Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@geceninhanimii

"Şair aldı kalemi eline, başladı yüreğindekileri dökmeye. Kimi insan güzel diyerek geçip giderken, kimisi de başladı şairin kalbindeki kırıkları izlemeye."

 

🌼🌼

 

Elimdeki defteri sıkıca tutarak kantine girdim. Etrafa bakındığımda Kızıl ile Yogi'nin en köşede oturmuş, yemek yediklerini gördüm. Onların yanına doğru ilerleyerek ikisinin ortasındaki boş sandalyeye oturduğumda, bana da yemek aldıklarını fark ederek sevinmiştim. Şimdi kim o kalabalığa girerek bir saat yemek siparişi vermeye çalışacaktı? Elimdeki defteri masanın üzerine koyarak önümdeki sandviçe uzanırken, Sevgi bıraktığım defteri eline alarak merakla incelemeye başlamıştı.

 

"Bu defter kimin? Çok hoşmuş. Ben de istiyorum böyle bir defter," diyerek defteri masaya tekrar koyduğunda, ben de sandviçi bırakarak defteri tekrar elime aldım. Açıkçası ben defterin içini daha çok merak ettiğim için dışına hiç bakmamıştım ama defter gerçekten de harikaydı!

 

Defter, siyah ve mavinin harmanlanmış muhteşemliğini taşıyordu. Sayfaları mavi renkteydi ve kapağı ise uzay gibiydi. Biraz siyah, biraz mavi ve yıldızlar! Kapağın arka fonu siyahken, üstlerine açık mavi renk serpiştirilmiş ve aralara koyulan yıldızlarla muhteşem bir görsel şölen sunulmuştu.

 

"Kitap Ali'nin."

 

"Ali kim, lan?" diyerek ağzı dolu konuşan Ferhat'ın koluna vurdum.

 

"Ali! Şu sabah çarpıştığım çocuk. Okula yeni falan gelmemiş. Onunla aynı dönemde 4 yıl boyunca okumuşuz! Üstelik çocuk okul birincisiymiş ve biz bu çocuğu tanımıyoruz!" diyerek gözlerim kocaman bir şekilde ikisine baktığımda, Ferhat beni hiç takmadan yemeğini yemeye devam etmişti.

 

"Eh, bu çok normal Tembel'im. Sonuçta kendin dedin, çocuk okul birincisiymiş. Bizim ne işimiz var lan çalışkanlarla!" diyerek cevap veren Kızıl'ıma ister istemez hak vermiştim. Sabahtan beri kafama taktığım şey çok mantıksızdı.

 

Ayol, ben okul sonuncusuydum. Birinciyle ne işim olacaktı da onu tanıyacaktım, değil mi?

 

Merakıma engel olamadan sandviçimden bir ısırık daha aldım ve defterden rastgele bir sayfa açtım.

 

🌼

 

Yalnızlığım toplanmış yüreğimin içinde,

 

Sürüklemişler küçük çocuğu meydanın önüne,

 

Fakat kimse görmüyormuş o miniği,

 

İçindeki boşluğu haykırırken bile...

 

Görünmezmiş küçük çocuk onlara göre,

 

Sadece buyururlarmış canları istedikçe.

 

Kimse tanıyamazmış kırgın kalbi,

 

Gerçekten tanımak istemedikçe.

 

🌼🌼

 

Defteri kapatarak masanın üzerine koyduğumda, ne bir şey yiyecek keyfim kalmıştı ne de diyecek bir sözüm. Keşke açmasaydım o defteri. Defterde yazan satırların her biri beni düşünmeye zorluyordu. Bu satırlar yaralı bir şairin kaleminden çıkmıştı, ötesi yoktu.

 

Şiir böyleydi.

 

Şiir biz istediğimiz zaman değil, duygularımız bizi sürüklediğinde yazılırdı. Şiiri şiir, adamı da şair yapan bu değil miydi zaten?Hikâye, roman, kompozisyon... Bunların hepsini iyi ya da kötü herkes yazabilirdi. Güzel ya da çirkin. Hissederek ya da hissetmeyerek.

 

Ama şiir özeldi.

 

Kimse oturup da ben bir şiir yazmaya çalışayım demezdi. Yazsa da ne kadar işe yarayabilirdi ki? Şiir, sessiz insanların kalemlerinden firar eden çığlıklardı. Şiir, duyguların yön verdiği bir renk cümbüşüydü. Şiir, ruh haline göre anlamı değişen bir duygu patlamasıydı. Okuduğunuz romanın anlamı sabittir. Oysa şiirden herkes farklı bir anlam çıkarabilir. Belki şiiri bu kadar çok sevmemin nedeni de budur. Kim bilebilir ki?

 

"Kaleminiz var mı?" diyerek ortaya attığım soruyla iki kafa da bana dönmüştü.

 

"Bizde ne arasın kalem?" diyerek söze başlayan Sevgi'nin cümlesine Ferhat devam etti.

 

"Sanki kitap defter taşıyoruz da kalem istiyor bizden." Sinirle ayağa kalkarak kantinden çıktım. Merdivenlere ilerlerken kullanılmayan kattan çıkan Ali'yi görmemle duraksadım. Merdivenlere bakarak çıkıyordu ve sanırım defterini arıyordu. Derin bir nefes alarak ona yaklaştım ve defteri uzattım.

 

"Bunu arıyorsun sanırım," dediğimde Ali önce deftere bakmış, daha sonra da ilk defa kafasını tam anlamıyla kaldırarak yüzüme bakmıştı. Tabii bu saniyelik bir olaydı. Hemen ardından kafasını tekrar yere eğmiş ve ağzının içinde bir teşekkür geveleyerek parmak uçlarıyla defterine dokunarak almaya çalışmıştı. Bense defteri daha sıkı tutmuştum. Ali defteri biraz daha çekiştirdiğinde, ben de kendime doğru çektim. Çocuk şaşkınca kafasını kaldırmadan göz ucuyla bana bakarken yanakları kızarmaya başlamıştı.

 

Allahım, utanarak kızarıyordu!

 

"Şey... D-defterimi a-alabilir miyim?" diyerek mırıldandığında sevimli bir şekilde gülümsedim. Bir de şu kekelemesi ve çıtkırıldım nazikliği vardı, değil mi? Keşke kalıbının adamı olsaydın be Ali. Yemin ederim kızlar kapında kuyruk olurdu.

 

Çocuğu bir kez daha incelediğimde tipsiz olmadığını fark etmiştim. Aksine çok tatlı ve pürüzsüz bir teni vardı. Tabii ki birkaç ufak sivilcesi vardı ama göze batmıyordu. Onu görünmez ve tipsiz yapan o iğrenç saç kesimi ve babaannemin taktığı tarzdaki gözlükleriydi. Tabii ki yerleri öperek temizleyen cesaretinden bahsetmiyorum bile.

 

"Şey... Defterim," diyerek defteri bir kez daha çekti Ali. Bu hareketiyle kendime geldim. Ah, dikkatim yine dağılmıştı. Kafamı iki yana sallayarak defteri kendime doğru sertçe çektim. Ali zaten defteri parmak uçlarında tuttuğu için defteri tamamen almam kolay olmuştu. Tepki vermesine izin vermeden elimi ona doğru uzattım.

 

"Tanışmadık, ben Yıldız." Ali elime uzaylı görmüş gibi bakarken birkaç adım geriledi ve iki merdiven inmiş oldu. Uzattığım elimi tutmazken alıngan bir şekilde elimi geriye çektim. Tamam! Bu cidden onur kırıcıydı.

 

"B-biliyorum. Sen F sınıfındasın. Okulun sonuncusu Gece Korkut. Ah... Ah ş-şimdi anlıyorum. Sen benden ders notlarımı istemeye geldin! Ben de diyordum bu kız neden benimle konuşmaya tenezzül ediyor," diyerek kendi kendine konuşan Ali'ye dikkatlice baktım. Neye şaşıracağımı bilememiştim. Sanırım liste yapsam daha iyi olurdu.

 

1-) Ben onu tanımadığım halde çocuk beni tanıyordu. Gerçi buna neden şaşırıyordum ki? Sonuçta okul koridorunda halay çeken ben. Müdür konuşma yaparken kürsüye çıkarak şaklabanlık yapan ben. Müdür tarafından her konuşmada uyarılan ben. Okulda beni tanımayan kaldı mı ki?

 

2-) Bana ikinci adımla hitap etmişti. Genelde herkes Yıldız derdi.

 

3-) Benim varlığımı unutarak ya da takmayarak kendi kendine varsayımlarda bulunmuştu.

 

4-) Kendi kendine konuşurken bir kez bile kekelememişti.

 

5-) Benim gibi tembel birine "Ders notu istiyor," diyerek resmen hakaret etmişti! Hayır yani tembel olduğumu biliyorsun, ders çalışma gibi bir huyum olmayacağını da bilmen lazım.

 

6-) Kendi kendine konuşurken kullandığı mimikler onu çok tatlı gösteriyordu!

 

Tamam! Son maddeyi unutun ve diğer beş madde için yorum yapın lütfen!

 

"Ş-şey. Notları sana v-veririm m-merak etme ama defterimi alabilir miyim?" Ah tabii ki! Benimle konuşurken omuzları düşür, kekele ve o tombik yanaklarını kızart, değil mi? Sinirle bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım.

 

"Öncelikle ben lakabı Tembel olan biri olarak senin ders notlarını falan istemiyorum. İkinci olarak defterin çok hoş, nereden aldın? Kullanmayacak olsam bile ben de bundan bir tane istiyorum. Ve son olarak senden özür dileyerek söylüyorum ki izin almadan birkaç sayfa okudum. Bunun için tekrar özür dilerim fakat içindekiler çok güzel. İzin verirsen defterin bir süre bende kalsın, olur mu? Geri kalan şiirlerini okumayı çok isterim," diyerek sözümü bitirdiğimde Ali daha da kızarmıştı.

 

"Şey... B-ben. Ne... Şey... Ee..." diyerek telaşlanan Ali, en sonunda hızla yanımdan geçmiş ve resmen kaçarak binadan çıkmıştı. Bu, defter sende kalabilir demek oluyordu sanırım. Omuzlarımı umursamazca silkerek merdivenlere ilerledim. Bu çocukla işimiz vardı. Nedensiz bir şekilde ilgimi çekmişti ve ben ilgimi çeken şeyleri kurcalamadan asla bırakmazdım. Aslında ilgimi çekmesi pek nedensiz değildi.

 

Şiir yazan bir erkek bulmuştum yahu!

 

Azıcık uğraşmadan bırakacak değildim.

 

🌼

 

Eve girdiğimde boş olan çantamı ayakkabılığa fırlattım. Hemen arkasından da çantamın yanına ayakkabılarımı göndermiştim.

 

"Anneee!"

 

"Ne anırıyorsun kız! Sağır mı var evde!"

 

"Ya anne, okuldan gelmişim ben. İnsan bir hoş geldin kızım der. Okul nasıldı der. Biraz sever, öper ya!"

 

"Ne soracağım be! Tüm gün ya yatmış ya da yaramazlık peşinde koşmuşsundur."

 

"Aman da aman. Benim hatunum kızını da pek iyi tanırmış," diyerek annemin yanaklarını sıktığımda elime bir tane vurmuş ve kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı.

 

"Hadi be oradan! Kafeye iniyorum ben. Ocakta yemek hazır, acıktıysan ye."

 

"Tamam annem, kolay gelsin ." Annem evden çıktığında ben de fırlattığım çantamı almış ve odama geçmiştim. Evimiz üç oda ve bir salondan oluşuyordu. Babam tır şoförü olduğu için genelde ayda bir eve uğrardı. Annem ise hemen iki sokak ötemizdeki kafeyi işletiyordu.

 

Bense...

 

Beni biliyorsunuz zaten. Sabah akşam tembellik yapıyordum. Odama girdiğimde direkt üzerimdeki iğrenç formadan kurtuldum. Evet! Hâlâ forma giyiyorduk! Üzerime tayt ve bol bir tişört geçirdim ve saçlarımı topuz yaptım. Çalışma masama oturduğumda çantamdan Ali'nin defterini çıkardım. Çalışma masası dediğime bakmayın. Ben kesinlikle bu masayı çalışmak için kullanmıyordum. Yani resmen süs olsun diye duruyordu.

 

Ali'yi, çözülmesi gereken bir bulmaca gibi görüyordum. Bu yüzden adım adım ilerleyecektim. Masanın üzerinden hiç kullanmadığım kırmızı kaplı defterimi aldım ve ilk sayfasına kocaman harflerle "ÇÖZÜLMESİ GEREKEN BULMACA" yazdım. İkinci sayfayı açtım ve yazmaya başladım.

 

🌼

Gece'nin Günlüğü

 

Birinci Gün

 

Ali Levent - A sınıfı

 

BUGÜNÜN ANALİZLERİ:

 

* Aşırı utangaç

 

* İnek - Okul birincisi

 

* Tas koyularak kesilmiş saç kesimi ve gözlükten oluşan iğrenç bir moda anlayışı var.

 

* Kızarma konusunda bir fenomen!

 

* İnsanların gözlerine bakmaktan kaçınıyor.

 

* Fiziksel temas kurmaktan kaçınıyor.

 

* Konuşurken çekingen ve kekeliyor.

 

ALİ İÇİN BUGÜN DÜŞÜNDÜĞÜM CÜMLE: Sessiz insanlar çoğu zaman konuşacak bir şeyi olmadığı için değil, konuşacak çok şeyi olduğu için susar. Sanırım Ali de onlardan biri.

 

Merhaba Ali.

 

Belki bu defter bir gün senin eline geçecek ya da belki hiç geçmeyecek. Ya ben sıkılacağım ve bu oyuna bir son vererek bu defteri tozlu raflara mahkûm edeceğim ya da bir gün bu defteri bin bir duyguyla okuyacaksın.

 

Kim bilebilir ki?

 

Şimdilik benim için çözülmesi gereken bir bulmacasın, Ali Levent. Ben, seni kurcalamakta kararlıyım. Aklımda senin hakkında merak ettiğim çok şey var.

 

Acaba neden insanlara karşı bu kadar uzaksın?

 

Neden kekeleyerek konuşuyorsun?

 

Neden konuşurken utanıyorsun?

 

Neden o görüntünle etrafta dolanıyorsun?

 

Neden ağır bir darbe alıp da yenilmiş gibi eğik duruyor omuzların?

 

Şiirleri, yeteneğin olduğu için mi yoksa yazma ihtiyacı duyduğun için mi yazıyorsun? Bence ihtiyaç duyduğun için yazıyorsun. Yeteneğin olduğu kesin fakat hangi insan ben şair olacağım diyerek şiir yazmaya başlar ki? Kaldı ki şiir çok özeldir.

 

Bana göre ruhu içine sığamayan insanlar bu kadar derin şiirler yazarlar. Çünkü ben biliyorum ki nefes alamayan ruhlar tüm acıları kusarlar. Senin ruhun da o acıları şiirlere kusuyor. Bunu görmem için seni tanımama gerek yok. Senin ruhunla okuduğum ilk şiirde göz göze geldik, Çalışkan Çocuk. O bana göz kırpıp kaçarken, bana da kaçanı kovalamak kalmıştı. Bunu yapacağım da...

 

Hazır ol Ali Levent, ruhunun peşine düştüm.

 

**

 

 

 

Loading...
0%