Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@geceninhanimii

"Hayat, gördüğümüzü sandıklarımız ve görmeye tenezzül bile etmediğimiz olaylar arasında geçip gidiyor..."

🌺

 

"Evet arkadaşlar. Yeni eğitim-öğretim yılımız hepimize hayırlı uğurlu olsun," diyerek konuşmaya devam eden müdür ile çevreme bakındım. Okulun ilk günü, tipik müdür konuşması yapılırken herkes ayrı bir kafadaydı. Kademe kademe sayarsam sırasıyla sıfatlar şöyle olurdu herhalde.

 

- Dokuzuncu Sınıflar; Yeni Gelin Adayları

 

Yeni gelin gibi ürkek bir şekilde etrafa 'Nereye geldim lan ben?' bakışları atan yeni gelin adaylarımızın kimisi tanışırken, kimisi müdürü dinlemeye çalışıyordu. Bazı kızlar ise çoktan üst kademedeki erkekleri süzerek sevgili kategorisine göre sıralamaya başlamışlardı bile.

 

- Onuncu Sınıflar; Görümce Adayları

 

Çömezlikten kurtularak görümceliğe adım atan bu kademe ise yeni gelin adaylarımıza tepeden bakışlar atmakla kalmıyor, aynı zamanda onlara çömez diyerek laf da atmaya çalışıyorlardı. Gözleri yeni gelin adaylarımızda olsa da kulakları müdürdeydi. Bu iki kademe ölümüne düşman olmakla birlikte tüm sene bizi eğlendireceklerdi. Hepimiz biliyoruz ki onuncu sınıflar mutlaka dokuzuncu sınıflara eşek şakaları yaparlardı.

 

- On Birinci Sınıflar; Kaynana Adayları

 

Yeni gelin ve görümce adaylarına 'Ne yapıyorsunuz lan tipini biplediklerim?' bakışları atarak ahkâm kesen bu kademenin gözleri ve kulakları genelde müdürde değil kendi müdür yardımcılarındaydı.

 

- Ve son olarak biz, On İkinci Sınıflar; Koğuş Ağaları

 

Bizim kademe ise resmen 'Saldım çayıra mevlam kayıra' havalarındaydı. Etraftaki olaylardan bihaber kendi aralarında konuşan bu kademe, arada bir müdüre 'Bir susmadın be. Sadede gel de paranı iste otur yerine' bakışları atarak adamcağızla uğraşmaktan da geri kalmıyordu. Kademenin yarısından fazlasının aklında oluşmaya başlayan tilkileri görebiliyordum çünkü o tilkiler benim kafamda da fink atıyordu.

 

Son sınıf.

 

Bir nevi misafir olarak görülen bizler, gitmeden önce her yaramazlığı yapmaya hazırdık ki ismini bilmediğim ama simasını tanıdığım bir çocuk dikildiği yerden müdüre bağırırken benim bu dediklerimi de desteklemiş oldu. Nasılsa son sınıfız, kim uğraşıp da atacak bizi okuldan, değil mi?

 

"Hocam! Hani siz şimdi dediniz ya bize misafirsiniz artık diye."

 

"Evet yavrum, dedim."

 

"Hah işte hocam! Ne güzel dediniz ya. Eh, madem misafiriz. Misafir ayakta tutulur mu, hocam? Hadi artık sınıflara geçsek de otursak," diyerek sırıtan çocuğu desteklemek için, ben de dahil olmak üzere tüm koğuş ağaları alkışlamıştı.

 

"Susun! Susun! Oldu yavrucuğum kahve de getirelim mi? Nasıl olsun kahven?"

 

"Orta şekerli fena olmaz, hocam."

 

"Terbiyesize bak! İlk günden böyle salarsanız kendinizi, dönemin sonuna kadar çok işimiz var sizinle! Bir de son sınıf olacaksınız! Ağabey, ablasınız siz! Örnek olmalısınız diğer arkadaşlarınıza. Bu yıl sizin için özellikle uyardım öğretmenlerinizi. Önünüzde önemli bir sınav var! Haylazlık, sululuk, hele de sevgililik yasak size! Oturup adam gibi ders çalışacaksınız!" diyerek bağıran müdüre diktim gözlerimi. Adam resmen kırmızı biber gibi kızardı!

 

"Kankisi!" derken kolunu omzuma atan ve beni sarsan Ferhat'a dönerek sinirle cevap verdim.

 

"Ulan, sabah kahvaltısında iki ayı, bir boğa, yarım da gergedan yemiş gibi cüssen var. Sen ne hakla benim gibi minnoş bir insanı böyle sarsabilirsin!"

 

"Sen mi minnoşsun, lan? Utanmasan beni bile şu duvara amele sümüğü gibi yapıştırırsın. De get, lan!" diyerek kahkaha atmaya başlayan Ferhat'a kısa bir bakış attım. Adam benim iki katımdı resmen. Fazla şişman değildi aslında, yani göbeği yoktu. Sadece şeydi işte... Ne şişman, ne kaslı. Şeydi... İriydi, hem de bayağı iri...

 

"Yok. O kesmez beni kankisi. Ben sana şimdi bir çakacağım, önce senin dediğin gibi duvara yapışacaksın, sonra iki seksen yere düşerek topaç gibi yuvarlanırken ben o koca kafanı zevkle ezeceğim!" diyerek ona arkamı döndüm ve hareket eden diğer insancıklara ayak uydurdum. Galiba müdür sonunda konuşmasını bitirmişti.

 

"Dur kankisi ya. Gel bak, bizim Sevgi orada," diyerek kolumu tutan Ferhat'a ayak uydurdum. Beni bahçenin bir köşesine doğru sürüklüyordu. Gittiğimiz yere baktığımda gerçekten de bizim Sevgi'yi görmüştüm. Sizi benim malcıklarımla tanıştırayım.

 

- Sevgi Yörük; Lakabı Süslü Kızıl.

 

Kendileri çakma kızıl olmakla beraber şıp sevdi ve duygusal bir kızdır. Gördüğü her yakışıklıya âşık olma kapasitesine sahiptir. Aynı zamanda çok da süslüdür. Makyajsız sokağa burnunu bile çıkarmaz. Bunun yanı sıra, kavga çıkarmaya acayip meyilli bir yapısı vardır. Kurtlar Vadisi aşığıydı ta kii Memati ölene kadar. "Memati yoksa bende yokum" diyerek yeni sezonları protesto etmektedir kendince. Bir kavgaya girerken de "Usta, yolayım mı?" diyerek Memati'ye gönderme yapmak hobisidir.

 

- Ferhat Yılmaz; Lakabı Ayı Yogi

 

Lakabının neden Ayı Yogi olduğunu tahmin etmişsinizdir zaten. Arkadaş acayip bir şekilde iri olunca. GDO'lu bence, hormonu fazla katmış annesiyle babası. Lakabının Ayı Yogi olmasının diğer bir nedeni ise içinde bal olan her şeyi istisnasız yalayıp yutmasıydı. Bunun dışında da pamuk gibi bir kalbe sahipti. Görenler cüssesinden dolayı kavgacı bir tip olduğunu düşünseler de tanıyanlar onun kavgadan nefret ettiğini ve konuşarak anlaşmayı savunan bir tip olduğunu bilirlerdi. Tabii ki bu onun korkak olduğu anlamına gelmiyordu. Dört yıldır tanıdığım bu adamın sadece bir kavgasına denk gelmiştim... Çocuk vurdu mu koymuyordu. Çocuk vurdu mu gömüyordu resmen! İri olan bu vatandaş, 1.78 boylarındaydı ve kara kaş-kara göz dedikleri tabire birebir uyuyordu. Girdiği her ortamda cüssesiyle dikkat çeken bu Ayı Yogimiz şu an boşta görünse de sakın buna kanmayın hanımlar. Kendileri uzun bir süredir platonik bir şekilde Sevgi'ye asılmaktadır.

 

- Ve son olarak ben, Yıldız Gece Korkut; Lakabı Ağır Tembel.

 

İsim konusunda ailemin gazabına uğramış olan ben, kendi çevremde tembel olarak tanınan bir kişiliğim. Gerek okul, gerekse gündelik hayat olsun her türlü tembeldim. Evi toplamaz, yemek yapmaz, anneme yardım etmez, ders çalışmaz, kitap taşımaz, sınava kopyayla girer ve defter tutmazdım. Kısacası "Ağır tembel" lakabımı hakkıyla yerine getiriyordum. Bunun yanında hayırsız evlat olma yolunda da emin adımlarla ilerliyordum. 1.70 boyunda tipik bir Türk kızıydım. Hayır, ben çok uzun değilim hanımlar, siz çok kısasınız! Kestane rengi saçlara ve kahverengi gözlere sahiptim. Sevgi gibi aşırı süslü ve duygusal bir yapım yoktu. Makyaj yapmayı ve uyumlu giyinmeyi severdim ama abartmayacak şekilde.

 

"Yogim. Bunda hatlar gitti yine."

 

"Ne bileyim Kızıl ya. Bunun beyin bit pazarından bence. Arada böyle tekliyor. Bu tembel de öylece mal gibi kalıyor durduğu yerde." diyerek yanağımı dürten Ferhat'ın eline sinirle vurdum.

 

"Ne vik vik ettiniz be. Yürüyün hadi, bahçe boşaldı. İlk günden geç kalmayalım derse," diyerek önden yürümeye başladım. Binaya girip dördüncü kata çıkarken içimden sövmeye halim bile kalmamıştı. Okul binamız dört katlıydı ve her katta bir kademe vardı.

 

Birinci katta yeni gelin adayları dokuzuncu sınıflar.

 

İkinci katta yeni görümce adayları onuncu sınıflar.

 

Üçüncü katta kaynana adayları on birinci sınıflar.

 

Dördüncü katta ise biz koğuş ağaları on ikinci sınıflar.

 

Her katta altı sınıf vardı. A-B-C-D-E-F diye şubelere ayrılan sınıflara öğrenciler rasgele değil de sınav notlarına göre yerleştirilmişlerdi. A sınıfında en çalışkanlar varken, F sınıfında en tembeller vardı ve bilin bakalım kim F sınıfındaydı?

 

E-vet! Doğru tahmin! Tabii ki biz üç dangalak!

 

En sonunda merdivenler bittiğinde ben de bitmiştim. Koridora adım attığımda arkamda Ferhat'ın bir şarkı mırıldandığını duyuyordum. Ben yorgunluktan başka bir tarafımdan soluyorum, çocuk hâlâ şarkı mırıldanıyordu. Hem de No.1'den hızlı bir rap şarkısı. Bu çocuğun sesi gerçekten fena değildi. Yani ne çok kötü ne de çok iyiydi. Kulağı tırmalamayan bir tona sahipti. Kısacası katlanılabilirdi. Yine de bu, uyuzluk yapmamı engellemeyecekti.

 

"Ferhat ayısı! Bu da kulak yani. O bet sesini duymak zor..."Cümlemi tamamlayamadan Ferhat'ın beni omzumdan itmesiyle bir anda dengemi kaybederek yana doğru sendeledim. Aslında çocuk beni itmemişti bile. Sadece dokunmuştu fakat ben çıktığım merdivenler yüzünden yorgunluktan yeri öpme aşamasına geldiğim için dengemi kaybetmiştim. Sağa doğru savrulurken bir bedene çarpmamla hızım azalmış, yere düşmeden kendimi toparlayabilmiştim. Ne yazık ki çarptığım beden benim kadar şanslı değildi. Ben yere eğilerek çocuğun dağılan kitaplarını toplamasına yardım edecekken duyduklarımla ağzım açık bir şekilde öylece kalakalmıştım.

 

"B-ben ç-çok özür d-dilerim. Yanlışlıkla o-oldu. Bir daha asla o-olmaz. Çok üzgünüm... Ç-çok," diyerek kekeleyen çocukla öylece bakakalmıştık. Çocuk tahminen 1.80 boylarındaydı. Nenemden kalma eski tarz bir gözlük takıyordu. Böyle kalın çerçeveli, kalın camlı değişik bir gözlüktü. Tek bir kırışıklık bile olmayan gömleği pantolonunun içinde, kravatı düzgünce takılı, tipik örnek öğrenci gibi duruyordu. Kahverengi saçları da nasıl desem... Kesinlikle bu çocuğun saçlarını kesen berber kör olmalı! Kafasına tas koyulmuş da o tasa göre şekil verilmiş gibi duruyordu. Allah için kim saçına bu kötülüğü yapardı ki?

 

Karşımdaki çocuğun elleri aceleden titrerken kafasını kaldırarak bize bakmamıştı bile. Ferhat, Sevgi ve ben, çocuğa şaşkınlıkla bakarken, o da yerdeki kitaplarını alarak bize bakmadan bir kez daha özür dilemiş ve koşarak A sınıfına girmişti. Çocuğun arkasından bakarken şaşkınlıktan ağzım bir karış açık kalmıştı.

 

"Ay bu değişik şey de neydi?"

 

"O değişik şey dediğin kişi bir insan, Sevgi."

 

"Bu değişik şey insansa biz neyiz Ferhat Bey? Bizim okulda böyle kişiler var mıydı ya?"

 

"Sevgi saçalama da yürü hadi."Sevgi ve Ferhat yanımdan geçip giderlerken ben hâlâ olduğum yerde durarak, çocuğun girdiği sınıfın kapısına bakıyordum.

 

"Hey Yıldız! Hey, sana diyorum! Ay bu kız yine kilitlendi." Yanıma gelerek kolumu dürten Sevgi sayesinde, gözlerimi en sonunda kapıdan alarak muhteşem ikiliye çevirdim.

 

"Az önce ne oldu lan öyle? Biri bana Türkçe dublajlı fragman geçsin."

 

*

 

 

Loading...
0%