geçiyorsun?" "Evet." "Şaka gibisin." "Ee, ne zaman?" "Dündü." dedim çizime geri dönerken ve susmasını isterken. Hayatımın yerle bir olduğu on yedinci yılı bir sahil kenarında yalnız başıma kutlamıştım. Şaşırdığına dair bir şeyler mırıldandı. "Cidden mi?" "Evet." "Yeni yaşının ikinci günü benimle konuşmak nasıl hissettiriyor?" diye sordu şaşkın ifadesinin yerini pişkin bir ifadeye bırakarak. "Berbat," dedim gözlerimi devirirken. Gülmüştü. "Şimdi susacak mısın artık? Şu resmi bitirmek istiyorum." Dudaklarına tekrar sahte fermuar çektikten sonra sustu. Ben de çizimime geri döndüm. Saçları kalmıştı. Dağınık saçlarının tellerini tek tek çizerken tüm dikkatimi resme verdim. Biraz daha uğraştıktan sonra sonunda resmi bitirmiştim. Defterimi kaldırıp öne doğru uzattığımda Burak'ın yüzüyle karşılaştırdım. Aynısı olmuştu. Rahatlamış ve mutlu hissediyordum. Resim tüm stresimi yok ediyordu. "Bitti mi?" diye sordu merakla. "Bakabilir miyim?" Elimdeki defteri ona uzattığımda hemen alıp incelemeye başladı. Bayağı şaşırmış gibiydi. Sanırım bu kadarını beklemiyordu. "Aynaya bakıyor gibiyim." Defteri kaldırıp kendi yüzüyle yan yana getirdi. "Yakışıklı çocukmuşum." "Beğendiğine sevindim." Okul zili çalmıştı. On dakikalık aradan sonra üçüncü derse geçecektik. O yüzden eşyalarımı toparlamaya başladım. Toparlandığımı fark edince "Gidiyor musun?" diye sordu. Kafamı salladım. "Ders zili çalar birazdan." "O zaman bu resmi bana verir misin?" Omzumu silktim. "Olur, kopar." Resmi koparıp aldığında defterimi çantama koyarak ayaklandım. Masadaki kahve bardağımı bankın yanındaki çöp kutusuna attıktan sonra çantamın tekini koluma takıp ilerlemeye başladım, o da benimle geldi. Resim çizdikten sonra yüzüme yerleşen tebessümlerden biri tekrar yerini alınca sessizce ön bahçeye doğru yürüdük. Öğrencilerin çoğu çoktan bahçeye çıkmıştı bile. Bazı bakışları üzerimde hissettiğimde rahatsız olmuştum ama onları takmamaya çalıştım. Yanımda Burak'ın olması bu gözleri daha da çok üstüme çekmişti. Ona yandan bir bakış attım. Hiçbir şeyi umursamadan ilerliyordu. Bana dönünce gülümsedi. Neden ders saati dışarıda olduğunu sorgulamıştım. Hâlâ neden bugün benimle konuşmaya çalıştığını da anlayamıyordum. Başta umursamamıştım ama şimdi iki ders boyunca benimle konuşmaya çalıştığında merak etmiştim. Yine de sorgulamayacaktım. Bunun altını kurcalamak istemiyordum. Aptalca bir sürü şey çıkabilirdi. Eğer sorgularsam onu hayatımın bir köşesine de olsa dahil etmiş olurdum ve yine aynı hatalara düşerdim. İnsanlardan uzak durmam gerekiyordu. "Burak!" diye arkamızdan birinin seslendiğini işittiğimde durmuştuk. Ben neden durdum hiç bilmiyordum. Burak arkasını dönüp baktığında ben de istemsizce bakmıştım. Birkaç kız ve erkekten oluşan bir grup arkadaştı. Bankta oturmuş bize bakıyorlardı. "Gelmiyor musun?" diye sordular. Burada daha fazla kalmamak için önüme dönüp yürümeye başladım. "Esra!" Durup bana seslenen Burak'a bakınca efendim der gibi kafamı salladım. "Sen de katılmak ister misin bize derse kadar?" Böyle bir şeyi beklemiyordum. Kafamı olumsuzca iki yana salladım. "Hayır, teşekkür ederim." Koca iki yıl boyunca grup ödevleri ve öğretmenler dışında bu okuldan biriyle en fazla muhatap olma sürem buydu ve bence fazlasına gerek yoktu. "Size iyi sohbetler, hoşça kal," deyip ilerlemeye başladığımda tekrar seslendi. "Resim için," dedi elindeki kağıdı gösterip tebessüm ederken. "Tekrardan teşekkür ederim." İlk kez tebessüm ettim ona. "Rica ederim." Yanından ayrılıp sınıfa geldiğimde kimseyle muhatap olmadan yerime geçip oturdum ve çantamdan çıkardığım kitabımı okumaya başladım. Biraz okuduktan sonra zil çalmıştı. Ders tarihti. Birkaç dakika sonra hoca da sınıfa gelince dersi işlemeye başladık. *** Koca bir okul günün daha sonuna geldikten sonra fazla kitapları koridordaki dolabıma koyup okuldan ayrıldım. Hava her zamanki gibi çok güzel göründüğü için sahile kadar yürümeye karar verdim. Biraz temiz hava alırsam fena olmazdı. Hem eve ne kadar geç gitsem o kadar iyiydi. Telefonu ve kulaklığımı çantamdan çıkarıp açtığım slow bir müziği kulaklarıma armağan ederken rotamı her zaman gittiğim sahile doğru çevirdim ve yürümeye devam ettim. Her zaman oturduğum bank yine boştu. Gülümseyerek geçip oturdum. Çantamı kucağıma koyduğumda gözlerimi kapatıp sırtımı bankın sırtına yasladım. Deniz kokusunu içime çektikçe özgürmüşüm gibi hissediyordum. Üstüme birkaç beden büyük gelen acılarım yok oluyordu. Hafifçe esen rüzgâr saçlarımı uçuşturmaya başlamıştı. Bu yüzden saçlarımı hep açık bırakırdım. Rüzgârın onlarla yaptığı dans ruhumu mutlu hissettiriyordu. "Bugün..." diye mırıldandım denize bakarken. "Çok farklı bir gündü, deniz. Bu cümleyi benden pek duymazsın biliyorum. Ben de şaşırdım hatta." Kendi kendime gülümsedim. Dışarıdan bakan birine göre tam bir akıl hastasının yapacağı hareketleri sergiliyordum ama umurumda değildi. Aklımın pek de yerinden olduğu söylenemezdi zaten. Müzik dinlemekten sıkıldığım için müziği kapatıp kulaklığımı ve telefonumu çantama koydum. Denize günümü anlatacakken o sırada birinin yanıma gelip oturduğunu fark ettim. Kollarını bacaklarına yaslayıp telefonundan bir şeyler yazıyordu. Çevredeki banklara baktığımda hepsinin dolu olduğunu gördüm. Sanırım oturması gerekiyordu ve ilk boş gördüğü banka, yani benim yanıma oturmuştu. Kendimi tek ait hissettiğim yer bana ait olmadığı için bir şey diyemezdim. Eve bu kadar erken gitmeye niyetim olmadığı için oturmaya devam ettim. Gözlerimi kısıp denizi izledim sadece. Hareketliydi bugün deniz, fazla dalgalanıyordu. Ama çok güzeldi, hep güzeldi. Ben günlük yazmayı sevmezdim. Benim günlüğüm denizdi. Ben anlatırdım. Ben her şeyimi ona anlatırdım. Ona anlatamadığım her şeyi içime sustum bugün. Ama hüzünlü bir hikayem yoktu bu sefer. Kimse tarafından sözlü zorbalığa uğramamıştım. Ne kadar takmadığımı söylesem de bazen takıyordum işte. Sonuçta daha küçüktüm. Bazen fazla olgun olamıyordum, kendi yaşıtlarım gibi davranıyordum. Boş bir anımda gelip takılıyordum o beni üzen engele. Ama geçiyordu sonra. Günlüğüme anlatınca, kendimi kimse için üzmemem gerektiğini hatırlıyordum. Kendim için yaşıyordum ve sadece kendim için güçlü biri olmalıydım. "Çok güzel değil mi?" işittiğim sesle kafamı yana çevirip yanımda oturan çocuğa baktım. "Efendim?" dedim anlamayarak ama şaşırmıştım. Yanımdaki yüz tanıdık geliyordu. "Deniz diyorum, çok güzel değil mi?" Gülümsemişti. Daha önce bu yüzü görmüş gibiydim ama çıkaramıyordum. Kafasındaki gri şapkayı çıkardığı sırada sarı saçlarını görünce az biraz hatırlar gibi oldum. "Evet, çok güzel," dedim önüme dönerken. Evet, şimdi hatırlamıştım. Dün çarpıştığım çocuktu bu. Gece olduğu için pek hatırlayamamıştım yüzünü ama saçlarını görünce hatırladım onun olduğunu. Tuhaftı aynı yerde tekrar denk gelmek. Ama buralarda yaşıyorsa benim gibi sürekli buraya gelebileceğini düşününce çok da tuhaf olmayacağına karar verdim. Bu beni ilgilendirmiyordu zaten. "Sürekli gelir misin buraya?" Ona tekrar baktığımda istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Tepkimi fark etmiş olmalı ki hızlıca ellerini kaldırarak kendini düzeltmek istedi. "Yanlış anlamanı istemem, yanlış hatırlamıyorsam dün seninle burada çarpışmıştık, o yüzden sordum." "Evet gelirim." diye kısaca cevapladım onu. Bugün insanların neden benimle iletişim kurmaya çalıştığını zerre anlamayacaktım. Normal biri için bunlar belki normal bir davranıştı ama ben pek de normal biri olduğumu söylemeyeceğim için bana tuhaf geliyordu. "Buralarda yeniyim ama güzel yermiş." Önüne dönüp sırtını banka yasladı. Derin bir nefes aldıktan sonra tekrar bana dönüp yüzüme baktı. Ona ne yapmaya çalıştığını anlamıyormuş gibi baktım. Tam konuşacaktım ki araya girdi. "Pek iyi bir gün geçirmiyorum. Kafamı dağıtmak için birileriyle konuşsam iyi gelir diye düşündüm. Umarım rahatsız etmemişimdir." Tamam. Bu biraz tuhaf bir andı. Böyle bir şeyi beklemiyordum. "Dürüst olmak gerekirse başta rahatsız oldum." Açık sözlü oluşuma gülümsedi. "Dürüst olmanı sevdim. Ama şu an rahatsız oluyorsan gidebilirim." Kafamı olumsuzca iki yana salladım. "Açıklamandan sonra sorun değil. Yani anlıyorum seni. Ama kafanı dağıtabileceğin kişi ben olur muyum orası tartışılır. Pek insan sevmem çünkü." Kahkaha attı birden. Kaşlarım çatılmıştı. Komik bir şey söylediğimi sanmıyordum. "Seni sevdim." Dudakları sevecen bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldığında söylediği cümle ile hayrete düşmüştüm. Genelde benden nefret ederlerdi. "Tuhaf," dedim saçlarımın kulaklarımın arkasına sıkıştırırken. Bana anlamamış gibi bakınca konuşmaya devam ettim. "Yani birinden bu cümleyi duymak." Şaşırmıştı. "Neden?" Dudaklarım büzdüm. "Sanırım hikayemin kötü kızı benim." Önüme dönüp gözlerimi kapattığımda ikimiz de bir süre sessiz kaldık. Denizin dalgalanış sesini işitince gülümsedim. Bugün üzülmeyecektim. O yüzden kendimden beklenmedik bir davranış sergiledim ve daha adını bile bilmediğim çocuğa "Neden iyi bir gün geçirmiyorsun? İstersen anlatabilirsin," dedim dudaklarımın iki kenarını yukarıya doğru kalkmasına neden olacak şekilde gülümseyip ona bakarken. Kimsenin hayatı hakkında konuşan biri değildim. İlgilenmezdim de. Ama yine de ona sormayı tercih ettim bugün. "Bazen belki de bir daha görmeyeceğin birine bir şeyler anlatmak iyi gelir derler," diye ekledim söylediğim şeyden pek emin olmamışçasına mırıldanırken. "Yani açıkçası ben hiç denemedim. Ne kadar doğru, orası tartışılır." Derin bir nefes aldı gözlerini benden kaçırırken. Kendi içinde bir mücadeleye girmiş gibiydi. Sessiz olup ona alan bıraktım. Bir yabancıya her şeyi anlatmak onun için pek de doğru bir şey olmayabilirdi. "Bir gün," diye mırıldandı ayaklanırken. "bir gün anlatırım." "Bir daha denk geleceğimizden pek eminsin sanırım." "Bu ilk denk gelişimiz değil, bence son da olmayacak." Kendinden fazla emin konuşuyordu. Hayat tesadüfleri sevmezdi, bu klişeye pek de inanan biri değildim. Çantamı tek kolunu takıp ayaklandım, eve gitsem iyi olacaktı. Yapmam gereken yığınla derslerim vardı zaten. Benden biraz uzun olduğu için kafamı kaldırıp karşımdaki çocuğun yüzüne baktım gideceğimi belli ederken. "Hoşça kal." Gülümsedi. "Görüşmek üzere." Arkamı dönüp gidiyordum ki "Özgür," dedi birden ama ne demek istediğini anlamamıştım. "Adım, Özgür." "Esra," dedim ben de adımı söylemekte pek sakınca görmeyerek. Zaten bir daha denk geleceğimizi de sanmıyordum. Elindeki şapkayı tekrar kafasına takıp son bir cümle daha söyleyerek gitti, ben de ters yönde ilerleyerek evimin yolunu aldım. "Tekrar görüşmek üzere, Esra." |
0% |