@eylull_sutolukk
|
"El alem ne der" adı altında hayatı s!kilmiş olan tüm kadınlara...
Lalin Beyoğlu “Hadi Lalin geç kalıyoruz!” “Tamam geliyorum!” dedim ve koşarak çantamı alıp dışarı çıktım. Bütün ekip karşımda beni bekliyordu. Bugün tek bir amacımız vardı: eğlenmek. Duyduğunuz gibi adım Lalin, Lalin Beyoğlu. Sizin bildiğiniz gibi genç ve masum kızlara benzemem. Benim bir çetem var. Hepsi benim can dostum. Beni asla yalnız ve yarı yolda bırakmazlar. “Ne düşünüyorsun?” sesin sahibi tahmin ettiğim üzere Bulut'tu. Kafamı iki yana salladım. Düşündüklerimi ona söyleyerek onu üzmek istemezdim. “Boş ver. Bugün hiçbir günah işlemeyeceğim.” dedim gülerek ve kapısı açık olan arabanın içine atladım. Her ne kadar biz kendimiz gideriz desek de Engin amca çok ısrar etmişti götürmek için. Biz de sonuçta onun elinde büyümüştük. Kıramamıştım, ayrıca da Bulut'un babasıydı. En güvendiğimiz insanlardan birisiydi. O da içeriden sesleniyordu bizlere. Kahverengi saçları Bulut’un saçlarıyla aynı renkti fakat gözleri Bulut’un aksine kahverengi tonlarında falan değildi, maviydi. Yeni yeni beyazlaşmaya başlayan sakalları vardı. Bu ona serseri bir hava katıyordu. Bunu inkar edemezdim. İnkar edeni zaten döverdi. “Çocuklar 5 dakikaya aşağıdayım.” Ekip şahane görünüyordu. Bulut her zamanki komikliğini yine üstüne takınmıştı. Umut ise yine ciddiydi. Siyah saçlarıyla aynı tonda olan gözleri her zamanki gibi donuk bakıyordu. Gözlerimi devirerek kızlara döndüm. Saye ve Güneş yine ikiz gibi giyinmişlerdi. Güneş’in kıvırcık saçları Saye’ninkiler gibi düzleştirilmişti. Şaşırmış mıydık? Sanmıyorum. Ardından Engin amca da arabaya geldi ve yola koyulduk. Arabada bangır bangır çalan müzik kulaklarımı her ne kadar eğlendirse de içimde garip bir his vardı. Aman! Zaten kırk yılın başı eğlenebiliyordum. Babamdan bana kalan işler vardı ve genelde çok yoğundum. Kafamı sallayarak eğlenmeye devam ettim. O sırada Engin Amca aniden durdu ve aşağı indi. Kendimi müziğe o kadar kaptırmıştım ki yavaşladığımızı bile hissetmemiştim. “Ne oldu baba?” dedi Bulut meraklı bakışlarını Engin amcaya yönlendirerek. “Engin amcam halleder şimdi.” dedi Güneş övünen bir ses tınısıyla. Ardından teker teker arabadan indik. Canım bir şeyler yemek istiyordu. Partiye kadar dayanabileceğimi sanmıyordum. Umutsuzca çevreme bakınmaya başladım. Ama burası ıssız bir yerdi. Etrafta bakkal ya da market görünmüyordu. Yemek yemeyi seviyordum. Bunun için dünyaya gelmiş gibi hissediyordum kendimi. Günlük sekiz öğün bile yiyebilirdim ve buna rağmen kilo almamak benim için bir ödüldü neredeyse. Herkes bunu nasıl başardığımı sorup duruyordu ama bunu ben dahil hiç kimse bilmiyordu. Ben de her zaman bunu kullanarak her yerde yemek yemeye devam ediyordum. Bu benim için bir işaret falan mıydı acaba? Dünyaya sadece yemek yemek için geldiğime dair bir işaret olabilir miydi? Lütfen öyle olsun. Boynumda hissettiğim kolla birlikte irkilerek sıyrıldım düşüncelerimden. Şaşkın bakışlarım siyah gözlerinde takılı kalmıştı ki şaşkınlığımı önemsemeyerek “Ne arıyorsun?” diyerek gelme amacını belli etti Umut. Sen bu kadar ince düşünür müydün öküzcüğüm?! Normalde bu kadar yumuşak bir sesle soru da sormazdı. Ne olmuştu acaba, kafasına saksı falan mı düşmüştü? “Market falan yok mudur? Acıktım.” bu sözlerimden sonra bıkkınlık ile kolunu indirdi ve arabaya yaslanarak alaylı bir ses tonuyla duymaktan her zaman sıkıldığım cümleleri tekrar etti. “Sen de amma açsın be kızım. Sabret gidince yersin.” İki saniyelik ince kişiliğinin ardında saklanan öküz tekrar gün yüzüne çıkmış ve kendini göstermişti. Ne bekliyordum ki? O umut Kartaş’tı sonuçta. Değişmeyecekti. Öküz olarak gelmişti ve öküz olarak gidecekti. İç sesim beni yaruda kesti. Ta ki birine âşık olana kadar... “Gıcık şey, ben etrafa bakıyorum!” dedim ve ileri doğru yürümeye başladım. Etrafıma bakınıyordum fakat bir şey göremiyordum. Ardından küçük bir bakkal gördüm. Adeta koşarcasına bakkala gidiyordum. Zayıf olmama rağmen genelde sık acıkan biriydim. Kim ne derse desin yiyecektim işte. Yemek istiyordum. “İşte bu!” dedim ve adeta koşarak içeri daldım. İçeriden birkaç parça abur cubur alıp tekrar çıktım. Fakat çıktığım anda kolumu kendine doğru çeken sert kuvvet bir anlığına da olsa sendeleyerek afallamama sebep oldu. Kendimi toparladım ve diyaframına sert bir tekme geçirdim. Fakat sanırım dövüş biliyordu ve ellerimi kenetleyip sırtımı duvara yapıştırdı. Hiçbir şey yapamayacak mıydım? Tabii ki yapabilirdim. Kolay pes etmek fıtratımda yoktu. İşi bacaklarıma devrettim. Kiminle dans ettiğini bilmiyorsun paşam. Ama sana küçük bir sır: Ben dans etmeyi bilmiyorum. “Bacaklarını kullanmaya kalkma!” İşte bu sözler tüylerimi ürpertmişti. Bu adam kimdi ve neden beni tutuyordu? Beni nasıl bu kadar iyi tanıyabiliyordu? Benden ne istiyordu? Bu soruları düşünmenin sırası değildi şu an. Bunları sonraya saklayarak kafamdan atmaya çalıştım. Kafamı yukarı doğru çevirip gözlerine baktım. Mavi gözleri beni kendimden geçirmişti. Hayır Lalin yapamazsın! Bakma o gözlere. Baktım. “Ne istiyorsun?!” yüzünü göremiyordum çünkü siyah bir maske takmıştı. Ardından gözlerim bileğindeki dövmeye kaydı. Aynısından ben de vardı. Ama ben ne zaman yaptırdığımı bile hatırlamıyordum. Ardından ellerini üstümdeki cekete koyup sol omzumu açtı ve gülen gözlerle dövmeye baktı. Bu adam sapık mıydı? Zaten sinirlerine ve öfkesine hakim olamayan bir kadındım ve şimdi de kendimi tutabileceğimi sanmıyordum. Tüm gücümü toplayarak sert bir tekme attım ve o da geriye sendeledi. Tutunmak için koluma ve bacağıma dolanan koluyla birlikte dengemi sağlayamadım ve ikimizin birlikte yerdeki su birikintisini boylamamız fazla zaman almadı. “Her yerim ıslandı aptal herif!” “Üstümden kalkmayı planlıyor musun? Yoksa başka planların mı var?” dedi pişkince sırıtarak. Ne yani bir de bu kadar sinir bozucu olmak zorunda mıydı? Beni düşüren kendisiydi. Bu adam beni neden etkiliyordu? Saçmalama Lalin... Ardından tiksinti ile üstünden kalktım ve kollarımı birleştirip maskeden dolayı tamamını bile görmediğim yüzüne baktım. Nedense içimde garip bir his vardı. Bu adamın normal bir adam olmadığına dair garip bir his... “Kıyafetleri ıslanmışmış(!)” dedi taklidimi yaparak. Tam ağzımı açıp okkalı bir küfür savuracağım sırada önce ceketini ardından sweatshirtünü çıkardı. Şaşkın bakışlarım şekilli vücudunda gezindi birkaç saniye. Dönmek istesem bile imkansızmış gibi gelen birkaç saniyenin ardından kendimi toparlayarak arkamı döndüm. Ama görmüştüm. Baktığın için olabilir mi? Kes çeneni iç ses! Derin nefesler almaya çalışmaya devam ettim. Neler oluyordu? Aramızda sanki karşı konulamaz bir bağ varmış gibiydi. Beni ona doğru çeken garip bir his vardı içimde. 1,2,3...6 Allah'ım bana akıl fikir ver. Daha sonra tekrar önüme döndüm. Beklemediğim bir anda sweatshirti elime verdi. Neden yapmıştı ki böyle bir salaklığı? Neler olacağına dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Zaten neler olacağını anlamak bir yetenek işiydi değil mi? Bunu küçüklüğümden beri anlayamazdım. O an nasıl bir karar vermem gerekiyorsa ona göre davranırdım. Olacakları anlayıp ona göre plan yapmak tabii ki de Bulut’un işiydi. O anlar ve plan yapardı. Ben mi? Ben de başrolü oynardım. Başroller asla ölmez... “Al giy bunu.” tiksinti dolu bakışlar atarak sweati üstüme geçirdim. Ama pantolonum da ıslanmıştı. Böyle gezebileceğimi hiç mi hiç düşünmüyordum. Beni suyun içine çeken zaten kendisiydi ve bunu telafi etmek için uğraşması gerekirken bana tiksinti dolu bakışlar mı atıyordu gerçekten? Aman ne güzel! Ben de sana ölüyorum zaten. Deli oluyorum senin için! Bu kadar mıydı yani? Beni hem suya düşürmüş hem yürüyen egosundan ödün vermemiş hem de bana üstündeki kirli kıyafetlerinden birini mi vermişti. Hadi oradan be! Kolay mı lan bu kadar! Senden korkacağımı falan mı sanıyorsun acaba dağdan inmiş öküz? “Pantolonunu vermeyecek misin?” Ardından sinirle gözlerini kapattı ve gülerek cevap verdi. Dudakları hafifçe kıpırdarken bela okuyormuş gibi bir hâli vardı. Paşama bak sen! Hem kendi düşürmüş beni hem de bana bela okuyor! Dövüş bilmesen ben şimdiye senin ağzını burnunu kırmıştım. Aptal. Gıcık. Öküz. Manda. Sığır. Deve. “Amacın ne kızım senin? Ben sana bakar mıyım? Üzülürsün. Hadi yoluna.” Bu da neydi şimdi? Kendini bütün kızları etkileyen şu varoşlardan biri olarak mı görüyordu? Zengin züppe! “Pardon? Seni alan üzülsün asıl. Dağ ayısı! Seni alacak olan kıza acıyorum. Üzülüyorum!” diyerek karşılık verdim ve yürümeye başladım. Bir yandan ayaklarımı yere vuruyor bir yandan da ne anlama geldiğini bile bilmediğim küfürler savuruyordum. Bu kadarı da olmazdı yani! Üstelik dövüş biliyordu ve benn ona karşılık verebilecek kadar iyi değildim. Üstelik iki metre boyu vardı neredeyse. Ben kaçtım peki? 167. Bu boyla ona asla karşı koyamazdım. “Ağzından çıkan laflara dikkat et! Aksi takdirde dudakların bir kere daha aralanmayacak. Bu sözlerin hepsini hatırlatacağım peri kızı! Kendine üzülüyor olman ne acı! Bu arada yeşil bir geçit görürsen içine atla! Gerisi bende!” Ne demekti bu şimdi? Kendime üzülmüyordum ki ben, onu alacak kıza üzülüyordum. İma ettiği şeyi anlasam dahi anlamazlıktan gelmeye devam ettim. Neyden bahsediyordu bu manyak? Ne geçidi? Çocuk mu kandırıyordu? Manyak herif! Neyse ki bir daha görmeyecektim. Ayrıca geçit diye bir şey var mıydı ki? Peri masalında mıydık biz? Ardından tekrar bizimkilerin yanına geldim. Hepsinin şaşkın bakışları üzerimde toplanmıştı. Umursuyor muydum peki? Tabii ki hayır! “Ne oldu sana?” dedi Saye yanıma koşarak. Elimi havaya doğru salladım. “Manyak herifin teki düşürdü beni! Boş verin.” dedim ve tekrar arabaya bindik. Hepimizi içine alabilecek kadar geniş, rahat ve büyüktü siyah doblo. Tekrar yola koyulduk. Engin amca biraz hızlı sürüyor gibiydi. Ama ben zaten hız tutkunu olduğum için sorun etmemiştim. Ardından çalan müziğin içine Güneş ve Saye’nin çığlıkları karıştı. Boğazları acıyana dek çığlık atmayı sürdürdüler. Sanırım tekerler kayıyordu ve Engin amca kontrolü kaybetmişti. Daha sonra gördüğüm tek şey üstümüze doğru gelen kamyonetin farları ve korna sesiydi... °°° Kafamı yavaşça yerden kaldırdım Saçlarıma ne yapışmıştı? Başım feci ağrıyordu. Bir dakika ben neden yerde yatıyordum? Bütün bunları kafamdan attım ve sendeleyerek ayağa kalktım. Yürümeye başladım. Ayaklarım her ne kadar ağrısa da yürüyebiliyordum. Bu oldukça ilginçti. Neredeydim? Burası neresiydi? Biraz biraz tanıdık gelen yolları seçerek arabamızı bulmaya çalıştım. Bize ne olmuştu? Diğerleri neredeydi? Yanımdan kaçmışlar mıydı? Bana ihanet mi etmişlerdi? O sırada arabamızı gördüm ve ayaklarımı sonuna kadar zorlayarak yanına gittim. Her bir kasım acıyla kavruluyordu. Her zamanki kadar yavaş değil de çok hızlı koşmuştum. Ben ne ara bu kadar hızlanmıştım? Araba tam anlamıyla pert haldeydi ve etrafında sarı renkte “|OLAY YERİ | POLİS HARİCİ GİRİLMEZ|” yazısıyla karşılaştım. Yan tarafımda polisler vardı. Fakat beni görünce şaşırmamışlardı? Neden yanıma koşmamışlardı? Zaten beni aramıyorlar mıydı? Bütün bunları kafamdan atarak polislerden birinin yanına gittim. Aslında polislerden kaçarken polislere gitmem çok saçmaydı fakat bunu yapmak zorundaydım. “Memur Bey merhaba? Arkadaşlarım hastaneye mi kaldırıldı?” diye sordum çekinerek. Ama beni duymazlıktan geliyordu. Bu da ne demekti şimdi? Hangi memur yapardı bunu? Anlamıyordum, sinirlenmeye başlamıştım ve önüne geçip ellerimi salladım. “Hey! Arkadaşlarım nerede? Burada ne oldu?!” Ama yine cevap yoktu. Damarıma basıyordu. Bu kadar vurdumduymazlık da olmazdı. Ardından sinirime hâkim olamadım ve yüzüne sert bir yumruk salladım. Ama dur! Bir saniye! Tepki vermemişti ve yumruğum yüzüne bile değmemişti. Bu imkansızdı. Mümkün değildi. Ardından kulaklarım sesini dinlemeye koyuldu. “Evet abi, dediğim gibi 5 ölü 1 yaralı.” NE! Bütün arkadaşlarım ölmüş olamazdı. Sadece ben mi yaşıyordum? Hepsini kaybetmiştim. Tıpkı babam gibi... Ben küçüklüğümden beri baba sevgisi olmadan büyüyen bir kızdım. Onu çok küçükken kaybetmiştim ve yaptığı pis işlerin hepsi üstüme kalmıştı. Onun yaptığı her bokun cezasını ben çekiyordum. Daha doğrusu çektiriliyordum. Sadece annem ile büyümüştüm. O an gözümden bir damla yaş aşağı doğru akıp gitti. Şimdi bütün arkadaşlarımı kaybetmiştim. Yine, yeniden... Eskisi gibi yalnız kalmıştım. “İyi misiniz beyefendi?” Bunu duyduğumda kafam biraz önce beni takmayan polis memuruna doğru döndü. Ciddi miydi bu herif! Gözlerimi yürüdüğü tarafa doğru çevirdim ve Engin amcayı gördüm. Onunla konuşuyordu. Fakat benimle konuşmuyordu. Bu nasıl bir pislikti? Ardından hatırladığım şey ile birlikte kanımın donduğunu hissedebiliyordum. O adam biraz önce telefonda konuşurken 5 ölü 1 yaralı demişti ve Engin amcayla konuştuğuna göre, BEN YAŞAYAN DEĞİL ÖLÜ OLANDIM! BEN ÖLMÜŞTÜM! Gözlerim yanımda bir tekerlek misali dönen yeşil yuvarlağa kaydı. O şeyin yuvarlak olduğuna emin bile değildim. Ama o sırada aklıma maskeli çocuğun dedikleri geldi. “Bu arada yeşil bir geçit görürsen içine atla. Gerisi bende.” Sanırım ona güvenmekten başka seçeneğim yoktu. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Geçitler gerçek miydi? Yoksa ben rüya mı görüyordum? Oyunun içine falan mı girmiştik acaba? Yoksa ben araba çarptıktan sonra komaya falan mı girmiştim? Rüya mı görüyordum? Gözlerimi kapattım ve bildiğim bütün duaları okuyarak kendimi yeşil geçitten içeri bıraktım.
Arkadaşlar kitabın ilk başları belki ilginizi çekmez belki beğenmezsiniz belki dilini ya da kurgusunu çok kötü bulursunuz olabilir belki de haklısınız ama desteğinize çok ihtiyacım var lütfen oy verip yorum yapar mısınız? Şimdiden destek olan herkese çooookkk teşekkkür ederiiiiiimmm<3 |
0% |