Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@geceninhanimii

"Gözümüzün önünde olan insanları göremeyiz çoğu zaman. Oysaki gönül gözü ile bakmayı bilseydik kötülüklerin bile altında yatan iyiliklere gebe olduğunu görebilirdik."

 

🌼🌼

 

"Tembel, iki gıdımlık bir beynim var. Onu da bu olayı düşünerek yakamam. Sen şu yanındaki süslü Kızıl'a sor."

 

"Vallahi ben bugün beynimi evde unutmuşum Yogi'ciğim. O yüzden benden de pas, Tembel."

Verilen cevaplara kahkaha atarken arkadaşlarım da bana ayak uydurmuşlardı. Koridorun ortasında mal gibi anırırken, gelen geçen bize 'Sabah sabah ne çektiniz gerzekler?' bakışları atıyordu.

 

"O değil de kim bu çocuk? Ben ilk defa görüyorum, acaba yeni mi geldi okula?" diyerek ikiz dingillerime döndüm. Onlar da birbirleriyle kısa bir süre bakışarak bana döndüklerinde ilk cevap veren Sevgi olmuştu.

 

"Tembelim ben de ilk defa şimdi gördüm. Sen daha önce gördün mü, Ferhat?"

 

"Yok be Kızıl'ım. Görmedim ama zeki çocukmuş. Baksanıza, A sınıfına girdiğine göre."

 

"O zaman bizlik bir mevzu da yok. Hadi sınıfımıza gidelim," diyerek koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladım. Resmen A sınıfı dedi. O da yetmedi, bir de zeki dedi.

 

Ay ürperdim bir an.

 

Ders çalışmak bana çok uzak bir kavramdı. Ben hayatımın en güzel yıllarını, en muhteşem yaşımı ders çalışmak için heba edemezdim, arkadaşım. Zaten sülalem rahat, annemin de bir kafesi vardı. Liseden mezun olduktan sonra orada çalışacaktım. Zaten evin tek çocuğu olduğum için kafe otomatik olarak bana kalacaktı. Eh, tek veliaht olunca. Gören de milyarlar, trilyonlar kalıyor sanacak, veliaht falan deyince. Ay bak, benim akıl yine darmaduman oldu.

 

Sınıfa girdiğimde göğsüm kabardı, içimi bir gurur kapladı ki sormayın gitsin! İşte benim harika, biricik tembel sınıfım! Size hemen gördüklerimi anlatayım.

 

En arka sıradakiler ayaklarını masanın üzerine koyarak yayılmış, arkadaşlarıyla konuşuyorlardı.

Orta sıralar genel olarak dörtlü gruplar halinde birbirlerine telefonlarını uzatarak bir şeyler gösteriyorlardı. En ön sıradakiler ise çoktan horlamaya başlamışlardı bile. İşte görmek istediğim tek manzara! Tembellerle dolu kocaman bir sınıf. Dersten nefret eden bir insan başka ne isterdi ki!

 

Hiç hızlanmadan yavaş adımlarla en arka cam kenarına geçerek kuruldum. Cam kenarı önemlidir. Derste sıkıldın mı? İzle dışarıyı. Ağaçları, çiçekleri, kuşları falan filan işte. Üstelik benim cam, okulun arka kısmındaki otoparka bakıyordu. Genelde okulun tüm kavgaları ders esnasında bu otoparkta olduğu için güzel dedikodular elde edebiliyordum. Sıraya oturmamın hemen ardından yanıma Sevgi oturarak bacak bacak üstüne atmıştı.

 

"Ya arkadaş gene mi aynı muhabbet! Ama yeter artık!" diyerek hemen önümdeki sıraya oturmaya, daha doğrusu o cüssesiyle sığmaya çalışan Ferhat'ı görünce gülmeye başladık. Sınıftakiler de gülmek isteseler de Ferhat'tan çekindikleri, daha doğrusu cüssesinden korktukları için hemen önlerine dönerek tepki vermemişlerdi. Oysaki gülseler Ferhat onlara kızmak yerine, kendine gülmeye başlardı. Kahrolası ön yargılar. Sırf cüssesinden dolayı Ferhat'a yanaşmıyorlardı. Olsun, biz bize yeteriz.

 

"Yogim, annem, kuzum... Sen sığamadın mı sıraya," diyerek Ferhat'ın saçlarını okşadığımda, o da hemen bana doğru dönerek sırnaşmaya başlamıştı. Allahım şeker gibi çocuk, nasıl korkulur bundan?

 

"Sığamadım Tembel'im. Sev beni, ilgi göster bana," diyerek yanağını avuç içime sürtmesiyle kıkırdadım. Hemen ardından sınıfa giren hoca üzerine, çocuğun yanağına hafifçe vurarak önüne dönmesini sağladım. Daha sonra da kafamı sıraya koyarak kulaklığımı taktım. Anıl Piyancı'dan bir rap parçası açtığımda kendime engel olamadan kafamı hafifçe salladım. Hip hop ve rap tarzını seviyordum.

 

Neyse... Artık uyku zamanı...

 

🌼🌼🌼

 

"Yıldız... Yıldız... Uyansana lan!" diyerek beni hayvan gibi dürten Sevgi'ye gözümü açmadan gelişigüzel bir tane vurdum.

 

"Ananın... Burnum..." Gelen sesleri takmadan uyumaya devam etmeyi düşünüyordum ama uykum kaçmıştı bir kere. Sinirle kulaklığımı çıkardım ve ikiz dingillerime döndüm.

 

"Ne var ya?! Bir uyutmadınız!"

 

"Hayvan! Beş saattir uyuyorsun lan! Öğle arasına girdik," diyerek burnunu tutmaya devam eden Sevgi'ye döndüm.

 

"İyi bari. Üç saat kalmış şu hapishaneden kurtulmaya. Kalkın da yemek yemeye gidelim," diyerek Sevgi'yi hafifçe ittim ve sıradan çıktım. Süslü Kızıl'ım küfür ederek arkamdan gelirken Ayı Yogi'miz de onunla dalga geçiyordu. Bense en önde ilerlerken koridorda gördüğüm insanlara seri katil bakışları atıyordum. Uykudan yeni uyandığımda çok sinirli ve agresif bir insan oluyordum.

 

Koridorda ilerlerken erkekler tuvaletinin olduğu koridor dikkatimi çekti. Bu sabah çarptığım ve hata bende olmasına rağmen, bunu umursamadan benden defalarca kez özür dileyen şu tuhaf gözlüklü çocuk duvara yaslanmış ve gözlerini yere dikmiş bir şekilde iki büklüm duruyordu. Omuzları neden öyle düşüktü ki? Hemen karşısında ise iki kişi vardı. Göz aşinalığından çocukların 12-D sınıfında olduklarını biliyordum. Tuhaf gözlüklü çocuğun gözleri yerde, yanakları kızarmış bir şekilde karşısındaki ikiliye birkaç kâğıt uzattı ve burnunun ucuna kadar gelen gözlüğü iterek hemen o koridordan çıktı. Bize bakmadan önümüzden hızla geçerek merdivenlerden inmeye başladı ve birkaç saniye sonra gözden kayboldu.

 

"Neden koridorun ortasında dikildiğini öğrenebilir miyiz, Tembel'im?"

 

"Ferhat siz gidin. Ben de geliyorum birazdan."

 

"Ne oldu lan şimdi durduk yerde?"

 

"Yok bir şey, biraderim. Siz ilerleyin, anlatacağım sonra."

 

"Eyvallah, öyle olsun bakalım," diyerek Sevgi'yi kolunun altına aldı Ferhat. İkisi gözden kaybolduğunda ben de tuvaletin olduğu koridordan çıkan iki çocuğun yanına doğru ilerledim.

 

Çocuklardan biri 1.60-1.65 arası boyuyla benden kısaydı. Sarı saçlı, mavi gözlü ve kaslı bir yapısı vardı. Kaslı dediğime bakmayın, bir deri bir kemik olmayan her erkek benim için kaslı kategorisine girebilme potansiyeline sahipti.

 

Diğer çocuk ise esmerdi. Kahverengi saçları ve yeşil gözleri vardı. Bu çocuk benden biraz daha uzundu. Boyu tahminen 1.73-1.78 arası olmalıydı. İnce ama göze batmayan bir fiziği vardı. Yine de o tuhaf gözlüklü çocuk ikisine oranla çok daha uzundu. Neden onların karşısında öyle süklüm püklüm durmuştu ki?

 

Neyse... Birazdan öğreniriz nasıl olsa.

 

"Affedersiniz?" diyerek ikiliye seslendiğimde ikisi de bana dönerek gülümsemişti. Ben de aynı şekilde onlara karşılık verdim.

 

"Merhaba ben-"

 

"Yıldız Gece Korkut. Tembeller Kraliçesi," diyerek bana göz kırpan esmer çocuğa tebessüm ettim. Dua et de senden almam gereken bilgiler vardı esmer çocuk, yoksa lafımı kestiğin için senin ağzının payını verirdim!

 

"Evet, ben Yıldız, siz de yanılmıyorsam D sınıfındaydınız değil mi?" dedim en masum gülümsememle.

 

"Evet. Ben Tunç," dedi sarışın olan.

 

"Ben de Emre," diyerek devam etti esmer olan.

 

"Tanıştığımıza memnun oldum beyler. Aslında size bir şey soracaktım. Şu az önce elinizdeki kâğıtları veren çocuk hakkında."

 

"Ali mi?" diyerek şaşkın bir şekilde bana bakan Tunç'a döndüm.

 

"Sanırım o. Daha önce o çocuğu hiç görmemiştim. Yeni mi geldi okula ve aldığınız o kâğıtlar ne?" diyerek merak ettiklerimi direkt sordum.

 

"Ah, onun adı Ali Levent ve dört yıldır bu okulda. Onu tanımaman çok normal. Sonuçta o okul birincisi ve senin böyle şeylerle pek alakan olmaz. Yani çocuk bu okulun ineği. Aldığımız bu kâğıtlar da geçen yılın ders özetleri," diyerek beni bilgilendiren Emre'ye teşekkür ederek merdivenlere ilerledim.

 

Aklımda adının Ali olduğunu öğrendiğim çocuk vardı. Demek dört yıl boyunca aynı okuldaydık ve ben o çocuğu bir kez bile görmemiştim. Belki de gördüm ama dikkat etmedim. Yine de bir göz aşinalığı olması gerekmez miydi?

 

Neden... Neden o çocuk benim için bu kadar görünmezdi?

 

Böyle şeylerle ilgilenmesem de insanları gözlemlerdim. Çocukluğumdan gelen bu huyum çoğu zaman başıma dert açsa da insanları izleyerek, yaptıklarını ve olaylara verdikleri tepkileri anlamlandırmaya çalışmak hoşuma gidiyordu. Merdivenlerden inerken duyduğum hıçkırık sesi ile en alt kata baktım, o kat kullanılmıyordu. Genelde oraya eski kitapları yığarlardı ve kazan dairesi o kattaydı. Aynı hıçkırığı bir kez daha duyduğumda merakla alt kata indim. En son merdivende, bana sırtını dönerek oturmuş ve omuzları sarsılan Ali'yi görmemle bir adım geriledim. Merdivenin ortasında öylece kalakalmıştım.

 

İlk defa ağlayan bir erkek görüyordum. Ne yapacağımı bilmesem de yavaşça merdivenlerden indim ve elimi omzuna koydum. Elimi koyar koymaz korkuyla sıçrayarak ayağa kalkan Ali yüzünden ben de geriledim. İkimiz de birbirimize korkuyla bakarken ilk gözlerini kaçıran Ali olmuştu. Gözlerini, onu gördüğüm zamandan beri hep yaptığı gibi yere diktiğinde hafifçe boğazımı temizledim.

 

"Hey! Burada ne işin var?" diyerek konuşma başlatma çabasına girdiğimde karşımdaki çocuk bir anda telaşla olduğu yerde kıpırdandı.

 

"Ben ç-çok üzgünüm. S-sadece yalnız kalabileceğim bir yer a-arıyordum. Seni r-rahatsız etmek istememiştim. Karşına çıktığım için üzgünüm," diyerek konuşmama fırsat bile vermeden yanımdan hızla geçerek gitti. Çocuğun arkasından bir kez daha bakakalmıştım. Aklım karmakarışık bir şekilde, Ali'nin kalktığı merdivene oturduğumda yerde duran küçük siyah defter dikkatimi çekti. Merakla defteri elime aldım ve ilk sayfayı açtım.

 

🌼

 

Bindirdiler beni zorla bir gemiye,

Gönderdiler tek başıma fırtınalı denize.

Ey yalnızlık!

Bırak artık benim peşimi,

Yer yok gönlümde senin sessizliğine.

"Hoş geldin yalnızlığıma, sessizliğim."

 

🌼

 

Okuduğum satırlarla istemsizce yutkundum. Bu basit kelimelerin bir araya gelerek oluşturdukları anlam ne kadar da eziciydi böyle. Bu defter, daha doğrusu bu şiir Ali'ye mi aitti?

 

Acıyla çığlık atan bu cümleler onun kalbinden mi akmıştı mürekkebe?

 

*

 

 

 

Loading...
0%