@esmedemirr
|
Ellerime batan taşları umursamamaya çalıştım. Ama maalesef bunu yapmak üzerime gelen kişiler yüzünden oldukça zordu. Bacaklarım titremeye başlamış, bedenim yağmurun altında soğuktan donuyordu. Gözlerimi gelenlerden ayırmazken arkaya doğru sürünmeye başladım. Sesimi çıkartıp çığlık atmak istiyordum ama bir türlü başaramıyordum. Sesimi resmen kaybetmişim gibi geliyordu ya da burada çığlık atsam kimsenin duymayacağını da bildiğimden sesime ulaşamıyor da olabilirdim. Yüzümü adeta dövercesine düşen yağmur damlalarını umursamayarak karşı kaldırıma kadar süründüm ve bana gayet sakin bir şekilde gelen kişilere aldırmadan ellerimden destek alarak ayağa kalktım. Aramızda bir yol vardı ve etrafın karanlık olması işimi zorlaştırıyordu. Tam sokak lambasının altındaydım ve açık bir hedef gibi görünüyordum. Onlar ise daha karanlık kısımda kalmışlardı, onları görebildiğim söylenemezdi. En öndeki bir adım öne çıkınca refleks olarak geriye doğru sendeledim. Bir şimşek çaktı ve karşımdaki kişinin yüzünü net bir şekilde görebildim. Kahverengi saçları ıslak ve dağınık bir şekildeydi, gözlerini kısmış gözlerimin içine bakıyordu. Elindeki bıçağın kabzasını sıkıca tutmuştu ve diğer eli yumruk halindeydi. Üzerindeki gri tişört ıslanmış, üzerine yapışmıştı. Bu hava da kısa kolluyla gezmenin pek akıllıca olmadığını bilecek kadar mantıklıydım ama bunu umursamadım. O adam az önce gözlerimin önünde bir adamı duvara fırlatmış, kalbine de bir bıçak saplamıştı. Ellerim titremeye başlarken geriye doğru birkaç adım attım ve arkamı dönüp koşmaya başladım. Bacaklarımdaki son güç kırıntılarına kadar koşarken arkama bakmaya korkuyordum. Yağmur sularının ortaya çıkarmış olduğu su birikintilerine basarak koşmaya devam ettim. Nefesim kesilmeye başlayacakken durmak istemedim. Sağa dönüp Petty’nin kostüm evini aradım ama sanırım başka bir yerdeydim. Durup etrafıma bakmaya başladım. Buralara daha önce gelmediğim için bir kez daha lanet ettim. Genellikle derslerimle ilgilenmekten San Antonio’yu gezmeye fırsatım olmamıştı ve bu yerlerini kesinlikle bilmiyordum. Ellerimi dizlerime yaslayıp derin derin nefes almaya başladım. Burada olmamam gerekiyordu benim. Sola dönüp hızla koşmaya devam ettim. Yıkık dökük bir evin yanından geçerken gözlerimi kıstım. Buraya saklanabilirdim ama büyük ihtimalle bu sefer de içeride yaşamaya çalışan birkaç evsizle uğraşmak zorunda kalabilirdim. Islak saçlarım yüzüme çarparken durup derin nefesler almaya başladım. Bu berbat bir durumdu. Alt tarafı sadece üniversite öğrencisi olmak istemiştim. Fia’nın teklifini gerçekten kabul etmemeliydim. Burada olmamalıydım! Duyduğum ayak sesleriyle beraber dönüp arkama baktım. Yolun başında iki kişi koşar adımlarla buraya geliyordu. Korkuyla önüme döndüm ve koşmaya devam ettim. Soğuk havanın göğsümü delecek şekilde bedenime çarpmasına aldırmadım. Gök gürültüsü her yeri alt üst ederken biraz daha hızlanmam gerektiğine karar verdim. Sola dönüp geldiğim yolun tam tersi istikametinde koşmaya devam ettim. Başımı çevirip arkaya baktığımda ikilinin yaklaşmış olduğunu görmemle, ayaklarım çoktan iflas bayrağını çekmişti, daha da hızlandım. Önümdeki yol ayrımından sağa dönüp koşmaya başladığımda iki de bir dönüp arkama bakıyordum. Başımı çevirip karşıma bakmamla olduğum yerde kaldım. Kapana kısılmıştım. Çıkmaz sokaktaydım. Başımı hızla sağa sola çevirmeye başladım. Kaçacak herhangi bir yer olmadığını zaten biliyordum ama yine de ufak da olsa bir çıkış yolu olmasını ümit etmiyor değildim. Ayak sesleriyle beraber arkamı döndüm ve hemen önümde bana bakan üçlüye baktım. Nefes almakta güçlük çekiyordum ama şuan için bu kadar umurumda değildi. Tek düşünebildiğim buradan biran önce ayrılmaktı. Benim aksime hiç de bu koşuşturmacadan etkilenmiş gibi durmuyorlardı. Gözlerimi kısarak onlara bakarken birkaç adım geriye doğru sendeledim. Ortalarındaki kişi birkaç adım atıp öne çıktı. Oldukça uzun boyluydu. Işık üzerine geldiğinde yutkundum. Tamamen siyahlara bürünmüştü ve bakışları aşırı derecede donuktu. Kahverengi saçları havada uçuşuyor, tam olarak seçemediğim göz rengi ise arada parlayıp duruyordu. Ellerinde hiçbir şey yoktu. Az önceki bıçağın olmamasına bir yandan seviniyordum ama bir yandan da bıçak taşıyan biri başka şeyleri neden taşımasın diye düşünmeden edemiyordum. “Kimsin sen?” diye sordu kahverengi saçları olan. “Ne kadar zamandır oradaydın?” Korkuyla geriye doğru sendeledim ve sertçe yutkundum. Cevap veremiyordum. Sesimi kaybetmiş gibi hissediyordum kendimi. Bu gördüklerim benim için fazlaydı. Az önce birinin öldürüldüğünü görmüştüm ve şimdi de karşımda öldürülen kişinin katili duruyordu. “Kimsin sen?” dedi tekrardan. Ama bu sefer sesi az öncekine oranla sakin değil daha sinirli çıkmıştı. Sanırım ona cevap vermemem sinirlerini bozmuştu. Amerikan aksanı vardı ve bu da onun buralı olduğunu gösteriyordu. En azından başka bir ülkeden kaçıp da gelmiş bir suikastçi değildi. Bakışlarımı ondan kaçırıp arkasındakilere çevirdiğimde, kızın gözlerini üzerimden biran bile ayırmadığını gördüm. Gözlerinin içine bakarken esen sert rüzgarla titredim. Tüm vücudum bu havanın yaratmış olduğu etkiyle titrerken onlarda en ufak bir değişimin bile olmaması sinirlerimi bozmuştu. Bu kadar aciz durmak, insanlara malzeme yaratmaktan her zaman nefret ediyordum çünkü. “Sana bir soru sordum.” Korkuyla ona baktım. “Ben…” Sesim fısıltıdan farksız çıkıyordu. Ne dediğimi ben bile duyamamışken onların duymasını beklemek aptalca olurdu. Başımı sallayıp birkaç kez öksürdüm. Boğazımı tıkayan yumruyu yuttuktan sonra kendime geldiğimi hissetmeye başlamıştım. Buraya gelmekle çok büyük bir hata etmiştim. Fia’nın beni tekrardan ikna etmesine izin vermekle çok daha büyük bir hata etmiştim. Başımı sallayıp tekrardan konuşmaya çalıştım. “Ben…” dedim fısıltı halinde. “Ben hiçbir şey görmedim. Orada olanlarla ilgili bir bilgim yok.” Aferin, Faith. Süper bir yalan buldun kızım. Onlar da kesin senin hiçbir şey görmediğine inanacaklardır şimdi. Bana yapabilecekleri işkenceleri düşündükçe gözlerim korkuyla büyüyordu. Arkaya doğru bir adım attım ve sırtımı destek almak istercesine duvara yasladım. Üçü de karşımda durmuş bana bakıyordu. Öndekinin hemen arkasında bir erkek duruyordu ve ellerini pantolonunun cebine sokmuş öylece gözlerini kırpmadan beni izliyordu. Arkadaki kız ise, kollarını göğsünde birleştirmiş, dikkatlice karşımdaki kişinin yapacağı hamleyi bekliyordu. Ya da benim durumumda bana yapacağı işkenceleri kaçırmamak istiyor da olabilirdi. “Demek görmedin.” diyerek öne doğru birkaç adım attı. “Neden içimde bu konu da sana güvenemeyeceğime dair bir his olduğunu açıklayabilir misin?” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken yutkunmak zorunda kaldım. Ben bile kendi sesimi zor duymuşken onun duymuş olmasına hayret etmiştim. Dudakları alaylı bir ifadeyle yukarıya kıvrılırken benim şaşkın ifademi izliyordu. “Düşündüğün gibi süper duyu gücüm filan yok. Sadece dudak okumak konusunda oldukça yetenekliyimdir.” Derin bir nefes alıp duvara biraz daha sindim. Buradan gitmek istiyordum. Fia, Beth ve Drew beni çoktan merak etmeye başlamışlardı büyük ihtimalle. Asla işlerimi uzatmazdım ve onu çabuk halletmeyi sevdiğimi üçü de çok iyi biliyordu. Birazdan beni aramaya çıkacaklarını biliyordum. “Söyle bakalım. Bu sokakta ne arıyorsun?” Dudaklarımı dilimle ıslatıp yağmur damlalarının tadını aldım. “Ben hiçbir şey görmedim.” diye mırıldandım. “Kimseye bir şey söylemem.” Gözlerini kısarak bana baktı. Hemen ardından da başını yana çevirip başıyla arkasındaki kıza bir işaret yaptı. Öylece onları izliyordum. Kız kollarını göğsünden ayırıp gözlerimin içine bakarken renginin değiştiğini görmemle ellerimi duvara bastırdım. Gözleri mavinin en açık tonlarına yükselip parlamaya başladığında rüzgar şiddetini arttırarak tüm bedenimi titretti. Burada neler olduğunu bilmiyordum ve korkudan titriyordum. Tabi bir de soğuk vardı. Kızın siyah saçları dalgalandı ve gözlerini gözlerimden ayırmazken gök gürültüsü tüm şehirde yankılandı. “Şimdi bana bu sokakta ne arıyorsun onu söyle?” dedi ve ekledi. “Ayrıca kimsin sen?” Kollarımı vücuduma sarıp gözlerimi kısarak onlara baktım. Üçü de gayet rahat bir şekilde duruyorlardı. Ama bu beni sadece korkutuyordu. Ağzımı açamıyordum bile. Açacak olsam ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp nefesimi düzenlemeye çalıştım fakat bir el sanki boğazımı sıkmaya başlamıştı. Nefes almakta güçlük çekmeye başladım. Ellerimi boğazıma götürdüm ve nefes alabilmek için çabaladım. Bacaklarım gittikçe güçsüzleşirken dizlerimin üzerine çöktüm ve ellerimden destek aldım. Dudaklarım açık bir şekilde nefes almak için boğuşuyordum. Kulaklarım uğuldamaya, ciğerlerim nefes için bağırmaya başladığında onun sesini duydum. “Bu kadar yeter!” diye inletmişti ortalığı. Yer ayağımın altında titredi ve tekrardan nefes almaya başladım. Hava soluk borumdan içeriye girerken yanıyordu. Öksürerek bunu geçirmeye çalıştım ama yapabildiğim tek şey daha çok canımın yanmasına sebep olmaktı. Başımı kaldırıp onlara baktım. Az önceki hallerinde öylece beni izliyorlardı. “Sabrım kalmadı artık!” diye inletti ortadaki sokağı. “Kimsin sen?” Başımı iki yana sallayıp ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarımda güç kalmamıştı ve berbat bir haldeydim. Arkamdaki duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarım titriyor, boğazım acıyordu. Bedenim rüzgar da kalmış yaprak gibi tir tir titriyordu. Yarın için çalışmam gerekirken uğraştığım şeylere inanamıyordum. “Sanırım ben denesem daha iyi olacak?” diye sordu arkadaki erkek. Öndekiyle aynı vücut yapısına sahipti. Gözlerimi kısarak onu izlemeye başladım. Öndeki erkek başıyla işaret verdiğinde arkadaki yavaş adımlarla yanıma doğru gelmeye başladı. Başımı sağa sola çevirdim ve gidebileceğim herhangi bir yer olup olmadığına baktım. Ama maalesef hiçbir yer yoktu ve ben tam anlamıyla berbat haldeydim. Hemen önüme geldiğinde korkuyla ona bakıyordum. Gözlerini gözlerime kilitledi ve gözlerinin gri bir renk almasını izlemeye başladım. Tüm bedenimden bir ürperti yayıldı ve bedenimi kımıldatamaz hale geldim. Gözlerimi kaçırmaktan çok gri gözlerine odaklanmıştım. Beynim buradan gitmem gerektiğini biliyordu ama bedenim kımıldayamıyordu. Gözlerimi açıp kapatamıyor öylece parlak gri gözlerine bakıyordum. “Adın ne?” diye sordu sakin bir sesle. Bedenim tüm kontrolü eline geçirmiş gibi dudaklarım aralandı. “Faith.” “Peki burada ne işin var Faith?” “Arkadaşlarımla alışverişe gelmiştim.” dedim ama bedenime engel olamıyordum. Kulaklarım uğulduyor, beynim biran önce bu işkenceye son vermem konusunda beni uyarıyordu. Ama onu dinleyemiyordum bile. Arkadaki kızın sesi kulaklarımı doldurdu. “Ona arkadaşlarının nerede olduğunu sor.” Gri gözler bir kez daha parladı. “Arkadaşların nerede?” “Petty’nin kostüm evinde.” Gözlerim yanmaya başlamıştı ve başımda güçlü bir basınç vardı. Söylemek istemediğim her şey kontrolüm dışında dudaklarımdan dökülüyordu. Bu gerçekten de sinir bozucuydu. Kulaklarımdaki uğultu biraz daha arttı. “Sen neden dışarıdasın?” Ellerimi yumruk yapmaya çalıştım ama bir kez daha sonuç hüsrandı. “Fia’nın çizimlerini almak için çıkmıştım.” Başını saniyelik bir zaman diliminde arkasına çevirdiğinde gözlerimdeki yanma son buldu ve ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuç içime batırabildim. Parmaklarımın arasından kendisine yol açan sıvıyı umursamamaya çalışarak gözlerimi karşımdaki kişiden kaçırdım ama pek mümkün olmamıştı. İşaret ve başparmağıyla çenemi tutup kendine çevirdi. Gözlerini gözlerime kilitledi ve gözlerinin renginin bir kez daha griye dönmesini izledim. “Nereden alacaktın?” Tırnaklarım etime batmaya devam ederken fısıltı halinde konuştum. “Fia’nın arabasından.” Yağmur damlaları şiddetini azaltmıştı ve rüzgar durmuştu. Saçlarımdaki ıslaklık boynuma doğru ilerliyor ve bu da bedenimde bir dalga etkisi yaratıyordu. Ama parlayan gri gözler sebebiyle kesinlikle vücudumu kontrol edemiyordum. “Markası?” Elini yüzümden uzaklaştırdı ve bir adım geriye çıktı. Hafif bir toprak kokusu burnuma dolarken mırıldandım. “Mercedes SLK.” “Pekala Faith.” diye mırıldandı ve gri gözleri son bir kez parladı. “Şimdi uyku vakti…” Beynimdeki zonklama, kulaklarımdaki uğuldama ve gözlerimdeki yanma artarak bedenimi tuhaf bir yorgunluk kapladı. Ayaklarım güçsüzlüğünü belli edercesine titredi ve bedenim yere doğru yığılırken iki güçlü kol tarafından sarmalandı. Kahverengi saçlar görüş alanıma girdiğinde gözlerim kapandı ve kendimi tamamen bir karanlığın içine bıraktım.
Gözlerim yavaş yavaş açılırken sesleri idrak etmekte zorluk çekiyordum. Kulaklarımda sağır edici bir uğuldama vardı. Başımdaki güçlü zonklama beynime çekiçle vuruyorlarmış gibi bir ağrıya sebep oluyordu. Hava hala karanlıktı ama yağmur yağmıyordu. Başımı çevirip nerede olduğuma baktım. Fia’nın abisinden ödünç olarak almış olduğu Mercedes SLK’nın ön koltuğunda oturuyordum. Omzuma dokunan elle birlikte başımı oraya çevirdim. Fia açık olan kapının orada yanında Beth ve Drew ile durmuş bana korkulu gözlerle bakıyorlardı. Oturduğum yerde dikkatlice dikleştim ve elimi başıma götürüp şakaklarımı ovdum. Gerçekten çok güçlü bir ağrıyla savaşıyordum. “Faith, iyi misin?” Fia gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Başımı sallayarak onu onayladım. Boğazımdaki yanma hissi dudaklarımı kurutmuştu ve konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Sertçe yutkunup onlara döndüm. “Gerçekten iyi olduğuna emin misin? Uzun zamandır seni uyandırmaya çalışıyoruz.” Gözlerimi kısarak onlara baktım. “Ne kadar zamandır uyuyorum?” “Yanımızdan ayrılalı iki saat oluyor. Seni ise bir saattir uyandırmaya çalışıyoruz.” dedi Beth sinirle ve devam etti. “Sana bir şey oldu diye ne kadar korktuk bir fikrin var mı? Bir daha sakın böyle bir şeyi bize yapma.” “Üzgünüm, Beth. Farkında bile değildim.” diyerek derin bir nefes aldım. “Sanırım buraya geldiğimde uyuyakalmış olmalıyım.” Drew başını salladı. “Gitmeyin kızın üzerine. Zaten geldiğinde çok bitkin gözüküyordu.” “24 saattir uyumuyordu.” diye mırıldandı Fia suçlu bir şekilde. “Ona gelmesi için baskı uygulamıştım.” “Aferin yani Fia.” Beth sinirle arabaya vurdu. “Uykusuz olduğunu biliyorsun ve yine de onu buraya mı sürüklüyorsun? Gerçekten sana inanamıyorum.” “Tamam. Biraz sakin olur musunuz?” dedim ve ellerimle başımı ovdum. “Çok kötü bir baş ağrısı çekiyorum ve etrafımda bağırmanız pek yardımcı olmuyor.” Drew, Beth’i arkadaki arabaya doğru yönlendirirken bana özür dileyen bir bakış attı. Ona başımı sallayarak onayladım. Fia’da kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. Baş ağrım gittikçe artıyordu ve bu gerçekten iğrenç bir histi. Yurda gider gitmez halletmem gereken çok fazla iş vardı ve bana yine uykunun haram olduğu belli olmuştu. “Gerçekten üzgünüm Faith. Bu kadar kötü olacağını tahmin etmemiştim.” Fia suçluluk duygusu yansımış yüzünü bana çevirdiğinde elimi salladım. “Önemli değil, Fia. Biliyorsun ne kadar zorlarsan zorla, asla yapmak istemediğim bir şeyi yapmam. O yüzden sakin ol. Biran önce yurda gitmek istiyorum.” Başını sallayıp arabayı çalıştırdı. “Seni o halde görünce çok korktuk. Ne yapacağımızı resmen şaşırdık. Berbat haldesin. Sanırım yağmura da yakalanmışsın!” Gözlerimle kıyafetlerimi süzdüm. Hafif nemliydiler ve aşırı derecede bir ağırlıkları vardı. Gözlerimi devirdim. Bir bu eksikti zaten. “Biliyorum partiye gelmek istemiyorsun ama yine de senin içinde bir kostüm aldık.” dedi Fia, vereceğim tepkiden emin olamayarak. “Sonuçta sen bir şeyi yapmam dersen gerçekten yapmıyorsun ve bu kostümün elimizde patlamasını istemiyoruz.” Başımı cama çevirdim ve dışarıyı izlemeye başladım. “Madem benim huyumu biliyorsunuz neden yine de yapmaktan vazgeçmiyorsunuz?” Fia’nın kıkırdaması kulaklarımı doldurdu. “Belki ikna edebiliriz çabalarındayız.” Gözlerimi devirdim. “Hayal alemin de yaşıyorsunuz gerçekten.” “Buna hayal alemi denmez.” dedi önemli bir münazaranın ortasındaymış gibi bir havayla. “Ümit etmek denir Faith.” “Her neyse,” diyerek ona baktım. “Sean’ı ikna etme çabaların nasıl gidiyor peki?” “Sean’ı ikna etme çabaları mı?” dedi alayla gülerken. “Onu ikna etmeye çalışacak olsam vampir olmam gerekir. Ancak ömrüm yeter.” “Hala bir gelişme yok mu?” Direksiyonu sıkıca kavradı ve sağa bir dönüş yaparken bana döndü. “Gelişmeden kastın, kavgalarımızı günde birkaç saate indirmeyi başarıp, isteklerime önem vermesi konusunda bir anlaşmayı ortalığı yıkmadan başardığımızsa, evet sanırım gelişme kat ettik.” “Bu da büyük başarı!” dedim alayla. “En azından ben şimdiye kadar San Antonio’yu yıkarsınız diye bekliyordum.” Direksiyonu kırıp sola döndü. Aynadan baktığımda Drew’in arabası hemen arkamızdaydı. Ama yol ayrımına gelince sağa döndü. “Beth yurda gelmiyor mu?” “Hayır.” Başını sallayıp bana döndü. “Annesi aradı. Bugün orada kalacakmış.” “Onlar kavgalı değiller miydi?” Başımı salladım. “En son birbirlerine girdiklerini görmüştük.” İkimizde birbirimize acıyan bakışlarla baktık. Beth’in durumu hepimizden farklıydı ve bu kesinlikle baş ağrıtıcı bir durumdu. Annesiyle babası ayrılmıştı ve bundaki tüm suçlu annesiydi. Babasını sevmediği yetmiyormuş gibi bir de tutmuş aldatmıştı. Üstelik tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de üste çıkıp Beth’in aklını çelmeye çalışmıştı. Tek derdi Beth’in babasının parasını alabilmekti. Ama maalesef aldatan taraf kendisi olduğu için eşinden bir kuruş bile alamamıştı. Sanırım aramızda en düzgün aileye sahip olan kişi Drew’di. Ailesi tam anlamıyla gerçek bir aileydi işte. En azından bana göre öyleydi. Çünkü asla bir ailenin nasıl olduğunu görmemiştim. Babam ben çok küçükken ölmüştü ve annemde sürekli olarak çalışmak zorundaydı. Büyükannemi ise on yaşlarındayken kaybetmiştim. O yüzden gerçek bir ailenin nasıl olması gerektiğini bilmiyordum ama ailevi sorunları olmayan tek kişi Drew’di ve bu da bana mükemmel bir aile tablosu üretmek için yeter de artardı bile. “Öylelerdi. Ama sanırım Bayan Smith, biraz olsun kızını düşündüğünü göstermeye çalışıyor.” Omuz silktim. “Umarım aralarındaki sorunu hallederler.” Fia, gayet sakin bir şekilde arabayı kullanmaya devam ederken bende başımı cama yaslamış şekilde yanından geçtiğimiz arabaları izlemiştim. Başımdaki zonklama giderek artmıştı ve bunun sebebinin yorgunluk olmadığına nedense adım gibi emindim. Kulaklarımdaki uğuldama tekrardan baş göstermeye başladığında gözlerimi kapattım. Gözlerimin önüne gelen görüntüler kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Ara sokaklarda koşuyordum ve yağmur son hız yağmaya devam ediyordu. Sanki bedenime gerçekten değiyormuş gibi kollarımı vücuduma sardım. Arkamdan koşan iki kişi vardı. Ellerim karıncalanmaya başladığında yumruk yaptım. Tüm bedenim soğukta kalmışım gibi titremeye başlamıştı. Ellerimi hissedemiyordum. Nefesim kesildi ve gözlerimin önünde siyah saçlı bir kız canlandı. Gözlerinin mavisi tekrardan beni etkisi altına alırken bedenim sarsıldı ve sanki uçurumdan aşağıya düşüyormuşum gibi bir izlenim yarattı. Gözlerimi hızla açıp oturduğum yerde dikleştim. Fia, arabayı yurdun önüne park etmişti ve dikkatli gözlerle beni izliyordu. Derin birkaç nefesten sonra kendime geldiğimi hissettim. Fia elini omzuma koydu ve dikkatimi ona vermemi sağladı. “Faith, iyi misin?” Başımı salladım. Bugün bunu ne kadar çok sormuştu böyle? “İyiyim Fia. Sorun yok.” “Tamam. Nasıl istersen. Yarın sabah seni alırım.” Kapıyı açtım ve dışarıya çıkarak ona baktım. “Tamam. Geldiğinde mesaj atarsın.” Kapıyı kapattım ve yurdun kapısından içeriye girdim. Bekçi Bay Worman her zamanki yerinde gazetesini okuyordu. Onu başımla selamladım ve üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden nefret ediyordum. Özellikle de üç kattan fazla olan binalarda. Bu yurt toplam beş katlıydı ve benim odam dördüncü kattaydı. Sinirle oflayarak merdivenleri çıktım ve koridorun sonundaki odama ilerledim. Cebimden çıkarttığım anahtarla kapıyı açıp içeriye girdim. Oda arkadaşım Daisy her zamanki gibi kedisi Shila ile beraber yatıyordu. Gece lambası açık olduğu için ışığı açmaya gerek duymadım ve kapıyı arkamdan kapatıp içeride ilerledim. Oda Daisy’nin zevkine göre döşenmişti. Gelecek yıl son senesiydi. Bu yüzden de benden büyüktü. Benim daha üniversite de ilk senemde Daisy’nin yanının boş olması çok büyük bir şeydi. Daisy kesinlikle temizlik meraklısıydı. Derslerine önem verirdi ama yine de kedisinden ayrılamıyordu. Bir yıldır o kediyle aramız bir türlü olmamıştı. O kediden hoşlanmıyordum ki o da benden hoşlanmıyordu. Kedilere alerjim vardı. Her ne kadar yurt için kayıt yaptırmaya geldiğimde bunu dile getirsem de yer olmadığından burada kalmıştım. Sonra ise yer açılmıştı ama Shila sayesinde bu alerjiyi en aza indirmeyi başardığımdan pek sesimi çıkartmamıştım. Bir de oda taşımakla uğraşamazdım. Shila yattığı yerde kıpırdandı ve gözlerini açarak bana baktı. Berbat bir haldeydim ve kedi bile beni gördüğünde bir adım geriliyorsa kesinlikle düşündüğümden daha beter durumdaydım. Ona bakıp gülümsedim ama bundan o kadar emin olamıyordum. Dudaklarımı saçma bir şekle de sokmuş olabilirdim. Üzerimdeki ceketi çıkartıp çalışma masasının önündeki sandalyeye yerleştirdim ve yataktan zıplayıp ayağımın dibine gelmiş sürtünen Shila’ya bir bakış attım. Benden hoşlanmıyordu ama uyanık olduğum zaman onu okşamamı seviyordu. Değişik bir kediydi. Aslına bakılırsa her kedi değişikti. Yavaşça yere eğilip Shila’nın sırtını okşadım. Memnun bir mırıldanmayla etrafında döndü ve bacaklarıma tekrardan sürtündü. Bu hali çok şeker oluyordu açıkçası. Onu kucağıma aldım ve başının üzerine bir öpücük kondurdum. Sırtını okşayarak odanın içindeki küçük banyoya kendimi attım. Onu yere bıraktığımda hoşlanmadığını belli eden bir ses çıkardı ve zıplayıp klozetin kapağının üzerine çıktı. Birkaç kez etrafında dönüp kuyruğunu yakalamaya çalıştı ama beceremeyeceğini fark ettiğinde pes edip patilerini yalamaya başladı. Gözlerimi devirdim ve aynanın karşısına geçip kendime baktım. Saçlarım birbirine girmişti ve ıslaktı. Gözlerimin altı morarmıştı ve dudaklarım bembeyazdı. Zombilerden pek bir farkım yoktu. Bu kılıkta The Walking Dead stüdyosuna gitsem hiç makyaja gerek kalmadan direk çekimlere alabilirlerdi. Sadece birkaç ufak detay eksikti. Örneğin kan gibi. Üzerimdeki tişört ıslanmıştı ve üzerime yapışmıştı. Bu kılıkta dışarıda nasıl gezdiğimi bilmiyordum ama başımı sallayıp önüme döndüm. Saçlarımı yukarıdan daha düzgün bir şekilde topladım ve musluğu açıp ellerimi altına tutacaktım ki, gördüğüm manzarayla gözlerim kocaman oldu. Tırnaklarım kan içindeydi ve avuç içlerimde tırnak izleri vardı. Bunun ne zaman olduğunu bilmiyordum. Yeni gibi duruyordu ve hiçbir fikrim yoktu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaya çalıştım. Ama beynime hücum eden görüntülerle olduğum yerde kaldım ve lavabodan destek aldım. Gri parlak gözler hemen karşımdaydı ve bana birkaç soru soruyordu. Soruları umursamak istemiyordum ama bedenimin benden habersiz hareket ettiği görüntüler tekrardan beynime dolmaya başladığında tırnaklarımı etime batırdığım aklıma geldi. Kişileri tam olarak göremiyordum ama bu görüntülerin mantıklı bir açıklaması olamazdı. Parlak gri göz diye bir şey yoktu. En azından bana göre böyle bir şey yoktu. Başımı salladım ve beynime dolan diğer görüntüleri yok etmeye çalıştım. Maalesef bu konuda da beceriksizin tekiydim. Bedenim yere düşerken birinin beni tuttuğunu gördüğümde hızla gözlerimi açtım ve kırmızı bir çift gözle karşı karşıya geldim. Gözlerimin rengi parlak kırmızıydı. Bu tıpkı o kızın ve o erkeğin gözlerinin parlaması gibi bir şeydi. Hızla nefes alıp verirken gözlerimi bir kez daha kapattım. Uykusuzluk bende fena halde halüsinasyona sebep oluyordu. Bunu anlamıştım. Başımı salladım ve gözlerimi tekrardan açtım. Her zamanki gibi yeşildi. Elimi boynuma götürdüm ve büyükannemin bana vermiş olduğu kızıl kuvarsı kavradım. Uzun zamandır boynumdaydı ve çıkartmaya hiç niyetim yoktu. Tişörtümün altından çıkarttım ve kolyemi gözler önüne serdim. Kenarları gümüşle işlenmişti ve gümüş sanki alev gibi etrafına çevrilmişti. Hemen içine de kızıl kuvars yerleştirilmişti. Çok güzel bir görüntüsü vardı. Kolyeyi avucumun içine aldım ve onu sıkıca kavradım. Gözlerimi kapatırken rahatladığımı hissediyordum. Büyükannemin her zaman yanımda olacağını biliyordum. |
0% |