Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@geceninhanimii

"Kandemir, ağlama oğlum."

 

Arslan'ın bir oğlu vardı...

 

♠️🖤♣️

 

Bazı anlar vardır yaşadığımız ânı kursağımızda bırakır. Aklımızın ucundan dahi geçmeyen ihtimaller hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkıp boğazımıza yapışır. Şuan kendimi tam da öyle hissediyordum. Sızlayan kalbim dışında boğazımda ihtimallerin pençesini hissediyordum.

 

Arslanın bir oğlu vardı. Kendi oğlu muydu? Annesi neredeydi? Ölmüş müydü yoksa boşanmışlar mıydı?

 

Tüm düşünceler kafamın içinde cirit atarken yüreğimde hissettiğim ağırlık gittikçe büyüyordu. Kandemir, babasının kollarından çıkarak gözyaşlarını sildiğinde göz göze gelmiştik. Güzel yüzlü, sevimli bir çocuktu. Bana bakarak gülümsemesini garipsedim, çocuk dahi olsa bir yabancıya bu kadar güzel gülümsemesini garip buldum. Çocuklar normalde yabancılara karşı huysuz olmazlar mıydı?

 

"Leyla abla!" Bir anda babasının kollarından çıkarak bacaklarıma sarılan çocuk nevrimi döndürürken ne yapacağımı bilememiştim. Kafam karışmış bir şekilde Arslan'a baktığımda kafasını iki yana sallayarak ayağa kalktığını gördüm.

 

"Kandemir, buraya gel."

 

"Gelmeyeceğim işte, eve göndereceksin beni ama gitmeyeceğim!" Babasına söylenirken çatışan kaşları ve büzülen dudaklarıyla o kadar tatlı bir çocuk vardı ki karşımda ne yaptığımı bile fark etmeden sağ elimi kaldırmış ve hafifçe kafasını okşamıştım. Kandemir'in bakışları direkt beni bulurken kafasını okşamam hoşuna gitmiş gibi gülümsemiş ve iki adım geri giderek küçük elini bana uzatmıştı.

 

"Özür dilerim Leyla abla, kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Kandemir Arslan Efsunkâr. Aynı babamın anlattığı gibisin, seni öyle tanıdım." Karşımda resmen büyümüş de küçülmüş bir çocuk vardı. Kelimeleri o kadar düzgün, telaffuzu o kadar dikkatliydi ki... Çocuğun bakışlarında bile zeka pırıltıları vardı. Kısa bir an kafamı kaldırarak oğluna tek kaşını kaldırarak bakan Arslan'a baktım. Kandemir kesinlikle bakışlarını babasından almıştı.

 

"Merhaba Kandemir. Demek baban beni sana anlattı." Kafamdaki tüm soruları, yüreğimdeki huzursuzluğu bir kenara bırakarak elimi uzatarak Kandemir'in küçük elini tutup onunla tokalaştım. Karşımdaki çocukta o kadar saf bir mutluluk vardı ki istediğim tek şey ona ayak uydurmaktı.

 

Kandemir benim olmak istediğim ama olamadığım bir çocuk gibi duruyordu. Onun bedenini saran heyecan ve mutluluk bana yasaktı. Çocukluğum dört duvar arasında beni heyecanlandırabilecek her şeyin yasak olduğu bir odada geçmişti. O zamanlar kalbim olduğundan da güçsüzdü. Bu yüzden ani tepki verebilirim diye televizyon dahi yasaktı. Sadece oturur oyuncaklarımla oynar, ders çalışır, kitap okur, tedavi görür ve penceremden gelip geçen insanları izlerdim.

 

"Evet, anlattı. Seninle tanıştığıma çok mutlu oldum. Gerçekten çok güzelsin. Daha sonra yanıma gelirsin değil mi? Ben de sana gelebilirim, sen nasıl istersen öyle olur. Beraber oyun oynar mıyız? Merak etme ben hareketli, koşmalı oyunları sevmem. Beraber oturur sen ne istersen onu oynayabiliriz. Ama sen büyüksün, sıkılabilirsin. Yani illa oyun oynamak zorunda değiliz. Kitap da okuyabiliriz ne dersin? Ama ben okuma yazma bilmiyorum sen bana okusan olur mu? Eğer okumayı sevmiyorsan babam da bize okuyabilir. Ondan da sıkılırsan muhabbet ederiz? Yani tabii ben sana göre çok küçüğüm konuşacak bir şey bulamazsan öylece oturadabiliriz. Ben sessizliği de severim. Hiç olmadı müzik dinleriz, ne dersin?"

 

Neredeyse nefes almadan konuşan çocuğa merhametle baktım. O kadar masumdu ki.. İçinde taşıdığı sevecenlik ruhumun kırgınlığını ve endişesini silip süpürmüştü. Ömrümde bu çocuk kadar sevecen, insan canlısı birini daha görmemiştim. Onun benimle zaman geçirme isteği içimdeki yaşayamadığım çocukluğa dokunmuştu. İçimde hiçbir zaman oyun oynayamamış olan yalnız çocukluğum heyecanla kıpırdanmaya başlamıştı. Çocukken oyun oynayamadığım için kaç yaşında olursam olayım bu kelime beni heyecanlandırıyordu. Elime bir oyuncak bebek veya araba verseler hiç sıkılmadan oturur onlarla oynayabilirdim.

 

"Kandemir, ben de seninle tanıştığıma çok memnun oldum. Nazik teklifin için çok teşekkür ederim. Saydığın her şeyi seninle birlikte yapmayı çok istedim."

 

"Yaaaa oyun da oynar mıyız? Benim bissürü bissürü oyuncak arabam ve bebeklerim var. Beraber oynar mıyız? Seninle onları paylaşabilirim."

 

"Tabii ki oynarız. Benimle onları paylaşmana çok mutlu olurum."

 

"Yaaaa yaaaa babamın odasında da oyuncaklarım var şimdi oynayalım mı!" Heyecanla yerinde zıplayan çocuğa az kalsın ben de yerimde zıplayarak eşlik edecektim ki kendimi son anda tuttum.

 

"Kandemir, şuan Leyla ablanla katılmamız gereken bir parti var. Daha sonra oyun oynarsınız oğlum, olur mu?"

 

"Hayır! Şimdi oynayalım." Kandemir sevinçle yerinde zıplarken Arslan kaşlarını kaldırarak merakla bana bakmıştı. Onunla dans etmek istiyordum evet ama yaşayamadığım çocukluğum içimde heyecanla çığlık atıyordu. Hiçbir zaman bir arkadaşım olmamıştı, hiçbir zaman bir çocukla çocuk olamamıştım.

 

"Hadi gel." Bana heyecanla elini uzatan Kandemir'in elini tutarak beni yönlendirmesine izin verdim. Arslan'ın odasına geri çıkmıştık ve neredeyse iki, üç saat Kandemir'le oyun oynamıştık. Kandemir'in babasının dosyalarla dolu olan dolabının içinden iki tane uzaktan kumandalı araba çıkarmasıyla sanki 6 yaşındaki Leyla'ya geri dönmüştüm.

 

Hastaneye gelip giden çocukların elinde bu oyuncaktan görürdüm. Hep oynamak isterdim ama bana onu alacak kimsem yoktu. Bu yüzden sadece izlerdim. Şimdi elime uzatılan kumandayı hevesle almış ve Kandemir'le koltuğa oturarak odanın içinde araba yarıştırmıştım. İki, üç saat boyunca biz Kandemir'le araba yarıştırırken Arslan öylece bizi izlemiş, arada ikimize de laf atarak bizimle dalga geçmişti.

 

Şimdiyse kafasını bacaklarıma koyarak uyuyan çocuğun saçlarını okşarken aslında ne kadar eksik bir insan olduğumu düşünmeden edemiyordum. Bir çocuğun dahi merhametine muhtaç bir ruhum vardı.

 

"Kandemir... Senin öz oğlun mu?" Sessiz soruma aynı ses tonuyla cevap vermişti.

 

"Evet, benim oğlum. Annesi vefat etti."

 

"Ya... Allah rahmet eylesin." Arslan sessiz kalırken Kandemir'in masum yüzüne acıyla baktım. O kadar mutlu bir çocuk gibi duruyordu ki annesinin olmadığını hiç tahmin edememiştim. Bir yanı eksik bir çocuğun bu kadar mutlu olabileceğini düşünememiştim. Kafamı hafifçe kaldırarak bizi izleyen Arslan'a bakarak tebessüm ettim.

 

"Annesi olmamasına rağmen her şeye sahip bir çocuk gibi mutlu. Çok iyi bir baba olmalısın." Arslan omuz silkerek oturduğu koltuktan kalkmış, yanımıza gelerek Kandemir'i kucağına alıp diğer koltuğa koymuştu. Bana elini uzattığında soru sormadan elini tutarak onu takip ettim. Odadan çıkarak aşağıya indiğimizde parti alanına girmiştik. Parti çoktan bitmiş olmalı ki etrafta birkaç çalışan dışında kimse yoktu. Arslan barmene kafasını salladığında bir dakika içinde tüm salonu müzik sesi kaplamıştı.

 

"Bir dans sözüm vardı." Arslan belimi kavrayarak beni kendisine çektiğinde gülümseyerek ellerimi ensesine koydum. Kafamı da göğsüne koyduğumda çenesini başımın üstünde hissetmiştim. Birbirimize sarılarak hafifçe dans etmeye başladığımızda gecenin başında hissettiğim huzursuzluk tamamen yok olmuştu. Gecenin başında Kandemir sayesinde bir çocuk olurken gecenin sonunda da Arslan sayesinde bir kadın oluvermiştim. Efsunkâr erkekleri büyük küçük fark etmeden soyadları gibi efsunlu olmalılardı.

 

"Kandemir'i çok sevdim. Senin için sıkıntı olmazsa onunla zaman geçirmeyi çok isterim."

 

"İstediğin her zaman yan yana gelebilirsiniz, söylemen yeterli." Kafamı kaldırarak bana ufak bir tebessümle bakan adamın gözlerine baktım. Arslan, rüya gibi bir adamdı. Gerçeklikten o kadar uzak duruyordu ki kimse bu kadar muazzam olamaz gibi hissediyordum. Hiçbir insan hiçbir insana böyle hissettiremez gibi geliyordu.

 

"Teşekkür ederim Arslan. Yaptığın her şey için çok teşekkür ederim. " Bir anda içimden gelerek sakallı çenesini öpmüş ve saniyesinde utanarak kafamı boyun girintisine gömmüştüm. Arslan'ın güldüğünü hareketlenen göğsünden anlarken saçlarımda dudaklarının baskısını hissetmiştim.

 

"O kadar hayat dolu bir kadınsın ki Leyla, üzerine sinen ölümün gölgesi kendisinden utanmalı. Bu dünyaya ölmek için geliyoruz biliyorum ama ölüm sana uğradığı için utanmalı."

 

"Ölümden korkmuyorum Arslan, hiçbir zaman korkmadım. Sadece... Keşke hasta olarak ölmeseydim. Bu hastalık bana hayatı dar etti, hiçbir şey yaşayamadım. Ne bileyim... Keşke bir araba kazası geçirip ölebilme şansım olsaydı. Ya da illa zamanla tükenerek öleceksem sonradan kanser olsaydım? Ama benim kalbim hasta, kendimi bildim bileli hasta bir kalbe sahibim. Bu yüzden bırak hayatı yaşamayı ben bir kez bile koşamadım. Bir kez bile salıncağa binemedim."

 

"Bindireyim. Yarın Kandemir ve seni parka götürmemi ister misin? İkinizi de salıncağa bindirip sallayabilirim."

 

"Yaaa gerçekten mi?" Kafamı kaldırarak heyecanla ona bakmam komik gelmiş olacak ki ağız dolusu bir kahkaha atmıştı. Gülüşü güzeldi. Hem gülüşü hem kalbi güzel bir adamdı.

 

"Gerçekten güzelim gerçekten." Mutlulukla gülümsedim ve yanağına sesli bir öpücük kondurdum. Arslan'a fark etmeden o kadar kısa bir sürede alışmıştım ki kalbim temaslarımıza aşırı bir tepki vermiyordu. Bana verdiği huzur ve güven o kadar yoğundu ki sanki ona kırk yıldır böyle dokunuyor, öpüyor gibi hissediyordum. Kollarını sıkılaştırarak bana sarıldığında aynı şekilde kollarımı beline dolayarak sarılışına karşılık verdim. Hissettiğim heyecanın ayrı bir huzuru vardı. Üzerimde özümsediğim, alıştığım bir heyecan vardı.

 

Arslan'a karşı hissettiğim heyecan kalbimi yormak yerine dinlendiriyordu. Bir insan bir insana ancak bu kadar iyi gelebilirdi. Bir insan bir insanı ancak bu kadar özümseyebilir, kendinden bilebilirdi.

 

Arslan Efsunkâr, Leyla'nındı. O, Leyla'nın Arslan'ıydı.

 

Nasıl ki Aslı'nın bir Ferhat'ı, Havva'nın bir Adem'i varsa artık Leyla'nın da bir Arslan'ı vardı.

 

♣️🖤♠️

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Loading...
0%