@geceninhanimii
|
"Bu geceler bizim gecelerimiz. Aklımızın en kuytu köşelerinde pinekleyen tilkiler sevilmek için kuyruklarını sallıyorlar bizlere... Sevin o tilkileri, kuyrukları dolansın birbirine. Tüm çocukluğuz oynasın kutu kutu pense..."
✨✨✨
"Ya Ali! Soruları bari ucundan göster, vicdansız!" Çocuğun kolunu bir kez daha dürttüğümde, bana gözlüklerinin ardından kısa bir bakış atarak önündeki testi çözmeye devam etti.
"Hiç mi olmaz?"
"Hiç olmaz, Gece."
"Ucundan da mı olmaz?"
"Ucundan da olmaz!"
"Oğlum! Sanki senden hükümeti devirmek için gizli dosyaları istiyormuşum gibi muamele yapma bana. Alt tarafı basit bir matematik sınavının sorularını ucundan göstermeni istiyorum."
"Madem o kadar basit otur ve çalış. Hatta istersen ben çalıştırayım seni."
"Eğer sınav sorularının cevaplarını anlatacaksan neden olmasın? Oha, süper fikirmiş lan! Hadi bana matematik çalıştır." Ali bana sen umutsuz bir vakasın bakışları atarak test kitabını kapattı.
"Oha, sen az önce test çözmeyi mi bıraktın?" dedim şaşkın bir şekilde.
"Yanımda hiç susmadan konuşan biri varken nasıl odaklanarak test çözebilirim, Gece?" Bana mantıklı bir cevap verdiğinde hak verdim çocuğa. Gerçi Ali'nin her cümlesi mantık içeriyordu. Anası mantıklı çocuk doğurmuş. Hayır, yani bir bana bakın, bir Ali'ye. Tamam, bana bakmasanız da olur. Ama vazgeçtim, Ali'ye de bakmayın. Neden bakıyorsunuz ki zaten? Bakmayın ulan ona! İlk ben gördüm, ben bakacağım! Sadece ben!
Okuldan sonra Ali'yi zorla okula yakın bir parka getirmiş ve çimlere oturtmuştum. Benim amacım matematik muafiyet sorularını almakken, o beni hiç takmayarak oturur oturmaz test kitabını çıkarmış ve beni yarım saattir hiç tınlamamıştı. Çocuk, Nuh diyor Peygamber demiyor, anacığım! Ağzı sıkıymış şimdi hakkını yemeyelim. Ay bununla dedikodu bile yapılmaz, ayol. Ali test kitabını koyduğu çantadan bu sefer bir kitap çıkardığında merakla kitaba baktım. Necip Fazıl Kısakürek'in Çile adlı kitabıydı.
Kapaktaki yazıyı okuduğumda yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu.
"Kitap dikkatini çekti sanırım."
"Roman olsa hayatta okutmaz, başının etini yerdim ama şiire saygım var. Hele de Necip Fazıl ise boynum kıldan ince. Buyur istediğin gibi oku, gıkım çıkarsa namerdim." Kendi kendime atarlandığımda, Ali tebessüm ederek gelişigüzel bir sayfa açtı ve sesli bir şekilde okumaya başladı.
Sesi naif ve huzur vericiydi.
Çocuğa bak resmen torpilli doğmuş. Dersleri süper, harika şiir yazıyor ve okuyor, karakter desen on numara, gitar çalmasına değinmiyorum bile. Sadece bir parça çalıyor olsa da çalıyor sonuçta. Bir de bana bakın... Ya da bakmayın zira bakılacak bir tarafım olduğunu düşünmüyorum.
"Bir kalbim var ki benim, sevdiğinden burkulur:
Kahredenden ziyade, sevilenden korkulur..."
"Ah ulan! Açın oradan bir Orhan Baba, Arap Şükrü!" Kendi kendime atarlandığımda, Ali bana bakmış ve yüzünde tiksindiğini belli eden bir ifade oluşmuştu.
"Arap Şükrü?"
"Evet. Arap Şükrü diyerek geçme kardeş, adam iyidir yani. Bu arada kardeş deme lazım olur ama konumuz bu değil. Ben de pek dinlemem aslında ama bir şarkısını çok severim. Bu arada şu muafiyet sorularını ucundan koklat bari be. Güzel söylüyor. Ferdi Tayfur da söylüyor ama Arap Şükrü sanki daha içten söylemiş. Bak sınavdan 21 aldım, kalacağım ulan, azcık acı bari! Hatta bak, ben sana söyleyeyim şarkıyı şimdi. Ö-HÖM! Beni bu şehir boğuyooor... Bilmem bana ne oluyor... Çöken karanlığın içinde, umutlarım tükeniyooor. Yokum sanki bu şehirde, şehir benim içimdeee. Fırtınalar koparıyooor, çaresiz yüreğimdeee. Ee, verecek misin muafiyet sorularını?" Umutla Ali'ye baktığımda çocuk bir anlık 'Seni sıçmık şey' der gibi baktı suratıma ve kitaptan bir sayfa daha açarak okumaya başladı.
"Dağı tanıyan, nasıl tanımaz uçurumu?
Mademki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?"
"Olmaz! Vallahi olmuyor, Ali! Mesela bak, ben bizim sınıftaki sinsi, fesat, yılan ve kertenkele suratlı, ayrıca yelloz olan kıza az beddua etmedim. Nereye gidiyor benim bu beddualarım, nerede benim bu dualarım? Hani yani? Bu kız neden hâlâ sağlam? Niye hâlâ geberemedi gitti? Niye ağzıyla burnu yer değiştirmedi? Nerede ulan adalet! Bak yine efkâra bağladım. Getirin o şeftalilililililillili meyve suyunu buraya, hazırlayın yanında da meze olarak çikolataları. O kedi de buraya gelecek ulan! Beni bu şehir boğuyor, bilmem bana ne oluyor. Eee Ali, verecek misin sınav sorularını?" Sırıttığımda Ali bana hiçbir şey demeden kitabı çantasına koydu ve ayağa kalktı.
"Ben eve gidiyorum." Arkasına bakmadan ilerlemeye başladığında, ben de içinde sadece bir defter, kalem ve silgi olan çantamı kaptığım gibi peşinden bağırarak koşmaya başladım. Daha doğrusu seke seke gidiyordum.
"Bu ne dünya kardeşim, seven seveneee. Bu ne dünya kardeşim böyleee. Bir garip buruk içim bilmem ki niyeee, Belki de sevdiğim yok diyeee. Hobaaa. Değiştirin radyoyu, Ö-HÖM! Unutma kiii dünya faniii, veren Allah alır canııı." Yolun ortasında bağırarak ilerlerken herkes bana bakıyordu. Kimisi kınayarak, kimisi acıyarak, kimisi ise gülerek. Peki bu ne kadar umurumda? Tabii ki hiç. Ulan ben annemin oklavasına bağışıklık kazanmış bir insanım, sizin bakışlarınız bana vız gelir tırıs gider be. Hahayt.
"Bizi daha ne kadar rezil edeceksin çok merak ediyorum." Bana dönen Ali'yi şöyle bir süzdüm. Ay kıyamam ya, ilgi üstümüze toplanınca korktu herhalde. Yanakları kızarmış, elleri titriyordu. Gözleri de bir yere odaklanamadan sürekli etrafı süzüyordu. Hızla onun yanına giderek, zorla koluna girdim ve onunla yürümeye başladım.
"Ali, insanları bu kadar takmamalısın. Sonuçta bu senin hayatın. Senin nasıl hareket edeceğine onlar karar veremezler. Onların seni yönetmesine izin verme ve aş artık kendini! Senin dışında kimsenin senin hayatında söz söylemeye hakkı yok!"
Ali sessiz kalırken ben onun kolunda, "Ye, iç, eğlen, çok kısa ömrün. Sev çünkü sevmek en kolay." Şarkı söylemeye devam ediyordum. İnsanlar yine bize bakıyordu ama bu sefer Ali hiçbir şey söylemeden kolumda sadece tebessüm ederek yürüyordu. Olacak, olacak. Ben bu çocuğu da tımarhane kaçkınına çevireceğim, az kaldı.
💫✨💫✨
Geçe'nin Günlüğü
Çok saygı değer Ali'ciğim...
Biliyorum seni ihmal ediyorum, sana pek yazamıyorum fakat hadi ama yani ama! Benim gibi bir tembelden her gün sana yazmasını bekleyemezsin ya! Doğama aykırı bir kere anacığım. Şimdi normalde en başa kaçıncı günde olduğumu yazmam lazımdı ama... Ama işte, ama! Ben ne kadar çok ama yazdım böyle?
Aman boş ver be günlük. Bir aralar da her neyse'ye takmıştım kafamı.
Her neyse...
Şimdi dediğim gibi, kaçıncı günde olduğumu yazmam lazımdı ama kim o kadar sayfa geriye gidecek de en son kaldığı güne bakarak hesaplama yapacak? Ayrıca o kadar pratik matematiğim olsaydı bugünkü sınavda tam anlamıyla şapa oturmazdım, değil mi? Bak şimdi aklıma geldi de yine gülme krizine girdim. Dur sana en baştan yazayım ben olayı...
Cidden yazacağımı düşünmedin değil mi benim zeki Ali'ciğim. Kaldı ki sen de oradaydın, olayları biliyorsun.
He yav he... İki kelime yazmaya üşeniyorum ben, bir de sayfalarca olayı mı anlatacağım? Yazmam ama tekrar kendi kendime hayal edebilirim. Güzel fikirmiş lan bu! Dur ben iki dakika hayal edip geliyorum...
✨✨✨
Sabah sabah, uyku sersemi bir şekilde sınıfa girdiğimde kendimi direkt Sevgi'nin yanına attım. Tek gözüm açık, tek gözüm kapalı bir şekilde sırada öylece otururken, Ali'nin bana doğru baktığını fark ettim. Yüzümü istemsizce bir sırıtış kaplarken, kapalı olan gözümü açarak tek kaşımı kaldırdım. O ise bana sırıtarak önüne dönmeyi tercih etmişti...
Ali bana sırıtmıştı... Hayır, hayır... Ali bana değişik bir şekilde sırıtmıştı! Hım nasıl desem... Zorlamadan dümdük bir şekilde söyleyeceğim ki... Ele dümdük? He ele dümdük... Kabul edin bu reklam kadar samimi bir reklam daha yok. Olmadı, olamaz da. Aklıma nereden geldiyse artık...
Her neyse...
Bu arada her neyse size diyor ki; "Arkamdan atıp tutmuşlar öldü diye, şimdi de konuşsunlar efsane geri döndü diye." Vallahi ben de onun dediklerini ilettim size...
Ee... Nerede kaldığımı unuttum. Cidden unuttum yani. Harbi ben en son ne düşünüyordum lan! Bilinçaltım bile sorunlu kardeş... Sınıfa giren matematik hocasıyla resmen elim ayağım titremeye başladı. Normalde en önde oturmam lazımdı ama bana ne? Hem bir dakika! Ders matematik mi?
Bismillahirrahmanirrahim! Allahım sen büyüksün ya Rabbim! Nasıl unuturum! Tabii ya, Ali bana ondan öyle bakıyordu! Bugün matematik muafiyet sınavı vardı! Hem de sabah ilk derste.
Kaderimde bu da mı vardı? İlk derste sınava girmek... Batsın bu dünya, bitsin bu rüya... Sınavı bulana yazıklar olsun... Kâğıtlar dağıtıldı, Ali ve üç kişi hariç tüm sınıfın önüne sınav kâğıdı geldi.
Bu sıra ne kadar pis böyle...
Aa, bu duvarda saat var mıydı?
Gökyüzü bugün ne kadar güzel...
Pencere de çok kirli ve o beş parmak izi kimin acaba?
Bu sınav kâğıdı da ne kadar temizmiş böyle...
Öndeki Ali'nin kafasına çantamı fırlatsam hoca fark eder mi acaba?
X, Y, türev, fonksiyonlar, tablolar... Ya rabbel alemin, amin!
Ben böyle boş boş havaya bakarken hocayla göz göze gelmemizle dudaklarımı kıpırdatıp, parmaklarımı hesap yapar gibi oynatmaya başladım. Hey, bakmayın bana öyle! Hanginiz sınavda hocayla göz göze geldiğinde sanki kopya çekiyormuş gibi panik yaparak böyle şeyler yapmadınız ki...
"Kanka... Lan mal... Lan öküz, davar." Arkamdan gelen sesle daldığım yerden sıçradım ve boş bulunarak direkt arkamı döndüm.
"Ben de seni çok seviyorum, Ferhat..."
"Yıldız! Önüne dön!" Beni uyaran hoca ile önüme döndüm.
"Hocam, bir şey sorabilir miyim?"
"Sınavdayız Yıldız. Çıkışta konuşalım."
"Hocam o ne öyle çıkışa gel der gibi... Üstelik size değil, sevgili Ali arkadaşımıza soracağım soruyu..."
"Senin çeneni çekeceğime sor gitsin Yıldız." Bezgin bir şekilde bana bakan hocayı takmadan Ali'ye döndüm. Merakla bana bakıyordu.
"Lan Allah'ın insafsızı! Hiç mi vicdanın yok senin! Allahsız, kitapsız! Bu ne biçim bir soru lan! Hadi x ve y'yi anlarım, onlar matematiğin genel bilinmeyen kara delikleri ama... Ama tanjant, sinüs, kosinüsü de anlarım, ucundan olsa da anlarım ama... Kosinüs Fonksiyonunun Grafiği ne lan! Kosinüs neyine yetmedi de fonksiyonunu işin içine sokuyorsun. Grafiğini de nikâh şahidi olarak mı koydun. Lan oğlum zaten sıfır alacağım en azından seni yolarak sıfır alırım." diyerek önce çantamı, sonra kendimi Ali'nin üstüne attım...
✨✨
Aklıma gelen anılarla şu an gülme krizine girdim, günlük. Sana kısaca tekrar müdürlük olduğumu söylesem yeter bence ve Ali'nin geleneği bozmadan, yine ve yine müdürün karşısında kustuğunu...
Yahu ilk defa sanki günlük yazar gibi yazmaya çalıştım ama yeter! Vallahi sıkıldım Ali! Ben ne güzel seninle konuşur gibi yazıyordum. Öyle de devam edeceğim...
Artık bize karşı daha konuşkan olduğunun farkında mısın, Çalışkan Çocuk? Yine utangaç olsan da kekelemeden konuşabiliyorsun. Yine de o müdürün önünde istisnasız kusmaktan vazgeçemiyorsun. Son olarak şuraya bir Ali Levent şiirini kondurarak sana veda ediyorum. Artık ne zaman gelirim bilemem. Umarım o zamana kadar seni kaybetmem ya da sayfalarını fare falan kemirmez...
Kaplamış kara bulutlar gökyüzümü
Etraf sisli, karanlık ve terk edilmiş bir ev kadar ıssız...
Yazın güneşi, kışın ayazı ile harmanlanmış burada
Kalbim paramparça olmuş, yok oluyor bu ıssızlıkta...
Papatya bükmüş boynunu, bekliyor sevilmeyi
Gece düşürmüş ayın bir ışık parçasını
Etrafta görünen birkaç boynu bükük papatya
Bekliyor kaderini bir bilinmezliğin içinde...
Düşüyor bir damla yaş gecenin mateminden
Damlıyor boynu bükük papatyanın bir yaprağına
Papatyasından kopup, fütursuzca rüzgâra kapılıyor tek bir yaprak
Arkasından fısıltılar başlıyor "seviyor" sözcükleri eşliğinde...
✨✨💫
Ali Levent
Şimdi gözlerinizi kapatarak kendinizi benim yerime koyun. Aslında bakarsanız çoğunuzun, kendinde benden bir parça bulduğunu düşünüyorum. Sonuçta hangi insan kendini bir kereliğine de olsa bu dünyaya ait değilmiş gibi hissetmez ki? Değersiz, görünmez, kullanılmış, yalnız, asosyal...
Peki, böyle hissetmemiz bizim suçumuz mu? Sanırım evet, kesinlikle bizim suçumuz. Çünkü biz, tanımadığımız insanlara bile canımızı yakma hakkını vermiştik. Bir yabancının bile dediklerini, bakışlarını, bizim hakkımızdaki düşüncelerini önemseyerek kendi kendimizi yargılamıştık. Peki, sonuç ne oldu? Koskocaman bir hiç... Kendi kendimizi kısıtlamak, üzmekten başka ne yaptık? Hiçbir şey!
Ben de yıllarca suçu başkalarına atarak kendimi kandırmıştım. Aslında tek suçlu bendim. Gece'yle tanıştıktan sonra bunu idrak edebilmiştim. Ben; kendi kendini yargılayan, insanlardan uzaklaşan, kendini akıllı sanan bir salaktan başka bir şey değilim.
Herkes kendi değerini kendisi belirler ve ben kendi kendimi yerin dibine soktum. Evet, bazı insanlar gerçekten çok acımasız ama pes ederek kaybeden de biz olduk. Gece'ye bakıyorum da... Bana yaklaşmak için neler yaptı... Oysaki böyle bir zorunluluğu bile yoktu. Eğer birileriyle arkadaş olmak istiyorsam asıl çabalaması gereken kişi bendim. Evet, küçüklüğümde bunun için uğraşmıştım ama yanlış kişiler için kendimi hırpalamıştım. Şimdi geriye bakınca bunu daha iyi anlıyorum. Herkes herkesle iyi anlaşamaz ki... Ben çok yanlış kişilerle arkadaş olmaya çalıştım ve başarısız olunca da etrafımdaki herkese küstüm.
Aklıma gelen anıyla, tünediğim cam kenarında oturdum ve kahvemden bir yudum alarak parlayan aya baktım. Kaç yaşında olduğumu hatırlamasam da olay hafızamda silik bir anı olarak canlandı. Şu zamana kadar fark edemediğim o detay... O gün evden elimde bir top ile çıkmıştım ve o çocukların arasına girerek onlarla arkadaş olmayı kafama koymuştum. İki sokak arkamızdaki boş arsaya geldiğimde onları görmüştüm... O gün heyecanla çarpan kalbimi, aldığım derin nefesten dolayı yanan boğazımın acısına kadar her şeyi hatırlıyorum. Her bir detay hafızamda. Yaşadığım heyecan, korku ve oyunda başarısız olduğumda hissettiğim o aşağılanma hissi... Hepsi hafızamda, bir olay hariç... O gün sahaya giderken kaldırımda bir çocuk görmüştüm fakat hiç umursamamıştım. Oysa şimdi hafızamı zorladığımda belli belirsiz olsa da çocuk gözümde canlandı. Kaldırımda tek başına oturmuş, kendi kendine taşlarla oynuyordu. İçimden geçirdiğim cümleyi bile hatırladım şu an.
"Kendi kendine iki kişilik oyun mu oynuyor? Amacı ne bunun?"
Evet. O gün, tam da bu cümleyi kurmuştum ve çocuk hakkında daha fazla düşünmeden önünden geçip gitmiştim. Oysaki iki dakika durup, ona bakmak için değil de anlamak için baksaydım anlardım... O çocukta kendimi görürdüm... Belki de bana en yakın kişi olurdu, bu kadar yalnız olmazdım. Mesela şu an yanımda olurdu ve birlikte satranç oynarken ona Gece'den bahsederdim. Kim bilir böyle daha nasıl fırsatlar kaçırdım, kaçırdık... Acaba farkında olmadan hangi insanları teğet geçerek, bile isteye mutsuzluğa ve yalnızlığa doğru koştuk...
Telefonumu alarak müzik listesine girdim ve bakmadan bir şarkının üzerine tıklayarak telefonu camın önüne koydum... Şansıma No.1'den Aklını Kaçırma şarkısı çalıyordu. Duyduğum sözlerle gözlerimi kapatarak yüzüme bir tebessüm kondurdum ve kafamı camın köşesine yaslayarak kahvemden bir yudum daha aldım.
"Ne istersen görürsün gökyüzüne bakarsan ve istersen ölürsün gözlerini kaparsan."
Çok sevdiğim anlamlı bir söz ama ben bu gece ölmek istemiyorum. Bu yüzden gözlerimi açarak tekrar aya baktım. Parlayan ay aklıma O'nu getirmişti... Deli dolu, samimi, bayağı kaçık, cesur olan kız. Yıldız Gece Korkut...
Onun için hayatımda tanıdığım en değişik kız demeyi çok isterdim ama ne yazık ki ondan başka kız tanımıyorum. Annemi saymaya gerek duymuyorum. Kaldı ki ben onu insan olarak bile görmüyorum. Bu kadar zeki, sinsi planlar yapan bir anne normal insan olamaz, olmamalı. O insansa dışarıda pamuk şeker gibi tatlı duran ve hiçbir şeye karışmayan anneler ne? Sizin annenizi bilmem ama benim anneme ülkeyi verseniz kadın ne yapar ne eder uzaylılarla bile bağlantı kurar. Bakmayın öyle, evet, uzaylılara inanıyorum ve annemde bu potansiyeli görüyorum.
Her neyse... Ah! Gece'den alıştığım bir şey daha!
Gece'yle ilgili ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Daha doğrusu onun hakkında ne düşündüğümü bile bilmiyorum. İlk başta gerçekten bocalamıştım ve benimle oyun oynadığını düşünmüştüm. Bu yüzden ben de onu biraz kullanarak anneme oyun oynamıştım. Aslında yaptığım tek şey sahte günlüğümü annemin almasına izin vermekti. Şimdi düşününce daha iyi anlıyorum ki o günlükte yazan her şey gerçekten de benim hissettiklerim, düşündüklerimdi. Şimdi diyeceğim ki Gece gibi bir kızı kim sevmez ki?
Sevmez arkadaşlar. Hani ilk başta demiştim ya kimse kimseyi sevmek zorunda değil diye. Bu da o kapıya çıkıyor işte... Gece'nin bu samimi, içten tavırları bazı insanların sinirine dokunabilir... Peki, bu bize onlara kızma hakkını verir mi? Tabii ki vermez. Aynı şekilde bizi sevmeyen insanlara da kızamayız. Çünkü bunlar, onların düşünceleri ve bizim bunlara karışmaya hakkımız yok. Şimdi diyeceksiniz ki; "Ama bizim hakkımızda düşünüyor." Ne yazık ki bu hiçbir şeyi değiştirmez. Sonuç ne olursa olsun, kimsenin düşüncelerine karışma hakkına sahip değiliz. Kaldı ki onlar da bizi sevmek zorunda değil.
Yıldız Gece Korkut'tan bahsediyorduk, değil mi?
Ona ve arkadaşlarına gerçekten alışmaya başlamıştım. Gerçi kim onu olduğu gibi kabul eden insanlara alışmaz ki? Bugün yaşanan olaylar aklıma gelince gülmek ve iğrenmek arasında kalan yüzüm felç inmiş gibi bir hal aldı. Yine yapacağımı yapmış ve korkak bir tavuk gibi müdürün önünde kusmuştum. Bu gerçekten iğrenç ve utanç verici bir şeydi. Şimdi aklıma gelince bile kulaklarım yanmaya başladı. Boğazıma oturan yumruyu geçirmek için kahvemden bir yudum daha aldım. Rezil pısırığın tekiyim... Orada utançtan ölmek üzereyken Gece, müdüre bağırmaya başladı. Ciddiyim, gerçekten de bunu yaptı.
"Alın işte, ben demiştim size Ali'yi çıkartalım dışarıya diye! Yaptığınızı beğendiniz mi, hocam? Bakın çocuk ne halde!" diyerek müdüre çemkirmişti. O arada Ferhat kolumu tutarak bana destek olurken, Sevgi hepimizi müdürün odasından çıkarmıştı. Ben utançtan ölmek üzereyken Ferhat beni tuvalete götürerek yardımcı olmuş ve çıkışta hepsi beni evime kadar bırakmışlardı.
Dalga geçmemişlerdi, gülmemişlerdi, benden iğrenmemiş ve beni aşağılamamışlardı. Yaptıkları tek şey utanmam geçsin diye yol boyunca müdürle dalga geçmek olmuştu. Hatta bir ara Sevgi yanağımı sıkarak beni tebrik etmişti.
"Aferin sana inek. Öyle bir zamanda kustun ki hem bizi o müdürün çenesinden kurtardın. Hem de adamı şoka uğratarak asla unutamayacağımız o surat ifadesini beynimize kazımamızı sağladın." demişti...
Belki arkamdan gülmüşlerdir ama haklılar. Eve gelince ben bile kendi halime acıyarak güldüm. Gülmeleri önemli değil. Önemli olan o an sadece bana destek olmalarıydı... Ama asıl aklımın almadığı şey... Gece...
Okuldan çıkıp otobüse bindiğimizde, en arka koltuklara cam kenarında ben olmak üzere Gece, Sevgi ve Ferhat yan yana oturmuştuk. Yolun yarısında Gece kulaklığının birini ansızın benim kulağıma takmış ve kafasını omzuma dayamıştı... Bunu gerçekten beklemiyordum ama şu on sekiz yıllık hayatım boyunca yaşadığım en garip andı. Kulağımda onun dinlettiği şarkının sözleri... Sahi neydi o sözler... Yanılmıyorsam Mavi Gri'den Ben Sende Yandım* şarkısı olmalıydı.
Ben sende yandım, sende söndüm
Çıkar yol bulamadım sensizliğe
Geceler doldu içime, cevap veremedim
Sadece gözyaşlarım kaldı sayfalarda
O şarkı sözleri... Omzumdaki kafası... Hissettiğim nefes alışverişleri... Aynı kulaklıkta paylaştığımız ritim... Aynı şarkı ritminde atan kalplerimiz... Arkadaşlar ben sanırım o an öldüm. Ben o an öldüm ve mezar taşımı, aynı şarkının ritminde atan kalplerimizin en kuytu köşesine diktim. Üzerine de papatyalar atarak gizledim...
O an içimden geçen bir istekle aniden telefonumu aldım ve Gece'ye Yeis Sensura'nın Git Diyemem** şarkısını attım. Anında mavi tik oldu ve "Yazıyor..." yazısı çıktı.
"İner inmez dinleyeceğim..." Mesaj bölümünden çıkarak ben de müziği açtım ve gözlerimi kapatarak kendimi sözlere bıraktım...
Kimler geçti hayattan? Kimler geldi? Ama biz hep buradayız.
Sen hep böyle derdin. Değiştik.
Dinlettiğim şarkıyla anlar mıydı ki? Ondan beni bırakmamasını istediğimi anlar mıydı?
Söylesene ne içtik de böyle olduk şimdi biz?
Ne içtik de görmez oldu gözler Tanrı'sıyken birbirimizin.
Tekrar yalnız kalmak istemediğimi, ona ihtiyacım olduğunu anlar mıydı?
Hâlâ etkisindeysen eğer içtiğinin, lütfen kusuncaya kadar sev beni!
Rüzgârlar sallamıştı bizi defalarca,
Defalarca dimdik durmuştuk karşında hayatın.
Anla... Ne olur anla... Sana karıştığımı anla.
Şimdi bir enkazdayım
Seni görmediğimden nefes almıyorum bayağıdır.
Karardı şimdi her yer.
Diyorum ki kendime; keşke böyle bitmese.
Seninle yaşamayı öğrendiğimi anla... Şiirlerimden senin kokunun aktığını anla...
Ölüm bile olsa hayatta ama sen...
Sen hiç gitmesen!
Bir gün gidersen beni de yanında götür dediğimi anla...
Git diyemem bunu, ben diyemem.
Bitti melek oluyorsan eğer,
Ne olur... Bana hiçbir zaman git deme çünkü ben kalmak istiyorum diyecek kadar cesur değilim.
Anlamı yok sana deli gibi gelmeler artık,
Hele bensiz uzaklara gidiyorsan eğer.
Gitme işte... Sana bu kadar karışmışken gitme sakın, Tembel Kız.
|
0% |