@esmedemirr
|
Karanlık beni tamamen içine almıştı. Önüm ve arkam tamamen karanlıktı. Hiçbir şey görülmüyor, hiçbir ses duyulmuyordu. Tek var olan sanki bendim. Hiç kimseyle birlikte değildim ve deli gibi koşuyordum. Karanlığın içinde beyaz bir nokta arıyor, bulduğum anda ise ona tutunabilmek için kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Nefesim kesilene kadar koşmaya devam ettim. Nereye gittiğimi ya da gideceğimi bilmiyordum. Tamamen karanlığın içinde kaybolmuştum. Etrafta bir an için ufak bir elektrik cızırtısı duyuldu. Hemen ardından da bulunduğum yerde spot lambaları yanmaya başladı. Işık gözlerimi alırken kolumu kaldırıp gözlerime siper ettim. Hemen karşımda bir silüet belirdi ve bunun bir bedenden başka bir şey olmadığını anladım. Gözlerim ışığa alışırken kendimi sadece tek bir şeye odaklamıştım. Silüetin yavaş bir şekilde tanıdığım bir bedene dönüşmesini izledim. Kahverengi saçları spot lambalarının altında parladı ve gözleri o tanıdık parlak açık kahverengiden daha kapalı kahverengiye geçiş yaptı. Işıklar tamamen etrafı aydınlattığında onu tamamen gördüm. Üzerinde her zamanki gibi siyah pantolonu, siyah tişörtü ve siyah deri ceketi vardı. Kombinini her zaman yaptığı gibi siyah botlarıyla tamamlamıştı. Tek farkı sol elinde bir katana tutuyordu. Oldukça uzun bir görüntüsü vardı ve pozisyonu bir an için bana avına saldırmaya hazırlanan aslanları anımsattı. Gözleri oldukça donuktu. Ceketinin fermuarı çekilmediği için buradan bile kaslarının gerildiğini anlayabiliyordum. Ya bir seksen boyundaydı ya da bir seksenden uzundu. Boyunu her zaman için tam olarak bilemiyordum. Tek bildiğim onun yanındayken küçücük kaldığımdı. Elindeki katanayı hareket ettirdi. Katana benim bile göremeyeceğim kadar hızlı bir şekilde gökyüzünü delip geçerken rüzgarı yardığını belli eden sesi çıkarttı. Gözlerimi etrafta gezdirip buradan kurtulabilmek için bir yer aradım. Spot lambalarının aydınlattığı daire şeklindeki alan hariç her yer karanlıktı ve ben tam olarak o dairenin ortasında duruyordum. Boğazım düğümlendi ve gözlerim ona bakarken yanmaya başladı. Bu yanma hissine bir türlü alışamayacaktım. Gözlerimdeki yanma artarken sağ elimde güçlü bir ağırlık hissettim. Başımı eğip elimdeki katanaya baktım. Kabzasında kırmızı motifler vardı ve elimin içine doğru kayboluyordu. Uzunluğu en az altmış beş santim gibi duruyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve Justin’in birkaç adımda yanıma geldiğini göremedim. Rüzgarın uğultusu kulaklarıma doldu ve elim benden bağımsız hareket etti. Justin’in elindeki kılıcın üzerine düşen kılıcımla öylece ona baktım. Gözleri nefretle parlıyordu ve onu daha önce böyle görmediğime emindim. Kabzanın en alt kısmını da sol elimle kavrayıp dengeledim. Bunun nasıl bir mantık olduğunu bilmiyordum. Justin üzerime doğru gelirken birkaç adım geriledim ve katanaların aramızda kalacak kadar yakınıma gelmesine karşı ona dikkatle baktım. Benim tanıdığım Justin’den oldukça farklıydı. Bedenimi kontrol edemeden yana kaydım ve onunla aramıza birkaç santim kadar mesafe bıraktım. O hızla üzerime gelirken yana kaymaya devam ettim. Dairenin ortasında birbirimizin etrafında dönüp duruyorduk. İkimizde ilk hamleyi kimin yapacağını bekliyorduk. Justin öne atıldı ve kılıcını savurdu. Hızla zıplayarak geriye kaçtım. Kılıcımı salladım ve Justin’in kılıcıyla birbirine değdiği anda yer altımızda sallandı. Ayağımın altındaki kara parçası sallanırken Justin ile aynı anda geriye doğru sıçradık. Nefes nefese ona bakarken kılıcını tekrar salladı. Kılıcın gelişini azaltmak için eğildim ve üzerimden geçen kılıca karşı kılıcımı savurdum. Justin’i birkaç adım geriye gidecek kadar gerilettiğimde bu kavganın amacını anlayamamıştım. Neredeydik, ne yapıyorduk anlayamıyordum. Bu tuhaftı. Oldukça gerçekçi bir tuhaflıktı. Justin sinirle üzerime geldiğinde kılıcıma tekme attı. Kılıç elimden düşüp kumlara saplanırken hızla geriye gittim. Gözlerini kısarak bana baktı ve kuma saplanan kılıcı zorlanmadan eline aldı. Gözleri bendeyken dudakları soğuk bir gülümsemeyle kıvrıldı. Uzaklardan bir yerden annemin çığlığı kulağıma dolduğunda hızla arkamı döndüm ve bu hayatımda yaptığım en büyük hataydı. Vücudumda oldukça güçlü bir sızı baş gösterdi ve geriye doğru savrulurken başımı ona çevirdim. Gözlerini gözlerime dikmiş bana bakıyordu. Boğazım kurudu ve bulunduğum yerde dizlerimin üzerine çöktüm. Elindeki kılıç ile bana yaklaştığında ona bakmaya devam ediyordum. Kılıç tek bir hareketle bedenime girerken dudaklarımın arasından bir çığlık yükseldi. Hızla yattığım yerde doğruldum ve derin derin nefes alıp vermeye başladım. Oda tamamen karanlıktı ve pencereden içeriye ay ışığı giriyordu. Saçlarım alnıma yapışmıştı ve sırtımdan aşağıya doğru soğuk ter damlaları akıyordu. Yüzüm ter içinde kalmış, kalbim göğüs kafesimi zorluyordu. Justin yarı uykulu bir şekilde yattığı koltuktan kalkıp hızla yanıma geldi. Korkuyla geriye sıçradığımda beni kendine çekip başımı göğsüne yaslamama müsaade etti. Elleri saçlarımda gezerken gözlerimdeki yaşlara engel olamıyordum. Gördüğüm rüyayı oldukça gerçekçi yapan tek yanı midemdeki kasılmalardı. Acıyı, korkuyu, dehşeti bedenimin her zerresinde hissetmiş, uyandığımda bile tüm bu etkilerin hala devam etmesine sebep olacak olan rüyanın amacını anlamamıştım. Justin’in bedenime bir katana sapladığını hatırladıkça titriyordum. “Tamam, geçti.” dedi Justin dudaklarını saçlarıma bastırdı. “Sadece kötü bir kabus gördün.” Başımı şiddetle iki yana salladım. “Sadece kabus değildi. Çok gerçekti… Bu,” dedim ve sesim kısılarak yerini hıçkırıklara bıraktı. Justin yatak başlığına sırtını yasladı ve beni biraz daha üzerine geçti. Ellerim kollarını kavramıştı ve başım göğsündeyken deli gibi ağlamaya devam ediyordum. İçimdeki bir şey bunu uzun zamandır yapmak istediğimi bana haykırıyordu. Bedenimdeki titreme, gözlerimdeki yaşlar bitine kadar ağlamaya devam ettim. Artık gözlerimde güçlü bir yanma, güçlü bir ağrı kendisini belli etmeye başladığında burnumu çektim ve elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. “Daha iyi misin?” Justin ellerini yanaklarıma koyup ona bakmam için başımı kaldırdı. “Neler olduğunu anlatmak ister misin?” Onun bu nazik hallerini gördükçe, gördüğüm rüyanın sadece bir kabus olduğunu düşünmeye başlıyordum. Ama değildi. İçimde dışarıya çıkmayı bekleyen canavar taraf, bunun bir rüya olmadığını başıma gelecek en berbat olay olduğunu söylüyordu. “Faith, iyi misin? Beni korkutmaya başlıyorsun!” Başparmaklarını yanaklarımda gezdirdi ve akmaya devam eden gözyaşlarımı sildi. “Bir şeyler söyle! Kahretsin! Böyle bakma bana. Benden korkuyormuşsun gibi bakma!” Bağırmasıyla birlikte irkildim ve hızla ellerinden uzaklaşıp geriye gittim. Başını iki yana sallayıp ellerini saçlarının arasından geçirdi. “Benden korkma! Bana bu şekilde bakmaktan vazgeç!” Hızla yataktan ayağa kalktığında bacaklarımı kendime çekip kollarımla sardım. Sırtımı yatağın başlığına yaslayıp çenemi kollarımın üzerine koydum. Şu anda en son istediğim şey bir şeyleri yakıp yıkmaktı ama içimdeki bir şeyler burayı ateşe vermemi söylüyordu. Kendim yapamayacaksam bile ona izin vermem için bana baskı uyguluyordu. “Neler olduğunu anlatmazsan sana yardım edemem. Burada seni korumaya ve sana yardım etmeye çalışıyorum. Bana bir şeyler anlatmak zorundasın!” Rollerimiz değişmiş gibi bana bağırmaya başladığında gülmemek için kendimi zor tuttum. Bende onun gibi görünüyordum. Bana bir şeyleri anlatması gerektiğini bağırırken ben de tıpkı onun gibi görünüyordum. Bu oldukça tuhaftı. “Gerçekti.” dedim fısıltı halinde. “Kavga ediyorduk. İkimizde de birer tane katana vardı ve sen…” Sözcükler boğazıma dizildi ve devamını getiremedim. Odaya giren ay ışığının altında yüzünün sadece belirli bir kısmını görebiliyordum ama dişlerini sıktığını görmekten çok hissettim. Gözleri bir anda eladan kahverengiye geçiş yaptığında dikkatle onu izliyordum. “Emin misin?” diye sordu bir süre sonra. “Gerçekten böyle bir rüya gördüğüne emin misin?” Hızla başımı salladım. “Evet.” Gözleri tekrardan eski rengine döndü ve dolaba ilerleyip bana içinden bir deri ceket attı. Onun ceketlerinden biriydi ve bana neden bunu verdiğini bilmiyordum. O rüyadan sonra bilmek istiyor muydum emin değildim? Justin ile başıma gelen o duş olayından sonra yatağa girmiştim ve güzel bir uyku çekmek istemiştim. Ama anlaşıldığı üzere sadece bir saat ancak uyumuştum. Tüm bunların sebebini bilinçaltımın bana oynadığı bir oyun olarak da görebilirdim ama iç organlarımdaki sızı ve bedenimi ele geçirmiş olan korku hala oradaydı. Bana attığı ceketi üzerime geçirirken o çoktan kendi ceketlerinden birini geçirmişti. Saçlarına her zamanki gibi dokunmadan dağınık bir şekilde bıraktı. Uzun boyu yüzünden başımı geriye atarak ona bakmak zorunda olduğum aklıma geldikçe ensemde güçlü bir ağrı başlıyordu. Kasları gerilmişti ve tüm beden hareketleri ne kadar sinirli olduğunu dışarıya vuruyordu. Yataktan çıktığımda ceketi üzerime geçirmeden önce kendime baktım. Gri bir eşofman altı ve beyaz askılı bir tişörtün üzerine geçirecek olduğum siyah deri ceketle o kadar da modadan anlarmış gibi durmuyordum. Fia beni bu halde görecek olsaydı büyük ihtimalle arkadaşlıktan reddetmekle tehdit edebilirdi. “Ayakkabıların yatağın yanında…” diyerek odadan çıktı. Gözlerimi kırpıştırarak bir süre kapalı kapıya baktım. Ona anlatmadığım için bana kızma hakkına sahipti ama ben bu konuyla ilgili tek bir açıklama yapılmadan oradan oraya sürükleniyordum. Bu saçmaydı. Her şeyin karşılıklı olması gerekiyordu. En azından benim düşünceme göre o şekilde olmalıydı. Sinirle ceketi üzerime geçirdim ve odamdan çıkarken almış oldukları beyaz spor ayakkabıları ayağıma geçirdim. Siyah saçlarım her zaman olduğu gibi birbirine girmişti ve bunu düzeltebileceğim hiçbir şey yoktu. Ellerimle biraz düzeltmek için şekil verdim. Az öncekine oranla iyi olduğumu düşündüğüm bir şekilde tutup dışarıya çıktım. Salona geldiğimde Myleen ve Patrick’i uykulu bakışlarla Justin’e bakarken bulmuştum. “Buldular! Hemen buradan gitmemiz gerekiyor.” Justin pencereden dışarıya bakarken ben şaşkınlıkla ona bakıyordum. “Editto ve Misha’ya haber verin bizimle evde buluşsunlar.” Myleen gözlerini kapatıp açtı ve şaşkınlıkla Justin’e baktı. “Bizi bulduklarını da nereden çıkarttın Justin? Ben rüya görmedim!” Patrick kaşlarını çatarak baktı ve elini dağılmış olan kahverengi saçlarının arasından geçirdi. Yeşil gözleri aşırı derece de yorgun olduğunu belli ediyordu. O da tıpkı Justin gibi siyah bir pantolon ve siyah deri bir ceket giymişti. Tek farkları Justin’in tişörtü de siyahtı ama Patrick’in tişörtü soluk mordu. İkisi birbirlerine bir o kadar benzeyip bir o kadar da benzemiyorlardı ve onları anlamak o kadar da kolay olmayacak gibi duruyordu. Myleen ise sanki onlardan farklı olduğunu vurgulamak istercesine pembe bir askılı tişörtle beyaz bir eşofman altı giymişti. Siyah saçları ve koyu kahverengi gözleriyle oldukça güzel bir kızdı. Bu arkadaşların hepsi hem birbirine benziyor hem de benzemiyordu. Aykırı kişiliklerin arkadaş olması bana her zaman için Beth, Drew ve Fia ile nasıl arkadaş olduğumu hatırlatıyordu. “Sen görmedin ama Faith gördü.” diyerek tüm bakışların bana çevrilmesine sebep oldu. “O yüzden hemen buradan gitmemiz gerekiyor.” Bakışların yoğunluğu altında ezildiğimi hissedip huzursuzca yerimde kıpırdandım. “Biri bana burada neler olduğunu açıklayacak mı?” Justin hızla başını iki yana salladı. “Zaman yok. Hemen gitmemiz gerekiyor.” “Nereye gidiyoruz?” Patrick uykusu tamamen kaçmış bir şekilde bize bakarken Myleen kafası karışmış görünüyordu. Bu yüzden de ne olduğunu ya da ne olacağını bilmiyordum. “Sen Myleen’i ben de Faith’i alıyorum. Ayrılmak zorundayız. Peşimizdekileri atlattığımız anda Editto ve Misha ile evde buluşuruz.” Patrick başını sallayıp Myleen’i kolundan tutuğu gibi kapıya doğru sürüklemeye başladı. Sonra dönüp bize baktı. “Ne olur ne olmaz diye yüzükleri almayı ihmal etme.” Gözden kaybolduğunda Justin’e baktım. Elimi yakaladığı gibi Patrick’in Myleen’e yaptığı gibi sürüklemeye başladı. “Nereye gidiyoruz? Kim buldu bizi?” “Seninle bir anlaşma yapalım.” Hızla önümde durup kollarımı yakaladı. Başımı geriye atıp yüzüne baktım. “Buradan kurtulana kadar sen soru sorma. Buradan kurtulduğumuz anda sana her şeyi anlatayım. Anlaştık mı?” Hiç düşünmeden başımı salladım. Neyin içinde olduğumu tam olarak bilmiyordum. Zaten sürekli olarak bana anlattıkları şeyler yarım oluyordu. Bu da sinirlerimi bozuyordu fakat yine de bir şeyler öğreneceksem sonunda susmak o kadar da zor olmasa gerekti. Tekrardan elimden tutup sürüklemeye başladığında sesimi çıkartmadan onu takip ettim. Dışarıya çıkmadan önce portmantodan bir anahtar aldı. Asansöre bile bakmadan merdivenlere yöneldiğinde az önce ağlıyor olduğum gerçeğini bile unutmuştum. Kaçıncı kattaydık bir fikrim yoktu. Sürekli olarak bu kadar yüksek binaların en tepelerine yerleşiyorlar mıydı merak ediyordum. Binadan çıkar çıkmaz gözleri tekrardan kahverengiye dönmüştü. Bakışları hızla iki bina ilerimizdeki gümüş rengi bir araca kaydı. Yanak kasları dalgalanırken beni çekmeye başladı. Hemen önümüzdeki Maserati’yi gördüğümde gözlerimi birkaç kez açıp kapattım. Şaka yapıyor olmalıydı? Ön kapıyı açıp beni resmen içeriye fırlattığında sinirlerine hakim olamadığını anlamıştım. O yüzden sesimi çıkartmama konusuna geri dönüp araçta yerimi aldım ve emniyet kemerimi takıp arkama baktım. Araç benim arabaya binmemle birlikte farlarını yakmıştı. Gözlerimi alacak kadar uzun yanan farlara lanet edip önüme döndüm. Justin arabaya biner binmez motoru çalıştırdı. Motordan güçlü bir homurtu duyulurken debriyajla gaza birden yüklenince arka tekerlekler olduğu yerde dönmeye başladı ve çığlık attı. Hemen ardından da ayağını debriyajdan çekti ve araç ileriye doğru atılırken kapıya tutunmak zorunda kaldım. Justin’in gözleri sürekli olarak aynadan arkadaki araçta ve yoldaydı. Ben ise bir yere çarpmamak için dua etmeye başlamıştım. Daha önce bu kadar deli araç kullananını görmemiştim. Hemen önümüzden giden aracı sollarken ters şeride girmesiyle karşıdaki araçtan yüksek bir korna sesi yükseldi. Korkuyla ona bakarken Justin gaza yüklendi ve tekrardan kendi şeridine geçti. Arkadaki araç biranda hızlanmaya başladığında Justin Japonca bir şeyler mırıldandı ve gazdan ayağını çekip bir anda direksiyonu kırdı. Araç hızla yanımızdan geçen aracın arkasından sağ taraftaki ara sokağa girdi. Bedenim sola doğru savrulurken, “Justin!” diye çığlık attım. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Gaza yüklenirken direksiyonu kırdı ve ara sokaklardan ilerlemeye devam etti. “Ben ne yaptığımı biliyorum. Sıkı tutun sen!” Sözcükler ağzından dökülür dökülmez yola doğru fırlayan kediyle gözlerim kocaman açıldı. Justin, direksiyonu kıvırıp soldaki aralığa geçerken karşıdan gelen araçla öylece kalakaldım. Korkuyla ona bakarken sadece kaslarının gerildiğini ve yüzünün tamamen ifadesiz olduğunu gördüm. Gaza biraz daha yüklenirken ne olacağını anlamaya çalışıyordum. “Bizi öldürmeye mi niyetlisin?” diyerek çığlık attım. “Justin durdur arabayı. Justin!” “Kes sesini!” Sert sesine ilk defa tepki vererek öne atıldım ve direksiyona uzandım. Böyle bir hareket beklemediği için direksiyon sağa doğru kıvrıldı ve hemen aradaki yola saparken sağ eliyle beni ittirip sırtımı koltuğa yapıştırdı. Direksiyondaki hakimiyetini son dakika da sağladığında bana öldürücü bir bakış attı. Onu umursamadan arkama baktığımda aracın tekrardan görüş alanıma girdiğini gördüm. “Geliyorlar!” Bir küfür savurdu ve gaza basarak hemen önümüzdeki üç arabayı arkamızda bıraktı. Aracın önü bir anda parlamaya başladığında ve buz kütlesi olacak şekilde buzlandığında iri iri açılmış gözlerimle Justin’e döndüm. “Kahretsin!” “Neler oluyor?” dedim arkama bakıp arabaların yaklaştığını gördükten sonra. “Ne yapmaya çalışıyorlar?” Araç yalpalamaya başladığında ayağını gaz pedalından yavaşça çekti ve sinirle, sert bir şekilde direksiyonu çevirdi. Arabanın arka tarafı yolda daire çizerek döndü. Justin vitesi geri alıp geri geri gitmeye başladığında şaşkınlıkla ona baktım. “Bizi öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye çığlık attım korkuyla. “Justin ne yapıyorsun?” Elini benim yaslandığım koltuğun arkasına attı ve başını yan çevirip bana bir bakış attıktan sonra arkaya bakmaya başladı. “Dikkatlerini dağıt!” “Ne?” Arabanın farkları gözümü almaya başladığında Justin gaza biraz daha yüklendi. “Hemen dikkatlerini dağıt. Gücünü kullan.” “Güçlerimizin bizim gibiler üzerinde işe yaramadığını zannediyordum!” diyerek arabanın ön tarafının buzlanmasına bir ima da bulundum. “Bunu yapamam.” Bana yandan sinirli bir bakış attı. “Yarıyor olsaydı sence şu anda arabayla geri geri gidiyor olur muydum? Dikkatlerini dağıt! Önlerine ateşten bir bariyer kur!” “Güçlerimi kullanamadığımı biliyorsun! Yapamıyorum.” Başımı arkaya çevirdim ve ileride bize doğru gelen oldukça büyük aracın farlarını gördüğümde sertçe yutkunup tekrardan önüme döndüm. Oldukça uzakta görünüyordu ama biz bu hızla arka arkaya giderken o aracın gelip bize çarpması an meselesiydi. “Arkamdaki araç gelip bana çarpmadan önce dediğimi yap.” diye sinirle tısladı. “Sadece derin bir nefes al ve olmasını istediğin şeyi hisset.” Derin bir nefes aldım ve kalp atışlarımı yatıştırmaya çalıştım. Fakat pek bir işe yaramıyordu. İçimden sakin kalmam gerektiğini telkin ettim ve bu araba kazalarının olmamasını istediğimi hatırlayıp gözlerimi kapattım. İçimde sürekli olarak dışarıya çıkmayı bekleyen his yok olmuştu. Güçlerimi kullanmayı bilmediğim için onu nasıl bulup çıkartmam gerektiğini de bilmiyordum. “Yapamıyorum!” dedim pes edercesine. “Olmuyor!” Araç yalpalamaya ve sallanmaya başladığında Justin gaza biraz daha yüklendi. “Bana bak!” Gözlerimi beni korkuyla yerimde sıçratan buzun görüntüsünden zorlukla ayırıp ona döndüm. Gözleri kahverenginin en parlak tonuna sahipken bana baktı ve koltuğumun arkasına attığı kolunu çekip önüme gelen saçlarımı geriye çekti. “Ben sana inanıyorum. Dene Faith. Bunu yapabilirsin. Sadece hisset. Aksi takdir de ikimizde öleceğiz.” Sertçe yutkundum ve başımı salladım. Ölmek istemiyordum. Öğreneceğim çok fazla şey vardı. Annemle konuşmam gerekiyordu. Onunla yaşadığımız o tartışmadan sonra bir daha konuşmamıştık ve onu görmeden ölmek istemiyordum. Başımdaki belaları öğrenmeden de ölmek istemiyordum. Drew’i bu Japon mafyası düşüncesinden vazgeçirmeden ölmek istemiyordum. Kısacası yapacak çok işlerim vardı ve ölmeye hazır değildim. Başımı çevirdim ve Justin’in elinin benden uzaklaşmasına izin verdim. Derin bir nefes aldım ve gözlerimin önüne karşımdaki arabanın geçeceği yerlerde bir alevlerden bariyer kurduğumu getirdim. Gözlerim yandı ve parmak uçlarım karıncalandı. Hemen ardından da önümüzdeki aracın geçeceği yerlerde bir bariyer oluştu. Sürücü son dakika da frene bastı ve alevlere değmekten son dakika da kurtuldu. Maserati’nin önündeki buz tabakası gözden kaybolduğu anda Justin ayağını gazdan çekti ve vitesi ileriye alıp aracı sağ tarafa kıvırdı. Arkamızdaki araç son dakika da bize çarpmaktan kurtulurken koltukta arkama yaslandım. Yaklaşık on beş metre kadar gitmiştik ki Justin gaza yüklendiği anda aracın önünden dumanlar yükselmeye başladı. Aracı yol kenarına çekip park ettiğinde hızla dışarıya çıktı. Bende onunla beraber dışarıya çıktığımda şaşkınlıkla araca bakıyordum. Justin kolumdan tutup beni geriye doğru çekiştirdiğinde ona ayak uydurdum ve arkaya doğru ilerledim. “Gidelim.” dedi sakin bir şekilde. “Alevlerin şimdiye kadar sönmüş olması gerekiyor. Bizi burada bu şekilde bulmamalılar.” Parmaklarını parmaklarıma geçirdi ve hemen önümüzdeki ara sokağa girdi. Biraz ileriden bir aracın son dakikada frene basan sesini ve birkaç aracın korna seslerini duydum. Justin beni çekerken sesimi çıkartmadan takip ettim. Peşimizdekilerin kim olduğunu ya da neler olacağını bilmiyordum. Tek istediğim bir an önce bunun bitmesiydi. Justin başka bir ara sokağa girerken etrafı inceledim. Tamamen sakin bir yerdi. Birkaç kişi etraftaydı. Çoğu da sevgili gibi görünüyordu. Bir kedi patilerini temizliyordu ve bu manzaraya daha fazla bakma gereği duymadan tüm dikkatimi Justin’e verdim. Gözlerini ileriye dikmiş, çene kasları kasılmış bir şekilde öylece yürüyordu. Duruşu tamamen tetikteydi, bakışları oldukça donuktu ve ne düşündüğünü bir türlü anlayamıyordum. Bugüne kadar yüzünden ne düşündüğünü zaten anlayamamıştım. Elini ceketinin cebine attı ve iki yüzük çıkarttı. Gözlerimi kısarak ona baktım. “Bunu tak. Bizi hissetmelerini engelleyecek. İleri de kalabalık bir alana girersek bir sıkıntı çıkmayacaktır!” Kaşlarımı çatarak kahverengi yüzüğe elimi uzattığımda başını iki yana salladı. “Kırmızı olanı al.” Dediğini yaptım ve kırmızı olanı elime aldım. Kenarları tıpkı katanaların üzerindeki motifler gibi işlenmişti ve ortasında kırmızı renkte bir taş yerleştirilmişti. Bana kendi kolyemi hatırlattığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bizi hissetmelerini engelleyecek. Yüzük parmağıma geçtiği anda tüm bedenimde bir alev etkisi yarattı ve iç organlarım patlıyormuş gibi hissettim. Ayak parmak uçlarımdan saç diplerime kadar bir ürperme bedenimi esir aldı ve gözlerim sadece birkaç saniye yandı. Hemen ardından hiçbir şey hissetmedim. Sadece açık bir boşluktu. Justin yüzüğü parmağına geçirdiği anda gözleri kahverengi oldu ve tıpkı benim gibi saniyeler içerisinde değişti. “Bizi hissetmelerini engelleyecek derken neyi kastettin?” “Bunlar kuvars taşları. Güçlerimizi kullanmamızı engelliyor. Böylelikle de normal insanlardan bir farkımız kalmıyor. O zaman da bizi hissedemezler.” Sağa dönüp ana caddeye çıktığımızda şaşkınlıkla ona baktım. “Bunun sırası olmadığını biliyorum ama benim de kızıl kuvarstan bir kolyem vardı.” Kaşlarını çatarak bana baktı. “Kırmızı kuvars olduğuna emin misin?” “Eminim. Şimdi hatırladım da sizi Petty’nin kostüm evinin orada gördüğümde kolye boynumdaydı. Ama kostüm balosunun olduğu gece kıyafetimle pek uyumlu olmadığı için çıkartmak zorunda kalmıştım.” “Bu birçok şeyi açıklar.” dedi gözlerini kısarak. “Ama artık burada dikilerek dikkat çekmememiz gerekiyor. Normal insanların arasına katılalım.” Gözlerimi devirip ona baktım. “Üzerimizdeki kıyafetlerle bizi tanımamaları oldukça mümkündü zaten.” Başını eğip bana bir bakış attı. “Sanırım haklısın. Bu kıyafetlerle kendimizi oldukça belli ediyoruz.” Arkaya baktığımda az önceki gri aracın bizim geldiğimiz yoldan gelmekte olduğunu gördüm. Hızla koluna asıldığımda kaşlarını çatarak baktığım yere baktı. Aracın içinde iki kişi vardı. Biri sarışın bir kadın diğeri ise esmer bir erkekti. Sokak lambasının altında en fazla bu kadar görülüyordu. Justin beni çekip hemen ilerideki bara doğru yönlendirdi. En kalabalık olan yer büyük ihtimalle orasıydı. Başka bir yer bulmamız imkansız gibi duruyordu. Kapıdaki güvenlik görevlisi, ikimize de oldukça tuhaf bakışlar attı ama sesini çıkartmadan içeriye geçmemize müsaade etti. İçeride oldukça yüksek sesli bir müzik vardı. Kesinlikle benim dinlemediğim tarzdan olduğu oldukça belliydi. Yaşım böyle bir yer için kesinlikle uygun değildi ama içerideki benden de küçük duranları gördükten sonra bu düşünceden hemen vazgeçtim. Liselilerin sahte kimlikle gezmeleri o kadar da alışılmadık değildi. Dans pisti tamamen doluydu ve oturan çok az kişi vardı. Bar kısmı ise tamamen doluydu. Saat neredeyse sabah dörde geliyordu ama yine de insanlar eğlenmekten geri kalmıyorlardı. Justin beni tutup lavaboların oraya götürdüğünde ona kaşlarımı çatarak baktım. Erkekler tuvaletine girdi ve aradan geçen birkaç dakikanın sonunda içerideki herkes dışarıya çıktığında elimden tutup beni içeriye çekti. “Ne yapıyorsun?” diye bugün en az bininci defa daha sordum. “Burası erkekler tuvaleti.” Gözlerini devirdi ve ceketini çıkarttı. “Bu kıyafetlerle dikkat çektiğimizi sen söylemiştin.” “Evet, haklısın. Erkekler tuvaletinde bir kızın bulunması o kadar da dikkat çekmiyor zaten.” Alayla mırıldanmama karşı sadece gözlerini devirdi. “Burada bekle hemen geliyorum.” “Dalga mı geçiyorsun sen?” Gözlerim kocaman olurken ona baktım. “Burada tek başıma ne yapayım ben?” “Kapıyı kilitle ve beni bekle.” Dışarıya çıktığında sinirle saçlarımı çekiştirdim. Benimle resmen dalga geçiyor olmalıydı. Burada, peşimizde adamlarla beni bırakmak oldukça zekiceydi zaten. Üstelik erkekler tuvaletindeydim. Kapıyı kilitledim ve beklemeye başladım. İçeriye girecek olan herhangi bir erkek durumunu kaldırabileceğimi zannetmiyordum. Kapı birkaç kez zorlandığında korkuyla oraya baktım. Ne olacağını bilmemek kafayı yedirecekti bana. “Kapıyı kim kilitledi?” diye bağırdı gür bir erkek sesi. “Manyak mı bu adamlar?” Derin bir nefes alıp gitmesini bekledim ama kapıya yüklenmeye başladığında yerimde sayıyordum. Ne yapmam gerektiğini düşündüm ama bir türlü bulamadım. Erkekler tuvaletinde ne bulacaktım ki zaten? Ayrıca adam içeriye girse ve burada ne işim olduğunu sorsa verecek tek bir cevabım bile yoktu. Ne derse haklıydı! Sinirle yerimde dönüp durdum. En sonunda kapının önünde birkaç konuşma mırıltıları kulağıma geldi ve en sonunda birkaç çığlık sesiyle kapı çalındı. “Faith, aç şu kapıyı!” Hızla gidip kapıyı açtım. Justin elinde bir torbayla içeriye girdi. Kaşlarımı çatarak ona baktım. “Gerçekten şaka gibi bir gün geçiriyorum. Eğer biraz daha erken gelmemiş olsaydın adamın birine erkekler tuvaletinde ne aradığımı açıklamaya çalışacaktım.” “Bir kez de mızmızlanma. Dikkat çekiyoruz dedin. Gidip birkaç şey aldım.” Elindeki torbayı alırken gözlerimi devirdim. “Adamları dışarıda gördün mü?” “Gördüm. İkisi de içeride bizi arıyorlar.” “Nasıl gideceğiz peki?” Başını salladı ve torbadan kolsuz kot bir ceket çıkarttı. Beyaz kısa kollu tişörtü de eline aldığında kaşlarımı çatarak ona baktım. “İçindekileri giy ve biran önce buradan gidelim.” “Onlar kim?” diye sordum kabinlerden birine girerken. “Ve nasıl oluyor da gördüğüm rüyayla bir bağlantıları olabiliyor?” “Bunları sonra konuşamaz mıyız? Mesela, peşimizdekilerden kurtulduktan sonra?” Kumaşların tene çarparken çıkarttığı sesleri dinledim. “Ve inan bana o zaman bunları anlatmak daha büyük bir anlam kazanacak.” Torbadan benim için almış olduğu uzun kollu kazağa karşı gözlerimi devirdim. Üzerimdeki ceketi çıkarttım ve onu üzerime geçirdim. Ceketi de hemen üzerime giydim. Ceketle neredeyse aynı boydaydı. Justin’in ceketi olduğu için bana tam olarak zaten büyük geliyordu. Torbadan almış olduğu uzun siyah çorapları çıkarttım ve onları da giydim. Çoraplar dizlerimin biraz üzerine geliyordu. Kendimi oldukça tuhaf hissediyordum. Fia genelde bu şekilde giyinirdi ve ben çok daha farklı giyiniyordum. Sanırım Fia beni bu şekilde görseydi ne kadar gurur duyduğundan bahseden uzun bir konuşmaya tabi tutardı. Kabinden dışarıya çıktığımda Justin’in giyinmiş bir şekilde telefonla uğraştığını gördüm. Başını kaldırıp bana baktığında dudağını dişlerinin arasına alıp başını salladı. “Tek kelime etme.” “Çok yakıştığını söyleyecektim.” Göz kırptı ve telefonunu kulağına götürdü. “Evet,benim. Hayır atlatamadık. Hala peşimizdeler. Peki, tamam. Hayır… Misha ile konuş. Gelmesinler o zaman. Biz onları yarın buluruz. Editto kimliğinden çıksın ve bir otele geçsinler. Evet. Onları orada yakalarız. Tamam.” Telefonunu cebine koyduğunda saçlarımı düzeltmeye çalıştım ama kabarık halinden çıkmamaya yemin etmiş gibiydi. Bir türlü düzelmiyorlardı. En sonunda sıkıntıyla o şekilde bırakmaya karar verdim. “Dışarıya nasıl çıkacağız? Eğer hala içerideler ise bizi görmeleri an meselesi değil mi?” Başını salladı ve parmaklarını parmaklarıma geçirip beni kendine çekti. “Yapacak bir şey yok. Dışarıya çıkmak zorundayız. Sonsuza kadar burada kalamayız herhalde.” Gözlerimi devirdim. “Bana anlatman gereken olayların arttığının farkındasın öyle değil mi?” “Olmaz olur muyum?” diye homurdanıp kapıyı açtı. “Elimi bırakma ve ben ne yaparsam onayla.” “Daha önce bu gibi durumlara kaç kez düştüğünü sormak istemiyorum.” “İlk defa çok doğru bir karar verdin.” diyerek çarpıkça gülümsedi. “Ben de senin yerinde olsam sormazdım.” Omuz silkip yanında ilerlemeye başladım. “Şimdi sormak istemediğimi söylemeye çalışmıştım.” Gözlerini devirirken güldüm. Böyle bir durumda bile gülebildiğim için kendimi tebrik ettim. Peşimizde kim olduğunu bilmeden bir yolun içine girmiştim ve onlardan kaçmaya çalışırken bile neşem hala yerindeydi. Üstelik parmağımdaki yüzük beni olduğumdan daha rahat hissettiriyordu. Sanki güçlerimi öğrenmeden önceki ben gibiydim. Bu hissi sadece birkaç gün içinde çok özlemiştim. Beni çekerek barın önüne getirdiğinde gözlerimi kısarak ona baktım. O ise kaşlarını çatarak bir noktaya bakıyordu. Bakışlarını takip ettim ve arabanın içindeki sarışın kadınla esmer erkeği gördüm. İkisi de oldukça tuhaf duruyorlardı. Spot lambasının altında dikkatimi ilk çeken şey adam ve kadının yüzünün sağ tarafındaki sürekli parlayan mavi bir motifti. Sadece sağ tarafındaydı ve görebildiğim kadarıyla boynuna doğru ilerliyordu. “Üzerlerindeki motif ne demek?” Beni önüne çekerek kollarını boynuma doladı ve sırtımı göğsüne yasladı. “Sana güçlerimizi elementlerden aldığımızı söylemiştim. Onlar ise güçlerini yüzlerinin çevresindeki mavi işlemeden alırlar.” Çenemin altındaki ellerini tutarak, “Açık ve anlaşılır lütfen!” dedim. “Yani, güçlerimizi elementten ve onları kullanabilmek için de ayın ışığının enerjisinden yararlanırız. Bu da güçlerimizi sürekli olarak kullanmamızı sağlar. Ama onlarınki bizim gibi değil.” Sarışın bize doğru döndüğünde Justin başını omzuma gömdü. Bende saçlarımla yüzümü kapattım. Yandan bir bakış attığımda kızın soğuk bakışlarının üzerimizde olduğunu fark ettim ama yine de yapabileceğim bir şey yoktu. Justin’in uzun boyu yüzünden oldukça dikkat çekiyorduk zaten. Buna bir de yakışıklılığı eklenince etraftaki çoğu kızın bana neden öldürecekmiş gibi baktığını açıklıyordu bu durum. Gözlerimi devirdim ve kadının adama bir şeyler söylemesini izledim. Adam başını sallayıp yukarıya çıkarken kadın da bizim olduğumuz tarafa doğru geliyordu. “Bu konuşmanın devamını ve sorularım olduğunu düşünecek olursak söylemek istediğim tek bir şey var.” Kollarının arasında döndüm ve gözlerine baktım. “Bir an önce buradan gitsek iyi olacak.” Başını sallayıp beni onaylarken tekrardan eli elimi buldu ve beni kendine çekip ilerlemeye başladı. Dans edenlerin arasından geçip koltuklarda oturanların yanına doğru ilerledik. Gözlerim hemen ilerideki sarışın adama kaydığında dikkatle ona baktım. Elinde bir içki şişesi vardı ve etrafındaki kadınlarla ilgilenmiyor gibi duruyordu. Tüm dikkatini elindeki içki şişesine vermişti. “Burada bekle.” diyerek Justin’in elini çektim ve kulağına yükselerek konuştum. “Bir planım var.” Kaşlarını çatarak bana baktı. “Buradan bir an önce gitmemiz gerekiyor Faith. Gelmek üzere.” “Sadece beş dakika?” Elini bıraktım ve hızla adamın yanına ilerledim. Hemen yanına oturduğum da kaşlarını çatarak bana baktı. Gözleri üzerimdeki erkek ceketinde takıldığında alayla gülüp tekrardan önüne döndü. “Sen de onlar gibisin öyle değil mi?” Başını salladı. “Sevgilin sana yetmedi mi?” Gözlerimi devirip ona baktım. “Ben buraya kendim için konuşmaya gelmemiştim.” Dikkatini çekmiş olmalıyım ki kaşlarını kaldırarak bana döndü. “Öyle mi?” “Evet,” Şirince gülümsedim. “Buraya sana bir arkadaşımdan bahsetmek için gelmiştim. Ama eğer dikkatini çekmiyorsa gidebilirim. Ona da senin sarışınlardan değil esmerlerden hoşlandığını söylerim.” Elindeki içki şişesini başına diktiğinde yüzünü buruşturarak geri bıraktı. “Bu kadar sarhoş olmamam gerekiyordu.” “Bak,” diyerek elimle sarışın kadını işaret ettim. “Şu yüzünün sağ tarafında motif işlemeleri olanı görüyor musun?” Gözlerini kısarak oraya baktı. “Fark etmemek imkansız.” “İşte o benim en yakın arkadaşım ve biraz çekingen biridir. Seninle konuşmak için buraya gelemedi. Yerinde olsam gider bir konuşurdum. İnan bana bir şey kaybetmezsin.” Justin’in kaşlarını çatarak bana baktığını gördüğümde ise sözlerime hızla devam ettim. “Benim şimdi sevgilimin yanına gitmem gerekiyor. dediklerimi unutma dostum!” Hızla yanından ayrıldım. Justin hala bana bakmaya devam ediyordu ve surat ifadesinden ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Bu hali oldukça komik olabilirdi ama şuan için konumuz bu değildi. O yüzden başımı salladım ve onun yanına geldiğimde arkama baktım. Sarışın adam elindeki içki şişesini masaya bırakıp sarışın kadının yanına doğru ilerlemeye başlamıştı. Justin’in elini tutup çekiştirmeye başladım. “Hadi, gidelim. Bu bize birkaç dakika kazandırır.” “Bunu yaptığına inanamıyorum. Adamın hayatını tehlikeye attığının farkında mısın?” “Yapma ama Walker! Bu kadar insanın içinde adama bir şey yapamaz. Sadece tersler ve yollar. O sırada da biz çoktan ortadan kaybolmuş oluruz.” Ona baktığımda dudaklarının yukarıya kıvrılmış olduğunu gördüm. “Düşündüğümden daha zekisiniz Bayan Morgan!” “Bana sürekli olarak Profesör Cooper’ı hatırlatmak zorunda mısın?” Gözlerimi devirdim. “Tüm neşemi kaçırıyorsun!” Kaşlarını kaldırırken muzipçe sırıttı ve ona söylediğim sözlerin bana geri iadesini yaptı. “Bu halde bile eğlenebilmene sevindim Morgan!” “Bu da LaGuerta’ya benzedi.” diyerek homurdandım. “Sadece kendin olamaz mısın?” Kaşlarını kaldırarak bana baktı. “Dexter’ın patronuna benzer bir halim mi var?” Ona baktım. Sıkıntıyla nefesini dışarıya bıraktı. “Neden sürekli söylediğim kelimeleri kadınlara yoruyorsun, ciddi anlamda merak ediyorum.” Bulunduğumuz yerde durup gözlerine baktım. “Şu anda peşimizde birilerinin olduğunu ve buradan bir an önce çıkmazsak bizi yakalayacaklarını düşünecek olursak sence de bu konuşma oldukça gereksiz değil mi?” Başını arkaya çevirdiğinde onu takip ederek oraya baktım. Kadın adamı atlatmaya çalışırken bakışları biranda bizi bulduğunda korkuyla Justin’e döndüm. Çenesi kasılmıştı ve oldukça sinirli görünüyordu. Uzanıp elimi tuttu ve beni çekiştirmeye başladı. İnsanların arasından çarparak geçerken arkama baktım. Kadın üzerine gönderdiğim erkeği alt etmeyi başarmıştı ve hızla bize doğru geliyordu. “Geliyor.” diye bağırdım. Müzik oldukça güçlü bir şekilde kulaklarıma doluyor ve korkumla birleşince sol tarafımda güçlü bir basınca sebep oluyordu. Justin her zamanki gibi bilmediğim bir dilde birkaç kelime mırıldandı ve beni yukarıya çıkan merdivenlere doğru yönlendirdi. İkimizde koşar adım ilerlerken çarptığımız kişilerden oldukça güçlü küfürler almaya devam ediyorduk. Justin ise bunları duyuyor ama acelemiz olduğu için sesini çıkartamıyordu. Tuttuğu elimi sıkmaktan ağrıtmaya başlamıştı. “Elimi acıtıyorsun!” Elimi tutmakta olan kolunu kavradım. “Justin! Canımı yakıyorsun!” Gözlerini sıkmakta olduğu elime çevirdiğinde derin bir nefes alıp elini gevşetti. Böylelikle bana da tuttuğum nefesimi bırakmak için alan sağladı. Sinirlendiği zaman gözü kimseyi görmüyordu anlaşılan. Onu tam olarak tanımadığım için neye nasıl tepki veriyordu bilmiyordum. Merdivenleri çıktığımızda karşımızda bir koridor vardı ve sıra sıra kapılar dizilmişti. Nereye gideceğimizi bilmediğimiz için etrafa bakmaya başladık. Esmer adam koridorun sonundaki kapıdan çıktığında gözlerim irice açıldı. Onun yukarıya çıktığını unutmuştuk. Kahretsin! Aşağıya doğru hamle yaptığımda kadının hemen merdivenlerin başında olduğunu gördüm. Justin hızla karşımızdaki kapıdan içeriye girdi ve kapıyı çarpıp arkasından kilitledi. Elimi tutup balkona doğru geldiğimizde kapı güçlü bir şekilde yumruklandı. Justin kaşlarını çattı ama aldırmadan balkona çıkıp aşağıya baktı. Balkonun hemen yanında bir balkon daha vardı ve bunun gibi sıra şeklinde ilerliyordu. Justin hızla yan tarafa geçerken bana da geçmem için işaret verdi. “Hadi Faith. Biraz daha beklersek yakalayacaklar.” Açık balkon kapıdan içerideki kapının kırılışını izlediğimde hiç vakit kaybetmeden diğer balkona atladım. Justin beni havada yakalayıp ayaklarımın üzerine düşmeme yardımcı oldu. Aşağısı buradan bakıldığında çok yüksek gibi durmuyordu ama yapılabilecek bir şey de yoktu. Diğer balkonları da atladığımızda en sonuncusunun altında ev gibi bir yer vardı ve oraya atlamamız gerekiyordu. Bana göre oldukça yüksekti. Nasıl atlayacağımdan emin değildim. Justin’e baktığımda hızla aşağıya atladı ve dizlerinin üzerine düştüğünde kaşlarımı çatarak ona baktım. “Faith. Orada daha ne kadar beklemeyi düşünüyorsun? Gitmemiz gerek.” Başımı şiddetle iki yana salladım. “Burası çok yüksek! Kesinlikle atlayamam.” Gözlerini iki balkon ilerideki kadına çevirdiğinde sinirle nefesini dışarıya bıraktı. Ellerini saçlarından geçirirken bana bir bakış attı. “Sana güçlerinin olduğunu söylediğim günü hatırlıyor musun?” Hiç vakit kaybetmeden hızla başımı salladım. Hatırlıyordum. Nasıl unutabilirdim ki? Teksas’ı kuş bakışı izlediğim geceyi unutmak için Alzheimer hastası olmam gerekiyordu. “O gün sana ne zaman düşecek olsan yanında olacağımı söylemiştim.” Kadına bir bakış atıp bana döndü. “Şimdi atla ve gidelim buradan. Her zaman yanında olacağım.” Yan tarafa bir bakış attığımda aramızda çok az bir mesafe kaldığını görerek yutkundum. Ya atlayacaktım ya da burada yakalanacaktım. İki seçenek vardı. Üçüncüsüne kesinlikle yer verilmiyordu. Gözlerimi kapattım ve kendimi aşağıya doğru bıraktım. Justin’in elleri hızla belimden yakalayıp beni kendi etrafında döndürdü ve yere bıraktı. “Justin!” Sarışın kadın hemen yukarıdan bize sesleniyordu. Sesi oldukça tizdi ama sinirli olduğunu belli edecek kadar sert çıkmıştı. Oldukça tuhaf bir aksanı vardı ve bunun nasıl bir aksan olduğu konusunda bir fikrim yoktu. “Kaçamazsın! Buna izin vermeyeceğini biliyorsun!” Justin beni arkasına aldığında başımı kaldırıp kadına baktım ama Justin’in üzerindeki ceketi tutmadan da yapamıyordum. Bu kadın da beni korkutan bir şeyler vardı. “En azından denerim Marti!” diyerek birkaç adım geriye gitti. Onun bu hareketi yüzünden sendeleyerek geriye çekilmiştim. “O yüzden ona bunu söyle. Onu benden alabilmek için öncelikle beni geçmesi gerekiyor. Onu sizlere vermeyeceğim.” “Hata yapıyorsun!” diyerek ikimize birden baktı. “Kaçmakla çok büyük bir hata yapıyorsun!” Justin’in alayla gülen sesi kulaklarıma dolduğunda bunun ne kadar soğuk olduğunu düşündüm. “Hata olsa bile sorumluluk benim. O yüzden sakın arkamızdan gelme. Aksi takdir de güçlerini elinden almaktan hiç çekinmem!” Marti’nin gözleri kocaman oldu. “Bunu yapamazsın!” “İstersen deneyelim?” Justin elini cebine attığında Marti hızla geriye çekildi. “Tamam, gidin! Ama unutma. Bu hatanın sorumlusu biz değiliz. Sensin!” Justin elimi tuttu ve beni bugün bilmem kaçıncı kez kendine çekti. “Emin ol ne yaptığımı biliyorum.” Evin üstünden aşağıya atladığında şok içinde ona baktım. Beni de peşinden sürüklemesi çığlık atmama sebep oldu. Aşağıya indiğimizde yumuşak bir dal belimden yakaladı ve düşüşümüzü yavaşlattı. Gözlerim Justin’in sarmaşıklarına kaydığında derin bir nefes alıp verdim. Bunu bu kadar ani yapmasına gerek yoktu. Sarmaşıklar bedenimizden çekilir çekilmez koşmaya başladık. Barların olduğu sokaktan çıkıp kafelerin bulunduğu sokağa girdiğimizde her yer kapalıydı ve hava aydınlanmaya başlamıştı. Tüm bedenim yorgunluk bayrağını çekmişti ama Justin tüm bunlardan etkilenmemiş gibi duruyordu. Oysa ben yorgunluktan ölüyordum. Aklıma onları ilk gördüğüm gece beni kovalarlarken ne kadar yorulduğum ve onların bundan hiç etkilenmemesi geldiğinde kaşlarımı çattım. Onlarla aynı özelliklere sahiptim ama birçok eksikliğim vardı ve onlardan çabuk yoruluyor olmak sinirlenmeme sebep oluyordu. Hiçbir şey bilmiyor olmak zaten yeterince kötüydü. Sadece yarısını bilmek ve devamının nasıl oluyor da benimle bağdaştığını bilmemek daha da kötüydü. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum en sonunda yürümekten bitap düştüğümde. “Yorgunluktan ölüyorum ve neredeyse bir saattir yürüyoruz.” “Bir arabaya ihtiyacımız var. Bu şekilde Patrick ve Myleen ile buluşmaya gidemeyiz.” Gözlerimi kısarak ona baktım. “Yürüyerek de gidemeyiz!” “İleri de bir aracım var. Yaklaşık on beş dakikalık bir mesafe de. Oraya gidiyoruz. Biraz daha dayanabilirsin herhalde?” “Elbette. Neden dayanamayayım ki?” Alayla mırıldanmasına alayla karşılık verdiğimde başını sallayıp ilerlemeye devam etti. Hala elimden tuttuğunun farkında olup olmadığını bilmiyordum. Güneş tam olarak doğmuştu ama hava da sabah soğuğu vardı. Bu yüzden bacaklarımın açık kalan kısımları kesinlikle donuyordu ama bunu Justin’e söyleyecek değildim. Sürekli olarak alaylı yakıştırmalarına maruz kalmaktan sıkıldığım için sesimi çıkartmadan yanında yürümeye devam ettim. “Eve gittiğimizde bana anlatacağın çok fazla konu var. Kendini şimdiden hazırlasan iyi olur.” dedim rahat davranmaya çalışarak. “Bu kadar olay bana biraz fazla gelmeye başladı ve ne yapacağımı bilmiyorum. Sana ve arkadaşlarına güveniyorum ama sen de anlarsın ki, annemin karşısına çıkmadan önce olayı tamamen bilmek istiyorum.” Yanımızdan geçip giden birkaç kişi dönüp bize baktığında Justin’e biraz daha sokuldum. İnsanların dikkatlerini çekmekten her zaman nefret ederdim. Ben dikkat çekmemeye alışmış biriydim fakat Justin uzun boyu, çekici vücudu ve yakışıklı yüzüyle kızların ve yanlarındaki erkeklerin dikkatini tamamen üzerine çekiyordu. Bu da benim en büyük korkularımı gün yüzüne çıkarmaktan başka bir işe yaramıyordu. Ben dikkat çekmeyen taraftım. O ise dikkat çeken taraf. İkimiz de birbirimize oldukça zıttık. Ama yine de ona güveniyordum ve bana bir şey olmasına izin vermeyeceğini biliyordum. Ara sokaklardan birine daha girdiğimizde kaşlarımı çatmadan edemedim. Sürekli olarak ara sokaklarda dolaşmaktan sıkılmıştım. Dikkat çekmemek istiyorduk ama üzerimizdeki kıyafetlerle ara sokaklarda gezmek o kadar da harika bir düşünce gibi durmuyordu. Ama bunları dile getirmektense onu takip ediyor olmak daha da komik bir düşünceydi. Cebinden bir anahtar çıkarttı ve ilerideki bir arabanın farları yanıp söndü. Şaşkınlıkla ona döndüm. Kaç tane araçları vardı. Üstelik sürekli olarak hepsi farklı marka ve modeldeydi. Bunlara sahip olacak kadar zengin olduklarını tahmin etmiyordum ama gözlerim de bana yalan söylemiyorlardı herhalde. “Bu kadar arabayı alacak kadar paranızın olup olmadığını sorgulamaya başlıyorum.” dediğimde gülerek bana baktı. “Özel yeteneklere sahip olmanın yararlarından bir tanesi…” diyerek göz kırptığında başımı salladım. Bu araçları nasıl aldıklarını öğrenmesem de olurdu. Ön koltuğa oturduğumda kendimi çok daha iyi hissetmeye başlamıştım bile. Koltuk oldukça rahattı. Koşuşturmaca sadece üç dört saat sürmüşte olsa kendimi çok daha yorgun ve bitkin hissetmeme sebep oluyordu. Belki de Justin’in odasında uyanıp öğrendiğim gerçeklerin üzerine bir de bu koşuşturmaca fazla gelmişti. Tüm kaslarım da güçlü bir ağrı vardı. Justin araca bindiğinde motoru çalıştırdı. Araç hareket etmeye başladığında başımı arkama yasladım ve koltukta en rahat edeceğim şekli bulmaya çalıştım. En sonunda yüzüm Justin’e dönük, bacaklarımı ileriye uzatmış bir şekilde ellerimi karnımın üzerine koydum. Yolumuzun uzun olması ve uyuyabilmek için fırsatım olmasını diledikten sonra yarı kapalı gözlerimle mırıldandım. “Orada bahsettiğin kişi kimdi?” Sözcükler dudaklarımdan kesik kesik çıkmıştı ama duyduğuna emindim. Her ne kadar kimden bahsettiğini bilsem de ondan duymak istiyordum. Tamamen kendimde olsaydım bu soruyu soramayacağımı biliyordum. Ama uyku mahmuru bu soruyu soruyor olmak o kadar da zor değildi. “Nerede bahsettiğim?” diye karşı bir soru sordu, her ne kadar neyden bahsettiğimi bilse de. Dudaklarımı ıslatıp, “Onu benden alamazsınız diye bahsettiğin kişi kimdi?” dedim. Yarı gülümser bir şekilde bana bakarken gözlerim kapandı ve yine en son duyduğum ses onunki oldu. “Uyu güzelim. Sadece uyu!” |
0% |