@esmedemirr
|
Ülkü’yü en son bu şekilde gördüğümde beş yaşındaydım. İçinde bulunduğumuz evin arka bahçesinde babasız olduğumun yüzüme vurulduğu, insanların hiçbir zaman beni sevmeyeceğini öğrendiğim gün odamda ağlarken görmüştüm. Kollarını göğsünde birleştirmiş, bacağını bacağının üzerine atmış ve sol ayağını ritmik bir şekilde sallıyordu. Oturduğu sandalye de geriye yaslanmıştı. Yüz hatları tamamen katıydı; korkutucu görünüyordu. Gözleri ayakta bekleyen ben ve koltuğa kendini atmış bir şekilde yayılan Timur arasında gidip geliyordu. Bakışlarındaki kızgınlığı çok net hissediyordum. Ona yalan söylediğimi düşünüyordu ya da daha kötüsü onu kandırdığımı da düşünüyor olabilirdi ki; onu kandırdığım bir nevi gerçekti. Başımdan geçen olayları ona anlatmamıştım, saklamıştım. Belki de bu sebeple kötü bir arkadaştım ama kim ateşli silah saldırısına uğramış bir arkadaşına kendisinin de başına aynı olayın geldiğini söyleyip ardından da cinayet şüphelisi olan bir adam ile anlaşma yaparak; kendine kalacak yer sağladığını söyleyebilirdi ki? Ben kesinlikle söyleyemezdim. “Burada neler olduğunu bana açıklamayı düşünüyor musun, Hazan?” Sertçe yutkundum. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Sözcükler dudaklarımdan çıkmıyordu. Doğruları mı söylemeliydim yoksa yalanların arkasına saklanarak; bu hayatta yanımda olan tek insanın güvenini kayıp mı etmeliydim? Ne yapmam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. En sonunda konuşabildiğimde dudaklarımdan sadece şu cümle döküldü. “Özür dilerim.” Hisler; birçok insanın hata yapmasına sebep olan duygulardı. Korku; yanlış kararlar aldırabilirdi. Sevgi; manipüle edilmenizi kolaylaştırırdı. Nefret; kimliğinizi kaybetmenize sebep olabilirdi. Durduğum bu nokta da ise hissettiğim tek duygu çaresizlikti. On yedi yaşında evden kaçan bir kızdım. En yakın arkadaşım olmasa iki gün bile dayanamayacağım bu ülke de onun sayesinde iki haftadır hayattaydım. Kim olmak istediğim ya da kim olduğum konusunda bilgim yoktu. Ne gidecek bir yerim ne de param vardı. Üzerimdeki kıyafetlerim dışında elimde herhangi bir şey yoktu. Şimdi ise seri cinayetler sebebiyle aranan, ki kendisi bu cinayetleri işlemediğini ve bu sebeple adını temize çıkartacağını söylüyordu, birinin beni koruması karşılığında onun işlerinde ona yardımcı olacağımı söylediğim bir anlaşma yapmıştım. En yakın arkadaşıma yalan söylemiş, hissettiğim tüm duyguları içimde yaşamaya alışmışken; duyguların ağırlığı omuzlarıma binmiş bir şekilde kendini göstermeye başlamıştı. Korkuyordum; gidecek herhangi bir yerim olmadığı için. Seviyordum; annem beni sevdiği için. Nefret ediyordum; bir babam olduğu için. Nefret ediyordum; hayatta olduğum için. Nefret ediyordum; korktuğum için. Nefret ediyordum; sevdiğim için. Tüm bu duygular beni altına almış, ağırlığında ezilmemi bekliyordu. Çılgınlar gibi ağlamak istiyordum. Beş yaşındaki o küçük, savunmasız ben olup sesli bir şekilde ağlamak istiyordum. Duyguların ağırlığı üzerimden kalkar kalkmaz; gözyaşlarımı silmek ve sanki az önce dünyayı yerinden oynatacak kadar ağlayan ben değilmişim gibi hayatıma kaldığım yerden devam etmek istiyordum; ancak bunu yapamazdım. Ayaklarımın üzerinde durmalı ve duyguların sırtımdaki kamburundan kurtulmam gerekiyordu. Bende doğruları söylemeye karar verdim. “Sana yalan söylemek istemiyorum.” diyerek başladım sözlerime. “Güvendiğim ikinci kişi sensin ve başımdan geçenleri bilmen gerektiğini düşünüyorum.” Timur oturduğu yerden gözlerini bana dikti. Yüzündeki ifadeden şaşırdığını anlamıştım; böyle bir tepki vereceğimi beklemiyordu. Belki de duygusuzca hareket etmeli ve Timur’un benden beklediği gibi tepki vermeliydim ancak karşımdaki kişi öylesine biri değildi; Ülkü’ydü ve ben ona asla yalan söylemeyecektim. Masanın yanında bulunan sandalyelerden birine oturdum ve ellerimle oynarken başımdan geçen tüm anıları anlatmaya başladım. Timur’un bir seri cinayet sebebiyle arandığı kısmını es geçtim. Bunu bilmese de olurdu. Yeteri kadar benim için endişeleniyordu. Daha fazla endişelenmesini istemiyordum. Bu sebeple ona Timur ile bir anlaşma yaptığımı, beni babama karşı koruyacağını benim de Timur’a adını temizlemesi konusunda yardımcı olacağımı söyledim. Söyleyeceklerimi bitirdiğimde ise Ülkü’nün gözleri Timur’un üzerindeydi. İkisi de konuşmadan birbirlerini izliyorlardı. Timur’un şimdiye kadar birçok defa konuşması gerektiğini düşünüyordum ancak o bunun yerine bizi dinlemeye karar vermişti. Ben konuşmadan herhangi bir açıklama yapmıyordu ki bunun için kendisine minnettardım. İlk tanıştığımızda ondan hoşlanmadığım göz önüne alındığında ona şu anda minnettar olmam komikti. Hayat gerçekten garipti ve ne zaman karşımıza ne çıkartacağını bilemiyorduk. “Başı yeterince belada,” dedi Ülkü sonunda konuştuğunda. “Onu daha büyük bir tehlikenin içerisine atmayacaksın öyle değil mi?” Timur gözlerini bana çevirdiğinde yalan söylemesini istedim. Beni asla tehlikenin içine atmayacağını, ne olursa olsun koruyacağını söyleyerek Ülkü’nün içini rahatlatmasını bekledim ancak o istediklerimin tam tersini yaptı. “Yalan söylemeyeceğim,” dedi sakince. “Hazan’a değer verdiğini biliyorum. Bana güvenmediğinin de farkındayım. Ancak bunun garantisini sana veremem. Benim de onunda, peşindeki adamlar güvenilir kişiler değiller. İkimiz de bir kaçağız ve ne zaman yakalanacağımız belli değil.” Oturduğu koltuktan kalkarak tam yanımda durdu. Gözleri bir an olsun Ülkü’nün üzerinden ayrılmıyordu. Derin bir nefes alarak dudakları hareket ettiğinde hiçbir zaman duyacağımı düşünmediğim o sözcükler dışarıya çıktı. “Sana sadece tek bir şeyin garantisini verebilirim. Onu güvende tutamam ama elimden geleni yaparım.” Ülkü kuşkulu gözlerle Timur’u incelerken sakin bir şekilde oturduğu sandalyeden kalktı. Gözleri kısılmış, çenesi kasılmıştı. Bedenindeki gerginlik ben buradayım dercesine kendisini belli ediyordu. Konuştuğum tüm bu süre içerisinde hiçbir şey söylememiş, sözümü kesmeden beni dinlemişti fakat şimdi nasıl bir tepkinin geleceğini bilmiyordum. Onunla kolay kolay tartışmazdım. Hatta yaşadığım tüm bu hayat boyunca hiç kavga etmemiştim. Çünkü her zaman haklı çıkıyordu. Asla yanıldığını görmemiştim. Düşüncelerine hayran olduğum, fikirlerine saygı duyduğum sayılı kişilerdendi. Eğer öyle olmasaydı belki de tüm hayatımı onun sözleri üzerine kurmayacakmışım gibi geliyordu. Gerçekten saygı mı duyuyorsun Hazan? Yoksa seni yargılamayan, aşağılamayan tek kişi olduğu için ona muhtaç mısın? İçimdeki Hazan yine kendisini göstermişti. Her zaman böyle bir durumun ortasında kendisini gösteriyor olması da trajikomik bir durumdu. Neden bana bunu yapıyordu? Ben neden kendime bunu yapıyordum? Kendimi neden iki farklı insanmışçasına sorguluyordum? Cevabını bildiğin soruları sormayı çok sevmiyor musun sence de? Haklıydı, biliyordum. İçimden geçirdiğim tüm soruların cevapları bendeydi. Kendimi iki farklı insan gibi ayrı şekilde yaşıyordum. Başıma gelen olumsuzluklarda onu suçlamak ve bir kenara geçerek onun acı çekmesini izlemek kolaydı. Kendi acımı bile kendi benliğinde bulunan Hazan’a atmak yine benim gibi aciz bir insanın yapabileceği bir şeydi. Kendimi tamamen aciz hissediyordum. Acı çekmemek için tüm hatalarımı onun üzerine atıyor kenara geçiyordum. Yaptığım hatalar ile yüzleşmek yerine onlardan uzaklaşarak kaçıyordum. Ülkü tek kelime dahi etmeden merdivenlerden yukarıya çıktığında peşinden gitmem gerektiğini biliyordum; ancak ayaklarım geri geri giderken beni neyin beklediğini bilmemek içimde saklamaya alıştığım duyguların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyordu. “Sanırım peşinden gitmen gerekiyor.” Timur’un deniz mavisi gözleri dikkatli bir şekilde yüzümü inceliyordu. Ülkü’nün nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordum. Timur’un neden Ülkü ile konuştuğum tüm bu süreç içerisinde sessiz bir şekilde beklediğini bilmek istiyordum. Ülkü gelmeden önce Timur ile yaptığımız konuşmaya kaldığımız yerden devam etmek istiyordum. Çok fazla isteğim vardı ancak benim şu an için sadece bir tanesini yapacak durumum vardı. Bende şansımı Ülkü’den yana kullanmaya karar verdim. Derin bir nefes alıp bırakırken Timur’a başımı salladım ve kendimi Ülkü’nün arkasından merdivenleri çıkarken buldum. Ülkü üst katta bulunan kendi odasına girmişti. Bu oda hala çocukluğumuzdaki gibiydi. Odada iki tane tek kişilik yatak vardı. Yatak başlıklarının bulunduğu yerde boydan boya camdan bir duvar vardı. Camların üzerinde küçük stickerlar yapıştırılmıştı. Yatağın alt tarafında yerde armut koltuklar bulunuyordu. Bir bilgisayar masası ve küçük oyun alanı vardı. Ne çok büyük ne de çok küçük bir odaydı. Siyah ve pembe tonları hakimdi. Benim tarafım siyahlar içindeyken Ülkü’nün tarafında pembe renkler vardı. Bu haliyle bile ne kadar zıt olduğumuzu bana haykırıyordu sanki. Odaya girdiğim anda Ülkü arkasını dönerek bağırmaya başladı. “Nasıl böyle bir şey yapabilirsin?” Hızla kapıyı kapattım ve seslerin aşağıya gitmesini önlemeye çalıştım. Böyle bir atak bekliyordum. “Şşş, Ülkü biraz sessiz olur musun lütfen? Timur duyacak.” Sinirle bir kahkaha attı. “Timur mu duyacak? Sessiz mi olayım? Kendi evimde sessiz mi olayım Hazan? Ne zamandan beri bu kadar dikkatsiz davranıyorsun sen? Kim olduğunu bilmediğin bir adam ile anlaşma yapmak ne demek? Nasıl bu kadar çabuk güvenebilirsin? Silahlı saldırı bir de? Gerçekten benimle dalga geçiyor olmalısın.” Sessiz bir şekilde beklemeye karar verdim. Şu anda içinde bulunduğu durumu sindirmek ve olanları anlamaya çalışmak arasında gidip geldiğini biliyordum. Beni korumak istediğinden de kesinlikle emindim. Bunun aksini asla düşünmezdim, düşünemezdim. Ülkü annemden sonra belki de iyiliğimi isteyen tek kişiyken üstelik. Ellerini sarı dalgalı saçlarının arasından geçirdi. Tek el sinirlenme belirtisiyken, çift elin delirme belirtisi olduğunu biliyordum. Ülkü’yü çıldırtma derecesine getirdiğimi işte bu şekilde anlamış oldum. “Nasıl bu kadar vurdum duymaz olabilirsin? Peşinde ne kadar tehlikeli insanların olduğunun farkında mısın sen? Bir de kim olduğunu bilmediğin bir adam ile kaçıyorsun. Onun peşindeki adamların ne kadar tehlikeli olabileceklerinin farkında mısın? Ya başına bir şey gelirse? Ya seni kaybedersem Hazan ya kardeşimi kaybedersem?” Büyük ve güçlü bir el kalbimi sıkıyormuş gibi hissediyordum. Kalbimin üzerinde çok güçlü bir baskı vardı. Bu baskıdan nasıl kurtulacağım konusunda emin değildim. Nefesim boğazımda tıkanmıştı. Ülkü’nün bu kadar açık bir şekilde duygularını gözler önüne sereceğini düşünmemiştim. Benim kardeşim yoktu. Kardeşlik nasıl bir şeydi bilmiyordum. Hayatımda kardeşe en yakın olan kişi Ülkü’ydü. Çocukluğumdan itibaren her zaman benim yanımdaydı. Bazen bir abla, bazen küçük bir kız kardeş, bazen en yakın arkadaş, ihtiyaç halinde benimle saatlerce boş boş oturacak kadar samimi olduğum tek kişiydi. Yaptığım davranışların ileri de getireceği sorunları düşünmemiştim. Sadece bu anda yaşamış ve kendimi tamamen soyutlamıştım. Geleceğimin olacağından bile emin değildim. On sekizinci yaş günümde hayatımı tekrardan geri alacaktım. O zamana kadar bir kaçaktım ve istesem de istemesem de Ülkü’nün yardımına ihtiyacım olduğu kadar Timur’un da yardımına ihtiyacım vardı. Babamdan tek başıma kaçamazdım. Param yoktu, aracım yoktu, ismim yoktu, polisler çoktan beni aramaya başlamış olmalılardı. Her şeyi konuşmanın ya tam zamanıydı ya da bir daha konuşmamak üzere susmak zorundaydım. Omuzlarım büyük bir yaşanmışlık hissi ile çökerken sağ gözümden bir damla yaşın yanaklarımdan boynuma doğru süzüldüğünü hissettim. Yaşadıklarımın ağırlığı altında ezilmekten sıkılmıştım. Bacaklarımın beni taşıyamayacağını hissettiğimde kendimi küçükken yattığım yatağın üzerine bıraktım. Ülkü büyük bir şaşkınlık içinde beni izliyordu. Böyle bir tepki ile karşılaşacağını tahmin etmemiş olmalıydı. Tıpkı benim gibi… “Hazan,” dedi şaşkınlık içerisinde önümde diz çöküp, bacaklarımın üzerinde duran ellerimi ellerinin arasına alırken. “Çok mu üzerine geldim. Özür dilerim.” “Ben ne yapacağımı bilmiyorum.” Sonunda itiraf ettim. Dışarıdan her şeyi biliyormuş gibi görünebilirdim ama aslında hiçbir şey bilmiyordum. Sadece yaşıyordum ve bu yaşanmışlıklar bedenim de geri dönüşü olmayan ağırlıklara sebep oluyordu. “Haklısın, kime güveneceğimi bilmiyorum. Timur’a güvenip güvenmemek konusunda kararsızım. Bana söylediği kadar tanıyorum kendisini ancak babamın yanına gidemem. Bunu biliyorsun. Hiç tanımadığım bir adam ile giderek kendimi riske atıyor olabilirim ama en azından bana en yakın olması gereken kişi tarafından yıllarca sürecek bir esaretin içerisine girmeyeceğim.” “Biliyorum.” Ülkü’nün de gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Yıllarca benim yanımda durmuştu. Kendi acıları konusunda bana asla açık olmamıştı. Bunun sebebinin yıllardır içimde yaşadığım baba sevgisizliğinin kendi ufak sorunlarının önüne geçerek şımarıklık olacağını düşünmesinden kaynaklanıyordu belki de. Bu yüzden asla duygularını dışarıya vurmaz, her zaman gülümsemeye çalışırdı ancak şimdi benim acımla birlikte onun acıları da gözler önüne seriliyordu. “Gidecek kimsem yok,” dedim burnumu çekerken. “Kaçak olarak yaşamak zorundayım ve bana yardımı olabilecek herkesi kabul etmek zorundayım. Başka şansım yok. Buradan gitmek istesem nereye gideceğimi bilmiyorum. Babam senin yanında olduğumu biliyor. Korkup beni ona verirsin diye ateş açtı sana. Bunu ikimiz de biliyoruz. Seninle birlikte olduğum sürece sen de tehlikedesin ve ben bir kez daha benim yüzümden birinin zarar görmesini istemiyorum.” “Seni asla vermem o adama. Asla! Anlıyor musun beni Hazan? Asla! Seni almak istiyorsa önce beni çiğnemek zorunda.” Ülkü’nün babama karşı hissettiği nefret o kadar büyüktü ki, kendi babası ile olan tartışmalarının çok önemli olmadığını düşünmesini sağlıyordu. Yıllardır yaşadıklarımız film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. En son ağladığımda beş yaşındaydım. En son gerçekten güldüğümde beş yaşındaydım. En son “Nasılsın?” sorusuna doğru cevap verdiğimde beş yaşındaydım. Büyümek zorunda bırakıldığımda beş yaşındaydım. Tüm bu zaman boyunca yanımda sadece Ülkü vardı. Babamı karşısına alacak kadar bana değer veriyordu. Bu sırf annelerimiz çok yakın arkadaş olduğu için ya da beraber olduğumuz için yaptığı bir yakınlık değildi. Beni gerçekten anlıyordu ve ona göre davranıyordu. Yalanlardan, sırlardan, yapmacık tavırlardan nefret ediyordu. Benim neden böyle olduğumu ise en iyi yine o anlıyordu. “Daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum. Babamın beni bulması an meselesi, Ülkü. Biliyorum şüphelerin var; benim de var.” Derin bir nefes alıp ellerini sıktım. “Kendim olmak istiyorum. Hayatımda bir kez olsun kendim için bir şey yapmak istiyorum. Sonuçlarının nasıl olacağı ile ilgilenmek istemiyorum. Sonuçlarını düşünmeden hareket etmek istiyorum.” Burnumu çektim. “Senden ilk defa kendim için bir iyilik istiyorum.” Ülkü’nün gözleri yaşlardan dolayı ıslaktı. Pencereden içeriye giren güneş ışığı o güzel yüzündeki gözlerini parlatıyor, yüzündeki o mutluluk ifadesini gözler önüne seriyordu. Beş yaşından beri ilk defa ondan bir şey istiyordum. İlk defa ondan kendim için bir şey istiyordum. Bunun onun için ne kadar önemli olduğunu ise gözlerinin parlamasından, dudaklarının yukarıya kıvrılmasından anlıyordum. “Ne istersen, senin için her şeyi yaparım.” “Özgür olabilmem için yardım et. Babamdan kaçabilmem için, annemi mutlu edebilmem için. Sadece dokuz ay için bana güven ve kendi kararlarımı vermeme izin ver.” Ülkü’nün gözlerindeki ifade bir anda silindiğinde bana izin vermeyeceğini anlamıştım. Beni yalnız bırakmayı düşünmüyordu. Timur’a güvenmiyordu ve benim onun gibi biri ile görülmemden hoşlanmıyordu. Timur’a bende güvenmiyordum ancak babamdan kaçmak istiyorsam başka bir şansım da yoktu. “Timur denilen adama güvenmiyorum. Kim olduğunu ya da nasıl bir belanın içerisinde olduğunu, bu telefonun neden bu kadar önemli olduğunu da bilmiyorum.” Derin bir nefes aldı ve iki elini yanaklarıma koyarak baş parmakları ile yüzümdeki ıslaklıkları sildi. “Ancak sana güveniyorum. Kendi kararlarını verebileceğine ve bunu kendin için yaptığına inanıyorum.” Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken teşekkür etmek için araladığım dudaklarım son söyledikleri ile kocaman bir şaşkınlık ifadesine dönmüştü. “Fakat seni onunla tek başına bırakmak gibi bir düşüncem yok. Nereye gidiyorsunuz, ne yapıyorsunuz her an her dakika haberim olacak. Başınız derde girdiği anda beni arayacaksınız. Aksi takdir de annene Timur’dan bahsederim.” Son söylediği ile itiraz etmeye hazırlanıyordum ki sustum. Timur’dan anneme bahsetmesi demek; annemin küçük çaplı bir kalp krizi geçirmesi demekti. Annemi korkutmak istemiyordum. Fakat Ülkü’yü de böylesine tehlikeli bir işin içine atmak istemiyordum. Tüm bu saçmalıklara annenin mutluluğu için başlamadın mı zaten? Şimdi de Ülkü’nün tehlike de olup olmaması ile mi ilgileneceksin? Ne zaman tam anlamıyla sadece kendini düşüneceksin? Başkalarını düşünmek güzeldir. İyi bir insan olduğunu gösterir; ancak kendinden önce başkalarını düşünmek aptallıktır. Bir kez olsun aklını başına alıp sessizce teşekkür etsen olmaz mı? İçimde her an dışarıya çıkmaya hazırlanan Hazan’ın sözleri yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Ne zaman tam anlamıyla sadece kendini düşüneceksin? Gerçekten ne zaman düşünecektim? Annem bile beni dünyaya getirirken düşünmemiş, öylece dünyaya getirmişti. Böyle bir babamın olduğu, karakterini bildiği, hayatımın cehenneme çevrileceğini bildiği halde; bencilce davranarak beni dünyaya getirmişti. Eğer böyle bir adamın çocuğunun dünyaya gelmesinin insan ırkı açısından bir sakınca olacağını ya da dünyaya gelecek olan bebeğin sağlıksız bir birey olma yolunda ilerleyebileceğini bir kez olsun düşünseydi; belki de burada böylece oturmuş bir şekilde kendimi tamamen yok saymıyor olurdum. Ellerimi yanaklarımda duran Ülkü’nün ellerinin üzerine koydum ve gülümsemeye çalıştım. “Peki, sen nasıl istersen.” Yüzünde içten bir gülümseme ile oturduğu yerden kalkıp beni de kaldırdı. “Hadi aşağıya inelim ve Timur Bey, gerçekte kimmiş öğrenelim.” Aynı şeyi bende merak ediyordum. Sadece adını biliyordum. Timur! Onun hakkında bildiğim tek şey buydu. Timur’un benim hakkımda ne bildiğini ise bilmiyordum. Gaziantep ilinden buraya kadar benim peşimden geldiğine göre öncesinde bir araştırma yapmış olması gerekiyordu. Hangi beni tanıyarak bulduğunu merak ediyordum. Babasından kaçan Hazan Uysal’ı mı yoksa kafede ailesinden para almamak için çalışan Hazan Kaçmaz’ı mı? İkimiz birlikte aşağıya indiğimizde Timur’u açık televizyonda haberlere bakarken bulduk. Koltukta oturmuş, dirseklerini dizlerine yaslamış, öne doğru eğilmiş bir şekilde kumandayı iki eli ile kavramıştı. Her ne izliyorsa sinirlenmesine sebep olmuş gibi görünüyordu. Ne olduğunu anlayamadan televizyona baktığımda gözlerime inanamadım. “Bursa bir kadın cinayetine daha gözlerini açtı, sayın seyirciler. Şu anda Türkiye’nin birçok yerinde seri cinayetler devam ederek halka büyük bir korku salmaktadır. Emniyet güçleri, şüpheliyi yakalamak için ellerinden geleni yaptıklarını, vatandaşlarımızdan ise seri katil yakalanana kadar geç saatlerde dışarıda bulunmamalarını istemektedir.” “Kaç cinayetten bahsediyoruz?” diye sordum merakla. Tek kaşını kaldırarak bana döndü. “Gerçekten bunu mu merak ediyorsun?” “Sadece anlamaya çalışıyorum.” Başını salladı ve gözlerini duvardaki bir noktaya sabitledi. “Sekiz kadın cinayetinden bahsediyoruz.” Sadece birkaç saat önce konuştuğumuz cinayetlere bir yenisi daha eklenmişti. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken; Timur’un yüzündeki yıkılmış ifadeye bakıyordum. O burada benimle birlikteyken dışarıda bir kadın cinayeti daha işlenmişti. Cinayetleri onun işlemesinin imkânı yoktu. Hem İzmir de hem de Bursa da aynı anda bulunamazdı. Cinayetleri biri ya da birileri işliyordu ve suçun Timur’un üzerine kalmasını istiyorlardı. Bunu neden istedikleri konusunda ise en ufak bir fikrim yoktu. Timur’un yüzünde gördüğüm ifade onunda herhangi bir fikri olmadığını gözler önüne seriyordu. Ülkü’ye Timur’un seri cinayetlerden dolayı arandığını söylememiştim. Şaşkınlıkla televizyondaki haberlere bakıyordu. Timur başını çevirip bana baktığında göz göze geldik. Gözlerinin kızarıklığı kendini açıkça belli ediyordu. Mavi gözlerinin çevresindeki beyaz harelerdeki kızarıklık ne kadar yorgun olduğunu gösteriyordu. İkimizde gözlerimizi açıp kapattığımızda aramızda sözsüz bir anlaşma geçmişti. Ne olursa olsun Ülkü’ye bundan bahsetmeyecektik. Ülkü’ye her ne kadar söz vermiş olursam olayım, onu korumak istiyordum. Benim yüzümden başına bir şey gelmeyecekti. Bunu nasıl yapacağımı bilmesem de bir şekilde her şeyi yoluna koyacaktım. Timur, Ülkü’nün şok halinden çıkması için televizyonu kapatarak, oturduğu yerden ayağa kalktı. İkimizin karşısına geçmeden önce sol koluna gözlerini sildiğini gördüm. Üzerine atılan bu suçlamaların onu ne kadar derinden yaraladığına ilk defa bu kadar yakından şahit oluyordum. Birilerinin yapmadığınız bir şeyi yapmışsınız gibi gösterip sizlerin hayatlarını mahvetmelerinin ne demek olduğunu bilemezdim ama sadece anlamaya çalışabilirdim. “Evet?” Timur ellerini pantolonun ceplerine koyarak bize yukarıdan baktı. “Aranızda anlaşabildiniz mi?” Ülkü kollarını göğsünde bağlayarak ona baktı. “Anlaştık. Sana güvenmiyorum, kim olduğunu bilmiyorum. En ufak yanlış hareketinde karşında beni bulacağını bilmeni isterim.” İşaret parmağını Timur’un göğsüne bastırdı ve gözlerinin içine bakarak devam etti. “O zaman keşke polis tarafından bulunsaydım diye dua edersin.” İkisinin arasında kalmış bir Timur’a bir Ülkü’ye bakıyordum. Ülkü’nün bakışları sert, Timur’un bakışları ise anlayışla parlıyordu. Hızla ikisinin arasına girerek Ülkü’yü Timur’dan uzaklaştırdım. “Tamam arkadaşlar, sakin oluyoruz. Birbirimizi yemenin bir mantığı yok öyle değil mi?” Ülkü bana sanki uzaydan gelmişim gibi bakarken şirin olmasına özen gösterdiğim bir gülümseme ile ona baktım. Bu onu daha da sinirlendirmiş olmalı ki arkasını dönüp sandalyeye oturmaya gitti. Timur ile birbirimize baktığımızda omuzlarımı silkmiştim. “Bu telefona neden ihtiyacın var?” Ülkü, elindeki siyah renkli telefonu havaya kaldırdığında Timur’un yanımda kasıldığını hissettim. Telefonun onun için ne kadar önemli olduğunu biliyordum. Yaşam sigortam diyordu onun için. “Hayatta kalmamı, insanlardan kaçmamı sağlayan işte o telefon. Telefonun bende olduğunu bildikleri sürece bana yaklaşmaya cesaret edemezler.” Ülkü, telefonu Timur’un eline bırakırken açık mavi gözlerini ona dikmişti. “O zaman bu telefonu sakın bir daha kaybedeyim deme.” Timur’un dudakları yukarıya kıvrılırken yarım bir gülümseme bahşetti. “Eğer o telefonu kaybetmeseydim, belki de Hazan ile hiç karşılaşmamış olacaktık.” Ülkü’nün çene kasları hareket ettiğinde alayla güldü. “Belki de olması gereken zaten Hazan ile hiç karşılaşmamış olman gerektiğidir.” “Tekrardan aranıza girmek istemiyorum ama bence bir an önce ne yapacağımıza karar mı versek?” İkisi de birbirlerine son kez bakıp koltuklara geçtiler. Timur televizyonun karşısındaki üçlü koltuğa otururken Ülkü de tekli koltuğa geçmişti. Başımı sallayarak bende Timur’un yanına oturdum. “Telefonu aldığına göre, ne yapacağız şimdi? Bir planın var mı?” Timur oturduğu yerden Ülkü’ye baktı. “Onun yanında bunu konuşmayacağız öyle değil mi?” “Hayır, Bay Bilmiş. Benim yanımda konuşacaksınız. Hazan’ın güvende olduğundan yüzde yüz emin olana kadar bana tüm planları anlatacaksınız ve size ulaşmam için bir irtibat numarası bırakacaksınız.” “Böyle bir şey olmayacak.” İkisi de tekrardan birbirlerine kötü kötü bakmaya başladıklarında derin bir nefes aldım. Bir tarafta canımı emanet ettiğim adam ve diğer tarafta onun canına karşılık ölümü göğüsleyeceğim kardeşim gibi gördüğüm Ülkü vardı. İkisinin arasında kalmak o kadar kötü hissettiriyordu ki, ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece kim konuşursa dönüp ona bakıyordum. Herkes kendi hayatını düşünür ya da sevdikleri kişinin hayatını; sence onlar kimin hayatını düşünüyorlar Hazan? Senin mi yoksa kendilerinin mi? Her kendimi rahatlatmaya çalıştığımda ortaya çıkmayı kendisine görev bilen iç sesim dışarıya çıktığında derin bir nefes aldım. Kendim mi kendimi yoruyordum yoksa içimdeki ben mi beni dışarıya çıkmak için yoruyordu; bilmiyordum. Artık biraz olsun kendimi düşünmek istiyordum. “Ülkü’ye bir söz verdim,” dedim Timur’a hitaben. “Seninle gitmemin karşılığında ona nerede ne yaptığımı söyleyeceğim ve bu konu kesinlikle tartışmaya kapalı.” Timur gözlerini kısarak bana baksa da ona güven vermek istercesine sakince başımı salladım. Ülkü’ye sadece bilmesi gerektiği kadarını söyleyecektim. Ne Timur’u ne de Ülkü’yü tehlikeye atacak bir şey yapmayacaktım. Ne zaman birbirimizi bu kadar çabuk anlar duruma gelmiştik bilmiyorum ancak Timur beni anlamış ve başıyla da onaylamıştı. “Şimdi kaçak olarak yaşamak için iyi bir plana ihtiyacınız var.” Ülkü, koltukta öne doğru geldi ve dirseklerini dizlerine yasladı. Ellerini birbirine kenetleyerek çenesinin altına yerleştirdi. “Nasıl bir planınız var?” Timur konuşmaya başlamadan önce dudaklarını ıslattı ve mavi gözlerinin gittikçe kızarmaya başladığını fark ettim. Yorgunluk bedenini ele geçiriyordu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. İkimizin de dinlenmeye ihtiyacı vardı. Onun konuşmasına fırsat vermeden önce ben konuştum. “Planın ne olduğunu dinlendikten sonra da öğrenebiliriz. Fazlası ile yorgunuz. İkimizin de dinlenmeye ihtiyacı var.” Ülkü ikimize birden baktı ve haklı olduğumu anladığı için konuyu uzatmadı. “Timur, sen annem ve babamın odasında kalabilirsin. Siz biraz uyuyup dinlenirken bende sizin için giyecek ve yiyecek bir şeyler getireyim.” “Bir an önce yola çıkmamız gerekiyor…” diyerek söze başlayan Timur’u, Ülkü sertçe kesti. “Hayır, önce dinlenmeniz gerekiyor. Yolda giderken bir trafik kazası geçirmek istemezsin herhalde. Önce dinlenin ve temizlenin. Daha sonra ise nasıl bir planın varsa üzerinde çalışabiliriz.” Başımı çevirip Timur’a baktım. “Dinlenmemiz gerekiyor. Bu şekilde birkaç saat daha durursak, yorgunluktan araçta uyuyup kalacağız.” Gözlerimi gözlerine kenetledim. “Başıma bir şey gelmemesi için elinden geleni yapacağını söylemiştin. Eğer dinlenmezsen başıma büyük bir kaza gelebilir.” Gülmek ile kendini tutmak arasında bir yerlerde dudakları kıvrılmıştı. Haklı olduğumu biliyordu. Onun sözlerini ona karşı kullandığım için de gurur duyuyor olabilirdi. Bu bakışı daha önce görmediğim için nasıl bir çıkarım yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bunun yerine başını salladı ve ayağa kalktı. “Bu seferlik sizin dediğiniz gibi olsun. Altı saat sonra yola çıkarız.” İkimizin konuşmasına fırsat vermeden salonun iç tarafındaki kapıyı açarak Ülkü’nün anne ve babasının odasına girdi. Odanın kapısı yüzümüze kapandığında Ülkü ile sadece omuz silkmiştik. Yeni bir maceraya başlamak üzereydim ve başıma neler geleceği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. |
0% |