@esmedemirr
|
Sıkıntıdan patlamanın son evresine gelmiş biri olarak yanaklarımı havayla doldurdum ve büyük bir gürültüyle dışarıya bıraktım. Annemle konuşmamızın üzerinden yaklaşık olarak altı saat geçmişti ve saat şu anda yediye geliyordu. Hava düşündüğümden de karanlıktı. Büyük ihtimalle yağmur yağacak gibi duruyordu. Ne yapacağımı ise bilmiyordum. Aşırı derecede sıkılmıştım. Timur’u ise Ülkü’nün anne ve babasının odasına girdiğinden beri hiç görmemiştim. Ne yaptığı ya da neler düşündüğü konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu. “Ne yapıyorsun sen?” Gözlerimi açıp ona baktım. Kollarını göğsünde birleştirmiş, tek kaşını kaldırarak bana bakıyordu. Dün gece onu çok uzun olarak düşündüğümü hatırladıkça kendime lanet ettim. Buradan baktığımda bir dev gibi görünüyordu ama sebebi büyük ihtimalle benim tuhaf bir pozisyonda olmamdan da kaynaklanıyor olabilirdi. Koltukta tamamen ters bir şekilde oturuyordum. Bacaklarım koltuğun sırt dayama kısmından aşağıya doğru sarkarken başım koltuğun oturduğumuz kısımdan aşağıya doğru sallanıyordu. Ellerimi göbeğimin üzerine koymuş sıkıntıyla nefes alıp bırakıyordum. Bu şekilde beynime oksijenin hücum etmesi sonucu çok daha iyi fikirler üretebilirim diye düşünüyordum. Fakat bir işe yaramamıştı. Şimdi ise Timur hemen önümde durmuştu ve ben ona aşağıdan bakıyordum. Bu şekilde çok daha tehlikeli göründüğünü söyleyebilirdim. Ayaklarımı kendime çektim ve başımı kaldırıp koltukta düzgün bir şekilde oturdum. Beynime hücum eden fazla kan ve oksijen sonucunda büyük bir baş ağrısına sebep olmuştum. Gözlerimin kararmaya başlaması da cabasıydı. “Gerçekten, az önce ne yapmaya çalışıyordun?” Başımı sallayarak ona bakmaya çalıştım ama kesinlikle başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başım ağrıyordu ve gözlerim kararıyordu. Uzun zamandır bunu yapmama rağmen bir türlü alışamamıştım. Başımı koltuğa yasladım ve gözlerimi kapattım. “Düşünmeye ihtiyacım vardı.” Oldukça kısa bir şekilde ne olduğunu söylediğimde koltuğun diğer kısmının çöktüğünü hissettim. Yanıma oturmuştu. “Düşünmek için oldukça ilginç bir pozisyon değil mi?” Dudaklarının yukarıya doğru kıvrıldığını hissettim. Sesinde eğlendiğini belli eden o tını vardı. “Sadece az önceki gibi beni rahat bıraksan olmaz mı?” Elimle şakaklarımı ovaladım. “Bu baş ağrısı öldürecek beni!” Sadece saniyeler içerisinde kollarımdan tutulup sırtımın sert bedene yaslanması bir olmuştu. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken hareket edemiyordum. Başım Timur’un göğsüne geliyordu ve şakaklarımda maharetli parmakları hareket halindeydi. Şok içerisinde olmamdan kaynaklı olarak hareket edemiyordum. Bu beklemediğim temas karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım. Ayaklarım koltuk boyunca uzanmıştı. Ellerim hemen arkamda bulunan Timur’un sağ bacağını kavramaktaydı. Timur gibi bir adamdan bana masaj yapacağını asla beklemezdim. Bunu gözlerimle görüyor, bizzat hissediyor bile olsam şaka gibi geliyordu. Daha önce hissetmediğim başka bir duygu olan şok etkisini de bedenime yönlendirdiğinde derin bir nefes aldım. Sanırım ondan ayrılana kadar duygularımı kontrol edebilmek adına birçok sebep bulmam gerekiyordu. “Ne yapıyorsun?” Sesim hissettiklerimin aksine oldukça soğuk çıkmıştı ve içimden kendimi alkışladım. Ona kendimle ilgili hiçbir şey göstermeyecektim. Buna niyetim yoktu. Bu hayat benimdi ve ben ne istersem o şekilde yaşardım… “Hemen yanımda sızlanılıp durulmasından nefret ederim. O yüzden kes sesini ve rahatlamaya bak.” Yüzde doksan beş gülümsememek için kendini zor tuttuğuna emindim. “Annen sana nasıl katlanıyor? Seninle tanıştığımdan beri iki dakika susmadın!” Parmakları tenimde maharetlerini gösterirken gözlerimi kapattım ve onun da dediğini yaparak rahatlamaya çalıştım. “Genellikle bu kadar konuşmam. Çevremdeki insanlar sürekli dır dır ederler ama maalesef sen yanımda bu kadar suskun olduğun için kendimi tutamıyorum. Gürültülü ortamlar bana göre, sessizlikten nefret ederim.” “Bu söylediklerin gerçekler mi yoksa bunlar da sadece bana göstermeye çalıştığın başka bir yön mü?” Dudaklarım alayla kıvrıldı. “Sen hangisi olmasını isterdin?” “Soruma soruyla cevap verilmesinden hoşlanmam,” diyerek homurdandı ve parmakları işkence çektirir gibi şakaklarıma baskı uyguladı. “Çekilir kız değilsin gerçekten…” Göremeyeceğini bilsem de gözlerimi devirdim. Gerçekten hayatı boyunca çekilir kaç kız görmüştü? Açıkçası kızları ben bile tam olarak anlayamıyorken sanırım Timur’dan böyle bir şey istemek saçmalıktan başka bir şey değildi. Anlayamıyordum işte… Bir kız olarak başka bir kızın derdini anlayamıyordum. Sanırım bunun en büyük sebebi duygularım olmadığı için karşımdaki kızla bir empati kuramadığımdan kaynaklanıyordu. Başka bir açıklaması olamazdı. “Hayatında kaç tane çekilebilir kız gördün ki?” Dudaklarımı ıslattım ve sırtımı biraz daha göğsüne bastırdım. “Eğer gördüysen söyle de bundan sonra ona göre hareket edeyim.” Sesimdeki alayı anlarken elleri durdu ve bana ceza vermek istermiş gibi parmaklarını şakaklarıma bastırdı. Beynim bana bir kez daha alarm zilleri çalarken derin bir nefes alıp bıraktım. Fiziksel acılar umurumda bile olmamıştı hayatım boyunca; alışkındım. Kendime jilet atıp acı çekmekten zevk filan almıyordum ya da başkalarının bana karşı kaba kuvvet uygulamasının ardından kendimi iyi filan da hissetmiyordum. Fiziksel acı kalbimin olmadığını ama yaşadığımı kanıtlayan tek şeydi benim için; ben yaşıyordum. Her aldığım fiziksel darbe de kalbim biraz daha atıyor ve bana yaşadığımı haykırıyordu. Bunu istiyordum işte… Yaşadığımı anlayabilmek istiyordum. “Acı, hoşuna gidiyor…” Bu bir sorudan çok yeni yeni farkına vardığı bir gerçekmiş gibi çıkmıştı dudaklarından. Haklıydı; acı hoşuma gidiyordu. Çünkü yaşadığımı hissediyordum. Bir kalbim olduğunu, en azından bir insan olduğumu anlayabilmemi sağlıyordu. “Bir kız nasıl acıdan hoşlanabilir?” Parmakları saç diplerime geçti ve oralarda oyalanırken saçlarımı hafif çekiştirdi. Kahretsin! Fiziksel acıyı yaklaşık olarak iki yıl önce geri de bırakmış olmam gerekiyordu. Şimdi ise kalbimi attıracak tek şey acıymış gibi geliyordu. Tabi bir de hemen arkamdaki adamın beni korkutması… Lanet olsun! Bu ben değildim… Hızla kendimi ondan birkaç santim uzağa çektim. Ellerimle saçlarımı çekiştirdim ve onları düzeltmeye çalıştım. Fakat karşımdaki siyah televizyon ne kadar denersen dene başaramayacaksın dermiş gibi bana bakıyordu. Aptalsın! Bunu bana sürekli olarak söyletmekten zevk mi alıyorsun, Hazan? Nasıl bu kadar aptal olup ona acıdan hoşlandığını gösterebiliyorsun? Aklın yerinde mi senin? İçimdeki aklı başında olan Hazan bir kez daha gün yüzüne çıktığında gözlerimi kapattım. Siyah deri korsesinin içerisinde bana kırmızı dudaklarındaki alaylı gülüşle bakıyordu. Gözleri çoğu zaman olduğu gibi simsiyahtı. Yeşil gözleri siyah göz makyajının altında adeta ben buradayım diye bağırıyordu. Hayatımı karşımda dikkatle beni izleyen adama açıklamadan önce buradan gitsem iyi olacaktı. Hem de bir an önce… Hızla ayağa kalkmamla başımın tekrardan dönmesi bir oldu. Bir şeye tutunabilmek için elimi arkama attım ama koltuğun sert kumaşını avucumun içinde beklerken sıcak ve pürüzsüz bir el elimi kavradı. Diğer eli belimin çevresindeki yerini alırken, parmakları göbeğime sürtündü. O dakikadan itibaren nefes almayı unuttum; nefesim kesildi, gözlerim kocaman oldu. Sertçe yutkunurken onun bunu görmemiş olması için dua ettim. “Başın dönüyorsa, ani hareketlerden kaçınman gerekiyor.” Beni koltuğa tekrardan oturttu ve kendisi kalkıp mutfağa doğru ilerledi. Ben hala göbeğimin çevresindeki parmaklarını düşünürken ilk defa ne sıcaktan ne de soğuktan kaynaklı olarak yanaklarımın kızardığını hissettim. Tüm kanın beynime gitmesi için yaptığım o pozisyon hiçbir işe yaramamıştı ama Timur’un tek bir dokunuşu tüm kanı beynime göndermişti adeta. Bunları düşünmenin ne kadar kötü olduğunu ise işte o zaman anlamıştım. “Kendine dikkat etmen gerektiğini ailen öğretmedi mi sana?” Timur’un beni azarlamaya başlamasına mı yoksa elindeki bir bardak suyu bana uzatmasına mı daha çok şaşırmıştım anlam veremiyordum. Onunla tanıştığımdan beri şaşkınlık benim için rutin bir görev haline gelmişti ve ben onu daha sadece on bir saattir tanıyordum. Kahretsin! Onu yakından tanımak filan istemiyordum. Sadece eski hayatıma dönmek istiyordum. Elindeki bardağı alarak dudaklarıma götürüp büyük bir yudum aldım. Adeta dudaklarım kurumuştu. Boğazımı su ile ıslatırken karşımdaki televizyondan gözlerimi bir kez bile ayırmadım. Onunla konuşmam gereken konular vardı. Ülkü geldiği anda bizi serbest bırakması gerekiyordu. Başımı ona çevirdiğimde ilk defa gördüğüm kırışıklıklarla kaşlarımı çattım. Gözlerinin altı morarmıştı ve çevresi kırışıklıklarla doluydu. Dün bu kadar berbat görünmüyordu ama şimdi gündüz gözüyle baktığım zaman görebildiğim tek şey; bu hayattan tamamen ümidini kaybetmiş bir genç adamdı. “Ülkü yaklaşık bir saat sonra burada olur. O geldiğinde ona bir şey yapmayacaksın öyle değil mi? Seninle sadece beni bırakman konusunda anlaşmıştık çünkü. Onu bırakman konusunda bir konuşma geçmedi aramızda. Eğer seni görmesini istemiyorsan bir yere saklanabilirsin.” “İkinizi de bırakacağım ama sana güvenemiyorum. Telefonumu alana kadar yanından ayrılmaya niyetim yok.” Başını iki yana salladı. “Allah’ım birazdan kafayı yiyeceğim sanırım. Her yerim ağrıyor.” Gözlerimi kısarak ona baktım. “Kaç gündür uykusuzsun sen?” “İlgileniyor musun?” Gerçekten merak mı etti yoksa sadece öylesine sorulmuş bir soru muydu anlamadım; ama karşımdaki kişiye yalan söylemek istemiyordum. Sonuçta o da benim kaçak olduğumu biliyordu ve durumlar eşit sayılırdı. “Ölü bir adamdan farkın yok.” Omuz silktim. “Bir insanın bu şekilde görülebilmesi için en azından bir kırk sekiz saat uykusuz kalması gerekir. Sen ise gözlerinin altındaki morarmalar ve kırışıklıklara bakılacak olursa, en az yetmiş iki saattir uykusuz gibi görünüyorsun.” “Çok fazla uykusuz erkek gördün herhalde…” Sesinde alaylı bir tını vardı. “Üniversite sınavlarına hazırlanmak tahminimden daha zordu.” Dudaklarım umurumda değil dercesine yukarıya kalkarken omuzlarımı silkmiştim. “Tahmin ettiğinden çok daha fazla geceler uykusuz kaldım mavi gözlüm.” Gözlerini şaşkınlıkla açıp bana baktı ama saniyesinde tekrardan eski haline döndü. “Mavi gözlüm?” Bir omuz silkiş daha. “Sen de bana güzelim demiştin.” Dudaklarında gördüğüm şeyin ufak bir tebessüm olup olmadığını anlayamadım. Duygusuz davranmak için elinden geleni yapıyordu ama ben öyle değildim işte. Duygusuz olmak için çabalamama gerek yoktu zaten. Ben duygusuzdum. Duygular bana haramdı. Her zaman da haram olarak kalacaktı. Bunu biliyor, ona göre hareket ediyordum. İstediğim tek şey, annemin mutlu olabileceği bir mesleği elime almam ve onunla tüm hayatımı geçirebilmekti. Babam denen lanet herif yüzünden erkeklerin bir tanesine bile güvenim kalmamıştı. “İçeriye geçip biraz dinlen. Ülkü geldiğinde sana haber veririm.” Kendimi koltukta geriye bırakırken derin bir nefes aldım. Biraz daha yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacım vardı. Annemin bana ne kadar gönderdiğini bilmiyordum. Elimdeki paranın beni ne kadar idare edeceğini bilmiyordum. Timur yüzünden bir tane bile kıyafetim yoktu. İki gün içerisinde kokmaya başlamazsam eğer şanslıydım. Kıyafetlerim olmadan duşa da giremezdim. Ülkü’nün bedeni de maalesef bana olmazdı. O benden daha iyi bir vücut yapısına sahipti. Sen kendini bu kadar küçük görmeye devam ettikçe bir gün gerçekten evde kalacaksın diye korkmuyor değilim. Bana bir baksana, ben senim. Üzerimdeki kıyafetlerle, bedenimin her kıvrımıyla senim. Bir nevi senin içinde dışarıya çıkmayı bekleyen o eğlenceli tarafım. Heyecanlı Hazan, benim duygularımın olmamasının sebebi olan, her şeyi kendi kafasına göre yaşayan, deli dolu bir kız olan Hazan’ın sözlerinin altındaki ima her ne kadar hoşuma gitmese de haklıydı. Ben oydum. Şu an üzerinde siyah bir korse giymiş olan bacaklarının neredeyse tamamın gözükmesine müsaade eden, göğüs dekoltesini herkesin gözlerinin önüne seren o kızdım. Ben oydum o da ben… “Telefonumu bana verdikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun?” Gerçekten ne düşünüyordum? Telefonu ona verecektim ve sonrası yoktu. Her şey birbirine girmişti. Gidebilecek bir yerim yoktu. Belki Alaçatı’daki pansiyonlardan birine yerleşirdim ama annemin ne kadar gönderdiğini bilmiyordum ve karşımdaki kişiye bu zamana kadar asla olmadığım kadar dürüst olduğumu fark edince kalbimden ve aklımdan geçen şeyleri aynı anda dile getirdim. “Bilmiyorum.” dedim dürüstçe. “Başımda tahmin edemeyeceğim kadar berbat bir olay var artık. Polisler peşime düşmemişse bile seninle görüldüğüm öğrenildiğinde benim de peşime düşeceklerdir. Bir de senin kaçtığın diğer adamlar var onlar da büyük ihtimalle benim peşime düşmüş olacaklardır. Tabi bir de benim başımdaki belanın da senin başına musallat olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. O yüzden nereye gideceğim konusunda emin değilim.” Derin bir nefes aldı ve gözlerimin içine bakarak konuştu. Sözcükleri seçerken dikkatliydi. Büyük ihtimalle benim için olan bir şeydi. “İstersen sana yardımcı olabilirim.” Gözlerim kocaman oldu. “Ne?” “Diyorum ki eğer sende istersen sana yardımcı olabilirim. Bizi iki yerde aramak akıllarına gelmeyecektir ya senin ya da benim peşime düşeceklerdir. Bunun sonucunda da ikimiz zararlı çıkacağız. Zeki bir kızsın. Soğuk kanlısın. Karşında bir katil olduğunu düşünmene rağmen korkup kaçmıyorsun ve orada öylece oturmaya devam ediyorsun. Neden bilmiyorum ama bugüne kadar tanıdığım tüm kızlardan farklısın. Benden küçük olman ve kaçıyor olmanda olayın ayrı bir ironisi tabiî ki. Eğer istersen sana yardımcı olabilirim. Seninle bir anlaşma karşılığında senin hayatını kendi hayatımmış gibi koruyabilirim.” “Ne demek istediğini anladım sanırım ama hala ne gibi bir anlaşma yapılacağını anladığımı düşünmüyorum. Sen nasıl olacak da bana güvenebileceksin?” Kan damarlarıma baskı uygularken yutkundum. Hayatım korunacaktı ve bana yardımcı olacaktı ama başıma çok daha büyük bir bela alabilecektim. Eğer dediği gibi tüm bunlar onun yaşam sigortasıysa, benim de başıma bir şey gelmezdi. Yakalansa bile sigortalarından birini kullanabilirdi. Her ne kadar bunu yapmak istemesem de annemin karşısına bir daha ki sefere, kafamın içerisinde bir adet kurşun ile değil de canlı bir şekilde çıkmak istiyordum. “Ne ben sana güveneceğim ne de sen bana… Bu sadece çıkar ilişkisini barındıran bir adet anlaşmadan ibaret olacak. Sen benim için çalışacaksın ben de senin kaçmanı sağlayacak ve hayatını koruyacağım. Başına bir şey gelmesine asla izin vermeyeceğim.” “Bunu gerçekten yapabileceğine emin misin? Sonuçta başına bir başka kaçak ve onun peşindeki adamları da alıyorsun?” “Düşünmeden böyle bir teklifi sana yapmazdım. Seninle tanıştığım şu saatler içerisinde bir şeyi fark ettim. Korkusuzsun ve benim bu işlerim için senin gibi bir kıza ihtiyacım olabilir. Mantıklı bir anlaşma değil mi sence de?” Başımı şiddetle salladım. “Bunu yapabileceğimi zannetmiyorum. Benim hayatım sıradanken bir anda kendimi çatışmaların arasında bulmak istemiyorum.” “Sadece bir teklifti. Canını sıkmanı gerektirecek bir durum söz konusu değil.” Başını salladı ve ayağa kalktı. “Arkadaşın gelene kadar odada biraz dinleneceğim. Gelince haber verirsin.” Yerinden kalktı ve odaya doğru ilerlerken sadece saniyelerim olduğunu biliyordum. Kararımı değiştireceksem bile bunu biran evvel yapmam lazımdı. Beni koruyacağını söylemişti. Başıma bir şey gelmesine izin vermeyecekti ve tabiî ki ben de onun için zekamı kullanacaktım. Benim için iyi bile olabilirdi. Annemden daha fazla para dilenemezdim. Onun da benim gibi birçok sıkıntısı vardı. Sırf lanet olasıca babam yüzünden işinden bile istifa etmek zorunda kalmıştı. Hayatını çok sevdiği hemşirelik mesleğini sırf benim için elinin tersiyle itmişti. Böyle bir kadını üzmek istemiyordum. Tek istediğim güvende olmak ve annemin karşısına bir tek darbe bile almadan geçebilmekti. “Tamam,” dedim bir anda o içeriye girmeden. “Seninle anlaşacağım. Senin beni korumana ve yardımcı olmana sesimi çıkartmayacağım, ben de senin benden istediğin yardımları yapmaya hazırım.” Gözlerini şüpheyle kıstı. “Bundan emin misin? Sonuçta bu iş sandığından çok daha büyük.” “Çalıştığım kafe kurşunlandığında ne kadar büyük olduğunu anlamıştım zaten.” Omuz silktim. “Bu işin sonunda bir çıkış yolu göremiyorum kendim için. En azından başkasına yardımcı olmam daha iyi olacaktır. Hem sana yardımcı olur hem de kendimi en azından bir kez de olsa güvende hissederim. Nedense verdiğin sözleri yerine getirmek senin için önemliymiş gibi davranıyorsun.” “Önemlidir. Benim yetiştiğim yerde söz vermek demek canını ortaya koymak demektir. Bu sözü tutamamak demek kendini uçurumdan aşağıya atmak demektir. O yüzden emin olabilirsin. Hayatımı ortaya koyup seni koruyacağım ve sana yardımcı olacağım.” Başımı salladım. “Tamam o halde. Bundan sonra beraberiz ortak.” Dudakları belli bir tebessümle kıvrıldı ve hemen ardından kaşlarını çatarak bana döndü. “Bu arada o şekilde durmak gerçekten işe yarıyor mu?” Sanırım bu anlaşma düşündüğümden de eğlenceli olacaktı. İlk defa dudaklarım yukarıya kendiliğinden kıvrıldı ve başımı iki yana sallayıp mutfağa ilerledim. Sanırım yeni bir işe bulaşmıştım ve başıma neler gelebileceğini bir tek Allah bilecekti. Kaderime yazılan iki yoldan en kavislisine doğru yol almaya başlamıştım. |
0% |