Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Maske

@esmedemirr

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kuşadası’na giriş yaptığımız ilk andan itibaren kendimi daha emniyette hissediyordum. Ülkü’nün yazlık evlerinden içeriye girerken güvenlik ile yaptığımız ufak çaplı konuşma dışında ikimiz arasında tek bir konuşma dahi geçmemişti. Elimle yolları işaret etmiş, nerelerden geçmesi gerektiğini göstermiştim.

Yazlık eve çok uzun zamandır gelmiyordum. Benim için hayatımın dönüm noktası olarak adlandırabileceğim olayların başıma gelmesine sebep olan yerlerden biriydi burası. Her yerini ezbere biliyordum. İki katlı, pembe renkli, küçük, nezih bir binaydı. Salon alt katta, giriş kapısının hemen karşısında bulunuyordu. Amerikan mutfak fazlasıyla modern döşenmişti. Mutfağın yanında yukarı kata çıkan bir merdiven vardı. İçerisi her an birinin gelmesine karşı temizlenmişti. Tarık Çetiner, evinin temizliğine önem veriyordu.

Bu eve gelmek benim korkulu rüyalarımdan biriydi.

Bu evde rahat olamazdım.

Korkusuz olamazdım.

Hissiz olamazdım.

Maskemi takamazdım.

Ben olamazdım.

Ancak işte şimdi buradaydım. Olmamam gereken yerdeydim. Yıllar önce babasız kalmamın sebebini en ağır şekilde bu evde öğrenmiştim. Güçlü olmam gerektiğini, hayatımda kimseye ihtiyacım olmaması gerektiğini, benim benden başka kimsemin olmadığını…

Yanımda adının Timur olması dışında hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adam ile burada olmak ise bana çocukluğumdaki savunmasız Hazan’ı hatırlatıyordu. Beni korkutuyordu. Savunmasız olmak istemiyordum. Her zaman kurguladığım o kişi olmam gerekiyordu ki kendim olmak konusunda zorluk çekmemem gerekiyordu. Duygularımı saklamak istemiyordum ancak mecburdum.

Bir keresinde evin bahçesindeki salıncaklarda oturuyordum. Ülkü yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla yanıma gelip oturmuştu. Bana gülümsemiş ve gökyüzündeki yıldızlara bakmıştı. “Biliyor musun, Hazan?” demişti sessizce. “Duygular insanın en büyük zayıflığıdır. İnsanı vezir de edebilir, rezilde.” Gözlerini bana çevirmiş ve dik bir şekilde bakmıştı. “Hangisinin olmasına ise sen karar verebilirsin. Duygularını yönetmek senin elinde. İpleri eline al. Duygularını sen yönet. Duyguların seni yönetmesin.”

Bu sözcükler benim dönüm noktam olmuştu. Beşinci yaş günümdeydik. Son doğum günümdü. Bir daha asla doğum günümü kutlamamıştım. Herkesin sorunları kendilerine göre büyüktü. İnsanların kendilerini yetiştirme şekli, acılarını yaşama şekilleri tamamen birbirinden farklıydı. İşte bu sebeple Timur’un bana buraya neden geldiğimizle ya da kimlerden kaçtığımla ilgili sorular sormaması beni rahatlatmıştı. Birilerinin neden kaçtığımı öğrenmesini istemiyordum. Kaçak olduğumu öğrenme ihtimali bile benim için korkunç bir durumdu.

Işığı açıp salona ilerlediğimde Timur’un bakışları etrafta herhangi bir tehlike olup olmadığını anlamak için geziniyordu. Etrafta kimsenin olmadığından emindim. Buradan Ülkü’nün en yakın akrabalarının bile haberi yokken başka birinin haberinin olacağını düşünmüyordum. Başımı salladım ve ceketimi çıkartıp koltuğun üzerine bıraktım. İçerisi sıcaktı ve yorgunluktan ölüyordum.

Etrafta herhangi bir tehlike var mıymış?” diyerek dalga geçtiğimde kaşlarını çatarak bana baktı ama yüzündeki ifadeden eğlendiği belli oluyordu. Ona karşı böyle bir tutum sergilememden hoşlanıyor da olabilirdi; emin değildim.

Zeki bir kız olduğunu tahmin etmemiştim.” Dudakları alayla yukarıya kıvrıldı. “Seni de şu çok konuşan ama hiçbir şey bilmeyen kızlardan biri olarak düşünüyordum.”

“Dış görünüş hiçbir zaman için doğruları yansıtmaz. İnsanlar karşılarındaki kişilere nasıl biri olduklarını göstermek istiyorlarsa o şekilde davranırlar. Tıpkı senin yanıma gelip benden telefonunu isterken sergilediğin tavır gibi.” Omuz silktim ve koltukta rahat bir şekilde yayıldım. Biraz dinlenmek istiyordum.

“Aslında,” diyerek yanıma oturdu. “Duygularını sakladığını seni ilk gördüğümde anlamıştım.”

Kaşlarım hızla çatıldı. Bunu anlamasına imkân yoktu. Onu gördüğüm ilk anda çok güzel şaşırmış numarası yaptığıma emindim. Bu yüzden duygularımı sakladığımı anlaması imkansızdı. Zekiydim ve bundan da emindim.

Aptalsın Hazan! Neden sürekli kafan bu kadar karışıyor? Kafedeki karşılaşmadan değil, parkın orada adama çarptığın dakikadan bahsediyor!

İçimde bir yerlerde beni dürtükleyen Hazan, bir kez daha gerçekleri yüzüme vururken derin bir nefes aldım. Haklı olabilirdi. O zaman duygularımı insanların anlayıp anlamaması umurumda değildi. Oradan bir an önce ayrılmam gerekiyordu. Bu yüzden gözlerimdeki bakışın, yüzümdeki ifadenin üzerinde durmamıştım.

“Sanırım bu yüzden artık rol yapmama gerek yok. Zaten on yedi yaşında bir ergeni canlandırmak yeteri kadar zordu.” Dudağımın bir kenarı yukarıya çıkarken başımı koltuğa yasladım. “Bir kaçak olduğumu bildiğini de ortaya katarsak, kendim gibi davranmak daha iyi olacaktır değil mi?”

“Umursamazsın, yalan söylüyorsun ve bir kaçaksın. Senin hakkında bir şeyler öğrenmek fazla kolay gibi duruyor.” Eğlendiği her halinden belli oluyordu. “Fakat yine de neden ve kimden kaçtığını merak etmiyor değilim. Davranışlarına ve tavırlarına bakarak bir şeyler söylemek çok zor.”

Koltukta yana kaydım ve ona dönerek sol kolumu koltuğun sırt dayama yerine yerleştirdim. Sol ayağımı sağ ayağımın altına alırken onu süzdüm. Üzerindeki ceketi çıkartmış ve benim ceketimin yanına koymuştu. Üzerinde siyah bir kazak vardı. Kollarını göğsünde birleştirdiği için kazak üzerinde gerilmiş ve kaslarını meydana çıkartmıştı. Elleri büyük ve kemikliydi. İnsanların onun yanında kendini küçük hissetmesini sağlayacak bir yapıya sahipti. Yüzünde alaylı bir ifadeyle söyleyeceğim bir lafı bekliyordu.

“Senin hakkında da bir şeyler söylemek oldukça kolay,” diyerek ayağa kalktım. “Prensip sahibi bir katil bulmak bu sıralar oldukça zor diyorlar.”

Koltuğun üzerinde hareket ettiğini çıkan seslerden anlamıştım. Ayağa kalkıp bileğimi yakaladığında ise gözlerimi gözlerine sabitledim. “Sen,” doğru sözcüğün ne olduğunu anlayabilmek için bir süre yüzümü inceledi. “Bunu sakın bir daha söyleme!”

“Neyi? Prensipleri olan bir katil olduğunu mu?” diyerek ona baktım. “Bence beni bırakman gerektiğini düşünüyorum sen ne dersin?”

Gözlerinden geçen ifadeyi tanımlayabilmek mümkün değildi. Her türlü duygunun bir arada olmasının yanında en çok nefret ve kızgınlığın baskın olduğu bakışları vardı. Daha önce bu bakışları sadece tek bir kişi de gördüğümü düşündükçe midem kasılıyor, ne yapmam gerektiğine anlam veremiyordum. Nefret ya da kızgınlık…

Daha önce bu duyguları hiç tatmamış biri olarak bunlar sadece benim için birer eğlenceden ibaretlerdi. Şimdi ise karşımdaki manzara bana sadece gerçekleri anlatmaya çalışıyordu.

Bu hayat, bir oyun değildi.

Gerçek ve yalan ikisini bir araya getirebilmek asıl meseleydi. Ben de bunu yapacaktım. Varlığım belki bir anlam ifade etmiyordu, yokluğumun da bir anlam ifade edeceğini pek zannetmiyordum; bu yüzden kendimi en iyi şekilde bu saçma dünyaya hazırlamıştım. Hissiz bir insan olmak ya da yaşayan bir ölü olmak. İkisi de benim için aynı anlama geliyordu ve ben, kesinlikle yaşayan bir ölüydüm.

Bileğimi bıraktığında dudaklarını ıslattı ve kollarını göğsünde birleştirerek bana baktı. “Cesur bir kız olduğunu fark etmiştim ama bunu yüzüme söyleyecek kadar aptal olmadığını düşünüyordum. Benden korkman gerektiğini fark etmedin mi ufaklık?”

“Senden korkmuyorum. Unuttun mu? Beni ilk gördüğünde duygularımı sakladığımı sen söylemiştin. Neden şimdi bu sözünün üzerine senden korkmam gerekiyormuş? Korku da bir çeşit duygu değil midir?”

Gülerek yanımdan geçerken başımı salladım. Beni tanımaması onda kendine olan güveni arttırmış olmalıydı ki erkeklerden bir kez daha neden hoşlanmadığımı bana vurguluyordu. Kendilerine güvenleri tamdı. Bunun güzel bir şey olması gerekiyordu belki ama kadınlarla karşılaştıkları anda kendilerini her zaman en üst düzeyde görmeye meraklılardı. Ama kendilerinden güç ve yapı bakımından üstün bir erkek gördüklerinde geri çekilmek akıllarına geliyordu.

“Senin hakkında da fikir sahibi olmak gerçekten çok kolay.” Döndü ve bana alaylı bir bakış attı.

“Kolay,” Sözcükler dudaklarımdan kendinden o kadar emin çıkmıştı ki ben bile kendime bir an için inanamamıştım. Alışkanlık kesinlikle başa belaydı. “Sadece sana gösterdiğim kadar hakkımda bilgi edinebileceğini anladığını zannediyordum yoksa yanılıyor muyum?”

Salondaki yemek masasının oraya ilerlediğinde dikkatle onu izledim. Yaptığı davranışlar, bakışları bana sürekli olarak onu anımsatıyordu; bundan hoşlanmamıştım. İlk defa gördüğüm birini bana hatırlatmaya hakkı yoktu. Adımlarını yavaş ve temkinli bir şekilde atıyordu. Sol eli pantolonunun cebinde sağ elinin işaret parmağı yemek masasının üzerinde daireler çizerken bana kirpiklerinin ardından bir bakış attı.

“Hissizsin, davranışların kendine özgü, ölümden korkmuyorsun, zekisin. Tüm bunların yanında en önemli özelliklerinden bir tanesi de kendine güveniyorsun.” Yüzündeki eğlenceli ifade babamın darbe indirdiği buz tutmuş kalbimi tekrar tekrar parçalara ayırdı. “Sence de o kadar kolay olmadı mı?”

Derin bir nefes alarak kollarımı göğsümde birleştirdim. “Bence burada kendine güveni tavan yapmış tek bir kişi var ve o kişi de ben değilim. Ayrıca,” Bir adım atıp tamamen karşısına geçtim. “Sence ben bu kadar basit biri miyim?”

Seçtiğim kelime oyunu suratına sert bir yumruk atmışım etkisi yaratırken kaşlarını çatarak bana baktı. Ona karşı gelmemden ve ona karşı böyle bir tavır almamdan hoşlanıyordu fakat az önce sarf etmiş olduğum sözler onun ne kadar basit biri olduğunu düşündüğümü açıkça ortaya seriyordu. Bunu yapmak istemiyordum ama bana başka bir şans tanımamıştı.

Aptal olduğunu herkese kanıtlamaya mı çalışıyorsun? Eğer öyleyse buna gerek olduğunu düşünmüyorum. Aklını mı kaçırdın sen? Bir katile söylenecek laf mı bu şimdi?

İçimdeki her şeye muhalefet olmayı kafaya koymuş olan Hazan tekrardan kendini ortaya çıkardığında, derin bir nefes aldım. Her zaman onun düşüncelerine önem vermiştim. O benim hislerimin olduğu kısımdı. Bazen de benden daha da hissiz olabiliyordu. Örneğin; bir çocuğun babasını kaybettiğinde en azından ona ufacık bir samimiyet besleyebilirken, içimdeki Hazan umursamaz tavırlarıyla hayatta yapmayacağım bir şeyi yapar, sigarasını eline alır ve bir bar tezgahında bana kadeh kaldırırdı; öldüğü iyi oldu dercesine.

Şimdi ise bu adam karşısında tüm duyularını ayağa kaldırmış, korkulu bakışlarla Timur’u izliyordu. Yapacağı en ufak harekette kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp kaçacak gibi duruyordu. Bu da benim asla yapmayacağım bir şeydi. Her şey olabilirdim ama bir korkak olamazdım. Korktuğum için ise kaçmıyordum. Kaçıyordum çünkü annemin zarar görmesini istemiyordum. Tek istediğim onun mutluluğuydu. Benim değil!

“Ölüm fermanını mı imzalatmaya çalışıyorsun?” Gözlerini kısarak bana baktı. “Benden korkman gerekiyor, kafa tutman değil.”

Başımı iki yana salladım. “Bu kelimeyi söylemekten sıkılmadın mı? Senden korkmuyorum. Bunu anlaman gerekiyordu. Ayrıca, beni öldürmeyeceğini ikimizde biliyoruz.”

Dudakları alayla yukarıya kıvrıldı. “Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

“İlk olarak, prensip sahibi olduğunu söylemiştim. Prensip sahibi olanların öldürmek için sebebe ihtiyaçları olur ki senin beni öldürmek için kesin bir sebebin yok. Canımı sıktı öldürdüm diyemezsin?” Kaşlarını kaldırarak bana baktı. “İkinci olarak, beni öldürecek olsaydın bunu en başında yapardın. Ama sen bunu yapmaktansa sana güvenmemi istedin. Telefonu alır almaz gideceğini ve beni bırakacağını söyledin ki bu da beni öldürmeyeceğini açıkça belli ediyor.” Alt dudağımı ısırıp ona bir bakış attım. “Son olarak ise, denediğini görmek isterdim.”

Sadece yüzüme bakmakla yetindiğinde söyleyecek çok fazla şeyi olduğunu ama bunu yapmak istemediğini fark ettim. Bu konuşmanın gittikçe saçma bir yere ilerlediğini benim gibi o da fark etmiş olmalıydı. Birbirimizin yeteneklerini beden hareketlerimizden ortaya çıkartmak istememiz saçmalıktan başka bir şey değildi.

Gözlerimi devirdim ve başımı şiddetle iki yana salladım. Böylesine aptalca bir durumun içerisine düştüğüme inanamıyordum. Burada durup vaktimi Timur ile geçirmeyecektim. En azından onun saçmalamalarını dinlemeyecektim. Sabaha kadar ne kadar uyuyabilirsem o kadar iyi olurdu ama evden ayrıldığımdan beri doğru düzgün tek bir uyku bile çekememiştim. Her zaman arkamı kollamak zorunda hissediyordum kendimi; her an kapı açılacak ve babam içeriye girecek gibiydi. Diken üzerinde uyumama sebep oluyordu.

Uyku bu dünya üzerindeki tek dostumdu benim için. Çalışmaktan önce uyumayı daha çok seviyordum. Bir şeyler öğrenmek güzeldi belki ama uyku bambaşka bir şeydi.

“Ben uyumaya gidiyorum. Bir şey istiyor musun?” Kaşlarını kaldırarak bana baktı. Gözlerindeki şaşkınlığı direk olarak algılamıştım fakat hızla bu duyguyu üzerinden attı ya da atmaya çalıştı. “Uzun zamandır gelmedim buraya ama dolabın dolu olması gerekiyor. Çok fazla emin olduğumu da söyleyemem. Doluysa bir şeyler hazırlayabilirsin kendine. Odama ise kapıyı çalmadıkça gelme ve mümkünse beni rahatsız etme”

Gözlerindeki ifade gittikçe sinirlendiğini anlatıyordu. Burada durup söyleyeceği şeylere cevap vermek istemiyordum. Bugüne kadar istemediğim hiçbir şeyi yapmamıştım. Bunu da yapamazdım; yapmazdım.

Her şeyin bana ters olduğunu zaten biliyordum ama bunun bu kadar çabuk kendini göstereceğinden emin değildim. Ev telefonu çalmaya başladığında arkamı dönmüş Ülkü’nün odasına doğru ilerlemekteydim. Şimdi ise olduğum yerde kalmış burayı kimin arayabileceği konusunda tahminlerde bulunuyordum. Bu tamamen kafayı sıyırmam için ayrı bir sebepti.

“Buranın güvenli olduğundan emin misin? Gecenin bu saatinde kim arıyor?” Timur sinirle bana bakarken sert bir şekilde yutkundum. Kimin aradığı konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Belki de Ülkü arıyordu ama o zaman evi değil, Timur’u arardı. Sonuçta numarası onda vardı. Bu kadar ahmakça bir durumun içerisine düşmemizi istemediğini adım gibi biliyordum.

“Bilmiyorum. Telefona cevap versem iyi olacak.”

“Madem bilmiyorsun. Neden cevap veriyorsun? Ya evde olduğumuzu anlamaya çalışan biriyse, telefonu cevapladığın anda her şey tamamen değişecek. Bir de zeki olduğunu söylemiştim.” O gözlerini devirirken derin bir nefes aldım. Bu kadar mantıklı konuşması haksızlıktı ama benim de bildiğim bazı şeyler vardı elbette. Bunu anlamakta bu kadar diretmesinin sebebini merak etmiyor değildim.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. “Şu anda benim evimde olduğunun farkındasın değil mi? Sessiz olursan iyi olur.”

Sinirlendiği yüz hatlarından anlaşılmasına rağmen sesini çıkartmadı. Haklı olduğumu ikimizde biliyorduk. Teknik olarak benim evim sayılmazdı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Öyle değil mi?

Yavaş adımlarla telefonun yanına ilerlerken derin nefesler alıp vermeye başladım. Bunu yapabilir miydim gerçekten bilmiyordum. Arayan kişi eğer babam ise telefonu açtığım anda pişman olacağıma da emindim. Kendimi tamamen Tweety gibi hissediyordum. Kafesin içindeydim ama bir nevi özgürdüm. Fakat yine de dışarıdaki Sylvester’dan kaçmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Belki de uzun yıllardır hayatımı bu şekilde yaşamamdan kaynaklanıyordu. Anlayabilmek mümkün değildi…

Evet, seni bir kez daha tebrik etmek istiyorum Hazan. Yılın salaklar tacını sen alıyorsun… Telefonu açman mı gerekiyor? Ya babansa ne yapmayı düşünüyorsun? Yanlış numara diyerek yüzüne mi kapatacaksın? Hayatını sürekli ondan kaçarak mı geçireceksin?

Bir kez daha içimdeki Hazan’ın haklı olmasından dolayı kendimden nefret ettim. Hayatım boyunca babamdan kaçamazdım. Yıllarca babasız yaşamış biri olarak şimdi babamdan kaçmak o kadar tuhaf ve ironik bir durumdu ki bunu atlatamıyordum. Anlamıyordum da zaten; saçmaydı. En azından düşündükçe başka bir kelimeyle yaşadığım olayları açıklayamayacağımı biliyordum.

Korkmuyorum. Korktuğum için de kaçmıyorum. Annemin kendini iyi hissetmesi için kaçıyorum. O bana dur diyene kadar da kaçmaya devam edeceğim!

İçimdeki Hazan gözlerini devirip kollarını göğsünde birleştirirken başını iki yana salladı. Sırtını arkasındaki siyah duvara yaslarken ise üzerindeki kırmızı elbise onun ne kadar içten pazarlıkçı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.

Derin bir nefes aldım ve telefonu açtım. “Hazan, sen misin? Tanrım lütfen sen ol…”

Annemin o derinden gelen aceleci ve iç rahatlatıcı sesini duyduğumda tuttuğum nefesimi bıraktım. Bu sesi duymayalı iki hafta olmuştu. Her güne annem ile başlamayı, her günün sonunda annem ile bir film koyup o film hakkındaki düşüncelerimizi paylaşmayı özlemiştim. Kaç gündür bunları yapamıyor olmak içimde tarifi imkânsız duyguların büyümesine sebep oluyordu.

“Anne?” diye fısıldadım Timur’un beni duymasını istemeyerek ama maalesef bu o kadar da mümkün değildi. Hemen önümde durmuş gözlerini dikerek bana bakıyordu.

“Allah’ım şükürler olsun. Baban seni buldu diye ödüm koptu. İyisin öyle değil mi güzelim? Yaralanmadın? Seni bulamadı o aşağılık öyle değil mi?”

Arkamı döndüm ve Timur’un bakışlarından kaçmaya çalıştım. Bakışlarını sırtımda hissediyordum. “İyiyim. Sen beni merak etme. Asıl sen nasılsın? Telefonunu dinliyorlardır. Neden beni arıyorsun? Yakalanacağız…”

“Merak etme. Ülkü o işi halletti. Sanırım bilgisayarları hacklemiş. Nasıl yaptığı konusunda hiçbir fikrim yok ama; neyse, fazla vaktim yok. Sadece babanın seni yakalamasına izin verme güzelim. Hayatının sonuna kadar kaçman gerekiyorsa bile kaç. Ölene kadar bile kaçak yaşamak zorundaysan kaçmalısın hayatım. Seni kaybedemem. Bunca yıl ortalıkta yokken bir anda ortaya çıkıp da seni benden almaya çalışamaz. O yüzden kaçmak zorundasın.” Annem cümleleri hızlı hızlı dile getirirken derin bir nefes aldı. “Şimdi kapatmam gerekiyor ama en yakın zamanda tekrardan arayacağım. Beni merak etme. Sen sadece kurtulmaya bak. Ülkü yarın senin yanına gelecek. O zamana kadar beklemeni istiyorum. Onunla bir miktar para da göndereceğim sana. Bununla şimdilik idare edebilirsin güzelim. Fırsat buldukça seni aramaya çalışacağım. Seni seviyorum.”

Sözcükleri sıralar sıralamaz telefonu suratıma kapatması ise bir şeylerin yolunda gitmediğini işaret ediyordu. Ülkü’nün bilgisayar mühendisliği okuyacağım diye babasının başını şişirmesinin benim işime yarayacağını asla tahmin edemezdim ama görünen köy kılavuz istemiyordu işte. Benim için bilgisayarlara girip hayatını bile tehlikeye atabiliyordu. Zekasına her zaman için hayran olmuştum. Onun kadar başarılı birinin daha olacağına inanmıyordum.

“Vay canına…” diyerek gülmeye başladığında kaşlarımı kaldırarak ona baktım. “Demek babandan kaçıyorsun ha? Evden kaçan bir kız? Ne olmak için kaçtın? Manken olmaya mı çalışıyorsun?”

Gözlerimi devirip başımı salladım. Mantık dışında her şey olduğuna kesinlikle emindim… “Manken olmak için çok zekiyim Bay Bilmiş; fakat farkında mısın bilmiyorum, ben aynı zamanda polislerden de kaçıyorum. Sence babamdan kaçsam neden polislerden uzak durayım? Mantıklı mı bu dediğin şimdi?”

“Buna daha ne kadar devam edeceğiz? Sana sürekli laf yetiştirmekten sıkıldım…” Başını sallarken sırtını kapı pervazına yasladı. Kollarını göğsünde birleştirirken omuzlarını silkti. “Uzun zamandır polislerden kaçıyorum ve oldukça yorulduğumu söylemem gerekiyor.”

Dudaklarımı ıslatırken ona bir bakış attım. “Dalga geçiyorsun öyle değil mi? Sadece polislerden kaçtığına inanmamı bekliyorsan çok büyük bir yanılgının içerisindesin… Kafeyi kurşun yağmuruna tutanlar polis değillerdi herhalde.”

Beni kendisi gibi aptal zannediyordu sanırım. Söylediği cümleler, yaptığı mantık hataları kafamı karıştırmaktan ileriye gitmiyordu. Vereceğim cevapları aklımda tartmam ondan sonra konuşmaya başlamama sebep oluyordu. Daha önce hiç yapmadığım bir şeyin olması ise sinirlerimi bozuyordu. Ben bu değildim. Düşünmeden konuşurdum. Yine de mantıklı ve hazır cevaplar verirdim. Ama şimdi ne söyleyeceksem önce bir düşünmem bunu söylersem karşımdaki kişi ne cevap verecek diye aklımda tartmam gerekiyordu. Bu saçmalıktı. Böyle bir hayatı kabul edemezdim. Daha sadece yarım gündür bile tanımadığım bu adamın beni sadece birkaç saat içerisinde değiştirmiş olmasına ihtimal veremezdim.

Başımı salladım ve vereceği cevabı umursamamak için sessiz bir dua gönderdim. Annemin sesini duymak beni iyi hissettirmişti. Yaşadığım şu aksiyon dolu sahnelerin üzerime bindirmiş olduğu o saçma histen kurtulmamı sağlamış, yarın ve ondan sonraki günler neler yapacağımla ilgili aklımı başıma getirmeme yardımcı olmuştu. Şimdi tek yapmam gereken yarın gidebileceğim bir yer ayarlamaktı. Başka bir çarem de var gibi görünmüyordu zaten. Burada kalamazdım. Alaçatı’ya kadar gelen babamın Kuşadası’na gelmesi çok sürmezdi. Yakın zamanda burada olacağına emindim. Ama yine de Ülkü’yü beklemeli ve onunla bir plan yapmalıydım. Sahte kimlikler konusunda yardımcı oluyordu. Bunu nasıl yaptığını sorsam bile bir türlü cevap alamıyordum. Yakalanırsam o adamın adını vermemden korkuyordu. Bunu da o kadar umursamıyordum. Yakalanmadığım sürece bir sıkıntı olacağını zannetmiyordum.

Kendimi tekrardan az önceki koltuğa attığımda kaç gündür tam olarak uyumadığımı düşündüm. Başıma gelen bu olaylar yüzünden uyku sorunları yaşıyor olmak benim gibi biri için çok büyük bir şeydi. Uykusuzluğuma dayanamazdım. Bir an önce kendimi toplamam ve iyi bir uyku çekmem gerekiyordu.

“Neden kaçtığını söyleyecek misin artık? Yoksa zorla mı öğrenmem gerekiyor?” Timur da kendini yanıma attığında kaşlarımı çatarak ona baktım. Her şeyi bildiği yetmiyormuş gibi bir de neden kaçtığımın sebebini arıyordu. Çok mu kendine güveniyordu yoksa çok mu aptaldı anlayamıyordum. Benim aklımı karıştırabildiğine göre düşündüğümden daha zeki olmalıydı.

“Sana bunu söyleyeceğimi düşündürten şey ne?” Kapalı televizyona baktım. Hemen karşımızdaydı ve televizyonun ekranından ikimizin de görüntüsü görülebiliyordu. Başını sırt dayama yerine yaslamıştı. Ayaklarını ileriye uzatmıştı ve sol kolunu gözlerinin üzerine kapatırken diğer kolu göbeğinin üzerinde duruyordu. Ben ise tamamen bitmiş bir vaziyette öylece oturuyordum…

“Benim peşimdeki kişilerin seni yanıma aldığım için senin peşine de düştüklerini, senin peşindeki kişilerin ise Alaçatı’ya gittiklerinde uzun boylu esmer bir adamla oradan ayrıldığını öğrendiklerinde benim peşime düşeceklerini düşünecek olursak, sence de neden kaçtığını bilmek en büyük hakkım değil mi?” Gözlerini açarak bana baktı. “Bu yüzden seni dinliyorum…”

“Bu kadar uzun bir cümle kurmak senin için zor olmadı mı?” Başımı salladım ve ayağa kalktım. Onunla konuşmak istemiyordum. Onun için saçma gelen şeyler benim için en mantıklı şeylerden bir tanesiydi. “Seninle konuşmaya ayıracak vaktim yok. Biraz dinlenmeli ve sabahta yola çıkmalıyım. Beni rahatsız etme…”

Ayağa kalkıp kolumdan tuttuğunda ona dönmek zorunda kalmıştım. Boyundan dolayı yüzüne bakabilmek için başımı kaldırdım. Yine ne diyeceğini merakla bekliyordum. Sürekli olarak bir şeyler söylüyordu ve bazen mantıklı bazen ise sadece beni sinirlendirmeye yönelik olduğuna emindim. Farklı bir karakteri vardı. Bunu sadece gözlerinin içine bakarak bile söyleyebilirdim. Benim bilmediğim onun ise içinden bir türlü çıkamadığı bir duygu selinin içindeydi fakat her ne kadar iyi bir oyuncu olsam da insanların duygularının tam olarak nasıl yansıtıldığını bilmiyordum.

Ben oyuncuydum.

Kurnazdım.

Belki de diğerlerinin yargıladığı gibi tilkiydim. Tamamen insanlarla oynar onların görmek istediklerini onlara gösterir ve hayatlarını istedikleri şekilde yaşamalarını sağlardım. Bir şeyleri başarmak istiyorsam eğer onun için yapmayacağım şey yoktu. İnsanları harcamak benim için çok kolaydı. Duygularım olmadığı için insanlarla olan iletişimlerimde çok fazla dikkat etmiyordum. Hoşlanmadığım birine karşı hoşlanıyormuşum numarası yapmıyordum. Sadece arkadaş ortamı oluşturmam gerektiği zamanlarda bana benzediğini düşündüğüm kişilerle birlikte oluyordum ya da annemin onay verdiği kişilerle takılıyordum. Fakat Timur’un gözlerinin içine baktığımda tek algılayabildiğim ona verdiğim cevaplardan hoşlanmayan prensip sahibi bir katilin gözleriydi. Başka bir şey değil. Ölümden korkmuyordum ama eğer böyle bir şey olursa annemin kendini çok kötü hissedeceğini bildiğim için bugün ölemezdim. Bu yüzden dilime hâkim olmaya karar verdim. Bir numara daha çekmekten kimseye zarar gelmezdi.

“Benimle düzgün konuşman gerektiğini sürekli olarak hatırlatmam mı gerekiyor? Aptal olmadığını biliyorum ama kullandığın kelimeler sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Benimle konuşurken kelime seçimine dikkat et.” Ses tonu tüm kötülüğünü dışarıya çıkarmıştı adeta. Benimle ilk defa bu ses tonuyla konuşuyor olması ise hayatım boyunca ilk defa bir duyguyu yaşamamı sağladı.

Şaşkınlık…

Tamamen şaşırmıştım. Benimle sürekli alaylı bir şekilde konuşmasına alıştığım için bu şekilde konuşması beni sarsmıştı. Gerçekten bir şeyler hissedebiliyor olmam ise hissiz kalbim için fazlaydı.

“Bırak beni…” dedim gözlerimin donuk bir şekilde baktığından emin olduktan sonra. Her ne kadar rol yapmaya karar versem de donuk kalbimin üzerine binen bu şaşkınlığın ağırlığı rol yapmamı engelliyordu. “Seninle istediğim gibi konuşurum. Telefonu almak için bana ihtiyacın var. Beni öldüremezsin. Beni öldürdüğün anda telefona elveda demen gerekiyor. Bunu anladığını zannediyordum?”

Dudakları alayla yukarıya kıvrılırken gözlerindeki muzip tavır kaşlarımı çatmamı sağladı. “Seni öldüreceğimi nereden çıkartıyorsun?”

Hızla kolumu çekip ondan kurtuldum. Kendimi koruyabilirdim. İnsanlardan hoşlanmıyordum. Bu hayat bana göre değildi. Belki de gerçekten reenkarnasyon geçirmem gerekiyordu. Tamamen insanların olmadığı bir dünya da tek insan olarak hayata gözlerimi açmam ve tek başıma mutlu bir şekilde o dünyada yaşamam gerekiyordu ya da duyguları olan biri olarak da dünyaya gelebilirdim. Tam olarak bu konu hakkında konuşmuyor ya da düşünmüyordum. Hayatım tuhaftı. Yıllarca tanınmamış bir babanın ortaya çıkması sonucunda evden kaçan bir genç kız. Ne kadar da kulağa Yeşilçam sineması gibi gelse de gerçek buydu. Tuhaf bir histi. Farklı hissettiriyordu. Diğer kızlar gibi tek derdimin sınavlar, ailem, kız arkadaşlarım ve erkek arkadaşım olmasını çok fazla isterdim; fakat benim için tüm bunlar imkansızdı. Benim kaderim tuhaftı zaten. Sonbahar asla bana şans getirmemişti. Beni hiçbir zaman için yarı yolda bırakmadığı düşünülürse bu sonbaharda da kendimden nefret ettirmişti.

Laciverte yakın olan gözleri kısılırken çene kasları hareket etti. Elmacık kemikleri daha fazla belirirken, burun delikleri genişledi. Bunun onu çirkin göstermesi gerekirken sadece oldukça tehlikeli bir görünüm kazandırıyordu. Bunun sebebini bilmiyordum ama bir kez daha kalbimde bir yerlere eklenmiş olan o tanıdık gözlerin kalbimin parçalamasına izin vermişti. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordum. Daha sadece saatlerdir tanıdığım bir erkek beni hem şaşırtmış hem kalbimin buz tutmuş kısmına indirilmiş darbeyi genişletmiş, hayatıma asla sahip olmam diyeceğim duyguları ekmişti. Bu inanılmaz ve benim için korkutucu bir şeydi. Kalbimin hissiz olmasına alışmıştım ve üzülmeyecektim.

“Beni sinirlendirmekten vazgeç,” diyerek adeta kükredi. “Sinirli halimden hoşlanabileceğini hiç zannetmiyorum. O telefon hayatın boyunca karşılaşmış olabileceğin tüm o şeylerden bin kat daha değerli. Eğer onu alamazsam senin de benim de işimiz biter. O yüzden rahat dur ve benim sinirlerimi bozmaktan vazgeç. Duygularının olmaması senin korkmanı engelliyor olabilir ama,” Bir adım bana doğru geldiğinde yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve işaret ile baş parmağı arasına çenemi sıkıştırarak sertçe sıktı. “Ben kesinlikle korkulması gereken bir adamım ufaklık. Bunu göz önünde bulundurarak hareket etmeni tavsiye ederim sana.”

Sesindeki korkutucu ton duyularıma karıştı ve sıcak nefesi yüzüme çarpıp uzaklaşırken hızla benden uzaklaştı. Kalbim sonuna kadar gümbürderken alayla bana baktı. Hemen ardından da arkasını döndü ve Ülkü’nün annesi ve babasının odasına ilerleyip kapıyı kapatmadan önce bana döndü.

“Hissiz olman umurumda bile değil. Bir yere kaçmaya çalışırsan bu sefer seni bulduğum ilk yerde öldüreceğimden emin olabilirsin…”

Loading...
0%