@esmedemirr
|
Justin ile yaptığım o konuşmadan sonra bir hafta geçmişti ve Fia ile Beth’in sürekli olarak beni sorgulamaları etrafımı hapishane duvarı gibi sarmıştı. Ne düşünebilmeye fırsatım oluyor, ne de aklımı toplamak için zamanım kalıyordu. Annemle de yaptığımız o uzun telefon görüşmeleri her şeyi daha da çıkmaza sokuyordu. Onun yanında değildim ve hesap soramıyordum. Bu da haliyle sinirlerimi bozuyordu. Sürekli olarak bir yerlere patlama isteğim gün geçtikçe artıyordu ve Justin her ne kadar sinirlenmemem gerektiğini söylemiş olsa da onu o konuşmadan bu yana hiç görmemiştim. Ne yapıyordu, ne ile meşguldü bilmiyordum. Her şey oldukça karmaşık bir hal almıştı. Öğrendiklerim ve yaşadıklarım şaşkınlığımı gittikçe azaltmak yerine, yenilerini eklemekten çekinmiyordu. Justin’in ekibinden sadece Myleen ile konuşmuştum. O da sadece bir defaydı ve yurdun önüne gelip evlerinde unuttuğum cep telefonumu getirmişti. Tam iki gün önceydi. Annemi ise Fia’dan aramak zorunda kaldığımdan annem kafayı yemişti. Sürekli olarak birbirimize bağırmıştık ve bir şeyleri yoluna koymaktansa berbat etmiştik. Telefonu oldukça şiddetli bir şekilde kapatmamızın ardından beş gün geçmişti fakat annem beni kesinlikle aramamak konusunda ısrarcıydı. Durum böyle olunca bende inat ediyordum. Bu yüzden de onu aramaktansa onun aramasını bekliyordum. Beni anlamıyordu. Bana sürekli olarak yalanlar söylüyordu ve bunun sebebini öğrenmeden bu dünyadan gitmeye niyetim yoktu. Her şeye mantıklı bir açıklama getirene kadar en azından. Eve gitmediğim için anneme bir bahane bulmam gerekmişti. Bu da hiçbir şekilde hoşlanmadığım genel biyoloji hocam Profesör Cooper’ın genç bilimciler adı altında bir bilgi derneği kurmasıydı. Gönüllü çalışacak öğrencilere ihtiyacı vardı ve adını yazdıran her öğrenciye kredi imkanı sağlayacaktı. Hem benim için bir bahane hem de genel biyoloji notumu düzeltmek için bir şans olacaktı. Bu da haliyle kendimi iyi hissettiğim tek noktaydı. Tüm bunların yanında Fia ve Beth ile fena halde kavgaya tutuşmuştum. O gün öğlene doğru odayı basmışlardı ve ikisinin de gözleri felaket denecek şekilde kızarmıştı. Tüm gece beni aramışlardı. Her yere baktıklarını, telefonumu aradıklarını ama kapalı olduğunu söylemişlerdi. Ben de onlara kaybettiğimi ve bir türlü bulamadığımla ilgili bir yalan söylemek zorunda kalmıştım. Her ne kadar yalan söylemekten hoşlanmasam da onlara doğru olarak ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Drew ise çok farklı bir konuydu. Okulun fizik ve astronomi yaz kampına katılacaktı ama bir sebepten dolayı bundan vazgeçmişti. Sebebini deli gibi merak etmeme rağmen soramıyordum. Bu kamp için kaç yıldır beklediğini söyleyip duruyordu ama şimdi eline geçen imkanı elinin tersi ile itiyordu. Bizi de bu halleri korkutuyordu. Drew asla istediği bir şeyden vazgeçmezdi. Beth, beni sorguya çekmediği zamanlarda eve gitmemek için bir bahane bulmuştu. Okulun fotoğraf kulübüne katıldığını bu yüzden de yazın birçok aktiviteleri olacağından bahsetmişti. Annesi elbette ki hemen kabul etmişti. Fotoğraf çekmek bile onun için bir sanattı. En azından insan kimyasıyla uğraşmasından iyi bir seçenek gibi geliyordu. Zaten Beth’in annesinin iznine ihtiyaç duymadığını hepimiz çok iyi biliyorduk. Babası ile arasında ufak bir tartışma yüzünden morali bozulsa da özür dilemiş ve durumu oldukça özverili bir şekilde anlatmayı başarmıştı. Fia ise hepimizden farklı bir konuydu. Abisinin kız arkadaşını ailesi ile tanıştıracağını öğrendiğinden beri yüzünden düşen bin parçaydı. Tek söylediği o kız abimle oynayacaktı. Ne demek istediğini sormamıza rağmen bir türlü cevap alamamıştık. Zaten aldıysak bile farkında olabileceğimi zannetmiyordum. Aklım tamamen doluydu ve ne yaptığım, kimlerle konuştuğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Hayatım bir hafta boyunca oldukça rutin bir şekilde devam etmişti ancak aklımı kurcalayan sorular yüzünden bir türlü dikkatimi yaptığım işlere verememiştim. Kafam karmakarışıktı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Justin güçlerimi kullanabilmem için beni eğiteceğini söylemişti ama koskoca bir hafta içerisinde hiçbir şekilde ortaya çıkmamıştı. Aklımda milyonlarca soru işareti vardı. Hangisinden başlayacağımı ben bile bilmiyordum. Ama sanırım asıl soru bu soruları sorabilecek miyim olmalıydı herhalde. Çünkü ne Justin ne de ekibinden birinin numarasını biliyordum. Myleen gelmesine rağmen telefon numarasını almayı akıl edemediğim için kendimden bir kez daha utanmıştım. Nehir Yolunun oradaki evlerine gittiğimde ise kapıyı açan kimse olmamıştı. Bu yüzden de apartmanın karşısındaki teyzeye sorduğumda bana burada kimsenin yaşamadığını söylemişti. Bu da oldukça kafamı karıştıran sorulardan bir tanesini oluşturmuştu. Justin’ler ne işler çeviriyordu? Tabi sanırım şu bir hafta içerisinde en önemli olarak görülebilecek olan şeylerden biri de sınıf arkadaşım Dawson’ı yakmaya çalışmak olmalıydı. Hafta sonu sürekli olarak aklımı toplamaya çalışmıştım ve Profesör Cooper’ın kurmuş olduğu genç bilimciler derneğine başladıktan dört gün sonra laboratuvar da çalışma yapmaya başlamıştık. Profesör Cooper hazırladığım tezden oldukça memnun kaldığını bu yüzden de bu projenin başında benim kalmamı istediğini söylediğinde hem çok şaşırmış hem de oldukça sevinmiştim. “Pekala millet.” demiştim ellerimi birbirine çırpıp dikkatleri üzerime toplarken. “Bugün burada neden bulunduğumuz oldukça belli. Bildiğiniz gibi hepimiz bu derneğe katıldığımızda aklımızda oldukça ilgi çekici fikirler vardı. İçimizde sadece genetik mühendisliği okuyan değil diğer birçok bölümden arkadaşımız var. Herkesin zeka yapısı kavradığı konular farklı olduğuna göre hepimizden çok farklı fikirler çıkacağına inanıyorum. O yüzden soracak sorunuz yoksa işe başlayalım.” “Profesör Cooper için hazırladığın tezlerin oldukça iyi iş yaptığını duyduk.” diyerek alayla bana bakmıştı. “Sanırım biz de birkaç tezi hazırlayacağız.” Kaşlarımı çatarak ona bakmıştım. “Neyden bahsettiğini açıklayabilir misin Dawson? Zira söylediğin hiçbir kelime bir anlam ifade etmiyor benim için.” “Etmez tabi.” Kollarını iki yana açarak öne eğilmişti. “Final sınavından bizi de bıraktı ama nedense sadece sana ödev verdiğini duyduk. Sanırım hazırladığın tezler oldukça ilgisini çekmiş olmalı.” O an hissettiğim sinir ve öfkeyi hayatım boyunca hissetmemiştim. Tüm bedenim karıncalanıyor, kalbim göğüs kafesimden çıkarcasına tüm hücrelerime kan pompalıyordu. O bile bu kadar büyük bir görevin altından kalkamayacakmış gibi bir izlenim veriyordu. Tek düşündüğüm bir an önce ona haddini bildirebilmekti ama yapamayacağımı da biliyordum. Fakat işler her zaman istediğim gibi gitmiyordu. Kontrolümü kaybettim ve kendime sakinleşmem gerektiğini hatırlatamadan Dawson alevlerin içinde kaybolmuştu bile. Herkes şaşkınlıkla ona bakarken birkaç kişi yangın tüpünü getirmeye gitmişti. Bir türlü sakinleşemiyordum ve içimden sanki bir şeyler bunun doğru olduğunu bana fısıldıyormuş gibi hissediyordum. Fakat bunun doğru olmadığını da bir yandan biliyordum. Onu öldürürsem hissedeceğim azap beni büyük bir suçluluk duygusuna sokacaktı ve ben bunu istemediğimi fark ettiğimde kendime gelmeyi başarmıştım. Sinirlerime hakim oldum ve Dawson’ın üzerine yollamış olduğum alevleri çekmeyi zor da olsa başarmıştım. Vücudunda yanık izleri yoktu ama üzerindeki kıyafetler berbat haldeydi. Bu bile onu korkutmaya yetmişti. Bugün de zaten derneğe gelmeye cesaret edememişti. “Sanırım, biraz daha kafeine ihtiyacım olacak. Nelson’ın kafesine gitmeye ne dersiniz?” Fia elindeki bilgisayarını masaya bırakırken gözlerini kısarak bana ve Beth’e baktı. “Bana ölü görmüş gibi bakmayı keserseniz sevinirim.” “Aslında biz daha çok hortlak görmüş gibi bakıyorduk.” Beth başını salladı. “İyi olduğuna emin misin? Kaç gündür doğru düzgün bizimle konuşmadın ve sürekli olarak bir kafein merakı içindesin.” “Oldukça yoğun çalışıyorum. Yapacak çok önemli bir işim var.” Yanımıza oturdu ve şakaklarını ovuşturdu. “Sanırım iki saattir içmediğim kafein uykumun tekrardan gelmesine yardımcı oldu. Acilen sert bir kahveye ihtiyacım var.” Gözlerimi kısarak onu inceledim. Sarı saçları birbirine girmişti ve her zaman yüzünde olan o hafif makyajdan eser yoktu. Dudakları kurumuş, kahverengi gözleri kızarmıştı. Aşırı derece de yorgun görünüyordu. Kendimi bu halde görmeye alışmış biri olarak bunu o kadar yadırgamamam gerekebilirdi aslında ama Fia kesinlikle bu kadar yorulacak bir şey yapmazdı. Prensip olarak kendini yorgun hissettiği an bırakır sonra tekrardan devam ederdi. Şimdi ise bu hali oldukça berbat görünüyordu. “Aranızda Drew’in nerede olduğunu ve ne işler çevirdiğini bilen biri var mı?” diye sordum masada öne doğru eğilirken. “Birkaç gündür oldukça tuhaf davranıyordu.” “Bence Beth’e sormamız gerekiyor. Ne de olsa her ne kadar Drew ile tartışsalar da birbirileri hakkında bizden daha fazla şey biliyorlar.” Beth’e baktım. “Bize anlatmak istediğin ama Drew’in şiddetle anlatmamanı söylediği bir şey var mı?” “Ne?” Şaşırmış gibi yapmaya çalışarak geriye doğru sıçradı. “Saçmalama Faith, Drew neden böyle bir şey yapmak istesin ki? O daha çok işleri bitince söyleyecek biridir. Yani o yüzden işi bitince sizlere söyleyecektir.” Fia ile birbirimize baktık. “Bize?” Beth eliyle ağzını kapatırken pot kırdığını yeni fark ediyordu. İkimizde Beth’e ölümcül bakışlar attık. Drew’in bizden habersiz ne işler çevirdiğini deli gibi merak ediyorduk. Beth’in ise böyle bir şeyi bizden nasıl sakladığını hala anlayamıyordum. Aslında düşünecek olursak ben de arkadaşlarımdan bir şeyler saklıyordum ama bu ne yapacağımı bilemediğimden kaynaklanıyordu. Sadece buydu. Başka bir açıklaması yoktu. “Bize hemen ne olduğunu, neler döndüğünü anlatacak mısın yoksa Drew’in odasına baskın mı yapalım?” Beth başını iki yana salladı ve elini ağzından ayırmamaya devam etti. Gözlerimi kısarak Fia’ya döndüm. “Sence de bizi biraz fazla zorlamıyor mu?” “Kesinlikle fazla zorluyor Faith. Ona bir ders versek iyi olacak, ne dersin?” Başımı salladığımda Fia ile aynı anda Beth’in üzerine yürüdük ve gıdıklamaya başladık. Beth kahkahalar atarken iki de bir ‘’ durun ‘’ diye bağırıp duruyordu ama durmaya niyetimiz yoktu. Bize neler olduğunu söyleyecekti. “Tamam, yeter.” dedi kahkaha atarken. “Söyleyeceğim, lütfen. Yeter artık.” Fia ile aynı anda ellerimizi Beth’in üzerinden çektik. Beth yavaş yavaş kendine gelirken gülmekten dolayı gözlerinden akan yaşları eliyle temizledi ve bize ölümcül bir bakış attı. “Bu yaptığınız çok adiceydi.” Ona doğru hamle yaptığımızda hızla elini kaldırdı. “Tamam, tamam. Söylüyorum. Petty’nin kostüm evinin orada gerçekleşen cinayetle uğraşıyor.1 Gözlerim kocaman olurken Beth’e baktım. Drew ne zamandır bu cinayetle ilgilenir olmuştu ki? Fia kaşlarını çatarak Beth’e ölümcül bir bakış attı. “Drew ne kadar salakça davrandığının farkında mı? Bir cinayetten bahsediyoruz. Cinayet! Adamların şakası yok ki adamı öldürmüşler. Şimdi bir de onları araştıran bir üniversite birinci sınıf öğrencisi olduğunu öğrenseler sence nasıl bir tepki verirler?” “Ben…” dedi ama devamını getiremeden dudaklarını birbirine bastırdı. “Sen ne Beth? Sen ne? Drew hayatını nasıl bir tehlikeye attığından haberi var mı acaba?” Fia sinirle ellerini saçlarının arasından geçirdi. “Onunla hemen konuşup bu işe bir son vermesini söylememiz gerekiyor.” Beth hızla elini iki yana sallamaya başladı. “Olmaz. Drew’in polislere oranla oldukça farklı bir teorisi var ve bu teori benimde aklıma yattı. Bunu onunla konuşursan benimle bir daha konuşmayacaktır.” “Beth, saçmalıyorsun. Eğer bu olay yüzünden adamlar gelip onu öldürürse bir daha asla konuşamayacaksınız zaten!” Gözlerimi kırpıştırıp onlara baktım. Justin böyle bir şey yapmazdı değil mi? Kimliğini araştıran biri olduğunu öğrendiğinde gelip onu da öldürdüğü adamın yanına göndermezdi. Bilmediğim şeyler vardı. Belki de adam bunu hak ettiği için yapmıştı. Olamaz mıydı? Düne kadar sormuş olsalardı kesinlikle olamazdı diye düşünebilirdim ama şimdi tüm bu imkansızlıkların ortasında olabilir diye düşünmeden edemedim. “Onunla gerçekten konuşacaksın öyle değil mi?1 Beth üzgün bir şekilde bize baktı. “Yine de önce ben konuşsam. İkna edemezsem siz devreye girersiniz. Onu vazgeçirmeye çalışmadan size söylediğimi öğrenirse gerçekten bu sefer benimle öleceğini bilse bile konuşmaz.” “Bence bunu Beth’e borçluyuz Fia. Bırakalım önce o konuşsun. Halledemezse biz devreye gireriz.” Fia bana kaşlarını kaldırarak baktı. “Emin misin Faith? Bunu hep beraber yaparsak daha etkili olur.” “Emin değilim ama en azından bir denemesi için şans vermemiz gerek. Onlar çok yakın arkadaşlar. Drew ona bundan bahsetmişse bir bildiği mutlaka vardır.” “Peki.” diyerek sonunda kabul etti. “Siz nasıl diyorsanız öyle olsun. Ama en fazla iki gün beklerim. İki günün sonunda hala aynı işle meşgulse bu sefer hiçbirinizi dinlemem.” Beth ile başımızı salladık. “Tamam.” “Bunu hallettiğimize göre artık Nelson’ın yerine gidebilir miyiz? Kahve içmezsem burada uyuyup kalacağım şimdi.” Gözlerimi kısarak ona baktım. “Gerçekten iyi olduğuna emin misin Fia?” “Bunu sürekli sormaktan bıkmadığına emin misin?” “Sen nasıl istersen?” diyip ellerimi teslim olurcasına havaya kaldırdım. “Bundan sonra benim iyiliğimi düşünürken nasıl hissettiğimi anlayıp ondan sonra bu şekilde davranırsınız artık.” Hızla yüzü düşerken bana bakıyordu. “Özür dilerim. Öyle söylemek istememiştim.” “Her neyse, gidelim artık.” Eşyalarımı toplayıp ayağa kalktım. Beth ve Fia’da ayağa kalktığında Fia’nın yüzündeki ifadeden söylediği şey için pişman olduğunu biliyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu. Onlar bu konuda benim üzerime gelirken benim onlara söylememek istemem de sakınca olmuyordu ama ben onların üzerine gelince onlar için endişelenmem de sakınca oluyordu. Bu gerçekten anlamsız ve mantıksızdı fakat yine de o şekilde çıkışmamam gerektiğini biliyordum. Çoktan pişman olmuştum ama geri adım atmaya hiç niyetim yoktu. Üzerimdeki Justin’in ceketini biraz daha çekiştirdim ve elimdeki kitapları göğsüme bastırdım. Yaz aylarında Haziran dışında oldukça sıcak ve güneşli geçerdi ama şimdi bu hava oldukça tuhaf hissettiriyordu. Nathan’ın kız arkadaşı hakkında araştırma yapıyordum.” Şaşkınlıkla olduğum yerde kalırken arkamı döndüm. “Biliyorum bu oldukça saçma ama yine de içimde o kız için hiç iyi şeyler yok ve korkuyorum. Sanki sadece Nathan’ın parası için onunla evlenmeyi kabul etmiş gibi hissediyorum ve bu yüzden de onun hakkındaki düşüncelerimi ortaya çıkartırsam belki o zaman evlenmesine mani olabilirim diye düşündüm.” “Saçmalıyorsun Fia.” diye resmen çığlık attı Beth. “Daha önce abini kimseyle paylaşmak zorunda kalmamıştın. Bu yüzden de Tressa’yı kıskanıyorsun. Senin gayet mantıklı bir yanın olduğunu düşünüyordum.” “İş Nathan’a geldiği zaman Fia’nın ne zaman aklı başında olduğunu gördün? Fakat her ne kadar katılmak istemesem de Beth haklı Fia. Nathan’ı ve kız arkadaşını resmen takıntı haline getirdin.” Şiddetle başını iki yana salladı. “Hayır, anlamıyorsunuz. Kız hakkında oldukça ilginç şeyler buldum. Daha doğrusu bulamadım.” “Ne demek istiyorsun?” Beth ile gözlerimizi kısarak ona baktık. “Beth’in tuhaf davranışlarına alışkınım ama senin davranışların Beth’i bile sollar. Söylediğin şeyden bir şeyler anlamamız gerekiyormuş gibi hissediyorum ama tek anladığım takıntı ettiğin Tressa!” “Anlamıyorsunuz! Tressa’nın tüm geçmişini araştırdım. Annesini, babasını, akrabalarını ama hiç kimseye ulaşamadım. Sanki böyle biri hiç var olmamış gibi.” “Sana her ne kadar bu işin peşini bırak desek de bırakmayacaksın anladığımız kadarıyla. Bu yüzden sana sadece şunu söylüyorum Fia. Tressa hakkında öğrendiğin şeyler senin üzülmeni sağlayacak şeylerse, abini kaybetme olasılığın oldukça yüksek. Tressa’yı araştırmak yerine onunla sohbet edip onu tanımaya çalışsan senin için daha iyi olacaktır.” “Bilmiyorum Faith. Bu oldukça kafamı karıştırıyor.” Başını iki yana salladı. “Sanırım şu kahve olmadan mantıklı düşünemeyeceğim.” Onu onaylayıp Nelson’ın yerine geldiğimizde kaşlarımı çatmama sebep olan bir kalabalıkla karşılaşmıştık. Her yerde kızlar vardı ve bir kaç erkek sinirle kapının önünde durmuşlardı. Burada ne olduğunu anlayamadığımız için şaşkınlıkla Fia ve Beth’e baktım. Beth gözlerini devirirken Fia’da benim gibi şaşkınlıkla bakıyordu. “Burada neler oluyor?” Fia başını Beth’e çevirdi. “Ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?” Beth başını salladı. “Nelson her hafta farklı bir konsept yarattığı için sanırım biraz fazla paraya ihtiyacı varmış. Bu yüzden de üç adet yakışıklı garson işe almış. Burada gördüğünüz kız topluluğu da onlar yüzünden burada.” “Kahve içmek için bundan mükemmel zaman olamazdı Fia.” diyerek dalga geçtim. “Sana kesinlikle katılıyorum.” Dalga geçmemi es geçerek mırıldandı. “Bu muhteşem bir zamanlama. Sanırım Tressa’ya bir teşekkür borçluyum.” Kızları açarak içeriye doğru ilerlediğinde Beth ile beraber birbirimize bakıp gözlerimizi devirdik. Fia’nın takıntıları ve kuruntuları oldukça fazlaydı. Bu durumu Sean’ın görmemiş ve görmeyecek olması için sessiz bir dua gönderdim. İki kızın arasında kalarak, birkaç kişinin ayağımıza basmasını es geçerek zorla da olsa içeriye girmeyi başarmıştık. Saçlarımın berbat olduğuna emindim. Üstüm başım kırışmıştı ve Beth’in de benden bir farkı yoktu. İçerisi oldukça değişik hissettiriyordu. Tam olarak farklıydı. Geçen hafta Elisa ile geldiğimizde de renkliydi ama şimdi çok daha az renk kullanılmıştı. Masalar siyahtı ve etrafındaki sandalyeler kırmızıydı. Masanın üzerindeki peçetelikler kırmızı ama içindeki peçeteler siyahtı. Duvarlar kırmıza boyanmıştı ve tabloların çoğu siyah ağırlıklıydı. Sahne boydan boya siyah ve kırmızıydı. Etrafa kırmızı ışıklandırmalar asılmıştı. Bunun kimin fikri olduğunu ciddi anlamda bir düşünmem gerekmişti. Her hafta farklı bir konsepte alışmıştık ama Nelson ilk defa böyle bir şey yapıyordu. Bu da tuhaf hissetmemize sebep oluyordu. “Nelson, satanistliğe merak saldı da bizim mi haberimiz yok?” Beth kaşlarını çatarak bana baktı. “Burada bir şeyler yiyebileceğimi pek zannetmiyorum.” Gülerek onu Fia’nın yanına doğru çekiştirdim. “Kahvemizi alır çıkarız. Oturacak bir yer olmadığına göre?” “Sence Fia, bir yer açamaz mı bize?” “Bunu düşünmemiştim.” Başını salladı ve gözlerini devirip ellerimden uzaklaştı. Fia’nın istediği zaman ne kadar ikna edici olduğunu gayet iyi biliyorduk. Ya da bildiğimizi zannediyor da olabilirdik. Sadece abisine bir şeyler yaptırmakta sıkıntı yaşıyordu. Zaten öyle olmasaydı Mercedes’i rica ederdi ödünç almazdı. “Evet, lütfen ama Nelson, bizim için bir yerin yok mu gerçekten?” Nelson her zamanki tarzının dışına çıkarak bu yeni konsepte uyum sağlamıştı. Üzerinde siyah bir jean, siyah bir tişört ve siyah bir deri ceket vardı. Siyah botlarıyla oldukça uyum sağlamış görünüyordu. Saçlarının arasında hafif kızıllıklar vardı ama siyah saçlarından o kadar da net şekilde seçilmiyordu. “Sana söyledim Fia. Gerçekten yerim yok. Lütfen beni zor duruma düşürmemek için şu bakışlarını çekebilir misin?” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Beth’in de benden farksız olduğunu zannetmiyordum. Nelson her ne kadar ısrarcı davransa da Fia’nın istediği bir şeyi almak gibi bir huyu vardı. Ailesi onu o şekilde yetiştirmişti. Bir şeyi istiyorsa alabilmek için elinden geleni yapmalıydı. “Lütfen Nelson. İlk defa senden böyle bir şey istiyorum. Hadi ama?” Fia ellerini çenesinin altında birleştirip Nelson’a bakarken, ellerini saçlarının arasında geçirdi ve Nelson başını salladı. “Tamam ama bu son olsun.” Fia gülerek el çırptı. “Süpersin Nelson.” Beth ile kahkaha attık. Fia’nın bir şeyi isteyip de alamadığı nerede görülmüştü ki zaten. Nelson başını arkaya çevirdi ve arkası bize dönük olan birine baktı. Oldukça uzun boyluydu. Boyu o kadar uzundu ki Nelson’ın başını görebilmesi için başını kaldırması gerekmişti. “Walker?” Uğraştığı işi bırakıp arkasını döndüğünde gözlerime inanamadım. Kahverengi saçları dağınık bir şekilde alnına düşmüştü. Yüzü her zamanki gibi oldukça ifadesizdi. Fakat gözleri oldukça sert bakıyordu. Ya da bana öyle de geliyor olabilirdi çünkü Fia ve Beth’in ona oldukça normal baktıklarını fark ettim. Ortamın loşluğundan dolayı siyah gibi görünen ela gözleri beni bulduğunda hiçbir şaşırma belirtisi görememiştim. Gözleri bedenime kaydığında üzerimde hala onun ceketinin olduğunu fark ederek kızardım. Ama bunun kimsenin görmemiş olmasını diledim. Etraf oldukça loştu ve ışıklar kızıldı. Fark etmelerinin imkanı yoktu. Öyle değil mi? Dudakları kıvrıldı ve neşeli bir şekilde baktı. Başımı çevirip etrafı incelemeye başladığımda Patrick’i kızlardan biriyle sohbet ederken gördüm. Gözlerimi kısarak ona baktığımda parlayan gri gözleriyle her şey daha bir mantıklı olmuştu. Bu kadar kızın neden burada olduğunu daha iyi anlıyordum. Gülmemek için dudağımı ısırdım. Başımı hemen ilerideki uzun boylu başka birine çevirdiğimde kahverengi saçları dalgalandı ve bana sonsuz bir zaman dilimi gibi gelen süre de başını çevirip gözlerini gözlerime dikti. Misha’nın kahverengi gözlerine bakarken tebessüm ettim. İçlerinde sadece Justin ve Myleen ile zaman geçirdiğim için onların nasıl kişiler olduklarını tam olarak bilemiyordum. O yüzden onlara nasıl davranmam gerektiği konusunda bir fikrim yoktu. “Walker, bu bayanlara pencere kenarında bir yer ayarlayabilir misin lütfen?” Tekrardan dikkatimi Justin’e verdim. Yüzündeki eğlenceli ifadeyle bana bakıyordu. “Memnuniyetle.” Sözcükler dudaklarından yayılarak çıktı ve Amerikan aksanını oldukça net bir şekilde anımsadım. Ellerini hemen arkadaki siyah havluya silerken dikkatle onu izledim. Burada ne işi olduğunu çok merak ediyordum. Patrick ve Misha’nın da burada olduğu düşünülecek olursa, çok büyük bir şeyin peşinde olmaları gerekirdi. Justin önümüzden geçerken Beth beni çekiştirdi. Fia hemen yanımdan yürürken şaşkınlıkla bana doğru eğildi. “Neden kızların hepsinin buraya geldiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Bu çocuklar aşırı havalı.” Beth gözlerini devirip Fia’nın koluna bir tokat attı. Fia kolunu tutarken ona ölümcül bir bakış atıyordu. “Bilmem farkında mısın? Senin bir sevgilin var Fia!” “Beni ne arayıp ne soran bir sevgilimden bahsediyoruz.” Gözlerini Justin’e çevirdi ve gülümseyerek tekrardan bize döndü. “Ayrıca sevgilimin olması kör olduğum anlamına gelmiyor Beth.” Beth ellerini kaldırıp yana doğru bir adım kaydı. “Pes artık.” “Biraz daha bağırarak konuşmaya devam ederseniz rezil olacağınızın farkındasınız değil mi?” “Justin’in gözlerini senden alamadığını düşünecek olursak böyle konuşman oldukça mantıklı Faith.” diyerek kıkırdayan Fia’ya Beth de eşlik etti. “Ne saçmalıyorsunuz siz?” Sesimin sinirli çıkmasına özen gösterdim ama sadece şaşkınlık dolu bir fısıltıdan ibaretti. “Sana nasıl baktığını ikimizde gördük Faith. Bu yüzden bizi kandıramazsın.” Beth kıkırdayıp Fia’ya katıldı. “Üstelik sana bakarken nasıl kızardığını gördük.” Olduğum yerde kalırken onlar ilerlemeye başlamışlardı bile. “Ne?” diye çığlık attım. İkisi de gülerek Justin’in gösterdiği masaya doğru ilerlemeye devam ediyorlardı. Bunu gördüklerine inanamıyordum. Kahretsin! Eğer Fia ve Beth gördüyse Justin’in görmemesi için hiçbir sebep yoktu. Rezil olmuştum. Fia ve Beth’in oturduğu masaya doğru ilerledim ve siparişlerimizi almak için bekleyen Justin’e öldürücü bir bakış attım. Bu ikisinin diline düştüğüme inanamıyordum. Kitaplarımı masanın üzerine bıraktım ve Fia’nın yanına oturdum. Beth hemen pencere kenarında Fia’nın karşısında oturuyordu. “Sade bir kahve istiyorum.” dedi Fia hızla isteğini söylerken. “Bir de şu Nelson’ın özel çöreklerinden.” Justin elindeki kağıda siparişleri yazarken ben bakışlarımı ellerime sabitlemiştim. “Ben de sıcak çikolata alacağım.” dedi Beth. “Nelson’ın özel çörekleriyle birlikte.” “Sen ne istersin Faith?” Beth’e ters bir bakış attım ama o kıkırdayıp önüne dönmekten başka bir şey yapmadı. “Ada çayı istiyorum.” Başımı kaldırdım ve Justin’e baktım. O an için ona tam olarak dikkat etmediğimi fark etmiştim. Onu iki kez tam olarak görmeme rağmen ikisinde de koyu kıyafetler vardı üzerinde ama şimdi siyah bir jean ve kırmızı bir tişört vardı. Siyah spor ayakkabılarına ise yorum yapmayacaktım. Beline bağlamış olduğu önlük ise şaşırtacak derecede yakışmıştı. “Justin gitti güzelim. İstersen artık gerçek hayata dön.” Fia’nın sesiyle Justin’in arkasını dönmüş Nelson’ın yanına doğru ilerlemekte olduğunu fark ettim. Kaşlarımı çatarak ona döndüğümde gülmemek için dudağını ısırıyordu fakat Beth hiç utanmadan gülüyordu. “Bana baktığında kızarmadım!” diyerek az önce söylediklerine inat mırıldandım. “Siz yanlış görmüşsünüz.” “Tabi, gittiğinde bile arkasından bakmanı da biz uydurmuşuzdur.” Beth’in alaylı sözüne karşı sinirle ona baktım. “Ben lavaboya kadar gidip geliyorum. Siz de o zamana kadar aklınızı başınıza toplayın.” Yanlarından ayrılırken hala kıkırdıyorlardı. Onlarla uğraşmak istemiyordum. Ya da Justin’lerin burada ne işler karıştırdığını merak ettiğim için onları bahane olarak da gösteriyor olabilirdim. Yanlarından ayrılmak için bulduğum yalan oldukça mantıklıydı. Nelson’ın yanından geçtim ve az önceki işleriyle uğraşan Justin’in yanına gidip kalçamı tezgaha yasladım. Kollarımı göğsümde birleştirirken ona yandan bakmaya başladım. Yaptığı işe devam ederken bana yandan bir bakış attı. “Merak ediyordum da burada ne arıyorsunuz?” Elindeki tabağı tutmaya devam ederken yarım ağız güldü. “Sana benim gözetimimde olduğunu söylememiş miydim?” “Bir haftadır seni görmediğim düşünülürse, senin gözetim anlayışının nasıl olduğunu gerçekten merak ediyorum.” Tabağı yerine bıraktı ve dönüp elini az önceki havluya sildi. Hemen ardından da elimi tutup hemen yandaki odaya çekti. Elleri suyun etkisiyle buz gibiydi ve ilk temasında yerimden sıçratmıştı. Oda da tıpkı içerisi gibi kırmızı ve siyah ağırlıktaydı. İçeride üç koltuk, bir televizyon ve bir de dolap vardı. Koltukların hemen önünde ise büyük bir masa bulunuyordu. Koltuklar kırmızıyken televizyon, masa ve dolap siyahtı. Yerde kırmızı bir Türk halısı serilmişti. “Eğer seni gözlemlemiyor olsaydım Dawson’ı yakmana müsaade eder miydim sence? Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve floresan lambanın altında parlayan yüzüne baktım. “Sen nereden biliyorsun?” Koltuklardan birine oturdu ve beni de çekip yanına oturttu. “Genç bilimciler grubunuzdaki sarışın, mavi gözlü kızı hatırlıyor musun?” “Genetik bölümündeki Tanya.” dedim oldukça rahat bir şekilde. “Sınıf arkadaşım.” Gülerek başını salladı. “Hayır. Tanya şu anda Rusya’ya büyükannesini ziyarete gitti.” Eğer Tanya Rusya’ya gittiyse, o zaman o kimdi? Gözlerim anında şaşkınlıkla açıldı. Beni sürekli şaşırtmasına sinir oluyordum. “Editto?” “Evet, Editto’ydu. Biraz işlerim vardı ve halledene kadar sana göz kulak olma işlemini ona devretmek zorunda kaldık.” Oturduğum koltukta sağ ayağımı altıma aldım ve bedenimi ona doğru çevirdim. Boyu o kadar uzundu ki oturduğumuz halde bile benden oldukça uzundu. Başım omzuna ancak yetişiyordu. Hatta yetişmiyordu bile. “Ne işle uğraşıyordun?” Başını çevirip gözlerini gözlerime dikti. Gözlerindeki ifadeyi çözemiyordum ve bu durumdan rahatsız olmuştum. Yüz hatları kasılmıştı. Eliyle çenesinde yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıdı. “Sana bazı şeyleri bilmemenin senin için daha iyi olacağını söylediğimi hatırlıyorum Faith. Bu yüzden sorgulama. Zaten yeteri kadar şey biliyorsun.” “Ne biliyorum ki?” diyerek ona sinirle baktım. “Bana hiçbir şey söylemiyorsun. O gün eğer sakinleşemeseydim Dawson çoktan ölmüş olacaktı ve bunun sorumlusu ben olacaktım. Bunu mu istiyorsun? Ne yaptığınızı bilmiyorum ve güçlerimi bir türlü kontrol edemiyorum.” Elini uzattı ve toplu olan saçlarımın arasından çıkmış, gözlerimin önüne düşen bir tutam siyah saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Merak etme. İşlerimizi sana yansıtmayacağız ama haklısın. Güçlerini kullanmayı ve kendini savunmayı öğrenmen gerekiyor. Bu sebeple akşam başlıyoruz.” “Ne?” Sesim düşündüğümden de şaşkın çıkmıştı. Bana güçlerimi kullanmayı öğreteceğini zaten biliyordum ama buna bu kadar erken başlayacağımızı tahmin etmemiştim. “Ne kadar erken başlarsak o kadar iyi Faith. Bunu sen de biliyorsun. O gün olan şey belki Fia belki Beth belki de Drew’in başına gelecek. Ne zaman ne olacağını bilemeyiz.” Başımı salladım. “Anladım. Nerede buluşacağız peki?” Elini uzattı ve ceketimin alt cebinden telefonumu çıkarttı. Onun orada olduğunu nereden bildiğini sormayacaktım. Vereceği cevaplardan kesinlikle hoşlanmayacağıma emindim. Telefonda birkaç şeye bastı ve hemen ardından da tekrardan cebime yerleştirdi. “Ben seni ararım.” Arkasına yaslandı ve bana hiçbir şekilde ne düşündüğünü anlamadığım bir bakış attı. “Annenle konuştun mu?” “Konuştum ama biraz şiddetli oldu. Yazın da burada kalacağımı öğrendiğinde bir ara kafayı yiyeceğini zannettim. Büyük bir kavgaya tutuştuk.” “Peki ona bu özel güçlerinin sebebini sordun mu?” Başımı iki yana salladım. “Sormadım. Soramadım. Telefonda böyle bir şeyden konuşmak istemedim. İstesem bile nasıl soracağımı bilemedim. Ne diyebilirdim ki? ‘ Anne bana neden yalan söylediniz? Benim özel yeteneklerim varmış ve babam kim? ‘ mi diye soracaktım.” “Ne zaman konuşmayı planlıyorsun?” “Sanırım eve gidince konuşacağım. Ya da bu güçlerimi ne zaman kontrol altına alırsam… Tam olarak karar veremedim. Zamana göre bakacağım.” “Anladım.” Başını salladı. “Aklında sorular olduğunu biliyorum Faith. İstediğini sorabilirsin.” Kollarımı göğsümde birleştirdim ve ona kaşlarımı kaldırarak baktım. “Bugüne kadar sorduğum hangi sorulara doğru düzgün cevap verdin Walker? Buna cevap vereceğini düşündürten ne?” “Çünkü…” dedi ve bana biraz daha yaklaştı. “bunu cevaplamak isteyecekmişim gibi hissediyorum. Yutkundum ve gözlerinin içine baktım. “Burada ne işiniz var? Ayrıca Patrick kızları etki altına alarak ne yapmaya çalışıyor?” Dudakları kıvrıldı ama asla gerçekten gülümsemedi. “Senin için buradayız Faith. Seni korumamız gerekiyor ve bunu yapabilmek için de sana yakın olmamız gerekiyordu. Bir kamuflaja ihtiyacımız vardı. Patrick de Nelson’ı etkisi altına aldı ve bize burada iş buldu. Sanırım buraya gelen kızlar oldukça ilgisini çekti ki, kızları etkisi altına almaya başladı.” “Benimle rahat rahat ilgilenebilmek için bu işi yapıyorsunuz yani. Öyle mi?” Başını salladı. “Sadece arkadaşım olduğunuzu söyleseniz de yeterdi.” Gözlerini kısarak bana baktı. “Nereden tanıştığımızı sorsalar ne diyecektik? Faith bizi adam öldürürken gördü mü?” Dudaklarımı birbirine bastırdım ve aklıma gelen gerçeklerle kendime geldim. Drew bu cinayeti araştırıyordu ve eğer onları araştırdığını öğrenirlerse neler olabileceğini bilmiyordum. O adamı neden öldürdüklerini bile bilmiyordum. Aslında hiçbir şey bilmiyordum. Bildiğim şeyler o kadar azdı ki, bunları düşünmek bile istemiyordum. Hayatımdaki çoğu şey bir anda hem anlam kazanmış hem de anlamını kaybetmişti. “Bir sorun mu var?” Yüz ifademin oldukça donuk olduğuna emindim. Justin’in yüz ifademden bir şey anlamadığını belli eden sesi kulaklarımı ağrıtırken ona bakmaya devam ettim. Ne düşündüğümü ya da düşüneceğimi bilmiyordum. Burada durup da Drew’i açığa çıkartmak istemiyordum. “Ben gitsem iyi olacak. Fia ve Beth merak ederler.” Ayağa kalktım ve üzerimdeki ceketi düzeltme fırsatı bile vermeden kapıya ilerledim. Burada daha fazla durursam büyük ihtimalle Drew’i açığa çıkartırdım ve bunu istemiyordum. Onlar hakkında hiçbir şey bilmezken en yakın arkadaşımı tehlikeye atamazdım. Tam kapıyı açmak üzereydim ki kolumu tutup beni kendine çevirdi. Ona bakmadan kırmızı tişörtüne bakmaya devam ettim. “Sorun ne Faith?” Sesi az önceye oranla oldukça sert çıkmıştı. Amerikan aksanı ne zaman sinirlenmeye yakın olsa oldukça baskın çıkıyordu. “Bir sorun yok. Sadece Fia ve Beth merak…” demiştim ki sinirle bağırdı. “Fia ve Beth’i bahane edip durmayı kes! Sorun ne?” Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İçerideki oda parfümü ve onun parfümü birbirine karışmıştı. Ne söyleyeceğimi ya da yapacağımı bilmiyordum. Tüm bu olanları açıklamış olmasına karşı yine de ona tam anlamıyla güvenemiyordum. Bir şekilde benden önemli bir şeyler saklıyormuş gibi hissediyordum. Elini çenemde hissettiğimde gözlerimi daha sıkı kapattım. Başımı az bir zorlamayla kaldırdığında yüzüm ona bakıyordu. Fakat gözlerimi açmamakta kararlıydım. “Gözlerini aç Faith ve bana neler olduğunu söyle!” Kesin çıkan sesi tüm kanımı dondurmuştu. Gözlerimi açmak istemiyordum. Bir şekilde öğreneceğinden zaten emindim. Benden öğrenmeden başkasından öğrenir ve bir şeyler yapmaya çalışırsa o zaman daha büyük bir vicdan azabı çekecektim. Göz kapaklarımı hareket ettirip yeşil gözlerimi ela gözlerine sabitledim. “Drew, Petty’nin kostüm evinin oradaki cinayeti araştırıyor.” dedim fısıltı halinde. “Ona bunu bırakmasını söyleyeceğiz ama sanırım bir şeyler yakalamış ve bunun üzerine gitmeye kesin kararlı.” Gözlerinden bir an için sinirin geçtiğini zannettim fakat o kadar kısaydı ki kendi hayal ürünüm olmasından korkuyordum. Onu tam tanımadığımdan mı yoksa sadece şüphelerim yüzünden mi onunla ilgili hiçbir şeyde tam emin olamıyordum. Tıpkı şuanda ona bundan bahsetmemin ne kadar mantıklı olduğundan emin olamadığım gibi. “Justin, bir baksan iyi olacak!” diyerek içeriye giren Patrick yüzünden yana kaydım ve geçmesine izin verdim. Gözleri saniyeler içinde beni bulduğunda elini ensesine atıp mahçup bir şekilde bana bir bakış attı. “Üzgünüm, meşgul olduğunu bilmiyordum.” Dudaklarım aralandı ama sesimi bulamadan sözcükler boğazımda dizilmişti bile. Aklında nasıl bir şey canlandırmıştı bilmiyordum ama bakışlarından kesinlikle hoşlanmamıştım. Sertçe yutkunup boğazıma takılan yumruyu yok etmeye çalıştım. Fakat oradaydı ve bir yere gitmeye niyeti yok gibi duruyordu. “Bir sorun mu var Patrick?” Justin’in sesi oldukça duygusuz çıkmıştı ve ben ilk defa onun bu şekilde konuştuğuna tanık oluyordum. Surat ifadesi, donuktu. Hiçbir şekilde bir şeyler anlaşılmıyordu ve bu bakışların sebebi olmayı istemezdim. “Senin işlerin varsa biz halledebiliriz. O kadar da önemli değil.” Justin sıkıntıyla nefesini dışarıya verdi. “Bir an önce ne olduğunu söyleyecek misin? Yoksa burada bu şekilde durup vakit öldürmeye devam mı edeceksin?” “Aradığımız kızı bulmak için bir şansımız olabilir. Onu söyleyecektim.” Patrick başıyla beni işaret etti. “Onun ne kadarını bildiğini bilmediğim için ne kadarını açıklamam gerektiğini bilmiyorum.” “Dışarıda buluşuruz.” Patrick kapıyı kapatmadan önce bana yandan bir bakış attı. O gözden kaybolurken kaşlarımı çatarak Justin’e baktım. Hiçbir şeyden haberim yoktu ve benden onlara güvenip beni korumalarına izin vermemi bekliyorlardı. Ayrıca neyden koruyacaklardı ki beni? “Neler oluyor?” diye sordum dışarıya çıkmak için hazırlanan Justin’in önüne geçerek. “Bana bir şeyler anlatmak zorundasın. Aradığınız kız kim?” Gözlerini gözlerime sabitledi ve az önce Patrick’e yöneltilen bakışların iki katı kadar soğuk bir şekilde bana baktı. Gözlerinin rengi gittikçe kararırken tüm iradem yavaş yavaş yok oluyordu. Beni korkutmaya çalıştığını biliyordum fakat yine de bir şekilde bana böyle bakması içimde bir yerlerde derin bir üzüntüye sebep oluyordu. “Çekil önümden Faith. Sana zarar vermek istemiyorum ve işim oldukça acele” Üzerindeki önlüğü çıkartıp arkadaki koltuğa attı. “O yüzden beni sinirlendirmeyi kes.” “Bana neler döndüğünü anlatmak zorundasın. Anlıyor musun beni? Anlatmak zorundasın! Bana söylediğin şeylerle yetinemem. Sana, size, güvenebilmem için bana her şeyi anlatman gerekiyor. Aksi takdir de bu koruma olayı buraya kadar! Siz kendi yolunuza ben kendi yoluma!” Kaşları çatılırken dişlerini sıktığını belli eden yanak kasları dalgalandı. Tüm bedeninin sanki kavganın ortasındaymış gibi gerildiğini aramızdaki kısacak mesafe yüzünden oldukça iyi algılamıştım. Ellerini yumruk yaptı ama yine de sesini çıkartmadan bana bakmaya devam etti. “Bana bir şeyler öğretmenize izin verecek olmam size güvenebileceğim anlamına gelmiyor. Gözümün önünde birini öldürdünüz ve şimdi Drew bu cinayeti araştırıyor. Ona da bir şey yapma ihtimalinizi düşünmek bile istemiyorum.” Kollarımı sıkıca kavradı ve dişlerinin arasından adeta tıslayarak konuşmaya başladı. “Biz canavar değiliz Faith. Masum insanlara zarar vermeyiz.” “O zaman kanıtlayın. Bana bilmem gerekenden fazlasını anlat. Sizden biri olduğumu söylüyorsun ama bana hiçbir şey anlatmıyorsun!” Bu cesaretin bir an için nereden geldiğini bilmiyordum. Fakat bir haftadır aklımı kurcalayan sorular kafayı yememe sebep olacak gibi hissediyordum. Tek istediğim kendimi ait hissedebileceğim bir ortamdı. Yıllarca herkesten farklı olduğum için dışlandığım dünya da bir kez olsun bir yere tam anlamıyla ait olduğumu hissetmek istiyordum. Fia, Beth ve Drew’le bile kendimi her zaman için evimde, arkadaşlarımla beraber gibi hissetmiyordum. Hissettiğim tek şey bir yere ait olmadığımdı. Şimdi ise elimde böyle bir imkan vardı ve ne olursa olsun bunu sonuna kadar kullanmaya niyetliydim. Belki annem bana yalan söylemişti ama ona da hak verebiliyordum. Justin bana sürekli öğreneceğim şeylerin hayatımı tehlikeye sokacağını söyleyip duruyordu. Annem ise bir ebeveyndi ve bana her zaman için bir ebeveynin en önemli görevinin çocuklarının güvenliğini sağlamak olduğunu söylerdi. Duruma şuan için bu şekilde yaklaşırsam annemin neden bu şekilde davrandığını oldukça iyi bir şekilde anlıyordum. Fakat içimdeki bir yere ait olma dürtüsü o kadar güçlüydü ki annemin benim hayatımı tehlikeye atmamak istemesini bile anlayamayacak düzeydeydi. Kollarını üzerimden çekti ve birkaç adım geriye gidip ellerini sinirle saçlarının arasından geçirdi. Zaten dağınık bir şekilde alnına düşen tutamlar şimdi çok daha asi ve dağınık duruyordu. Bakışları beni bulduğunda boştu. Hiçbir şekilde, ne düşündüğünü ne hissettiğini yansıtmıyordu. Bomboş bana bakıyordu. Çenesi hala kaskatıydı ve kasları gergindi. “Nasıl istersen öyle olsun.” dedi yanıma gelip beni kenara çekerken. “İstediğin şekilde davranabilirsin.” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken o çoktan kapıyı açıp dışarıya çıkmıştı bile. “Bu arada,” Başını çevirdi ve bana soğuk bir gülümseme gönderdi. “ceket çok yakışmış.” Kapıyı kapattı ve beni beynimin içinde dönüp duran o kadar soruyla baş başa bıraktı. |
0% |