@esmedemirr
|
Sahnenin arkası bahçenin içindeki ışıklandırmalar sayesinde hafif bir şekilde aydınlanıyordu. Birkaç ağaç ve dışarıya çıkan bir kapı vardı. Üzerimdeki kostüme lanet etmeden edemedim. Yerler ıslaktı ve alt kısmı tamamen çamur olmuştu. Etek kısmının alt kısımlarından tuttum ve hafif yukarıya kaldırdım. Bu şekilde ilerlemek daha doğru olacaktı. En azından kıyafeti berbat etmeyecektim. Dışarıya açılan kapıyı araladım ve zorla da olsa bu kocaman eteği olan elbiseyle geçebildim. Benim için seçtikleri karaktere bir kere daha lanet ettim. Sanırım kafasının bedeninden ayrılmasını hak etmişti. Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Kapıyı kapattım ve tekrardan elbisemin eteklerinden tutup yukarıya doğru kaldırdım. Müziğin sesi kulaklarımda çınlarken başımı salladım. Müzik dinlemekten hoşlanırdım ama bu kadar yüksek seslisi sadece başımı ağrıtmaktan başka bir işe yaramıyordu. Birkaç sokak lambası sokağı aydınlatırken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Ay tüm parlaklığı ile kendisini belli ediyordu. Karanlığın her zaman için kötü olduğunu, onu hiçbir şeyin aydınlatamayacağını söyleyenlere inat oradaydı. Gecenin karanlığında beyaz bir nokta gibi bu karanlığın içinde kendisini belli ederek kötülüğü yok ediyordu. Ay’ın özelliği buydu işte. Her siyahlığın içinde aydınlatılmayı bekleyen bir beyazlık vardı. Sokak boyunca ilerlemeye başladım. Müzik sesi son notalarını söylerken yolun sonundan sağa döndüm ve Nelson’ın kafesinin önünden geçtim. Tüm sokak sessizliğe bürünmüştü resmen. Bunun sebebi herkesin balo da olması mıydı yoksa Nelson’ın erken kapatması mıydı bilmiyordum ama bu sessizlik oldukça ürkütmüştü beni. Arada sırada arkama bakarak cadde boyunca ilerledim. Etraf oldukça sessizdi ama soğuk hava tenimi ürpertmeye yetmişti. Rüzgarın her kendini belli edişinde ağaçlardaki yaprakların birbirine çarparak çıkarttıkları ses ve benim yürürken çıkarttığım sesten başka ses yoktu. “Aradığımız kişinin o olmadığına emin misin?” Bulunduğum yerde sıçradım. Elimi göğsüme koydum ve derin birkaç nefes alıp bıraktım. Bu sesi bir yerden tanıyordum. Ama nereden olduğunu çıkartamamıştım. O kadar tanıdık geliyordu ki, nereden olduğunu bir türlü bulamamıştım. Yavaş bir şekilde arkamı döndüm ve sokağın başında durmuş konuşan topluluğa baktım. Ben biraz daha karanlık kısımda kalıyordum. Onlar ise sokak lambasının altında konuşuyorlardı. İçimden bir ses hemen burayı terk etmem gerektiğini söylüyordu. Fakat onu dinlemeye niyetim yoktu. Bu sesi bir yerden tanıyordum ve nereden tanıdığımı öğrenene kadar bir yere gitmeyecektim. Yavaşça yana kaydım ve bir binanın arkasına saklandım. Duvardan destek alarak öne doğru eğildim. Başımı uzattım ve onları gözlemlemeye başladım. Uzun boylu bir erkek gladyatör kostümü giymişti. Siyah saçlı kızın üzerinde kedi kız kostümü vardı ama maskesini elinde tutuyordu. Kıvırcık sarı saçları olan kız, hemşire kostümü giymişti. Kahverengi saçlı bir erkek, kızıl dereli kostümü giymişti. Diğer kişi ise, o çok daha farklıydı. Herhangi bir kostüm giymemişti. Siyah bir pantolon, görebildiğim kadarıyla gri bir tişört ve siyah deri bir ceket vardı üzerinde. Çok daha farklı bir tarzı vardı. “Bana sorarsan değil ama sanırım biraz kafasını karıştırmış olabilirim.” dedi sarı saçlı kız hafif İtalyan aksanıyla. “Söylediği hiçbir şeyi anlamadığım için sormak zorunda kaldım. O da haliyle hiçbir şey anlamadı.” “Bu yaptığımız şey çok tehlikeli. Her şey saçma bir hal almaya başladı. Nereye elimizi atsak altından bu kız çıkıyor.” Kızıl dereli konuşurken sözcükler ağzından hafif bir Rus aksanıyla çıkıyordu. Gladyatör bir adım öne çıktı. “Misha’ya katılıyorum. Bu iş oldukça tehlikeli bir hal aldı. Editto onun kafasının karıştığını söylüyor. Sence daha ne kadar devam edebiliriz? Biran önce aradığımız kızı bulmamız gerekiyor.” Buradan anladığım tek sonuç, kızıl derelinin adı Misha, hemşirenin ise Editto’ydu. Ama neyden bahsettikleri ya da kimden bahsettikleri hakkında bir fikrim yoktu. Hepsi tedirgindi ve bu aramızdaki mesafeden bile belli oluyordu. Tek rahat olan kostüm giymeyen kişiydi. “Bana sorarsanız, kızın kafası oldukça karışacak. Patrick’in onun hakkında bilgi almak için beynine girdiğini unutmamak gerekiyor. En ufak olay da bu tetiklenebilir ve başımız belaya girebilir.” Kostümü olmayan kişi hepsine tek tek baktı ve kollarını göğsünde birleştirdi. “Ne yapmamı bekliyorsunuz benden? Üç ay gibi kısa bir süre var önümüzde ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Kızı tanıyan herkesi sorguya çektik. Tüm o kendini beğenmişlerin inine girdik ve hepsinde de elimiz boş döndük.” “Justin, bunları biz de biliyoruz. Tüm bu olaylar olurken senin yanındaydık. Ama senin de bilmen gereken bir şey var. Bu olayların hepsi gittikçe karışıyor.” Kostümü olmayan kişinin adı demek ki Justin’di. Hepsinden farklı olarak Amerikan aksanı vardı. O da onun buralı olduğunu kanıtlıyordu. Tarzından ve konuşma şekline bakılacak olursa oldukça farklı bir kişiliği vardı. “Şimdi ne yapacağız peki? Elimizdeki tek ipucunu bırakıp tekrardan eve mi döneceğiz?” diye sordu kedi kız. Gladyatör başını salladı. “Elbette böyle bir şey yapmayacağız Myleen. İhtiyacımız olan şey biraz daha zaman ve ondan sonra o kızın kim olduğunu bulacağız.” Myleen arkasındaki duvara yaslanırken, “Bundan nasıl emin olabiliyorsun Patrick?” dedi. “Elimizde hiçbir şey yok. Sadece ufak bir tesadüf sonucu bizi gören bir kızın peşinden gidiyoruz. Hayatı tamamen normal, muhteşem bir arkadaş çevresi var. Tek sıkıntısı Editto’nun anlattığına göre şu Genel Biyoloji hocası. Sizce de ufacık bir ihtimal için genç bir kızın hayatını mahvetmeye değer mi?” “Elimizde bir tek bu var Myleen. Sen olsan ne yapardın?” Editto kollarını göğsünde birleştirerek ona baktı. “İhtiyacımız olan şey, bu kızın da bizden biri olup olmadığını öğrenmek. Ondan sonra her şey çok daha kolay olacaktır.” “Bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun Misha?” Patrick sıkıntıyla konuştu. “Bizden biri olmadığı çok belli ama aynı zamanda da bizden biri gibi duruyor.” Justin ellerini saçlarının arasında gezdirdi. Tek el çileden çıkma anlamına gelirken iki el ‘ bu durumdan hiç hoşlanmadım’ anlamına geliyordu. Ya da ‘ artık ne olacaksa olsun çok sıkıldım ‘ anlamına da geliyor olabilirdi. “Kızı yakından takip edin, nereye gittiğini, kimlerle olduğunu. Her şeyi öğrenmenizi istiyorum.” Biranda başımda korkunç bir ağrı hissettim. Bedenim kontrolü ele geçirmiş gibi bir adım öne çıktı. Gözlerim korkuyla açıldı ve kendimi yavaş adımlarla karşımdaki kişilere doğru giderken buldum. Her attığım adımda beynime bıçak saplanıyormuş gibi bir ağrıyla karşılaştım. Ellerim titredi ve karıncalandı. Midem de bir bulantı baş gösterdi ve tüm bedenim titremeye başladı. Adımlarım gittikçe birbirine dolanıyordu. Gözlerimin önüne birkaç görüntü gelmeye başladı. Gözlerimin açık olması ise hiçbir şey ifade etmiyordu. Öncelikle gözlerimin önüne parlak gri gözler girdi. Hemen ardından nefesimi kesen o tanıdık rüzgar bedenimi sarmaladı. Bedenimin kontrolünü kaybettiğini anımsadım ve gözlerim yanmaya başladı. Gözlerimin önüne havada uçan bir adamın görüntüsü geldiğinde sert bir şekilde yutkundum. Vücuduna giren bıçak ve etrafa yayılan kanın kokusunu şimdi bile hissedebiliyordum. Her şey çok ince ayrıntılara kadar yeniden yaşanırcasına gün yüzüne çıktı ve ayın ışığı altında karşımdaki kişilerin şaşkın bakışları arasında dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerimin önüne bayılmadan önce beni tutan kahverengi saçlar ve o tanıdık his geldiğinde, kendimi arkaya doğru bıraktım. Biri beni düşmeden yakalarken gördüğüm tek şey ay ışığının altında parlayan bir çift kahverengi gözdü.
Bilincim tekrardan eski haline gelmeye başladığında başımda korkunç bir ağrı vardı. Rahat bir yerdeydim ve sırt üstü uzanıyordum. Her neredeysem içeride birkaç kişi vardı. Nerede olduğumu, ne durumda olduğumu bilmiyordum. Aslında bakılacak olursa hiçbir şey bilmiyordum. Bildiğim tek şey bayılmadan önce hatırladığım ve şu anda beynimde dönüp duran sahnelerdi. Adamın havada uçup duvara çarpması gözümde tekrar tekrar canlanırken bıçak kalbine saplanınca çığlık atarak yattığım yerde doğruldum. Nefes nefese kalmıştım ve üzerimde hala Anne Boleyn kostümüm vardı. Derin birkaç nefes alıp verdim. Sakinleşmeye çalışıyordum ama mümkün gibi durmuyordu. Kalbim göğüs kafesimi zorlamaya başladığında korseye lanet ettim. Böyle bir durumda korse takılması en muhtemel şeydi. Nefes almakta güçlük çektiğim için elimi boynuma götürdüm ve sanki bir şey beni boğuyormuş gibi orayı tutmaya başladım. Biri hızla arkama geçti ve ellerinin bir usta gibi korsenin bağcıklarını açtığını fark ettim. Bağcıkların hepsi çözüldüğünde derin bir nefes alıp verdim. Birkaç öksürük krizinin ardından kendimi çok daha iyi hissediyordum. Başımı kaldırdım ve bana bakan beş çift gözle karşılaşınca korkuyla geriye doğru kaydım. Her şeyi net bir şekilde hatırlıyordum ve bunlar cinayet işlemişlerdi. Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde tüm bunları unutmamı sağlamışlardı. Kocaman açılmış gözlerimle onlara bakıyordum. Bacaklarımı kendime çektim ve kollarımı bacaklarıma sardım. Kendimi korumak istermiş gibi bir halim vardı. Ne yapabileceklerini bilmiyordum. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Bir evdeydim ve bulunduğum oda salondu. LCD ekran bir televizyon, siyah bir oturma grubu ve pencerenin önünde siyah ve beyaz ağırlıklı bir yemek masası vardı. Onun dışında herhangi bir resim, çiçek ya da tablo yoktu. Ben üçlü koltukta oturuyordum ve kızlar yemek masasının orada duruyor, Misha hemen karşımdaki tekli koltukta oturuyordu. Patrick ise ikili koltukta yayılmıştı. Sadece tek bir kişi ayaktaydı. O da hemen karşımda dikilmiş bana bakıyordu. Korkuyla başımı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. Kahverengi saçları dağınık bir şekilde alnına düşmüştü. Köşeli bir çenesi, kemikli bir yüzü vardı. Yüzünde hafif kirli bir sakal vardı. Gözlerinin rengi ise daha önce görmediğim bir elaydı. Oldukça farklı bir görüntüsü vardı. Gözlerinden bile ne kadar uykusuz olduğu oldukça anlaşılıyordu. O kadar uzundu ki onu görebilmek için başımı olabildiğince geriye atmak zorunda kalmıştım. “Justin, kızı korkutuyorsun. Nefes alması için alan sağla.” İtalyan aksanından anladığım kadarıyla konuşan Editto’ydu. Patrick oturduğu yerden kalkıp Justin’i geriye doğru çekti. Justin oldukça güçlüydü ve eğer Patrick’e izin vermese, onun Justin’i kımıldatamayacağına dair delice bir düşünce aklımdan geçmişti. Korkuyla onlara bakıyordum. “Bu kızın aradığımız kız olmadığını nereden biliyorsun?” diye sordu Justin oldukça soğuk bir sesle. “Dün gece olanlar yüzünden ne kadar geriye gittiğimiz hakkında bir fikrin var mı?” Editto birkaç adımda yanına geldi. “Değil. Bundan eminim. Ayrıca, eğer öyle olmasaydı Patrick onun hafızasını silemezdi.” “Silememiş zaten.” diye bağırdı. “Eğer silmiş olsaydı, dün gece senin peşine düşmezdi.” Teknik olarak Editto’nun değil, en yakın arkadaşı Fia’nın peşine düşmüştü. diyerek araya girdi Myleen. “Bu kadar yeter. Kızın uyanmasını bekliyordunuz. Uyandı işte. Şimdi Patrick ne yapıyorsa yapsın ve biran önce götürün onu buradan. Yapacak çok daha önemli işlerimiz var.” Patrick başını sallayıp yanıma doğru gelmeye başladığında bulunduğum koltuğa biraz daha sindim. Burada olmak istemiyordum. Neden aklımı başıma toplayıp hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmemiştim ki sanki? Yanıma oturdu ve ellerini omzuma koyup beni biraz daha kendisine çekti. Ellerinin değdiği yerler yanarken dikkatle onu inceliyordum. Oval bir yüzü vardı. Zümrüt yeşili gözleri oraya bir ressam edasıyla yerleştirilmiş gibi duruyordu. Saç dipleri siyahtı ve uçlara doğru açılıyordu. Yüzünde Justin gibi hafif bir kirli sakal vardı. Neden bilmiyorum ama bunun sebebinin kirli sakalı sevdiğinden değil de kesmeye fırsatı olmadığıyla ilgili bir his içimi kapladı. Patrick’in gözleri o hatırladığım parlak gri den çok daha fazla parlak bir şekilde parladığında gözlerimin önünde şimşekler çaktı ve biri başıma çekiçle vuruyormuş gibi hissettim. Hızla ellerini üzerimden uzaklaştırdım ve alnımı kollarıma yasladım. Gözlerim yanıyordu. Tüm bedenimde bir ürperme baş gösterdi ve ellerimin soğukluğuyla titrediğimi hissettim. Gözlerimi birkaç kez açıp kapattım ve yanma hissinin geçmesini bekledim. Fakat geçecek gibi durmuyordu. Ellerimi gözlerime bastırdım ve hızla ayağa kalktım. Elbisemin kabarık eteği yüzünden takıldım ve son dakika da düşmekten kurtuldum. “Neler oluyor?” diye sordu Myleen şaşkınlıkla. “Biri Faith’i tutsun!” Tüm bedenim yanmaya başladığında ellerimi ve kollarımı hareket ettirmeye başladım. Gözlerimin yanmasını bile unutmuştum. Hızla gözlerimi açıp kolumdaki ve eteğimdeki alevlere baktım. Şaşkınlıkla elimi koluma ve elbisemin etek kısmına vurmaya başladım. Tüm vücudumda bir elektrik akımı dolaşıyordu ve bir türlü bunu durduramıyordum. “Sakin ol!” diye bağırdı Justin kollarımdan tutarken. “Kendine gel!” Sesi bana birkaç dağ uzaktan geliyormuş gibi hissettiriyordu. Hemen önümde olmasına rağmen ellerimi ve kollarımı sallamaya devam ettim. Ellerini omuzlarıma çıkarttı ve birkaç kez sarstı. Gözlerimin önündeki tuhaf şekiller ve alevin yükselişine bakarken çığlık atıp kurtulmak için yumruklarımı Justin’in göğsüne vurmaya başladım. Avuç içlerimden yükselen ateşler evin tavan kısmına sıçradı ve hemen üzerimizdeki ahizeye çarpıp birkaç ufak taşın başımıza düşmesine sebep oldu. “Faith, kendine gel.” Justin artık resmen kükremişti. “Bir şey olduğu yok. Sakin ol ve derin bir nefes alıp ver.” Kollarımı tekrardan yakaladı ve son gücüyle sıktığında acıyla inledim. Başımı kaldırıp ona baktığımda gözleri gözlerime kilitlendi. “Nefes al!” Derin bir nefes aldım. “Şimdi nefes ver!” Nefesimi bıraktım. “Tekrardan!” dediğinde birkaç kez nefes alıp nefesimi geri bıraktım. Gözlerimdeki yanma gittikçe azaldı ve vücudumdaki elektrik akımı yavaş yavaş bedenimi terk etti. Şaşkınlık içerisinde gözlerimi kırpıştırdım. Az önce neler olmuştu böyle? Justin ellerini kollarımdan çekti ve birkaç adım geriye gidip bana kendime gelmem için zaman tanıdı. Şaşkınlık içerisinde tek bir yanık izi bile olmayan elime ve elbisemin etek kısmına baktım. Hiçbir şekilde iz yoktu. Başımı kaldırıp Justin’e baktığımda Myleen’e bir bakış attı. Myleen başıyla onayladı ve hızla yanıma gelip kolumdan tuttu. ‘’ Hadi Faith. Gidip sana uygun birkaç kıyafet bakalım. Bu şekilde etrafta gezmeyeceksin herhalde. ‘’ Sesimi kaybetmişim gibi hissediyordum. Tüm duyu organlarım bir boşluktaymışım gibi hissetmemi sağlıyordu. Parmak uçlarım karıncalanıyor, boğazım kuruyordu. Neler olduğunu anlayamaz bir şekilde Myleen’e bakarken beni tutup içerideki odalardan birine yönlendirmesine izin verdim. Girdiğimiz odada tıpkı salon gibi neredeyse bomboştu. İki yatak, bir dolap ve bir çalışma masasından oluşuyordu. Duvarlarda hiçbir şekilde fotoğraf ya da özel bir şeyler yoktu. Sanki birkaç güne kadar burada kimse yaşamıyormuş gibi görünüyordu. “Senin için bir şeyler bulabileceğimize eminim. Nasıl olsa vücut hatlarımız aynı sayılır.” dedi ve kıkırdadı. Dudaklarımı ıslattım ve kuruyan boğazıma lanet ederek dudaklarımı araladım. “Saat kaç?” “Gece yarısını geçti.” Gözlerini kısarak bana baktı. “Bir sorun mu var?” Ellerimi kaldırdım ve parmaklarımın uyuşukluğuna karşı kaşlarımı çatarak baktım. Parmak uçlarım kıpkırmızıydı ve tenimde tuhaf bir karıncalanma vardı. “Sadece, arkadaşlarım beni merak etmişlerdir. Onlara haber vermem gerekiyor.” Başını salladı. “Merak etme. Hallettik biz o işi.” “Anlayamadım?” Arkadaşlarıma ne demiş olabilirlerdi ki? Beni tanımıyorlardı. Söyledikleri en ufak bir şey onların şüpheye düşmelerine neden olabilirdi. Bu yüzden de telaşla ona baktım. Dolabını karıştırırken, “Öyle bakma bana.” dedi. “Seni, sandığından daha fazla tanıyoruz. Onlara telefonundan mesaj çektik. Çok yorulduğunu bu yüzden de uyuman gerektiğini açıklayan detaylı bir mesajdı.” “Beni bu kadar iyi sadece arkadaşlarım tanır. Siz nasıl oluyor da hakkımda bu kadar şey biliyorsunuz?” “Sen bizi o gece, Petty’nin Kostüm evinin yakınlardaki olayda gördüğünde peşine düşmüştük. Daha önce bizi olay üstündeyken kimse görmemişti. Bu yüzden neden orada olduğunu anlamaya çalışıyorduk.” Sertçe yutkundum ve şaşkınlıkla ona baktım. Benim peşime düşmüşlerdi. Neden ama? Tek sorunum orada isteğim dışında bulunuyor olmaktı. Neden insanlar için sürekli farklı biri olarak göründüğümü anlayamıyordum. Ben farklı değildim. Oldukça normal bir hayatım vardı. Sadece birkaç gün önceye kadar normal bir hayatım vardı desek daha doğru olacaktı. Şimdi ise şaşkınlık verici bir şekilde hayatım benim planladığım çizginin oldukça dışına çıkmıştı. Belki teğet geçse yine de bir şekilde onu plan çizgime dahil edebilirdim ama çizgim ile yaşadıklarım arasında kilometreler vardı. “Az önce bana neler oldu?” Myleen sorumu es geçip sanki bir hazine bulmuş gibi elinde tuttuğu elbiseyle bana döndü. “İşte bu sana çok güzel olacak.” Bir Myleen’e bir de elindeki elbiseye baktım. Oradan bakıldığında elbise giyen bir tip olarak mı görünüyordum? “Onu hayatta giymem.” Benim olayım buydu işte. Özel günler dışında kesinlikle elbise giymeye karşıydım. Pantolonlar ve uzun kazaklar benim için idealdi. Benim tarzım buydu sonuçta. Bunu bir elbiseye değişebileceğimi zannetmiyordum. “Sana çok yakışacak ama.” diyerek dudaklarını büzdü. Gözlerimi devirdim. “Oradan baktığında sürekli elbise giyen bir kız gibi mi duruyorum? Üstelik gece yarısını geçmiş ve sen bana elbise mi veriyorsun?” “Sanırım haklısın.” diyerek elindeki elbiseyi gerisin geri dolaba bıraktı. “Benim tarzımda bu işte. Başka bir şey bulmak mümkün olmuyor. Ama bir bakalım belki Editto da sana uygun birkaç kıyafet vardır.” Myleen oldukça farklı biriydi. Simsiyah saçları ve koyu kahverengi gözleri vardı. Bana bu haliyle Drew’i anımsatıyordu. Gözlerini kapatıp açtı ve bir anda koyu kahverengi gözleri parlak maviye dönerken gözlerimi kısarak ona baktım. Sadece saniyeler içerisinde Editto yanımıza gelmişti. Bu işin nasıl olduğunu ya da ne gibi tuhaflıklarla karşılaşacağımı bilmiyordum ama bu berbat bir durumdu. Bilinmezlik içindeydim. Az önce başıma gelenleri anlamlandıramıyordum. Ya da şu anda yanlarında bulunduğum kişilerin kim olduğunu, geçen gece işlenen cinayetin sebebini ya da bu yaptıkları şeyleri nasıl başardıklarını bilmiyordum. Tüm hayatım boyunca bildiğim tek şey normal bir şekilde yaşamımı sürdürmekti. Fakat şimdi hiçbir şey bilmiyordum. Kimdim? Neden normal olmak zorundaydım? Ya da hiç normal olmuş muydum? Aklımda milyonlarca soru vardı ve hangisine cevap vereceğimi bilmiyordum. Onlara verecek cevap bulabileceğimi de zannetmiyordum zaten! “Bir sorun mu var?” diye sordu kaşlarını kaldırmış bize bakarken. “Sadece, benim tarzım pek Faith’e uygun değil.” Dolaptan eline almış olduğu başka bir elbiseye gözlerini kısarak baktı. “Senden bir şeyler bakabileceğimizi düşünmüştük.” Editto baştan aşağıya bana baktığında, hemşire kostümü giymiş birinin nasıl bir tarzı olduğunu anlamaya çalışıyordum. Üzerimdeki kostümün kendi tercihim olmadığı her halinden belli oluyordu. İçinde elbise bulunan hiçbir kostümü tercih etmezdim ben. “Bu saatten sonra kimsenin uyumayacağını düşünürsek, senin için bir şeylerim olabilir.” Arkasını döndü ve odadan dışarıya çıkarken Myleen kolumdan tutup beni de kendisiyle beraber odadan dışarıya attı. Editto hemen yandaki odaya girdiğinde Myleen’in tekrardan beni sürüklemesine izin verdim. Başka ne yapacağımı da bilmiyordum zaten. Oda salon ve Myleen’in odasına göre oldukça dağınıktı. Etrafta birkaç kıyafet dağıtılmıştı. Odada bir makyaj masası bulunuyordu ve savaş alanındaymış gibi duruyordu. Onun dışında yine oldukça sadeydi. Hiçbir şekilde fotoğraf, tablo ya da öyle bir şeyler yoktu. “Senin için neler bulabileceğimize bir bakalım.” diyerek dolabını açtı ve etrafa dökülen kıyafetlere şaşkınlıkla baktım. “Aramızda böyle şeylere en meraklı benmişim gibi görünse de Editto bu konu da kimseyi geçemiyor.” Myleen odadaki dolaba sırtını yasladı ve kollarını göğsünde birleştirdi. “Bu yüzden zamanla alışırsın.” Editto dolabının içine gömülmüşken homurdandı. “Seni hala duyabildiğimi biliyorsun öyle değil mi Myleen?” Myleen dudaklarını büzüp omuz silktiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu ikisi bana Fia ve Beth’i anımsatmışlardı. Onlarda tıpkı Editto ve Myleen gibi tatlı tatlı atışırlardı. Şimdi ise onlara nerede olduğum konusunda yalan söylemek zorundaydım. Yalan söylemesem bile nerede olduğumu zaten bilmiyordum. Belki de bu yalan sayılmazdı. Nerede olduğumu bilmezken onlara nasıl söyleyecektim ki? “İşte buldum.” Editto sanki nükleer bombanın ana maddesini bulmuş gibi dolaptan ayrıldığında Myleen ile kıkırdadık. Saçları birbirine girmişti ve nefes nefese kalmıştı. Önüne gelen saçlarını arkaya attı ve elinde tuttuğu kot pantolonla kahverengi kazağı bana uzattı. İşaret parmağını yanağına yaslarken bana baktı. “Burada bekle.” Tekrardan dolabının içinde kaybolduğunda gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Fia yüzünden yakında bu alışkanlığımı da bırakacakmışım gibi geliyordu. Myleen ile beraber birkaç dakika eşyaları ile savaş vermesini izledik. Üç etek yatağın üzerine savrulurken, bir kot pantolon yeri boylamıştı. Eline geçirdiği kırmızı bir tişörtü bizim olduğumuz tarafa doğru fırlattığında Myleen homurdanarak havada yakaladı ve yatağa fırlattı. “Biraz daha oyalanmayı düşünüyorsan, Justin’e söyleyeyim de bir araba getirsin.” Myleen sıkıntıyla nefesini üfledi. “Ben bile sıkıldım bu kıyafet arayışından Editto.” “İşte burada.” Editto elindeki kahverengi kemeri bana doğru attığında son dakika da düşmeden yakalayabildim. Yatağının yanına gitti ve dizlerinin üzerine çöküp altından salaş kahverengi bir ayakkabı çıkarttı. Onları da benim önüme koyduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım. “Evin içinde olacağımızın farkında mısın?” Kapıya doğru giderken Myleen’i de kolundan çekmeye başladı. “İnan bana, ihtiyacın olacak.” Onlar odadan çıktıktan sonra gözlerimi devirdim. Elimdeki kıyafetleri yatağın üzerine bıraktım ve odadaki aynanın önüne geçip kendime baktım. Bitmiş bir haldeydim. Saçlarım birbirine girmişti. Gözaltlarım şişmişti ve nedendir bilmediğim bir şekilde aşırı derece de yorgun görünüyordum. Oysa baygınlığım ve dün gece oldukça erken yatıp geç kalktığımda düşünülürse oldukça dinç olmam gerekiyordu. Fakat içimden bir ses bunun sebebinin fiziksel değil zihinsel bir yorgunluk olduğunu söylüyordu. Çünkü baş ağrım hala orada duruyordu. Bir yere gittiği yoktu. Fia’nın zorla sürdüğü göz kalemi ve rimel akmış, göz çevreme resmen işkence edercesine yayılmıştı. Bu şekilde insanların içine çıkmıştım bir de. Aynadan uzaklaştım ve etrafta gözlerimi silebileceğim bir ıslak mendil aradım. Zorla da olsa çekmecelerden birinde vardı. Galiba Editto, kıyafet takıntısı kadar makyaja da takıntılıydı çünkü elimi attığım her çekmece makyaj malzemeleriyle doluydu. Aynanın önünde gözümdeki o tuhaf görüntüyü eziyet edercesine bastırarak temizledim. Gözüm biraz kızarsa da umursamadım. Islak mendil yüzünden gayet normaldi. Islak mendili Editto’nun odasındaki – bitmiş makyaj malzemelerini atmış olduğu – çöp kutusuna attım ve üzerimdeki elbiseyi birkaç uğraşın sonunda çıkartıp Editto’nun benim için seçtiği kıyafetleri giyebildim. Yırtık bir pantolon ve beni sıcak tutmaya yetecek kadar kalın olan bir kahverengi kazaktı. Gayet güzel duruyordu. Ayakkabıları ayağıma geçirdim ve Editto’nun vermiş olduğu kemeri pantolona taktım. Saçlarımı her zaman bileğimde bulunan tokayla yukarıda topladım. Elbisemi ise düzgün bir şekilde yatağın üzerine bıraktım. Yatağın hemen yanına da bana zorla giydirilen topuklu ayakkabıları. Salona geçtiğimde herkes susmuş bir şekilde düşüncelere dalmıştı. Justin ayakta oradan oraya dolanıyor, Patrick parmaklarını ritmik bir şekilde masaya vuruyor, Misha ellerini sürekli saçlarından geçirip sıkıntıyla nefesini bırakıyordu. Myleen ve Editto ise sadece onları izleyip olayı anlamaya çalışıyorlardı. Ben ise aklımdaki sorulara kimin cevap vereceğini merak ederek hepsine tek tek bakıyordum. Fakat içlerinden birinin benim burada olduğumu hatırlayıp sorularıma cevap vereceğini zannetmiyordum. Oldukça derin düşüncelere dalmışlardı. Boğazımı temizledim. “Artık biri bana bir açıklama da bulunacak mı? Yoksa ben akıl hastanesine kapatıldığımda ziyaretime mi geleceksiniz?” “Açıklayacak bir şey yok. Evine gidebilirsin.” Justin koltuklardan birine oturduğunda şaşkınlıkla ona baktım. Şaka yapıyor olmalıydı. Başımdan geçen bu kadar olaydan sonra beni eve yollayamazdı. “Dalga geçiyorsun öyle değil mi?” Diğerleri öylece durmuş ikimiz arasında çıkacak olan kavgayı bekliyordu. Tüm vücudum sinirden titremişti. Bana hiçbir şey anlatmayacaktı. Tüm bu olayların nasıl olduğunu söylemeyecekti. Ya da başıma daha neler geleceğini söylemeyecekti. “Sana diyorum! Benimle dalga mı geçiyorsun? Başımdan geçen o kadar olaydan sonra ‘ evine gidebilirsin’ sence ne kadar yardımcı olacak? Bunları benim peşime düşmeden önce düşünmeniz gerekiyordu. Başımdan geçenleri anlayamıyorum ve sen bana hiçbir açıklama yapamayacaksın öyle mi?” Sinirle önüne geldim ve ona tepeden bakmaya başladım. “Başıma gelen her şeyi anlatacaksın! Ve gelebilecek olan diğer şeyleri.” Sıkıntıyla nefesini bıraktı ve öfkeden kızarmış gözlerini gözlerime getirdi. Ela gözleri sinirini yansıtacak şekilde kararmıştı. Gözleri bile bu konuşmanın ne kadar gereksiz olduğunu düşündüğünü açıkça belli ediyordu. Ama geri adım atmaya niyetim yoktu. “Sana açıklayacağım bir şey yok ortada. O yüzden beni sinirlendirmeden evine gitsen iyi olacak.” Alayla yüzüne baktım. “Gerçekten şaka yapıyor olmalısın?” “Justin,” Patrick oturduğu yerden kalkarken ona bakıyordu. “yapma.” Gözlerimi kapatıp açtım ve sakinleşmeye çalıştım. Sadece saniyeler içerisinde sinirlerimi bozmayı başarmıştı. Annem babamı kaybettikten sonra sürekli olarak sinirlerime hakim olamayan biri olduğumu fakat liseye geçtikten sonra bu halimden eser kalmadığını söylemişti. İşin komik yanı ise ortaokul zamanından hiçbir şey hatırlamıyor oluşumdu. “Yeteneklerini kontrol edemiyor. Bunun farkında olman gerekiyordu. Şu anda herhangi bir sinirlenme belirtisi etrafı ateşe verebilir.” Myleen başını sallayarak yanıma geldi. “Bence her şeyi bilmeyi hak ediyor.” Editto ve Misha’ya baktığımda onlarda başlarını sallayarak Myleen’i onaylıyorlardı. Ama anlayamadığım tek şey ne yeteneğinden bahsediyorlardı bunlar? Hiçbir şey anlamamıştım. “Anlamıyorsunuz değil mi? Patrick’in yaptığı şey normal birinde işe yarıyordu. Bizim gibilerde işe yaramaz. Geçen gün işe yarayan şey bugün neden işe yaramıyor düşündünüz mü?” Sinirle bağıran Justin’e kaşlarımı çatarak baktım. “Sen onun…” diye başlayan Editto cümlenin devamını getirmeden sustu. Tüm gözler bana çevrildiğinde sinirle ellerimi yumruk yaptım. Bu kadarı fazlaydı. Kendi aralarında konuşuyorlar ve neden bahsettiklerini bir türlü anlayamıyordum. “Yeter artık!” diye bağırdım. “İma ettiğiniz hiçbir şeyi anlamıyorum. Burada neler dönüyor?” “Bence senin bize bir açıklama yapman gerekiyor.” Patrick’e öldürücü bir bakış attım. “Bizim de aklımızı kurcalayan oldukça fazla soru var.” “Öyle mi?” Alayla kahkaha attım. “Dur bir düşüneyim, kimin daha çok açıklamaya ihtiyacı var. Sizleri Petty’nin kostüm evinin orada bir cinayet işlerken görüyorum. Sonra beni kovalıyorsunuz. Her nasıl olduysa – ki hala bu konu hakkında bir fikrim yok.- kontrolüm dışında kendim hakkında size bilgi vermemi sağladınız. Beni bayılttınız. Takip ettiniz. Sonra balo da tekrardan karşıma çıktınız. Sizi gördüğümde gitmek istedim ama bilin bakalım ne oldu?” Hepsinin yüzüne tek tek baktım ve sinirle devam ettim. “Sebebini bile bilmediğim bir şekilde bedenimin kontrolünü kaybettim ve sizin karşınıza çıktım. Ve yine sebebini bilmediğim bir şekilde tüm vücudumun yandığını ama tenimi yakmadığımı gördüm- ki bunun ne demek olduğu konusunda bir fikrim yok. – Bir düşünelim bakalım. Unuttuğum bir şey kalmasın öyle değil mi?” İşaret parmağımı yanağıma yasladım başparmağımı çenemin altına yerleştirdim. “Ah tabi en önemlisi, kimsiniz, nesiniz ve benden ne istiyorsunuz? Bu soruların da cevaplarının olmadığını düşünecek olursak,” Kollarımı iki yana açıp omuz silktim. “haklısınız, sizin benden daha fazla kafanız karışmıştır.” “Faith,” dedi Myleen elini omzuma koyarken. “Sakin ol. Ufak bir ateş kazası yaşamak istemeyiz!” Hızla elini omzumdan çektim. Bana dokunmasını şuanda istemiyordum. Yanından geçip pencerenin önüne geldim. Her ne kadar onlara uymak istemesem de haklıydı. Sakin olmam gerekiyordu. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve penceredeki yansımama baktım. “Sadece aklım çok karışık…” Neredeyse fısıldayarak konuştum. “Hiçbir şeye anlam veremiyorum ve siz bana bir şey anlatmıyorsunuz. Burada ne işim olduğunu bile bilmiyorum. Burasının neresi olduğunu bile bilmiyorum!” Gözlerimi kısarak yansımamın gerisinde duran Nehir Yürüyüş Yolu’na baktım. Rengarenk ışıklandırmaları ile göz alıcıydı. İnsanın içine huzur veren bir görüntüsü vardı. Akşamları oraya gitmek ve kafelerden birine oturup çıkan canlı müziği dinlemek, nehrin o güzel görüntüsü eşliğinde kahvelerimizi içmek arkadaşlarımla en büyük hobimiz haline gelmişti. Şimdi ise bir daha oraya gidebilir miydim bilmiyordum. Artık bildiğim şeylerin doğruluğundan bile emin değildim. “Kuzey’den.” Başımı çevirip koltukta yayılmış Justin’e baktım. Elini koltuğun kol dayama kısmına koymuştu ve parmaklarıyla ritim tutuyordu. Gözleri boş bir şekilde karşıdaki kapalı televizyona bakıyordu. Biran için onunda benim gibi televizyonun ekranından yansıyan yüzünü incelediğini düşündüm ama Justin benim gibi aciz değildi. “Anlamadım?” dedim şaşkınlıkla ona bakarken. “Ne Kuzey’i?” Başını yavaşça çevirdi ve gözlerini gözlerime hapsetti. Ela gözler bir insanın kanını donduracak kadar kararmıştı. Yüzü ne düşündüğünü, ne hissettiğini oldukça iyi bir şekilde gizliyordu. Sanki yüzüne bir perde inmişti ve hissettiği duyguları görmemizi istemiyormuş gibi bir görüntü çizmişti. ‘’ Biz Kuzey’den geldik. Evimiz orası. ‘’ Myleen gidip Patrick’in yanına oturdu. Editto sanki ayakta kalmak onun için zormuş gibi kendini Misha’nın yanına attı. Sertçe yutkundum. Kuzey birçok anlatım ifade ediyordu. Her türlü yer olabilirdi. “Bizim dünyamız size oranla oldukça farklı Faith. Bunu çoktan anladığını zannediyorum. Bizim yaşantımız milyonlarca yıl önceye dayanıyor. Bildiğin gibi nükleotitlerin Dna’daki dizilişleri, hücre tarafından aminoasit zincirleri üretmek için kullanılır. Bunlardan da proteinler oluşur. Bir proteindeki amino asitlerin sırası, gendeki nükleotitlerin sırasına karşılık gelir. Aminoasitlerin bir proteindeki dizilişi, proteinin nasıl bir üç boyutlu şekil alacağını belirler. Bu yüzden de Dna dizisindeki bir değişim…” dediğinde sözünü onun yerine ben tamamladım. “… bir proteinin amino asit dizisini ve dolayısıyla onun şeklini ve fonksiyonunu değiştirir.Bu, hücrede ve onun bağlı olduğu canlı da önemli değişimlere yol açabilir.” Şaşkınlıkla onlara baktım. “Bu inanılmaz. Bu bilginin böyle bir özelliği olabileceğini daha önce düşünmemiştim.” Odada ileri geri yürüdüm ve söylediği şeyi düşünmeye başladım. Proteinlerin başına gelebilecek en önemli bir değişim genetik kodu değiştirirdi ve bu da hücre de ve onun bağlı olduğu canlıyı olumsuz yönde etkilerdi. En azından derslerde öğrendiğimiz şeyler bunlardı. “Anlatmaya çalıştığın şey,” dedim ve Justin’e baktım. “sizlerin genetik kodunun değiştiği ama hala hayatınızı oldukça düzgün bir şekilde yaşayabildiğiniz mi?” Sorumu Patrick cevapladı. “Tam olarak bu şekilde tarif edilmese de en uygun cümle bu sanırım.” “Peki bu nasıl oldu? Yani anladığım kadarıyla bu genetik kod değişimi uzun zamandır ailelerinizde var. Bu ne kadar uzun zamandır böyle?” Justin gözlerini tekrardan televizyona çevirdiğinde bende oraya baktım. Orada ne olduğunu gerçekten merak ediyordum. Gözleri sürekli olarak bir yumuşuyor bir sertleşiyordu. Bir insana bakarak bile korkudan öldürebilirdi. Bu bakışlar üzerinde uzun süre çalışmış mıydı acaba? “Şu anda nükleer silahlar yapmak için kullandıkları bir maden yüzünden gerçekleşmiş bir şey bu. Yıllar önce atalarımız bir madeni tetiklemiş ve ondan yayılan radyasyon genetik kodu değiştirmiş. Bu da zaman geçtikçe evrime uğramış ve bulunduğumuz duruma gelmemizi sağlamış.” “Buraya kadar anladım. Yıllar önce yapılan ufak bir maden hatası radyoaktif sonucunda genetik kod değişimine uğramışsınız. Bu da sizleri bizden başka bir grup olarak ayırıyor ve dünyanın kuzey tarafında yaşıyorsunuz.” Derin bir nefes alıp verdim. “Ama anlayamadığım tek bir nokta var. Şu gözlerinizin renkleri, bu anlattığın şeyler bu konuyla ilgili bir şey demiyor. Ya da nasıl oluyor da hafızamı silebildiğinizi ya da o adamı nasıl tek başına duvara yapıştırdığını.” Misha sabırsızca yerinde kıpırdandı ve benim Justin’e sorduğum soruya o cevap verdi. “Anladığını zannediyorsun ama maalesef anlamadın Faith. Sürekli olarak bizi kendinden ayrı olarak değerlendiriyorsun.” Gözlerimi kısarak ona baktım. “Ne demek istiyorsun?” Justin oturduğu yerden kalktı ve yavaş adımlarla yanıma geldi. Hemen karşımda durduğunda nefesimi tutmuştum. Ne söyleyeceğini merak ediyordum. Söyledikleri şeyleri anladığımı zannediyordum ama olmuyordu. Tüm bu bilgiler bile benim gibi bilime meraklı insanlar için bile fazlaydı. Ama devamında duyacaklarıma hazır mıydım bilmiyordum. Belki de tek istediğim kendimi kandırmaktı. Hiçbir şey yaşanmamış gibi buradan çekip gitmek ve duyacağım şeyi inkar etmek istiyordum. Fakat her zamanki gibi buna da geç kaldım. “Demek istediği şey şu,” Justin’in gözleri parlak bir kahverengi olurken şaşkınlıkla ona baktım. “Senin de bizden biri olduğun Faith.” |
0% |