Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Yeni Bir Arkadaş

@esmedemirr

Fia, neyse ki başıma gelen dünkü olaydan sonra üzerime fazla gelmeme kararı almıştı, bu durum gerçekten iyiydi. Kendimi en azından biraz da olsa güvende hissetmemi sağlıyordu. Sonuçta o kadar olaydan sonra görmeye başladığım halüsinasyonlar çok fazlaydı. Uykusuzluk sorunum yüzünden gördüğüme emindim fakat yine de emin olmak adına uykuma dikkat etmeye çalışıyordum.

Dün gece odamda rahat bir uyku çekmiştim. Sonunda yatağıma kavuşmak ise çok büyük bir ödüldü benim için. Sabah ise her zaman olduğu gibi Shila’nın patilerini karnıma vurmasıyla kalkmıştım. Artık bir rutin haline gelmişti ve bu durumdan o kadar da şikayetçi değildim. Her zaman tam vaktinde beni kaldırıyordu. Bu da çalar saatten daha fazla işe yarıyordu.

Şimdi ise Fia, Beth ve Drew üçlüsü ile buluşabilmek için kampüsün bahçesinde ilerliyordum. Her zaman oturduğumuz bir ağaç vardı, orada oturmak da hepimize iyi geliyordu. Üniversitenin sağlığa ve yeşilliğe olan önemi yüzünden kampüsün bahçesinde çeşitli ağaçlar mevcuttu. Özellikle de buradaki ağaçların birçoğu genetiği değiştirilmişti. Yıllardır yapılan çalışmalar sonucunda oldukça farklı bitkiler üretilmiş ve kampüs bahçesi bu yeni bitkilerle süslenmişti. Özellikle insanların negatif enerjilerini aldığını düşündükleri beyaz bir zakkum geliştirmişlerdi. O da aşırı derecede güzel bir görüntüye sahip olması bakımından kampüsün en dikkat çekici bitkisi olmuştu. Bizim oturduğumuz yerde bu beyaz zakkumların hemen yan kısmıydı. Orada insan kendisini oldukça güvende hissediyordu.

Kitaplarımı göğsüme bastırdım ve bahçede ilerleyip oturan arkadaşlarımın yanına ilerledim. Beth ve Drew her zamanki gibi yan yana durmuş önlerindeki bilgisayara bakıp bir şeyler tartışıyorlardı. Fia ise elindeki telefona öldürücü bakışlar atıp bir şeyler yazmakla meşguldü. Her zamanki halleri diye düşünüp başımı salladım. Bir gün normal olmayı başarabilecekler miydi acaba?

“Selam.” diyerek yanlarına oturdum ve sırtımı ağaca yasladım.

Fia başını sallayıp telefonuna işkence etmeye devam ederken, Beth ve Drew beni duymamışlardı bile. Hala üzerinde tartıştıkları konu neyse onun hakkında konuşuyorlardı. Benim farkımda bile değillerdi.

“Hayır, anlamıyorsun!” diye İskoç aksanıyla çıkıştı Beth. “Bu durum senin alanına girmiyor. Burada insan kimyasından bahsediyoruz.”

Drew kaşlarını çatarak Beth’e baktı. “Bilmem farkında mısın ama bunun insan kimyası olduğundan şüpheliyim. Bu durumda uzaylı olması gerekir ve bu da benim alanıma girdiği anlamına gelir.”

“Gerçekten uzaylıların varlığına inanıyor musun?” Beth gözlerini devirdi. “Daha orijinal şeyler beklerdim senden!”

“Ne gibi mesela?” derken alayla mırıldandı Drew. “İnsan kimyasını değiştirip vampirler yaratmaya çalışmak gibi mi?”

Beth kollarını göğsünde birleştirip sinirle Drew’e döndü. “Vampirler zaten gerçekte varlar ahmak! O yüzden bunu yapmaya çalışmak saçma olur.”

“Ciddi değilsin değil mi?” Drew gözlerini devirip bana döndü. “Faith bu arkadaşa vampirlerin gerçekte olmadığını anlatır mısın lütfen? Ben kendisine açıklama yapmaktan sıkıldım.”

Ellerimi teslim olurcasına kaldırdım ve omuz silktim. “Ben artık sizlere karışmıyorum. Yapacak çok daha önemli işlerim var. O yüzden siz nasıl biliyorsanız o şekilde devam edin.”

“Vampirlerin varlığına inanmayan tek kişisindir herhalde Drew.” diyerek sitem etti Beth. “Bu durum gerçekten can sıkıcı!”

“Sana daha kaç defa söylemem gerek Beth. Vampir diye bir şey yoktur. Vampir terimi sadece Babil zamanında ortaya atılmış ve yüzyıllar boyunca da süre gelmiştir. Değişik versiyonları uygulanmıştır. Aynı zamanda 1200’lü yıllarda Galli bir din adamı…” diye başlamış olan sözcüklerini Beth alayla kesti.

“… olan Walter Map bir vampirin tüm köyün kanını içerek hepsini öldürdüğünü ortaya atıp onu da geriye kalan son kişinin başını vücudundan ayırmasıyla bu istilaya son verdiğini söyleyen iddiasıyla devam etti vs. Bunları artık ezberledim Drew. Bana başka şeylerle gel.”

Drew kollarını göğsünde birleştirip gözlerini Beth’e dikti. “Bunlar sadece savaşlarda insanların ölmesinden dolayı ortaya atılan saçmalıklar Beth. Bunu artık öğrensen iyi olacak. Vampir diye bir şey yoktur. Bu düşüncenle birçok kişinin aklına giriyorsun ve bu durumun ne kadar psikolojik olduğu konusunda bir fikrin var mı?”

Beth gözlerini devirdi. “Bunu bilmediğimi mi zannediyorsun? Sadece vampirlerin oldukça zevkli bir mitolojik anlatım olduğunun farkında olamayacak kadar mantık meraklısı mı oldun sen?”

“Biraz sessiz olabilir misiniz?” diye Drew’in konuşmak için açılan ağzını kapattı Fia. “Şurada erkek arkadaşımın saçmalıklarına kızmaya çalışmakla uğraşıyorum ama sizin atışmalarınız sürekli olarak aklımı size vermeme ve halinize kahkahalarla gülmek istememe sebep oluyor. O yüzden bu atışmalarınıza sonra devam edin.”

Beth, “Nasıl isterseniz, Bayan Nixon!” diyerek dalga geçti.

Fia ise ona ölümcül bir bakış attı ama Beth sadece omuz silkip önüne dönmekle yetindi. Bu durumlarda gerçekten çok komik oluyorlardı. Beth ne zaman Fia’ya Bayan Nixon dese ortalık birbirine giriyordu ama maalesef bu sefer öyle olmamıştı. Fia, Sean ile uğraşmaktan Beth’e laf yetiştirmeye fırsat bulamıyordu. Bu da aralarında bir tatsızlık çıkmasını önlüyordu.

Drew gözlerini kısıp Beth’in baktığı yere bakmaya başladı. İkisi de bir süre sonra şaşkınlıkla birbirlerine bakmaya başlamışlardı. Kaşlarımı çatarak onlara baktım. Bunlar ne zaman böyle olsalar her zaman altından bir şeyler çıkıyordu ve bu sefer nasıl bir dedikodu olduğunu merak ediyordum.

“Nasıl bir dedikodu yakaladınız yine?” diye sordum ayaklarımı uzatıp kollarımı göğsümde birleştirirken.

Beth başını sallayıp bana baktı. “İnanamazsın ama Petty’nin kostüm evinin birkaç sokak ilerisinde bir ceset bulmuşlar.”

Drew kaşlarını çatarak Beth’e baktı. “Aslında iki tane ceset bulmuşlar. Bizim Petty’nin kostüm evinde olduğumuz zamanlarda. Bu gerçekten berbat bir durum…”

“Otopsi raporları her ne kadar saklı olsa da verilen habere göre, adam duvara monte edilmiş ve hiçbir şekilde bir şey onu tutmuyormuş.” Beth’in sesi oldukça şaşkındı.

“Nasıl yani?”

“Bunu tam olarak çözememişler.” dedi Drew sonra da gözlerini kısıp bilgisayardan bir şeyler okumaya başladı. “Ölen kişinin kimliği belirlenmemiş. Polisler ara sokakta olduğu için uyuşturucu alışverişinin olumsuz sonuçlandığını düşünmüş ama adamın ne üzerinden ne de damarlarından uyuşturucu çıkmış. Bu durumda tüm tezleri çürütmüş haliyle.”

Fia burun kıvırıp yüzünü buruşturdu. “Gerçekten sabah sabah böyle haberleri okuyarak nasıl güne başladığınızı bana açıklayabilir misiniz lütfen? Bu haberden sonra günümün nasıl güzel geçmesini bekliyorsunuz?”

“Sadece sevgiline dikkatini verirsen büyük ihtimalle farkında bile olmadan gün bitecektir Fia. O yüzden o kadar abartma.”

Başımı Fia’ya çevirdim. Gözlerini kısarak Beth’e bakıyordu. Beth’in onu neden sürekli olarak kızdırmaya çalıştığına anlam veremiyordum ama bir nedenden ötürü bu durumdan hoşlanıyormuş gibi bir hali vardı.

“Pekala, bu konu o kadar da ilgi çekici gelmedi bana. O yüzden yarın akşama hangi kostümü giyeceğinizi belirlediniz mi?”

Fia bana dönüp o neşeli gülümsemelerinden birini gönderdi. “Kesinlikle belirledik. Özellikle şu ikilinin uyumunu bir görsen… Süper oldu.” Elini saçlarına götürüp hafif kaşıdı. “Ama sanırım boy farkı olayı biraz komik kılıyor.”

Beth ve Drew ona ölümcül bir bakış attı. “Aynı diziyi seviyor olmamız bizim suçumuz değil Fia.”

“Ama aynı dizideki farklı karakterleri, ki özellikle birbirini tamamlayan karakterler, seçmeniz gerekmiyordu.”

Kaşlarımı çatarak onlara baktım. “Hangi kıyafetleri seçtiler ki?”

“Sürpriz. Kıyafetlerimizi baloya gelirsen görebileceksin. Aksi takdir de sana neleri belirlediğimizi ve aldığımızı göstermeyeceğiz.”

“Gerçekten vazgeçmeyeceksiniz öyle değil mi?”

Fia işaret parmağını iki yana salladı. “Kesinlikle hayır.”

Gözlerimi devirdim. “Size yorgun olduğumu ve annemi ziyaret için yarın akşam gideceğimi söylediğim de ciddiydim.”

“Biliyoruz. Ama sen de bizi anlamak zorundasın. Seninle bir şeyler yapmayı özledik ve bunu bu yıl son kez yapacağız. Sen böyle yaptıkça bizi kırmak için bilerek bu şekilde davrandığını düşünmeye başlıyorum.”

“Saçmalama Beth. Elbette böyle bir şey yok. Sadece yorgunum ve Profesör Cooper’ın verdiği ödev beni tahmin ettiğimden daha fazla zorladı.”

Drew gözlerini kısarak bize baktı. “Bence Faith’in biraz fazla üzerine gidiyorsunuz kızlar. Dün Fia, onun üzerine bu kadar gitmiş olmasaydı arabanın koltuğunda uyuyakalmayacaktı. Bu yüzden nasıl istiyorsa o şekilde davransın. Rahat bırakın kızı.”

Beth ve Fia birbirlerine bakıp hemen ardından da bana döndüler. Düşündükleri şeyleri az çok tahmin edebiliyordum. Bana karşı kendilerini suçlu hissetmeye başlamışlardı ve onların bu şekilde hissetmeleri sinirlerimi bozuyordu. Onların kendilerini suçlamaları bir sebepten dolayı kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu.

Başımı salladım. “Tamam, peki. Nasıl isterseniz öyle olsun. Balo da sadece bir saat dururum ama. Fazlasını beklemeyin benden.”

Fia çığlık atarak kollarını boynuma doladı. Beth ise ellerini çırpıp yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirdi. Drew gözlerini devirip başını sallamakla yetindi sadece. Sanırım Beth ve Fia’nın aşırı tepkilerinden o da benim kadar rahatsız oluyordu fakat yapacak hiçbir şey yoktu. Onlar böyleydiler sonuçta.

“Bu süper oldu işte.” Beth gülerek başını salladı. “Yapacak çok iş var ama. Bu yüzden biraz çabuk olmamız gerek.”

Fia kollarını boynumdan çekip hızla Beth’e döndü. “Of, bu iş düşündüğümden de zor olacak. Nasıl yetiştireceğiz?”

“Ne hakkında konuştuğunuzu öğrenebilir miyim acaba?” Kaşlarımı yukarıya kaldırıp sordum.

“Balo yarın ve bizim daha hazırlık yapmamız gerekiyor. Hadi Fia, kalk hazırlıkları ayarlayalım.”

Beth ayağa kalkıp Fia’yı da kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Üzerlerindeki tozları temizleyip çantalarını aldılar.

“Akşam her zamanki yer de görüşürüz. Dikkat edin kendinize.”

İkisi de sadece saniyeler içerisinde aramızdan ayrıldığında şaşkınlıkla Drew’e döndüm. O da en az benim kadar şaşkındı ve bu tuhaf bir şeydi. Beth genel olarak böyle şeylerle ilgilenmezdi. Hatta Fia bu konulara çok fazla takılıyor diye dalga bile geçerdi. Şimdi ise bu tavırları oldukça şaşkınlık vericiydi.

“Bu hallerinden herhangi bir şey anladın mı?”

Gözlerimi kısarak ona baktım. “Ben de sen anlamışsındır diye düşünüyordum.”

Başını salladı. “Kesinlikle hiçbir şey anlamadım. Çok tuhaf davranıyorlar.”

“Bence de.” Oturduğum yerde dikleşerek ona baktım. “Sen neler yaptın? Şu fizik kuramı ile ilgili bir makale üzerinde çalıştığını söylemiştin.”

Ellerini saçlarının arasından geçirdi ve koyu kahverengi gözlerini gözlerime sabitledi. “Bir gelişme kaydettiğim söylenemez açıkçası. Beth’e laf anlatmaktan onun üzerinde çalışamaz oldum.”

“Üzerinde çalıştığın kuramın saçma olduğunu söylüyor öyle değil mi?”

Alayla dudakları kıvrıldı. “Saçma olduğunu düşünse neyse, gereksiz olduğunu söyleyip duruyor. Bu da beni çileden çıkarttığından kurama konsantre olamıyorum.”

“Sürekli insanları çileden çıkartmak gibi bir huyu var. Bence tek derdi bizleri çileden çıkartıp psikolojik analizlerini oldukça düzgün bir şekilde dosyalamak bence. İnsanların neye nasıl tepki verdiğine o kadar çok kafayı taktı ki bizi denek olarak kullanıyor.”

“Bunu bu şekilde düşünmemiştim.” Gözlerini kısarak bana baktı. “Sen neden böyle düşünüyorsun?”

Omuz silktim. “Sadece Beth’in iyi olduğundan emin olmak istiyorum. Annesi babasını aldattıktan sonra insanların davranışlarında sürekli olarak bir şeyler aramaya başladı ve bu nedense sürekli biz oluyoruz. Bizi kızdırıyor ve vereceğimiz tepkileri analiz edip depoluyor. Sanki annesinin babasını aldatmasının altındaki sebebi bizimle bulmak istiyormuş gibi hissediyorum.”

“Dürüst olmak gerekirse,” dedi ve bilgisayarını kapatıp bana döndü. “aynı şeyi bende düşünüyordum. Daha önce böyle değildi. Tatilden bir döndü, sürekli varsa yoksa psikolojik analizler ve insanlar.”

Öne doğru eğilip mırıldandım. “Peki bu konu da ne yapacağız?”

“Sanırım şimdilik sadece bekleyip görmekten başka bir çaremiz yok.” Ellerini iki yana açıp dudaklarını büzdü.

Başımı sallayıp arkamdaki ağaca tekrardan yaslandım. Beth ve Fia’nın olayı o kadar farklıydı ki, ikisi de birbirlerine bir o kadar benzeyip aynı zamanda da benzemiyorlardı. Bu da Drew ile ikisi arasında bir şeyler olduğunda sadece tuhaf bir şekilde bakmakla sonuçlanıyordu. Başımı iki yana salladım. Fia ve Beth’in derdinin ne olduğunu öğrenmek zorundaydık.

Bir kişi boğazını temizleyince başımı çevirdim. Sarı saçlı, yeşil gözlü, minyon tipli bir kız hemen karşımızda duruyordu. Göğsüne kitaplarını bastırmıştı ve mahçup bir şekilde Drew ve bana bakıyordu. Oturduğumuz yerde biraz dikleştik.

“Merhaba?” dedi çekingen bir tavırla. “Sen Faith Morgan’sın öyle değil mi?”

Başımı sallayıp onayladım. “Evet. Ve sen de?”

Elini uzattı. “Ben Elisa Wright. Genel Biyoloji dersinde beraberiz.”

“Tanıştığımıza memnun oldum Elisa.” diyerek uzattığı elini sıktım. “Bir sorun mu var?”

“Profesör Cooper, genel biyoloji ile ilgili olarak bir tezi hazırladığını söyledi. Bende bu konu da nasıl bir gelişme kaydettiğini merak etmiştim.”

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. “Üzerinde baya çalışma isteyen bir şeyi bana sadece iki günde hazırlamam için verdi. Bu gerçekten berbat bir durum ama yetiştirebilmek için çabalıyorum.”

“Eğer istersen,” dedi ve etrafına çekinikçe bir bakış attı. “bu konu da yardımcı olabilirim.”

Gözlerimi kısarak ona baktım. Bu tezi hazırlamak için sadece bir günüm kalmıştı ve yardım hiç fena olmayabilirdi ama sonradan Profesör Cooper ödeve yüksek bir not verirse bana yardımcı olduğunu söylemesini ve final sınavımın da bu ödevinde geçersiz kalmasına sebep olmasını istemezdim.

“Teklifin için teşekkürler.” dedim ve dudaklarımı ıslatıp devam ettim. “Bunu kabul edebileceğimi zannetmiyorum.”

Gözlerini gözlerime sabitledi ve mırıldandı. “Sana yardımcı olmaktan büyük mutluluk duyarım Faith. Bence senin de bana ihtiyacın var.”

Bedenimden bir ürperme geçti ve gözlerimdeki yanma hissi arttı. Hemen ardından da karnımda birileri zıplıyormuş gibi bir ağrı hissettim. Sertçe yutkundum ve başımı salladım.

“Sanırım haklısın. Öğleden sonra seninle Nelson’ın yerinde buluşalım. Olur mu?”

Başını sallayıp gülümsedi. “Bana uyar. Görüşürüz o zaman.”

Elisa yanımızdan uzaklaşırken gözlerimi kırpıştırdım. Az önce Elisa’ya evet mi demiştim ben? Şaşkınlıkla Drew’e döndüğümde kaşlarını çatmış olmasına rağmen şaşkın yüz ifadesiyle karşılaştım.

“Faith,” dedi bana bakmaya devam ederken. “gözlerin.”

Gözlerimi kapatıp açtım ve yanma hissinin geçtiğini hissettiğimde derin bir nefes aldım. “Ne olmuş?”

Gözlerinde dehşet bir ifade vardı. “Rengi,” Oturduğu yerde geriye doğru ilerledi. “değişti.”

“Ne demek istiyorsun Drew? Açıkça söyleyebilir misin şunu?”

“Gözlerinin rengi yeşilden kırmızıya dönmüştü.”

Şaşkınlıkla bir süre yüzüne baktım ve biranda kahkahayı patlattım. “Saçmalamayı keser misin lütfen Drew? Sen de Beth ile beraber geze geze ondan etkilenmeye başlamışsın.”

Başını iki yana sallayıp gözlerini kırpıştırdı. “Haklısın sanırım.”

“Neyse, ben derse gidiyorum. Profesör Cooper’ın dersine bir kez daha geç kalırsam beni ne tür işkencelere tabi tutar bilmiyorum.”

 

Profesör Cooper’ın dersine girmek bu dünyadaki en büyük işkencelerden biriydi. Ya da annemin evde zorla temizlik yapmamı istemesi de en büyük işkencelerden biri olabilirdi fakat maalesef birinci sırayı her zamanki gibi Profesör Cooper alıyordu. Ders boyunca tezim hakkında sorular sorup durmuştu ve sınıftaki çoğu kişinin bana dönmesine sebep olmuştu. Genel Biyoloji’den benim gibi kalan birkaç kişi daha vardı fakat bu çatlak kadın sadece bana bu ödevi vermişti. Bu yüzden herkesin bunun sebebini merak etmesiyle dersi geçirmek zorunda kalmıştım.

Tabi dersin bir an önce bitmesini istemem ise oldukça berbat sonuçlanmıştı. Fia ve Beth ile dersten sonra buluşmuştum ve yarınki balo için yaptıkları planları duyduğumda Profesör Cooper’ın dersinin benim için en iyisi olduğuna karar vermiştim. Drew ise Fia’nın dilinden kurtulmak için seçtiği kostümden vazgeçmişti ve zorla da olsa internetten bir şeyler beğenmesini sağlamak zorunda kalmıştım. Normalde olsa onunla gitmeyi teklif edebilirdim ama Petty’nin kostüm evinin yakınlarında gerçekleştirilmiş olan cinayet o kadar da ilgimi çekmemişti.

Şimdi ise Elisa ile buluşmak için Nelson’ın yerine doğru ilerlerken telefonda anneme bu akşam gelemeyeceğimi anlatmaya çalışıyordum. Eğer ona baloya gideceğimi söyleyecek olursam tüm gün boyunca nasıl bir balo olduğunu sorup duracaktı ve ben bunu açıklamak istemiyordum. Sanırım altı yaşından itibaren balolardan uzak durduğum düşünülecek olursa anneme bu konu da açıklama yapmamak istemem gayet normal bir sebep gibi geliyordu. Ya da sadece bana!

“Evet, anne. Profesör Cooper ile bir türlü anlaşamıyoruz ve final sınavımda kaldım. Yarına kadar bu ödevi teslim etmem gerek.” dedim sıkıntıyla.

“Anladım. Senin için oldukça heyecanlanmıştık. Biliyorsun ufaklık seni çok seviyor ve geleceğini duyunca çok heyecanlanmıştı. Sanırım bunu duyduğunda oldukça üzülecek.”

Ufaklık diye bahsettiği kişi benim biricik köpeğim, tek arkadaşım Caleb’ti. Bir Alman çoban köpeğiydi ve bana oldukça bağlıydı. Tıpkı ben ona nasıl bu kadar bağlıysam o da aynı özenle bana bağlanmıştı. Doğduğu ilk andan itibaren benimleydi. O zamanlar daha lise ikinci sınıf öğrencisiydim. Onu şimdiden özlemiştim.

Kırmızı ışık yandığında durdum ve ceketime biraz daha sıkı sarıldım. “Biliyorum. Ama yapabileceğim bir şey yok. Şimdi ise ödevime yardımcı olması için Elisa ile buluşmaya gidiyorum.”

“Elisa mı?” Kaşlarını çattığına adım gibi emindim. “Bu isimde bir arkadaşın olduğunu bilmiyordum?”

“Aynı sınıftayız ve ödevimde bana yardımcı olmayı teklif etti.” dedim gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken.

“Anladım. O zaman sana iyi çalışmalar. Benim de nöbete gitmem gerekiyor. Sabah ararım.”

Işık kırmızıdan yeşile döndüğünde karşıya geçtim. “Tamam. Görüşürüz anne.”

“Görüşürüz güzelim.” dedi ve telefonu kapattı.

Derin bir nefes aldım ve telefonumu pantolonumun cebine yerleştirdim. Modadan kesinlikle anlamazdım. Beth de tıpkı benim gibi moda fiyaskosuyken, Fia ikimiz içinde yeteri kadar modadan anlardı. Drew ise böyle bir durum karşısında hepimizin nasıl arkadaş olduğunu sorgulayıp dururdu. Tuhaf bir arkadaş çevrem vardı. Aslında bu zamana kadar doğru düzgün bir arkadaş çevrem olduğundan bile şüpheliydim ama şimdi onlarlayken bir şeylerin neden hep eksik olduğunu biliyordum. Güven duygusu her zaman vardı ama eksikti. Belki de sebebi babamın ölümünden sonra annemin benim için çok fazla çalışmasından kaynaklanıyordu.

Annemle çok fazla ortak noktamız yoktu. Aksine tam anlamıyla zıttık fakat yine de o benim annemdi ve onun verdiği kararlar benim için önemliydi. Benden daha uzun zamandır yaşıyordu, benden daha fazla şey görüp geçirmişti. Belki de sebebi buradan kaynaklanıyordu. Güven duygusu aile içindeki en önemli etkenlerden biriydi. Beth’in anne ve babası gibi bir aile ortamı istemezdim açıkçası. İçlerindeki güven yok olmuştu. Zaten annesi de babasını bu yüzden aldatmamış mıydı? Babası annesine olan güvenini kırmıştı. Ama yine de bu onun yaptığı şeyi haklı çıkartmıyordu. Birini aldatmak başka bir şeydi ama size herkesten çok değer veren kızınızı aldatmak, bu çok daha farklı bir şeydi.

Ebeveynler çoğu zaman hiçbir şeyin farkında olmadan çocuklarının kalbini kırabiliyordu. Ya da çoğu aile gibi farkında olarak yapıyorlardı. Beth bu kadar zeki olmasına rağmen annesi onun her zaman sanatla ilgilenmesini istemişti. Her şey de mantık arayan bir kız ne kadar sanattan anlarsa Beth’te sanatla o kadar iç içeydi. Fia ise o çok daha farklı bir durumdu. Ailesi oldukça varlıklıydı ve babası onun işletme okumasından yanayken buna daha fazla katlanamamıştı. Kendi kararlarını kendi verecek yaştaydı. Belki de bunu bu şekilde yapmasının sebebi ailesinin her şeyi parayla halletmeye çalıştıktan sonra bir kızları olduğunu hatırlayıp onu yetiştirmeye çalışmalarından da kaynaklanıyor olabilirdi. Fia’nın düşüncelerini hiçbir zaman için anlayamıyordum. Sanırım sarışınlar aptal olur lafına karşı anti olarak dünyaya gelmişti. Bilgisayarla ilgili yaptıkları şeylere tanık olduğumda oldukça şaşırmıştım.

Sanırım en düzgün aile kavramı Drew’di aramızda. Sean’ın bile oldukça değişik bir ailesi vardı. Her istediğini yaptırmaya alışmış bir baba, sadece kendi güzelliğini düşünen bir anne. Sanırım tüm bu arkadaşlık arasında tek ortak yönümüz ailemizle ilgili sorunlarımızdı. Başka bir sorun olmasına imkan yok gibi duruyordu.

Nelson’ın yerine geldiğimde düşüncelerimden sıyrıldım ve kendime geldim. Şu anda düşünmem gereken tek şey şu elimdeki notlar ve genel biyoloji notumu yükseltmek olması gerekiyordu. Belki de Elisa bana bu konu da oldukça yardımcı olurdu. Tam olarak emin olamıyordum ama yine de bir şeyler yapmak zorundaydım. Ödevi yarın teslim etmem gerekiyordu ve elimde sadece birkaç tezden başka bir şey yoktu. Bunların doğruluğunu ise nasıl kanıtlayacağımı hiç bilmiyordum.

İçeriye girdiğim anda sıcak hava kendini belli etmişti. Nelson’ın yeri her zaman sakin ve sıcak olurdu ama bugün sanki her şey birbirine girmiş gibi görünüyordu gözüme. Çoğu masa doluydu ve garsonlar oldukça seri bir şekilde hareket etmeye çalışıyorlardı. Garson kızlardan biri ayağı takılınca yere düşmekten son dakika da kurtuldu. Birkaç masa ilerideki kızlı erkekli lise grubu garson kızın haline kahkahalar atmaya başladıklarında gözlerimi devirdim. Kendilerini okulun popülerleri zanneden ergen tayfasından başka bir şey değillerdi.

Gözlerimi kafenin içinde gezdirdim ve Elisa’yı duvar kenarında elindeki kahve bardağını sıkıca kavramış olarak gördüm. Yavaş adımlarla yanına yaklaştığımda beni fark etmişti.

“Selam.” diyerek gülümsedi.

Elimdeki dosyayı masaya koydum ve üzerimdeki ceketi çıkartıp yanımdaki sandalyeye bıraktım. İçerisi dışarıya oranla oldukça sıcaktı ve kahve kokuları tüm kafede yayılmıştı. Akşamları burada verilen canlı performanslar için bir sahnesi vardı ve Elisa’nın tercih ettiği masa hemen sahnenin önündeydi. Oldukça renkli döşenmişti. Her ay bir dekorasyon değiştirmeyi kafasına koymuş biri olarak her geldiğimde burada bambaşka bir manzara görmek o kadar da tuhaf kaçmıyordu. Bir yıl içerisinde oldukça iyi anlamıştık Nelson’ın özelliğini.

“Selam.” dedim ve karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.

“Seni beklerken sıkıldım ve bir kahve aldım. Sen ne istersin?”

Soğuktan dolayı hafif morarmış ellerimi birbirine bastırdım. “Sanırım bende bir kahve alsam hiç fena olmayacak.”

Elini kaldırdı ve başka bir masanın siparişini almayı yeni bitirmiş olan bir garson onu görerek yanımıza doğru gelmeye başladı. Kızıl saçlı, kahverengi gözlü ve kısa boylu bir kızdı. Üzerinde Nelson’ın özelliğine uygun olarak yeşil renk bir pantolon ve beyaz bir gömlek vardı. Belinde gömleğiyle uyumlu beyaz bir önlük vardı.

“Ne istemiştiniz?” diye sordu oldukça şirin çıkan sesiyle. Nelson’ın bir başka müşteri çekme yöntemi diye düşünmeden edemedim kendimi. Herkesi bu şekilde kandırıyordu. Tatlı dil her zaman için işe yarardı.

“Koyu bir kahve istiyorum Mandy.” dedim gömleğinin üzerine yerleştirilmiş kartvizitteki adını okuyarak.

Gülümsedi. “Hemen getiriyorum, efendim.”

Garson yanımızdan uzaklaştığında ikimizde birbirimize baktık. Burada ne aradığımı bende bilmiyordum ama okuldan dışarıya çıktığım anda kendimi buraya gelirken bulmuştum. Sanırım bilinçaltım verdiğim sözleri her zaman için yerine getirdiğimi unutmamıştı ve beni buraya doğru sürüklemişti. Benim gibi çoğunlukla her şeyi unutan biri olarak, buraya gelmeyi hatırlamak bile büyük bir başarıydı. Aklımın bu kadar dolu olması ve bir şeye odaklandığım zaman her şeyi unutuyor olmam benim suçum değildi. Annem her zaman için bu huyumun babama benzediğini söyleyerek onu biraz daha tanımama yardımcı oluyordu. Şimdi ise neden burada durmuş, Elisa ile kahve içeceğim merak ediyordum.

“İşte kahveniz!” Mandy elindeki tepsiden kahveyi alıp masama bıraktı ve bize bakıp gülümsedi. “Başka bir isteğiniz olursa seslenmeniz yeterli.”

Ben kahve bardağımı ellerimin arasına alırken Elisa, Mandy’i başını sallayarak onayladı. Mandy yanımızdan ayrılırken kahvemden bir yudum aldım. Tam anlamıyla bir kafein manyağıydım ve o olmadan ne yapabileceğimi bilmiyordum. Sıcak bir şeyler içmek ve uyku düzenini bozmamak adına kafein her şey için bir numaraydı.

“Profesör Cooper’ın bugün derste oldukça seni zorladığını duydum.” dedi başını iki yana sallarken. “Bu kadının seninle ne alıp veremediği var?”

Başımı iki yana salladım. “Ah! Bir bilsem? Sürekli olarak benimle uğraşıyor. Derdinin ne olduğunu hiçbir zaman için anlayamadım.”

“Sanırım kendine özgü bir ritüeli var. Her yıl bir öğrenciye kafayı takıyor.”

İkimizde birbirimize baktık ve Profesör Cooper’ın yaptığı caniliklere gözlerimizi devirdik. Çünkü sürekli öğrencilerle uğraşıyordu. Benimle ilk uğraşmaya başladığında üniversite iki ve üçüncü sınıflardan kızlarla tanışmıştım ve onlara da aynı bana yaptığı gibi eziyetler de bulunduğunu öğrenmiştim. Onlar da tıpkı benim gibi neden eziyetlerine maruz kaldığımızı bilmiyorlardı. Bu da Profesör Cooper’ın kaçık olduğunu düşünmemizi sağlıyordu.

“Her neyse, verilen ödev sınavdaki tezin kesinliğini kanıtlamaktı öyle değil mi?”

Başımı salladım. “Hazırladığım birkaç tez şimdilik bunlar ama hangisinin daha iyi olacağına karar veremedim.”

Bundan sonrası ise tam bir baş ağrısı olmuştu. Elisa, sürekli olarak yaptıklarım hakkında sorular sormuş ve bende cevaplamıştım. Hazırladığım tezler hakkında kafa yormuş, tüm tezleri baştan sona kadar okumuştuk ve eksiklikleri görmeme yardımcı olmuştu. Herkes kendi hazırladığı bir ödevin kusursuz olduğunu düşünürdü, ama dışarıdan gelen bir yardım bunun o kadar da kusursuz olmadığını bizlere gösterirdi. Bu yüzden Elisa’nın yaptığım hatayı fark etmesi beni o kadar da sinirlendirmedi. Çünkü haklıydı. Eğer bu ödevi bu şekilde Profesör Cooper’a verirsem, tam anlamıyla bittiğimin resmiydi. O dersten kalmayı hiç istemiyordum. Üzerinde düşündüğümüz birkaç tez hakkında düşüncelerimizi paylaştık ve en sonunda birkaç konu dışında oldukça muhteşem bir ödev ortaya çıkarttık. Ya da ben o şekilde düşünmeye çalıştım.

Akşam sekize kadar kafede durduk ve en sonunda uykusuzluğum tekrardan gün yüzüne çıktığında daha fazla devam edemeyeceğime karar vererek Elisa’dan ayrıldım. Her zamanki gibi odama geldiğimde Daisy, elindeki telefonuyla yatağına uzanmış bir şekilde kedisi Shila’yı seviyordu. Shila ise onunla daha fazla oynayabilmek için çırpınıyordu.

“Dün geldiğini ve sabah çıktığını fark etmedim.” diyerek söze başladı. “Bu kadar geç gelip bu kadar erken çıkmak zorunda mısın?”

Daisy ondan üç yaş küçük olduğum için her zaman bana ablalık yapmıştı ve şimdi ise neden geç geldiğimi soruyordu. Belki de bunun sebebi annemin beni ona emanet ederek gitmiş olması da olabilirdi. Bu konu da o kadar emin olamıyordum. Sonuçta Daisy ve annemdi. Ne yapacakları hiçbir zaman için belli olmuyordu!

Üzerimdeki ceketi çıkartırken, “Profesör Cooper’ın verdiği ödevle uğraşıyordum Daisy. Bir problem mi var?” dedim. “Sanki sürekli geç geliyormuşum gibi konuşuyorsun.”

Uzandığı yataktan doğruldu ve yanındaki çekmeceyi açıp içinden bir zarf çıkarttı. “Bu sana gelmiş. Eğer biraz erken gelseydin sana verecektim.”

Gözlerimi kısarak ona baktım. “Bana mı gelmiş? Kimden?”

“Bilmiyorum gönderen kişinin adı yazmıyor. Sadece senin adın var.”

Uzattığı zarfı aldım ve yatağıma oturup üzerindeki isme baktım. “Faith Morgan!”

Zarfı açıp içindekine baktım. İçinde bir cd vardı. Üzerinde hiçbir şey yazmıyordu ama ne olduğunu gerçekten merak etmiştim. Çalışma masama gittim ve bilgisayarımı açtım. Cd’yi taktım ve içinde ne olduğunu merak ederek beklemeye başladım. Yeni bir bilgisayar almanın büyük ihtimalle vakti gelmişti galiba. Bu yüzden anneme söyleyeceğim cümleleri şimdiden seçmeye başlasam iyi olacaktı. Daisy hemen yanımdaydı ve o da merakla ekrana bakıyordu. İçindeki dosyayı açtım ve kulaklarıma dolan müzikle kaşlarımı çattım. Pianonun o eşsiz notaları kulağıma dolduğunda şaşkınlıkla Daisy’e baktım.

“Bu da ne böyle?”

Şüpheyle beni süzerken, “Gerçekten Beethoven’ı bilmiyor musun?” dedi.

“Bilmem mi gerekiyordu?”

“Bu parça Beethoven’a ait. Ay ışığı sonatı.”

Başımı salladım ve tekrardan bilgisayarımın ekranına döndüm. Biri neden bana Beethoven’ın Ay ışığı sonatını gönderecekti ki? Bundaki amaç neydi? Klasik müzik ile ilgilenmiyor olmak kesinlikle benim suçum değildi. Benim yaşımda klasik müzikle ilgilenen kaç kişi vardı ki zaten? Bir elin parmak sayısını geçiyor muydu acaba? Müziği Ipod’a yükledim ve tüm gece boyunca bunun neden bana gönderilmiş olabileceğini düşünüp durdum. Bir süre sonra ise Beethoven’ın o büyülü parmaklarının altında seslendirdiği pianonun ritmine kendimi kaptırıp uykuya daldım.

Loading...
0%