@esmedemirr
|
Mevsimlerden kıştı. Yağmur gökyüzünden küçük taneler eşliğinde dökülüyor, rüzgâr saçlarımı bir annenin şefkatli eli gibi okşayarak tenimde süzülüyordu. Babamı tekrardan anneme sorduğum günlerden biriydi. Hava soğuktu. Beyaz tenim soğuğun etkisi ile kızarmış ve kurumuştu. Tenimde büyük izler bırakmaya devam edecek gibi görünüyordu. “Anne,” diyordu beş yaşındaki küçük Hazan. “Babam nerede? Herkesin babası yanlarında, benim babam neden yanımızda değil?” Annemin bakışlarında gördüğüm duygunun anlamını kavrayamayacak kadar küçüktüm. Ümit dolu gözlerim ile ona bakıyordum. Kalbimin kırılacağından, nefretle dolmamı sağlayacak birinin hayatıma girebileceğinden tamamen habersizdim. “Baban iş için gitti. Çok yakında tekrardan aramıza katılacak, Hazan.” Annemin ses tonunu hala dün gibi hatırlıyordum. Titrek, ürkek ve korku doluydu. Kendi sözlerinin yabancılığı karşısında şaşkınlık içindeydi. Onun da içinde çok büyük fırtınaların koptuğunu biliyordum. Yutkundu. Tekrar, tekrar ve tekrar. Yutkunmaya devam ediyor, gözlerini kaçırıyordu. Küçüktüm ve tüm bu işaretlerin ne anlama geldiğini bilmiyordum. O işaretlerin korkunun bir çeşidi olduğunu fark etmem ise çok uzun zamanımı almıştı. Annem korkuyordu. Bir zamanlar âşık olduğu, sevdiği adamdan deli gibi korkuyordu. Duygularım konusunda hiçbir zaman emin olamamıştım ancak en iyi bildiğim tek duygu; korkuydu. Şimdi; burada durmuş, Ülkü’nün yazlık evinde gözlerimi gezdirirken aklımdan geçen düşünceler bunlardı. Buraya ilk defa beş yaşındayken gelmiştim. Anneme babamı ilk defa bu evin kapısında sormuştum. Her şeyin ilkini aslında bu evde yaşamıştım. Her şey beş yaşındaki doğum günümde benim için verdikleri bir doğum günü partisinde çocuğun birinin bana babamın beni sevmediğini söylemesi ile başlamıştı. Sevgisizliğin birinin hayatında nelere yol açabileceğini ilk o zaman anlamıştım. “Ben eski hayatımızı çok özledim,” dedi yanımda oturan Ülkü. Başını koltuğun sırt dayama kısmına yaslamış, ayaklarını ileriye uzatmış, ellerini karnının üzerinde birleştirmişti. Bakışları benim gibi tavandaki lambayı inceliyordu. “Seni o kadar iyi tanıyorum ki, benim yanımdayken sadece üzüldüğün zamanlar rol yaptığını bilecek kadar, gülümsemenin ardındaki o kırık kalpli kız çocuğunu görecek kadar… Ama babanın acısını unuttuğun zamanlar da ne kadar eğlendiğimizi hala dün gibi hatırlıyorum.” Yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu. Bunların hepsini bende hatırlıyordum. Ülkü üniversite için İstanbul’a gidene kadar hep beraberdik. Tüm hayatımız beraberdi. Beni sevdiğini biliyordum ancak bunu hissedemediğim için beni asla yargılamıyordu. En iyi arkadaş dalında Oscar ödülü olacak olsa kesinlikle kazanını Ülkü olurdu. “İlkokula giderken bir çocuk vardı hani, basketbol sahasının yanından geçerken kafama basket topunu atmıştı.” İkimizden de kısa bir kahkaha sesi duyuldu. “Sende tutup basketbol topunu onun kafasına atmak istemiştin. Ancak yanlışlıkla yüzünün ortasına o kadar güçlü vurmuştun ki, çocuğun burnu kırılmıştı.” “Çocuk bizden şikayetçi olmasın diye bir gün boyunca onunla aynı sırada oturmak zorunda kalmıştın,” diyerek kahkaha attım. “Benden hoşlandığını nereden bilebilirdim. Sadece üçüncü sınıfa gidiyordum. O yaşlarda erkeklerin hoşlandıkları kızların saçını çekmek, çelme takmak, silgisini kaçırmak gibi aktiviteleri olduğunu nereden bilebilirdim ki?” “Hayır, bence en komik kısmı sen onun yanında oturmayı kabul ettiğin için senin de ondan hoşlandığını zannetmiş ve tüm arkadaşlarına sana yenge diye hitap etmelerini istemişti.” İkimizin de kahkahaları odada yankılanıyordu. O zamanlar çok küçüktüm ve Ülkü ile ayrı hiç vakit geçirmezdim. Başımızdan çok fazla bu tarz olaylar geçmiş, her seferinde de bir şekilde kendimizi kurtarmayı başarmıştık. Ülkü’ye güvenim bu yüzdendi işte. Beni ne pahasına olursa olsun koruyacağını biliyordum. Hiç tanımadığı bir çocuğun yanına oturup sınıf arkadaşlarının ona yenge demesine bile izin vermişti benim için. Bunun onun kitabında çok büyük bir yeri olduğunu biliyordum. Başını çevirip bana baktı. “Ne yaptığını gerçekten biliyor musun?” Bende ona döndüm. “Biliyorum dersem yalan söylemiş olurum. Tek bildiğim tekrardan bir piyon olmak istemediğim… Kafeye ateş açtıklarında düşündüğüm tek bir şey vardı. Ölmekten korkmuyordum. Sadece bir seferliğine geldiğim bu hayatta yapmak istediğim çok fazla şeyin olduğunu düşünüyordum. İstediğim şeyleri yapmadan ölme fikri daha korkutucuydu benim için. Sadece tek bir hayatım var Ülkü. Onu böylesine saçma bir sebeple ertelemek istemiyorum.” Derin bir nefes alıp bıraktım. “Hayatımdan gidecek olan tek bir yıl bana tüm yaşantımı verecek. Bu sebeple sadece birkaç ay savaşmak zorundayım.” “Ne zaman ihtiyacın olursa yanında olacağım. Bunu sakın unutma.” Gülümseyerek onu onayladım. Bunu biliyordum. Önceden gülümsemek için bile rol yapmam gerekiyordu. Duygularımın gerçekliğini Ülkü’nün bile bilmesini istemiyordum. Fakat şimdi geçmişte yaptıklarımın çok büyük bir hata olduğunun farkındaydım. Ülkü her şeyi biliyordu, her şeyin farkındaydı. Üzüldüğümü, mutlu olduğumu anlıyordu. Duygularımı yansıtmak istemediğim için ise onu kandırmışım gibi asla düşünmüyordu. Çünkü neler yaşadığımı biliyordu. Bu sebeple Ülkü’ye karşı asla rol yapmamaya karar vermiştim. Timur’un söylediği altı saatlik sürenin dolmasına az bir zaman kalmıştı. Ülkü bizim için market alışverişi yapmaya gittiğinde biraz da olsa uyuyabilmiştim. Yaklaşık iki saat önce kalkmış, güzel bir duş almış ve Ülkü’nün benim için almış olduğu krem rengi boğazlı kazağı, siyah kot pantolonu giymiştim. Benim için yeni bir çift bot ve siyah renkli bir montta almıştı. Timur’un kıyafetlerini ise masanın üzerine bırakmıştık. Uyandığı zaman verecektik. Açlığım olmadığı için ikimizde koltukta oturmuş geçmişi anıyor ve güzel günlerin tekrardan gelmesini istiyorduk. Planımızın ne olduğunu bilmiyordum. Timur ile yaptığım anlaşmadan sonra tamamen onun planlarına göre hareket etmeye başlayacağıma dair söz vermiş olmuştum. Onun neyin içinde olduğunu tam anlamıyla bilmediğim için planlarını da merak ediyordum. Bana neden ihtiyacı vardı? Nasıl bir rolün içerisine girmek zorunda kalacaktım? Omuzlarımın daha ne kadar büyük yükleri taşıması gerekecekti? “Annen ile görüşebildin mi?” “Buraya geldiğimiz zaman aramıştı. Ufak bir konuşma geçti aramızda ama ne yaptığını gerçekten bilmiyorum. Umarım çok fazla sorun yaşamıyordur.” “Merak etme, onunla ben ilgilenirim. Annem zaten sürekli olarak Yasemin teyze ile görüşme sağlıyor. Bir durum olursa hemen haberim olur.” “Tarık amca ve Gizem teyze hala benimle görüştüğünü bilmiyorlar mı?” “Yasemin teyze, annemlerin bilmesinin onlar içinde olsa tehlikeli olacağını söyledi. Babamın seni koruyabileceğini biliyorum. Seni saklayabilir. Neden kabul etmiyor gerçekten anlamıyorum.” Oturduğum yerde dikleşerek ona döndüm. “Asla bana yardım etmemeli Ülkü. Senin yanında olduğumu bilmemelerine rağmen sana ateş açtılar. Her şeyi yapabilecek kadar tehlikeliler. Bir de benim sizin korumanız da olduğumu öğrenirlerse neler olur hiç düşündün mü? Babam polislere giderek beni zorla alıkoyduğunuzu bile söyleyebilir. Reşit olsam kendim gittim derim ve hukuk önünde hiçbir hak talep edemez ancak bu yaşta sizin yanınıza gidersem bu babanın kurmuş olduğu her şeyi yıkar.” “Biliyorum, biliyorum,” derken o da oturduğu yerden kalkarak ellerimi tuttu. “Sadece sana yardımcı olamadığım için kendimi çok kötü hissediyorum. Babamın sana yardım edebilecek gücü var bunu biliyorum. Ancak sen de annen de buna asla izin vermiyorsunuz. Annem tüm bunlar bittikten sonra sana yardımcı olduğumu ve ona söylemediğimi öğrenirse bu sefer senin beni annemden koruman gerekecek ona göre.” Gülerek başımı salladım. “Annem o işi halleder merak etme.” İkimizde kapının açılması ile sola döndük. Timur tüm heybeti ile odadan dışarıya çıkmıştı. Ülkü’nün yanımda kasıldığını hissettim. Timur’dan gerçekten hoşlanmıyordu ve benim bu konu hakkında yapabileceğim bir şey yoktu. “Timur da kalktığına göre, ben size atıştırmalık bir şeyler hazırlayayım.” Ülkü oturduğu yerden kalkarak arkamızda bulunan Amerikan mutfağa geçti. Timur ile aynı ortamda bulunmak istemediğini çok iyi biliyordum. Timur’un da aynı şekilde hissettiğinden neredeyse emindim. “Dinlenebildin mi?” Başını sallayarak yanıma geldi. “Sizi dinlediğim için mutluyum. Uyku gerçekten iyi geldi.” “Sevindim, Ülkü senin için giyecek bir şeyler almış. Aynı kıyafetler ile dolaşmamızın iyi olmayacağını düşünüyor.” “Doğru söylüyor,” diyerek başını salladı. “O zaman siz bir şeyler hazırlarken bende bir duşa gireyim sonrasında ise konuşuruz.” “Çabuk olsan iyi olur.” Ülkü arkada çalışırken içeriye doğru seslendiğinde başımı salladım. Kesinlikle anlaşamıyorlardı. Timur masanın üzerinde duran kıyafetleri almak için kalktığında bana göz kırptı. “Banyo keyfi yapmadığım zaman kendime gelemiyorum maalesef. Birkaç saat gecikirsem kusura bakma lütfen.” Ülkü’nün mutfaktan homurdanma sesleri geldiğinde gülerek önüme döndüm. Çocuk gibi birbirleri ile atışıyorlardı. Bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğu konusunda şüpheye düşmeme sebep oluyordu. Zaten içinde bulunduğumuz durumları göz önüne aldığımız da neyin iyi neyin kötü olduğu kendi sözlüğümüz de değişmişti. Timur uyuduğu odaya tekrardan geri gittiğinde bende televizyonu açmaya karar verdim. Dün geceki olayların etkisinin hala sürüp sürmediğini bilmiyordum. Bunu öğrenmenin en kolay yolu da haberleri izlemekti. Hemen bir haber kanalı açarak izlemeye başladım. İlk iki haber Türkiye gündemindeki siyasetçilerin yaptıkları konuşmalardan ibaretti, diğer haber ise mahsur kalan bir kediyi komşusunun nasıl cani bir şekilde öldürdüğünü anlatıyordu. Dördüncü ve beşinci haber ise ülkenin bazı illerinde meydana gelen trafik kazalarını ve çıkan kavgaları anlatıyordu. Altıncı habere geldiğimde ise istediğimi bulmuştum; sesini açtım. “Dün gece Tarık Çetiner’in kızı Ülkü Çetiner’e düzenlenen silahlı saldırının sebeplerinin henüz bilinmediği, Ülkü Çetiner’in sağlık durumunun ise iyi olduğu öğrenildi. Emniyet güçleri tarafından yapılan incelemelerin ardından saldırganlar ile ilgili yoldan geçen bir maganda olabileceği yönünde kuvvetli şüphelerin olduğu değerlendirildi. Olay yerinde hayatını kaybeden iki korumanın ailesi için Tarık Çetiner’in tüm imkanlarını seferber ettiği öğrenildi. Ağır yaralı olarak kaldırılan on yedi yaşındaki iki genç ise hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Şimdi sıradaki haberimizde ise…” Televizyonu sessize alırken oturduğum koltukta sinirle arkama yaslandım. Babam dört kişinin ölmesine sebep olmuştu. Sırf beni bulabilmek için dört kişinin hayatını karartmış, ailelerinin evlerine acıyı eklemişti. Babam böyle birisiydi işte. Kendi sevdiği kişiler haricinde hiç kimseyi düşünmeyen bencil adamın tekiydi. Kendi ailesinin canını kurtarmak için diğer ailelerin evine böylesine büyük bir acıyı ekiyordu. Ondan artık daha fazla nefret edemem dediğim her seferinde daha başka şeyler yapıyor ve daha fazla nefret etmeme sebep oluyordu. “Sanırım bilmen gereken bir şey var, Hazan.” Başımı arkama çevirerek Ülkü’ye döndüm. Yüzünde mahcup bir ifade vardı. Babamın yapmış olduğu davranışın büyük bir sorumluluğu olacaktı. Tarık amcanın bunun peşini bırakmayacağını zaten tahmin ediyordum. Babama herhangi bir şey yapmıyorsa bunun tek sebebi annem ile benim istemiyor oluşumuzdan kaynaklandığıydı. Şimdi ise babam geçmemesi gereken bir sınırı geçmişti. Ülkü’ye ateş açmıştı. Onu ölümle burun buruna getirmişti ve bunu hiç yapmaması gerekiyordu. Bu hayatta karşısına almaması gereken tek kişinin kızına saldırmıştı. Babam için bile büyük bir hataydı. “Ben yanlış görmüşüm,” dedi çekinerek. “Sana bana saldıranın baban olduğunu söyledim ancak hava karanlıktı ve ben ona benzettiğimi düşündüm. Bana saldıran baban değildi.” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken ona bakıyordum. “Nasıl yani? Sana saldıranların babamlar olmadığını mı söylüyorsun şimdi?” “Evet,” Başını salladı. “Hava gerçekten karanlıktı. Silahları gördüm. Hemen yan koltuğa kapandım zaten. O sırada da bu telefonu gördüm. Babamlar ve kapıdaki korumalar silah sesini duyup bana yardımcı olmak için ortaya çıktıklarında vuruldular. Onlar vurulurken bile beni koruyorlardı. Araçtan güç bela çıkartıldığımda sadece giden araçtan kafasını çıkartmış bir adam gördüm. Babana benzettim ancak kamera görüntülerini izlettiklerinde baban olmadığını gördüm. Seni de tedirgin ettim. Çok özür dilerim.” Babanın ne kadar kötü bir insan olduğunu düşünüyordun gerçekten? Adama yapmadığı ya da yapmayacağı şeyler konusunda bile suçlu gözü ile bakıyorsun. O kadar kötü bir adam mı baban? Murat Önder. İyi bir insan olabilir miydi? Hiç zannetmiyordum. Kötü bir insan mıydı? Kesinlikle kötü ve bencil bir insandı. Bu saldırıyı onun yapmamış olması yapmayacağı anlamına da gelmiyordu. Ona güvenmiyordum. Her şeyi yapabilecek potansiyele sahip bir kötü olarak bakıyordum ona. Kısacası, babamın şeytana bile pabucunu ters giydirebilecek kadar kötü bir adam olduğunu düşünüyordum. Ülkü’ye cevap olarak sadece omuzlarımı silktim. Onun hakkında daha fazla konuşmak istemiyordum. Ülkü’nün anlattıklarını tekrardan düşündüğümde farkındalık karşısında büyük bir şok yaşadım. “Bir dakika,” diyerek ayaklandım. “Eğer sana saldıran kişi babam değilse; o zaman bu onun beni burada aramadığı anlamına gelir. Beni bulamamış olabilir.” Ülkü ilk başta gülümsedi ancak aklına yeni bir şey gelmiş gibi tekrardan dudaklarını eski konumuna getirdi. “Evet ama hala kafeye kimin saldırdığını bilmiyoruz. Belki de onlar Timur’un peşindeki adamlar değildi. Babanlardı, olamaz mı?” Bu ihtimal ile tekrardan omuzlarım düşmüştü; olabilirdi. Kafeye saldıran kişilerin kimliklerini bilmediğimiz sürece ise babamların hala peşimde olduğunu düşünmek zorundaydım. “Olabilir, bu ihtimali bir an için unutmuştum,” diyerek koltuğa geri oturdum. “Timur, geldikten sonra planınızı konuşuruz. Onun ardından da ben kafeye saldıranların kim olduklarını öğrenmeye çalışırım. Babam zaten Sinan amcanın kafesine saldıran kişileri de araştıracağına dair Sinan amcaya söz verdi. Benim de gidip Sinan amcanın kimseye senden bahsetmediğinden emin olmam gerekiyor zaten.” “Başını derde sokmanı istemiyorum.” “Merak etme,” diyerek gülümsedi. “Çok dikkatli olacağım. Kimsenin bir şey anlamasına izin vermem.” Derin bir nefes alarak başımı salladığım sırada Timur içeriye girdi. Üzerinde Ülkü’nün aldığı mavi renkli örme bir kazak, siyah kot pantolonu, oldukça pahalı olduğu belli olan bot ve elinde siyah renk bir mont vardı. Bileğinde gri renk bir saat vardı. Bu saatin daha önce onda olup olmadığını hatırlamıyordum. Saçlarını nemli bırakmıştı. Simsiyah saçları alnına doğru dökülmüş, serseri bir hava katmıştı. Dikkatimi çeken şey ise yüzündeki sakallara biraz çeki düzen vermişti. Şimdi yüz hatları daha fazla ortaya çıkmıştı. Mavi kazağı mavi gözlerini açığa çıkarmıştı. Ben buradayım diye parlıyordu. Uyumadan önce gözlerinin çevresinde bulunan kızarıklıklar gitmişti ve cildi dinçlikle parlıyordu. Bir elinde ise içeriye giderken götürdüğü poşet vardı. Sanırım eski kıyafetlerini içine koymuştu. “Onları kapının oraya bırakabilirsin. Ülkü biz ayrıldıktan sonra bahçe de yakacak onları.” Başını sallayarak kapının önüne poşeti bıraktı. “Kıyafetler için teşekkür ederim. Zahmet verdim.” Ülkü kaşlarını çatarak Timur’a baktı. Ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. Birbirleri ile atışmadan sağlıklı birer cümle kurabilmelerini çok istiyordum. Fakat Ülkü’nün bakışlarından nedense o kadar da emin olamıyordum. “Rica ederim,” dedi en sonunda düşüncelerimi haksız çıkartarak. “Hadi masaya gelin, en kolay kahvaltı olabilir diye kahvaltı hazırladım.” Koltuktan kalkarak masaya geçtim. Televizyona daldığım o süreç içerisinde Ülkü gerçekten çok güzel bir iş çıkartmıştı. Bizim için yeterliydi ve acıktığımı hissetmeye başlamıştım. En son dün akşam yemeği yediğim düşünülecek olursa yaklaşık yirmi dört saattir hiçbir şey yememiştim. “Her şey harika görünüyor, ellerine sağlık.” Timur yanımdaki yerini alırken, Ülkü tam karşıma geçmişti. Çaydanlık Timur’un daha yakınında olduğu için çaylarımızı o doldurdu. Ülkü bu nazik davranış karşısında tekrardan kaşlarını çattı. Açıkçası bende şaşkındım. Benimle ilk konuştuğundaki nezaketi geri gelmişti. Gözleri soğuktu, çenesi kasılıydı, dışarıdan bakıldığında çok tehlikeli biri gibi görünüyordu. Ancak şimdi yanımızda oturan kişi ile beni zorla arabaya bindiren, bana bağıran kişiden tamamen farklıydı. Üçümüzde sessiz bir şekilde kahvaltımızı yaparken Ülkü konuşmayı başlattı. “Pekâlâ, artık dinlendiğinize ve temizlendiğinize göre, planınızı dinleyebilirim. Şimdi ne yapacaksınız?” Timur ağzına bir parça peynir attıktan sonra ona döndü. Konuşmadan önce ağzındaki lokmasının bitmesini beklemişti. “Başımda iki büyük sorun var. Polisler tarafından aranıyorum çünkü yapmadığım bir suç üzerime atıldı. Ne olduğunu söylemek istemiyorum. Hazan’a sorma, o da bilmiyor,” diyerek Ülkü’yü konuşacağı sırada susturdu. “Tahmin ettiğinizden daha saygın biriyimdir aslında ancak üzerime atılan suç sebebi ile kaçmak zorunda kaldım. Kendi adımı temize çıkarmak zorundayım. Polislerin neden medyadan yardım almadığını soracak olursan da…” “Çünkü dediğin kadar saygınsan ve üzerine bir suç atıldıysa, medya da seni göstermek demek üzerine büyük bir kitleyi salmak demek,” diyerek Timur’un sözünü kesti Ülkü. “Eğer suçsuz olduğun ortaya çıkarsa da adını kirlettikleri için emniyet güçlerine karşı güven azalacağından dolayı da seni halka söyleyemiyorlar.” “Aynen öyle,” dedi Timur başıyla da onaylarken. “İkinci büyük sorun ise kendimi tehlikeye atamazdım. Bu sebeple asla yapmamam gereken bir şeyi yaptım. İçinde çok büyük insanların sırlarının olduğu dosyayı telefona aktardım. Bu dosyanın ortaya çıkması demek ülkedeki tüm savaşları farklı bir boyuta taşıyacak. Bunun olmasını da kimse istemediği için peşime düştüler. Fakat benden bu telefonu almadan saldıramazlar. Bunun içinde onu fazlası ile güvence altına almam gerekiyor. Kimsenin bilmediği bir yere saklayacağım. Böylelikle yaşam sigortam hazırda olacak.” Ülkü çayından bir yudum alıp bize baktı. “Peki, bu işin sonunda Hazan nasıl zarar görmeyecek?” “Çünkü kafede beni zorla aracına bindirdi. Ben gitmek istemedim. Kafenin kameralarına da bu şekilde yansıdı. Eğer polisler tarafından yakalanırsam bile suçlu değil, mağdur olacağım. Beni kaçırdığını söyleyecek.” “Benim yanımda olduğu için de kimse onu aramaya cesaret edemeyecek. Ayrıca arasa bile adı ya da fotoğraflarını magazine veremeyecekler.” “Çünkü rehineni öldürmenden korkacaklar,” diyerek sözlerimizi tamamladı Ülkü. İkimizde başımızı sallayarak onayladık. “Böyle söyleyince aslında beraber olmanız daha mantıklıymış gibi geliyor kulağa. Ama bu demek değil ki sana güveniyorum. Nereden bilelim yakalandığınızda gerçekten onu kaçırdığını söyleyeceğini belki de tüm suçu üzerine atacaksın?” Timur tek kaşını kaldırarak Ülkü’ye baktı. “Fazla mı polisiye dizileri ya da filmleri izliyorsun?” Ardından elini sallayarak Ülkü’nün cevap vermesini engelledi. “Cevaplaman için sormamıştım. Neyse, bunu asla yapmam çünkü benim bir işime yaramaz. Hazan’ın kazanacakları benden daha fazla. Konuşmalarınızdan ve davranışlarından anladığım kadarıyla babasından kaçıyor. Babası onun tek olduğunu, yardım almadığını düşünüyordur. Bu sebeple onu başka bir kaçağın yanında aramak işine gelmez. Benim yanımda tek başına olduğundan daha güvende olur.” “Ya da tam tersi şekilde daha tehlike de…” Ülkü gözlerini kısarak ikimize baktı. “Yine de Hazan’a güveniyorum. Kendi kararlarını verebilecek ve verdiği kararların sonuçlarına katlanacak kadar olgundur. Sadece sana güvenmiyorum. Sabah söylediğim gibi, onun başına bir şey gelecek olursa karşında beni bulursun Timur Bey.” “Elimden geleni yapacağım.” Ülkü başını sallayarak onayladı. “Peki, şimdi buradan nereye gideceksiniz? İlerisi için plan ne?” “Buradan Alanya’ya geçeceğiz. Üzerime atılı olan suçlamaların sebeplerini öğrenmem için bir kız ile yakınlık kurmamız gerekiyor. Hazan da tam bu sırada bana yardımcı olacak. Kız on yedi yaşında. Onunla arkadaş olması ve kızın güvenini kazanması gerekiyor.” Şaşkınlıkla ona baktım. “Bunu tam olarak nasıl yapmamı planlıyorsun? Daha önce arkadaş edinmedim. Nasıl arkadaş sahibi olunur bilmiyorum.” “İnan bana, Hazan.” Timur mavilerini yeşillerime dikti. “O kız ile çok iyi bir arkadaşlık kuracağına eminim. Benim derdim kız değil, babası. Kız ile arkadaşlık kurman evlerine giriş bileti kazandıracak sana. Bende bunu istiyorum. O evden almam gerekenler var.” Ülkü masanın üzerinden uzanarak elimi tuttu. “Yapabilirsin, üstünden gelemeyeceğin şey yok senin. On yedi yaşındaki bir kız ile de arkadaşlık kurabilirsin.” Timur’un seni neden istediğini hala anlayamadın öyle değil mi? Rol yapabildiğini biliyor Hazan. Seni sadece rol yapma yeteneğin için istiyor. İstediğin zaman duyguları yansıttığını, pratik bir şekilde yalan söyleyebildiğini gördü. On yedi yaşında ergen bir kıza yaklaşacaksa da o yaşlarda kesinlikle yalan söyleyebilen ve rol yeteneği olan birine ihtiyacı olacak elbette. Bunu hiç mi düşünmedin gerçekten? İçimdeki Hazan yine tırnaklarını çıkartmış ve içimde kabuk bağlasın diye uğraştığım yaralarımı tekrardan kanatmaya çalışıyordu. Üzerindeki kırmızı elbisesi, kırmızı ojesi, siyah topuklu ayakkabıları, dudaklarındaki kırmızı ruju ile sadece kafasında şeytan tacının eksik olduğunu gözler önüne seriyordu. Belki de rol yeteneğimin olmasındaki en önemli sebep buydu. İçimdeki Hazan’ı ben yaratmıştım. Konuşacak kimse olmadığında, mantıklı bir yol bulamadığımda, acıların içimde bir yerde biriktiğini hissettiğimde, omuzlarımdaki yükleri kaldıramadığımda hepsini onun üzerine atmıştım. Belki de sırf bu yüzden bu kadar kendinden emindi. Ona yapabileceğim tüm kötülükleri yapmıştım zaten. Artık yapabileceğim başka bir kötülük kalmamıştı. Bunu bildiği içinde her korktuğumda ortaya çıkarak yüreğime korku tohumlarını ekiyor ve suluyordu. Ona cevap vermedim. Kendi iç hesaplaşmama geri dönmek istedim. Yapabileceğime inanıyorlarsa en azından deneyecektim. Artık pes etmek yoktu. Yapamayacağıma her emin olduğum konu da arkama bile bakmadan kaçmaktan yorulmuştum. Kendi korkularımdan kaçmayacak ve savaşacaktım. Hayatımda yaşayacağım tek kaçma girişimim babamdan olacaktı. Onu da birkaç ay sonra tamamen bırakacak ve yeni bir hayata başlayacaktım. “Peki o zaman, elimden geleni yaparım.” Ülkü gülümseyerek Timur’a döndü. “Eğer dediğiniz gibiyse altınızdaki araçtan kurtulmak zorundasınız.” “Biliyorum, onu da düşündüm. İzmir’e döner dönmez bir arkadaşım yeni bir araç verecek bana. Bunu da ortadan kaldıracak. Yeni kimliklerimizi de ondan alacağız.” Ülkü, cebinden bir kart çıkartarak bana verdi. “Bunu senin için annen gönderdi. Merak etme hesap takip edilemez. Seni bir süre idare eder. İhtiyacın olduğunda ise beni arayabilirsin. Numaramı değiştirmeyeceğim.” “Her şey için teşekkür ederim, Ülkü.” “Her zaman yanındayım. Bunu sakın unutma.” “Arkadaşım aynı zamanda yeni bir telefon daha ayarlayacak bana, seni aradığımız telefon numarasını kullanmayacağız. Telefonu alır almaz Hazan seni arar.” Ülkü başını sallayarak onu onayladı. “Bu arkadaşın siz oradayken senin işlerini mi halledecek?” “Evet, yardıma ihtiyacım olduğu zamanlarda benim için onları hallediyor.” “Güzel, dışarıda kaçak olmayan bir arkadaşının olması iyi. Bana numarasını verirsin. Yeri geldiğinde onunla da irtibat sağlamam gerekebilir.” Timur’un yanımda kasıldığını hissettim. Ülkü’yü de bu işin içine dahil etmeyi istemediğini çok iyi biliyordum. Belki de bundan dolayı tedirgin oluyordu. Arkadaşının kim olduğunu söylemek istememesinin de farklı bir sebebi olduğunu hissediyordum. Belki de Ülkü’nün hata yapıp onun da başını derde sokmasını istemiyordu. Buna rağmen Ülkü’ye cevap vermeden önce düşündü. “Sana ne kadar güvenebilirim?” İkimizde Timur’a baktık. “Bu nasıl bir soru şimdi?” “Bana güvenmediğini söyleyip duruyorsun, bunu anlayabiliyorum ancak ben sana nasıl güveneceğim. Seni tanımıyorum. Belki de işin içindeki arkadaşımı söylediğimde beni polise vereceksin?” Ülkü’nün taktiklerini ona karşı kullandığında gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Ülkü ise büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyordu. Böyle bir tepki beklemediği o kadar açıktı ki, ne söyleyeceğini şaşırmıştı. “Güvenemezsin,” dedi en sonunda. “Ne sen bana ne de ben sana güvenebilirim. Fakat şundan emin olabilirsin. Hazan’ı güvende tuttuğun sürece sana asla zarar vermem. Ancak onun kılına bile zarar verirsen işte o zaman yapacaklarımdan ben bile emin olamam Timur. Bunu sakın unutma. Tehdit olarak da algılama. Ben tehdit etmem, sadece yapacaklarımı söylerim. Onun canı yanarsa senin de canını yakarım.” Uzun bir sessizliğin sonunda Timur sonunda başını salladı. “İhtiyaç halinde arkadaşımın sana ulaşmasını sağlarım.” Bu normalde olsa Ülkü’yü tatmin edecek bir cevap değildi fakat bugün için daha fazla atışmaya gerek görmemiş olmalıydı. Başını sallayarak onu onayladı. Bundan sonrası ise çabuk geçti. Kahvaltımızı yapmış ve etrafı toparlamıştık. Burada kaldığımıza dair olan tüm emarelerden kurtulmuştuk. Biz çıkar çıkmaz da eve bir temizlik şirketinden ekip gelecek ve her yeri temizleyeceklerdi. Tüm parmak izlerinden kurtulacaklardı. Ülkü’nün bunu ne zaman ayarladığını bilmiyordum ancak Timur’un hoşuna gittiğini bakışlarından anlamıştım. Araca tekrardan yerleşmeden önce ön bahçede üzerimizden çıkarttığımız tüm kıyafetleri yakmıştık. Ülkü’ye sıkıca sarıldım. Bir daha ne zaman karşılaşacağımızı bilmiyordum. Dokuz ay içinde tekrardan karşılaşacaktık bunu biliyordum. Ondan önce ne kadar görüşeceğimizi kestiremiyordum. Her an her şey olabilirdi. Bir an önce hayatımızı yoluna koymak zorundaydım. Ülkü, Timur ile sadece baş selamı ile vedalaştı. Gözlerinden hala Timur’a ateş saçıyordu. Bunun son bulup bulmayacağını ise bilmiyordum. Araca bindiğimde ise her şey değişmek üzereydi. En son bu arabaya zorla bindirilmiştim. Şimdi ise kendi isteğim ile arabaya biniyor ve bu esareti bizzat kendim kabul ediyordum. Özgürlüğümün önündeki ufacık esarete boyun eğiyordum. Ülkü arabanın sol tarafında elinde bir bardak su ile bekliyordu. Bunun her ne kadar batıl inanç olduğunu söylesem de dinlememişti. Mutlaka arkamızdan bir bardak da olsa su dökecekti. Su gibi gidip su gibi dönelim diye. Su eninde sonunda yolunu mutlaka bulurdu. “Hazan,” diye seslenen Timur’a döndüm. “Senden tek bir söz istiyorum.” “Nedir?” “Bana asla ama asla ihanet etme. Bana ihanet etmediğin sürece başına bir şey gelmesine izin vermem. Söz veriyorum.” Mavi gözleri dürüst olmam konusunda beni ikna ediyordu. Bir anlaşma iki kişilik yapılırdı ve o anlaşmayı bozmadığı sürece bende anlaşma da bana düşen payımı yerine getirecektim. “Söz veriyorum.” Yüzünde ilk defa içten bir gülümseme oluşurken mırıldandı. “Tamam o zaman, yeni evine gitmek için hazır mısın?” Yeni evime mi? Hazır mıydım? Hiç zannetmiyordum. |
0% |